17"Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı. Nihayet ordunun başı ile sonu bir araya getiriliyordu." A- "Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı." Yani Hazret-i Süleyman'ın hitap ettiği muhatapların girişimleriyle ordusu toplandı. Zira onun hitap ettiği kimseler, insanlardan, cinlerden ve diğerlerinden memleketinin reisleri ve devletinin büyükleri idi. Buna göre Hazret-i Süleyman'ın, "Ey insanlar..." hitabında insanlar, tağkp (galip kılmak) yoluyla hepsini kapsamaktadır. Bu âyette cinlerin, insanlardan önce zikredilmesi, daha sözün başında onun hükümdarlığının son derece güçlü ve saltanatının pek üstün olduğunu acilen beyan etmek içindir. Zira cinler, serkeş, azgın, itaatsiz ve toplanmak ile boyun eğdiril inekten uzak bir taifedir. B- "Nihayet ordunun başı ile sonu bir araya getiriliyordu." Yani ordunun son kısımlarının da toplanması için baş kısmı durduruluyordu. Muhtemeldir ki bu, askerlerde mutad olduğu üzere safların düzeni için olmuştu. Ordunun bu şekilde nizama konulması, ordunun seyri, havada rüzgâr olmadığı zamanlar içindi. Bu kelâm, onların süratle sefere çıktıklarını zımnen bildirmektedir. Rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Süleyman'ın ordugâhı yüz fersah kare idi. (Fersah, yaklaşık 5 km) Bunun yirmi beş fersahını cin askerler, yirmi beşini de insan askerler, yirmi beşini de kuşlar, yirmi beşini de yabani hayvanlar kaplıyordu. Hazret-i Süleyman'ın sırça kaplamak ağaçlardan yapılmış bin harem evi vardı. Bu kadınların üç yüzü nikâhlı idi; yedi yüzü de odalık cariyeler idi. Cinler, Hazret-i Süleyman için altın ve ipekten bir fersah kare büyüklüğünde bir sergi dokumuşlardı. Onun altın minberi bu serginin ortasına kuruluyordu ve kendisi bu minbere oturuyordu. Minberinin etrafında da altı yüz bin altın ve gümüş sandalyeler bulunuyordu. Peygamberler, bu altın sandalyelere, âlimler de gümüş sandalyelere oturuyorlardı, insanlar da onların etrafında, insanların etrafında da cinler ve şeytanlar duruyorlardı. Kuşlar da kanatlarıyla, Süleyman'a gölge yapıp onu güneşten koruyorlardı. Saba rüzgârı da o sergiyi havaya kaldırıp onu bir aylık uzaklığa götürüyordu. Rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Süleyman, şiddetli rüzgâra emir veriyordu; bu rüzgâr onu havaya kaldırıyordu ve yumuşak rüzgâra da emir veriyordu; bu rüzgâr da onu götürüyordu. Bir gün yine havada yolculuk yaparken Allah (celle celâlühü), ona şöyle vahiy buyurdu: "Ben senin hükümdarlığım o kadar güçlendirdim ki, birisi bir şey konuştu mu, mutlaka rüzgâr, onu kulağına getirir." Hikâye, olunuyor ki, Hazret-i Süleyman, havadaki yolculuğunda bir çiftçinin üstünden geçerken, çiftçi: "Gerçekten Dâvud âilesine muazzam bir hükümdarlık verilmiştir" dedi. Rüzgâr da, bu sesi onun kulağına götürdü. Bunun üzerine Hazret-i Süleyman, yere inip o çiftçinin yanına vardı ve kendisine dedi ki: "Ben senin yanma şunun için geldim: hiçbir zaman muktedir olamayacağın bir şeyi temenni etme!" sonra sözüne, devamla ona dedi ki:’Yemin ederim ki, Allah'ın kabul edeceği tek bir tesbih, Dâvud ailesine verilenden daha hayırlıdır." |
﴾ 17 ﴿