5A- "Haberiniz olsun ! Onlar küfürlerini gizlemek için göğüslerini çeviriyorlar." Onlara Kur’ân'ın özü ve Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) lisanıyla teşvik ve uyarı yapıldığında dinleyenlerin aklına şu gelir: Onlar, sağır dağların bile, karşısında secdeye kapandığı bu sözleri kabul ile mi karşıladılar, yoksa yüz çevirmeye devam mı ettiler? Onlar haktan yüz çevirdiler ve içinde bulundukları bu hali sürdürdüler. Bilindiği gibi bir kimse bir şeyden yüz çevirirse, göğsünü ondan çevirir ve yan çizer. Makabline münasip en mükemmel mânâ budur. Allame Zemahşeri de, bu mânâyı almıştır. Ancak onların istedikleri: "Allah'ın, Resulü ve mü'minleri kendilerinin yüz çevirmesine muttali kılmamasidır" demiştir. Her halde burada en zahir olan mânâ sudur: Onlar göğüslerini, içindeki küfür, haktan yüz çevirme ve Peygamber'in düşmanlığını gizlemek için, kendi üzerlerine çevirirler. Sonuç olarak bunlar içlerinde gizli kalır. Tıpkı elbisenin, içindekileri örtmesi gibi. Gizlenen bu çirkinliklerin açıkça zikredilmemesi, - zikirleri çirkin sayıldığı, - ya da zikrine gerek olmayacak kadar açık oldukları, - veya dinleyenlerin, hayırsız işlerin hepsini düşünmesi içindir. Böylece kendilerine hak telkin edildiği halde ondan yüz çevirmeleri de öncekide buna dahil olur. Şu rivâyet de bu tefsiri teyit eder: İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, bu âyet, Ahnes b. Şürayk hakkında nazil olmuştur. Bu adam, tatlı dilli, güzel sözlü olup Resûlüllah'a sevgisini izhar ediyor, kalbinde ise ona düşmanlık besliyordu. İbni Şeddad diyor ki: "- Bu âyet bazı münafıklar hakkında nazil olmuştur. Bunlar Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçerken, onun kendilerini görmemesi için göğüslerini ve sırtlarını büküyor, başlarını eğiyor ve yüzlerini örtüyorlardı. Her halde onlar bu hareketleri şunun için yapıyorlardı: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görürse, onun meclisinden ve sohbetinden geri kalmak imkânları olmazdı. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde ve sohbetinde bulundukları takdirde de onların kalbindeki küfür ve nifak anlaşılabilirdi. B- "iyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri vakit de Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir." Onlar gizlenmek için elbiselerine büründükleri, yahut yataklarına varıp da örtülerine büründükleri vakit de, - çünkü bu vakitte normal olarak insan kendi kendine düşünür- Allah onların kalplerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O'nun bütün varlığı kuşatan ilmine göre sırlar ve açık işler eşittir. O halde onların açığa vurabilecekleri şeyler nasıl O'na gizli kalabilir? Âyette sırrın, açıktan önce zikredilmesi, - onların yaptıklarını daha baştan teşhir etmek, - rezıl-rüsvay olacaklarını bildirmek, - kaçındıkları halın gerçekleşeceğini haber vermek, - Allah'ın (celle celâlühü) iki ilminin eşit olduğunu en mükemmel şekilde tesbit etmek içindir. Allah (celle celâlühü), onların sırlarını da, açık işlerini de bilir. Bunun bir benzeri de, " De ki: Sadrınızda olanı gizleseniz de, açıklasanız da, Allah onu bilir." (Al-i İmrân 3/29) mealindeki âyettir. "İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir." (Bakara: 2/284) mealindeki âyette de gizlemek, açığa vurmaktan önce zikredilmiştir. Bakara sûresinin 284. âyetinde, gizlediklerinin hesabının, açığa vurduklarının hesabından önce gelmesinde belli bir amaç yoktur; hatta durum aksinedir. Burada ise, ikisi eşit olmakla beraber, Allah'ın celle celâlüh onların gizlediklerini, açığa vurduklarından önce bilmesinde önemli bir amaç vardır. Daha önce ifade edildiği gibi Allah'ın ilminin, varlıklara taallûku, suretin hâsıl olması yoluyla değildir; fakat Allah'a (celle celâlühü) göre, her şeyin haddi zatında varlığı ilimdir. Bu mânâda, açık ve gizli eşya arasında bir hal farkı yoktur. "Ben size dememiş miydim göklerin ve arzın gaybını Ben bilirim; açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de Ben bilirim." (Bakara 2/33) mealindeki âyet ise, meleklere hitap sadedinde vârid olmuştur. Allah'ın (celle celâlühü) ilminin hem zahiri hem de bâtını, hem gaybı hem de şehadetı kuşattığını ifade eder. Söz konusu cümlede sırrın, açıktan önce zikredilmesi, sırrın mertebece açıklıktan önce gelmesi itibariyle de olabilir. Zira açıklanan her şeyin, mutlaka ondan önce kalbte gizli unsurları vardır. Bu itibarla Allah'ın (celle celâlühü) ilminin ilk hale taallûku, ikinci hale taallûkundan öncedir. C- "Muhakkak ki O, kalblerin içini bilendir." Bu kelâm makablinin illet ve izahıdır. Hulâsa, Allah'ın celle celâlüh ilmi, bütün insanların içlerindeki gizli sırları kuşatmıştır. Onlardan asla ayrılmaz. O halde onların gizledikleri ve açığa vurduklarının O'ndan gizli kalması tasavvur edilemez. "Zati's-sudûr" kelimesinden murat, kalbler de olabilir. Yani Allah kalpleri ve hallerini hakkıyla bilendir. Onun için hiçbir sır O'na gizli kalmaz. |
﴾ 5 ﴿