HUCURÂT SÛRESİ

Bu sûre, Medine'de inmiştir; 18 âyettir.

1

"Ey îmân edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin.

Allah'tan korkun. Çünkü şüphesiz Allah, semi'dir, alîmdir."

A- "Ey îmân edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin."

Yani bir konuda Allah ile Resûlü hükmetmeden siz kesin kararınızı vermeyin.

Bir görüşe göre, burada kastedilen, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne geçmemektir, Allah'ın zikredilmesi ise, Peygamberimizi tâzim içindir ve Allah katındaki yüksek makamını bildirmek içindir.

Deniliyor ki, bu kelâm, Peygamberimizin huzurunda, Akra' b. Habis veya Ka'ka' b. Mâbed'in emir tayin edilmesi konusunda Hazreti Ebû Bekir ile Hazreti Ömer arasında cereyan eden tartışma hakkında nâzil olmuştur.

B- "Allah'tan korkun. Çünkü şüphesiz Allah, semi'dir, alîmdir."

Yani söyleyeceğiniz ve yapacağınız bütün sözlerinizde, hareketlerinizde ve ezcümle bu konuda da Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı hareket etmekten sakının. Çünkü şüphesiz Allah, bütün sözlerinizi işitmektedir ve bütün fiillerinizi bilmektedir. O halde Allah'a saygı duyulmalı ve hakları gözetilmelidir.

2

"Ey îmân edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin; birbirinize bağırdığınız gibi, peygambere sözle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider."

Bundan önce sözde ve fiilde peygamberin önüne geçmek yasaklandıktan sonra burada da, peygamberin huzurunda nasıl konuşulacağı beyân edilmektedir.

Yani sizin ses tonlarınız, hiçbir zaman peygamberin ses tonuna erişmemek ve heybetk, azametli kimselerle konuşulduğu gibi, peygambere hitap ederken yumuşak ve alçak sesle hitap edin; peygamberliğin azamet ve yüceliğine saygılı olun.

Diğer bir görüşe göre ise, mânâ şöyledir: birbirinizle konuştuğunuz gibi, peygambere "Ya Muhammed! Ya Ahmed!" diye seslenmeyin; ona peygamberlik unvanıyla hitap edin.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu âyet nazil olunca, Hazret-i Ebû Bekir dedi ki: Ya Resûlallah! Vallahi, ben, Allah'a kavuşuncaya kadar, seninle konuşurken artık hep gizli veya gizliye yakın bir sesle konuşacağım!"

Hazret-i Ömer'den rivâyet olunduğuna göre, kendisi, Peygamberimizle konuşurken gizliye yakın bir sesle konuşurdu. Hattâ bazen Peygamberimiz, sesini duymadığı için onun ne dediğini sorardı.

Rivâyet olunuyor ki, temsilci heyetler Peygamberimize geldikleri zaman, onlar Peygamberimizin huzuruna çıkmadan önce Hazret-i Ebû Bekir, onlara bir sahabi gönderip Peygamberimize nasıl selâm vereceklerini öğretirdi ve Peygamberimiz huzurunda sükûnet ve vakar ile davranmalarını emrederdi.

Bu âyette yasaklanan, sesi peygamberin sesinin üstüne çıkarmak ve bağırarak onunla konuşmaktan murat, peygamberi hafife almak ve ona hakaret etmek değildir. Zîrâ onu hafife almak ve kendisine hakaret etmek zaten küfürdür. Hayır! Burada kastedilen, muhavere esnasında cereyan edecek yüksek sesle konuşma ve bağırmanın bu sonuca varma endişesidir. Nitekim "Birbirinize bağırdığınız gibi" ifâdesinden de bu anlaşılmaktadır. Ancak sesi peygamberin sesinin üstüne yükseltmek, kesinlikle yasak olduğu için, her hangi bir kayda bağlanmamıştır. Yine bu yüksek ses ve bağırma ile savaşta, inatçı bir kimse ile yapdan mücadele, yahut düşmanı yıldırma ve benzeri hallerde yapılanlar da kastedilmemektedir.

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Bu âyet, Sabit b. Kays b. Şemmâs hakkında nazil olmuştur. Bu zât ağır duyardı ve çok yüksek sesle konuşurdu. Bazen Resûlüllah ile konuşurken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onun sesinden rahatsız olurdu."

Enes b. Mâlik'ten rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Bu âyet nazil olunca, Sabit, ortaklita görülmez oldu. Resûlüllah life, onun niçin görülmediğini sorunca, kendisine sebebi anlatıldı. Bunun üzerine Peygamberimiz, onu çağırtıp kendisine sordu. O da dedi ki: "Ya Resûlallah! Bu âyet size nazil olmuş. Ben de pek gür sesli bir insanım korkarım ki, bu yüzden amellerim boşa gider." Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki: Bu yasak, senin için değildir; hiç şüphen olmasın, sen hayırla yaşayacaksın ve hayır üzere öleceksin; sen, Cennet ehlindensin."

Hasen-ı Basrî'den (radıyallahü anh) gelen bir rivâyete göre ise, bu âyet, seslerim peygamberin sesinin üstüne yükselten münafıklar hakkında nazil olmuştur.

Bu rivâyetle ilgili de deniliyor ki; nassin delaletiyle, münafıkların yasağı da, mü’minlerin yasağına dâhildir.

"Siz farkına varmadan" ifâdesi, bunun ziyadesiyle mahzurlu olduğunu bildirmektedir.

3

"Resülullah'ın huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte şüphesiz Allah'ın, kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Mağfiret ve büyük mükâfat onlarındır."

Bundan önce anılan yasağın ihlalinden korkutulduktan sonra burada da bu yasağa uymak teşvik edilmektedir.

Yani edebe riâyet için, yahut yasağa muhalefet korkusuyla, Resülullah'ın huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar Allah'ın, kalplerini takva için denediği, sınadığı kimselerdir. Yahut kalplerinin sadece takva için olduğunu bilmiştir (takdir etmiştir). Zîrâ imtihan bilme sebebidir (onun için imtihan olarak ifâde edilmiştir). Yahut takva için onların kalplerine çeşitli mihnetler ve ağır mükellefıyetler yüklemiştir. Zîrâ takva, ancak bunlarla ortaya çıkmaktadır. Yahut onların kalplerini takva için halis kılmıştır.

Hazret-i Ömer'den (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, yani onların kalplerinden şehvetleri kaldırmıştır,

4

"Ey Resûlüm! O odaların ardından sana seslenenler var ya, onların çoğu akıl erdirmeyen kimselerdir."

Burada kastedilen, odaların haricidir; ister arkasından olsun, ister önünden olsun. Bu odalardan murat, Mü’minlerin Validelerinin (Efendimizin eşlerinin) odalarıdır. Odaların ardından seslenmeleri, ya o şahısların, oda oda dolaşıp onların ardından Peygamberimize seslenmeleridir; yahut onların, Peygamberimizi aramak için odaların etrafına dağılıp kimilerinin bazı odaların, lümilerinin de diğer bazı odaların ardından Peygamberimize seslenmeleridir. Belki de hepsi, peygamberinmizin bulunduğu odanın ardından ona seslenmişlerdi. Ancak Peygamberimizin şânını tazim için çoğul olarak zikredilmiştir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu hâdisede Peygamberimize seslenenler, Uyeyne b. Hısn el-Fezârî ile Akra' b. Habis idiler. Bunlar, temim oğullarından yetmiş kişilik bir heyetle öğle vakti gelmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz uzanıp istirahat ediyordu. Anılan iki şahıs: "Ey Muhammed! Yanımıza çık!" diye seslenmişlerdi.

İşte bu seslenenlerin çoğu akıl erdiremeyen kimselerdi; çünkü bunlar akl-ı selîm sahibi olsalardı, bu saygısızlığa cüret edemezlerdi.

5

"Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için daha iyi olurdu. Zaten Allah, gafurdur, rahimdir."

Yani onların sabretmeleri, böyle acele etmelerinden hayırlı olurdu; çünkü, bu sabırlarında hüsn-ü edebe riâyet ve Efendimize tazim var ki., her ikisi de, övgüyü, sevabı ve talebin hemen hâsıl olmasını muciptir. Zîrâ rivâyet olunuyor ki, bu heyet, Anber oğullarının esirleri hakkında aracılık yapmak üzere gelmişlerdi. Peygamberimiz de, o esirlerin yansım serbest bıraktı; yarısının da fidyesini aldı.

6

"Ey îmân edenler! Size bir fâsık bir haber getirirse, onu iyice tahkik edin. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz."

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Hazret-i Osman'ın anne bir kardeşi Velid b. Ukbe'yi zekât tahsildarı olarak Mustalık Oğulları Kabilesine gönderdi. Velid ile bu kabile arasında eskiden düşmanlık vardı. Bu kabile adamları, onun geldiğini duyunca, kendisini karşılamaya çıktılar. Velid ise, kendisine saldırmak için geldiklerini sandı ve hemen geri döndü. Peygamberimize de: "Mustalık oğulları, islam'dan dönmüşler; zekâtlarını vermediler." Dedi. O zaman Peygamberimiz, onlarla savaşmayı düşündü. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Halid b. Velid'i onlara gönderdi. Hazret-i Halid, baktı ki, ezan okuyorlar ve gece namazına bile kalkıyorlar. Nihayet onlar, zekâtlarını Hazret-i Halid'e teslim ettiler; o da alıp geri döndü.

Âyette, araştırma emrinin, fâsık bir kimsenin ihbarına terettüp ettirilmesi, işaret ediyor ki, bazı konularda âdil bir kişinin şâhidiği de kabul edilir.

7

"Bir de bilin ki, aranızda muhakkak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vardır. İşlerin çoğunda o size uysa, muhakkak sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, îmânı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde güzel göstermiştir; küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir, işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir."

A- "Bir de bilin ki, aranızda muhakkak Resûlüllah vardır, işlerin çoğunda o size uysa, muhakkak sıkıntıya düşerdiniz."

Yani sizin aranızda Resûlüllah vardır. Siz ise, birçok hâdisede onun, sizin fikrinize uymasını istiyorsunuz. Eğer Resûlüllah, sizin fikirlerinize uysa, siz sıkıntıya ve helake düşerdiniz.

Bu âyet bize bildiriyor ki, bazı kimseler, anılan Velid'in haberini tasdik ederek Peygamberimizin onların üzerine yürümesini teşvik etmişlerdi. Peygamberimiz ise, onlarin görüşüne uymamıştı.

B- "Fakat Allah, îmânı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde güzel göstermiştir; küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir, işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir."

Burada istisna yoluyla hitap diğer bir zümreye tevcih edilerek onların, birinci zümrenin vasıflarından uzak oldukları beyân edilmekle, hal ve hareketleri övülmektedir. Yani fakat Allah, îmânı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde güzel göstermiştir. Nihayet bu îmân, sizin gönüllerinizin derinliklerine kadar yerleşmiştir, işte bundan dolayi da o imâna yaraşan sözleri ve fiilleri gerçekleştirdiniz. Ve Allah, küfrü, fısla ve isyanı da size çirkin göstermiştir, işte bundan dolayı onlara yaraşan hayırsız sonuçlarından ve hükümlerinden kaçındınız.

8

"Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Zaten Allah, Alimdir, hakimdir."

9

"Mü’minlerden iki topluluk vuruşmaya kalkışırlarsa, aralarını bulup düzeltin. Onlardan biri diğerine, karşı yine de saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye dek saldıran tarafla savaşın. Nihayet dönerse, artık aralarını adaletle bulun ve her işte adaleti uygulayın. Çünkü şüphesiz Allah, âdil davrananları sever."

Yani mü’min iki grup ihtilafa düşüp vuruşmaya kalkışırlarsa, onlara nasihat etmek ve kendilerini Allah'ın hükmüne davet etmek suretiyle aralarını bulup düzeltin. Onlardan biri, verilen nasihaderden etkilenmeyıp diğerine karşı yine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna, hükmüne dönünceye kadar o saldıran tarafla savaşın. Nihayet sizin savaşmanızdan çekinerek dönerse, artık aralarında adaletle hükmedin ve tarafların mütarekesiyle yetinmeyin; çünkü aralarındaki ihtilaf kesin olarak çözümlenip hükme bağlanmazsa, başka zaman yine aralarında vuruşma olabilir.

Aralarını bulmak adaletle kayıtlandırılmış, çünkü vuruşmadan sonra gerçekleştiği için intikam duygusuyla haksızlık yapılabilir.

Bu âyet, Peygamberimiz zamanında Evs ile Hazrec kabileleri arasında (süahlarla değil) hurma çubukları ve pabuçların atışmasiyla cereyan eden bir kavga hakkında nazil olmuştur.

Bu âyet delâlet ediyor kı, haksız taraf, haksızlık etmekle imândan çıkmaz ve savaşmaktan vazgeçtiği takdirde üstüne gidilmez; çünkü o, bu davranışıyla artık Allah'ın emrine dönmüştür. Yine bu âyet delâlet ediyor ki, nasihat ve sulh çabaları sonuç vermediği takdirde, kendisine karşı haksızlık ve saldırı yapılan tarafa yardım etmek vaciptir.

10

"Mü’minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı aykırı davranmaktan sakının ki, merhamet olunasınız."

Yani bütün mü’minler, bir temel vasfın müntesipleri, ebedî hayatı temin eden îmânın mensupları olmaları hasebiyle din kardeşidirler ve bu kardeşlik, mü’minlerin arasını bulmayı zorunlu bir görev kılmaktadır.

Diğer bir görüşe göre ise âyetteki "İki kardeşiniz"den murat, Evs ile Hazreç kabileleridir.

11

"Ey îmân edenler! Bir kavim diğer bir kavmi alaya, almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidir. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendilerinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıldık, ne kötü isimdir! Kim (yasaklandığı şeyden) tevbe etmezse, işte onlar (isyanı itaat yerine koymaktan ve nefsi azaba maruz bırakmaktan dolayı) zâlimlerin ta kendileridirler."

A- "Ey îmân edenler! Bir kavim diğer bir kavmi alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidir. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler."

Zîrâ her iki fırkada da üstünlük ölçütü, genellikle alaya konu olan suretler, seldiler, tavır ve davranışlar değil, fakat kalplerde gizli olan değerlerdir. Binâenaleyh kimse, kimseyi hakir görmeye cüret etmesin. Çünkü belki o, Allah katında üstünlük ölçütü olan değerlerde kendisinden daha iyidir. Böylece Allah'ın değer verdiği kimseyi hakir görmüş olur ve O'nun tazını ettiğine hakaret etmiş olur.

B- "Kendilerinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın."

"Kendileriniz..." denilmiş, çünkü bütün mü’minler bir nefis gibidirler. Yahut ayıplanacağınız bir şey yapmayın, demektir. Çünkü bir kimse, ayıplanacak bir şey yaparsa, kendi nefsini ayıplamış olur.

C- "îmandan sonra fâsıklık, ne kötü isimdir! Kim (yasaklandığı şeyden) tevbe etmezse, işte onlar (isyanı itaat yerine koymaktan ve nefsi azaba maruz bırakmaktan dolayı) zâlimlerin ta kendileridirler."

Mü’minlerin imâna girmelerinden sonra kötü anılmaları, yahut fâsık şöhreti bulmaları ne kötü şeydir!

Bundan murat, ya özellikle mü’minlere küfrü ve fışkı isnâd etmenin çirkin sayilmasıdır. Nitekim rivâyet olunuyor ki, bu âyet, validelerimizden Safıyye Binti Huyey hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Safıyye vakdemiz, bir gün Resûlüllah'a gelip: "Kadınlar, bana: "Ey ebeveyni yahudi olan yahudi kadın!.." diyorlar" diye şikâyette bulunmuş. Bunun üzerine Peygamberimiz:

"Sen de niçin onlara: "Benini babam. Hârûn Peygamberdir; amcam Mûsâ Peygamberdir ve kocam da Muhammed Peygamberdir!" demedin!" buyurdu.

Yahut bu kelâmdan murat, kötü lakaplarla atışmak, fâsiklıktır ve onu îmân ile yanyana getirmek çirkindir.

12

"Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü şüphesiz zannın bir kısmı (azap gerektiren) günahtır. Birbirinizin kusurunu da araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet de etmesin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan iğrendiniz. Allah'a aylardık tan sakının. Şüphesiz Allah, tevvâbtır, rahimdir."

A- "Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü şüphesiz zannın bir kısmı (azap gerektiren) günahtır."

Bu kelâmın ifâde, tarzından anlaşılıyor ki, her zan karşısında sağduyu ile hareket etmek ve zannın hangi kabilden olduğunu anlayıncaya kadar ihtiyatı elden bırakmamak gerekir.

Zîrâ zannın bir kısmına uymak zorunludur. Mesela: Hakkında kesin delil bulunmayan hususlarla ilgili zan ile Allah hakkında hüsnü zanda bulunmak gibi.

Zannın bir kısmı da haramdır. Mesela: İlahiyat ve peygamberlik konularındaki zanlar ile kesin bir delile aykırı olan zan ve mü’minler hakkında suı-zanda bulunmak gibi.

Zannın bir kısmı da mubahtır. Mesela: geçim ve yaşam konularıyla ilgili zan gibi.

B- "Birbirinizin kusurunu da araştirmayin."

Peygamberimiz, bir hadislerinde buyuruyor ki: "Müslümanların ayıplarının peşine düşmeyin; çünkü bir kimse, Müslümanların ayıplarının peşine düşerse, Allah da, onun ayıplarının peşine düşer ve evinin içinde, bile bir ayıbı varsa, Allah, onu rezü-rüsva eder." 27

27. Ahmed b. Haııbel: 4/421, 424

C- "Kiminiz kiminizi gıybet de etmesin."

Yani kiminiz kiminizi gıyabında kötülükle anmasın.

Peygamberimize, gıybetin ne olduğu sorulunca şöyle tarif buyurdu: "Gıybet, bir din kardeşini hoşuna gitmeyen şeylerle anlatmandır. Eğer anlattıkların, gerçekten, onda var ise, onu gıybet etmiş olursun; yok eğer anlattıkların onda yok ise, ona bühtan etmiş olursun." 28

28. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/2, 30, 384, 386, 458. Müslim/Kitâbu'l Bırr, hadis: 70. Ebû Dâvûd/Kitâbü'l Edeb, bab: 35. Tirmizî/Kitâbu'l Bırr, bab: 23. Dârimî/Kitâbu'r Rıkak, bab: 6

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Gıybet, köpek insanların katığıdır."

D- "Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan iğrendiniz."

Bu ifâde, gıybetin sâdır olduğu kimse ile gıybet edilen kimsenin hâlini, insan tabiatı, akıl ve şeriat olarak en çirkin ve şenî olan şekilde, birçok yönden mübalağa ile (ziyadesiyle) temsil ve tasvirdir.

E- "Allah'a aykıniıktan sakının. Şüphesiz Allah, tevvâbür, rahimdir."

Yani Allah'ın emirlerine aykırı hareket etmekten sakının ve daha önce sizden sâdır olanlara da nedamet getirin. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir ve rahmetini bol, bol yağdırandır. Nitekim tevbe edeni, hiç günah işlememiş kimse gibi tertemiz kılar. Ve Allah'ın bu ihsanı da, yalnız bazı tevbekarlara mahsus olmayıp günahları ne kadar çok olursa, olsun, bütün tevbe edenleri kapsamaktadır.

Rivâyet olunuyor ki, Sahabe'den iki zât, katık istemek için Selman-ı Fârisî'yi (radıyallahü anh) Peygamberimize gönderdiler. O sırada Hazret-i Üsame de, Peygamberimizin yemeğinde bulunuyordu. Peygamberimiz:’Yanımda bir şey yok!" buyurdu. Hazret-i Seknan da, bunu onlara haber verdi. Hazret-i Selman'ı gönderen o iki zât: "Zaten Selman'ı su dolu bir kuyuya da gönderse, suyu kurur" dediler. Sonra bu iki zât, Peygamberimizin huzuruna gelince. Peygamberimiz, onlara: "Ne oluyor, ağızlarınızda etin yeşilliğini görüyorum?" buyurdu. Onlar da: "Biz, et yemedik ki" dediler. Peygamberimiz de, onlara: "Siz mutlaka gıybet etmişsiniz!" buyurdu. İşte o zaman bu âyetti kerime nazil oldu.

13

"Ey insanlar! Şüphesiz Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi şa'blere (milletlere) ve kabilelere ayırdık. Allah katında sizin en iyiniz, şüphe yok ki, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, alimdir, habîrdir."

A- "Ey insanlar! Şüphesiz Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi şa'blere (milletlere) ve kabilelere ayırdık."

Yani Biz sizi Âdem ile Havva'dan yarattık. Yahut her birinizi bir babadan ve bir anneden yarattık. Bütün insanlar bunda eşittir. Şu halde nesep ile iftihar etmenin bir haklı gerekçesi yoktur.

Şa'b, bir köke mensup olan muazzam topluluklardır. Şa'b, kabilelerden oluşmaktadır. Kabile de, Amâretlerden oluşmaktadır. Amâret de, Batınlardan oluşmaktadır. Batın da, Fahzlardan oluşmaktadır. Fahz da, Fasilelerden oluşmaktadır. Mesela: Huzeyme, Şa'btır. Kinane, Kabiledir. Kureyş, Amâredir. Kusayy, Batındır. Hâşim, Fahzdır. Abbas, Fasiledir.

Diğer bir görüşe göre ise, Şa'blar, Acemlerin (Arap olmayanların) batınlarıdır. Kabileler ise, Arapların batınlarıdır.

Yani sizin babalarınızla ve kabilelerinizle iftihar edip neseplerde farklılık ve üstünlük iddia etmek için değil, fakat birbirlerinizi nesepleriyle tanıması ve hiç kimsenin babasından başkasına nispet edilmemesi için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.

B- "Allah katında sizin en iyiniz, şüphe yok ki, en çok sakınanınızdır."

Bu kelâm, neseplerle iftihar etmenin yasaklanmasının illetidir. Yani Allah katında en iyiniz, en takvâlı olaninizdır. O halde eğer iftihar edecekseniz, takva ile iftihar edin. Binâenaleyh yüksek derecelere çıkmayı hedefleyenler, takvayı gerçekleştirmekdir.

Peygamberimiz, şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, insanların en iyisi olmak istiyorsa, Allah'a karşı takvâlı olsun." 29

29 Tirmizî/Kıtâbü'l Fiten, bab: 70. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/143

Yine Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Bütün insanlar, iki insan tipinde toplanmaktadır: Biri, mü’min, takvâlı ve Allah katında şerefli; diğeri de, günahkâr, bedbaht ve Allah katında değersiz." 30

30 Tirmizî/Kitâbu't Tefsir, sûre: 49, bab: 5

İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir: "Dünyanın şerefi, zenginliktir; âhiretin şerefi ise takvadır."

C- "Şüphesiz Allah, alimdir, habîrdir."

Yani Allah, sizi ve bütün amellerinizi hakkıyla bilmektedir ve o, sizin hallerinizin içyüzünden de haberdardır.

14

"Bedeviler: "İmân ettik" dediler. Ey Resûlüm! De ki: Siz îmân etmediniz. Fakat siz: "İslam olduk (teslimiyet gösterdik)" deyin! îman henüz kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah, sizin amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah, gafurdur, rahimdir."

A- "Bedeviler: "İmân ettik" dediler. Ey Resûlüm! De ki: Sız îmân etmediniz. Fakat siz: "islam olduk (teslimiyet gösterdik)" deyin! îman henüz kalplerinize yerleşmedi

Bu âyet, Beni Esed (esed oğulları) kabilesinden bir grup hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Bunlar, bir kıtlık yılında Medine'ye gelip şehadet kelimesini getirmişler ve Resûlüllah'a: "Biz, ağırlıklarımız ve ailemizle sana geldik ve filan oğulları gibi sana karşı savaşmadık!" diyerek yaptıklarını Peygamberimizin başına kakmışlar ve ondan mâlî yardım istemişlerdi.

İşte Peygamberimize, onların bu iddialarını reddetmek üzere gerçek mânâda îmân etmediklerini onlara söylemesi emredilmektedir. Zîrâ gerçek îman, güven ve kalp huzuru ile olan tasdiktir. Bu ise onlarda hâsıl olmamıştır. Çünkü hâsıl olmuş olsa, onlar bu şekilde Peygamberimize minnet yüklemeye kalkışmazlardı. Onlar bu tutumlarıyla ancak İslam olmuşlardı; çünkü İslam, boyun eğmek, teslimiyet; göstermek, şahadet kelimesini getirmek ve savaşa girmemektir.

B- "Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah, sizin amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah, gafurdur, rahimdir."

Yani sız nifakı bırakıp da ihlasa sarılmak suretiyle Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, sizin amellerinizin sevabından hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah, itaatlilerin taksiradarı için çok bağışlayıcı ve onlar hakkında çok merhametlidir.

15

"Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne inanmışlardır; sonra hiç şüpheye düşmemişlerdir; mallarıyla da, canlarıyla da Allah yolunda cihad etmişlerdir. İşte doğrular ancak onlardır."

A- "Müninler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne inanmışlardır; sonra hiç şüpheye düşmemişlerdir; mallarıyla da, canlarıyla da Allah yolunda cihad etmişlerdir."

Burada "sonra/sümme" kelimesinin kullanılması, zımnen bildiriyor ki, îmânın muteber olması için şüpheye düşmemek, yalnız îmân ederken şart değil, fakat hem o zaman, hem de gelecekte şarttır.

Burada cihad, yalnız bedenî olan ibâdederi de, yalnız mali olan ibâdetleri de ve hac ile savaş gibi hem bedenî, hem de mâlî olan ibâdetleri de kapsamaktadır.

B- "İşte doğrular ancak onlardır."

Yani îmân davasında doğru olanlar, yalnız onlardır, başkaları değildir.

16

"Ey Peygamberim! De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah, bütün göklerde olanları da, bütün yerde olanları da bilmektedir. Zaten Allah her şeyi hakkıyla bilendir."

Rivâyet olunuyor kı, bu Âyet-i Kerime nazil olunca, anılan Beni Esedliler, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip sâdık mü’minler olduklarına yemin ettiler. İşte bunun üzerine onları yalanlamak üzere bu âyet nazil oldu.

Yani siz Beni Esedliler "İmân ettik" demekle, dininizi Allah'a siz mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, zaten her şeyi ve ezcümle siz bir yandan îman izhâr ederken öte yandan gizlediğiniz küfrü de bilmektedir.

Bu ilâhî ifâde onların cehaletini ziyadesiyle ortaya koymakta ve onları şiddetle kınamaktadır.

17

"Onlar İslama girmelerini senin başına kakıyorlar. De ki:

Müslüman olmanızı başıma kakmayın, bilakis, sizi imâna hidâyet ettiği için Allah size minnet yükletir. Eğer doğru iseniz, sizin Allah'a minnet borcunuz var."

Bu nazmın siyakında açık olarak Allah'ın lutfu beyân edilmektedir. Zîrâ anılan Beni Esedliler, kendilerinden sâdır olanı îmân sayarak bunu minnet vesilesi yapınca, onların şehadet kelimesini getirmelerinin îmân olması reddedilerek onun imân değil, İslam olarak vasıflandırmasından sonra denildi ki: Hakikatte îmân değil, fakat İslam olan şeyi senin başına kakıyorlar. Oysa kı, bu, başa kakılacak bir şey değildir. Aksine, eğer onların îmân iddiaları doğru olsa, yine onların minnet hakkı yoktur, Allah, onları imâna hidâyet ettiği için kendileri O'na minnet borçludurlar.

18

"Şüphe yok ki, Allah, bütün göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı da hakkıyla görendir."

Yani Allah, sizin sırlarınızı da, açığa vurduklarınızı da hakkıyla görendir. O halde sizin içlerinizdeki niyetleriniz O'na nasıl gizli kalabilir!

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Hucurât sûresini okursa, Allah'a itaat edenler ve isyan edenler sayısınca ona ecir verir."

0 ﴿