2"Ey îmân edenler! Allah'ın şeâ'iri (alâmet veya nişaneleri)ne, haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a, hedye (kurbanlıklara), kılâde (gerdanlık)lerine, Rabb'larının fadl (lütuf) ve rızasını arayarak Beyte'l- Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz. Mescidi'l-Haram'a girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık salan sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin. Birr (iyilik) ve takva (Allah'a karşı sorumluluk) üzerinde yardımlasın; ısm (günah) ve udvan (düşmanlık) üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan ittika edin (sakının). Çünkü Allah, şedîdül-ıi'kab (cezası şiddetli olan)dır." A- "Ey îmân edenler! Allah'ın şeâıri (alâmet veya nişanelerine, haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a, hedye (kurbanlıklara), kılâde (gerdanlık)lerine, Rabb'larının fadl (lütuf) ve rızasını arayarak Beytel-Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık etmeyin." Allahü teâlâ, haccın şiarlarını beyana devam ediyor. Şiarların Allah'a (celle celâlühü) izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve ihlallerinin korkunç bir hâl olduğunu bildirmek içindir. "Şeair" kelimesi, "şeîre" nin çoğulu olup, mikat ve cemrelere taş atma (şeytan taşlama) yerleri, tavaf ve sa'y mekânları gibi, hacc menasikinin ifâ edildiği mevkulerin adıdır. İhram, tavaf, sa'y, tıraş olma ve ihramdan çıkma, kurban kesme gibi haccın özel fiilleri, söz konusu yerlere ve mekânlara bağlı olarak tesbit edilmiştir. Allah'ın şeâirinin ne olduğu konusunda da değişik düşünceler vardır: 1-Allah'ın şeâ'irinden murad, hacc şeâ'iridir. Haccın şeâirinin ihlali, yasaklara önem vermemek, hacı adayları ile şiarlar arasına engel koymak ve hac aylarında insanları haçtan alıkoymaktır. 2-Allah'ın (celle celâlühü) şeâirınden murad, Allahü teâlâ'nın dinidir. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur: "Kim, Allah'ın şeâ'irını büyük tanırsa." (Hacc 22/32) Yanı Allahü teâlâ'nın dinine saygı gösterirse... 3-Allah'ın şeâiri, Allahü teâlâ'nın yasak (haram) kıldığı şeylerdir. 4-Allah'ın şeâiri, kulları için tayin buyurduğu farzlardır. Onlara saygısızlık gösterilmesi de, bu yasakları ve farzları ihlâl etmektir. Ancak bu görüşler içinde bu makama en münasip düşen, birinci görüştür. Haram aya saygı konusunda da muhtelif görüşler vardır: 1-Haram aya saygısızlık etmemek, o ayda savaşmamak demektir. 2-Haram aya saygısızlık etmek, cahiliye döneminde olduğu gibi "Nesî "yapmak, Muharrem ayının hürmetini (yasağını) Safer ayına nakletmektir. Mü'minlerin haline uygun olan, birinci görüştür. Burada haram aydan murad, hac ayıdır. 3-Haram aylar, dört aydır. Buna göre âyette ay kelimesinin tekil olarak zikredilmesi, cins mânâsı tazammun eder.8 Hediy, Kabe'ye sunulmak üzere sevkedilen kurbanlık develer vaya sığırlar veya koyunlardır. Buna ilişkin yasak, bu kurbanlık hayvanları gasbetmek veya yerine ulaşmalarına engel olmaktır. "Kalâid", "kılâde" nin çoğuludur; kılâde, Kabe için kurbanlık oldukları bilinsin ve onlara dokunulmasın diye hayvanların boyunlarına takılan nal veya ağaç kabuğu gibi işaretlerdir. Kalâide saygısızlık etmemekten maksad, Kabe'ye hediye edilmek üzere işaretin takıldığı büyük baş kurbanlıklara dokunma yasağıdır. Bu kurbanlıklar önceki "hediy" kapsamına girdiği halde ayrıca zikredilmesi, bunların diğer kurbanlıklara faikiyyetini gösterir. Nitekim bazı âyetlerde meleklerin hemen ardından Cebrâîl ve Mikâil'in adları zikredilir. Sanki şöyle bir uyarı yapılır: "Özellikle kalâid taşıyan kurbanlıklara tecavüz ve saygısızlık etmeyin!" Yahut işaretlenmiş kurbanlıklara dokunma yasağını kuvvetlendirmek için kalâıd'in kendisine dokunulması yasaklanmıştır. Başka bir ifadeyle "değil kurbanlık havanlara; işaretlerine bile dokunmayın." demek istenmiştir. Nitekim. ".. .Ziynetlerini açıp göstermesinler." (Nur 24/31) âyetinde de, ziynet yerlerini açma yasağındaki mübalağa için bu ifade Bir başka uyarı da şudur: "Rabblarının rızasını kazanmak amacı ile Beyt-i Haram'a yönelmiş hacı adaylarını bu ibâdetten alıkoymayın, onlarla savaşmayın ve onlara eziyet vermeyin." Rabb kelimesinin, hacı adaylarının yerini tutan zamire izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve onların isteklerinin hâsıl olduğunu bildirmek içindir. "Yebteğûne / arar oldukları halde" fiili, "tebteğûne — siz arıyor olduğunuz halde" şeklinde hitab kıpı ile de okunmuştur. Bu kıra ete göre bundan murad, onların halinin, nehyedildiklerı şeye münafi (karşı, aykırı) olduğunu beyan etmektir; yoksa nehyi (yasağı) bu kayda bağlamak değildir. Buna göre Rabb kelimesinin, Beyt-i Haram'a yönelenler zamirine izafe edilmiş olması, ilâhî teşrifin (şeref bahşetmenin), onlara münhasır bulunduğuna, onların isteklerine nail olduklarına, diğer muhatabların bundan mahrum kaldıklarına işaret etmek içindir. Buna göre, nehyin illeti, tekidi, nehyediien şeyin aşırı derecede inkâr ve reddi de ifade edilmiş olur. İşte bundan dolayıdır ki, bazı tefsir âlimlerine göre, "Beytel-Haram'a yönelenler" den murad, özellikle Müslümanlardır. Bu âyetin muhkem olduğunu söyleyenler de, bu görüşü mesned göstermişlerdir. Nitekim rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Mâide sûresi, Kur’ân'ın en son nazil olan sûrelerindendır. Bunun için onun helâl olarak bildirdiklerini helâl ve haram olarak bildirdiklerini de haram olarak kabul edin / Sûretü'l-mâideti min âhıiri'l-kur'âni nüzûlen feehıil-lû halâleha ve harramû harameha" buyurmuştur. Hasen el-Basrî de, Mâide sûresinde neshedilmiş (mensûh) âyet bulunmadığını söyler. Ebû Meysere de der ki: "Mâide suresinde on sekiz farz vardır; bunların içinde mensûh yoktur." Bazı tefsir âlimleri de diyorlar ki: "Beytci- Haram'a yönelenler"den murad, özellikle müşriklerdir. Çünkü ancak müşrikler, mü'minlerin kendilerine dokunmaktan nehyedilmelerine muhtaçtır; mü'minler için böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Kaldı ki, mü'minlere tecavüz ve saygısızlık yasağı da nassm açık delaletiyle sabit olmuştur (Onlar için buradaki mübhem ifadeye ihtiyaç yoktur). Bu âyet-i kerimenin Hatm b. Dabîa el-Bekrî hakkında indiği rivâyeti de bu görüşü teyid eder. Şöyle ki: Hatm b. Dabîa, Medine'ye gelmiş ve atlılarını Medine'nin dışında bırakıp tek başına huzura çıkmış ve arkadaşlarının da Müslüman olacaklarını va'det-miş. Peygamberimiz in huzurundan çıktıktan sonra Medine'nin hayvanlarını sürüp götürmüş. Ertesi sene, Bekir b. Vâil kabilesinin cahiliye hacıları beraberinde olduğu halde, çok miktarda ticaret malı ile birlikte Yemame'den cahiliye haccı için yola çıkmış ve bu hacı adayları, kurbanlıklarını da işaretlemişler. Bunu haber alan Müslümanlar, bu adama karşı harekete geçmek için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) den izin istemişler. Resûlüllah onlara izin vermemiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş. Bu rivâyete göre, âyetteki fadl (lütuf) talebi, ticaret yoluyla rızık talebi ve ilâhî rıza talebi de, kendi iddilarına göre olan ilâhî rıza olarak tefsir edilmiştir. Çünkü o müşrikler de, kendi dinlerinde doğru yolda olduklarını ve yaptıkları hacem da, kendilerini Allahü teâlâ'ya yaklaştırdığını iddia ediyorlardı. Bunun için Allahü teâlâ da, onları, kendi zanları ile vasıflandırmıştır. Onların bu fâsıd zanları, her ne kadar Allahü teâlâ'nın rızasını mucıb olmaktan uzak ise de bu zanları, özellikle Allahü teâlâ'nın haklarını gözetmek ve O'nun şiarlarını tazim etmek zımnında, onların bazı dünyevî amaçlarının gerçekleşmesine ve dünyevî bir takım kötülüklerden kurtulmalarına vesile olmak ihtimalinden uzak değildir. Tabiî âlimlerinden Katâde diyor ki: "Onların istedikleri ilâhî lütuf ve rıza, ciünyada onlara güzel bir hayât bahsedilmesi ve dünyada iken ceza verilmemesidir." Başka bir görüşe göre de, "Beyte'l-Haram'a yönelenler" deyimi hem Müslümanları, hem de müşrikleri kapsar. Nitekim rivâyete göre Ibni Abbas (radıyallahü anh), şöyle diyor: "Önceleri Müslümanlarla müşrikler bîriikte hacc ediyorlardı. İşte o zamanlar nazil olan bu âyetle, Allahü teâlâ, Müslümanlara, hiç kimsenin Beyt'i haccetmesine engel olmamayı emir buyurdu. Bundan sonra, "Ey îmân edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra mescidd Haram'a yaklaşmasınlar. " (Tevbe 9/28) ile "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder." (Tevbe 9/18) âyetleri nazil oldu. Tabiînden Mücâhid ile Şa'bî diyorlar ki: "Bu âyet, "Haram aylar çılanca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." (Tevbe 9/5) mealindeki âyet ile nesholunmuştur." Bu âyetteki "Beyte'l- Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri kapsadığı kesindir, bunda şüphe yoktur. Ancak bu kapsama; ya müstakildir; ya müşterektir. "Mescid-i Haram'a girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin" cümlesinden de, müşrikleri kapsadığı anlaşılır. Şu halde bu âyetin mânâsı ya tamamen, ya da kısmen mensûhtur. Son bir kavle göre "Beyte'l Haram'a yönelenler" deyimi fadl (lütuf) ve rıdvan (rıza) itibariyle hem Müslümanları hem de müşrikleri kapsayacak şekilde tefsir edilmelidir. Bazı âlimler diyorlar ki; fadl, yani rızık istemek, hem mü'minler, hem de müşrikler içindir. Rıdvan (ilâhî rıza) istemek ise, özellikle mü'minler içindir. Ancak fadlın mutlak mânâda, âhiret fadlına da şâmil olmak üzere tefsir edilmesi de câizdir. Buııa göre fadl talebi de mü'minlere mahsus olur. B- "İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz." Bundan önceki âyette "siz ihramda iken / ühıillet leküm " ifadesiyle işaret edilen husus, burada sarahat kazanıyor. Yani avlanma yasağı, sebebi olan ihram halinin sona ermesiyle son buluyor. Bu emir, yasaktan sonra ibaha (mubah kılma) emridir. Yani "ihramdan çıktığınız zaman, avlanmanızda bir sakınca yoktur" anlamını içeriyor. C- "Mescid -i Harama girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin." Bu nehiy, Beyt-i Haram'a yönelenlerden muayyen bir Müslüman toplum içindir ve daha önce zikredilen Allah'ın (celle celâlühü) şiarlarını ihlâl nehyine dahil olduğu halde özel olarak zikredilmesi, o muayyen Müslüman toplumun kendilerine mahsus bazı durumlardan dolayı bu konudaki yasakları ihlâl hakları olduğu vehmini ortadan kaldırma amacına yöneliktir. Âyetin bu bölümü, "Beyte'l-Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri de kapsadığı noktasında açık bir delildir. Yapılan uyarı şudur: Müşriklerin Hudeybiye yık (Hicretin 6. yılı Zılka'de, Milâdî 628 Mart) Mescid-i Haram ziyaretinden engelledikleri için onlara karşı duyduğunuz öfke, sizi onlara karşı düşmanlık yapmaya ve onlardan intikam almaya sevketmesin. Bu ilâhî kelâm, muhatabları, duydukları şiddetli öfkenin düşmanlık getirmesinden nehyeder görünse de, hakikatte onları düşmanlıktan kuvvetle men eder. Zira bir şeyin sebeplerini ve onu hazırlayan unsurları nehyetmek, delil ile hükme varmak yoluyla, bizzat onu nehyetmek ve sebeb - sonuç ilişkişini ortadan kaldırmak sayılır. Bazen de nehiy, müsebbefae tevcih edilir, fakat sebebin nehyi kasdedilir. Nıtekim "seni burada hiç görmeyeyim!" diyen kimse de, muhatabının, kendi huzuruna çıkmasını men etmeyi amaçlar. Âyetin metnindeki "en saddûküm / sizi engellemeleri" ifadesindeki "en" harfi, bir kırâete göre şart mânâsını bildiren "in" olarak okunur. Buna göre, müşrikler hakkında tevbih ve tenbih olmak üzere, aslında tahakkuk etmiş olan engelleme, farzedilen bir şey gibi ifade edilmiş demektir. Yani yaptıkları engelleme, o kadar çirkin bir hadisedir ki, aslında hiç vakıi olmamalı, ancak vukuu farz edilmelidir. Bu nehyin (sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin), "İhramdam çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz" cümlesinin makabli ile bağlantılı olduğu açık iken bu cümleden sonra zikredilmiş olması, herhalde şu gerçeği bildirmek içindir: "Beyte'l- Haram'a yönelenler"e tecavüz ve saygısızlık yasağı, avlanma yasağı gibi ihramdan çıkmakla sona ermez, fakat Allahü teâlâ'nın koyduğu hacc şiârlarıyla alakaları tamamen sona erinceye kadar devam eder. Bundan anlaşılıyor ki "Beyte'l- Haram'a yönelenler"e dokunma yasağı da öncelikle bakıi kalır. Ç- "Birr (iyilik) ve takva (Allah'a karşı sorumluluk) üzerinde yardımlasın; " Düşmanlık, genellikle dayanışına ve yardımlaşma yoluyla gerçekleştiği için, önce insanlar düşmanlıktan nehyedildi. Şimdi burada da, iyilik ve takva konularında yardımlaşmaları, ilâhî buyruklara bağlı kalmaları, nefsanî arzulardan uzak durmaları emrediliyor. Böylece affetme ve düşmanların eski hatalarını görmezlikten gelme de öncelikle buna dahil bulunuyor. D- "İsm (günah) ve udvan (düşmanlık) üzerinde yardımlaşmayın." Bu ilâhî kelâm da, insanları, zulüm ve günah kabilinden olan her şeyden nehyetmektedir. Şu halde düşmanlıkta ve intikam almakta yardımlaşmak nehyi de, istidlal yoluyla buna dahildir. Tahliye (boşaltma), tebriyeden (süslemeden) önce olması gerkeirken, burada nehyin (günah ve düşmanlık üzerinde ise yardımlaşmayın), emirden (iyilik ve takva konuları üzerinde de yardımlasın) sonra zikredilmesi, bizzat maksûd olanın, biran önce zikredilmesinin gerekli görülmüş olmasından dolayıdır. Zira günah ve düşmanlıkta yardımlaşmamak emrinden amaçlanan, iyilik ve takva konularında yardımlaşmayı gerçekleştirmektir. E- "Allah'tan ittıka edin (sakının). Çünkü Allah şedîdü'l-ıi'kaab (cezası şiddetli olan)dır." Bütün işlerde, ezcümle zikredilen emir ve nehiylerde Allahü teâlâ'ya muhalefetten sakının. Böylece o konularda da takvanın vücubu istidlal yoluyla sabit olmuş olur. Takva emrinin illeti, "Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır." cümlesi ile açıklanır. Yani Allahü teâlâ'ya karşı aykırılıklardan sakınmayanlar için O'nun azabı çok çeündir. Bu itibarla eğer siz, Allahü teâlâ'ya karsı aykırılıktan sakınmazsanız, O, mutlaka size azab edecektir. Burada da zamir makamında ism-i celilın (Allah'ın) zahir olarak zikredilmesi, daha önce defalarca geçtiği gibi, Allah korkusunu kalblerc sokmak ve mehabeti arttırmak ve cümlenin istiklâhni takviye içindir. |
﴾ 2 ﴿