22

"Çok geçmeden Hüdhüd geldi de, dedi ki: "Ben, senin ihata etmediğin bir şey (vâkıf olmadığın bir şeye) ihata ettim (vâkıf oldum) ve Sebe'den sana önemli kesin bir haber getirdim."

Anlatıldığına göre, Hazret-i Süleymanın başına biraz güneş isabet etmiş; Hazret-i Süleyman, başını kaldırıp bakınca, başına gölge yapan kuşlardan Hüdhüdün yerinin boş olduğunu görmüş; bunun üzerine kuşların çavuşu olan Kerkenez Kartalı çağırıp Hüdhüdü sormuş; onun da haberi olmadığını görünce, bu sefer kuşların ulusu olan Tavşancıl Kartalını çağırıp ona, Hüdhüdü bana getir! diye emir vermiş; o da havalanıp etrafa bakınca, bakmış ki, Hüdhüd geliyor. Kartal ona saldırınca, Hüdhüd, ona Allah adını verip: "Seni benden kuvvetli ve kudretli kılan Allah hakkı için bana merhamet et!" diye yalvarmış; kartal da, onu bırakmış ve ona: "Anan, sensiz kalasıca! Allah'ın peygamberi, sana mutlak ve muhakkak azap vereceğine, gerçekten yemin etti" dedi. Hüdhüd: "Pek iyi, yemininde hiç istisna yapmadı mı?" diye sordu. Kartal da: "Hayır! İstisna yaptı: yahut bana, mutlak ve muhakkak apaçık bir özür getirecek, diye istisna yaptı" dedi. Nihayet Hazret-i Süleyman'a yaklaşınca, ona tevazu göstermek için kuyruğunu ve kanatlarını yere bırakıp onları yere sürüyerek yürümeye başladı. Nihayet Hazret-i Süleyman'ın önüne gelince, Hazret-i Süleyman, onun başından tuttu; o da başını ona uzattı ve dedi ki: "Ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın huzuruna duracağın anı hatırla!" Hazret-i Süleyman, titremeye başladı ve kendisini bağışladı. Sonra kendisine nerede kaldığını sordu. O da: "Senin ihata etmediğin bir bilgiyi ihata ettim" dedi.

Şu açık bir hakikattir ki, Hüdhüd'ün, ihatasını iddia ettiği ilimle, bilinmesı ve ihatası, ilim ve hikmet erbabının vazifelerinden olan ilmî hakikatleri ve ince marifetleri kastetmemiştir. Çünkü bu kabil bilgi, muhkem ve kâmil bir ilme ve apaçık bir fazilete tevakkuf etmektedir. Binâenaleyh Hüdhüdün, Hazret-i Süleyman'ın huzurunda bu bilgiyi kendi nefsine isnâd etmesi, saygısizlik ve haddini tecavüz ve Hazret-i Süleyman'ın bu bilgiye sahip olmadığını söylemesi, cinayet üstüne cinayet sayılmaz. Bu itibarla şöyle bir izaha ihtiyaç yoktur: Hüdhüd, ilham yoluyla bu bilgiye sahip olmuş ve Hazret-i Süleyman'a ise peygamberlik, hikmet, çok ilimler ve çok malûmat ihatası ile üstün kılındığı halde, Hüdhüd, bu kimle onun karşısına dikilmiştir. Bu, Hazret-i Süleyman'a ilminde bir imtihan olması için ve kendi nefisini hakir, ilmini de yetersiz görmesi, şu hakikate dikkat, çekilmesi içindir: Allah'ın (celle celâlühü) en önemsiz ve zayıf mahlukları içinde bile, Hazret-i Süleyman'ın ihata etmediği bilgiyi ihata edenler vardır. Yine bu hâdise, Hazret-i Süleyman'ın kendini beğenmişliğe iltifat etmemesi için kendisine bir lütuf sayılır. Zira kendini beğenmişlik, âlimler için âfet sayılır.

Hayır! Hüdhüdün, anılan sözünden kastettiği, ihatası fazilet ve yolduğu da noksanlık sayılmayan hislerle anlaşılan hususlardır. Zira bunların idrâki, ancak sırf hislere bağlıdır ki, bunda akıl sahipleri de diğerleri eşittir. Ve bilinen bir gerçektir ki, Hazret-i Süleyman, sebe halkı ve Melikesinin haberini başkasından hiç işitmemişti. İşte bundan dolayı Hüdhüd, Hazret-i Süleyman'ın (aleyhisselâm), kelâmını kabul etmesi, özrüne kulak vermeye onu teşvik ederek özrünü kabul etmesini sağlayıp kalbini kazanmak için anılan ifâdeyi kullanmıştır. Zira insan, hârika bir şeyi bildiren özrü kabul etmeye ve bilmediğini telakki etmeye daha çok meyyaldir.

Sonra Hüdhüd, söylediklerini "Ve Sebe'den sana önemli kesin bir haber getirdim" sözleriyle de teyid etti. Nitekim bu sözleriyle, müphem bıraktıklarını bir nevi açıklamış ve Hazret-i Süleyman'a pek önemli bir hizmet vermek sadedinde olduğunu göstermiştir ve ne kadar önemli bir haber getirdiğini de daha sonra söyledikleriyle anlatmıştır.

Yoksa eğer Hüdhüdün söylediklerinden kastı, bu olmayıp da yukarıda anlatıldığı gibi olsaydı, Hazret-i Süleyman hakkında anlatılan hamd ve şükrü ve Allah S?- yolunda muvaffakiyet dilemesinden başka kendisinden ne sâdır olmuş ki, İlâhî hikmet, terki için Hazret-i Süleyman'ın uyarılmasını gerektirsin?

Sebe, bir kabilenin adıdır. Bu kabile, ataları olan Sebe b. Yeşceb b. Ya'rub b. Kahtan'in adını almıştır. Derler ki, asıl adı Abdüşems'dir. Bu lakapla anılması, ilk esir alan kişi olmasından dolayıdır. Sonra Sebe, bu ülkedeki Me'rib kentinin adı oldu. Bu kent ile Sana arasında üç günlük mesafe vardır.

Hüdhüd, haber vermeden önce Hazret-i Süleyman'ın onların durumuna vâkıf olmaması, Allah'ın işlerinin hikmetlerden ve maslahatlardan hâli olması imkânsız ise de, mutlaka özel büyük bir hikmetinin olması gereken garip bir husus değildir. Zira Hazret-i Süleyman'ın konakladığı yer ile Me'sib arası kısa bir mesafe ise de, Hazret-i Süleyman'ın oraya inmesi ile Hüdhüdün haber getirmesi arasından kısa bir zaman geçmişti. Evet, cinler daha güçlü oldukları halde bu görevin özel olarak Hüdhüde verilmesi, ancak, bütün gaipleri hakkıyla bilen Allah'ın bileceği büyük bir hikmete binâendır.

22 ﴿