102"Ey Resûlüm! Sen aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silâhlarını da üzerlerine alsınlar, nihayet secde ettikleri zaman arkanıza geçsinler. Namaz kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. O kâfirler isterler ki sız silâhlarınızdan ve eşyanızdan gaafil olasınız da, birden bire üzerinize baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet dokunur veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir engel yoktur. Yine de tedbirlerinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır." A- "Ey Resûlüm! Sen aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silâhlarını da üzerlerine aksınlar, nihayet secde ettikleri zaman arkanıza geçsinler. Namaz kılmamış olan diğer kısım da gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar." Bu âyet, tam zaruret bulunduğu zaman, namazın kısaltılmasının meşruiyetine ilişkin olarak makablinde bulunan icmâk tafsil ve o namazın keyfiyetini tasvir eder. Seferi namazda Sünnetin beyânı ile iktifa edildiği hâlde korku namazı için bu açıklamalara yer verilmesi, buna fazlasıyla ihtiyaç olduğu içkidir. Çünkü korku namazında, namazın ask şeklinde çok değişiklikler vardır. Âyetin konusu, kısaltıklmış olarak kılınan korku namazıdır; diğer korku namazının hükmü de, bunun hükmünden anlaşılır. Bu âyetin hitabı tecrid yoluyla yalnız Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) mahsustur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ın vefatından sonra korku namazı olmadığını söyleyenler, bu âyetin zahirini delil gösterirler. Ancak açık bir gerçektir ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) den sonra gelen imamlar (Müslümanlar tarafından seçilen halifeler) de Peygamberimizin vekilleridir ve onun vazifelerini ifâ ederler. Bu itibârla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e yapılan hitapların hükmü onları da kapsar. Nitekim: "Onların mallarından sadaka al ." (Tevbe 4/ 103) âyetindeki hitab da böyledir. Rivâyet olunuyor ki, Said b. As, Taberistan'da korku namazım kıldırmak isteyince, Sahabîlere seslenerek: "- İçinizden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber korku namazını kılan var mı?" diye sormuş; bunun üzerine Huzeyfe b. Yeman (radıyallahü anh) ayağa kalkıp korku namazının keyfiyetini ona anlatmış ve Said b. As da, onun tarif ettiği gibi korku namazını kıldırmış. Bu hâdise, Sahabenin huzurunda cereyan etmiş, hiç kimse buna karşı çıkmamış olduğundan icmâ niteliğindedir. Sünen kitablarında rivâyet olunduğuna göre islâm ordusu, Abdurrahman b. Semüre ((radıyallahü anh) kumandasında Kabil'de savaşırken Abdurrahman (radıyallahü anh) onlara korku namazı kıldırmıştır. Bu âyetin tertib ve tafsik şöyledir: "Ey Resûlüm! Sen, düşman karşısında, mücâhidler arasında bulunduğun ve onlara namaz kıldırmak istediğin zaman, - mücâhidleri iki gruba ayır; - onlardan birinci grup, seninle beraber namaza dursun; - ikinci grup da sizi korumak için düşman karşısında nöbet beklesin; - seninle beraber namaza duracak olanlar silâhlarını yere koymasınlar, üzerlerinde bulundursunlar; - nihayet secde edip birinci rek'atı tamamladıkları zaman da arkanıza çekilip nöbet için düşman karşısına geçsinler. - Henüz namaz kılmamış olan ve düşman karşısında bekleyen ikinci grup seninle beraber, kalan ikinci rek'ati kılsın." Âyet-i kerîmede, her iki grubun kalan ikinci rek'atlerinin keyfiyeti beyân edilmemiştir; fakat o rek'atlerin keyfiyeti Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) uygulaması, başka bir deyişle, Sünnetle açıldığa kavuşturulmuştur. Nitekim İbni Ömer (radıyallahü anh) ve İbni Mes'ûd'dan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazını kıldırırken, âyette belirtildiğı gibi: - birinci ve ikinci gruba birer rek'at kıldırmış, - sonra birinci grup gelmiş ve ikinci grup düşman karşısına geçmiş; - birinci grup, ikinci rek'atlerini kıraetsiz olarak kılıp selam vermişler; - bunlar düşman karşısına geçtikten sonra onların yerine gelen ikinci grup ilk rek'atlerini kıraetle kılmışlardır. Böylece her iki grup da iki rek'at namazı bu sûrede tamamlamışlardır. Âyette, ikinci grup için, hem silâhlarını hem de birinci gruptan fazla olarak gerekli tedbirleri almaları emredilmiştir. Çünkü o sırada kâfirler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaza duran birinci grubun meşguliyetim öğrenebilecekleri düşünülmüştür. Her iki grup da namazda silâhlarını almakla mükellef kılınmışlardır. Çünkü namazla meşgul olmak, silâhları ve her türlü tedbiri bırakmanın gereğini akla getirebilir. B- "O kâfirler isterler ki siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gaafıl olasınız da birden bire üzerinize baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet dokunur veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir engel yoktur." Bu İlâhî kelâm, korku namazlarında silah taşıma zaruretinin, düşman saldırısının beklendiği anlar olmasından kaynaklandığını belirtir. Bu hitab her iki fırkayı da kapsar. Bu bir önemli uyarıdır. Şöyle ki: "- Düşmanlarınız, size karşı âni bir saldırıya geçmek için sizin gaflet ve hazırlıksız zamanınızı kollarlar." "Eşya / emtia "dan maksad, mutlak eşya değil savaşta gerekli olan eşyadır. Silâhları ve tedbirleri alma emri, vücûb içindir. Nitekim, "Eğer size yağmurdan bir eziyet dokunur veya hasta olursanız / İn kâne biküm ezen min matarin ev kümüm merdâ... " ifâdesinden de bu anlaşılır. Zira yağmur veya hastalık sebebiyle silâhları taşımaları kendilerine ağır geldiği zaman, onları bırakmak için kendilerine ruhsat verilmiştir. C- "Yine de tedbirlerinizi alın." Söz konusu hâllerde silâhlarınızı bıraktığınız takdirde de düşmanın anı saldırısına mâruz kalmamak için tedbirlerinizi alın. Kelbî'nin Ebû Salih'ten rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ashabı ile Benî Muharib ile Benî Enmar kabilelerine karşı sefere çıkmış. Nihayet düşman yurduna varmışlar fakat onlardan kimseyi görememişler. O zaman mücâhıd-ler, silâhlarını çıkarmışlar; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da, silahını çıkardıktan sonra haceti için oradan uzaklaşmış ve vadinin karşı tarafına geçmiş; bu sırada hava da serpiştiriyormuş. Sonra vadi taşmış ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ashabı arasında bir engel oluşturmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturup beklemeye başlamış. Bu sırada Gavres b. Haris el-Muharibî, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) i görmüş ve hemen karar vermiş: "- Ben de seni öldürmezsem, Allah benim canımı alsın!" Kılıçlı olarak dağdan inmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), hiç farkında olmamış ve ancak, kınından çeltikmiş kılıcıyla tepesine dikildikten sonra onu görmüş. Gavres sormuş: "- Ya Muhammed! Simidi serti benden kim koruyacak ?" Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "- Allah a'zze ve celle.." dedikten sonra şöyle duâ etmiş: "- Allahım! Gavres b. Haris'e dilediğin şekilde müstahakkını ver!" Gavres, Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) vurmak için kılıcını kaldırmış, fakat o anda yüzükoyun yere kapaklanmış, kılıcı da elinden fırlayıp düşmüş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kalkıp kılıcı eline almış ve sonra: "- Ya Gavres! Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak ?" demiş; o hemen cevap vermiş: "- Hiç kimse!.." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etmiş: "- Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahadet edersen kurtulursun ve kılıcını da sana veririm !" Gavres: "- Hayır, onu söylemem (Lâ); fakat sana karşı savaşmamaya ve senin düşmanına yardım etmemeye söz veririm." Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kılıcını kendisine vermiş. O zaman Gavres: "- Vallahi, sen gerçekten benden hayırlısın !" demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "- Hayırlı olmak, senden önce benim hakkım !" sözleriyle ona mukabele etmiş. Sonra Gavres, arkadaşlarının yanma dönmüş ve olanları kendilerine anlatmış. Bunun üzerine onların bir kısmı îmân etmiş. Kekti diyor ki; vadinin sek indikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Ashabının yanına dönüp olanları onlara anlatmış. Ç- "Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır." Bu cümle, tedbirleri alma emrinin illetidir. Yani Allahü teâlâ, onları rezil ve size nusret etmek suretiyle onlara alçaltıcı bir azab hazırlamıştır. O hâlde siz, işlerinize önem verin, sebeblere sarılın; ihmalkâr davranmayın ki, Allahü teâlâ'nın azabı sizin ellerinizle onlara ulaşsın. Bir diğer görüşe göre ise, düşmana karşı savunma tedbirlerini alma emri, onların galibiyetinin ve üstünlüklerinin beklendiğini vehmettirdiği için, Allahü teâlâ, Müslümanların kalblerini kuvvedendirmek ve cesaretlerini artırmak için, onlara nusret edeceğini ve düşmanlarını alçaltacağını beyân buyurmak suretiyle o vehmi gidermiştir. |
﴾ 102 ﴿