DUHÂN SÛRESİMekke'de inmiştir, 59 âyettir. 1"Hâ. Mim." 2Bak. Âyet 3. 3"Şu apaçık Kitaba Yemin olsun ki Biz, muhakkak ki, Kur’ân'ı mübarek bir gecede indirdik. Şüphe yok ki, Biz, onunla insanları uyarmış olduk." A- "Şu apaçık Kitaba Yemin olsun kı." Bu iki âyetin tefsiri, bundan önceki sûrede geçtiği gibidir. B- "Biz, muhakkak kî, Kur’ân'ı mübarek bir gecede indirdik. Şüphe yok ki, Biz, onunla insanları uyarmış olduk." Yani Biz, apaçık bir kitap olan bu Kur’ân'ı mübarek bir gece olan kadir gecesinde, yahut beraet gecesinde indirmeye başladık ve onu bu gece levh-ı mahfuzdan dünya semasına indirdik ve Cebrâîl (aleyhisselâm), onu kâtip meleklere yazdırdı. Sonra Cebrâîl (aleyhisselâm), Kur’ân'ı yirmi üç seneye yakın bir zamanda bölüm bölüm Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdi. Nitekim Fatiha sûresinin tefsirinde geçti. Kur’ân'ın inmeye başladığı gece, mübarek olarak vasıflandırılmış, çünkü Kur’ân'ın nüzulü, dinî ve dünyevî bütün faydaları sağlamaktadır. Yahut onun nüzulünde meleklerin, rahmetin, duâ kabulünün, nimetlerin taksimatının, meselelerin hallinin, ibâdetlerin faziletinin ve Resûlüllah'a şefaatinin tamamının nüzulü de vardır. Bazı zâtlar demişler ki; Kur’ân'ın indiği gece, Zemzem suyu, gayet belirgin bir şekilde artmaktadır. 4Bak. Âyet 5. 5"Her bir hikmetli işe, katımızdan bir fermanla o gecede hükmedilir. Çünkü Biz, gerçekten Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. Şüphesiz yegâne semi' ve alîm O'dur, " A- "Her bir hikmetli işe, katımızdan bir fermanla o gecede hükmedilir." Bu kelâm delâlet ediyor ki, Kur’ân'ın indiği gece, Kadir Gecesidir. Yani o geceden gelecek sene o geceye kadar olan kulların azıkları, ecelleri ve bütün işleri o gece yazılıp ilgili meleklere teslim edilir. Bir görüşe göre de, bu yıllık program, ilgili meleklerce Beraet gecesinde Levh-i Mahfuz'dan istinsah edilmeye başlanır ve bu çalışma Kadir gecesinde tamamlanır. Sonra bu programın erzak nüshası, Mikâıl'e verilir; savaşlar, depremler, yer batmaları ve yıldırımlar ile ilgili nüsha, Cebrâîl’e verilir; çalışmaların nüshası da, dünya semasının âmiri olan İsmail adındaki meleğe verilir. İsmail, çok büyük bir melektir. Musibetler nüshası da, Melekü'i Mevt (ölüm meleği) de denilen Azrail'e teslim edilir. B- "Çünkü Biz, gerçekten Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz." Yani Biz, Kur’ân'ı indirdik; çünkü rahmetimizi kullarımıza ulaştırmak için peygamberleri kitaplarla kullarımıza göndermek, Bizim adetimizdir. Yahut çünkü Bizim ezelî rahmetimiz, peygamberlerin gönderilmesini gerektirmektedir. Yahut emirler, Bizim katımızdan sâdır olmaktadır; çünkü rahmetimizi göndermek, Bizim adetimizdir . Ve hiç şüphe yok kı, azıkların taksimatı ile diğer taksimatlar ve Allah'tan sâdır olan emirler, rahmet kabitindendir. Zirâ kulların mükellef kılınmalarından amaç, onlari menfaatlere hazırlamaktır. C- "Şüphesiz yegâne semi' ve alîm O'dur." Bu kelâm, Allah'ın İlahlığıni tahkik etmekte ve İlahlığın, ancak bu sıfatları hâiz olanın hakkı olduğunu bildirmektedir. 6Peygamberi kitabla gönderişimiz de, senin Rabbinden bir rahmettir, nimettir. Gerçekten O, Semî’dir, bütün söylenenleri işitir, Alîm’dir, her hâli bilir. 7"Bütün göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Siz eğer yakînen inanıyorsanız, böylece bilin." Yani eğer siz ilimlerde yakîn ehli iseniz, yahut size: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorulduğunda ve siz de: "Allah yarattı" diye verdiğiniz ikrarda yakîn sahibi iseniz, böylece bilin. 8"Ondan başka hiçbir İlah yoktur. O, diriltir ve öldürür. Sizinde Rabbiniz, eski atalarınızın da Rabbidir." Bu âyet, mâkabti için bir açıklama mahiyetindedir. 9"Hayır! Onlar, bir şüphe içinde eğlenip duruyorlar." Yani onlar, Allah'ın zikredilen sânları hakkında, ikrarlarında kesin îmân sahibi olmaksızın bir şüphe içinde bulunuyorlar; söylediklerini ciddiyet ve izan ile değil, fakat eğlenip oynamak kabilinden söylüyorlar. 10Bak. Âyet 11. 11"Ey Peygamberim! Artık sen, göğün, insanları bürüyecek belli bir duman getireceği günü bekle. İşte bu, dayanılmaz bir azaptır." A- "Ey Peygamberim! Artık sen, göğün, insanları bürüyecek beki bir duman getireceği günü bekle." Yani o sıkın tık ve açlık gününü bekle. Zîrâ aç olan adam, görme zafiyetinden dolayı göğe bakarken, gök yüzünü dumank görür. Yahut kıtlık yıkarında yağmur az ve toz-duman çok olduğu için gündüzleri de hava kararmaktadır. Yahut Araplar başlan şerre duman diyorlar. Âyette işaret edilen hâdise şöyle olmuştu: Kureyş, Resûlüllah'a karşı düşmanca hareketlere başlayınca, Peygamberimiz, onlara beddua edip şöyle buyurdu: "Allah'ım! Mudar oğullarına baskını artır ve onlara Yusuf peygamber zamanındaki kırlıklar gibi kıtlıklar ver!" Peygamberimizin bu bedduası üzerine öyle şiddetli bir kıtlık başladı ki, nihayet Kureyş'liler, hayvan leşlerini, kemikleri ve kana batırılan deve yününü bile yemeye başladılar. İşte bu kıtlık günlerinde havayı çok dumanlı görüyorlardı. Hattâ uzaktan seslenen kimsenin sesini işitiyorlardı; fakat kendisini görenmiyorlardı. İşte insanları bürüyen belirgin duman bu idi. B- "İşte bu, dayanılmaz bir azaptır." Bunu, o azaba duçar olanlar söyler. Nihayet Kureyş'in başına gelen kıtlığın sıkıntdarı had safnaya varınca, Ebû Süfyan ile bir grup, Peygamberimizn yamna vardılar ve Allah ile akrabalık hakkı, için bu felaketin kalkması için duâ etmesini rica ettiler ve duâ edip de bu felaket kalktığı takdirde, îmân edecekleri vaadinde de bulundular. İşte bundan sonraki âyet, bunu anlatmaktadır. 12"O zaman insanlar: "Ey Rabbimiz! Bu azabı Bizden kaldır. Biz gerçekten inanıyoruz." diyecekler." Bu âyetlerin zikredilen tefsiri, İbn Abbâs ile İbn-i Mes’ûd'un (radıyallahü anh) görüşüdür. Mücâhid de Mukatil de bu görüşü almışlardır. Ferrâ ile Zeccacin tercih ettikleri görüş de budur. Diğer bir görüşe göre ise, burada anlatılan duman, kıyamet gününden önce gökten gelecek bir dumandır. Bu duman, kâfirlerin kulaklarından girecek ve her birinin başı, kızartılmış kafa gibi olacak. Mü’mine ise, nezle gibi tesir edecek ve bütün yeryüzü, içinde ateş yaktimış penceresiz, deliksiz bir ev gibi dumanla dolacak. Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Kıyametin ilk alâmeti, dumandır; sonra İsâ b. Meryem'in nüzulü; sonra Aden çukurundan bir ateş çıkıp her tarafı aydınlatacak ve insanları mahşere sevk edecek." Mecliste bulunan Huzeyfe: "Ya Resûlallah! O duman, nasıl bir şeydir?" diye sordu. Bunun üzerine peygamberimiz, bu âyeti okudu ve buyurdu kı: "Bu duman, doğudan batıya kadar her tarafı dolduracak ve kırk gün, kırk gece duracak. Mü’mine nezle gibi tesir edecek. Kâfir ise, sarhoş gibi olacak; bu duman, kâfirin burun deliklerinden, kulaklarından ve dübüründen çıkacak." Ancak kesinlikle nazm-ı kerimin gereği olan tefsir, ilkidir. Nitekim bundan sonraki âyetten de anlaşdmaktadır. 13Bak. Âyet 14. 14"Onlar için öğüt almak nerede? Halbuki kendilerine hakkı açıklayan bir peygamber de gelmişti. Sonra ondan yüz çevirmişler ve: "Bu, öğretilmiş bir dekdir" demişlerdi." A- "Onlar için öğüt almak nerede?" İşte görüldüğü üzere bu da, onların kelâmını, azâbın kaldırılması talepleritti reddetmekte ve onların, azap kalktığı takdirde, başlarına gelen musibetten öğüt ve ibret almak anlamında olan îmân etmek vaadini tekzip etmektedir. Yani onlar nasıl veya nerede bundan öğüt alıp da azap kendilerinden kaldırıldığı takdirde verdikleri vaadi yerine getirirler? B- "Halbuki kendilerine hakkı açıklayan bir peygamber de gelmişti." Yani halbuki onlar, öğüt ve ibret almayı gerektiren bundan daha büyük bir sebep gördüler. Nitekim şânı büyük bir peygamber onlara geldi ve sağır dağların bile, karşısında yere kapandığı apaçık deliller ve kahır mucizeler göstermek suretiyle kendilerine hak yollarını anlatmıştı. C- "Sonra ondan yüz çevirmişler ve: "Bu, öğretilmiş bir delidir" demişlerdi." Yani onlar, bu hakka yönelmeyi gerektiren bunca büyük sebeplen gördükten sonra Resûlüllah'tan yüz çevirmişler ve bununla da yetinmeyerek onun hakkında: "Bu, öğretikmış bir delidir" demişlerdi. Yani onlar, bazen: "Sakif oğullarından birinin kölesi olan filanca yabancı, ona bunları öğretiyor" diyorlardı ve bazen de, dek, diyorlardı. Yahut bazıları öyle, bazıları da böyle diyorlardı. Şimdi, bu sıfatları taşıyan kimselerden, öğüt ve uyarıdan etkilenmeleri beklenebilir mi? Onlar, tıpkı köpeğe benzer ki, acıktığı zaman, ulumaya başlar ve doyduğu zaman da azmaya başlar. 15"Kadar, Biz, bu azabı biraz kaldıracağız; ama siz yine muhakkak eski halinize döneceksiniz." Bu kelâm, onların mezkûr: "Ey Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır..." dualarına doğrudan doğruya Allah tarafından verilen cevap olup onlar için takbih ve tehdit ifâde etmektedir. Yani Biz, bu malum azabı sizden birazını veya az bir zaman kaldıracağız; ama siz ondan sonra yine eski azgınlığınıza, küfürdeki ısrarınıza muhakkak döneceksiniz ve bu hali unutacaksınız. Nitekim her iki durum da gerçekleşti; Allah, Peygamberimizin duası hürmetine o azabı kaldırdı; onlar da, çok geçmeden eski azgınlık ve inatlarına döndüler. Bu dumanı, kıyamet alâmetlerinden olan duman ile tefsir edenler, diyorlar kı; O duman gelince, bu azaba duçar olan kâfirler ve münafıklar, sızlanıp yalvarmaya başlarlar ve: "Ey Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Biz gerçekten inanıyoruz" diyecekler. Allah da, kırk gün sonra o azabı kendderinden kaldıracak ve kaldırdıktan sonra onlar yine hemen eski hallerine dönecekler. 16"O pek büyük yakalayişla yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alacağız." Bu gün kıyamet günüdür; yahut Bedir günüdür. 17Bak. Âyet 18. 18"Yemin olsun ki, bunlardan önce firavun kavminide imtihan etmiştik. Onlara: "Allah'ın kullarım benimle beraber gönderin! Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben gerçekten size apaçık bir hüccet: getirmişimdir. Yine muhakkak ki, ben, beni taşlamanızdan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım. Eğer yine bana inanmayacaksanız, o halde beni halime bırakın." diyen değerli bir peygamber de gelmişti." Yani Biz, Fir’avun kavmini de onlara Mûsa'yı göndermekle imtihan etmiştik. Yahut Fir’avun kavmine mühlet vermekle ve azıklarını genişletmekle onları fitneye düşürmüştük. Hazret-i Mûsa'nın değerli bir peygamber olması, Allah katında değerli olması, yahut mü’minler için değerli olması veyahut da haddi zâtında kendisinin değerli olması demektir. Çünkü Allah, gönderdiği, her peygamberi mutlaka kavminin ulularından ve eşrafından göndermiştir. Allah'ın kullarını benimle beraber gönderin: Yani isrâiloğullarını serbest bırakın; benimle beraber gelmelerine izin verin. Yahut ey Allah'ın kulları! Davetimi kabul ve îmân etmek gibi Allah’ın hakkını yerine getirin. Çünkü ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim: Yani benim hakkımda menfi bir zan yoktur; Allah, beni vahyine emin seçti ve beni kahir mucizelerle teyid buyurdu. Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben gerçekten size apaçık bir hüccet getirmişimdir: yani Allah'ın vahyine ve peygamberine ihanet etmeyin. Çünkü ben, gerçekten inkârı kabil olmayan apaçık bir hüccet getirmişimdir. Yine muhakkak ki, ben, beni öldürmenizden, yahut bana eziyet etmenizden, yahut bana hakaret etmenizden benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığmıyor ve O'na tevekkül ediyorum. Rivâyet olunuyor ki., Hazret-i Mûsâ: "Allah'a karşı ululuk taslamayın..." deyince, onu öldürmekle tehdit ettiler. Eğer yine bana inanmayacaksaniz, o halde, beni hakine bırakın: Yani eğer kendi sakat akıl ve idrakinizin gereği olarak Allah'a karşı ululuk taslayacaksanız ve bana inanmayacaksaniz, hiç olmazsa, beni kendi halime bırakın; bana kötülük ve eza etmeyin; çünkü, sizi felâha çağıran kimsenin karşılığı bu olmamalıdır. Bazı kimselerin dediği gibi: "Eğer inanmayacaksaniz, benden alâkanızı kesin; çünkü benimle îmân etmeyenler arasında dostluk olmaz" şeklindeki tefsir ise, makama münasip değildir. 19Ve Allah’a karşı baş kaldırmayın; çünkü ben size açık bir bürhanla (peygamberliğime delâlet eden mûcizelerle) geliyorum. 20Biliniz ki, ben, sizin beni taşlamanızdan (döğüp öldürmenizden) Rabbime ve Rabbinize sığınırım. 21Eğer bana îman etmezseniz (peygamberliğimi tasdik etmezseniz), benden ayrılın, çekilin.” 22"Nihayet Mûsâ: "Bunlar, gerçekten suç işleyen, bir güruhtur!" diye Rabbine arz etti." Yani onlar, tekziplerinde ısrar edince, Hazret-i Mûsâ, Rabbine böyle arz etti. Hazret-i Mûsâ, bu sözlerinde, onların azabı gerektiren hallerini zikretmekle tarizi olarak bedduada bulunmuş oluyor. Tefsir âlimleri derler ki, Hazret-i Mûsa'nın, onlara yaptığı beddua şöyle idi: "Allah'ım! Cürümleriyle hak ettiklerini biran önce onlara ver!" Diğer bir görüşe göre ise, o beddua şu idi: "Ey Rabbimiz! Bizi zâlim bir kavme imtihan konusu yapma!" 23Allah buyurdu ki: "O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü siz muhakkak takip edileceksiniz!" Yani Allah buyurdu ki; durum böyle olduğuna göre, artık sen, İsrâiloğullarını gece yola çıkar; Allah sizin için bu tedbire başvurmanızı emir buyurmaktadır; zîrâ Fir’avun ve ordusu, sizin çıkışınızı haber aldıktan sonra sizi takip edeceklerdir. 24"Sen geçtikten sonra denizi olduğu gibi açık bırak. Çünkü onlar muhakkak boğulacak bir ordudur." Yani sen, İsrâiloğullarıyla geçtikten sonra denizin tekrar kapanması için asanla vurma; denizin durumunu hiç değiştirme ki, Kiptiler de sizin arkanızdan oraya girsinler. Çünkü onlar muhakkak o denizde boğulacaklardır. 25Bak. Âyet 26. 26"Onlar geride (Mısır'da) nice bağlar-bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefa sürdükleri nice nimetler bırakmışlardır." 27İçinde zevk sürdükleri ne nimet ve refah... 28"İşte böylece Biz de bütün onları başka bir kavme miras bıraktık." 29"Gök de, yer de onların ardından ağlamadı; onlara mühletde verilmedi." Bu ifâde mecazî olarak, onların helakine aldırılmadığını ve varlıklarına önem verilmediğini belirtmektedir. Bu, onlarla ve onların hali ile alay etmek anlamındadır. Yok olması büyük bir kayıp olan kimsenin hak ise, bunun aksidir. Nitekim öyle bir kimse kayıp edildiğinde: "Onun için gök ve yer ağladı" denikr. "Mü’min, öldüğünde onun namaz kıldığı, ibâdet ettiği yerler, amelleri göklere yüksekrken ve rızkı da inerken geçtikleri yollar ve dünyada bıraktığı eserler, onun ardından ağlarlar" rivâyetindeki ifâdeler de, bu kabildendir. Diğer bir görüşe, göre ise, yani gök sakinleri ile yer sakinleri onların ardından ağlamadılar, demektir. Ve onların helâk vakti gelince, başka bir vakte kadar, yahut kıyamete kadar kendilerine mühlet de verilmedi; fakat hemen dünyada azapları gerçekleştirildi. 30Bak. Âyet 31. 31"Yemin olsun ki, Biz, İsrâiloğullarını o alçaltıcı azaptan, firavun'dan kurtardık. Çünkü o gerçekten zorba idi, aşırı gidenlerden idi." Yani Biz, Fir’avun ile kavmine yaptıklarımızı yaptık ve İsrâiloğullarını, Fir’avun An, onları köleleştirmesinden, erkek çocuklarını öldürmesinden ve kadınlarını zulüm ve zillet içinde kendileri için sağ bırakmasından kurtardık. Çünkü Fir’avun, gerçekten zorba bir hükümdar idi ve şer de fesatta son derece aşırı idi. 32"Yemin olsun ki, Biz, hallerini bilerek İsrâiloğullarına, o zamanki milletlerden üstünlük verdik." Yani, Biz, İsrâiloğullarının buna lâyık olduklarını, bilerek, yahut onların zaman zaman haktan sapıp çok kusur işlediklerini bilerek, kendilerinden çok peygamber çıktığı için onları o zamanki milletlerden üstün kıldık. 33"Ve onlara, içinde apaçık bir nimet, imtihan bulunan âyetler verdik." Yani onlara, denizin yarılması, çölde bulutlarla gölgelendirilmeleri, kendilerine kudret helvası ile bıldırcın kuşlarının indirilmesi vs. gibi başka milletlerde görülmemiş büyük âyetler verdik. 34Bak. Âyet 35. 35"İşte bu müşrikler hiç şüphesiz diyorlar ki: "Akıbet (veya ölüm), ilk ölümümüzden ibarettir. Biz tekrar diriltilecek değiliz. Eğer doğru söylüyorsanız, haydi atalarımızı getirin, , " Bu müşriklerden murat, Kureyş kâfirleridir. Zîrâ asd konu onlardır. Fir’avun ile kavminin kıssası ise, dalâlette ısrar etmelerine misâl getirmek ve bunları, onların başına gelen azaptan sakındırmak için zikredilmiştir. Yani onlar diyorlar ki; akıbet ve işin sonu, bu dünya hayatına son veren ölümden ibarettir. Diğer bir görüşe göre ise, o müşriklere: "Siz öldükten sonra, ölümden önce yaşadığınız hayat gibi bir hayatınız olacak" denilince, onlar da: "Kendisinden sonra hayat olan ölüm (vücud bulmadan önceki yokluk), ilk ölümden ibarettir" dediler. Bir diğer görüşe göre ise, mânâ şöyledir: Ölüm, bu ölümden ibarettir; yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi, kabir hayatından sonraki ölüm değildir. Eğer kıyametin kopması ve ölülerin tekrar diriltilmesi iddianızda doğru söylüyorsanız, haydi atalarımızı getirin ki, bunun gerçek olduğu anlaşılsın. Diğer bir görüşe göre ise, Kureyş müşrikleri, Peygamberimizden, kendisine danışmaları için büyük ataları Kusayy b. Kilâb'ın dirilmesi için duâ etmesini istiyorlardı. Zîrâ Kusayy, Kureyş'in en büyük atası kabul ediliyordu ve zor ve önemli işler karşısında onun ruhaniyetine baş vuruyorlardı. 36(Ey öldükten sonra dirileceğimize inananlar) eğer doğru iseniz haydi getirin babalarımızı... (onları diriltin de, dirilmenin hak olduğunu bize haber versinler).” 37"Bunlar mı hayırlı, yoksa tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onların hepsini helâk ettik. Çünkü onlar gerçekten mücrim idiler." A- "Bunlar mı hayırlı, yoksa tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi?" Bu, o müşriklerin reddetmek ve onlar için tehdit anlamındadır. Yani helaki önlemek, için baş vurulan kuvvet ve savunma imkânlarında onlar mı daha üstün, yoksa Tübba' el-Himyerî kavmi mi daha üstün idi? O Tübba' ki, ordusuyla litre (Küfe yakınında tarihî bir kent) üzerine yürüyüp onları perişan etmiş ve Semerkant şehrini bina etmişti; yahut yıkmıştı. Anılan Tübba' kendisi mü’min idi; kavmi ise kâfir idiler. İşte bundan dolayıdır ki, Allah, kendisini değil, onun kavmini zemmetmiştir. Tübba', yazılarının başında "Bismillahi'llezi meleke bahren ve bahren / Sayısız denizlerin mâliki ilahının ismiyle!" diye yazardı. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Tübba'a kötü söz söylemeyin; o, gerçekten müslüman olmuştu."20 20 Ahmed b. Hanbel: 5/340 Yine Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Ben kesin olarak bilmiyorum; tübba' peygamber mi idi, değil mi idi?" İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, Tübba', peygamber idi. Tübba' kavminden öncekilerden murat, Ad, Semûd ve çetin güç sahibi, her inatçı zorbadır. B- "Onların hepsini helâk ettik. Çünkü onlar gerçekten mücrim idiler." Bu kelâm, onların akıbetini ve helâk edilmelerinin sebebini beyân ediyor ki, şu hakikat bilinsin: onlar, o kadar kuvvet ve imkân sahibi oldukları halde cürümleri sebebiyle helâk edildiklerine göre, onlardan kuvvet ve imkân bakımından daha zayıf olup aynı cürümü işleyen Kureyş müşriklerinin helaki haydi haydi olur. 38"Biz, şu gökleri ve bu yeri ve ikisi arasında bulunanları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık." Yani Biz, bunların yaratılmasında yüksek bir gaye ve övgüye şayan bir amaç olmaksızın, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. 39"Onları ancak hak (hikmet) ile yaratmışızdır. Fakat onların çoğu bilmiyorlar." Bu hak ve hikmet, îmân, itaat, yeniden dirilme ve karşılık görmektir. Fakat onların çoğu, gerçeğin bu olduğunu bilmedikleri için, yeniden dirilmeyi ve cezayı inkâr ediyorlar. 40"Şüphesiz ayırma günü, hepsinin buluşma vaktidir." Yani hak ile batili, haklı ile haksızı ayırma günü, yahut kişiyi akrabalarından ve dostlarından ayırma günü, hepsinin buluşma vaktidir. 41"O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Onlar yardım olunacak da değildir." Yani o gün dostun dosta ve akrabanın akrabaya hiç bir faydası olmaz... 42"Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler başka. Çünkü Allah, şüphesiz yegâne azîz ve yegâne rahîmdir." Yani Allah'ın, affetmekle ve şefaatini kabul etmekle merhamet ettiği kimseler müstesna. 43Bak. Âyet 44. 44"Gerçek şu ki, zakkum ağacı, o azgın günahkârın yemeğidir. O, karınlarında maden eriği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar." Zakkumun mânâsı Saffât Sûresi'nde geçti. Burada azgın günahkârdan murat, kâfirdir; çünkü makabli ile mâba'di buna delâlet etmektedir. 45Maden tortusu gibi karınlarında kaynar; 46Kaynar suyun kaynaması gibi... 47Bak. Âyet 48. 48"Allah, zebanilere şöyle emreder: Onu yakalayın da, Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başına o kaynar su azabından dökün! Ve deyin ki: tat bakalım. Hani sen, evet sen, kendi hayalinde çok güçlü, pek şerefli bir kişi idin. İşte bu, şüphelenip durduğun gerçeğin kendisidir." Rivâyet olunuyor ki, Ebû Cehil, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) demişti ki: "Bu Mekke'nin iki dağı arasında benden daha güçlü ve şerefli (itibar sahibi) kimse yoktur. Bunun için vallahi, ne sen, ne de Rabbin, bana bir şey yapamazsınız!" 49(Sonra ona şöyle deyin): Tad bakalım, çünkü sen, (zannınca kavminin arasında) çok şerefli ve çok iyi bir kimse idin!... 50İşte bu azap, sizin (dünyada) şüphe edip durduğunuz şeydir. 51Bak. Âyet 52. 52"Şüphesiz takva sahipleri, güvenli bir makamdadırlar: bahçeler ve pınar baskınlıdadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyecekler, karşılıklı oturacaklar." Cennet ehlinin meclislerde karşılıklı otarmaları, birbirleriyle ünsiyet etmeleri içindir. 53Sündüs ve İstebrak’dan (ibaret işlemeli ve kalın) elbiseler giyerek karşı karşıya gelirler. 54"İşte böyle. Bir de, Biz onları hûruîn ile (ceylan gözlü hurilerle) evlendireceğiz." Hûr kelimesi, havrâ'nın çoğuludur. Havra, beyaz tenli kadın demektir. În de, ayna' çoğuludur. Ayna', iri gözlü kadın demektir. Cennet hurilerinin, dünya kadınları mı, yoksa başka kadınlar mı oldukları hususunda ihtilaf edilmiştir. 55"Orada güven içinde her türlü yemişten isteyebileceklerdir." Yani Cennette onlar için meyveler, bir mekân ve zamânâ mahsus olmayıp her zaman ve her yerde arzu ettikleri meyvelerin getirilmesini emredebilecekler ve onlar, her türlü üzüntü ve tasadan da emin olacaklardır. 56Bak. Âyet 57. 57"Orada, ilk tattıkları ölümden başka ölüm tatmayacaklar ve Allah onlari, senin Rabbinden bir lütuf olarak Cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir." Zîrâ onlar, bütün sevilmeyen şeylerden kurtulmuşlar ve bütün dileklerine de kavuşmuşlardır. 58"Ey Resûîüm! Anlarlar da, öğüt alırlar diye Biz, Kur’ân'ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık." Bu âyet, bu sûre-i kerimenin fezlekesi mahiyetindedir. Yani ey Resûlüm! Biz, apaçık olan, bütün hakikatleri apaçık beyân eden bu Kitabı senin dilinde indirdik ki, kavmin onu anlasın da, öğüt alsınlar ve gereklerini uygulasınlar. 59"Artık sen, onların başlarına gelecekleri bekle. Çünkü şüphesiz onlar da beklemektedirler." Yani onlar bu kitaptan öğüt alıp gereklerini tatbik etmezlerse, artık onların başına gelecekleri bekle. Şüphesiz onlar da, senin başına gelecekleri beklemektedirler. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Cuma gecesi Duhan sûresini okursa, bağışlanmış olarak sabaha çıkar." 21 21 Tirmizî/Kitâbu'l Kur’ân, bab: 8. Darımı/Kitabu'l Fezâili'l Kur’ân, bab. 22 |
﴾ 0 ﴿