ENFÂL SÛRESİ(Medine'de inmiştir, 75 Ayettir) 1"Senden savaş ganimetlerinin (enfâlin) taksimini soruyorlar (Resûlüm) de ki: "- Savaş ganimetleri Allah'a ve Resulüne aittir. O halde Allah'tan sakının, aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer gerçek mü'minlerseniz." Rivâyete göre, Müslümanlar, Bedir savaşı ganimetlerinin taksimi konusunda ihtilafa düştüler. Bunun için Resûlüllah'a taksimin nasıl yapılacağını, taksim hakkının, Muhacirlere mi, yoksa Ensar'a mı, ya da hepsine mi ait olduğunu sordular. Bir görüşe göre de, Bedir savaşında Müslümanların genç savaşçıları, müşrik ordusundan yetmiş kişi öldürdüler ve yetmiş kişi de esir aldılar. Sancakların yanında duran yaşlılar ve reisler de: "- Biz size gözcülük yapan ve dayandığınız topluluk olduk" dediler. Sa'd b. Muaz da, Resûlüllah’a: şöyle dedi: " Vallahi, bu gençlerin talep ettiklerinden bizi alıkoyan, bunun mükâfatına rağbet etmememiz değil, düşman korkusu da değil; fakat biz, senin saflarını düşmana karşı açık bırakmak istemedik; çünkü o takdirde müşrik atlıları sana saldırabilırlerdi." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Diğer bir görüşe göre ise, Peygamberimiz düşmanla bilfiil çarpışanlara, ganimet sözü vermişti İşte gençlerin, düşmandan bu kadar insan öldürmelerinde ve o kadar esir almalarında bu da etkili olmuştu. Sonra savaş sona erince, gençler, kendilerine va'dedilen ganimetleri istediler. O zaman yaşlılar: "- Ya Resûlallah, ganimetler az, insanlar ise çok. Eğer onlara bu ganimetleri verirsen, diğer Ashabını mahrum etmiş olursun!" dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Ancak zahir olan birinci görüştür; çünkü sual, ganimetlerin hükmüne mütedairdir yoksa diğer görüşlerde belirtildiği gibi kendilerine ganimet istemek değildir. Nitekim "De ki: savaş ganimetleri Allah'a ve Resulüne aittir" cümlesi de bunu gösterir. Daha açık bir deyişle ganimetlerin hükmü, Allahü teâlâ'ya mahsustur. Resûlüllah ganimetleri, Allahü teâlâ tarafından emrolunduğu gibi taksim eder. Buna hiç kimse müdahale edemez. Eğer bu sual, kendilerine ganimet verilmesini istemek anlamında olsaydı, bu cümle, o suale cevap olamazdı. Ganimetlerin hükmünün, Allah'a ve Resulüne mahsus olması, ganimetlerin mücahitlere verilmesine engel de değildir. Aksine onun gerçekleşmesini sağlar. Çünkü onların o ganimetleri istemeleri, Allahü teâlâ'nın izniyle Resülullah'ın va'di gereğidir; yoksa mezkûr ihtisası (Allah ile Resulüne mahsus olmasını) haleldar eden bir hüküm gereğince değildir. Bu cümleyi, "Ganimetler tamamen Resûlüllah'a aittir. Kim olursa olsun savaşanın bunda hakkı yoktur." şeklindede anlamak, kesinlikle doğru değildir. Çünkü ganimete istihkak ancak savaşa katılmakla sabit olur. Ganimet hükmünün, sonradan nazil olan başka bir delil ile sabit olduğunu iddia etmek ise, sonraki nâsîhi (neshedeni) bilmeden neshin takarrürünü kabul etmek olur. Tabiînden Mücâhid, İkrime ve Süddî'nin: " Önceleri ganimetler, bu âyetle yalnız Resûlüllah'a tahsis edilmişti, hiç kimsenin onda bir hakkı yoktu. Sonra, " Bilin ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin beşte bin Allah'a, Resulüne, onun akrabalarna, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir." (Enfâl 8/41) âyetiyle nesholunmuştur" şeklindeki görüşleri ile bunu izah etmek de mümkün değildir. Çünkü adları geçen zâtların ortak görüşüne göre, âyetteki ganimetlerden murat, kesin olarak ganimetlerin tamamıdır; yoksa ganimetten normal hissenin fazlası olan kısım anlamında değildir. Nitekim, " Bilin ki, ganimet olarak aldığımz her hangi bir şeyin..." ibaresi de, bunu açıkça ifâde eder. Kaldı ki, o takdirde de nesih olmaması icab eder. Nitekim Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem'in görüşü de budur. Bu görüşe göre, sûrenin başında ganimet hükmünün icmâlen, Allahü teâlâ ile Resulüne ait olduğu belirtilmiş, sonra da onun verileceği kimseler ve taksimatın keyfiyeti tafsilden açıklanmıştır. Bu hükmün, Bedir savaşında va'dedilen ganimetlerle sınırlı olduğunu, diğer ganimetlerde ise, savaşçıya va'dedilenm öylece baki kaldığını iddia etmeye ise, ganimetin hükmünü açıklayan bu makam engeldir. Üstelik, va'dedilen ganimete ilişkin suale, onun yalnız Resûlüllah'a ait olduğu şeklinde cevap vermek, Resülullah'ın yüce şanına da aykırıdır. Rivâyet olunduğuna göre Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki: "- Bedir savaşında benim kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saki b. As'ı öldürdüm ve kılıcını aldım; kılıcı çok beğendim. Sonra Resûlüllah'a gelip dedim ki: "- Ya Resûlallah! Allahü teâlâ, müşriklerden yüreğimi soğuttu (intikamımı aldım). Artık bu kılıcı bana bağışla!" Resûlüllah "- Benim buna hakkım yok senin de buna hakkın yok. Haydi onu alınan ganimetlerin içine at!" buyurdu. Ben de attım. O anda kardeşimin öldürülmesinden ve kısmen de o kılıcın benden alınmasından, ancak Allahü teâlâ'nın bildiği bir üzüntü yaşıyordum. Ben oradan ayrıldıktan hemen sonra Enfâl sûresi nazil oldu. O zaman Resûlüllah bana dedi ki: "- Ey Sa'd! Sen benden o kılıcı istemiştin; o zaman o kılıç benim değildi; ama şimdi benim oldu. Haydi git, al onu!" Gördüğün gibi bu hâdise, o gün Peygamber in, mücahitlere ganimetlerden bir va'dde bulunmadığını gösterir. Yoksa Sa'd'in (radıyallahü anh), o kılıcı istemesi, doğrudan doğruya kendisine bağışlanması yoluyla değil, fakat Peygamber’in va'di gereği olurdu. Sa'd'in bu hareketini, aslında va'din gereği olduğu halde edebe riayet şeklinde nazik bir davranış olarak yorumlamak ise doğru değildir. Çünkü olay âyetin nüzulünden önce vaki olmuştur. Bu da böyle bir yorumun sıhhatine engeldir. Bir de, söz konusu hadiste Peygamberimiz'in buna gerekçe olarak, Bu, benim için olamaz; benim buna hakkım yok." buyurması da anılan yorumun sıhhatine engel başka bir sebebtir. Çünkü Peygamberimiz in, gerçekleştirmeye hakkı olmayan bir şey imkânsızdır. Bir de, bu âyet nazil olduktan sonra Peygamberimiz'in o kılıcı kendisine vermesi ve ayrıca: " Ama şimdi kılıç benim oldu" dedikten sonra vermesi bu yoruma ters düşer. Çünkü onun Peygamber’in olmasının dayanağı zorunlu olarak, " ganimetler Allah'ın ve Re sülünün dür" âyetidir. Ve istenen şeyin verilmesine engel olan, ferz olan bir haktir. Bu konuda sarih delil, " O halde Allah'tan sakının, Allah'a karşı takva üzere olun." cümlesidir. Yani ganimetler hakkındaki karar, Allahü teâlâ'ya ve Resulüne ait olduğuna göre, siz de Allahü teâlâ'ya karşı takva üzere olun ve bu konuda, Allahü teâlâ'nın gazabını mucib olacak tartışma ve ihtilaftan sakının ya da bütün yaptıklarınızda Allahü teâlâ'ya aykırılıktan sakının; demektir. Eğer Sa'd b. Ebi Vakkas'ın (radıyallahü anh) o kılıcı istemesi, va'dedilenin kendisine verilmesi için olsaydı, bunda sakınılacak bir şey olmazdı. " aranızı düzeltin"den maksat, "Allahü teâlâ'nın rızık olarak size bahşettiği mallarla, yardımlasın ve birbirinizin sıkıntısını paylaşın." demektir. Rivâyete göre Ubade b. Sâmit (radıyallahü anh) diyor ki: "- Bu âyet-i kerime biz Bedir mücahitleri hakkında nazil oldu. Biz Bedir ganimetleri konusunda ihtilafa düşüp o konuda ahlâkımız bozulunca, Allahü teâlâ da, o ganimeti etimizden aldı ve ona ihşkin bütün yetkileri Resûlüllah'a verdi. Resûlüllah da, ganimetleri Müslümanlar arasında eşit olarak taksim buyurdu. Böylece, Allahü teâlâ'ya karşı takva, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı itaat, ve Müslümanlar arasını ıslah gerçekleşmiş oldu." Tabti'nden Ata diyor ki: "-Müslümanlar arasını ıslah şöyle oldu. Resûlüllah mücahitleri çağırdı ve: "- Ganimetlerinizi adaletle taksim edin!" buyurdu." Onlar da: "- Biz onları yedik ve harcadık." dediler. Resûlüllah : "- O halde birbirinizi razı edin (helâllesin)." buyurdu." Allah ve Resulüne itaat etmek, Resûlüllah'ın emir ve nehiylerinı testim etmek demektir. Bu âyette, takva ile itaat arasında ıslah emrinin zikri, bu makama göre ıslaha çok önem verildiğini ve bunun da itaat emrine dahil olduğunu göstermek içindir. " Eğer gerçek mü'minlerseniz" ifadesi, muhatapların, emirleri acele uygulamaları için büyük bir teşvik anlamı ifâde eder. İmandan murat, kâmil imandır. Yani kâmil mü'min iseniz... Çünkü kâmil iman, üç haslet üzerinde durur:Allahü teâlâ'nın emirlerine itaat etmek, günahlardan sakınmak, ve insanların arasını adalet ve ihsan ile düzeltmek. |
﴾ 1 ﴿