5"Bildiğin gibi Rabbin seni evinden hakla çıkardı. Mü'minlerden bir fırka da tamamen isteksizdi." Onların bu isteksizliği de, ya savaştan nefret ettikleri, ya da savaşa hazırlıklı olmadıkları içindi. Bu olay şöyle gelişmişti: Kureyş kervanı Şam'dan geliyordu. Kervanda çok miktarda ticaret malı vardı. Kervanda, aralarında Ebû Süfyan, Amr b. As ve Amr b. Hişâm'ın da bulunduğu kırk süvari vardı. Cebrâîl bunu Resûlüllah'a bildirdi. Resûlüllah da, bunu Müslümanlara haber verdi, Müslümanlar, kervanda çok mal bulunması ve kafiledeki insanların da az olması sebebiyle kervanla karşılaşmayı kendileri için daha yararlı görüyorlardı. İslâm ordusu Medine'den yola çıkınca, bu haber Mekkeklere ulaşti. Bunun üzerine Ebû Cehil, Kâ'be damına çıkıp şöyle seslendi: "- Ey Mekkekler! Çabuk olun, çabuk olun! Bütün imkânlarınızı seferber edin! Sizin kervanınız sizin mallarınızdır. Eğer Muhammed onu ele geçirirse, ondan sonra ebediyen iflah olamazsınız!" O günlerde Abbas b. Abdulmuttalib'in kizkardesi (Atike) de bir rüya görmüş ve onu şöyle anlatmıştı: "- Çok garip bir rüya gördüm. Gökten bir melek indi de, dağdan büyük bir kaya parçası aldı ve onu Mekke'ye fırlattı; Mekke evlerinin her birine bu kayadan bir parça isabet etti." Abbas da, bunu halka anlattı. Bunu duyan Ebû Cehil: "- Onların erkeklerinin peygamberlik dâvası yetmedi de, şimdi kadınları da mı peygamberlik dâvasına kalkışıyor?" Sonra Ebû Cehil, seferberlik (nefir) hâlinde bütün Mekke halkıyla yola çıktı. Yolda kendisine: "- Kervan, sahil yolunu tutmuş ve kurtulmayı başarmış yarlık sen de bu insanlarla Mekke'ye geri dön!" denildiyse de: "- Hayır, Lât'a yemin olsun ki, biz asla geri dönmeyeceğiz. Bedir'e varıp orada develer keseceğiz; şAraplar içeceğiz; cariyeler oynatıp çalgı çaldıracağız. Böylece bütün Araplar, bu sefere çıktığımızı, Muhammed'in kervana bir zarar veremediğini ve bizim, Muhammed'e şeyini ısırttığımızı duyacaklar." Nihayet Ebû Cehil, Mekke ordusunu Bedir'e götürdü. Bedir, Arapların senede bir gün panayır için toplandıkları bir kuyu idi. İşte o zaman Cebrâîl inip dedi ki: "- Ya Muhammed! Allah, iki taifeden birini size va'dediyor: -Ya kervan ya da Kureyş ordusu Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Ashabı ile istişarede bulunup buyurdu ki: Siz ne diyorsunuz? Kureyşliler, bütün imkânlarıyla Mekke'den çıkıp gelmişler. Şimdi siz kervanı mı istersiniz, yoksa orduyu mu?.. " Ashâb'tan kimileri: "- Hayır, düşmanla karşılaşmaktansa kervanı isteriz" dediler. O zaman Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz ifâdesi değişti; sonra yine sordu: "- Kervan sahilden geçip gitmiş; Ebû Cehil ise, işte bize doğru geliyor?.." Yine onlar: "- Ya Resûlallah! Sen kervana bak, düşmanı bırak!" dediler. Resûlüllah, buna öfkelendi. O zaman Ebû Bekir ve Ömer kalkıp güzel konuşmalar yaptılar. Sonra Sa'd b. Ubade kalkıp dedi kı: "- Ya Resûlallah! Sen kendi görüşüne bak; onu uygula; vallahi, sen Yemen ülkesindeki Aden'e bile gitsen, Ensar'dan hiçbir adam arkandan dönmeyecektir." Sonra Mıkdad b. Amr (radıyallahü anh) (öl: 654) söz aldı ve şöyle dedi: Ya Resûlallah! Allah sana neyi emrediyorsa, onu uygula; sen ne istersen biz kesinlikle seninle beraberiz. Biz, İsrailoğullarının, Mûsâ'ya dedikleri gibi, "- Sen ve Rabbin gidin, savaşın; biz burada oturacağız!" demeyiz; fakat: "- Sen ve Rabbin gidin, savaşın; şüphesiz biz de, gören bir gözümüz kaldığı müddetçe sizinle beraber savaşacağız!" deriz. Bunu duyan Resûlüllah memnuniyet ifâdesi olarak tebessüm etti. Sonra Ensar'ı kastederek: Ey insanlar, siz de bana fikrinizi söyleyin!" buyurdu. Çünkü Ensar, Akabe'de Peygamberimiz'e biat ederken şu taahhütte bulunmuşlardı: "-Ya Resûlallah! Sen bizim yurdumuza ulaşıncaya kadar biz, sana kefil değihz; ama bizim yanımıza geldiğin zaman sen bizim kefaletimizdesın; çocuklarımızı ve kadınlarımızı savunduğumuz gibi seni de savunuruz." İşte bundan dolayı Peygamberimiz Ensar'ın, Medine'de düşman saldırısına uğramak dışında, kendisine yardım etmekle yükümlü olmadıklarını düşünmelerinden endişe ediyordu. Bunun üzerine Sa'd b. Muaz (ölm.627) kalkıp: "- Ya Resûlallah! Her halde bizi kastediyorsun!" dedi. Peygamberimiz de: "- Evet!" buyurdu. Sa'd b. Muaz (radıyallahü anh) o zaman şunları söyledi: "- Ya Resûlallah! Biz sana iman ettik; seni tasdik ettik; senin getirdiğinin hak olduğuna şahitlik ettik ve senin emirlerini dinleyip itaat edeceğimize sana ahit ve misak verdik. Ya Resûlallah! Artık sen dilediğini uygula! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip de denize dalsan, biz de seninle beraber dalarız; bizden hiçbir adam geride kalmaz ve bizimle beraber düşmanımızla karşılaşmanı isteriz; hiç şüphesiz biz, savaşta sabırlıyız; düşmanla karşılaştığımızda sözümüze sadık kahrız. Umulur ki, Allahü teâlâ, gözlerini aydın edecek fedakârlıkları bizden sana gösterecektir. Haydi bizi Allah'ın bereketine götür!" Sa'd (radıyallahü anh) bu sözleri, Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) sevindirdi ve sonra: "- Haydi Allah'ın bereketine yürüyün; müjde olsun; Allah, iki taifeden birini bana va'detü. Vallahi, sanki şimdiden o kavmin cesetlerinin yattığı yerleri görüyorum!" buyurdu. Rivâyet olunuyor ki, Resûlüllah Bedir savaşından muzaffer olarak çıkınca, kendisine: "- Kervanın peşine düş; artik kervanın önünde hiçbir engel kalmamıştır" denildi. O zaman savaş esirleri arasında bağlı bulunan Abbas (radıyallahü anh) Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), seslenerek: "- Olmaz!" dedi. Peygamberimiz : "- Niçin?" diye sorunca da: "- Çünkü Allah, o iki taifeden birini sana va'detmişti ve sana va'dettiğini de verdi!" dedi. |
﴾ 5 ﴿