TEVBE SÛRESİ

130 âyettir. Medine'de inmiştir.

Bu sûrenin başka isimleri de vardır. Şöyle ki:

1- Tevbeden söz edildiği için "et-Tevbe" ;

2- Nifak ve münafıklıktan uzaklaştırdığı için "el-Mukaşkışe";

3- Münafıkların halini araştırdığı için "el-Behûs";

4- Münafıkların halini ortaya çıkardığı için "el-Munakkıire";

5- Münafıkların gizli hallerini ortaya çıkardığı için "el-Mub’asire";

6- Münafıkların sırlarını yaydığı için "el-Müsîre";

7- Münafıkların hallerini su yüzüne çıkardığı için "el-Hâfire";

8- Münafıkları perişan ettiği için "el-Muhziye";

9- Münafıkları rezil- rüsvay ettiği için "el-Fâdıha";

10- Münafıkları cezalandırdığı için "el-Münekkile";

11- Münafıkları dağıtüğı için "el-Müşerride";

12- Münafıkları çökerttiği için "el-Müdemdime" ve "Azab" Sûresi de denir.

Bu sûrenin bu isimlerle şöhret bulması, onun Enfâl (8) sûresinin devamı değil de müstakil bir sûre olduğunu gösterir.

Sûrenin nüzulünde başında Besmelenin terkedilmiş olmasının hikmeti, Süfyan b. Uyeyne'den rivâyet olunduğu gibi, emniyeti kaldırmak amacıyla nazil olmasıdır. Emniyeti ortadan kaldırma makamı, emniyetin bakı olduğunu bildiren Besmelenin başta zikredilmesine mânidir. Çünkü Besmelede, Allahü teâlâ'nın ism-i celili, rahmet vasfı ile beraber zikredilir.

Yoksa sûrenin başında Besmelenin zikredilmemiş olması, İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) geldiği söylenen bir rivâyette betirtildiği gibi, müstakil bir sûre olup olmamasından dolayı değildir.

Yine, bu konuda Sahabe (radıyallahü anh) arasında vaki olan ihtilâfı gözetmek için de değildir. Kaldı ki, sûrenin başında Besmelenin, bu sebepten dolayı yazılmamiş olduğunu söylemek, kadîm Hanefî âlimlerinden geldiği söylenen bir rivâyette belirtildiği gibi, Besmelenin, Kur’ân'dan olmadığı, sırf sûreler arasında fasıla olmak amacı ile yazıldığı, Besmelenin, Mushaflarda yazılıp yazılmamasının kaynağının, tevkifi (şâriin nassi ile) değil, fakat Kur’ân'ı ilk toplayanların görüşü olduğu anlamına gelir.

Oysa, sahih olan rivâyete göre:Hanefî mezhebinde Besmele, Kur’ân'dan müstakil bir âyet olup sûreler arasında fasıla olmak ve teberrük (bereket dilemek) için nazil olmuştur.

Sûrelerin başlarına yazılıp yazılmamasında kimsenin görüşünün bir dahlı yoktur.

Bu konuda ancak vahye ve tevkife uyulmuştur.

Ve bu sûrenin nüzulünde başında Besmele olmadığı noktasında da şüphe yoktur.

Zâten Besmele olmuş olsaydı, bu sûrenin bağımsız olduğu konusunda şüphe ve ihtilaf olmazdı. Şu halde bu sûrenin başında Besmelenin bulunmaması, ya anılan Enfâl Sûresi ile beraber tek bir sûre olmasından dolayıdır, ya da zikrettiğimiz sebepten dolayıdır.

Birincisine imkân yoktur; öyle olmuş olsaydı, Peygamber îfü, mutlaka bunu beyân ederdi. Çünkü bu konuda ziyadesiyle beyâna ihtiyaç vardır.

Bu sûrenin âyetlerinin adedce çok ve iki suûrcnin nüzulü arasında geçen zamanın aralığınm uzun okması, bunun müstakil bir sûre olduğunu teyid eder niteliktedir.

Şu halde Peygamber ikisinin tek bir sûre olduğunu beyân etmediğine göre, ikinci ihtimal kesinleşmiş olur.

Çünkü beyân gerektiren yerde beyân olmaması, öyle olmadığı anlamına g; elir.

1

"(Ey Müslümanlar bu) kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve Resulünden bir ihtardır."

Müslümanlar, Allahü teâlâ'nın izniyle ve Resûlüllah'ın onayı ile, Mekkeli müşrikler ve diğerleriyle muahede, yani yeminli ittifak yapmışlardı.

Sonra o müşriklerden Benî Damre ile Benî Kinane dışında diğerleri ahidleri bozdular verdikleri sözlerde durmacklar.

İşte bunun üzerine Müslümanlara da, antlaşmayı feshetmeleri ve arada bir antlaşma kalmadığını onlara bildirmeleri emredildi ve o müşriklere dört ay süre verildi ki, istedikleri yere gitsinler.

Bu ihtar, Müslümanlara da şamil, gereğini yapmaları Müslümanlara da vâcib olduğu halde; onun Allahü teâlâ'ya ve Resulüne nisbet edilmesi; muahede, Allahü teâlâ'nın izniyle ve Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ittifakıyla gerçekleştiği halde, yalnız Müslümanlara bağlanması, ihtarın, kesin ve zorunlu olduğunu bildirmek içindir.

Çünkü bu ihtar, geçmiş antlaşmadan doğan emniyet (eman) hükmünün sona erdiğinive o kâfirlere saldırının serbest olduğunu ilân etmekten ibarettir.

Bu, Allahü teâlâ cihetine bağlı bir hükümdür. Çünkü bu da, ilâhî bir hikmete ve sebebe mebni olup onun sonuçları yalnız o hikmet ve sebebe terettüb eder.

Bu ihtarın gereğinin yapılması vâcibtir. Bu emre uymak zorunludur.

Muahede, diğer şer'î akidler gibi, âldd taraflarının kabulü ile tekevvün eder, O, Allahü teâlâ'dan sâdır olmuş değildir. Allahü teâlâ'dan sâdır olan, onun iznidir. O muahedeyi meydana getiren ve gereğini yapan ise ancak Müslümanlardır.

Ve ihtar, ahid iznine değil, fakat ahdin kendisine taalluk etmektedir. İşte bundan dolayı ikisinden (ihtar ile ahidden) her biri, o konuda asıl olana nisbet edilmiştir.

Ayrıca, ihtarın, Allahü teâlâ'ya nisbet edilmesi, onun şanını tenzih, tazim ve korkunçluğunu ifâde; kâfirlerin zeki, değersiz, perişan ve zavallı olduklarını tescil eder.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) in birinci nisbete dahil edilmesi (Allah ve Resulünden bir ihtardır) ve ikinci nisbetten çıkarılması (kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz), her iki yerde de Resülullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şanını tazim ve kadrini yüceltmek içindir.

1 ﴿