FETİH SÛRESİ

Bu sûre, Resûlüllah, Hudeybiye'den dönerken inmiştir; 29 âyetti

1

"Ey Peygamberim! Biz, gerçekten sana apaçık bir fetih, bahşettik."

Bir memleketin fethedilmesi, kuvvet zoruyla veya sulhla, savaşla veya savaşsız olarak fethedilmesi / açılması demektir. Çünkü orası alınmadığı müddetçe, İslam'a kapalı sayılır.

Fetih, Allah'a isnâd edilmiş, çünkü kullann fiilleri, yaratma ve icad olarak Allah’a ıstınâd etmektedir.

Bu fetihten murat, Mekke fethidir. Hazret-i Enes'ten rivâyet edilen de budur. Peygamberimiz, Hudeybiye'den dönerken kendisine bu fetih müjdelenmişti.

Diğer bir görüşe göre ise, bu fetihten murat, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı sene gerçekleşen Hayber fethidir. Mücahıd'den rivâyet edilen de budur.

Bir diğer görüşe göre ise, bu fetih, Hudeybiye sulhudur. Zîrâ Hudeybıye'de şiddetti savaş ve hatta iki taraf arasında oklar ve taşlarla atışma olmamışsa da, bu sulhu müşrikler teklif ettikleri için, galibiyet müslümanların sayılır ve şüphe götürmez bir fetih kabul edilir.

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, Hudeybiye antlaşmasından önce müslümanlar, müşriklere, oklar yağdırmışlar ve nihayet onları evlerine girmek zorunda bırakmışlardı.

Kelbî'den rivâyet olunduğuna göre, bu hâdisede müslümanlar, müşriklere galip gelmişler ve sonunda müşrikler, sulh istemişlerdi.

Rivâyet olunuyor ki, Ashab'tan bir zâtın: "Bu, fetih değildir; Biz, Beytullah'ı ziyaret etmekten alıkonulduk ve kurbanlarımıza de engel olundu!" dediği Resûlüllah'a ulaşınca, Peygamberimiz: "Hayır! Bu, en büyük fetihtir. Müşrikler, sizi iyilikle savmaya, sizden hüküm istemeye (hükümde taraf olmanıza) ve sizden emniyet talep etmeye razı oldular ve sizde, hoşlarına gitmeyen imkânlar ve güçler gördüler" buyurdu.

Şa'bî'den rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Bu âyet, Hudeybiye'de inmiş ve Resülullah'ın bu gazada elde ettiği faydaları, hiçbir gazada elde etmemiştir. Nitekim Bey'atu'r Rıdvan (Rıdvan Biati) gerçekleşmiş; Peygamberimizin bütün geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış ve kurbanlar da mahalline ulaşmış ve aynı yıl içinde Hayber hurmalıkları müslümanların eline geçmiş ve (Ehl-i Kitap olan) Rumlar, (putperest olan) Fars'lara galip gelmişlerdi. Bundan dolayı da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) pek sevinmişti."

Hudeybiye fethinde büyük bir mucize de gerçekleşmişti. Şöyle ki: müslümanların su ihtiyaçları için Hudeybiye kuyusunun suları tamamen çekilmiş; nihayet kuyuda bir damla bile su kalmamıştı. O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzına su alıp mazmaza yaptıktan sonra kuyuya dökmüş; o anda kuyunun dibinde su kaynamaya başlamış; nihayet herkes kana, kana su içmiş ve ihtiyacı kadar da almış.

Diğer bir görüşe göre, kuyu tamamen doluncaya kadar su kaynamış. Ve ondan sonra bu kuyunun suyu hiç tükenmemiş.

Bir başka görüşe göre ise, bu âyetteki fetih, Peygamberimize müyesser olmuş bütün fetihlerdir.

Bir görüşe göre de, bu fetih, Allah'ın Peygamberimize müyesser İçildiği İslam, peygamberlik, hüccet: ve kıkç ile davet etmektir. Bundan daha açık ve büyük bir fetih yoktur; bu fetih, bütün fetihlerin başıdır. Zîrâ ne kadar islam'ın fetihleri varsa, her biri bunun bir şubesidir.

Bir görüşe göre ise, bu fetih, hükmetmek anlamındadır. Yani ey Resûlüm! Biz, senin için Mekke halkı aleyhine hükmettik ki, gelecek sene sen Mekke'ye gireceksin. Katâde'den rivâyet olunan görüş de budur.

Bu fethin faydalı sonuçları apaçık meydanda olduğu gibi, aynı zamanda bu fetih, hak ile batılı da birbirinden ayırt etmektedir.

2

Bak. Âyet 3.

3

"Çünkü Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak, sana olan nimetini de tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve sana şanlı bir zaferle yardım etmek diledi."

Bunlar, fethin amaçlarıdır; çünkü Peygamberimizin, Allah'ın Kelâmım yüceltmek (İlâyı Kelimetullah) için savaşların zorluklarını ve tehlikeli durumların sıkıntılarını göğüslemesinin sonuçlarını almıştır.

(Daha önce de belirtildiği gibi) Peygamberimiz hakkında kullanılan günah ifâdesi, evlâ olanın terki anlamındadır. Buna günah denilmesi, Peygamberimizin yüce makamına göredir.

Sana olan nimetini de tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve sana şanlı bir zaferle, yardım etmek:

Yani hak dini yüceltmek, peygamberlik nimetine hükümranlık nimetini de ilâve etmek ve Allah'ın Peygamberimize bahşettiği diğer dinî ve dünyevî nimetleri de vermek, ilâhî mesajın tebliğinde ve riyaset merasimlerinin ikâmesinde seni dosdoğru bir yola iletmek ve sana, şânk, aziz, büyük kuvvet ifâde eden bir zaferle yardım etmek...

Peygamerimizin istikâmeti ve dosdoğru yolda olması, her ne kadar fetihten önce de mevcut ise de, fetihten sonra önce olmayan hak yollarının apaçık olması ve bu yolların istikâmetlerinin netleşmesi gerçekleşmiştir.

4

"îmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin yüreklerine huzur, güven indiren ancak O'dur. Zaten bütün göklerin ve yerin orduları yegâne Allah'ındır. Ve zaten Allah, her zaman Alimdir."

A- "İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin yüreklerine huzur, güven indiren ancak O'dur."

Bu kelâmda, Allah'ın, fetihten önce mü’minlere bahşettiği sebat ve kararlılık gibi fethin ön hazırlıkları beyân edilmektedir.

Yani yakinî îmânlarına bir yakını îmân daha ilâve etsinler diye, sulh ve emniyet sebebiyle mü’minlerin yüreklerine huzur ve güven indirip de korkudan sonra emniyeti müyesser kılmak suretiyle mü’minlere lutfunü gösteren de ancak Allah'tır.

Yahut Allah'ın birliğine ve âhiret gününe olan îmânlarına bir de, Peygamberimizin getirdiği kanunlara olan îmânlarını ilâve etmeleri için onların kalbine huzur verdi.

İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre diyor ki:’’P ey gamb erimizin ilk getirdiği şey, tevhîd inancıdır; sonra namaz, sonra zekât, sonra hac ve cihat getirdi. Böylece mü’minler, îmânlarını kat kat arttırdılar."

Yahut Allah, Allah'a (celle celâlühü) ve Resulüne (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı kalplerine vakar ve azamet indirdi ki, bu itikada îmânlarını bir kat daha arttırsınlar.

B- "Zaten bütün göklerin ve yerin orduları yegâne Allah'ındır. Ve zaten Allah, her zaman alimdir, hakimdir."

Yani bütün göklerin ve yerin ordularını düediği gibi idare, eder; hikmet ve maslahadar üzerine binâ edilmiş olan yüce iradesinin gereği olarak bazen onları birbirine musallat eder ve bazen da aralarında barış gerçekleştirir. Ve zaten Allah, her zaman akilidir; bütün işleri bilmektedir ve hakimdir; takdir ve tedbirinde hikmet sahibidir.

5

"Çünkü Allah, mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koymak ve onların günahlarını bağışlamak diledi. Bu da Allah katında pek büyük bir saadettir."

A- "Çünkü Allah, mü’min erkeklerle mü’min kadınları, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere koymak ve onların günahlarını bağışlamak diledi."

Yani Allah, bunu tedbir buyurdu; mü’minleri müşriklere karşı üstün kıldı ki, mü’minler, O'nun nimetini bilsinler ve ona şükretsinler de, Allah da onları Cennete koysun.

B- "Bu da Allah katında pek büyük bir saadettir."

Yani mü’minlerin günahlarının bağışlanması ve Cennete konulmaları, tarif edilemeyecek kadar büyük bir saadettir; çünkü menfaat celbi ve zarar defi için harcanan bütün himmet ve gayretlerin son hedefi budur.

6

"Yine çünkü Allah, hakkında suizanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkekler ve ortak koşan kadınlara azap etmek diledi. Müslümanlar için bekledikleri felaket, (onların) başlarına gelsin! Zaten Allah, onlara azap etmiş; onları lanetlemiş ve onlar için Cehennemi hazırlamıştır. Orası ne de kötü bir son duraktır."

Burada münafıkların, müşriklerden önce zikredilmesi, açıkça gösteriyor ki, münafıklar, müşriklerden daha çok azaba müstahaktır.

Âyette önce dünyada müstahak oldukları azap, ondan sonra da âhirette müstahak oldukları azap anlatılmakladır.

7

"Bütün göklerin ve yerin orduları da yalnız Allah'ındır. Zaten Allah her zaman azizdir, hakimdir."

Bundan önce geçen bu cümle burada yine tekrar edilmiştir. Tefsir âlimleri derler ki; bu tekrarın faydası, Allah’ın rahmet orduları olduğu gibi, azap orduları da olduğuna dikkat çekmektir. Buradaki ordulardan murat, azap ordularıdır. Nitekim burada Allah'ın, Azîz sıfatının zikredilmesinden de anlaşılmaktadır.

8

"Ey Resûlüm! Şüphesiz Biz, seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak göndermişizdir."

Yani Biz, seni ümmetine şahit olarak göndermişizdir. Nitekim diğer bir âyette de: "Ve peygamber de, sizin hakkınızda şahit olması için..." (Bakara:143) denilmektedir. Ve yine Biz seni ümmetinin itaatleri konusunda müjdeci ve günahları konusunda da uyarıcı olarak göndermişizdir.

9

"Ta ki, siz, Allah'a ve Resulüne îm ân edesiniz; Resulüne (dini takviye yolunda) yardım da edesiniz; ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz."

Bu hitap, Peygamberimiz ile ümmeti içindir. Burada tesbih, ya tenzih anlamındadır, yahut namaz kılmak anlamındadır.

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, burada sabah akşam tesbihinden kastedilen sabah, öğle ve ıkındı namazlarıdır.

10

"Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli, onların ellerinin üstündedir. Artık kim ahdini bozarsa, o ancak kendi aleyhine bozmuş olur; kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, ona da Allah, pek büyük bir mükâfat verecektir."

A- "Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar."

Yani Rıdvan Biatinde o ağaç altında sana biat edenler, hakikatte ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Zîrâ bu biatten amaç, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına riâyet etmek ahdini daha da sağlamlaştırmaktır.

B- "Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir."

Yani onların, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile misak akit etmeleri, Allah ile akit etmeleri gibidir; aralarında hiç fark yoktur. Bu da, "kim Resûlüllah'a itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur." âyeti kabilindendir.

C- "Artik kim ahdini bozarsa, o ancak kendi aleyhine bozmuş olur; kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, ona da Allah, pek büyük bir mükâfat verecektir."

Yani ahdi bozmanın veya ona sâdık kalmanın müspet ve menfi sonuçları tamamen kendisine aittir.

Burada pek büyük mükâfattan, Cennet kastedilmektedir.

11

"Bedevilerden savaştan geri kalmış olanlar sana diyecekler ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bağışlanmamızı dile!" Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: Allah, size bir zarar dilerse, veya size bir fayda isterse, artik O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir! Hayır! Allah, yaptıklarınıza agâhtır."

A- "Bedevilerden savaştan geri kalmış olanlar sana diyecekler ki: "Mallarımız ve âilelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bağışlanmamızı dile!" onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: Allah, size bir zarar dilerse, veya size bir fayda isterse, artık O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir!

Bu bedevüerden murat, Ğifar, Müzeyne, Cüheyne, Eşca', Eşlem ve Deyi kabileleridir. Hudeybiye yılında Resûlüllah, umre için Mekke yolculuğuna çıkacağı günlerde Medine çevresindeki ve çöldeki bedevî Arap kabilelerine haber salıp kendisiyle beraber bu yolculuğa çıkmalarını istedi. Zîrâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'in kendisiyle savaşmalarından veya onu Beytullah'ın ziyaretinden engellemelerinden endişe ediyordu. Resûlüllah, amacının savaşmak olmadığını göstermek için de kurbanlık hayvanları yola çıkardı. Fakat anılan kabileler, bu sefere çıkmacklar ve: "Biz, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yurdunun ortasında, Medine'de (Hendek savaşında) kendisiyle savaşmış ve Ashabını öldürmüş bir kavmin üstüne gideceğiz de onlarla savaşacağız öyle mi?" dediler. İşte bunun üzerine Allah, Peygamberimize vahiy indirip bildirdi ki; onlar: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi bu seferden alıkoydu; biz sefere çıksak, bizim yerimize onlara bakacak; hizmetlerini görecek ve onları zayi olmaktan koruyacak kimseler yokta. Artik Allah'tan bizim bağışlanmamızı, dile!" diye mazeret beyân edecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. Ey Resûlüm! Onlar böyle mazeret, beyân ettiklerinde sen de onu çürütmek için de ki; Allah, ailelerinizin ve mallarınızın helaki ve zayi olması gibi size bir zarar dilerse, artık Allah'ın iradesine ve hükmüne karşı kimin bir fayda sağlamaya gücü yetebilir ki, siz, kendi aklınız sıra, onları korumak ve onlara gelecek zararları önlemek, için bu seferden geri kaldınız! Veya Allah, sızın mallarınızı ve ailelerinizi korumak suretiyle size bir fayda dilerse, onları korumak için geri kalmanıza ne gerek vardır!

Bu kelâm, onların yalan sözlerinin zahirine göre de, hakkı tahkik ve iddialarının reddi anlamındadır.

B- "Hayır! Allah, yaptıklarınıza agâhtır."

Bundan önceki evimle, söylediklerinin doğru olması takdirinde de onun geçersiz olduğunu beyân ettikten sonra bu cümle de, onların gerekçelerinin de yalan olduğunu beyan etmektedir. Yani durum, sizin söylediğiniz gibi değildır; Allah, sizin bütün yaptıklarınızdan ve ezcümle sizin bu seferden geri kalmanızın gerçek, sebeplerinden haberdardır.

12

"Hayır! Siz, Peygamberin ve mücahid mü’minlerin, artık ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin kalplerinize hoş göründü de kötü zanda bulundunuz ve helake mahkum bir güruh oldunuz."

Yani hayır! Sizin bu seferden geri kalmanız, açıkladığınız yalan mazeretlerden dolayı değildir; aslında siz, müşriklerin, onları tamamen imha edeceklerini ve kendilerıyle beraber olduğunuz takdirde aynı akıbete uğrayacağınızı sanmıştınız ve böyle kabul edip mü’minlerin akıbetine aldırmayarak kendi nefsinizle meşgul oldunuz ve kötü zanda bulundunuz; Resülullah'ın hakiki peygamber olmadığını zannettiniz. Zîrâ onun gerçekten peygamber olduğuna inanan kimse, sizin düşündüğünüz kötü şeyleri, hiç aklından bile geçirmez. Ve siz Allah katında O'nun gazabına ve azabına mahkum oldunuz.

13

"Kim Allah'a ve Resulüne îmân etmezse, bilsin ki, Biz, bütün kâfirlere çılgın bir ateş hazırlamışızdır."

Bu kelâm, telkin edilen kelâma dâhil olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından vârid olup onların helakini ve keyfiyetini açıklamaktadır.

14

"Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı ancak Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar; dilediğine de azap eder. Zaten Allah, gafurdur, rahimdir."

A- "Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı ancak Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar; dilediğine de azap eder."

Yani bütün göklerin, yerin ve onlarda bulunan bütün varlıkların hükümranlığı yegâne Allah'ındır; o, dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder; hiç kimse kâinattaki tasarruflarına, ne var olmak, ne de yok olmak cihetlerinden en ufak bir müdahalesi olamaz.

Bu kelâm, Peygamberimizin, onlar için bağışlanma dilemesi hakkındaki boş umutlarını tamamen kesmektedir.

B- "Zaten Allah, gafurdur, rahimdir."

Yani dilediği kimseler için Allah’ın rahmet ve mağfireti sınırsızdır. Ancak bu rahmet ve mağfiret, ilâhî hikmetin gereği olarak, Allah’a ve Resulüne îmân edenlere mahsustur. Onların dışındaki kâfirler ise, bundan kesinlikle uzak bulunmaktadırlar.

15

"Siz o ganimetleri almak için gittiğiniz zaman, o seferden geri kalanlar: "Bırakın, biz de arkanıza takılalım" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın kelâmım (sözünü) değiştirmek isterler. De kı: "Asla bizim arkamıza takılamazsintz! Allah önceden böyle buyurmuştur." Onlar: "Hayır! bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Hayır! Onlar pek az anlayan kimselerdir, "

A- "Siz o ganime deri almak için gittiğiniz zaman, o seferden geri kalanlar: "Bırakın, biz de arkanıza takılalım" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın kelâmını (sözünü.) değiştirmek isterler."

Yani siz, elde edemediğiniz Mekke ganimetleri yerine size vaat edilen ve size tahsis edilen Hayber ganimetlerini almaya gittiğiniz zaman, o Hudeybiye seferinden geri kalanlar: "Bırakın, biz de sizinle beraber Hayber'e gelelim ve sizinle birlikte Hayber halkıyla savaşalım" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirip O'nun, Hudeybiye'ye katılanlara tahsis buyurduğu ganimetlere ortak olmak istiyorlar.

Zîrâ Peygamberimiz, hicretin altıncı yılında Zilhicce ayında Hudeybiye seferinden döndü ve bu ayın geri kalanı ile hicretin yedinci yılı Muharrem ayının da ilk günlerini Medine'de geçirdikten sonra Hudeybiye'de bulunan Ashab ile birlikte Hayber gazasına çıktı;

Nihayet Hayber'i fethetti ve çok miktarda malları ganimet alıp Allah’ın emri gereğince bu ganimetleri Hudeybiye'de bulunanlara tahsis buyurdu.

Hudeybiye seferinden geri kalanların değiştirmek istedikleri Allah'ın kelâmından murat, Allah'ın, Hayber ganimetlerim, özellikle Hudeybiye'de bulunanlara vaat buyurmasidir; yoksa "Siz ebediyyen benimle çıkamayacaksınız." âyetinde zikredilen söz değildir; çünkü bu, Tektik savaşı içindir.

B- "De ki: "Asla bizim arkamıza takılamazsınız! Allah önceden böyle buyurmuştur."

Yani onların umutlarını tamamen kesmek için kendilerine böyle söyle. Nitekim Allah, bunu önceden, yani Hudeybiye'den döndüğünde Peygamberimize bildirmişti.

C- "Onlar: "Hayır! Bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler."

Yani onlar diyecekler ki: "Bize koyduğunuz bu yasak, Allah'ın hükmü değildir; siz, ganimetlerde size ortak olmamızı kıskanıyorsunuz."

D- "Hayır! Onlar pek az anlayan kimselerdir."

Bu kelâm, onların boş sözlerini reddetmekte ve onları, hasetten ve aşırı cehaletten de daha beter bir vasıf ile vasıflandırmaktadır ki, bu da, onardın din işlerinden hiçbir şey anlamayip sadece dünya işlerinden anlamalarıdır.

16

"Bedevilerden seferden geri kalmış olanlara de ki: "Siz yakında çetin kuvvet sahibi bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla ya hep savaşacaksınız, yahut müslüman olacaklar." Artık eğer emre itaat ederseniz, Allah, da, size güzel bir mükâfat verir; ama eğer önceden yüz çevirdiğiniz gibi yine yüz çevirirseniz, size dayanılmaz bir azapla azap eder."

A- "Bedevilerden seferden geri kalmış olanlara de ki: "Sız yakında çetin kuvvet sahibi bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla ya hep savaşacaksınız, yahut müslüman olacaklar."

Bu kavim, (yalancı peygamber) Müseylemetül Kezzab'ın kavmi Hanife oğullarıdır; yahut Resûlüllah'ın vefatından sonra islam'dan dönen diğer kavimlerdir veyahut müşriklerdir.

Yani siz yakında çetin savaşçılar olan bir kavimle savaşmaya çağırılacaksınız. O kavim, ya müslüman olacaklar, yahut siz, onların şerrini bertaraf edinceye kadar onlarla savaşmaya devam edeceksiniz.

Diğer kavimler ise, müslüman olmalarıyla savaş sona erdiği gibi, cizye vermeyi kabul etmeleriyle de, onlarla yapılan savaş, sona erdirilir.

Bu âyet, Hazret-i Ebû Bekir'in imametine (halifeliğine) delildir. Çünkü bu çağrı, yalnız Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) tarafından yapılmıştır. Ancak eğer bu kavım, Sakîf ve Hevâzin kabileleri olarak kabul edikrse, o takdirde onun hilafetine delil olmaz. Çünkü onlarla yapılan savaş, Peygamberimizin hayatında olmuştu. Buna göre de, anılan seferden geri kalanların Peygamberimizle beraber sefere çıkmaları yasağı, Hayber gazasına mahsus olur. Muhyi's Sünneh de böyle demiştir.

Diğer bir görüşe göre ise, anılan çetin kavim, Farslar ve Kumlardır. Bu görüşe göre, müslüman olmaları, teslimiyet gösterip boyun, eğmeleridir. Zîrâ Rumlar, Hıristiyandır ve Farslar da Mecûsîdir ve bunlardan cizye kabul edilmektedir.

B- "Artık eğer emre itaat ederseniz, Allah da, size güzel bir mükâfat verir; ama eğer önceden yüz çevirdiğiniz gibi yine yüz çevirirseniz, size dayanılmaz bir azapla azap eder."

Bu güzel mükâfat, dünyada ganimet, âhirette de Cennettir. Yüz çevirdikleri takdirde cürümleri katlandığı için elim azaba müstahak olurlar.

17

"Savaştan geri kalmada köre vebal yoktur; topala da vebal yoktur; hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, Allah, onu, altından ırmaklar akan Cennetlere koyacaktır; kim de yüz çevirirse, onu dayanılmaz bir azaba uğratacaktır."

Zîrâ bunların geçerli özürleri vardır. Çünkü mükellefiyetler, kişinin gücüne göre olur.

Bu sınıflardan, savaşa katılmak yükümlülüğünün kaldırılması, bu gibi meşru mazerederin mutlaka gözetilmesini ve malullerin ruhsatının genişletilmesinin zorunluluğunu açıkça bildirmektedir.

18

Bak. Âyet 19.

19

"Ey Peygamberim! Yemin olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o mü’minlerden razı olmuştur. Kalplerindeki samimiyeti de bilmiştir de, kendilerine huzur ve güven indirmiş; onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiş ve alacakları birçok ganimet ile mükafatlandırmıştır. Zaten Allah her zaman azizdir, hakimdir."

A- "Ey Peygamberim! Yemin olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o mü’minlerden razı olmuştur."

İşte bu âyetteki ifâdeden dolayı o biate, "Bey'atu'r Rızvan / Rıza Biati" denilmiştir.

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Hudeybiye denilen yere inince, Hıraş b. Ümeyye el-Huzaî adındaki sahabîyi elçi olarak Mekke halkına gönderdi. Mekke'liler, onu öldürmek istediler; fakat Ehabişe {Mekke'nin aşağısında bulunan Hubşî dağının yanında oturan ve Kureyş, Kinane ve Huzaa kabilelerinden olan birtakım insanların kendi aralarında antlaşıp oluşturdukları topluluk) onu korudular. Hıraş (radıyallahü anh) geri dönünce, Peygamberimiz, Hazret-i Osman b. Affan'ı (radıyallahü anh) elçi olarak gönderdi. Hazret-i Osman., onlara, Peygamberimizin savaşmak için gelmediğini, sadece Beytullah'ı ziyaret için, onun kutsiyetini tazim için geldiğini onlara bildirdi. Onlar da, Hazret-i Osman'ı saygıyla karşıladılar ve kendisine: "İstersen, sen Beytullah'ı tavaf edebilirsin" dediler. Hazret-i Osman: "Hayır! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tavaf etmeden önce ben tavaf etmem" dedi. Hazret-i Osman, orada alıkonuldu. Bunun üzerine Hazret-i Osman'ı öldürdükleri haberi yayıldı. Bu kötü haber, Peygamberimize de ulaşınca: "Biz, onlarla savaşmadan buradan ayrılmayacağız!" buyurdu ve insanları biate çağırdı. Mü’minler, bir ağacın altında Peygamberimize biat ettiler. Bu ağaç, Semüre (mugaylan) ağacı veya Sidir (Trabzon Hurması türünden bir) ağaç idi. Bütün mü’minler, Kureyş'e karşı savaşacaklarına ve kaçmayacaklarına dâir söz verdüer.

Rivâyet olunuyor ki, mü’minler bu biatte, ölüm var, kaçmak yok! diye söz verdiler, işte o zaman Peygamberimiz, o mü’minlere: "Bugün siz, yeryüzündeki insanların en hayırlılarısınız!" buyurdu.

Bu biatte bulunan müslümanların sayısı bin beş yüz yirmi beş idi.

Diğer bir görüşe göre ise, bu sayı bin dört yüz idi.

Bir diğer görüşe göre ise, bin üç yüz idi.

B- "Kalplerindeki samimiyeti de bilmiştir de, kendilerine huzur ve güven indirmiş; onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiş ve alacakları birçok ganimet ile mükafatlandırmıştır. Zaten Allah her zaman azizdir, hakimdir."

Allah'ın, onlara huzur ve güven vermesi, onların kalplerine özgüven ve cesaret bahşetmesiyle olmuştur;

Diğer bir görüşe göre ise sulhu sağlamakla bunu ihsan etmiştir.

Burada yakın fetihten murat, daha önce de belirtildiği gibi, Hudeybiye'den dönüldükten hemen sonra gerçekleşen Hayber fethidir. Yine bu ganimetler de, Hayber ganimetleridir.

20

"Allah, size alacağınız daha birçok ganimetler vaat etmiştir. İşte onlardan bu ganimeti siz hemen acele vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki, bu, mü’minler için bir hüccet olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin."

Yani Allah, kıyamet gününe kadar, her biri için takdir edilmiş zamanda alacağınız birçok ganimetler size vaat etmiştir, işte onlardan bu Hayber ganimetini size hemen acele vermiş ve Hayber halkı ile onların müttefikleri olan Beni Esed ile Ğatafan'klarm ellerini sizden çekmiştir. Nitekim bunlar, Hayber'lilere yardıma gelmişler; fakat Allah, onların kalbine korku atmış ve gerisin geri dönmüşlerdi.

Diğer bir görüşe göre ise, Hudeybiye sulhu ile Mekke'lilerin ellerini sizden çekmiştir. Bunu, mü’minler için bir hüccet olsun, Hudeybiye'den dönerken Resûlullabin, ganimetler, Mekke fethi ve Mescid-i Haram'a girmeleriyle ilgili verdiği vaadinde doğru olduğunun emaresi olsun diye ve bu hüccede, sizi dosdoğru yola, Allah'ın lutfuna güvenmeye ve bütün yaptıklarınızda O'na tevekkül etmeye iletsin diye gerçekleştirmiştir.

21

"Henüz elde etmeye muktedir olmadığınız başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgisi dahilindedir. Zaten Allah, her zaman her şeye Kadirdir."

Bu ganimetler de, Huneyn savaşında elde edilen Hevazin ganimetleridir. Âyette, henüz, ona muktedir olmadıkları belirtiliyor, çünkü küfür cephesinin geçici kudreti henüz tam olarak kırılmamıştı. Bu müjde, mücahid mü’minleri ziyadesiyle teşvik ediyordu.

Onlar Allah'ın bilgisi dahilindedir: Mü’minlerin kudretine göre o ganimetlere ulaşmanın zor olduğu belirtildikten sonra bu kelâm da, Allah'ın kudretine göre bunun pek kolay olduğunu ifâde etmektedir. Yani Allah, buna gayet muktedirdir ve sizi buna muvaffak kılacaktır.

Diğer bir görüşe göre ise, yani Allah, o ganimetleri sizin için muhafaza buyurmuş ve başkasından men' etmiştir.

22

"Eğer o kâfirler, sizinle savaşsalardı, mutlaka arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra da bir dost ve yardımcı da bulamazlardı."

Yani eğer Mekke halkı, sizinle sulh yapmayıp savaşsalardı, mutlaka hezimete uğramış olarak arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra da kendilerini koruyacak bir dost ve kendilerine yardım edecek bir yardımcı da bulamazlardı.

Diğer bir görüşe göre ise, eğer Hayber Yahudilerinin müttefikleri sizinle savaşsalardı... demektir.

23

"Allah'ın eskiden beri süregelen sünneti (kanunu) budur, Zaten sen Allah'ın sünnetinde bir değişiklik asla bulamayacaksın."

Yani eski ümmetlerde de her zaman peygamberlerin nihaî olarak galip gelmeleri, Allah'ın değişmez bir kanunudur.

24

"Ey mü’minler! Allah, O'dur ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekmiştir. Zaten Allah, her zaman yaptıklarınızı hakkıyla görendir."

A- "Ey mü’minler! Allah, O'dur ki, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekmiştir."

Şöyle ki: Hudeybiye yılında, Peygamberimiz, Hudeybiye'de iken, İkrime b. Ebi Cehil, beş yüz kişi ile beraber Hudeybiye'ye doğru yola çıkmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Halid bin Velid'i bir birliğin başında ona karşı göndermişti ve Hazret-i Halid, onları hezimete uğratmış ve onları Mekke duvarlarının içine sokuncaya kadar da takip etmiş; sonra geri dönmüştü.

Diğer bir görüşe göre ise, andan ikrime ile Halid b. Velid hâdisesi, Mekke fethinde olmuştur, imam Ebû Hanife de, bu hâdiseyi delil göstererek Mekke'nin, sulh ile değil, kuvvet zoruyla fethedildiğini söylemektedir.

B- "Zaten Allah, her zaman yaptıklarınızı hakkıyla görendir."

Yani Allah, sizin önce onlarla savaşıp kendilerini hezimete uğrattığınızı, sonra da Beytullah'ın tazimi için ellerinizi onlardan çektiğinizi hakkıyla görmektedir. Bundan dolayı da sizin mükâfatınızı veya onların cezasını verecektir.

25

"Onlar, kâfirlerdir ve sizin Meseid-i Haram'ı ziyaret etmenizi ve hapsedilmiş olan kurbanların da yerlerine ulaşmalarını men' edenlerdir. Eğer Mekke'de kendilerini tanımadığınız mü’min erkekler ile mü’min kadınlar olup da, bilmeden onları çiğnemeniz, bu yüzden sıkıntıya düşmeniz ihtimali olmasaydı, sizin ellerinizi onlardan çekmezdik. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Yoksa eğer inananlar ile inanmayanlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları muhakkak acı bir azaba çarptırdık."

A- "Onlar, kâfirlerdir ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaret etmenizi ve hapsedilmiş olan kurbanların da yerlerine ulaşmalarını men' edenlerdir."

İmam Ebû Hanife, bu âyeti delil göstererek Ihsarlı (Kâ'be tavafından ve Arefe vakfesinden engellenen) hacı adayının kurbanının kesileceği yerin Harem bölgesi olduğunu söylemektedir. {Harem bölgesi Mekke çevresinde sınırları belli bir bölge olup Mekke merkezine en yakın olan sının Mekke merkezine 6 km. mesafede bulunan Ten'im denilen yerdir. Diğer sınırları da şöyledir: Güneyde 12 km. mesafede Üdâtü'l İbn, doğuda 16 km. mesafede Ci'rane, batıda 15 km. mesafede Hudeybiye, kuzeydoğuda 14 km. mesafede Tepeler.} Fıkıh âlimleri, Hudeybiye'nin bir kısmının da Harem bölgesine dâhil olduğunu söylemişlerdir.

Rivâyet olunuyor ki, Hudeybiye'de Peygamberimizin çadırı, Hıll bölgesinde (Harem bölgesi haricinde) idi; namazgahı ise, harem bölgesi dâhilinde idi. Ve Peygamberimizin kurbanları, Harem kısmında kestirmişti.

Âyette kastedilen, kurbanların malum yeri olan Mina'ya ulaşmalarım engellemeleridir.

B- "Eğer Mekke'de kendilerini tanımadığınız mü’min erkekler ile mü’min kadınlar olup da, bilmeden onları çiğnemeniz, bu yüzden sıkıntıya düşmeniz ihtimali olmasaydı, sizin ellerinizi onlardan çekmezdik."

Yani eğer Mekke'nin içinde müşriklerle, karışık halde bulunmalarından dolayı şahsen tanımadığınız mü’min erkekler ile mü’min kadınlar olup da, bilmeden onları çiğneyip öldürmeniz, bu yüzden de katil diyeti veya kefaretinin lazım gelmesi, onlara üzülmeniz, kâfirlerin sizi ayıplamaları, hakkınızda kötü sözler söylemeleri ve o mü’minleri araştırmak konusundaki taksiratınızdan dolayı günaha girmeniz gibi sıkıntılı ve nahoş sonuçlar ihtimali olmasaydı, sizin ellerinizi onlardan çekmezdik.

C- "Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Yoksa eğer inananlar ile inanmayanlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları muhakkak acı bir azaba çarptırırdık."

Yani Allah, sizin ellerinizi onlardan çekti ki, bu şekilde mahzursuz olarak size fethi gerçekleştirmekle, mü’minleri hem dinî, hem de dünyevî rahmetinin içine almıştır. Zîrâ önceleri mü’minler, geniş bir dünyevî rahmetin haricinde ve ezcümle, kâfirlerin elleri altında zayıf olarak bulunmaları hasebiyle tam güvenlikten yoksun bulunuyorlardı. Uhrevî rahmete gelince, mü’minler, ondan tamamen mahrum değil idilerse de, ibâdetlerin merasimini gereği gibi ikâme etmekten âciz idiler. Bu itibarla onların, tam olarak bunların ikâmesine muvaffak kılınmaları, uhrevî rahmetin içine alınmaları demektir.

Bazılarına göre, burada Allah'ın diledikleri, müşriklerden İslam'a rağbet edenler de olabilir. Ancak "Eğer inananlar ile inanmayanlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı..." bu mânâya engeldir; çünkü birbirlerinden ayrılmaları ve azâbın terettüp etmesi faraziyesi, iki fırka birbirinden ayrılmadan önce küfür ve îmân olarak aralarında zıtlığın tahakkuk etmiş olmasını gerektirmektedir.

Yani eğer onlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları muhakkak, savaşanlarını öldürmek ve çoluk-çocuklarını esir almak suretiyle acı bir azaba çarptırırdık.

26

"Hani o kâfirler, kalplerine taassubu, cahiliyyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da, peygamberine ve mü’minlere huzur ve güveni indirdi ve onları takva kelimesine bağlı kıldı. Zaten onlar, buna yaraşır ve ehil idiler. Allah, her zaman her şeyi hakkıyla bilendir."

A- "Hani o kâfirler, kalplerine taassubu, cahiliyyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da, peygamberine ve mü’minlere huzur ve güveni indirdi ve onları takva kelimesine bağlı kıldı."

Cahiliyyet taassubu, cahiliyyet milletinin taassubu, yahut cahiliyyetten kaynaldanan taassup demektir.

Ayetten murat, Allah'ın tevfıki ile Resülullah'ın ve mü’minlerin yaptıklarının güzel olduğunu ve kâfirlerin yaptıklarının ise kötü olduğunu hatırlatmaktır.

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Hudeybiye'ye inince, Kureyş'liler, Sahl b. Amr el-Kureşî, Huvaytab b. Abdül Uzzâ ve Mekrez b. Hafs b. El-Ahnef adlarındaki şahısları Peygamberimize gönderip o sene geri dönmesini ve ertesi sene Kureyş'in kendisi için Mekke'yi üç gün müddetle boşaltmayı kabul ettiği tekti fini getirdiler. Peygamberimiz de bunu kabul etti ve aralarında bir mukavele yazmayı kararlaştırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz, Hazret-i Ali'ye: Bismillahirrahmânirrahîm! diye yaz!" buyurdu. O zaman Kureyş heyeti müdahale edip: "Bunun ne olduğunu bilmiyoruz; sen, "Bismike Allahümme!" diye yaz!" dediler. Sonra Peygamberimiz: "Bu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Mekke'liler arasında yapılan sulh maddeleridir" buyurdu. Kureyş heyeti, yine müdahale edip: "Eğer biz, senin Allah'ın elçisi olduğunu bilseydik, seni Beytullah'ın ziyaretinden engellemezdik ve seninle savaşmazdik. Sen şöyle yaz: "Bu, Muhammed b. Abdullah ile Mekke'liler arasında yapılan sulhnamedir" dediler. İşte o zaman mü’minler, bunu kabul etmeyip onları haklamak istediler. Fakat Allah, onlara sükûnet indirdi de, vakarlarını koruyup halim davranmaya başladılar.

Burada takva kelimesinden murat, şehadet kelimesidir, yahut bisrnillahirrahmânirrahîm'dir veyahut Muhammedu'r Resûlüllah'dır.

Diğer bir görüşe göre ise, takva kelimesi, ahde vefâ ve onda sebattır. Buna göre takva kelimesi, denilmesi, takvanın sebebi ve esası olduğu içindir.

B- "Zaten onlar, buna yaraşır ve ehil idiler. Allah, her zaman her şeyi hakkıyla bilendir."

Binâenaleyh Allah, her şeyin hakkını bilir ve onu müstahakkına sevk eder.

27

"Yemin olsun ki, Allah, peygamberinin gördüğü o rüyanın hak olduğunu tasdik buyurmuştur. Ey mü’minler! İnşallah, güvenk olarak başlarınızı tıraş ederek veya saçlarınızı kısaltarak korkmadan Mescid-i Haram'a hiç şüphesiz gireceksiniz. İşte sizin bilmediğinizi Allah bilmiştir. Yakında bundan başka bir zafer daha verecektir."

A- "Yemin olsun ki, Allah, peygamberinin gördüğü o rüyanın hak olduğunu tasdik buyurmuştur. Ey mü’minler! İnşallah, güvenli olarak başlarınızı tıraş ederek veya saçlarınızı kısaltarak korkmadan Mescid-i Haram'a biç şüphesiz gireceksiniz."

Resûlüllah Hudeybiye seferine çıkmadan önce rüyasında, kendisinin ve ashabının güvenli olarak Mekke'ye girdiklerini ve başlarını tıraş ettiklerini veya saçlarını kısalttıklarını gördü ve bu rüyasını ashabına da anlattı. Onlar da, buna çok sevindder; bunu müjde olarak kabul edip o sene Mekke'ye gireceklerini sandılar. Sonra bu, gerçekleşmeyip gecikince, Abdullah b. Übeyy, Abdullah b. Nüfeyl ve Rifaa b. Haris adlarındaki zâtlar: "Vallahi, başlarımızı tıraş etmedik; saçlarımızı da kısaltmadık ve Mescid-i Haram'ı da görmedik "dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.

Yani Allah, Resulünün gördüğü rüyanın karışık anlamsız rüyalar kabilinden olmayıp gerçek olduğunu tasdik buyurdu.

Yahut Allah, bu rüyayı doğru bir amaç ve üstün bir hikmet için, yani îmânı sarsılmaz olanlar ile sarsılanları birbirinden ayırt etmek için bu şekilde tasdik buyurdu.

Burada hak kelimesi, Allah'ın isimlerinden olan hak veya bâtılın karşıtı olan hak anlamında olup ona yemin edilmiş de olabilir.

İlâhî vaadin, Allah'ın dilemesi şartına bağlanması, bazı mü’minlerin ölüm sebebiyle veya hazır bulunmamaları sebebiyle veya da başka bir sebeple Mekke'ye giremeyeceklerini zımnen bildirmek içindir.

Yahut bu inşallah ifâdesi, rüya meleğinin, Resûlüllah'a söylediğinin, yahut Resülullah'ın, Ashabına söylediğinin aynen hikâye edilmesidir.

B- "İşte sizin bilmediğinizi Allah bilmiştir. Yakında bundan başka bir zafer daha verecektir."

Burada Allah'ın bilmesinden murat, fiilî olarak bilmesidir. Yani Allah, sizin bilmediğiniz, o doğru rüyayı resulüne gösterdikten sonra onun doğru olduğunu kanıtlayan şeylerin önce gösterilmesini gerektiren hikmeti fiilî olarak bilmiştir. Ve Mescid-i Haram'a gireceğinizi kanıtlayan delilin (Hudeybiye antlaşmasının) tahakkukundan başka size Hayber fethim de bahşedecektir.

28

"Allah, O'dur ki, bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini hidâyet ve hak din ile göndermiştir. Zaten şahit olarak Allah yeter."

A- "Allah, O'dur ki, bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini hidâyet ve hak din ile göndermiştir."

Yani Allah, O'dur ki, zamanın değişmesiyle değişen eski ilâhî hükümleri nesih etmek ve bâtıl olan hükümleri de kaldırmak suretiyle, yahut müslümanları diğer din mensuplarına galip kılmak suretiyle hak dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini hidâyet ve hak din ile göndermiştir. Nitekim müslümanlar, karşılaştıkları diğer bütün din mensuplarını mağlup etmişlerdir.

Allah, bu âyet ile, fetih vaadini de pekiştirmekte ve mü’minlerin eliyle birçok ülkenin fethedileceğine, ölçüm olarak Mekke'den çok büyük bölgelerin fethinin fırsatının verileceğine dâir mü’minlerin kalbine, güven vermektedir.

B- "Zaten şahit olarak Allah yeter."

Yani Allah’ın vaadinin mutlaka gerçekleşeceğine, yahut Peygamberimizin peygamberliğinin mucizelerle sabit olduğuna şahit olarak Allah yeter.

29

"Muhammed, Allah’ın peygamberidir. Kendisiyle beraber olanlar da, kâfirlere karşı gayet çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ediciler olarak, secde ediciler olarak görürsün. Onlar, Allah'tan lütuf ve rıza niyaz ederler. Secde izinden nişanları yüzlerindedir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış; gittikçe onu kuvvetlendirmiştir; sonra kalınlaşmış da sapları üzerine doğrulmuştur. Öyle ki, bu ekin, bütün ekincilerin beğenisini kazanmaktadır. Çünkü Allah, bu mü’minlerle, kâfirleri öfkenlendirmek istemektedir. Allah, onlardan îmân edip de sâlih ameller yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir."

A- "Muhammed, Allah'ın peygamberidir. Kendisiyle beraber olanlar da, kâfirlere karşı gayet çetin, kendi aralarında merhametlidirler."

Yani Peygamberimizin Ashabı, dinlerine muhalefet edenlere karşı savaşlarda şiddet ve serttik gösteriyorlardı ve dinlerine muvafakat edenlere ise şefkat ve merhamet gösteriyorlardı. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Onlar, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşi ise zorludurlar."

B- "Onları rükû ediciler olarak, secde ediciler olarak görürsün. Onlar, Allah'tan lütuf ve rıza niyaz ederler. Secde izinden nişanları yüzlerindedir."

Yani onlar, namazları devamlı kıldıkları için çokça rükû ve secde ettiklerini görürsün. Fazla secde etmekten dolayı da alınlarında secde izi vardır.

Peygamberimizin: "Suratınızda iz meydana getirmeyin." hadisi ise, alnında secde izi meydana gelmesi için alnını yere kuvvetlice yapıştıranlar içindir ki, bu, zaten riya ve nifaktır. Bu kelâm ise, riyasız ve hâlis olarak Allah rızası için secde edenlerin alınlarında, kendi ihtiyarları dışında meydana gelen iz hakkındadır.

Hazret-i Hüseyin'in oğlu İmam Zeynelâbidin ve Ali b. Abdullah b. Abbas, çok secde etmelerinden dolayı secde yerlerinde deve nasırlarına benzer sertlikler meydana geldiği için onlara "Nasırk" denirdi. Nitekim bir şâir, onlar hakkında şöyle demektedir:

"Diyaru Ali'yyin ve'l- Hüseyni ve Cafer'in Ve Hamzete ve's Seccadi Zi'ssefinati/ bu diyar, Ali'nin, Hüseyin'in, Cafer'in, Hamza'nın ve Nasırk Seccad'ın (çok secde eden Zeyne'lâbidin'in) diyarıdır."

Diğer bir görüşe göre, yüzlerindeki nişanları, Allah korkusundan yüzlerinde ki sararmadır.

Bir diğer görüşe göre ise, bu nişan, abdest rutubeti ile yer toprağıdır.

Başka bir görüşe göre ise, gece uzun namaz kılmaktan dolayı yüzlerinin nurlu olmasıdır.

Peygamberimiz, buyurur ki: "Gece çok namaz kılan kimsenin yüzü, gündüz güzel olur."

C- "Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış; gittikçe onu kuvvetlendirmiştir; sonra kalınlaşmiş da sapları üzerine doğrulmuştur. Öyle ki, bu ekin, bütün ekincilerin beğenisini kazanmaktadır."

Diğer bir tefsire göre ise, onların Tevrat'ta da, İncil'de de vasıfları böyledir.

Bu bir mesel olup Allah, Peygamberimizin ashabını temsil olarak anlatmaktadır: onlar, İslam'ın ilk yıllarında sayıca az idiler; sonra çoğaldılar ve güçlendiler. Böylece günbegün durumları gelişti ve insanları hayrette bırakıp herkesin takdirini kazandılar.

Diğer bir görüşe göre ise, İncil'de şöyle yazılıdır: "Öyle bir kavim gelecek ki, ekin gibi bitecekler ve iyiliği emredip kötülüğü men'edecekler. "

D- "Çünkü Allah, bu mü’minlerle, kâfirleri öfkenlendirmek istemektedir."

Bu, onların, gelişmekte ve sağlamlaşmakta ekine benzetilmelerinin illetidir. Yahut bundan sonraki kelâmın illetidir.

E- "Allah, onlardan îmân edip de sâlih ameller yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir."

Zîrâ kâfirler, dünyada mü’minlerin sahip oldukları izzetin yanı sıra, âhirette de onlara hazırlanmış olan nimetleri duyunca, bu, onları çok öfkelendirir.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Fetih sûresini okursa, Mekke fethinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunmuş gibi sevap kazanmış olur."

0 ﴿