CÂSİYE SÛRESİMekke de inmiştirve 37 âyettir. 1"Hâ. Mîm." Bunun tefsiri, Mü'min sûresinin başında geçti. 2"Bu kitabın, indirilmesi, azîz ve hakim olan Allah katındandır." 3"Hiç şüphesiz şu göklerde ve bu yerde kesin inananlar için birçok âyet vardır." Bu âyet-i Kerime, kâinattaki afakî ve enfüsî âyetlere dikkat çekmektedir. Ayetlerin mahalli ise, ya göklerin ve yerin kendileridir. Çünkü gökler ile yer, sayısız âyet çeşidini içermektedirler. Yahut onların yaratılmasıdır. Tıpkı "Şüphesiz şu göklerin ve bu yerin yaratılmasında..." (Bakara: 164) âyeti gibi. Bundan sonraki âyete uygun olan mânâ da budur. Diğer bir görüşe göre ise, bu âyetlerin mânâsı şöyledir: Azîz ve hakim Allah katından indirilmiş Kitabın bir bölümü olan Hâ. Mîm'e Yemin olsun ki, şu göklerde ve bu yerde sağlam inananlar için birçok âyet vardır. 4"Sizin yaratılışınızda da, Allah'ın, yeryüzünde yaydığı’ larda da sağlam inanan bir zümre için birçok âyet vardır." Yani sizin önce meniden, sonra pıhtılaşmış kandan ve yaratılış tamamlanıncaya kadar birçok aşamadan geçirilerek yaratılmanızda, da, Allah'ın, yer yüzünde, yaydığı canlılarda da, her şeye gerçek veçhesiyle inananlar için bir çok âyetler vardır. 5"Gece ile gündüzün değişmesinde de, Allah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) da, ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde de, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde de, aklını kullanan bir toplum için dersler vardır." Yağmur, rızık sebebidir; rızık olarak ifâde edilmesi, onun kudret cihetinden de, rahmet cihetinden de bir âyet olduğuna dikkat çekmek içindir. Ölümünden sonra, yeryüzünün diriltilmesi, (daha önce birçok, kez belirtildiği gibi) onun tamamen hayat eserlerinden mahrum kalmasından, üretme kuvvetinin kaybolmasından ve ağaçlarının meyvesiz kalmasından sonra ondan, çeşidi ekinlerin, meyvelerin ve bitkilerin çıkarılmasıdır. Rüzgârların çeşidi yönlerden estirilmesi, vücud (gerçekleşmek) olarak yağmurdan önce olduğu halde, yağmurdan sonra zikredilmesi, onun da ayrı bir âyet olduğunu bildirmek içindir. Zîrâ eğer gerçekleşme sırasına riâyet edilmiş olsa, rüzgârların estirilmesi ile yağmurun yağdırılmasının hepsinin tek bir âyet olduğu vehmedilebilirdi. Yahut anılan sıraya riâyet edilmemesi, rüzgârların estirilmesi, yalnız, yağmurun başlangıcı olduğu için değil, fakat hem onun için, hem de diğer faydaları için ve ezcümle gemilerin, denizlerde seyretmesinin faydası âyet olduğunu bildirmek içindir. 6"İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir kî, onları sana dosdoğru olarak okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve âyetlerinden sonra hangi bir söze inanacaklar?" Yani Allah'ın sözü ve âyetleri olan Kur’ân'dan sonra... demektir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Allah, sözün en güzelini indirmiştir." (Zümer: 23) 7"Her yalancı ve günahkârın vay haline!" 8"O, Allah'ın, kendisine okunan âyetlerini işitir; sonra büyüklük taslayarak onları duymamış gibi günahlarında ve küfründe direnir. İşte onu (ısrarından ve büyüklük taslamasından dolayı) dayanılmaz bir azap ile müjdele!" Bir rivâyete göre bu âyet, Nazır b. Haris hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki, bu adam, yabancdarin sözlerini naklediyor ve onlarla, insanları Kur’ân dinlemekten alıkoymaya çalışiyordu. Ancak âyet, onun da, onun yolundan gidenlerin de şer ve fesatlarını teşhir eden genel bir ifâde ile vârid olmuştur. 9"O, âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alır. İşte onlar yok mu, (mezkûr cinayetlerinden dolayı) alçakta bir azap onlar içindir." A- "O, âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alır." Yani Bizim âyetlerimizden bir şey ona ulaşıp da, onun Bizim âyetlerimizden olduğunu anlayınca demektir. Yoksa âyeti olduğu gibi hakikati ile anlayınca... demek değildir; çünkü o, bu bilgiden çok uzaktır. Diğer hır görüşe göre ise, yani âyetlerimizden, inatçıların, yanlış bir mânâya çekebilecekleri bir şey öğrendiği zaman, yalnız o âyeti değil, bütün âyetleri, yahut öğrendiği şeyi alaya alır. B- "İşte onlar yok mu, (mezkûr cinayetlerinden dolayı) alçalticı bir azap onlar içindir." Azaplarının, alçalticı olmakla vasıflandırılması, onların, büyüklük taslamalarının ve Allah'ın âyetleriyle alay etmelerinin hakkını tam olarak vermek içindir. 10"Onların gerisinde Cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'tan başka edindikleri dostlar da kendilerine hiçbir fayda vermez. Pek büyük bir azap da onlarındır." Yani onların ilerisinde Cehennem vardır; çünkü onlar, kendileri için hazırlanmış olan azaba doğru gitmektedirler. Yahut onların arkasında Cehennem vardır; çünkü onlar, (âhiret hayatındaki) Cehennemden yüz çevirip dünyaya yönelmektedirler. Onların sahip oldukları mallar ile evlat ve dost edindikleri putlar, Allah'ın azabından hiçbir şey önleyemez; yahut hiçbir fayda sağlayamaz. Onlar ise, kendi bâtıl iddialarına göre o putlardan şefaat bekliyorlardı. Bu, onları tahkir anlamını da taşımaktadır. 11"İşte bu Kur’ân, bir hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere gelince, onlara, dayanılmaz iğrenç bir azap vardır." 12"Allah, O'dur ki, üstünde buyruğuyla gemilerin yüzmesi ve lutf-u kereminden verdiği rızıkı aramanız için ve de şükredesiniz diye denizi sizin emrinize vermiştir." Allah'ın lutfu kereminden denizde rızık aranması, deniz yollarıyla yapılan ticaret, denizlerin dibindeki faydalı şeyleri çıkarmak, balık vs. gibi canlı deniz ürünlerini avlamak ve benzer yollarla olmaktadır. 13"Şu göklerde ve bu yerde ne varsa hepsini kendi katından sizin emrinize vermiştir. Hiç şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için birçok büyük ibret vardır." Yani zikredilen bu muazzam, olaylarda, Allah'ın hârika işlerini tefekkür etmek isteyenler için nitelik bakımından çok muazzam ve sayıları da çok ibretler vardır; bunları tefekkür edenler, Allah'ın, büyük ve küçük nice nimetlerine vâkıf olurlar ve şükürlerinde muvaffak olurlar. 14"Ey Resûlüm! îman etmiş olanlara söyle: Allah'ın ceza günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah, bir topluma, yaptıklarına göre muamele edecektir." A- "Ey Resûlüm! îman etmiş olanlara söyle: Allah'ın ceza günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar." Yani ey Resûlüm! Mü’minlere de ki; Allah'ın, düşmanlarının başına gelecek hâdiselerini beklemeyenleri, yahut mü’minlerin mükâfatı için tayin ettiği vakitleri ve o vakitlerde vaat ettiği saadeti ummayanlara aldırmayıp geçsinler. Tefsir âlimleri derler ki; bu âyet, kıtal (savaş) âyetinden önce nazil olmuş ve sonra o âyetle nesih edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, bu âyet, Hazret-i Ömer hakkında nazil olmuştur; Hazret-i Ömer, kendisine söven Gıfarî'yi (Gıfar oğullarından bir şahsı) yakalayıp dövmek istemişti. Bir diğer görüşe göre ise, Abdullah b. Übeyy, o söylediklerini söylediği zaman nazil olmuştur. Şöyle ki: İslam ordusu, Beni Müstalık seferinde el-Mureysi' denilen bir kuyunun başına inmişlerdi. Orada Abdullah b. Übeyy, kölesini su almaya göndermişti. Köle gecikti. Nihayet gelince, Abdullah b. Übeyy ona: "Niçin böyle geciktin?" dedi. Köle de dedi ki: "Ömer, kuyunun kenarına oturmuştu; Resûlüllah İle Ebubekir'in su kırbalarını doldurmadan kimsenin su almasına izin vermedi." Bunun üzerine Abdullah b. Übeyy dedi ki: "İşte Bizim bu adamlarla halimiz, "Köpeğini besle de, seni yesin" dediklerine benzedi." Hazret-i Ömer, bunu duyunca, kılıcını alıp ona gitmek istedi. İşte o sırada bu âyetti. Kerime nazil oldu. B- "Çünkü Allah, bir topluma, yaptıklarına göre muamele edecektir." Burada toplumdan murat, mü’minlerdir; belirsiz olarak zikredilmeleri, medh-u sena ifâde etmektedir. Yani bu, onlara emredildi ki, kıyamet günü Allah (celle celâlühü), bir topluma mükâfat versin. Nasıl bir toplum? Öyle bir toplum ki, dünyada yaptıkları güzel ameller ve ezcümle kâfirlerin eziyetlerine sabretmek, öfkelerini yutup onlara göz yummak, sıkıntdara katlanmak özelliklerine sahip olmaktan dolayı onlara, ifâde edilemeyecek kadar büyük mükâfatlar vardır. Ekseri âlimler böyle demişlerdir. Ancak bu toplumdan kâfirlerin murat olması ve yaptıklarından da onların kötülüklerinin ve ezcümle onlardan hikâye edilen o çirkin sözün kast edilmesi de caizdir. Ancak cezanın (yapılana göre muamelenin) mutlak olması, bağışlama emrine illet (sebep) olamaz; çünkü anılan bağışlama olsun, veya olmasın, yapılana göre muamele tahakkuk edecek. 15"Kim sâlih amel yaparsa, faydası kendisinedir kim de kötülük yaparsa, zararı yine kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz." Yani kim müspet veya menfi ne yaparsa, kendi lehine ve aleyhine yapmış olur; sonuçları başkasına gitmez. En sonunda da siz, bütün işlerinizin mâliki olan Rabbinize döndürüleceksiniz, o zaman Rabbiniz, hayır olsun, şer olsun, sizin yaptıklarınıza göre size muamele edecektir. 16"Yemin olsun ki, İsrâiloğullarına o Kitabı, o hikmeti ve o peygamberliği verdik ve onları güzel rızıklarla besledik ve onları zamanlarındaki âlemlere üstün kıldık." Yani İsrâiloğullarına Tevrat'ı, nazarî ile amelî hikmeti ve dini anlamayı verdik; yahut insanların davalarını halletmeyi verdik. Zîrâ hükümdarlık da İsrâiloğullarmda idi. Yine onlara peygamberliği de verdik. Nitekim başka milletlerden çıkmadığı kadar onlardan çok sayıda peygamber çıkmıştır. Yine onlara kudret helvası ile bıldırcın kuşları gibi lezzetli besinler verdik ve onları zamanlarındaki âlemlere üstün kıldık. Nitekim denizin yarılması, buluda-rm onlara gölge yapması ve benzerleri gibi başkalarına vermediğimiz şeyleri onlara verdik. 17"Onlara din konusunda açık deliller de verdik. Fakat onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Ey Resûlüm! Şüphesiz senin Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." A- "Onlara din konusunda açık deliller de verdik." Yani onlara din konusunda pek açık deliller ve kahir mucizeler de verdik. İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu açık deliller, Yahudilerin, Peygamberimizin geleceğini, onunla ilgili çok şeyleri, onun Tihâme'den (Tıhâme; Mekke, Cidde, Necran, Sana kentlerini içine alan bölge) Yesrıb'e (Medine'ye) hicret edeceğini ve yardımcılarının Yesrib halkı olacağını bihyorlardı." B- "Fakat onlar, bilgileri gerçekleştikten sonra, aralarındaki kiskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Ey Resûlüm! Şüphesiz senin Rabbin, ayrıhğa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." Yani "Yahudiler, Peygamberimizle ilgili bilgilerin gerçek olduğu kanaatine sahip olduktan sonra ihtilafın kalkmasını gerektiren bilgiyi, ihtilafın derinleşmesine vesile kılarak, aralarındaki düşmanlık ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Ey Resûlüm! Senin Rabbin, ayrılığa düştükleri dinî konularda kıyamet günü muaheze ve ceza ile hüküm verecektir. 18"Sonra da din konusunda seni bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy; bilmeyen kimselerin isteklerine uyma." Yani din konusunda seni, şânı pek yüce bir yol ve çığır sahibi kıldık. Artık sen kendi nefsin için de, başkaları için de bu şeriatın hükümlerini uygula; onlara hiç halel getirme ve cahillerin, kötü arzularına bağlı olan bâtıl görüşlerine ve itikatlarına uyma. Bu cahiller, Peygamberimize: "Atalarının dinine dön!" diyen Kureyş ileri gelenleri idi. 19"Çünkü onlar, Allah'tan gelecek olan bir şeyi senden asla savamazlar. Kadar şu zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur." Yani ey Resûlüm! Eğer sen o cahillerin sözlerine uyarsan, Allah, senin hakkında bir zarar irade buyurursa, onlar onu asla savamazlar. Gerçek su ki, zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır ve ancak onlar gibi zâlim olanlar onlara dost olur ve isteklerine uyar. Allah ise, senin önderleri olduğun takva sahiplerinin dostudur. O halde sen, yalnız Allah'ı dost edinmeye devam et ve diğer dostluklara itibar etme. 20"İşte bu (Kur’ân), insanlar için basiret nurlarıdır; kesin inanan bir zümre için de hidâyet ve rahmettir." Yani bu Kur’ân, yahut şeriate uymak, hakikatlere kesin olarak inanan insanlar için basiret nurlarıdır. Zîrâ Kur’ân'dakı din düstorları ve şeriat şiarları, kalpler için basiret nurları gibidir. Ve Kur’ân, dalâlet vartasına yuvarlanmamak için de bir kılavuzdur ve büyük bir rahmettir. 21"Kötülük işleyenleri, yoksa hayatlarında ve ölümlerinde kendilerini, îmân edip de sâlih ameller yapan kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" Bundan önce zâlimler ile takva sahiplerinin tamamen farklı oldukları beyân edildikten sonra burada da, iyilik edenler ile kötülük edenlerin birbirlerinden tamamen farklı oldukları beyân edilmektedir. Yani kötülük yapanlar, o kötü halleri devam ettiği halde yoksa hayadannda ve ölümlerinde kendilerini, îmân edip de güzel ameller yapan kimselerin o güzellikleri devam ettiği halde onlarla bir mi tutacağımızı sandılar? Hayır! Bu iki sınıf asla bir olmaz; bunlar, hayatlarında îmân ve itaatin izzet ve şerefiyle yaşarlar; öldüklerinde de Allah’ın rahmet ve rızasına erişirler. O kötülük sahipleri ise, hayatlarında küfür ve günahların zillet ve horluğu ile yaşarlar; öldükten sonra da Allah'ın lanetinde ve ebedî azabında olacaklardır. Diğer bir görüşe göre ise, bu âyetten kastedilen mânâ, anılan iki sınıfın, hayatta eşit oldukları gibi ölümlerinde eşit olmayacaklarıdır. Zîrâ kötülük yapanlar ile iyilik yapanlar, hayatlarında rızık ve sağlık nimetleri bakımından eşit bulunuyorlar; onların arasındaki fark, ancak ölümlerinden sonra kendim gösterir. 22"Allah, şu gökleri de, bu yeri de hak ile ve herkesin yaptıklarına karşılık görmesi için yaratmıştır. Onlara haksızlık da edilecek değildir." A- "Allah, şu gökleri de, bu yeri de hak ile ve herkesin yaptıklarına karşılık görmesi için yaratmıştır." Bu âyet onların hükmü için bîr izah mahiyetindedir. Zîrâ Allah'ın, gökleri ve yeri ve onlarda bulunan varlıkları, adaleti gerektiren hak ile yaratmış olması, iyilik sahiplerinin, hayatta ve mematta kötülük sahiplerinden üstün kılınmalarını ve zâlimden mazlumun intikamının alınmasını icap ettirir. Ve eğer bu, hayatta, (birtakım hikmetlere binâen) gerçekleşmemişse, ölümden sonra mutlaka gerçeklesecektir. B- "Onlara haksızlık da edilecek değildir." Yani onların mükâfatı eksütilmeyecek ve azapları da artırılmayacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, ehl-i sünnet itikadına göre, Allah'ın, mükâfatı eksik veya azabı fazla vermesi zulüm olmadığı halde (çünkü yaratılmışların, Allah'a karşı hiçbir hakkı yoktur.) bunun zulüm olarak ifâde edilmesi, Allah'tan sâdır olmasının, imkânsız bulunması cihetinden zulüm gibi kabul edilerek Allah'ın lütuf sahasının bundan son derece münezzeh olduğunu beyân etmek içindir. 23"Ey Resûlüm! Kötü arzularını ilah edinen ve Allah'ın bir bilgiye göte şaşırttığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık onu Allah'tan başka kim hidâyete eriştirebitir! Yine de ibret almayacak mısınız?" A- "Ey Resûlüm! Kötü arzularım ilah edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre şaşırttığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?" Bu kelâm, hidâyeti bırakıp da kendi nefsinin kötü arzularına uyan ve sanki onun kul-köiesi olan kimsenin batinin taaccübe, şayan olduğunu beyân etmektedir. Yani Allah'ın, dalâletin ve insanları, üzerinde yarattığı fıtratı değiştirdiğini bildiği, öğütlerden etkilenmeyecek ve âyetler ile uyarıları tefekkür etmeyecek şekilde kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de, basiret ve ibretle, bakmaya engel bir perde çektiği kimseyi gördün mü? B- "Artık onu Allah'tan başka kim hidâyete eriştirebitir! Yine de ibret almayacak mısınız?" Yani öylesi insanların hidâyet körlüğü ve ısrarlı azgınlığı yüzünden Allah onlari şaşırttıktan sonra onları kim hidâyete eriştirebitir! Yine de tefekkür edip de ibret almayacak mısınız? 24"Onlar dediler ki. "Hayat, dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak deftir (mürur-ı zaman) helâk eder." Onların buna dâir hiçbir bilgileri de yoktur. Onlar ancak zanna göre hükmediyorlar." A- "Onlar dediler ki. "Hayat, dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehir (mürur-ı zaman) helâk eder." Burada, onların anlatılan dalâlederinin hükümleri beyân edilmektedir. Yani onlar, aşırı dalâlet ve azgınlıklarindan dediler ki; hayat, yaşadığımız dünya hayatından ibarettir; hayat da, ölüm de, bu dünyada vardır; bunun ötesinde başka bir hayat yoktur. Bir görüşe göre, yani Biz, meniden önceki ve sonraki aşamalardan geçeriz ve ondan sonra yaşarız. Yahut Biz kendimiz ölürüz ve evladımızın bekasıyla da yaşarız. Yahut bazılarımız ölür; bazılarımız da yaşar. Onlar, bundan tenasüh (Ölümden sonra ruhların başka canlılarda tekrar tekrar dünyaya gelip yaşaması) de kastetmiş olabilirler. Zîrâ puta tapanların çoğu bu inançta idi. O müşrikler, Azrail'i (aleyhisselâm) ve onun, Allah'ın emriyle ruhları aldığını inkâr ederek canlılarm helâk olmalarında müessir olan, günlerin ve gecelerin geçmesi (mürûrı zaman) olduğunu iddia ediyorlardı ve bütün hâdiseleri zamânâ izafe ediyorlardı. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz: "Dehre sövmeyin; çünkü dehir, Allah'tır." demiştir. (Ahmed b. Hanbel. Müsned: 5/299, 311) yani hâdiseleri gerçekleştiren, dehir değil, Allah'tır. B- "Onların buna dâir hiçbir bilgileri de yoktur. Onlar ancak zatına göre hükmediyorlar." Yani onların, hayatın yalnız dünya hayatından ibaret olduğu ve hayat ile ölümün zamânâ istinad ettiği konusunda, akli ve nakli hiçbir bilgileri de yoktur. Onların hükümleri, zanna ve taklide dayanmaktadır; asgari ölçüde dayanak olabilecek hiçbir şeyleri yoktur. İşte onların bâtıl inançları budur. 25"Ayetlerimiz açık deliller halinde kendilerine okunduğu zaman, onların bunlara karşı: "Eğer doğru sözlü iseniz, atalarımızı diriltip getirin" demelerinden başka hüccetleri yoktur." Yani sadece hakkı ifâde eden ve ezcümle uhrevî hayati bildiren âyetlerimiz açık deliller halinde, yahut uhrevî hayatin gerçek olduğunu gayet açık olarak bildiren âyetlerimiz kendilerine okunduğu zaman, "Eğer ölümden sonra tekrar diril öleceğimiz hususunda doğru sözlü iseniz, eski atalarımızı diriltip getirin" demelerinden başka dayanacakları hiçbir hüccetleri, hüccet kabilinden kabul edilmesi imkânsız olan bu boş sözden başka ekerinde ileri sürecekleri hiçbir şey yoktur. Onların söylediklerine hüccet denilmesi, onu hüccet konusunda ileri sürdüklerine binâendir. Bu da, onlarla istihza anlamım taşımaktadır. 26"Ey Peygamberim! De ki: "Sizi Allah diriltiyor; sonra canınızı alıyor; sonra sizi kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur." Fakat insanların çoğu bilmiyorlar." A- "Ey Peygamberim! De ki: "Sizi Allah diriltiyor; sonra canınızı alıyor; sonra sizi kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur." Yani Allah, başta size hayat veriyor; sonra ecelleriniz sona erdiğinde sizin canınızı alıyor. Yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi sizi yaşatan ve öldüren zaman değildir. Sonra Allah, ölümünüzden sonra kıyamet gününde, dünyada yaptıklarınızın karşılığını vermek için sizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Zîrâ başta size hayat vermeye Kadir olan Allah, sizi tekrar hayata döndürmeye de Kadirdir. Ve ilâhî hikmet, kıyamette sizi bir araya getirmeyi kesinlikle gerektirmektedir. Âyetlerle tasdik edilen ilâhî vaat da, kıyametin vaki olacağına kesin olarak delâlet etmektedir. Onların atalarının diriltilip getirilmesi, teşriî hikmete ters düştüğü için gerçekleşmesi imkânsızdır. B- "Fakat insanların çoğu bilmiyorlar." Bu cümle, ya söylenmesi emredilen kelâmın tamamına dâhildir; yahut doğrudan doğruya Allah tarafından vârid olmuş bir cümle olup hakkı, tahkik etmekte ve o müşriklerin, bu konudaki şüphelerinin cehaletlerinden ve kusurlu bakış ve tefekkürlerinden kaynaklandığına, yoksa bu konuda bir şüphe şaibesi bile olmadığına dikkat çekmektedir. 27"Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, o batılcılar, hüsrana uğrayacaklardır." Bundan önce Allah'ın, insanlarda, hayat vermek, can almak, tekrar diriltmek ve amellerinin karşılığını vermek için onlari kıyamet gününde bir araya getirmek gibi mutlak tasarruflara sahip olduğu beyân edildikten sonra burada da, bütün göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan varlıklarda mutlak hükümranlığın Allah'a (celle celâlühü) mahsus olduğu beyân edilmektedir, 28"Ve sen o gün her ümmeti diz çökmüş bir halde göreceksin. Her ümmet, kendi Kitabına çağırılacak. Onlara şöyle denilecek: bugün yaptıklarınıza göre muamele göreceksiniz." Yani her ümmet, kendi amel defterine çağırılacak ve kendilerine böyle denilecektir. "Bu gün yaptıklarınıza göre muamele göreceksiniz." 29"İşte bu Kitabımız, yüzünüze karşı gerçeği söylüyor. Çünkü Biz, yaptıklarınızı kesinlikle kaydettiriyorduk." Bu kelâm da, o gün her ümmete söylenecek olanlara dâhildir. Her ümmetin Kitabı, Allah'ın emri ile yazıldığı için "İşte bu Kitabımız" denilerek şânını tazim ve muhtevasını korkunç göstermek için kitap, Allah'a izâfe edilmiştir. Yani işte bu Kitabımız, bir ilâve ve noksan olmamak üzere sizin aleyhinize tam hak ile şahitlik etmektedir. Çünkü. Biz, iyi amel olsun olsun, kötü amel olsun olsun dünyada bütün yaptıklarınızı meleklere yazdırıyorduk. 30"îman edip de sâlih ameller de yapanlara gelince, işte Rableri onları rahmetinin içine alacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir. Burada Allah'ın rahmetinden murat, Cennettir. Bundan önce, ceza ve mükâfat vaaderini içeren kelâm ile kendilerine yapılacak hitap, beyân edildikten sonra burada da, ümmetler hakkında yapılacak olanlar açıklanmaktadır. 31"Ama kâfirlere gelince, onlara denecek ki: âyetlerimiz, yüzünüze karşı okunmakta değil miydi? Fakat siz büyüklük tasladınız da, mücrim bir zümre oldunuz." Yani kâfirlere de, kınama ve takbih mahiyetinde denilecek ki; Bizim peygamberlerimiz size gelmedi mi ve âyetlerimiz, yüzünüze karşi okunmakta değil miydi? Fakat siz, âyetlerimize karşı büyüklük taslayıp onlara îmân etmediniz ve her zaman cürüm işleyen bir zümre oldunuz. 32"Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir; kıyamet gününde de şüphe yoktur" denildiği zaman, siz: "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz; biz onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz; kesin bir bilgi de edinmiş değiliz" demiştiniz. Yani kendilerine: "Şüphesiz Allah'ın vaat ettiği gelecek hâdiseler, yahut bunları vaat etmesi haktır; mutlaka gerçekleşecektir; yahut gerçeğe uygundur ve vaat ettiklerinin en meşhuru olan kıyamet de şüphe götürmez bir gerçektir" denildiği zaman, siz, son derece sapkın olduğunuzdan dolayı, kıyameti garipseyerek dediniz ki; kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz; biz onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz; hakkında kesin bir bilgi de edinmiş değiliz. 33"Yaptıklarının kötülükleri onlara belirecek ve kendisiyle alay ettikleri şey, onları kuşatacaktır." Yani kıyamet günü günahkârlara, dünyada işledikleri günahlar, gerçek olan çirkin ve korkunç suretiyle görünecek ve onlar, akıbetinin vehametıni, yahut cezasını göreceklerdir. Zîrâ kötülüğün cezası kötülüktür. Ve onların, dünyada alay ettikleri ceza ve azap, kendilerini saracaktır. 34"Onlara denilecek ki: Siz dünyada bu kavuşma gününüzü unuttuğunuz gibi, bugün Biz de sizi unutacağız. Yeriniz de şu ateştir; sizin için hiç yardımcılar da yoktur." Yani siz dünyada bu gün için hazırlık yapmadığınız ve buna hiç aldırmadığınız gibi. Biz de bu gün unutulmuş kimse gibi sizi azapta bıraktık. 35"Bu durumunuzun sebebi şudur: siz Allah'ın âyetlerini alaya aldınız; dünya hayatı da sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklardır ve onlardan Allah'ı hoşnud etmeleri de istenmeyecektir." O gün Cehennem ehlinden, Allah'ı hoşnud etmeleri de istenmeyecek; çünkü artık onun zamanı geçmiş olacaktır. 36"Netice, hamdin (övgünün) tamamı, göklerin de Rabbi, yerin de Rabbi ve bütün âlemlerin de Rabbi olan Allah'a mahsustur." Yani netice olarak, övgünün bütün çeşitleri ve fertleri, yalnız Allah'a mahsustur; Allah'tan başka hiç kimse övgüye lâyık değildir. Âyette, Rab kelimesinin tekrar edilmesi, tekid için ve Allah'ın, onların her birinin Rabbi olmasının asalet yoluyla olduğunu bildirmek içindir. 37"Şu göklerde de, bu yerde de ululuk yalnız O'nundur. Zaten o, yegâne Azizdir, hakimdir." Nitekim Allah'ın ululuğunun eserleri ve hükümleri, göklerde de, yerde de apaçık görülmektedir. O, yegâne Galiptir ve bütün takdirlerinde ve icraatında hikmet sahibidir. O halde siz, O'na hamdedin; O'na tekbir getirin ve O'na itaat edin. Pey gamb erimiz den rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Câsiye sûresini okursa, hesap günü Allah, onun ayıplarını örter ve korkusunu teskin eder. |
﴾ 0 ﴿