KAF SÛRESİ

Mekke'de inmiştir; 45 âyettir.

1

Bak. Âyet 2.

2

"Kaf. Mecîd (şanlı, şerefli) Kur’ân'a yemin olsun (ki, insanları uyarman için onu sana indirdik). Hayır! Aralarından bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar da, kâfirler şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir şeydir."

Kur’ân'a Mecîd denilmesi, sân ve şerefi, diğer semavî kitaplardan daha yüksek olmasından dolayıdır. Yahut Mecîd (lutf-u keremi bol) olan Allah'ın kelâmı, olmasından dolayıdır. Yahut Kur’ân'ın mânâlarını anlayıp muhtevasıyla amel eden kimsenin Allah katında da, insanlar yanında da şeref kazanacak olmasındandır.

Kâf, tefsiri de, Sâd sûresinin başında geçen Sâd'ın tefsiri gibidir.

Burada yeminin cevabı mukadder olup iki âyetin takdiri şöyledir: Mecîd olan Kur’ân'a yemin olsun ki, insanları uyarman için onu sana indirdik. O kâfirler ise, ona îmân etmediler; fakat uyarıcıyı da, kendisiyle uyarı yapılanı da taaccüple karşılayıp inkâr ettiler. Halbuki her ikisi de, akla en uygun ve kabule en çok şayan olan yoldur.

Diğer bir görüşe göre ise bu kelâmın takdirî şöyledir: Mecîd olan Kur’ân'a yemin olsun ki, hiç şüphesiz sen gerçek bir uyarıcısın, peygambersin. O kâfirler ise, onda şüpheye düştüler; sonra da ondan yüz çevirdiler.

Bir diğer görüşe göre de, yani onlar, şüphe ve inkâr ile de yetinmeyip kesin olarak ona karşı çıktılar; hatta onu şaşılacak şeylerden saydılar.

Başka bir görüşe göre de, yani onların îmândan imtina etmelerinin sebebi Kur’ân'ın şanlı ve şerefli bir kitap olmamasından dolayı değil, fakat inkârları, cehalederinden kaynaklanmaktadır.

3

"Biz ölüp de toprak olunca mı tekrar dirileceğiz? Bu, uzak bir dönüştür."

Bu kelâm, o kâfirlerin taaccübünü izah ve inkârları için tekid mahiyetindedir.

Bu dönüşün uzak olması, vehimlerden uzak olması, yahut âdetten uzak olması, yahut imkândan uzak olması demektir.

4

"Toprağın onlardan neyi eksilttiğini Biz kesinlikle bilmekteyiz. Yanımızda hafîz (her şeyi hıfzeden) bir kitap da vardır."

A- "Toprağın onlardan neyi eksilttiğini Biz kesinlikle bilmekteyiz."

Bu kelâm, onların, tekrar hayata dönüşü imkânsız görmelerini tamamen reddetmektedir. Zîrâ Allah'ın ilmi, bu kadar umûmî ve dakik olup toprağın, ölülerin cesedinden, etlerinden ve kemiklerinden neyi eksilttiğini dahi bildiğine göre, ölüleri eskisi gibi tekrar hayata döndürmesi nasıl uzak görülebilir!

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "insanın her şeyi çürür; yalnız kuyruk kemiği çürümez." 31

31. Buharî/Kitâbu't Tefsir, sûre: 39, bab: 3. Ebû Dâvûd /Kıtâbü's Sünne, bab: 22. Nesâî/Kıtâbu'l Cenâiz, bab: 117. Mâlik/el-Muvatta, Kitabu'l Cenârz, hadis: 49. . Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/28

Diğer bir görüşe göre ise, toprağın insanlardan eksilttiği, onlardan ölüp de toprağa gömülendir.

B- "Yanımızda Hafîz (her şeyi hıfzeden) bir kitap da vardır."

Yani yanımızda eşyanın bütün tafsilâtını hıfzeden, yahut değiştirilmekten mahfuz olan bir kitap da vardır.

Bundan murat, ya Allah'ın, eşyanın külkyatıni ve cüz'iyatını kapsayan ilmini, her şeyi ihata eden ve dilediği bilgiyi içinden alabildiği bir Kitabı olan bir kimsenin bilgisine benzetmektir; yahut bu şekilde Allah'ın ümi tekid edilmiş olup o ilmin, kendi katında Levh-ı Mahfuzda sabit olduğu beyân edilmektedir.

5

"Hayır! Onlar, hak kendilerine gelince onu yalan saydılar. Artık onlar kargaşalık içindedirler."

A- "Hayır! Onlar, hak kendilerine gelince onu yalan saydılar."

Bu kelâmda da, bundan önce anlatılan şenaetlerine ilâve olarak daha şenî ve çirkin bir harekederi daha beyân edilmektedir ki, bu da, parlak mucizelerle sabit olan peygamberliği yalan saymalarıdır.

Yani hak, kendilerine gelince, hiç tetkîk ve tefekkür etmeden hemen onu yalanladılar.

Diğer bir görüşe göre ise bu hak, Kur’ân'dır, yahut âhiret hayatını haber vermektir.

B- "Artık onlar kargaşalık içindedirler."

Yani onların sabit bir kararı da yoktur. Nitekim bazen Resûlüllah için şâir diyorlar; bazen de büyücü diyorlar ve bazen de kâhin diyorlar.

6

"Üstlerindeki şu göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl süslemişizdir! Onda bir çatlak bile yoktur."

Yani Biz şu göğü, hârika bir nizamla düzenlenmiş olan yıldızlarla süslemişizdir. O son derece düzgün ve her türlü kusur ve noksanlıklardan sakm bulunmaktadır.

7

"Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk ve orada gönüller açan her türden bitkiler meydana getirmişizdir."

8

"Bunları, Allah'a yönelen (ve hârika sanatlarını tefekkür eden) her kul için Bizden bir ibret kaynağı ve öğüt olmak üzere yaptık."

9

"Gökten bereketli bir su indirmişiz de, onunla birçok bahçeler ve biçilecek taneler yetiştirmişizdir."

Bahçelerden murat, meyve ağaçlarıdır. Taneler de, buğday, arpa ve benzeri ürünlerin taneleridir. Taneler, zikre tahsis edilmiş, çünkü ekinden bizzat maksud olan, bu tanelerdir.

10

"Tomurcukları üst üste, küme küme olan uzun boylu hurma ağaçları da yetiştirmişizdir."

Hurma ağaçları da, daha önce zikredilen bahçelere dâhil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, diğer meyve ağaçları içinde onun üstünlüğünü beyân etmek içindir. İkisinin arasında tanelen zikretmek de, hurma ağaçlarının, diğer meyve ağaçlarından ayrı ve imtiyazk olduğunu teldd etmek içindir.

11

"Bütün bunlar, kullara rızık olmak üzere yapılmıştır. Onunla ölü bir bölgeyi de ihya etmişizdir. İşte hayata dönüş de böyledir."

A- "Bütün bunlar, kullara rızık olmak üzere yapılmıştır."

Bu kelâm, yukarıda (âyet: 9) geçen "Onunla birçok bahçe ve biçilecek taneler yetiştirmişiz" kelâmının illetidir. Daha önce (âyet:7) geçen "... orada gönüller açan her türden bitkiler meydana getirmişizdir" kelâmına illet olarak, "Bizden bir ibret kaynağı ve öğüt olmak üzere yaptık" ifâdesini zikrettikten sonra burada bu illetin böylece zikredilmesi, şu noktaya dikkat çekmek içindir: Kul, bu nimetlerden faydalanırken, rızık olması cihetinden daha çok, ibret ve öğüt kaynağı olması cihetini önemsemelidir.

B- "Onunla ölü bir bölgeyi de ihya etmişizdir. İşte hayata dönüş de böyledir."

Yani Biz, kuru ve hareketsiz olan bir toprağı, indirdiğimiz su ile harekete geçiririz; o, Bizim kudretimizle kabarıp gelişir ve çeşidi bitkileri ve çiçekleri meydana getirir, işte sizin kabirden sonra hayata dönüşünüz de, bu hârika hayat gibidir; ondan farklı bir şey değildir.

12

Bak. Âyet 13.

13

"Onlardan önce Nûh kavmi, Ress yaranı, Semûd Kavmi, Ad Kavmi, Fir’avun, Lût'un kardeşleri, Eyke yaranı ve Tübba' kavmi de, bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da, tehdidim gerçekleşti."

Burada da, uhrevî hayatın gerçek olduğu hususunda bütün peygamberlerin ittifakı ve onu inkâr edenlerin azaba uğratılmış olmaları beyân eddmek suretiyle bu hayatın hak olduğu izah edilmektedir.

Ress yaranı, bir görüşe göre Şuayb peygamberin kavmidir. Bu konuda başka, başka görüşler de vardır. Nitekim Furkan sûresinde tafsilatı geçti.

Lût'un kardeşleri, denilmesi de, bir görüşe göre, zevcesinin akrabaları olmalarından dolayıdır.

Eyke yaranı, Şuayb peygamberin, kendilerine gönderildiği Meciyen halkı dışindakderdir.

Tübba' kavmi'nin tefsiri, daha önce Duhan sûresinde geçti.

İşte bütün bu kavimler, o peygamberlerin getirdikleri dahî düsturları ve ezcümle o peygamberlerin, üzerinde ittifak ettikleri uhrevî hayatı yalanladılar. Yani bu anılan kavimlerin her biri, kendi peygamberini yalanladı. Yahut o kavimlerin her biri, bu peygamberlerin hepsini yalanladı.

Zîrâ o peygamberlerin hepsi, tevhide davet ve tekrar dirilme ve haşir ile uyariyorlardi. Bu itibarla onların birini yalanlamak, hepsini yalanlamak sayılır.

Bu izah, Tübbain peygamber sayılması takdirine göre açıktır. Ancak en zahir olan görüş olduğu üzere Tübbain, peygamber saydınaması takdirine göre, Tübbain kavminin yalanlaması, onların, tevhîdde ve uhrevî hayatın varlığında ittifak etmiş olan peygamberleri yalanlamaları demektin Zaten Tübba' da, kendi kavmini buna davet ediyordu.

Âyette tehdidin gerçekleştiğinin belirtilmesi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir teselli, onlar için ise büyük bir tehdittir.

14

Eyke’liler de, (Himyer meliki) Tübba’ın kavmi de. Bunların hepsi (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar da benim azabım (haklarında) gerçekleşti.

15

"İlk yaratmada bir acizlik mi gösterdik? Hayır! Onlar, yeni bir yaratmadan şüphe içindedirler."

Bu kelâm, helâk edilmiş eski ümmetlerin inkâr ettikleri uhrevî hayatı açıklamaktadır.

Yani Biz, ilk yaratmaya yöneldiğimizde ondan âciz mi kaldık ki, tekrar hayata iade etmekten âciz olduğumuz vehmedilebilsin. Onlar, ilk yaratmada kudretimizi inkâr etmiyorlar; fakat yeni bir yaratmada kafaları karışık ve şüphe içindedirler. Zîrâ bu yeni yaratma, âdete muhaliftir.

16

"Yemin olsun ki, şu insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine vesvese vereceği şeyi de biliriz. Zaten Biz, ona şah damarından daha yakınız."

Nefsin vereceği vesveseden murat, nefse, kalbe, akla gelen şeyler demektir.

Yani Biz, insanın halini, kendisine şahdamarından daha yakın olandan daha iyi biliriz. Burada ilmî yakınlığin, zâti yakınlık olarak ifâde edilmesi, mecazîdir. Zîrâ zâti yakınlık, ilmî yakınlığı gerektirmektedir. Şah damarı, son derece yakınlık konusunda misâl olarak zikredilmektedir.

17

"İki melek, insanın sağında ve solunda oturarak yaptıklarını tespit ederken de Biz ona en yakınız."

Yani Allah, Latif olup O'nun ilmi, en ince şeyleri de ihata etmiştir. İnsanin iki Hafîz melekleri, onun bütün sözlerini ve fiillerini tesbit ederken de Allah, insana her yakından daha yakındır.

Bu âyet Bize şu hakikati bildirmektedir: Allah, meleklerin tespitlerinden müstağnidir; çünkü O'nun ilmi, iki meleğin bilmediklerini de kuşatmaktadır. İnsanın hal ve hareketlerinin görevli iki meleğe yazdırılıp tespit ettirilmesi ve kıyamet gününde şahitler huzurunda amel defterlerinin açılması, kul için ziyadesiyle bir ilâhî lütuf olmaktan ibarettir. Zîrâ bu, kulun, günahlardan el çekip iyiliklere rağbet etmesine vesile olmaktadır.

Peygamberimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "(Amellerinin tespiti için görevli) Senin meleğinin oturdukları yer, ön dört dişindir; senin dilin de, onların kalemidir; senin tükürüğün de, onların mürekkepleridir. Sen ise, Allah'tan da, haya etmeden, bu iki melekten de utanmadan mâlâyânı işler için dolaşıyorsun!"

18

"İnsan, hiçbir söz söylemez ki, yanında rakîb (gözetleyen) atîd (yazmaya hazır) iki melek bulunmasın."

Eğer sâdır olan şey, hayır ise, onun tespiti, yazılması, sağ meleğin vazifesidir; eğer şer ise, o da, sol meleğin vazifesidir.

Âyette söz zikredümişse de, bu hüküm, nassın delaletiyle fiil için de sabittir.

Bu iki meleğin, neleri yazdıkları hususunda görüş ayrılığı vardır.

Bir görüşe göre insanın her şeyini ve hatta hastalığındaki iniltilerini bile yazarlar.

Diğer bir görüşe göre ise, bu melekler, ancak günah veya sevap olan şeyleri yazarlar. En zahir olan görüş de budur. Nitekim Peygamberimizin şu hadisi de bu hakikati bildirmektedir: "Sevapları yazan melek, adamın sağındadır; günahları yazan melek de, onun solundadır. Ve sevapları yazan melek, günahlari yazan meleğin, âmiridir, insan bir sevap işlediği zaman sağdaki melek, onun on katını yazar; bir günah işlediği zaman ise, sağdaki melek, soldaki meleğe der ki: Yedi saat geçinceye kadar onu yazma; belki tesbih veya istiğfar eder."

19

"Ölüm baygınlığı gerçek olarak gelir de, kendisine: "İşte bu, senin, kendisinden kaçmakta olduğun şeydir" denir."

Bundan önce o kâfirlerin, âhiret hayatı ile mükâfat ve cezayı uzak gördükleri zikredildikten sonra ve bu bâtıl görüş, Allah'ın kudretini ve ilmini tahkik etmekle izale edildikten ve insanların bütün amellerinin mahfuz ve yazılı olduğu beyân edildikten burada da, onların mutlaka karşılaşacakları ölüm, tekrar dirilme ve onların ardından gelen korkunç hâdiseler beyân edilmektedir.

20

"(İkinci nefhada) Sûr'a da üfürülür; "İşte bu, geleceği vaat edilen gündür" denir."

21

"Herkes, beraberinde bir sürücü ve bir şahit ile gelir."

Ancak herkesin ameli farklı olduğu gibi, mahşere sürülme keyfiyeti de farklı olacaktır. Yani herkesin yanında iki melek olacaktır; biri kendisini mahşere sürecektir, diğeri de ona şahitlik edecektir.

Diğer bir görüşe göre ise, onu süren melek, günahlarını yazan melektir; şahit melek de, sevaplarını yazan melektir.

Bir diğer görüşe göre ise, süren, nefsidir, yahut kendisini saptıran şeytanidir; şahit de, bedenî uzuvlarıdır, yahut amelleridir.

22

"Yemin olsun ki, sen dünyada bundan gaflette idin. İşte senden perdeni (gafletini, hissedilen varlıklara dalışını) kaldırdık. Gözün de bugün çok keskindir (çünkü görme engelleri ortadan kalkmıştır)." denir."

Bu hitap, bütün insanlar içindir; çünkü herkesin âhiret hakkında bir çeşit gafleti vardır.

Diğer bir görüşe göre ise bu hitap, yalnız kâfirler içindir.

23

Bak. Âyet 24.

24

"Yanındaki arkadaşı: "İşte yanımdaki hazır!" der. İki meleğe şu emir verilir: Haydi ikiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi Cehenneme atın; o Allah ile beraber başka bir ilah edinmiş olanı da şiddetli azaba atın."

Yani kendisine musallat olan şeytanı, onu göstererek diyecek ki: İşte benim, yanımda ve hâkimiyetim altında olan bu şahıs, Cehenneme hazırdır; ben onu azdırıp saptırmakla Cehenneme hazırladım.

Diğer bir görüşe göre ise, onunla vazifeli olan melek, onun amel defterini göstererek; "İşte bende yazılı olanlar, arza hazırdır "der.

Kendilerine onu Cehenneme atmaları emredilen melekler, anılan sürücü ve şahit meleklerdir. Yahut Cehennem bekçilerinden iki melektir.

Hayra bütün gücüyle engel olmak, mâk farz hakları edâ etmemektir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu hayırdan murat, islam'dır. Zîrâ bu âyet, kardeşinin oğullarının müslüman olmalarına engel olmaya çalışırken Velid b. Muğire hakkında nazil olmuştur.

Azgın şüpheci, Allah ve dini hakkında şüphesi olan zâlim ve hak tanımaz kişi demektir.

25

Hayra engel olanı, şüpheci zalimi...  

26

Bu, o kimsedir ki, Allah ile beraber, başka bir ilâh edinmiştir. Haydin, atın şiddetli azabın (cehennemin) içine.”

27

"Arkadaşı şeytan der ki: Ey Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat o kendisi derin bir sapıklık içindedir."

Yani o insan, arkadaşı olan şeytanın, kendisini azdırdığını söyleyecek. Şeytan İse, onu yalanlayarak diyecek ki: Ben onu azdırmadım; kendisi derin bir sapıklık içinde idi; ben de, onu mecbur etmeden kendisine iğva vermek ve onu bâtıla davet etmek suretiyle bu yolda kendisine yardımcı oldum. Nitekim başka bir âyette de şöyle denilmektedir: "Benim sizin üzerinizde bir hâkimiyetim yoktu; sadece ben sizi çağırdım; siz de bana icabet ediniz. "(İbrâhîm: 22)

28

"Allah buyurur ki: huzurumda kavga etmeyin! Ben bu tehdidimi size önceden anlatmıştım."

Yani ben, kazanç yurdu olan dünyada indirdiğim kitaplarda ve bu deûerimin lisanıyla, azmak hakkında tehdidimi bildirmiştim. Nitekim ben, İblis’e "Yemin olsun ki, ben, Cehennemi senden ve sana uyanların hepsinden dolduracağım." (Sâd: 85) demiştim. Siz ise, haktan yüz çevirerek şeytana uymuştunuz. Bu hakikat sizce de teslim edilmektedir. O halde huzurumda, hesap ve ceza makamında tartışmayın ve bu ileri sürdüğünüz boş gerekçelerle bu azaptan kurtulmayı de ümit etmeyiniz.

29

"Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim."

Bu kelâm, genel bir şekilde hakkı tahkik ederek şunu açıklamaktadır: Sözün, azap vaadinin Allah tarafından değiştirilmemesi, onlar buna müstahak olmadığı halde olan bir şey değildir; fakat onlardan sâdır olan cinayetler bunu gerektirmektedir. Nitekim az önce de işaret edildi.

Yani kulların günahları oknadan ben, onlara azap edecek değilim.

Daha önce de defalarca belirtildiği gibi, Ehi-ı Sünnet itikadına göre, Allah'ın, günahsız kullara azap etmesi de, ifratlı bir zulüm olması söyle dursun, hiç zulüm sayilmadığı halde böyle ifâde edilmesi, Allah'ın bundan son derece münezzeh olduğunu beyân etmek içindir.

30

"O gün Cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha da var mı?" diyecektir."

Bu temsilî sual ve cevap, Cehennemin korkunç durumunu muhataplarının tahayyülünde canlandırarak anlatmak içindir. Yani Cehennem bunca genişliğine rağmen, doluncaya kadar insanlar ve cinler bölük bölük içine atılır. Yahut Cehennem o kadar geniştir ki, oraya girecek olanlar, girdikten sonra da yine boş yeri kalacaktır. Yahut Cehennem, günahkârlara olan öfkesinden dolayı hep fazlasını isteyecektir.

31

"Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır; onlardan uzakta olmayacaktır."

Burada da, ikinci defa Sûr'a üflenmesinden ve insanların hesap yerine gelmesinden sonra takva sahiplerinin halinin nasıl olacağı beyân edilmektedir. Yani küfür ve günahlardan sakınmış olan bahtiyar mü’minlere de Cennet yaklaştırılır. Öyle ki, onlar, hesap yerinden Cenneti ve onun çeşitli güzelliklerini görecekler ve oraya sevk edileceklerine ve erişeceklerine son derece sevineceklerdir.

32

Bak. Âyet 33.

33

"Ve onlara: "İşte bu, tamamıyla Allah'a yönelmiş olan, muhafazakâr (O'nun emirlerine riâyet etmiş) olan, görmediği halde Rahmân'dan korkmuş olan ve Allah'a, O'na dönük bir kalp ile gelen, siz takva sahiplerine: işte size vadedilen Cennet! Oraya selametle girin, işte bu ebedi yaşamanın başladığı gündür" denecek."

Burada Hafîzden murat, tevbesini bozmayıp koruyan demektir. Yahut dönüş yapıp bağışlanmalarını dilemek için günahlarını unutmayıp hıfzeden kimsedir. Yahut Allah'ın emirlerine riâyet eden kimsedir. Yahut Allah'ın koyduğu hakları koruyan kimsedir.

Burada Allah'ın, Rahman sıfatının zikredilmesi işaret ediyor ki, bu bahtiyar kullar, hem Allah'ın azabından korkarlar, hem de O'nun rahmetini umarlar. Yahut onların, Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu bilmeleri, kendilerini Allah'tan korkmaktan alıkoymaz; onlar, şu âyet mucibince amel etmektedirler: "Benim kullarıma bildir ki, ben gerçekten yegâne ğafûr ve rahimim; benim azabım da yegâne elem verici azaptır." (Hicr: 49)

Burada selâmetten murat, Allah'ın azabından ve nimetlerin zevalinden selâmette bulunmaktır. Yahut Allah ile meleklerinin selâmına muhatap olmaktır.

34

Selâmetle girin oraya (cennete); bu sonsuzluk günüdür.

35

"Orada kendileri için diledikleri her şey var; katımızda dahası da vardır."

Yani Cennet ehlinin, diledikleri her nimet kendileri için var katımızda, onların aklına, hayaline gelmeyen, dilediklerine dâhil olmayan üstün nimetlerden öyleleri de var ki, gözler benzerini görmemiş; kulaklar duymamış ve hiçbir insanın gönlünden geçmemiştir.

Deniliyor ki, bulutlar, Cennet ehlinin üstünden geçerken onlara huriler yağdırır ve o huriler: "İşte Allah'ın, katımızda dahası da var, dediği nimet biziz" derler.

36

"Biz bunlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, yeryüzünde diyar diyar dolaşan nice nesiller helâk etmişizdir. Kurtarıcı var mı!"

A- "Biz bunlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, yeryüzünde diyar diyar dolaşan nice nesiller helâk etmişizdir."

Yani ey Resûlüm! Biz, senin kavminden önce Ad Kavmi ile benzeri kavimler gibi kendilerinden daha güçlü olan, yeryüzünün çeşitli ülkelerinde icraat ve faaliyetler gösteren, yahut ölüm korkusuyla köşe bucak kaçan nice nesiller helâk etmişizdir.

B- "Kurtarıcı var mı!"

Yani Allah'ın emrinden kurtaracak bir kuvvet var mı!

Yahut onlar, ölüm korkusuyla köşe bucak kaçarken "Yok mu kurtaran?" diyorlardı.

Diğer bir görüşe göre ise mânâ şöyledir: Mekke halkı, seyahatlerinde, seferlerinde eski milletlerin harap yurtlarından geçiyorlar; onlar için kurtarıcı gördüler mi ki, kendileri için de kurtuluş umuyorlar?

37

"Şüphesiz bu anlatılanlarda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimse için elbette öğüt vardır."

Yani anılan kavimlerin anlatılan kıssalarında, yahut bu sûrede zikredilenlerde, gördüklerini lâyıkıyla tefekkür edip hakikatini anlayan bir akl-ı sekme sahip olan kimse için elbette öğüt ve ibret vardır. Zîrâ bu akl-ı sekme sahip olan kimse, o eski kavimlerin yok olmalarının gerçek sebebinin küfür olduğunu anlar ve böylece kendisine öğüt verilmeksizin, sadece onların tarihî eserlerini görmekle küfürden çekinir.

Keza eski kavimlerin kıssalarını anlatan âyetler kendisine okunurken hazır bir zihin ile onlari dinleyen kimse için de, o kıssalar, öğüt ve ibret kaynağıdır. Anılan âyetleri dinlerken zihnen hazır olmayan kimse ise, hazır değd, gaip sayılır.

38

"Yemin olsun ki, Biz bütün, gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri altı günde (merhalede) yarattık da, Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı."

Bu kelâm, cahil Yahudilerin iddialarını reddetmektedir. Zîrâ onların bâtıl iddiasına göre, Allah, pazar günü kâinatı yaratmaya başladı ve Cuma günü bitirdi ve Cumartesi günü de Arş'ın üstünde istirahata çekildi. Allah, onların söylediklerinden son derece yüce ve münezzehtir.

39

"Ey Resûlüm! Onların dediklerine karşı artık sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et."

A- "Ey Resûlüm! Onların dediklerine karşı artık sabret."

Yani o müşriklerin, uhrevî hayat hakkında inkâr ve uzak olarak görmek konusunda söylediklerine karşı artık sabret. Zîrâ bu muazzam yaratmaları fütursuz olarak gerçekleştiren Allah, onları hayata döndürmeye ve onlardan intikam, almaya da Kadirdir.

Yahut Yahudilerin söyledikleri küfür sözlerine ve teşbihlerine sabret.

B- "Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et."

Yani Allah'ı, mümkün fiillerden âciz olmaktan, O'nun haber verdiği hâdiseleri ve ezcümle yeniden dirilişi gerçekleştirmekten âciz olmaktan ve teşbihi mucip vasıflandırmalardan tenzih et ve hakkı bulmak gibi bahşettiği nimetlerine de hamdet.

Burada güneşin doğuşundan önce ve batışından önce diye belirtilen vakitlerden murat, sabah namazının vakti ile ikindi namazının vaktidir. Bu iki vaktin fazileti meşhurdur.

40

"Gecenin bir kısmında da ve secdelerin (namazların) ardından da O'nu tesbih et."

Diğer bir görüşe göre, burada tesbihten murat, namazlardır. Buna göre, güneşin doğuşundan önceki tesbihten murat, sabah namazıdır; güneşin doğuşundan önceki tesbihler, öğle ile ikindi namazlarıdır; gece tesbihleri de, akşam ile yatsı namazları ve teheccüd namazlarıdır; secdelerin ardından kılınan namazlar da, farz namazlardan sonra kılınan nafile namazlarıdır.

41

"Münâdinin yakın bir yerden sesleneceği güne de kulak ver."

Yani kıyametin ahvâlini anlatan âyetlere de kulak ver. Bu, kıyametin dehşetini bildirmektedir.

Kıyamet günü seslenen münadi, İsrâfîl'dir, yahut Cebrâîl’dir. Bu münadi, şöyle seslenecektir: "Ey çürüyüp yok olan kemikler! Ey ezilip yok olan etler! Ey dağılıp yok olan saçlar! Allah, son hüküm için toplanmanızı emrediyor.

Diğer bir görüşe göre ise, İsrâfîl, Sûr'a üfler; Cebrâîl de, haşir için nida eder (seslenir).

Bu münadi, sesi herkese eşit olarak ulaşacak şekilde yakın bir yerden seslenecek.

Diğer bir görüşe göre ise, Beytü'l Makdis'in Sahra'smdan (kutsal kayadan),

Diğer bir görüşe göre onların ayaklarının altından,

bir diğer görüşe göre onların saçlarının, kıllarının dibinden, her kıldan seslenilecek. Herhalde bu, başta verilen "kün/ol!" emrinin bir benzeri ile olacak.

42

"O gün insanlar, o çığlığı gerçekten duyacaklar. İşte bu, kabirlerden çıkış günüdür."

43

"Dirilten ve öldüren kesinlikle Biziz Biz. Son dönüş de ancak Bizedir."

Yani dünyada dirilten ve öldüren kesinlikle ancak Biziz; hiç kimsenin bunda katkısı yoktur. Ve âhirette ceza ve mükâfat görmek üzere son dönüş de ancak Bizedir; ne müstakil olarak, ne de müşterek olarak başkası merci olmayacaktır.

44

"O gün yeryüzü çarçabuk çıkmaları için varıldıkça yarılır. Bu, Bize göre pek kolay olan bir haşirdir (yeni diriliştir, mahşere sevktir ve orada toplanmaktır)."

45

"Ey Resûlüm! Onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen ise onlara karşı bir zorba değilsin. O halde, tehdidimden korkanlara bu Kur’ân ile öğüt ver."

Yani onların, âhiret hayatını inkâr etmek, onu anlatan âyetleri yalanlamak ve diğer hayırsız konuşmalarını Biz çok iyi biliriz. Sen ise, onları imâna icbar edecek ve düediğini onlara kabul ettirecek bir zorba değilsin; sen ancak bir uyarıcı ve öğütçüsün. O halde tehdidimden korkanlara bu Kur’ân de öğüt ver. Diğerlerine ise Biz, onların sözlerinin ve amellerinin gerektirdiği çeşitli cezaları ve azapları uygulayacağız.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Kâf sûresini okursa, Allah, ona ölüm zorluklarını ve sekerâtını (baygınlıklarını) kolaylaştırır."

0 ﴿