KAMER SÛRESİMekke'de inmiştir; 55 âyettir, 1"Kıyamet yaklaştı; ay da yarıldı." 2"Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve: "Bu, eskiden beri devanı ede gelen bir büyüdür" derler." Rivâyet olunuyor ki, Resûlüllah'tan bir mucize istediler. Bunun üzerine ay yarıldı. İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Ay iki parçaya bölündü; bir parçası gitti; diğeri kaldı." İbni Mesûd diyor ki: "Ben, Hirâ dağını ayın iki parçası arasında gördüm." Osman b. Ata'nin, babasından rivâyetine göre diyor ki: "Âyetin mânâsı, kıyamet günü ay yarılacak, demektir. "Ancak bu âyetten sonra gelen "Onlar bîr mucize görürlerse..." âyeti, bu görüşü reddetmektedir; çünkü bu âyet, bu hâdisenin vaki olduğunu ve onların, benzerlerini gördükten sonra bunu da gördüklerini açıkça ifâde etmektedir. Yani onlar, Allah'ın mucizelerinden birini görürlerse, onun hak ve ulvî bir hâdise olduğuna vâkıf olmak için gerekli olan tefekkürden yüz çevirirler ve derler ki: "Bu, Muhammed’in, her zaman aynı minval üzere gösterdiği bir büyüdür; onun büyüsü, diğer büyü çeşitleri gibi duruma göre değişmemektedir." Yahut "Onun büyüsü, kuvvetlidir, muhkemdir; bozulması mümkün değildir." Diğer bir görüşe göre ise, yani onlar, kendi kuruntuları ve gerekçelen olarak, "Onun büyüsü, geçicidir; zail olacaktır; sürekli kalmayacaktır "diyorlardı. 3"Onlar yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin bir istikrarı vardır." A- "Onlar yalanladılar ve kendi heveslerine uydular." Yani o kâfirler, Peygamberimizi ve Allah'ın onun eliyle gösterdiği mucizelerden bizzat gördüklerini yalanladılar ve şeytanin, kendilerine süslü gösterdiği nefsî arzularına uydular. Yahut o kâfirler, ayın yarılması mucizesini yalanladılar; nefsi arzularına uydular ve dediler ki: "Muhammed, ayı büyüledi. Yahut gözlerimizi büyüledi. Yoksa aslında ayda bir değişiklik yoktur." B- "Halbuki her işin bir istikrarı vardır." Bu kelâm, o kâfirlerin boş umutlarını kesmek içindir. Onlar, umutlarım Peygamberimizin bu davasının istikrarlı olmadığına bağlamışlardı. Nitekim. "Bu, eskiden beri devam edegelen bir büyüdür" (âyet: 2) diyorlardı Bu kelâm ise, Peygamberimizin davasının sabit ve değişmez olduğunu beyân etmektedir. Yani her iş, mutlaka sonunda istikrarlı bir hale gelir ve ezcümle peygamberin davası da öyledir; nihayet onun davasının hak ve ulvî olduğu anlaşılacaktır. Yahut onların her işi de, Resülullah'ın her işi de, dünyada hezimet veya zaferle, âhirette de bedbahtlık veya saadetle sonuçlanıp istikrar bulacaktır. 4"Yemin olsun ki, onlara, kötülükten caydıracak nice önemli haberler gelmiştir." Yani yemin olsun ki, Kur’ân'da onlara, eski ümmetlerin haberlerinden, yahut âhiret haberlerinden, kendilerini kötülükten caydıracak azap, yahut tehdit haberlerinden nice önemli haberler gelmiştir. 5"Bu büyük bir hikmettir. Fakat uyarıcıların uyarmaları onlara fayda vermiyor." Yani büyük hikmetler içeren uyarıcıların uyarıları, mutlaka fayda vereceği sanıldığı halde bu katı kâfirlere fayda vermiyor. 6"O halde ey Resûlüm! Onlardan yüz çevir O çağıranın, görülmemiş bir şeye çağıracağı gün onlar, mezarlarından çıkacaklardır." Yani ey Resûlüm! Onları uyarmanın, kesinlikle onlari etkilemeyeceğini bildiğin için, artık onlardan yüz çevir. İsrafil'in, o benzeri görülmediği için insanlarca pek yadırganan kıyametin korkunç halleri için çağıracağı gün onlar, mezarlarından çıkacaklardır. Yahut onlara o günü hatırlat. Buradaki çağırmanın da, "Ol! O da oluverir" kabilinden de olabilir. 7Bak. Âyet 8. 8"Balaşîan perişan bir halde, sanki etrafa yayılan çekirge sürüsü gibi, boyunlarını o çağırana doğru uzatarak (ona bakarak), koşarak mezarlarından çıkacaklar, O kâfirler: "Bu, çok çetin bir gün" diyecekler. Bu sözün özellikle, kâfirlere isnâd edilmesi, işaret ediyor ki, mü’minler, bu derece çok çetin haller içinde değildir. 9"Bunlardan önce Nûh kavmi de yalanlamıştı; işte onlar, kulumuzu yalanlamışlardı ve: "O, bir deli" demişlerdi. Ve Nûh, davetten vazgeçmeye zorlanmıştı." A- "Bunlardan önce Nûh kavmi de yalanlamıştı; işte onlar, kulumuzu yalanlamışlardı." Burada, Kur’ân'da zikredilen o kötülüklerden caydırıcı olan bazı haberlerin sayılmasına başlanmakta, onlar bir çeşit izaha tâbi tutulmakta ve o kâfirlerin, bu haberlerden etkilenmedikleri beyân edilmektedir. Bu kelâm, "Fakat uyarıcıların uyarıları onlara fayda vermiyor" âyetinin mefhûmuna bir nevi izahtır. Yahut kulumuz Nuh'u (aleyhisselâm) yalanladıkça yalanladılar; her yalanlayan eski neslin yerine gelen yeni nesil de onlar gibi yalanladılar. Diğer bir görüşe göre ise, Nûh (aleyhisselâm) kavmi, peygamberleri yalanladılar; böylece kulumuz Nuh'u da yalanladılar. Çünkü o da, peygamberler cümlesindendir. Hazret-i Nuh'un, kul unvanıyla zikredilmesi ve Allah'a izafe edilmesi (kulumuz), onun için bir tazim, makamını yüceltmek ve kendisini yalanlayanları da takbih ifâde etmektedir. B- "Ve: "O, bir deli" demişlerdi." Yani onlar sadece Hazret-i Nuh'u yalanlamakla da kalmamışlar; ona, deli de, demişlerdi C- "Ve Nûh, davetten vazgeçmeye zorlanmıştı." Yani Hazret-i Nûh, kendisine yapılan çeşitli eziyetlerle, hak dini tebliğ etmekten vazgeçmeye de zorlanmıştı. Diğer bir görüşe göre ise, bu cümle de, o kâfirlerin söylediklerindendır. Yani onlar Hazret-i Nûh için dediler ki: "O, delidir ve cinler onu çarpıp kendisini, bağlamışlardır." 10"Eıı son Nûh, Rabbine: "Ben yenik düştüm; bana yardım, et!" diyerek yalvardı, " Yani Hazret-i Nûh: "Rabbim! Kavmim bana galip geldi; benim onlardan intikam almak kudretim yoktur; sen benim intikamımı onlardan al!" diye niyazda bulundu. Hazret-i Nuh'un bu bedduası, bütün gayretlerinden sonra onların îmânından umut kesince olmuştur. Nitekim rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Nuh'un kavminden biri, onunla karşılaşınca, Hazret-i Nuh'un boğazına sarılıp kendinden geçinceye kadar boğazını sıkıyordu. Kendisi ise:’Allah'ım! Kavmimi bağışla; zîrâ onlar bilmiyorlar" diye hayırlı dualarla karşılık veriyordu. 11"Biz de, nehir gibi akan bir su için göğün kapılarını açtık." Bu, şiddetli ve sürekli yağmurların temsilî anlatımıdır. 12"Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. Böylece her iki su, kesin olarak takdir edilmiş bir şekilde birleşti." Yani biz, yerin her tarafını fışkıran kaynaklar misali kıldık. Böylece gök suları ile yer suları, ilâhî takdire tamamen uygun olarak birleşti. Yahut Allah'ın takdir buyurduğu işin gerçekleşmesi, Hazret-i Nûh kavminin tufan ile helâk olması için birleşti. 13"Nuh'u da tahtalardan ve çivilerden imal edilmiş o gemiye bindirdik." 14"İnkâr edilmiş Nuh'a bir mükâfat olmak üzere gözlerimiz önünde (muhafazamız altında) akıp gidiyordu o gemi." Zîrâ Nûh peygamber, kavmi için büyük nimet idi; fakat onlar bu nimete nankörlük ettiler. Çünkü her peygamber, kendi ümmeti için Allah in bir nimeti ve rahmetidir; hem de nasıl nimet ve nasıl rahmet!.. Diğer bir kırâete göre ise, âyetin metninde ki "Küfira" kelimesi "Kefera" olarak okunmuştur. Buna göre yani inkâr eden kâfirler için bir ceza olmak üzere... demek olur. 15"Yemin olsun ki, biz onu, bir ibret olmak üzere bırakmışızdır. Fakat öğüt alan var mı!" Yani biz, o gemiyi, yahut o yaptıklarımızı, bir ibret olmak üzere bırakmışızdır. Katâde diyor ki: "Allah, o gemiyi Cezire (Cizre) toprağında bıraktı." Bir görüşe göre, Nûh peygamber gemisi, uzun zaman Cudi dağında kaldı ve bu ümmetin ilk nesilleri de onu gördüler. 16"Benim azabım ve uyarılanın, nasilmış!" Yani benim azabım ve uyarılarım, anlatılamayacak kadar korkunç bir şekilde gerçekleşmiştir. 17"Yine yemin olsun ki, biz, bu Kur’ân'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı!" "Yine yemin olsun ki, biz, bu Kur’âni öğüt alınsın diye kolaylaştırdık." Bu yemin cümlesi, "Yemin olsun ki, onlara, kötülükten caydıracak nice önemli haberler gelmiştir. Bu büyük bir hikmettir. Fakat uyarıcıların uyarmaları onlara fayda vermiyor."âyetlerinin mefhumunun izahı olarak, bu sûrede zikredilen dört kıssanın sonunda zikredilmektedir. Ayrıca bu tekrarlar, bu dört kıssanın her birinin, öğüt almayı gerektirmek konusunda müstakil olduklarına, kötülüklerden caydırıcı olmak hususunda her birinin yeterli olduğuna, bununla beraber hiçbirinden de ders alınmadığına dikkat çekmektedir. Yani Allah'a yemin olsun ki, biz, bu Kur’âni senin kavmin için kolaylaştırdık; nitekim onu, kavminin dili ile indirdik; onu, çeşitli öğütler ve ibretlerle doldurduk ve onda mükâfat ve ceza vaatlerini tekrar tekrar anlattık. Bu âyette ifâde edilen kolaylaştırmayı, ifâdelerinin mükemmeliyeti, lâfız ve ibarelerinin pek tatlı olması sebebiyle Kur’ânin hıfzedilmesinin pek kolaylaştırılmış olduğu anlamına hamletmek, bu makarna müsait değildir. B- "Fakat öğüt alan var mı!" Bu ifâde, bundan gereği gibi ibret alınmadığını en mükemmel şekilde bildirmektedir. Zîra bu kelam, hiç kimsenin bu soruya, evet! diye cevap veremeyeceğini belirtmektedir. 18"Ad Kavmi, peygamberleri Hûd'u yalanladı da, azabını ve tehdidim nasilmış duydunuz mu?" Yani Ad Kavmi, peygamberi Hazret-i Hûd'u yalanladılar da, siz duydunuz mu, yahut duyun, benim, azabım ve tehdidim nasilmış! 19"Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde soğuk (uğultulu) bie rüzgâr gönderdik." Uğursuzluğunun devamlı olması, onları helâk edinceye değin devam etmesi, yahut büyükleri de, küçükleri de dâhil, hepsini kapsaması, yahut acısının şiddetli olması demektir. Bu azap günü, o ayin son Çarşamba günü idi. 20"O rüzgâr, o insanları, sökülmüş kütükler gibi yere seriyordu." Rivâyet olunuyor ki, o insanlar, dağ geçitlerine ve çukurlara girip birbirlerine tutundular; fakat o rüzgârlar, onları oralardan çıkarıp kendilerini cansız olarak yerlere vurdu. Bu insanlar, hurma kütüklerine benzetilmişler, çünkü o rüzgar, onların başlarını kopariyordu. Böylece cesetleri başsız kalıyordu. 21"Şimdi, nasilmış benîm azabını ve tehdidim!" İlâhî azap ve tehdidin beyânından sonra bu kelam da, onların korkunç ve hayret verici olduklarını bildirmektedir. Bu itibarla bu âyette, tekrar şaibesi yoktur. Kimi tefsir âlimlerine göre, daha önce zikredilenden murat, dünyada uğradıkları azaptır; bu ise, ahirette uğrayacakları azaptır. Ancak bu ikincisinin, dünyevî azaba terettüp ettirilmesi, bu görüşü reddetmektedir. 22"Yemin olsun ki, biz, bu Kur’ân'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı!" 23Bak. Âyet 24. 24"Semûd Kavmi de, uyarıları (uyarıcıları) yalanlamışlardı da, demişlerdi ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz hiç şüphesiz bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz. O vahiy (kitap), aramızdan ona mı indirildi? Hayır! O, yalancı ve şımarığın biridir." Yani Semûd Kavmi de, Sâlih Peygamber'den dinledikleri uyarı ve öğüderi, yahut peygamberleri yalanlamışlardı. Zîrâ peygamberlerden birini yalanlamak, hepsini yalanlamak sayılır; çünkü bütün peygamberler hak dinin temel hükümleri üzerinde ittifak halindedirler. Ve onlar demişlerdi ki; mensupları, çevresi olmayan, yahut eşraftan olmayıp sıradan biri olan bir insana mı uyacağız? O, bir fert ve biz büyük bir topluluk olduğumuz halde biz, kendisine uyarsak, hiç şüphesiz bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz; çünkü böyle bir şey, aklın gereği olmaktan çok uzaktır. Diğer bir görüşe göre ise, Sâlih Peygamber, kavmine diyordu kı: "Eğer siz bana uymazsanız, haktan sapmış olursunuz ve cehennemin çılgın ateşinde olacaksınız. "Onun kavmi de, aşırı azgınlıklarından dolayı onun sözünü tersine çevirip dediler ki: "Eğer biz sana uyarsak, asıl o zaman biz, senin dediğin gibi oluruz." Ve onlar demişlerdi ki; bizim içimizde ondan daha liyakatli var iken, o vahiy, o kitap ona mı indirildi? Hayır! Bu, gerçek değil; onu bu iddiaya sevk eden şey, kendi şımarıklığıdır, bizden üstünlük iddiasıdır. 25O kitap (vahy) aramızdan ona mı bırakılıyor? Şüphesiz o, şımarık bir yalancıdır.” 26"Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir." Bu kelâm, Allah'ın, Sâlih Peygambere mükâfat vaadi, kavmine de tehdit olarak ona söylediklerinin hikâye edilmesidir. Burada "yarın"dan murat, azabın ineceği vakittir. Yani yakın bir zamanda onlar, kimin yalancı ve şımarık kim olduğunu bileceklerdir; Sâlih Peygamber midir, yoksa O'nu yalanlayanlar mıdır, anlayacaklardır. 27"Onları imtihan etmek için o dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Artık sen ey sâlih! Onları gözetle ve sabret." Yani Sâlih Peygamberin kavmini imtihan etmek için, onların isteği üzerine o dişi deveyi bir tepeden çıkaran biziz. Artık sen, onların yapacaklarını gözetle ve ezalarına sabret. 28"Ve ey sâlih! O suyun, aralarında kesinlikle paylaştırılmış olduğunu kendilerine haber ver; her biri kendi içme sırasında hazır bulunsun." Yani ey sâlih! Kavmine bildir ki, o su, kendileri ile o deve arasında kesinlikle paylaştırılmıiştir; bir gün deve için, bir gün de onlar içindir. Sız de, deve de, kendi nöbetinizde suyun başında bulunacaksınız. 29"Derken onlar, arkadaşlarına seslendiler; o da kılıcı alıp deveyi kesti." Onların seslendiği kişi, Semûd kavminin en şaki adamı olan Kudar b. Saiıf adındaki bedbaht idi. İşte bu bedbaht kişi, hiç aldırmadan kılıcını alıp o deveyi kesti 30"Şimdi benim azabım ve tehdidim nasilmiş duydunuz mu?" Bunun tefsiri de, aynen daha önce geçen bu kelâmın oradaki tefsiri gibidir. 31"Şüphesiz biz, onlara bir korkunç ses gönderdik; hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdi ler." Yahut ağıl yapan kimsenin ağıl için kullandığı kum ağaç gibi oluvereliler. Bu korkunç ses, Hazret-i Cebrâîl’in sesi idi. 32"Yemin olsun ki, biz, bu Kur’ân'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı!" Bunun tefsiri, daha önce geçti. 33"Lût kavmi" de, o uyarıcıları yalanladı." 34Bak. Âyet 35. 35"Biz de, gerçekten üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna; tarafımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz, şükredenlerı işte böyle mükâfatlandırırız." A- "Biz de, gerçekten üstlerine taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna; tarafımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık." Seher vakti, gecenin sonudur. Bir görüşe göre, gecenin son altıda biridir. B- "Biz, şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız." Yani bizim nimetimize îmân ve itaat ile şükredenleri işte biz, o hayret verici mükâfatın benzerleriyle mükâfatlandırırız. 36"Yemin olsun ki, Lût, onları bizim şiddetli azabımızla uyarmıştı; fakat onlar bu uyarıları şüphe ile karşılayıp yalanlamışlardı." 37"Yine yemin olsun ki, onlar, Lût'un konuklarıyla fuhuş yapmak istediler; biz de gözlerini silme kör ettik, "işte azabımı ve tehditlerimi tadın!" dedik." A- "Yine yemin olsun kı, onlar, Lût'un konuklarıyla fuhuş yapmak istediler; biz de gözlerini silme kör ettik." Yani biz de, bu kötü niyetli bedbahtların gözlerini, yüzün diğer tarafları gibi düz, silme kör ettik. Rivâyet olunuyor ki, onlar, Lût peygamberin evine zorla girince, Cebrâîl , onlara bir tokat çekti; onlar, sersemleyip ortada dönmeye başladılar ve kapıyı bulamadılar. Nihayet Hazret-i Lût, onları dışarı çıkardı. B- "işte azabımı ve tehditlerimi tadın!" dedik." Yani biz, meleklerin lisanıyla, yahut görünen halleriyle onlara bunu söyledik. Görünen halleri de, onların gözlerinin silme kör edilmesidir. Zîrâ bu da, onların uyarıldıkları azap cümlesindendir. 38Bak. Âyet 39. 39"Yine yemin olsun ki, bir sabah onları sonu gelmez bir azap yakaladı. "Haydi, azabımı ve tehditlerimi tadın!" denildi." A- "Yine yemin olsun ki, bir sabah onları sonu gelmez bir azap yakaladı." Bu azabın, sonu gelmez olması, onları cehenneme teslim edinceye değin kendilerinden ayrılmaması demektir. Bu da işaret ediyor ki, onların bundan önceki gözlerinin silime kör edilmesi azabı, bu azap gelince sona erer. B- "Haydi, azabımı ve tehditlerimi tadın!" denildi." Bu kelâm, o gün azaplarını daha da şiddetlendirmek için. Allah tarafından kendilerine söylenecek sözlerin hikayesidir. 40"Yemin olsun ki, biz, bu Kur’ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alan var mı!" Bu kelâmın tefsiri de daha önce (âyet: 15) geçti. 41Bak. Âyet 42. 42"Yemin olsun ki, fîravungile de gerçekten uyarıcılar gelmişti. Onlar âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları muktedir bir azîz'in (galibin) yakalamasıyla yakaladık." Bu kıssanın başında tekîdli yeminin zikredilmesi, bu kıssaya son derece önem verildiğini göstermek içindir. Çünkü Fir’avun kıssasında çok sayıda büyük âyetler vardır, onların karşılaştıkları azap pek korkunçtur ve öğüt ve ibret almayı pek kuvvetli olarak gerektirmektedir. Bu âyetlerden murat, (daha önce zikredilen) dokuz âyettir. 43"Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı üstündür? Yoksa kitaplarda sizin için bir berat mı var?" Yani ey Arap topluluğu! Sizin kâfirleriniz, kuvvet, şiddet, sayı, imkân, yahut derece, mertebe bakımından o sayılan kâfirlerden daha mı üstündür? Onların, zikredilen hususlarda sizden üstün oldukları açık iken, onlara bu azaplar isabet ettiğine göre, sizin dereceniz, mertebeniz onlardan daha şer ve haliniz onlardan daha kötü iken, onlara isabet eden azabın bir benzerinin size isabet etmeyeceğini mi umuyorsunuz? Yoksa sizin işlemekte olduğunuz küfür ve günahların vebalinden kurtulacağınıza dâir semavî kitaplarda sizin için bir berat mı var ki, fiillerinizde ısrar ediyorsunuz? 44"Yoksa onlar: "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?" Yani yoksa onlar, güçlerine güvenerek: "Biz, düşmanlarımızdan intikam almağa gücü yeten, hiç mağlup olmayan, yahut dayanışmalı, yahut karşı durulamaz fikir ve beceri sahibi bir topluluğuz" mu diyorlar? 45"O topluluk yakında hezimete uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır." Burada bildirilen kâfirlerin hezimeti, Bedir savaşında gerçekleşmiştir. Saıd b. El-Müseyyeb diyor ki: "Ömer b. Hattâp'tan dinledim, dedi ki: Bu âyet nazil olduğu zaman, ben, hangi topluluğun hezimete uğratılacağını bilmiyordum. Nihayet Bedir günü Resûlüllah'ın, zırhını giyip: "O topluluk yakında hezimete uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır." dediğini görünce, o zaman bu Âyetin mânâsını anladım." 46"Hayır! Kıyamet, omlara vaatedilen azap vaktidir ve o kıyamet azabı, daha korkunç ve daha acıdır." Yani onların azabının tamamı bundan ibaret değildir; fakat onlara vaat edilen asıl azabın vakti kıyamettir ve bu azap, o azabın ancak öncüsü mahiyetindedir ve o kıyamet azabı, son derece feci ve acıdır. 47"Şüphesiz günahkârlar, bir dalâlet (sapkınlık) ve bir çılgın alevin içindedirler." Yani öncekilerden olsun, sonrakilerden olsun, bütün o günahkârlar, helâk ve çılgın ateş alevi içindedirler. Diğer bir görüşe göre ise, o günahkârlar, dünyada haktan sapmışlık, ahirette de ateş içindedirler. 48"Yüz üstü ateşe sürüklendikleri gun, "cehennemin acısını (sıcaklığını) tadın!" denir." 49"Şüphe yok ki, biz, her şeyi bir ölçü ile yarattık." Yani biz, her şeyi, yaratılış işinin bağlı olduğu hikmetin gerektirdiği ölçü ile yarattık. Yahut vukuundan önce Levh-ı Mahfuz'da yazıldığı ölçüde yarattık, 50"Bizim buyurma işimiz, bir göz kırpma gibi bir tek sözden başka bir şey değildir." Yani bizim buyurma işimiz, kolaylık ve süratte göz kırpma kadar zaman alan bir tek sözden ibarettir ki, o da, "Ol!" emridir. Yahut bir tek fiildir kı, o da hareket olmaksızın icâdtır. Diğer bir görüşe göre ise, bu kelâmın mânâsı da, "Kıyamet işi, bir göz kırpmadan başka bir şey değildir." âyetinin mânâsıdır. 51"And okun kı, biz, sızın benzerlerinizi helâk etmişizdir. Fakat ibret alan vat mı!" Yani diğer ümmetlerden küfürde sizin benzerleriniz olan kimseleri, yahut sizin taraftarlarınızı helâk etmişizdir. Fakat bundan ibret alan var mı! 52"Yaptıkları her şey, mutlaka amel defterlerinde yazılıdır." Yani küfür ve günahlardan isledikleri her şey, mutlaka meleklerin yazdıkları amel defterlerinde tafsilatıyla yazıktır. 53"Küçük, büyük her şey satır satır o defterlerde yazılmıştır." Yani her şey, Levh-i Mahfüz'da tafsilatıyla yazılıdır. 54Bak. Âyet 55. 55"Şüphe yok ki, takva sahipleri, Cennetlerde ve ırmakların kenarlarında mutlak kudret sahibi ve yegâne hükümran olan Allah'ın huzurunda hak divanındadırlar." Bundan önce zikredilen "Şüphesiz o günahkârlar..." âyetlerinde kâfirlerin kötü hallerinin beyân edilmesi, mü’minlerin de iyi hallerinin beyân edilmesini gerektirir ki, Terhîp (korkutma) ve Terğîp (teşvik) denklemi, kurulabilsin. İste bundan dolayi burada da takva sahiplerinin güzel halleri icmah olarak beyân edilmektedir. Yani şüphe yok ki, îmân edip de küfür ve günahlardan sakınanlar, sânları yüce Cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, her şeyin, hükümranlığı altında bulunduğu Allah'ın hak divanında ikram görmektedirler. Resûlüllah'tan rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Kamer sûresini gün aşırı okursa, kıyamet günü Allah, onu, yüzü dolun ay gibi parlar halde mezarından kaldırır." |
﴾ 0 ﴿