TÛR SÛRESİMekke'de inmiştir; 49 veya 48 âyettir. 1Bak. Âyet 2. 2"Tûr'a, yayvan İnce deri üzerine satır, satır yazılmış bir kitaba, beyt-i mâmur'a, o yükseltilmiş tavana ve dolu denize yemin olsun ki, hiç şüphesiz Rabbinin azabı vuku bulacaktır; ona engel olacak hiçbir şey yoktur." Tûr, Süryanîce dağ demektir. Bundan murat, Sina Dağı'dır. Bu dağ, Medyen bölgesinde bulunmaktadır; Hazret-i Mûsâ, burada Allah'ın kelâmına muhatap olmuştur. Bu kitabın satır, satır yazılması, muntazam olarak yazılması anlamındadır. Zîrâ satir, yazılan harflerin tertibidir. Bu kitaptan murat, Kur’ân'dır. Yahut Hazret-i Mûsa'nın levhalarıdır ki, Tûr'a en münasip düşen de bu mânâdır. Yahut Levh-ı Mahfûz'da yazılmış olanlardır. Yahut hafaza (günahları ve sevaplarıtespit eden) meleklerin yazdıklarıdır. Beyt-i Mâmur, Kâ'be'dir. Onun İmarı (rnâmûr edilmesi), hacıların, umrecilerin ve mücavir alanlarda oturanların ziyaretleriyle olmaktadır. Yahut Beyt-ı Mâmur, (meleklerin Kâ'besi olan) Duralı'tır. Bu, semanın dördüncü katında bulunmaktadır. Bunun îman, çok sayıda meleklerin ziyaretiyle olmaktadır. Yükseltilmiş tavan, semadır (göklerdir). Mescûr (dolu) deniz, Bahr-i Muhittir (okyanustur). Yahut kaynatılan deniz demektir. Nitekim "Denizler kaynatıldığı zaman" Âyetinde de bu madde aynı mânâda kullanılmıştır. Buna göre bu denizden murat, bütün denizlerdir. Rivâyet olunuyor ki, kıyamet günü Allah, denizleri ateş haline getirir ve cehennem ateşini onlarla yakar. Âyette özellikle bu varlıkların zikre tahsis edilmesi, bunların muazzam varlıklar olup Allah'ın kudretinin azametini, ilminin kemâlini ve üs din hikmetini ifâde ettiği içindir. Bu da, Allah'ın, kullarının yaptıklarının bütün tafsilatını ihata ve zaptettiğine delâlet etmekte ve Allah'ın verdiği bütün haberlerin ve ezcümle bu haberin de doğru olduğuna şahitlik etmektedir. 3Açılmış sayfalara yazılı olan Kur’ân’a, 4(Meleklerin gökte tavaf ettikleri) Beyt-i Ma’mur’a, 5Yükseltilmiş semâya, 6Taşkın denize... 7Ki, Rabbinin azabı muhakkak vuku bulacaktır. 8Onu geri çevirecek hiç bir şey yoktur. 9Bak. Âyet 10. 10"Şu göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların yürüdükçe yürüdüğü gün, işte o yalanlayanların vay haline o gün!" Deniliyor ki, o gün gökler, değirmen gibi dönmeye başlar ve gemi, yolculariyla dalgalandığı gibi dalgalanır. Diğer bir görüşe göre ise, yani göklerin kısımları karışmaya başlar. Dağların yürümesi, toz duman halinde yeryüzünden kalkmaları demektir. 11Vay artık o kıyâmet günü, Peygamberi tekzib edenlere!... 12"Ki onlar, boş şeylere dalarak oynayıp durmaktadırlar." Yani onlar, bâtıl ve yalanları acayip bir şekilde savunurlar. 13Bak. Âyet 14. 14"Cehennem ateşine itildikçe itildikleri gün, "İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur!" denilir." Yani onlar, pek şiddetli ve hasın bir şekilde cehennem ateşine atılırlar; cehennem yaranlarının elleri boyunlarına kelepçelenir ve perçemleri ayaklarına bağlanır da o vaziyette cehenneme atılırlar. Onların bu cehennemi yalanlamaları, onu bildiren sözlü vahyi yalanlamaları anlamındadır. 15Bak. Âyet 16. 16"Bir büyü müdür bu, yoksa siz mi görmüyorsunuz? Girin oraya; artık sabretsenız de, sabretmeseniz de sızın için birdir. Siz ancak yaptıklarınızın cezasına çarptırılacaksınız." A- "Bir büyü müdür bu, yoksa siz mi görmüyorsunuz?" Bu kelâm, onlar için kınama ve takbihtir. Nitekim onlar dünyada o valiye büyü diyorlardı. Yani siz, bunu bildiren Kur’ân'a büyü diyordunuz; bu da mı büyüdür? Yoksa sız dünyada o gerçek haberi görmediğiniz gibi, şimdi de haber verilen gerçeği görmüyor musunuz? Yahut sizin iddianıza göre dünyada gözleriniz kapatıldığı gibi burada da gözleriniz kapatılmış mıdır? Nitekim siz dünyada: "Olsa, olsa, bizim gözlerimiz boyanmıştır; daha kadar, biz, büyülenen bir topluluğuz." diyordunuz. B- "Girin oraya; artik sabretserıiz de, sabretmeseniz de sizin için birdir." Yani cehenneme girin ve onun şiddetli azabına katlanın. Artık sabredip etmemenizin, sizin için bir faydası olmaz; azabınızı kaldırmaz ve hafifletmez. C- "Sız ancak yaptıklarınızın cezasına çarptirılacaksiaiz." Bu cümle, sabredip etmemenin bir olmasının illetidir. Zîrâ ceza mutlaka vuku bulacağına göre, faydası olmamak hususunda sabredip etmemek birdir. 17Bak. Âyet 18. 18"Şüphesiz takva sahipleri, Rablerinin kendilerine verdikleriyle zevk ü sefa sürerek özel Cennetlerde ve özel nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur." 19Bak. Âyet 20. 20"Onlara: "Yaptıklarınıza karşılık sıra, sıra dizilmiş tahtlar üzerine kurulmuş olarak afiyetle yeyin, için!" denir. Ayrıca biz onları ceylan gözlü hurilerle evlendirmişizdir." 21"O kimseler ki, îmân etmişlerdir ve nesilleri de, îmânda kendilerine uymuşlardır, nesillerini de kendilerine katmışızdır. Kendilerinin amellerinden de hiçbir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığına karşı rehindir." A- "O kimseler ki, îmân etmişlerdir ve nesilleri de, îmânda kendilerine uymuşlardır, nesillerini de kendilerine katmışızdır." Bundan önce bütün Cennet ehlinin hali beyân edildikten sonra burada da Cennet ehlinden özel bir fırkanın hali beyân edilmektedir ki, onlar, nesilleri de îmânda kendilerine uymuş olanlardır. Yani o kimseler ki, kendileri îmân etmişlerdir ve nesilleri de, babalarının îmân derecesinde olmasa da, îmânın aslında kısmen de olsa onlara uymuşlardır, işte onların nesillerini de kendi derecelerine ilhak etmişizdir. Nitekim rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah, kâmil mü’mini mutlu kılmak için, neslinin derecesi ondan aşağı olsa da, kendi derecesine yükseltir." Peygamberimiz, bu hadisi buyurduktan sonra bu âyeti okumuştur. B- "Kendilerinin amellerinden de hiçbir şey eksiltmedik." Yani babaların sevaplarından bir kısmını evlatlarına verip de, onların sevaplarını eksiltmedik ve derecelerini aşağı indirmedik; fakat sırf lutfu ihsanımızla, evlatları da babalarının derecelerine yükselttik. C- "Herkes kendi kazandığına karşı rehindir." Yani herkes, Allah katında sâlih amel karşılığında rehindir; eğer o ameli işlerse, Allah onu serbest bırakır; yoksa onu helâk eder. Diğer bir görüşe göre ise, herkesin amelleri, kendisine bağlı olup kendisinden hiç ayrılmaz, demektir. Bu makama en münasip olan mânâ da budur. Zîrâ bunun zorunlu sonucu olarak, babaların sevaplarından hiçbir şey eksiltilmeden, evlatları onların derecesine yükseltilir. Bu mânâya göre, bu cümle, makabline illet mahiyetindedir. 22"Onlara canlarının istediği meyvelerden ve etlerden bo, bol arttırmışız." Yani onlara başta verdiğimiz nimetlerden sonra onların zaman, zaman arzu ettikleri çeşitli nimetleri de bol bol vermişiz. 23"Orada karş likit kadeh tokuştururlar; ancak burada ne saçmalama vardır, ne de günaha girme vardır." Yani onlar, Cennette meclis arkadaşlarıyla büyük bir arzu ve iştiyakla şarap kadehlerini tokuştururlar; fakat mükellefiyet yurdu olan dünyada bunu yapanların aksine, içki meclisinde ne saçmalarlar, ne de failini günaha sokan bir harekette bulunurlar; onlar ancak meziyetli insanların yaptıkları gibi hikmet ve güzel sözler konuşurlar. 24"Ve kendilerine mahsus, sanki sedeflerinde saklı inci gibi gençler çevrelerinde dönerler." Bu gençler, kendilerine hizmet için tahsis edilmiş gençler; yahut kendilerinden önce ölmüş evladandır. Bu gençler, sedeflerinde saklı inci gibi olmalarından murat, beyazlık ve safiyette bu incilere benzemeleridir. Yahut onlar, saklanan inci gibidir. Zîrâ değeri pek yüksek olan inciler saklanır. Katâde'ye: "Cennet ehlinin hizmetçileri böyle ise, kendileri nasıldır?" diye soruldu, o da dedi ki: "Resûlüllah buyurdu ki: Nefsim, kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederimi ki, bu efendinin, hizmetçisine üstünlüğü, dolunay gecesinde, ayın, diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir." Yine Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Cennet ehlinin mertebece en aşağısı, hizmetçilerinden birine seslendiği zaman, onun kapısında bin hizmetçi, "Emir buyur! Ferman buyur!" diye kendisine cevap verirler." 25"Cennet yaranları, birbirlerine dönüp hal, hatır soruşacaklar." Yani bazıları diğerlerine hallerini ve işlerini soracaklar. Böylece onların hepsi, hem sâil (soran), hem de mes'ûl (kendisine sorulan) olacaklar. 26"Diyecekler ki: "Gerçekten biz, bundan önce dünyada ailemiz arasında bile akıbetimizden korkardık." Yani biz dünyada ailemiz arasında yufka yürekli idik; Allah'a karşı gelmekten korkardık ve itaatine itina gösterirdik. Yahut biz, akıbetimizden korkardık. 27"Allah bize lütfetti de, bizi o sam yeli azabından korudu, " Yani Allah, rahmetle, yahut hakka muvaffak kılmakla bize lütfetti de, sam yeli gibi içimize kadar nüfuz eden cehennem azabından bizi korudu. 28"Şüphesiz biz, bundan önce Allah yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir." Yani şüphesiz biz, bundan önce dünyada Allah'a ibâdet ediyorduk. Yahut bizi korumasını niyaz ediyorduk. Çünkü şüphesiz o, yegâne iyilik yapandır ve çok merhamet edendir; kendisine ibâdet edildiği zaman, mükâfat verir ve kendisinden bir şey niyaz edildiği zaman da onu verir. 29"Ey Resûlüm! Sen yine de öğüt ver; çünkü sen, Rabbinin lütfü sayesinde ne bir kâhinsin, ne de bir deli." Yani sen, sana indirilen âyetler ile ve hikmetli öğüt ile nasihat vermeye devam et ve onların bâtıl ve hayırsız konuşmalarına aldırma. Çünkü sen, Allah'ın sana ihsan ettiği peygamberlik dürüstlüğü ve üstün akıl sayesinde, onlarin dediklerinin aksine ne bir kâhinsin, ne de bir deli. Allah, onları kahreylesin, nasıl da haktan döndürülüyorlar! 30"Yoksa onlar: "O, bir şâirdir; zamanın onun aleyhine dönmesini beklemekteyiz" mi diyorlar?" Onlarin bundan kastettikleri ya zamanın kötü hâdiseleridir, yahut ölümdür. 31"De ki: Bekleyin; gerçekten ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." Yani sız, benim helakimi beklediğiniz gibi, ben de sisin helakinizi beklemekteyim. Bu kelâm, onların helâk edileceklerine dâir İlâhî bir tehdittir. 32"Onlara bunu, saçmacı akılları mı emretmektedir, yoksa azgın bir kavim midirler?" Yani bu çelişkili sözü söylemeyi onlara akılları mı emretmektedir? Zîrâ kâhin olan kimse, zeki ve işlerde derin bir fikir sahibi olur. Deli ise, aklı kapalı ve fikri karışık olur. Şair de, hayal gücü kuvvetli, kelâmı ölçülü ve düzgün kimsedir. O halde bu zıt vasıflar, nasıl bir adamda toplanabilir! Yoksa onlar, kibir taslamada ve inatta haddi aşan ve rüşd ile doğruluk semtine hiç uğramayan azgın bir kavim midirler ki, akıl ve izan dışı bu yalanları söylüyorlar! 33"Yoksa onlar: "Bu Kur’ân'ı kendisi uydurdu" mu diyorlar? Hayır! Onlar, îmân etmezler." Yani onlar, küfür ve inatlarından dolayi herkesin bâtıl olduğunu açıkça bildiği saçmalıklarda bulunuyorlar. Nasıl olur ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da, ancak Araplardan bir insandır. O halde bütün Arap ve acemin âciz kaldığı bir kitabı nasıl kendiliğinden getirmiş olabilir! 34"Eğer doğru iseler, ona benzer bir söz getirsinler." Yani eğer onlar iddialarında doğru iseler, Kur’ân'ın özel vasıflarında, nazım ve mânâ cihetlerinden onun gibi bir söz getirsinler. Zîrâ onların doğru olması, onun benzerini getirmeye muktedir olmalarını gerektirmektedir. Çünkü onlar da Peygamberimiz gibi insandır ve Arap'tır. Üstelik hitabet ve şiirle uzun bir zaman meşgul olmuşlar; nazım ve nesir yazılarının üsluplarıyla çok ilgilenmişler ve tarihî hâdiseleri ezbere öğrenmek için çok çaba harcamışlardır. Ve hiç şüphe yok ki, onlar buna muktedir olsalar, mutlaka onu meydana getirmeleri gerekirdi. 35"Yoksa onlar, bir Yaradan olmadan mı yaratılmışlardır; yahut kendileri mi yaratıcıdırlar?" Yani yoksa onlar, bir yoktan var eden olmadan mı var oklular? Bir takdir edici olmadan mı bu hârika biçim ve şekli aldılar? Diğer bir görüşe göre ise, onlar, bir ibâdet ve uhrevî karşılık için değil de, boşuna mı yaratıldılar. Yahut kendilerini kendileri mi yarattılar da, bunun için mi Allah'a ibâdet etmiyorlar? 36"Yoksa şu gökleri ve bu yeri onlar mı yaratmışlar? Hayır! Onlar, kendi söylediklerine kesin olarak inanmazlar." Yani kendilerine, sizi, şu gökleri ve bu yeri kimin yarattığı sorulduğunda hepsini Allah'ın yarattığını söylerler; fakat kendi söylediklerine kendileri kesin olarak inanmazlar; yoksa Allah'a ibâdet etmekten yüz çevirmezlerdi. 37"Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa her şeye zorbalıkla hâkim olan kendileri midir?" A- "Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?" Yani Rabbinin rızık ve rahmet hazineleri onların yanında mıdır ki, peygamberliği istediklerine versinler ve istemediklerine vermesinler. Yahut Allah'ın ılım ve hikmetinin hazineleri onların yanında mıdır ki, hikmetin gereği olanın seçimini onlar yapsınlar? B- "Yoksa her şeye zorbalıkla hâkim olan kendileri midir?" Yani her şeyde hâkimiyet kendi ellerinde midir la, İlahlık işlerini de onlar tedbir etsinler ve işleri kendi irade ve dileklerine göre düzenlesinler. 38"Yoksa kendilerinin, üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var? Eğer öyle ise, dinleyenler, açık bir delil getirsinler." Yani yoksa kendilerinin, üzerine çıkıp göklere yükseldikleri, meleklerin konuşmalarını ve onlara vahiy edilen gayp bilgilerini dinledikleri bir merdivenleri mi var ki, gayp hakkında tahmin yürütüp uydurdukları ve boş umutlarını bağladıkları hususları bilsinler. Eğer öyle ise, dinlediklerini tasdik ettirecek açık bir hüccet getirsinler. 39"Yoksa kızlar O'nun, oğullar da sizin imi?" Bu kelâm, onların ne kadar beyinsiz ve akilen zayıf olduklarım ifâde ediyor ve bize bildiriyor ki, bu fikirde olan kimse, melekler âlemine yükselip gayp sırlarına vâkıf olmak şöyle dursun, akıl sahiplerinden bile sayılmaz. 40"Yoksa ey Resûlüm! Sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden, onlar ağır bir borç altında ezilmekten mi korkuyorlar?" Yani ey Resûlüm! Yoksa sen, peygamberliğine karşılık olarak onlardan böyle bir ücret istediğin için mi onlar sana uymuyorlar? 41"Yoksa gayp ilmi yanlarında da, onlar mı yazıyorlar?" Yani yoksa gayp ilimlerinin yazılı olduğu levh-ı mahfuz yanlarındadır da, onlar mı içindekileri yazıyorlar ki, bu konuda müspet veya menfi olarak konuşabilsinler? 42"Yoksa tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat asıl tuzağa düşecek olanlar, inkâr edenlerdir." Burada tuzaktan kastedilen, Dârunnedve'de. (Mekke Şura Meclisine) müşriklerin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için kurdukları tuzaktır. İşte onların burada kurdukları tuzağa, o tuzaktan amaçladıkları sonuca Bedir Savaşi'nda kendileri düştüler. 43"Yoksa onlar için, Allah'tan başka bir ilah mı var? Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir." Yani onları Allah'ın azabından koruyacak Allah'tan başka bir ilâhları mı var? Allah, onların o ortak koşmalarından, yahut onların ortak koştuklarının ortaklığından münezzehtir. 44"Onların inadı öyle ki, mucize olarak şu gökten düşen parçaları görseler, "Üst üste yığılmış bulutlardır" derler, " Yani onların "Yahut iddia ettiğin gibi göklerden parçalar üzerimize düşürmelisin." şeklindeki tekliflerine uygun, kendilerine azap olarak gökten parçalar da düşürsek, o düşen parçaları havada gördüklerinde, aşırı inat ve azgınlıklarından dolayı, yine de onların azap parçaları olduklarını tasdik etmeyip: "Bunlar, bize yağmur yağdırmak için üst üste yığılmış bulutlardır" derler. 45"Ey Resûlüm! Çarpılacakları güne ciegın, onları kendi hallerine bırak!" 46"O gün şer planları kendilerine hiçbir fayda vermeyecek ve onlara (azabın önlenmesi için başkaları tarafından) yardım da olunmayacaktır." Bu günden murat, Bedir Savaşı günüdür; yoksa kimilerinin dediği gibi Nefha-i Ülâ (Birinci Sûr'a üflenmesi) değildir. Çünkü o Nefha'da ancak o zaman hayatta olanlar çarpılır. Bir de, "o gün şer planları kendilerine hiçbir fayda vermeyecek" âyetindeki gün de, birinci günü açıklamaktadır. Ve onların şer planlarının kendilerine fayda vermeyeceğinin beyân edilmesinden, onların buna umut bağladıkları anlaşılmaktadır. Bu ise, ancak, onların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında kurdukları ve ezcümle Bedir Savaşındaki planlarıdır. Birinci, nefha ise, hakkında plan yapılan ve tuzak kurulan bir hâdise değildir. Diğer bir görüşe göre ise, bu gün, onların ölüm günleridir. Ancak bunda da bazı itiraz noktaları vardır. Kaldı ki, (âyetin metninde) izafe, bu günün, onlara mahsus olmasını gerektirmektedir. 47"Şüphesiz zulmedenler için bundan başka da bir azap vardır. Fakat onların çoğu bilmiyorlar." A- "Şüphesiz zulmedenler için bundan başka da bir azap vardır." Yani bu zâlim kâfirler, uğradıkları öldürülme azabından başka bundan önce bir azaba daha uğratılmışlardı. Bu azap da, onların yedi sene müddetle maruz kaldıkları kıtlıktır. Yahut bundan sonra da onlar için başka bir azap vardır ki, o da kabir azabı ile âhiretin çeşitli azaplarıdır. B- "Fakat onların çoğu bilmiyorlar." Bu kelâm işaret ediyor ki, bunu bilip de inadına küfürde ısrar edenler de vardır. Yahut onların çoğu hiçbir şeyi bilmiyorlar. 48"Ey Resûlüm! Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen muhakkak gözümüzün önündesin. Her kalkacağın zaman da, Rabbini hamd ile tesbih et." Yani ey Resûlüm! Rabbinin onlara, vaat edilen güne değin mühlet vermesine ve seni, üzüntü ve sıkıntılar içinde onların arasında bıraktığına sabret. Çünkü sen muhakkak bizim muhafazamız ve himayemizdesin; biz seni daima gözetip korumaktayız. Her hangi bir mekândan kalkacağın zaman da, Rabbini hamd ile tesbih et. Said b. Cübeyr ile Atâ diyorlar ki: "Yani meclisinden kalkacağın zaman şunu söyle: sübhaneke Allahümme ve bi hamdık / Allah'ım! Seni hamd ile tesbih ederim!" İbn Abbâs diyor ki: "Yani uykundan kalktığında namaz kıl! demektir." Dahhâk ile Rebi' diyorlar ki: "Yani sen namaza kalktığın zaman şu duayı oku: Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike ve tebareke ismüke ve tealâ ceddüke ve lâ ilahe ğayrük/ Allah'ım! Seni hamdin ile tesbih ederim; senin ismin mübarektir; senin azametin yücedir ve sen'den başka ilâh yoktur." 49"Gecenin bir kısmında da ve yıldızların batışından sonra da Rabbini tesbih et." Tesbih için gecenin bir kısmı tahsis edilmiş, çünkü o zaman yapılan ibâdet, nefse daha ağır gelmektedir ve riyadan daha uzaktır. Yıldızların batışından sonraki vakit, gecenin sonunda yıldızların, sabah aydınlığıyla kayboldukları zamandır. Diğer bir görüşe göre ise, gece tesbihi, akşam ile yatsı namazlarıdır; yıldızların batışından sonraki de, sabah namazıdır. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Tûr sûresini okursa, onu Allah'ın azabından emin kılmak ve Allah'ın Cennetinde ona nimetler bahşetmek, Allah katında ona bir hak olur. |
﴾ 0 ﴿