94

"Ey îmân edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman, her şeyi iyice anlayın. Size selâm verene, dünya hayâtının geçici yararlarına göz dikerek:

"- Sen mü'min değilsin!" demeyin.

Çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Siz de önceleri öyleydiniz; Allah, size lütfetti. O hâlde her şeyi anlayın. Şüphe yok ki, Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır."

A- "Ey îmân edenler ! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman, herseyi iyice anlayın."

Bundan önce katkn iki nev'i ve bir mü'minden ancak hatâen bir katil fiili sâdır olabileceği açıklanmıştı. Şimdi burada mü'minler yanlışlıkla katle sebebiyet verecek dikkatsizliklerden sakındırılıyor. Demek istenen şudur:

'Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman, yapacağınız ve yapmayacağınız bütün işler üzerinde düşünün ve tedbirli olun. Acele davranıp kusur işlemeyin."

B- "Size selâm verene, dünya hayâtının geçici yararlarına göz dikerek: "- Sen mü'min değilsin!" demeyin."

Bu kelâm, emrin terkinden doğabilecek sakıncalara dikkati çeker.

"Selâm" kelimesi, bir kırâete göre "silm" olarak da okunmuştur. Yani,

"- islâm selâmı ile sizi selamlayanlara, yahut size teslimiyet gösterip boyun eğenlere (ınkıyad edenlere):

"- Sen mü'min değilsin (leşte mü'minen); bunu, bizden korunmak için söylüyorsun!" demeyin.

Onu sözlerine göre kabul edin ve sözlerinin icablarını yerine getirin.

"Mü'min" kelimesi de bir kırâete göre "mü'men" olarak okunmuştur. Yani :

"- Sana emân verilmemiş!" demeyin.

Bu kıraet, selâm yerine "silm" kıraetine daha uygundur.

İlk kırâete göre, daha sonra âyetin nüzul sebebinin izahında geleceği gibi, İslâm selâmı ile beraber şahadet kelimeleri de olduğu hâlde âyette yalnız selâmın zikriyle yeünilmesı, bu nehyi ve yasağı mübalağa ile ifâde etmek ve birde, onların hatâlarının pek açık olduğuna dikkat çekmek içindir. Zira sahibine dokunulmaması için yalnız İslâm selâmının bile yeterli olduğu belirtiliyor. Şu hâlde İslâm selâmı ile beraber şahadet kelimeleri de telâffuz edilirse durum nasıl olmakdır?

"Tebteğûne a'rada'l-hayâti'd-dünya / dünya hayâtının geçici yararlarına göz dikerek..." ifâdesi, insanı teenniyi bir kenara iterek aceleyle harekete sevkeden unsuru açıklar. Ancak burada nehiy (yasak), yalnız kayda değil fakat her ikisine birden yöneliktir. Yani :

"- Sız dünya hayâtının çarçabuk bitip tükenen menfaatlerini isteyerek, gözeterek size islâm selâmı ve barış (silm) ile yaklaşanlara mü'min olmadıklarını söylemeyin!"

C- "Çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır."

Bu kelâm, nehyin illet ve sebebini beyân ile zımnî mükâfat va'didir. Yani :

"- Siz, öylelerinin malını istemeyin. Çünkü Allah (celle celâlühü) katında sizin için sayısız ganimetler vardır. O, size onlardan bahşedecek ve sizin bu hatâyı işlemenize gerek kalmayacktır."

Ç- "Sız de önceleri öyle idiniz ; Allah, size lütfetti."

Bu da, o nehyin bir illetidir. Bunun, nehyin hemen arkasında zikredilmemesi ve ertelenmesi, takdimi (daha önce söylenmesi) hâlinde içerdiği kısmî tafsilâtın âyetin parçaları arasında kesintiye yol açabileceği ıhtimâk olmakdır.

Bir de, burada zikredilmesiyle, "Allah katında sayısız ganimetler olduğu "illetiyle onun illeti arasına başka bir şeyin girmemesi sağlanmıştır. Nitelim:

"O gün bir takım yüzler ağarır, bir takım yüzler de kararır. İşte o yüzleri kararanlara şöyle denir:

"- imânınızdan sonra küfre mi düştünüz? Haydi küfrünüzden dolayı tadın azabı!" (Al-i imran 3/106) mealindeki âyet-i kerîmede de aynı tertib izlenmiştir.

Yani:

"- Siz de, ilk Müslüman olduğunuz zaman, bu size selâm verenler gibiydiniz. Siz de, o zaman insanlara İslâm selâmı ve benzeri şeylerden başka bîr şeyi izhar etmiyordunuz. Ama Allahü teâlâ, size lütfetti; o kadarını sizden kabul buyurdu ve onunla, sizin kanlarınızı ve mallarınızı masun (dokunulmaz) kıldı; sizin sırlarınızın araştırılmasını emir buyurmadı."

Daha önce geçen "fe tebeyyenû — her şeyi iyice anlayıp dinleyin, açıklığa kavuşturun" fili başındaki "fe" harfi, "fasîha"dır. Yani:

"- Durum böyle olunca, siz de keyfiyeti anlamaya çaksın, onun hâlini kendi hâlinizle mukayese edin ve ilk zamanlarınızda size karşı yapılanları sız de ona karşı yapın. İç ve dış hâlin (bâtın ile zahirin) birbirine uyup uymadığının muhasebesini yapmadan zâhır hâli olduğu gibi kabul edin."

Kur’ân'ın mükemmeliyetine ve yüce şânının azametine yaraşan mânâ da budur.

Bazı müfessirlere göre ise, âyetin mânâsı şöyledir:

"- Sız ilk islâm'a girerken ağzınızdan işitilen yalnız şahadet kelimesi olmuştu. Böylece kalblerinizin dillerinize uygun olup olmadığına bakılmaksızın bu kelime, sizin canlarınıza ve mallarınıza dokunulmazlık hakkı sağlamıştı. Sonra Allah (celle celâlühü), size istikameti, inanla şöhret bulmayı, o yolda ilerlemeyi ve nihayet islâm'da rehber olmayı ihsan buyurdu. Onun için siz de, yeni islâm'a gelenlere karşı, size gösterilen iyi niyeti göstermeksiniz; onların canına ve malına dokunmadan onların görünüşteld İslâm'ına bakmaksınız ve onlara, siz mü'min değilsiniz; dememelisiniz."

Ancak bu tefsir görüşü, gerçekten uzaktır. Çünkü bikndiği gibi burada murad:

Yeni Müslümanlarla kıdemli Müslümanlar arasındaki ortak bir hükmü vurgulamaktır. Bu da kanların ve malların korunmasını sağlayan şahadet kelimesinin telâffuzudur. Ve gayet açıktır ki, bu netice bu tefsire göre değil ancak yukarıdaki tefsir ile hâsıl olmaktadır. Zira ancak bu tefsir ile illetteki müşareket mucibince, yeni Müslümanların da kanlarının ve mallarının masuniyetinin (dokunmazlığının) gerekliliği, kıdemli Müslümanlarca anlaşılmış olur.

Bu ilâhî kelâmı,

"- Önceleri siz de, İslâm'daki hâlinızin kusurlu olması itibariyle onlar gibi idiniz; sonra Allahü teâlâ, size lütfetti ve O'nun lûtfu sayesinde bu yüksek mertebeye erdiniz. Bundan dolayı siz, şimdiki hâlinize göre onun hâlini kus urlu görmeyin fakat onu eski hâlinize göre değerlendirin!" mânâsına hamletmeye de, şu gerçek mânidir:

O şahsın öldürülmesi, İslâm'ının kusurlu olmasından değil fakat onun kalbi ile lisanı arasında mutabakat olmadığı vehminden kaynaklanmakta idi. Zira bu âyet-i kerîme, Fedek ahâlisinden Mirdas b. Nehîk hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki

Mirdas (radıyallahü anh), Müslüman olmuştu, ancak kavmi içinde kendisinden başka Müslüman yoktu. Sonra Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), oraya Galib b. Fudale el-Leysî kumandasında bir müfreze (seriye) gönderdi. Müfreze oraya varınca, hepsi kaçtılar. Yalnız Mirdas, İslâm'ına güvendiği için orada kaldı ve atlıları görünce koyunlarını dağın sarp bir yerine sürdü, kendisi de dağa tırmandı. Nihayet atlılar arkadan yetişip tekbir getirince kendisi de tekbir getirdi ve:

"- Lâ ilahe illallah, Muhammedün Rasûlullah. Esselâmü aleyküm!" dedi.

Fakat yine de Üsâme b. Zeyd ((radıyallahü anh), onu öldürdü ve koyunlarını sürüp Medine'ye getirdi.

Ashâb, olayı kendilerine anlatınca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), buna çok üzüldü ve:

"- Siz, onu yanında bulunan (malları) almak için öldürdünüz !" buyurdu.

Usame ise:

"- O, kalbiyle değil, diliyle onu söyledi !"

Ve bir rivâyete göre de:

"- O, silahtan korktuğu için o sözleri söyledi !" dedi.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Niçin kalbini yarıp bakmadın ?" buyurdu ve sonra da bu âyeti okudu.

Usame:

"- Ya Resûlallah! Benim için Allah'tan mağfiret düe (istağfir k)!"dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

"- Onun söylediği lâilâhe illallah, ne olacak ?" bu)mrdu.

Üsame (radıyallahü anh) diyor ki:

"- Resûlüllah, bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, ben, (bu vebalden kurtulmak için) daha önce değil de yeni Müslüman olmuş olmayı temenni ettim. Sonra Resûlüllah, benim için mağfiret diledi ve:

Bir köle âzad et (k'tiık rakabeh)!" buyurdu.

Diğer bir görüşe göre ise, bu âyet, başka biri hakkında nazil oldu.

O şahıs:

Ya Resûlallah! Biz, Allahü teâlâ'nın hezimete uğrattığı bir düşman kavmi kovalıyorduk. Nihayet ben, bir adama yetiştim. Adam, kılıcı görünce:

Ben Müslümanım; dedi ama ben yine onu öldürdüm !" demiş.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuş:

"- Sen, bir müslümanı mı öldürdün ?" O:

"- O, ölümden kurtulmak için öyle dedi !" cevabını vermiş.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Kalbini yarıp bakmadın mı ?" buyurmuş.

D- "Şüphe yok ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır."

Şüphesız ki, Allahü teâlâ, sizin açık ve gizli bütün yaptıklarınızdan ve onların hepsinin keyfiyetinden hakkıyla haberdardır. Bunun için O, hayrın hayır olarak ve şerrin de şer olarak karşılığını verecektir. Bundan dolayı siz, katli hafife almayın; onda çok ihtiyatlı davranın.

Bu cümle, makablinin illeti mahiyetindedir.

94 ﴿