MUHAMMED SÛRESİMekke'de, Diğer bir görüşe göre ise, Medine'de inmiştir; 38, yahut 39 âyettir. 1"Kâfir olanların ve Allah yolundan alıkoyanların iyi amellerini Allah boşa çıkarır." Bunlar, Bedir savaşında müşrik ordusuna yemek verenlerdir. Diğer bir görüşe göre ise, bunlar, müşriklerden on iki kişi olup insanları İslam'dan alıkoymaya çalışıyorlardı ve onlara küfrü emrediyorlardı. Bir diğer görüşe göre ise, bunlar, kitap ehlinden kâfir kalıp da, kendilerinden ve başkalarından müslüman olmak isteyenleri engellemeye çalışanlardır. Başka bir görüşe göre ise, bu, genel olup kâfir olup da islam'dan alıkoymaya çalışan herkesi kapsamaktadır. İşte Allah (celle celâlühü), bu anılan insanların iyi amellerini tamamıyla boşa çıkarmakta ve onları esersiz olarak zayi kılmaktadır. Ancak bu, amelleri önceleri geçerli iken sonra Allah, onları iptal eder, anlamında değildir. Fakat baştan itibaren o amelleri boş sayar, anlamındadır. Zîrâ bu anılan kâfirlerin, sılayı rahim, misafir ağırlama ve esirleri hürriyetlerine kavuşturmak gibi hayır işleri, îmân ile beraber olmadığı için baştan itibaren esersiz ve hükümsüzdür. Yahut Allah (celle celâlühü), Resulüne yardım etmek ve onun dinini bütün dinlerden üstün kılmak suretiyle o kâfirlerin, Resûlüllah hakkında kurdukları tuzakları ve insanları onun yolundan alıkoyma gayretlerini boşa çıkarmıştır. Bundan sonra gelecek 4. Âyet ile 8. Ayete en uygun olan mânâ da budur. 2"îman edip de sâlih ameller yapanların ve yegâne hak olarak rableri tarafından Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir." Bunlar, bir görüşe göre, Kureyş'ten bazı kimselerdir. Diğer bir görüşe göre ise, Ensar'dan bazı kimselerdir. Bir diğer görüşe göre, Ehl-i Kitap'tan îmân edenlerdir. Başka bir görüşe göre ise, bu, hepsini kapsayan genel bir hükümdür. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilene îmân da, makabline dâhil olduğu halde, onun ayrıca zikre tahsis edilmesi, bunun şânını tazim etmek, îmân edilmesi zorunlu olan hususlar içinde bunun yerinin önemine ve hepsinde asıl olduğuna dikkat çekmek içindir. İşte bundan dolayıdır ki, yegâne hak olmakla vasıflandırılmıştır. Diğer bir görüşe göre ise, onun yegâne hak olması, başka ilâhî kitaplar tarafından nesih edilmemesi, fakat kendisinin, başkalarını nesih edici olması itibarıyladır. Bu görüşe göre hak, zâil'in mukabilidir. Birinci görüşe göre ise, hak, bâtılın mukabilidir. Hulâsa: Allah bu bahtiyar insanların günahlarını îmân ve sâlih ameller ile örter ve onları din ve dünya işlerinde teyid etmek ve muvaffak kılmakla hallerini düzeltir. 3"Bunun sebebi şudur: Kâfir olanlar, kesinlikle bâtıla uymuşlardır; îmân edenler de, Rablerinden gelen o hakka uymuşlardır, işte böylece Allah, insanlara misâllerini vermektedir." A- "Bunun sebebi şudur: Kâfir olanlar, kesinlikle bâtıla uymuşlardır; îmân edenler de, Rablerinden gelen o hakka uymuşlardır." Yani kâfirlerin yaptıkları iyi işlerini boşa çıkarılmasının ve mü’minlerin günahlarının örtülmesinin ve gönüllerinin düzeltilip şâd edilmesinin sebebi şudur: birinci fırka, şeytana uymuşlardır. Nitekim Mücâhid de böyle tefsir etmiştir. İşte bu yüzden o fırka, yaptıkları küfrü ve İslam'dan alıkoymayı yapmışlardır. İkinci fırka da, Rablerinden gelen yegâne hakka uymuşlar da, yaptıkları Allah'a ve Kitabına olan îmânı ve sâlih amelleri gerçekleştirmişlerdir. Âyetin metnindeki bâtıl, hakkın mukabili olan bâtıl, yani aslı olmayan ve zail olan şey anlamına da alınabilir. Batılı, faydasız anlamına almak ise, uygun değildir; çünkü küfür ve haktan alıkoymak, ondan daha çirkindir. Bu itibarla onun, kâfirlerin amellerinin boşa çıkarılmasının yegâne sebebi olarak sayılmasının bir izahı yoktur. Bu nokta, iyice düşünülmelidir. Âyetteki bâtıldan, küfrün ve haktan alıkoymanın kendisi, haktan da, îmân ile sâlih amellerin kendisi kastediliyor olabilir. B- "İşte böylece Allah (celle celâlühü), insanlara misâllerini vermektedir." Yani Allah, garabette meseller gibi sayılan, iki fırkanın hallerini ve vasıflarını beyân etmektedir ki, bu da, birinci fırkanın bâtıla uyup hüsrana uğramaları ve ikinci fırkanın da hakka uyup saadet ve felâha erişmeleridir. 4"Artık savaşta kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara ağır bir darbe indirip sindirince, onları esir alıp koruyun. Artık esirleri ya fidyesiz olarak lütfen, yahut fidye karşılığında salıverin, işte savaş evzârını/silâhlarını ve bineklerini bırakincaya (sona erinceye) kadar hüküm budur. Allah, dileseydi, onlardan (savaşsız olarak da) intikam alırdı. Fakat (savaş vesilesiyle) sizi birbirinizle denemek ister. O kimseler ki, Allah yolunda öldürülmüşlerdir, Allah, onların yaptıklarını hiçbir zaman boşa çıkarmayacaktır." A- "Artık savaşta kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara ağır bir darbe indirip sindirince, onları esir alıp koruyun. Artık esirleri ya fidyesiz olarak lütfen, yahut fidye karşılığunda sakverin. İşte savaş evzarını / silâhlarını ve bineklerini bırakıncaya (sona erinceye) kadar hüküm budur." Bu hüküm, makabline terettüp etmektedir. Zîrâ kâfirlerin yaptıkları iyi işlerin boşa çıkarılıp hüsrana uğratılmaları ve mü’minlerin hallerinin düzeltilip saadet ve felâha erdirilmeleri, her iki tarafa da lâyık oldukları hükümlerin terettüp etmesini gerektirmektedir. Yani durum böyle olduğuna göre, savaşta kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen onların boyunlarım vurun. Nihayet onlara ağır bir darbe indirip sindirince, onları esir alıp koruyun. Savaş sona erince de, ya o esirleri fidye almadan, yahut fidye karşılığmda sakverin. Bu âyet, savaşta mağlup edilen kâfirlerin, öldürülmek ile esir alınmak arasında ve esir alınanların da fidye siz veya fidye karşılığmda sakverilmeleri arasında muhayyerlik hükmünü ifâde etmektedir. Bu hüküm İmam Şafiî'ye göre sabittir. Biz Hanefîlere göre ise, bu hüküm nesih edilmiştir. Hanefî âlimleri derler ki; bu âyet, Bedir savaşında nâzıl olmuştur; sonra hükmü nesli edilmiştir. Bu konudaki hüküm, ya öldürülmeleridir, yahut esir alınıp köle yapılmalarıdır. Mücâhid diyor ki: "Bugün savaş esirleri için fîdyesiz veya fidye karşılığı sakverilmek yoktur; ya müslüman olurlar, yahut boyunları vurulur." İmam Şafiî'ye göre, savaşların sona ermesi kaydı, anılan dört hükmün her biri için veya hepsi içindir. Yani müşriklere karşı uygulanan bu hüküm, onlarla olan savaşlar tamamen sona erinceye kadar ve onların savaş gücü kalmayincaya kadar devam eder. Diğer bir görüşe göre ise, yani Hazret-i İsâ, nazil oluncaya kadar devam eder. İmam Ebû Hanife'ye göre ise, eğer savaştan, Bedir savaşı kastediliyorsa, anılan kayıt, fidyesiz ve fidye karşılığmda salıvermek içindir. Yani Bedir savaşı sona erinceye kadar esirlerin fidyesiz ve fidye karşılığmda salıverilmeleri hükmü uygulanır. Ama eğer bu savaş, genel olup bütün savaşları kapsıyorsa, anılan kayıt, boyunlarını vurmak ve onları esir almak içindir. Yani savaşlar tamamen sona erinceye ve müşriklerin savaş gücü kalmayincaya kadar bu hüküm uygulanır. Diğer bir görüşe göre ise, âyetin metnindeki "evzâr" günahlar demek olup yani müşrikler, şirklerini ve günahlarını bırakıp müslüman oluncaya kadar, demektir. B- "Allah, düeseydi, onlardan (savaşsız olarak da) intikam alırdı. Fakat (savaş vesilesiyle) sizi birbirınizle denemek ister." Yani Allah, dileseydi, savaşsız olarak da, bazı helâk ve kökten yok etme yollarıyla da o kâfirlerden intikam alırdı. Fakat Allah, sizi birbırinizle denemek için bunu dilemedi. Böylece size savaşı emir buyurdu ve sizi kâfirlerle denedi ki, onlarla cihat edesiniz de, vaadi gereğince büyük sevaplar kazanasiniz; kâfirleri de sizinle denedi ki, onların azabının bir kısmını sizin elinizden onlara tattırsın. Ta kı, o kâfirlerin bir kısmı, küfürden caysınlar. C- "O kimseler ki, Allah yolunda öldürülmüşlerdir, Allah, onların yaptıklarını hiçbir zaman boşa çıkarmayacaktır." Yani şehit olanların, yahut cihat edip de öldürenler ve öldürülenlerin yaptıklarını Allah, zayi etmeyecektir. Katâde'den rivâyet olunduğuna göre, bu kelâm, Uhud savaşı hakkında nazil olmuştur. 5Bak. Âyet 6. 6"Allah, onları selâmete çıkaracak; gönüllerini şâd edecek ve onları kendilerine tarif ettiği Cennete koyacaktır." Yani Allah, onları dünyada her şeyin en faydahsina ve âhirette de mükâfata erdirecektir. Yahut onlari hidâyet üzerinde sabit kılacaktır. Ve onların gönüllerini şadedecek ve dünyada kendilerine tarif edip vasıflarını zikrettiği ve kendilerinin de iştiyak duydukları Cennete, yahut herkesin, yaratıldığı zamandan beri sanki oradaymış gibi yerini bilecek ve onu bulacak şekilde beyân ettiği Cennete koyacaktır. Mukâülden rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Dünyada kişinin amelinin tespiti ile görevli olan melek, Cennette onun önünden yürür ve Allah'ın, kendisine verdiği her şeyi ona tarif eder. Yahut Allah, onları, kendileri için pek hoş kıldığı, yahut ifraz edip hudutlarını tayin ettiği Cennete koyacaktır. 7"Ey îmân edenler! Siz Allah'ın dinine, Resulüne yardım ederseniz, o da, size yardım eder; ayaklarınıza da sebat verir." Yani eğer siz Allah'ın dinine ve resulüne yardım ederseniz, Allah da, düşmanlarınıza karşı sizi muzaffer eder ve size fetihler müyesser eder ve savaş meydanlarında, yahut İslam dininde size sebat verir. 8"Kâfirlere gelince, kahrolasıcalar! Allah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." 9"Bunun sebebi şudur: onlar, Allah'ın indirdiğinden nefret etmişlerdir. Allah da, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." Yani onların Allah'ın kahrına uğramalarının ve yaptıklarının boşa çıkarılmasının sebebi şudur: onlar, Allah'ın indirdiği Kur’ân'dan, içinde tevhîd itikadı ve kötülük emmâresi (her zaman kötülüğü emreden) nefislerinin arzulayip akşik olduğu kötü hareketlerine muhakf olan hak dinin diğer hükümlerinden nefret etmişlerdir. İşte bundan dolayı Allah da, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Eğer onlar îmân sahibi olsalardı, yaptıkları iyi işlerinden dolayı mükâfat göreceklerdi. 10"Yeryüzünde dolaşmazlar mı ki, kendilerinden önceki kâfirlerin sonları nice olmuştur, görsünler! Allah onları yerle bir etmiştir. Bu kâfirler için de onların benzeri vardır." Yani onlar, yerlerinde oturdular; yeryüzünde dolaşmadılar ki, kendilerinden önce hakkı yalanlayan kâfirlerin sonları nice olmuştur, görsünler! Zîrâ o eski kâfirlerin, yurtlarındaki tarihî eserleri, onlar hakkında bilgi vermektedir. Allah, o kavimleri de, ailelerini de, mallarını da yok etmiştir. İşte onların yolundan giden bu kâfirler için de o akıbetlerin, o azapların benzeri vardır. Nitekim bu kâfirler, hafife alıp zayıf gördükleri mü’minlerin eliyle öldürüldüler ve esir alındılar. Bu ise, genel bir sebeple helâk olmaktan da daha beterdir. Diğer bir görüşe göre ise, mânâ şöyledir: Allah, o eski kâfirleri dünyada helâk buyurdu; âhirette de onlar için buna benzer azaplar vardır. 11"Bunun sebebi şudur: şüphesiz Allah, îmân edenlerin mevlâsıdır. Kâfirlere gelince, onların mevlâsi (koruyucusu) yoktur." Yani mü’minlerin mevlâsi, Allah'tır; düşmanlarına karşı kendilerine yardım etmektedir. Kâfirlere gelince, onların uğradıkları ceza ve azabı kaldıracak yardımcdarı yoktur. Bu, "Sonra o kâfirler, hak mevlaları olan Allah'a döndürülürler." (Sümme ruddû ile'Uâhi mevlâhümü'bhakkı) (En'âm: 62) âyetiyle çelişmez; çünkü orada mevla, mâlik anlamındadır. 12"Şüphe yok ki, Allah, îmân edip de sâlih ameller yapanları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır. Kâfirler ise, bu dünyadan faydalanırlar (zevk-ü sefasını sürerler); hayvanların yediği gibi (akıbetlerinden gafil olarak) yerler. Onların son durağı da ateştir." A- "Şüphe yok ki, Allah, îmân edip de sâlih ameller yapanları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır." Bu, Allah’ın, mü’minlere olan velÂyetini, hükmünü ve uhrevî semeresini beyân etmektedir. B- "Kâfirler ise, bu dünyadan faydalanırlar (zevk-ü sefasını sürerler); hayvanların yediği gibi (akıbetlerinden gafil olarak) yerler. Onların son durağı da ateştir." 13"Ey Resûlüm! Seni sürüp çıkaran kentten kuvvetçe daha çetin olan bir çok kentleri helâk etmişizdir. Onlar için hiç bir yardımcı da yoktu." Daha önce onların endi imkânlarıyla ilâhî azaptan kurtulamayacakları beyân edilmişti; burada da başkalarının yardımıyla da kurtulamayacakları beyân edilmektedir. 14"Artık Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mıı hiç!" Bu kelâm, iki fırkanın, yani mü’minler ile kâfirlerin birbirine zıt olduğunu, mü’minlerin, Alay-i Iliyyînde (yüceler yücesinde), kâfirlerin ise, esfeli safilinde (aşağıların aşağısında) olduklarını ve her birinin bu hahnin sebebini açıklamaktadır. Yani durum böyle değil mi? Şimdi, bütün işlerinin mâliki ve mürebbisi olan Allah tarafından gönderilmiş bulunan, apaçık bir hüccet ve ışık saçan bir burhan olan Kur’ân-ı Kerim ve diğer mucizeler ve akli delillere, sahip olan kimse, çirkinlerin en çirkini olan şirki ve diğer günahları kendisine süslü gösterilen ve doğru bir hüccet şöyle dursun, halinin doğru olması şüphesi dahi mevcut olmaksızın, kötü heveslerine uyan ve çeşitli dalâletlere batmış olan kimse gibi olur mu hiç! 15"Takva sahiplerine vaat olunan Cennetin acayip vasıfları şöyledir: orada (tadı, kokusu) bozulmayan sudan ırmaklar, tadı bozulmayan sütten ırmaklar, içenlere sadece lezzet veren şaraptan ırmaklar ve safi baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi de onlarındır. Orada Rablerinden bağışlama da vardır. Bunlara sahip olan, o ateşte sonsuz kalan ve bağırsaklarını parçalayan kaynar su içirilen kimseler gibi olur mu hiç!" A- "Takva sahiplerine vaat olunan Cennetin acayip vasıfları şöyledir; orada (tadı, kokusu) bozulmayan sudan ırmaklar, tadı bozulmayan sütten ırmaklar, içenlere sadece lezzet veren şaraptan ırmaklar ve safi baldan ırmaklar vardır." Burada, az önce mü’minlere vaat edilen Cennetin güzellikleri ve Cennetin altından aktıkları belirtilen ırmaklarının keyfiyeti beyân edilmektedir. Burada mü’minlerin, takva sahipleri olarak ifâde edilmeleri, bize bildiriyor ki, îmân ve sâlih ameller de, takvanın kapsamına dâhildir. Takva ise, bütün vacipleri ifâ etmekten ve bütün kötülükleri terk etmekten ibarettir. Cennet şarabının sadece lezzet vermesi, kötü tadı, kötü kokusu, sarhoşluğu ve baş ağrısı olmaksızın, sırf zevk ve lezzet vermesi demektir. Cennet balının safi olması, bal mumu, arının pisliği ve diğer şeylerden safi olmasıdır. Bu vasıflar, Cennet içecekleri için, dünyada onların nevinden olan içeceklerin üstün vasıflarıyla temsil vermek kabil indendir. B- "Orada meyvelerin her çeşidi de onlarındır. Orada Rablerinden bağışlama da vardır. Bunlara sahip olan, o ateşte sonsuz kalan ve bağırsaklarını parçalayan kaynar su içirilen kimseler gibi olur mu hiç!" Yani Cennet ehlinin mezkûr leziz içeceklerine karşın, Cehennem ehtinin içecekleri de, bağırsaklarını parçalayan kaynar su olacaktır. Deniliyor ki, bu su, onlara yaklaştırılınca, yüzleri kavrulur ve kafalarının derisi soyulur. Onu içtikleri zaman da, bağırsakları parçalanır. 16"Onlardan kimileri de var ki, seni dinlerler; fakat senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilmiş olan kimselere: "az önce ne demişti?" diye alay maksadıyla sorarlar. İşte onlar o kimselerdir ki, Allah, kalpleri üzerine mühür basmıştır. Onlar da hava ve heveslerine uymuşlardır." Bunlar münafıklar idder; Peygamberimizin meclisine gelip kelâmını dinliyorlardı. Fakat bu işi ciddiye almadıkları için söylenenleri kafalarına almıyorlardı ve o meclisten çıktıkları zaman, zahiren öğrenmek için, fakat asıl maksatları alay etmek için, Peygamberimizin ne söylediğini sahabîlere soruyorlardı. İşte bu münafıklar, hayra yönelmedikleri için Allah da, onların kalbini mühürlemiştir. Bu yüzden de onlar, bâtıl arzularına uyarak o hayırsız işlerini yapmışlardır. 17"Hidâyete ermiş olanlara gelince, Allah, hidâyetlerini arttırır ve takvalarını lütfeder." Yani Allah, hak yoluna yönelenlerin tevfik ve ilham ile hidâyetlerini arttırır ve takvalarına yardım eder ve mükâfatını verir. Yahut sakınmaları gereken şeyleri onlara beyân buyurur. 18"Onlar, artık, ancak kıyametin ansızın gelip çatmasını bekliyorlar! Şüphesiz kıyametin alâmetleri belirmiştir. O, onlara gelip çattığı zaman, ibret almalarının onlara artık ne faydası olur?" A- "Onlar, artık, ancak kıyametin ansızın gelip çatmasını bekliyorlar! Şüphesiz kıyametin alâmetleri belirmiştır." Yani bunlar, eski ümmetlerin başına gelen korkunç hâdiseleri anlatmaktan ve kıyametin geleceğini ve onun büyük azaplarını dinlemekten öğüt almıyorlar ve ibret almak için ancak, kıyametin ansızın bizzat gelmesini bekliyorlar. Kıyametin gelmesinden başka, ibret almaları için bekledikleri bir şey de kalmamıştır; çünkü kıyametin alâmederi gerçekleştikleri halde onlar, başlarını kaldırıp da bunları, kıyametin ön işârederi olarak saymamışlardır. O halde kıyametin gelmesi, onlar için mutlaka ansızın olacaktır. Bu kıyamet alâmetlerinden murat, Peygamberimizin gelmesi, ayın yarılması ve benzerleridir. B- "O, onlara gelip çattığı zaman, ibret almalarının onlara artık ne faydası olur?" Bu kelâm, onların, ibret almayı kıyametin gelmesine tehir etmekle hata işlediklerine ve fikirlerinin sakat olduğuna hükmederek, kıyamet geldiğinde ibret almanın imkânsız olduğunu beyân etmektedir. Nitekim diğer bir âyette de söyle denilmektedir: "O gün insan ibret abı; fakat ibret almanın artık ne faydası var!" 19"O halde ey Resûlüm! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kendinin de, erkek mü’minlerin de, kadın mü’minlerin de günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, son olarak duracağınız yeri de bilmektedir." A- "O halde ey Resûlüm! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Kendinin de, erkek mü’minlerin de, kadın mü’minlerin de günahlarının bağışlanmasını dile!" Yani saadetin yegâne medarının tevhîd ile itaat olduğunu, bedbahtlığın medarının ise, şirk ve isyan olduğunu anladığına göre, artık sen, üzerinde bulunduğun vahdaniyet ilmi ile onun gereğince amel etmekten asla ayrılma. .. Peygamberimizin günahlarından murat, ondan sâdır olması muhtemel olan evlânın terkidir. Bunun günah olarak ifâde edilmesi, Peygamberimizin yüce makamına göredir. Buna nasıl hayır! Denilebilir ki, sâlih insanlara göre iyilik sayılan (günah olmayan) bazı hareketler, mukarrabîn (Allah çok yakın olan) zâtlar için hata telakki edilebilir. Bir de Peygamberimiz için bu emir (günahlarının bağışlanmasını dile), tevazu içinde olmak, nefsi sindirmek ve amelleri kifayetsiz saymak kabilinden de olabilir. Peygamberimizin, erkek ve kadın mü’minlerin günahlarının bağışlanmasını dilemesi, duâ ile olduğu gibi, günahlarının bağışlanmasını gerektiren hayırlı işlere teşvik buyurmasıyla da olabilir. B- "Allah, gezip dolaştığınız yeri de, son olarak duracağınız yeri de bilmektedir." Yani Allah, sizin dünyada mutlaka geçmeniz gereken aşamaları da bilir; âhirette son ikâmet yerinizi de bilir. Binâenaleyh Allah, ancak, her iki dünyanız için de hayırlı olanı size emreder. O halde siz de, size verilen emirlere uyamaya acele ediniz. Zîrâ her iki cihanda da sizin için en önemli olan budur. Diğer bir görüşe göre ise, yani Allah, sizin bütün hallerinizi bilir; hiçbir haliniz O'na gizli kalmaz. 20"îman etmiş olanlar: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı!" derler. Fakat kesin hüküm ifâde eden bir sûre indirilip de, onda savaştan söz edilince, kalplerinde bir çeşit hastalık bulunanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yazıklar olsun!" Bu insanlar, önce, cihada olan ihtiraslarından dolayı bunu istemişler; fakat savaşın vücubunu ifâde etmekten başka bir mânâya muhtemel olmayan bir sûre nazil olup da onda savaştan söz edilince, kalplerindeki din zafiyetinden dolayı, yahut nifak hastalığından dolayı -ki nazm-ı kerimin siyakına en uygun ve en zahir olan da budur- pek şiddetli bir korku ve paniğe düşerler. Katâde'den rivâyet olunduğuna göre, savaştan bahseden her sûre, muhkemdir; hükmü nesh edilmemiştir. 21"Onların vazifesi, itaat ve güzel sözdür. Artık o iş ciddiye binince, Allah'a sâdık kakaydılar, elbette kendileri için hayırlı olurdu." Yahut eğer îmânda Allah'a sâdık kakaydılar ve bunda, kalpleri de lisanlariyla birleşseydi... Bu kelâm delâlet ediyor ki, kalplerinde hastalık bulunanların hepsi buna iştirak etmişlerdir. 22"Şu halde iktidarı ele alsanız, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya ve akrabalık bağlarını koparmaya dönmüş olmaz mısın." Yani sizin bu durumunuza göre, siz, insanlar üzerinde iktidar sahibi ve âmir olsanız, hükümdarlığa ve dünyalığa olan ihtirasınızdan dolayı böyle olmaz imsiniz? Zîrâ siz cihad ile emir olunduğunuzda, tamamen hayır ile salâh sahibi olmaya ve her şer ile fesadı def etmeye yönelik olan bu emir karşısında sadece itaate memur olduğunuz halde, din zafiyetine ve dünya ihtirasına delâlet eden bu haberinizi göre kimse, elinize fırsat geçip âmir duruma geldiğiniz takdirde yeryüzünde bozgunculuk yapacağınızı ve akrabalık bağlarını koparacağınızı bekler. Diğer bir görüşe göre ise mânâ şöyledir: Eğer siz İslam'dan dönerseniz, cahiliyye dönemindeki halinize, yani soygun, talan, akrabalık bağlarını kesmek ve kız çocuklarını diri diri gömmek gibi yeryüzünde bozgunculuk yapmanız beklenir. 23"İşte onlar, Allah'ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir." Yani o muhataplar, Allah'ın, rahmetinden uzaklaştırdığı, kendi kötü tercihleri sebebiyle, hakkı dinlemekten sağır kıldığı ve enfüs ile afakta yaratılmış olan âyetleri görmekten kör ettiği kimselerdir. 24"Onlar bu Kur’ân'ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerine kilitler mi vurulmuştur?" Yani onlar, dünyevî ve uhrevî cezalara, azaplara maruz kalmamak için niçin Kur’ân'daki öğütleri ve uyarıları düşünmezler, tetkik etmezler? Yoksa kalpleri üzerine kiktler mi vurulmuş da, kalplerine hiç öğüt ulaşmıyor? 25"Şüphesiz o kimseler ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarını dönmüşlerdir, onları şeytan fitlemiş ve çok umutlandırmıştır." Yani şüphesiz o kimseler ki, kendilerine doğru yol, apaçık dekdlerle ve üstün mucizelerle belli olduktan sonra tekrar eski küfürlerine dönen kimseler. .. bunlar, bundan önceki âyetlerde kalp hastalığı ve çirkin fiiller ve hallerle vasıflandırılan münafıklardır. Diğer bir görüşe göre ise Yahudilerdir. Bir diğer görüşe göre ise Ehl-i Kitâb olan Yahudiler ile Hıristiyanlardır. Onlar, Peygamberimizin sifadarım kitaplarında gördükten ve o sıfatların sahibinin Peygamberimiz olduğunu anladıktan sonra kendisini inkâr ettiler. Diğer bir görüşe göre, (âyetin son cümlesi olan ve şeytan onları çok umutlandırmıştır, yerine) Allah, onların hak ettiği cezayı acilen vermeyip kendilerine mühlet vermiştir. 26"İşte bunun sebebi şudur: Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "bazı hususlarda size itaat edeceğiz" demişlerdi. Halbuki onların gizlediklerini Allah bilmektedir." Bu işaret (işte bunun), zikredilen irtidatlarıni ifâde etmektedir; yoksa Vahidi'den nakledildiği gibi, umutlandırmayı (veya mühlet vermeyi) işaret etmediği gibi, kimilerinin dediği gibi, şeytanın fitlemesini de göstermez. Zîrâ bunların hiç birisi, gelecek sözün sebebi olamaz. Bunu (bazı hususlarda size itaat edeceğiz) söyleyenler, münafıklar idi; yoksa kimilerinin dediği gibi, Peygamberimizin sıfatlarını Tevrat'ta gördükten sonra onu inkâr eden Yahudiler değildi. Zîrâ onlardan sâdır olması farz edilse de onların küfrü, bu sebepten dolayı değil; fakat onların küfrü, Peygamberimizin gelmesiyle, başlamıştı. Bu görüşe göre, Yahudilerin, bunu münafıklara veya müşriklere söylemiş olmaları arasında bir fark yoktur. Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlar, Kur’ânin Allah katından indirildiğini bildikleri halde onun, kendilerine indirilmesini umdukları için, Resûlüllah'a indirilmesini çekemeyerek bundan hoşlanmayan Yahudilerdir. Yoksa kinlilerinin dediği gibi, bu hoşlanmayanlardan murat, müşrikler değildir. Nitekim onların: "Bazı hususlarda size itaat edeceğiz" demeleri de, kesin olarak, "Münafıkların, Kıtâb ehlinden kâfir olan dostlarına: Eğer siz yurdunuzdan çıkarıhrsanız, hiç şüphesiz biz de sizinle beraber çıkacağız; sizin aleyhinizde kimseye asla uy amayız. Eğer savaşa tutuşursanız, hiç şüphesiz size yardım edeceğiz." (Haşr: 11) âyetinde kendilerinden, hikâye edilen sözlerinden ibarettir. Bu münafıkların dostluk ve ittifak kurdukları Yahudiler, Kurayza Oğulları ile Nadîr Oğulları Yahudileri idi. Münafıkları, Yahudilere: Söyledikleri, "bazı hususlarda size itaat edeceğiz" sözleriyle, onlara itaat etmeyeceklerine işaret ettikleri diğer bazı hususlardan kastettikleri, anılan Yahudilere karşı savaş başlamadan ve onlar yurtlarından çıkarılmadan önce küfürlerini açığa vurmayacakları ve gerçek durumlarını ilan etmeyecekleridir. Zîrâ bu münafıklar, zahiren mü’min görülmekten dolayı birtakım dünyevî menfaatleri olduğu için, gerçek yüzlerini göstermelerini zorunlu olarak gerektirecek durum hâsıl olmadıkça durumlarını açığa vurmak istemiyorlardı; bunu Yahudilere ancak gizlice söylüyorlardı. Nitekim "Halbuki onların gizlediklerim Allah bilmektedir." Cümlesinden de anlaşılmaktadır. Yani Allah, onların Yahudilere gizlice söylediklerini, yahut bunun da dâhil olduğu bütün sırlarım bilmektedir. 27"Ya melekler, onların suratlarına ve sırtlarına vura, vura canlarını alırken halleri nice olacak!" Yani onlar, hayatlarında baş vurdukları hilelere baş vuruyorlar da, ya feci halde can verirken halleri ne olacak! Bu ilâhî ifâde, onların çok korkunç ve feci şekilde can vereceklerinin tasviridir. İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Bir kimse, bir günahta ısrarlı olarak ölürse, mutlaka melekler onun canini alırken suratına ve sırtına vururlar." 28"Bunun sebebi şudur: Onlar, gerçekten Allah'ın gazaba gelmesine sebep olan şeylerin ardına düştüler ve O'nu tazı edecek şeylerden hoşlanmadılar. Allah da, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır." Yani bu korkunç ölümlerinin sebebi şudur: o münafıklar, gerçekten Allah'ın gazaba gelmesine sebep olan küfrün ve günahların ardına düştüler ve Allah'ı hoşnud eden îmân ve itaatten hoşlanmadılar. Nitekim onlar, îmândan sonra küfre döndüler ve anılan Yahudilerle olan muameleleriyle itaatten çıktılar. İşte bundan dolayı Allah da, onların, sahte îmânla beraber, yahut ondan sonra yaptıkları iyi işlerini de boşa çıkarmıştır. Eğer onlar, bu iyi işlerini gerçek îmânla yapmış olsalardı, onların iyi sonuçlarını göreceklerdi. 29"Kalplerinde nifak hastalığı bulunan kimseler, yoksa Allah'ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?" Bunlar, şeni halleri açıklanan o münafıklardır. Burada da, eski vasıflarıyla vasıflandırılmışlar, çünkü onların teşhir edilmelerinin sebebi budur. Yani kalplerinde mü’minlerin kini ve düşmanlıği bulunan o münafıklar, onların bu kinlerini ortaya çıkarmayacağım mı, içlerinde besledikleri düşmanlığı Resûkdlah'a ve mü’minlere açıklamayacağını mı ve durumlarının böyle gizli kalacağını mı sandılar? İşte bu sandıkları, ihtimal dâhilinde değildir. 30"Ey Resûlüm! Biz dileseydik, onları elbette sana gösteriridik de, onları simalarından kesinlikle tanırdın. Yemin olsun kı, sen onları konuşma tarzından muhakkak tanıyacaksın. Zaten Allah, yaptıklarınızı bilir." A- "Ey Resûlüm! Biz dileseydik, onları elbette sana gösteriridik de, onları sunalarından kesinlikle tanırdın. Yemin olsun ki, sen onları konuşma tarzından muhakkak tanıyacaksın." Yani Biz dileseydik, onları öyle alâmetlerle sana anlatırdık ki, görmeye yakın bir bilgi ile onları, anlattığımız alâmederden hemen tanırdın. İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu âyet indikten sonra hiçbir münafık artık Resûlüllah'a gizli kalmadı; onları simalarından tanırdı. Bir gaza sırasında aramızda dokuz münafık vardı. İnsanlar onlardan şikâyet ediyorlardı. Nihayet bir gece yattılar; sabahleyin uyandıklarında her münafık şahsın üstünde "bu münafıktır" diye bir yazı görüldü." B- "Zaten Allah, yaptıklarınızı bilir." İşte bundan dolayı Allah, sizin niyetinize göre amellerinizin karşılığını verecektir. Bu kelâm, mü’minler için mükâfat vaadidir ve mü’minlerin halinin, münafıkların, halinin aksi olduğunu bildirmektedir. 31"Yemin olsun ki, içinizden mücahidler ile sabredenleri anlayıncaya ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi hiç şüphesiz imtihan edeceğiz." Yani Yemin olsun ki, içinizden mücahidler ile cihadın meşakkatlerine sabredenleri, mükâfatın taalluk ettiği fiilî ilim ile anlayıncaya ve amellerin güzellik ve çirkinliğini açıklayıncaya kadar sizi hiç şüphesiz imtihan edeceğiz. 32"O kimseler ki, kendilerine doğru yol belli okluktan sonra kâfir olmuşlar ve Allah'ın yolundan alıkoymuşlar ve peygambere eziyet etmişlerdir, onlar, Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah ise, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır." Yani o kimseler ki, Tevrat'ta gördükleri sıfatları ve eliyle gösterilen mucizeleri ve ona nazil olan âyetleri görmekle, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra kâfir olmuşlar ve insanları Allah'ın yolundan alıkoymuşlar ve peygambere düşmanlık ve eziyet etmişlerdir, onlar, bu küfürleri ve islam'a engel olmak gayretleri ile, Allah'a, yahut Allah'ın Resulüne hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah ise, dinini engelleme yolunda kurdukları planları, tuzakları ve Resûlüllah'ı yolundan alıkoymak için ona ettikleri düşmanlıkları ve eziyetleri boşa çıkaracaktır. Sonuçta onlar, bu yaptıklarıyla amaçlarına ulaşamayacaklar ve onlar için doğuracağı sonuç, öldürülmeleri ve yurtlarından sürülmeleri olacaktır. Bu âyet, Kurayza Oğulları Yahudilerini, yahut Bedir savaşında müşrik ordusunu yedirenleri anlatmaktadır. 33"Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin; peygambere de itaat edin ve işlerinizi boşa çıkarmayın." Yani ey îmân edenler! Bunların yaptıkları gibi siz de, iyi amellerinizi, küfür, nifak, kendini beğenmiştik, riya, başa kakma ve eziyet gibi şeylerle boşa çıkarmayın. Bu âyet, iyi amellerin, büyük günahlarla iptal edüdiğine (hiçe indirilmekte olduğuna) delil olamaz. 34"O kimseler ki, kâfir olmuşlar ve insanları Allah'ın yolundan, alıkoymuşlardır, sonra da kâfir olarak ölmüşlerdir, işte Allah, onları hiçbir zaman bağışlamayacaktır." Bu âyet, Bedir'de öldürülüp cesetleri oradaki kör kuyuya atılan müşrikler hakkında nâzil olmuş ise de, bu hüküm, kâfir olarak ölen herkesi kapsamaktadır. 35"Artık siz üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Zaten Allah, sizinle beraberdir. O, amellerinizi de asla zayi etmeyecektir." Yani siz üstün ve galip durumda iken zafiyet gösterip silahınızı bırakarak düşmanlarınızı barışa çağırmayın; çünkü bu, sizin için zillettir. Ve sizin üstün olmanız ve Allah'ın sizinle beraber olması, keza Allah'ın, sizin amellerinizi zayi etmemesi, zillet ve yakarışı vehmettirecek davranışlardan sakınmanızı gerektiren en kuvvetli sebeplerdendir. Ehl-i Sünnet itikadına göre, ameller, mükâfat gerektirmediği (zorunlu kılmadığı, iyi ameller olsa da mükâfatlar, yine. Allah'ın lütfü olduğu) halde, burada, mükâfatın verilmemesinin, hakkın zayi edilmesi olarak ifâde edilmesi, mükâfatın, kazanılmış bir hak olarak ve mükâfatın verilmemesi de, büyük hakların zayi ve yok edilmesi olarak tasvir edilmesi suretiyle Allah'ın son derece lütufkâr olduğunu ifâde etmek içindir. Bu konunun izahı, Al-i İmrân: 195. âyetinin tefsirinde geçti. 36"Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Siz îmân eder ve günahlardan sakınırsanız, Allah, mükâfatınızı size verir. O, sizden mallarınızı tamamen harcamanızı da istemiyor." Yani hayatı bir oyun ve eğlence, gibi geçicidir; kalıcı değildir ve hayra vesile olmayan bir dünya hayatının hiçbir değeri yoktur. Siz îmân ederseniz ve günahlardan sakınırsanız, Allah, yarışçıların yaraşmaları gereken bu yegâne kakçı iyilikler olan îmân ve takvanızın mükâfatını size verir. Allah, sizden mallarınızın tamamını harcayıp da, geçiminizi bozmanızı da istemiyor; O'nun istediği, mallarınızın az bir miktarı olan kırkta birini fakirlere vermenizdir. 37"Eğer mallarınızın tamamını isteseydi de, sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve o, kininizi ortaya çıkarırdı." Âyetteki "o" (o, kininizi ortaya çıkarırdı) zamiri, Allah'ı ifâde eder, yahut cimriliği ifâde eder. 38"İşte siz, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. Ama içinizden kiminiz cimrilik ediyor, Kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimri davranmış olur.' A- "İşte siz, Allah yolunda harcamaya çağırıhyorsunuz. Ama içinizden kiminiz cimrilik ediyor." Bu kelâm, muhatapların tutumunu ağır bir şekilde kınamakta ve bundan dolayı onları tahkir etmektedir. Allah yolunda harcama, din uğruna gaza, zekât ve diğerlerini kapsamaktadır. B- "Kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimri davranmış olur." Zîrâ infakın faydaları da, cimriliğin zararları da kendisine aittir. Zaten Allah, Ganidir, siz ise fukarasınız Yani Allah'ın size emir buyurduğu harcama, sizin ondaki menfaatlere muhtaç olmanızdan dolayıdır. Artık siz bu emirleri yerine getirirseniz, sizin lehinizedir; ama yüz çevirirseniz, bu da sizin aleyltiıtizedir. Eğer siz yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir; sonra onlar sizin gibi de olmazlar. Yani eğer siz, îmân ve takvadan yüz çevirirseniz, yerinize başka bir kavmi getirir; sonra onlar, sizin gibi îmândan ve takvadan yüz çevirmezler; aksine imâna da, takvaya da çok rağbet edecekler. Bir görüşe göre onların yerine gelecek kavimden murat, Ensar'dır (Medine'li müslüinanlardır). Diğer bir görüşe göre ise onlar, meleklerdir. Bir başka görüşe göre ise o kavim, Fars halindir. Zîrâ rivâyet olunuyor ki, Peygamberimize bu kavmin kimler oldukları soruldu ve o sırada Selman el-Farisî de yanında bulunuyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz, eliyle Selman'in uyluğuna vurup: "Bu adam ile kavmidir. Nefsim, kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, eğer îmân, Ülker yıldızına bile asılı olsaydı, muhakkak Fars'tan bazı adamlar ona ulaşırlardı." buyurdu. Diğer bir görüşe göre bu kavim, Kinde'dir. Başka bir görüşe göre ise, Naha' kavmidir. Diğer bir görüşe göre, Acemdir. Bir diğer görüşe göre de bunlar, Rum'lardır. Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Muhammed sûresini okursa, Allah'ın, Cennet ırmaklarından ona içirme hakkını kazanmış olur." |
﴾ 0 ﴿