89"Eğer biz sizin dininize dönersek o takdirde Allah bizi ondan (küfürden) kurtardıktan sonra Allah'a yalan isnad (iftira) etmiş oluruz. Bizim ona (küfre) dönmemiz asla olamaz. Rabbimizin dilemesi müstesna. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. - Ey Rabbimiz, Sen bizimle kavmimiz arasında hakla hükmet (fethet)! Çünkü Sen hükmeden (fâtih)lerin en hayırlısısın." A- "Eğer biz sizin dininize dönersek o takdirde Allah bizi ondan (küfürden) kurtardıktan sonra Allah'a yalan isnad (iftira) etmiş oluruz." Allahü teâlâ, bizi sizin şirki içeren dininizden kurtardıktan sonra yine ona dönersek, Allahü teâlâ'ya karşı gerçekten tarifi imkânsız bir iftirada bulunmuş oluruz. Zira o takdirde O'na ortak koşmuş oluruz. Oysa hiçbir varlık, O'nun emsali, benzeri olamaz. Ve yine o takdirde, - bizim üzerinde bulunduğumuz İslâm'ın bâtıl, - sizin üzerinde bulunduğunuz küfrün hak olduğunu kabul etmiş oluruz ki, hangi iftira bundan daha büyük olabilir? B- "Bizim ona (küfre) dönmemiz asla olamaz. Rabb'imizin dilemesi müstesna." Hiçbir halde bizim sizin o bâtıl dininize dönmemiz söz konusu olamaz; ancak Allahü teâlâ'nın bizim o dine dönmemizi dilemesi müstesna. Ve Allahü teâlâ'nın bunu dilemesi de mümkün değildir. Nitekim bundan sonra gelen "Rabbena — Rabbimiz" ifâdesi de bu gerçeği bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın onların Rabbi (terbiye edicisi) olduğunun belirtilmesi, onların haktan bâtıla dönmelerini dilemesinin imkânsızlığını ortaya koyar. Keza, daha önce geçen, "- Allah bizi ondan kurtardıktan sonra..." ifâdesi de, bu hakikati bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın, o mü'minleri bâtıldan kurtarması, onların tekrar o dine dönmelerini dilemeyeceğinin kesin delillerinden biridir. Diğer bir görüşe göre bu, ancak Allahü teâlâ'nın bizim perişanlığımızı dilemesi hariç, demektir. Bir görüşe göre de bu âyet-i kerime, küfrün de Allahü teâlâ'nın dilemesi olduğuna delildir. Mezkûr görüşlerden hangisi olursa olsun, bundan maksat, Allahü teâlâ'nın dilemesine bağlı olarak, Şuayb ile etrafındaki mü'minlerin, küfre dönmelerinin imkân dahilinde olduğu ve gerçekleşme tehlikesi bulunduğu demek değildir. Aksine, bunun gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu beyan etmektir. Yani, bunun açık anlamı şudur: "- Bizim sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir; ancak Rabbimiz Allahü teâlâ'nın dilemesi müstesna ki O'nun bunu dilemesi zaten mümkün değildir." Zikredilen bütün bu deliller, Allahü teâlâ'nın bunu dilemeyeceğini gösterir. C- "Rabb'imizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik." Şu halde Allahü teâlâ'nın ezelî ve ebedî, sınırsız ilmi, - olmuş ve olacak her şeyi, - kullarının bütün hallerini, azim, irade ve niyetlerini, - her kula lâyık olan şeyin ne olduğunu kuşatmıştır. Bu itibarla O, bizi küfürden kurtardıktan sonra tekrar bizim küfre dönmemizi dilemesi imkânsızdır. Üstelik biz, sadece O'na sarılmışız. İşte, " Biz Allah'a tevekkül ettik." cümlesi de, bunu ifâde eder. Yani, bizi, üzerinde bulunduğumuz iman üzere bizi sabit kılması, bizi şirkten tamamen kurtarmak suretiyle bize olan nimetini tamamlaması hususunda sadece Allahü teâlâ'ya tevekkül etmiş bulunuyoruz. Ç- "- Ey Rabbimiz, Sen bizimle kavmimiz arasında hakla hükmet! Çünkü sen hükmeden (fâtih)lerin en hayırlısısın." Bu cümleler, Şuayb'ın (aleyhisselâm), kâfirlerin, azgınlık ve inatta son derece aşırı gittiklerini anladıktan sonra onlara hitab etmekten vazgeçtiğini ve Allahü teâlâ'ya yöneldiğini, kendisi ile onlar arasında, her fırkanın haline uygun olan şeyle hükmetmesi için duâ ettiğini belirtir. Yani, - bizim ile kavmimiz arasında hakkaniyetle hükmeyle; -yahut bizin dâvamızın ne olduğunu ortaya çıkar ki, bizimle onlar arasındaki fark iyice anlaşılmış ve hak üzere olanla bâtıl üzere olan birbirinden ayrılmış olsun. Her iki manaya göre de son cümle, makabknin muhtevası için açıklayıcı bir zeyl mahiyetindedir. |
﴾ 89 ﴿