8"Kendi kendilerine düşünmezler mi ki, Allah, bütün gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak olarak ve belli bir süre için yaratmıştır? Hiç şüphesiz insanların birçoğu rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler." A- Kendi kendilerine düşünmezler mi ki, Allah, bütün gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak olarak ve beki bir süre için yaratmıştır? Bu kelâm, o kâfirlerin düşüncelerini yalnız mezkûr dünya hayatına hasretmelerini ve âhiretten gafil kalmalarını reci ve takbih etmektedir. Yani o gafiller, yalnız dünya hayatinin zahirini mi biliyorlar? Yahut düşüncelerini yalnız ona mı hasrediyorlar? Onlar, kalpleriyle tefekkür etmediler ki, Allah'ın, gökler ile yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak olarak yarattığını bilsinler. Bu haktan murat, mutlaka olması gereken zorunlu gerçektir ki, üstün hikmet ve doğru gaye üzerine binâ edtimiş olup mükellefler, onların değişen varlıklarını, sıfatlarını ve hallerini, yaratıcının vücuduna, birliğine, ilmine, kudretine, hikmetine, yegâne Mabûd olduğuna, verdiği bütün haberlerin ve ezcümle, ölümden sonra ebedî hayat için onlari dirilteceğine, iyiler de kötülerin birbirlerinden ayrılmasından ve varlıklarda yaratılmış olan âyetlere, delillere, alamet ve işaretlere bakış açılarına terettüp eden ilim ve itikat derecelerine, göre, her iki fırkanın fertlerinin durumları belli olduktan sonra amelleri nispetinde karşılık göreceklerine dâir verilen haberlerin de doğru olduğuna dâir deliller keşfederler. Nitekim bir âyette şöyle denilmektedir: "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş'ı su üzerinde iken, bütün gökleri ve yeri altı günde (aşamada) yaratandır." Zira amel, yalnız bedenî amellere mahsus değildir. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz, bu âyeti şöyle tefsir etmiştir: "Hanginizin aklı daha güzeldir; hanginiz Allah'ın haram kıldıklarından daha çok sakınır ve Allah'a ibadete daha çok koşar..." Bu âyetin tahkiki, Hûd sûresinin basında geçti. Âyetteki belli süre, yani Allah'ın, onların bekaları için takdir buyurduğu ve varlıklarının o süre sonunda zorunlu olarak son bulacağı müddet, kıyametin kopacağı vakittir. Bu âyetin diğer bir mânâsı da şöyledir: Onlar, kendilerine, yaratilmışların en yakını olan, durumlarım, vasıflarını ve hallerini diğerlerinden daha iyi bildikleri kendi nefislerini düşünmediler mi? Onların, zahirî ve batini olarak kendi nefislerinde yarattığı garip hikmetleri tefekkür etmediler mi? Bu hikmetler, ihmale değil, ilâhî tedbire, delâlet etmektedir. Bunların zorunlu olarak bir sonu olmalıdır. O vakit geldiğinde onları tedbir eden Allah, iyiliğin karşlığını iyilik, kötülüğün karşılığını da kötülük olarak verecektir. Onlar, kendi nefislerini düşünseler, bütün yaratdmişlarin durumlarının da İlâhî hikmet ve tedbire göre cereyan ettiğini ve o vakitte bu nizamın sona ereceğini anlarlardı. Ancak malûmun olduğu üzere insanin sonunun (mead) ve yaptığı kötülük ve iyiliğe göre karşılık bulması, bizzat maksut ve ispata muhtaç olan husustur. Şu halde onu, başkasının son bulacağının ispatına vasıta kılmak, hem hakikatten uzak, hem de işi tersine çevirmek olur. Bunu iyice düşün, (bu itibarla anılan ikinci izah, geçerti değildir.) B- "Hiç şüphesiz insanların birçoğu rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. Bu cümle, makabline açıklayıcı bir zeyil mahiyetinde olup onların çoğunun, mezkûr âhiret hallerinden gafil kalmak, kendilerini, âhiretin tanınmasına irşad edecek göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan hârikalıkların yaratılışını tefekkür etmekten yüz çevirmekle de kalmayıp ikinci hayatta Allahın hesabıyla ve cezasıyla karşı karşıya gelmeyi de inkâr ettiklerini bildirmektedir. |
﴾ 8 ﴿