VÂKI’A SÛRESİMekke'de inmiştir; 96 "âyettir. 1"Vakıa., vâki olduğu zaman (kıyamet koptuğu zaman), " 2"Onun vak'asını, yalanlayacak hiçbir kimse yoktur." Bu, Sûr'a ikinci kez üfürüldüğünde gerçekleşecektir. Kıyamete Vakıa denilmesi, onun mutlaka vaki olacağını bildirmek içindir. Sanki bu kelâmda şart anlamı hiç gözetilmemektedir ve kıyamet, haddi zâtında vaki olmuştur. Yani kıyamet koptuğu zaman, anlatım, üstü korkunç hâdiseler olacaktır. Yahut kıyamet koptuğu zaman, Allah'a karşı onu yalanlayacak, yahut bu gün yalanladığı gibi, o gün onu yalanlayacak hiç kimse olmayacaktır. 3"O, kimini alçaltacak; kimini de yükseltecektir." Bu kelâm, kıyametin ne kadar muazzam ve korkunç bir hâdise olduğunu anlatmaktadır. Yahut bu kelâm, kıyamet günü bedbahtların, aşağı derecelere indirileceklerini ve bahtiyarların da yüksek derecelere yükseltileceklerini bildirmektedir. Yahut bu kelâm, kıyametin, büyük sarsıntılar meydana getireceğini, yıldızların dökülmesi, göklerin parçalar haline dönüşmesi ve dağların havada bulutlar gibi yürütülmesi sonunda cisimlerin, yerlerinden, kaydırılacaklarını bildirmektedir. 4"Bu yer, sarsıldıkça sarsıldığı, " Yani yer, şiddetli sarsıntılar geçirip de, üstündeki bütün binalar ve dağlar yıkıldığı zaman... Bu kelâm, ya üçüncü âyetle bağlantılıdır. Yani bu yer sarsıldıkça sarsıldığı zaman, yüksek olan şeyler alçalacak ve alçak olan şeyler de yükselecek; her şey altüst olacak. Yahut bu kelâm, birinci âyetin izahı mahiyetindedir. 5"Şu dağlar da, ufalandıkça ufalandığı zaman, " Yani şu dağlar da, ufalanan kavut gibi ufalandıkları zaman. Yahut şu dağlar da, yerlerinden yürütüldükleri zaman. Nitekim diğer bir' âyette de, "Ve dağlar yürütüldükleri zaman., ." 6"Nihayet hepsi toz duman haline geldiği, " 7"Sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, " Bu hitap, ya hem mevcut ümmet için, hem de eski ümmetler içindir; yahut yalnız mevcut ümmet içindir. 8"İşte o amel defterleri sağdan verilen sağcılar, ne sağcılardır!" 9"Ve işte o amel defterleri soldan verilen solcular, ne solculardır!" Burada, yukarıda zikredilen üç sınıfın kısımları beyân edilmekte ve tafsilatlarından önce icmali olarak hallerine işaret edilmektedir. Burada kastedilen, muhatabı, iki fırkanın birisinin fahamet (ululuk) ve diğerinin fecaatinden taaccüp ettirmektir. Yani amel defterleri sağdan verilen sağcıların halleri gayet güzel olacak ve amel defterleri soldan verilen solcuların halleri de gayet kötü olacak. Bu iki fırka (Ashab-ı Meymene / amel defterleri sağdan verilen sağcılar ve Ashab-ı Meş'eme / amel defterleri soldan verilen solcular) hakkında âlimler, değişik açıklamalarda bulunmuşlardır: Kimilerine göre, Ashab-ı Meymene, yüksek mertebe sahipleridir; Ashab-ı Meş'eme de, mertebeleri alçak olanlardır. Zîrâ sağı mübarek sayarlar ve solu da uğursuz sayarlar. Kimilerine göre ise, bu iki fırka, amel defterleri sağdan verilenler ile amel defterleri soldan verilenlerdir. Kimilerinde göre ise, bu iki fırka, sağdan alınip Cennete götürülenler ve soldan alınıp cehenneme götürülenlerdir. Kimilerine göre ise, bunlar, uğurlu (bereketli) kimseler ile uğursuz kimselerdir. Zîrâ bahtiyarlara, itaatleri, uğur ve bereket getirmektedir ve bedbahtlara da, günahları uğursuzluk ve bedbahtlık getirmektedir. 10"Ve öndekiler, önde olanlardır." Bunlar, anılan üç sınıfın üçüncü kısmıdır. Bunlar, fazilet olarak üç kısmın, en ilerisi ve öndekileri oldukları halde, en sonunda zikredilmeleri, onların zikri ile güzel halleri bir arada olması içindir. Kaldı ki, bunların mutlak olarak "Öndekiler / Sâbikûn" unvanıyla zikredilmeleri, her cihetten yarışta önde olduklarını ifâde etmektedir. Bu öndekilerin kimler oldukları konusunda da âlimler, değişik beyânlarda bulunmuşlardır: Kimilerine göre, hak meydana çıktığında hiç gecikme ve tereddüt olmaksızın, îmân ve itaate koşanlardır. Kimilerine göre ise, fazilet ve kemâlde önde olanlardır. Kimilerine göre ise, her iki kıbleye doğru namaz kılanlardır. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "One geçen (Sâbikûn) ilk Muhacirler ile Ensar..." Kimlerine göre ise, bunlar, beş vakit namazda önde olanlardır. Kimilerine göre ise, hayır yarışlarında önde olanlardır. Hulâsa, öndekiler, iyi halleriyle meşhur olanlar ve güzellikleriyle malûm olanlardır. Bu ifâde, onların şânını açıkça tazim etmekte ve onların, faziletlerinin yaygın olduğunu ve onları güzellikleriyle vasıflandırmaya bile gerek olmadığını açıkça bildirmektedir. Diğer bir görüşe göre de, Allah'a itaatte önde olanlar, O'nun rahmetinde de önde olanlardır. Yahut hayırda önde olanlar, Cennete girmekte de önele olanlardır. 11"İşte o öndekiler, mertebeleri yaklaştırılmış olanlardır." Yani onların dereceleri Arş'a yaklaştırılmış, mertebeleri yükseltilmiş ve temiz nefisleri, mukaddes mekânlara çıkarılmış olanlardır. 12"Onlar, Naîm Cennetlerindedir." 13"Onlar, geçmiş ümmetlerin eskilerinden büyük bir topluluktur" Bunlar, Hazret-i Âdem'den Peygamberimize kadar olan geçmiş ümmetlerin eskileri ile İkisi arasında bulunan büyük peygamberlerdir. 14"Son ümmetin eskilerinden de az bir topluluktur" Yani bu ümmetin eskilerinden de az bir topluluktur. Peygamberimizin: "Benim ümmetim, diğer bütün ümmetlerden çoktur." hadisi, bununla çelişmez, çünkü geçmiş ümmetlerin eskilerinin, bu ümmetin eskilerinden çok olmaları, bu ümmetin sonraki mensuplarının, geçmiş ümmetlerin sonraki mensuplarından çok olmasına engel değildir. Yine, bu, amel defterleri sağdan verilenler hakkındaki "Bunlar, geçmiş ümmederden büyük bir topluluktur; sonraki ümmetten de büyük bir topluluktur." âyetleriyle de çelişmez; zîrâ iki fırkanın da haddi zâtında büyük olmaları, birinin, diğerinden büyük olmasına engel teşkil etmez. Nitekim ileride Cennet ehlinin üçte ikisinin bu ümmetten olduğu zikredilecektir. Merfû olarak (Peygamberimize kadar ulaşan bir râviler silsilesiyle) gelen bir rivâyete göre ise, bu âyetteki öncekiler de, sonrakiler de, bu ümmet içindir. 15Bak. Âyet 16. 16"Cevherlerle işlemeli tahtlar üzerinde karşılıklı olarak oturup yaslanırlar." Yani altın, inci ve yakut ile işlenmiş tahtlar üzerinde karşılıklı olarak oturup yaslanırlar; birbirlerinin arkasından bakmazlar. Bu kelâm, onları hüsnü muaşeret, edep ve güzel ahlâk ile vasıflandırmaktadır. 17"Çevrelerinde hep taze kalan gençler, hizmet için dönüp dolaşırlar." Yani tazelikleri ve taravetleri hiç değişmeyip sonsuzlaştırılmış gençler, Diğer bir görüşe göre ise, yani küpeli gençler, hizmet için Cennet ehlinin çevresinde dönüp dolaşırlar, demektir. Bu gençler, dünya ehlinin çocukları olup mükâfatını alacakları güzel amelleri olmadığı gibi, cezasını görecekleri kötü amelleri de yoktur. Bu görüş, Hazret-i Ali (radıyallahü anh) ile Hasen-ı Basrî'den rivâyet olunmuştur. Bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Kâfirlerin küçük yaşlarda ölen çocukları, Cennet ehlinin hizmetçileri olacaklardır." 18"Şarap pınarlarından doldurulmuş sürahiler, ibrikler ve kadehlerle, " 19"Bu şaraptan ne başları ağrır, ne de akıllan gider." 20"Onlar için, beğeneceklerinden her türlü meyve, " 21"Canlarının çektiği kuş etleri, " 22Bak. Âyet 23. 23"Saklı inciler gibi ceylan gözlü huriler de vardır." 24"Bunlar, yaptıklarına karşılık olarak verilir." 25"Orada hiçbir boş söz ve günaha sokan hiçbir laf işitmezler." 26"Ancak bir söz: selam, selam" 27"Ve amel defterleri, sağdan verilen sağcılar, rıe sağcılardır!" Daha önce, hayırda önde olanların halleri açıklandıktan sonra, anılan üç sınıfın taksimatında mücmel kalan halleri burada açıklanmaya başlanmaktadır. 28"Malıdûd (dikensiz, meyvelerin ağırlığından dallan sarkmış) kiraz ağaçları" 29"Gövdeleri salkımlarla kapîı talh (muz) ağaçları, " Talh, muz ağacıdır, yahut mugaylan ağacıdır; bu ağacın çok güzel kokulu muntazam çiçekleri vardır. Süddî diyor ki: "Bu ağaç, dünyanın muzuna benziyor; fakat baldan tatlı meyvesi vardır." 30"Hep uzun olan gölgeler, " Yani bu gölgeler, şafak vaktinden gün doğumuna kadar olan gölge, gibi, hiç kısalmaz ve değişmez gölgelerdir. 31"Çağlayarak akan sular, " Yani bir çaba harcanmadan diledikleri yönde ve diledikleri şekilde çağlayarak akan sular. Yahut ark, kanal olmaksızın yeryüzünde çağlayarak akan sular. Sanki anılan sınıflardan öndekılerın hali, şehir insanları için tasavvur edilebilen en yüksek konfor temsil edilmiş ve amel defterleri sağdan verilen sağcılar için de çöl insanları için tasavvur edilebilen en yüksek konfor tasvir edilmiştir. Bu tasvirler, iki fırkanın halleri arasındaki farkı bildirmek içindir. 32Bak. Âyet 33. 33"Tükenmeyen, yasak da olmayan sayısız meyveler içindedirler." Yani cinsleri ve nevileri itibarıyla sayısız olan bu meyveler, dünya meyveleri gibi olmayıp hiçbir vakitte eksik olmazlar ve yasaklanmazlar. 34"Ve yüksek yataklar üstündedirler." Yani kıymetli, yahut yüksek yataklar, yahut karyolaların üstüne konulmuş yataklar üstündedirler. Diğer bir görüşe göre, burada yataklar, kadınlardan kinayedir ve onların yüksek olmaları da, karyolaların üstünde olmalarıdır. Nitekim diğer bir âyette de şöyle, denilmektedir: "onlar ve eşleri, karyolalar üstünde yaslanırlar." nitekim bundan sonraki âyetin hurilerden söz etmesi de, buna delâlet etmektedir. 35Bak. Âyet 36. 36"Gerçekten biz, hurileri farklı biçimde yeni yaratmışız da, onları Hanımlarına düşkün ve yaşıt bakireler kılmışızdır." Yani biz, o hurileri yeni baştan, yahut doğum olmaksızın yoktan, yahut iade olarak yaratmışızdır. Hadiste şöyle denilmektedir: "Bu huriler, dünyada, saçları ağarmış, gözleri çapaklı kocakarılar olarak ölen kadınlardır. Allah, ihtiyarlıktan sonra onları yaşıt bakire genç kızlar kılacak; kocaları, her defasında onlarla cinsel ilişkide bulunurken, onları bakire bulacaklardır." Tırmizî/Kitabu't Tefsir, sûre: 56, bab: 5 Hurilerin yaşı da, kocalarının yaşı da otuz üç olacak. 37Kocalarına âşık yaşıtlar yaptık; 38"Bütün bunlar sağcılar içindir." 39Bak. Âyet 40. 40"Bunlar, geçmiş ümmetlerden büyük bir topluluktur; sonraki ümmetlerden de büyük bir topluluktur." Bu kelâmın tefsiri daha önce geçti. Ebû'l Aliye, Mücâhid, Atâ ve Dahhâk bu âyetin tefsirinde diyorlar ki: "Yani bu ümmetin eskilerinden büyük bir topluluktur ve sonra âhir zamanda gelecek bu ümmetten büyük bir topluluktur." Bu âyetin tefsiri hakkında Said b. Cübeyr'in, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bunların hepsi benim ümmetimdendir." 41"Ve amel defterleri soldan verilen o solcular da, ne solculardır!" Daha önce, amel defterleri sağdan verilen sağcıların güzel halleri açıklandıktan sonra bu âyette de, mezkûr taksimat (üç sınıf) sırasında, amel defterleri soldan verilen solcuların, korkunçluğuna ve fecaatine işaret edilen hallerinin izahına geçilmektedir. 42Bak. Âyet 43. 43"İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, serin ve hoş olmayan kapkara dumandan bir gölge altındadırlar." 44O gölge ne serindir, ne mülâyim... 45Bak. Âyet 46. 46"Çünkü onlar bundan once (dünyada) bolluk içinde sefahate dalmışlardı ve büyük günah işlemekte direnip dururlardı." Bu kelâm, cehennem ehlinin niçin mezkûr azaba duçar olduklarını bekitmektedir. Yani o cehennem yaranları, bu kötü azaptan önce dünyada yiyecek, içecek, güzel meskenler ve itibark makamlar gibi çeşitli nimetler içinde ve şehvetlere dalmış olarak, yaşıyorlardı. İşte bundan dolayı kaçınılmaz olarak, bu nimetlerin zıdarıyla cezalandırılmaktadırlar. Burada büyük günahtan murat, şirktir. 47Bak. Âyet 48. 48"Ve diyorlardı ki: Gerçekten biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra biz mi hiç şüphesiz bir daha diriltileceğiz? Yoksa eski atalarımız da mı diriltilecekler?" Yani bizim, etlerimiz ve derilerimiz gibi bedenimizin bazı kışından toprak ve bazı kısımları da çürümüş kemikler olduktan sonra mı?.. Önce toprak zikrediliniz, çünkü çürüyen parçalar sonunda toprak haline gelir ve bu değişim, daha çok imkânsız gibi görülmektedir. Diriltilmenin, o vakit ile kayitlandirılmasi, inkârın o vakte tahsisi için değildir. Zîrâ o kâfirler, ölümden sonra beden, haliyle kalsa da, dirıltilmeyi inkâr etmektedirler. Hayır, diriltilmenin o vakte bağlanması, diriltilme inkârını takviye etmek içindir. Çünkü bu şekilde, inkâr, diriltilrneye, ona tamamen ters olan bir halde tevcih edilmiş olur. 49Bak. Âyet 50. 50"Ey Resûlüm! De ki: Şüphe yok ki, hem öncekiler, hem de sonrakiler, belli bir günün o vaktinde mutlaka toplanacaklardır, " Yani ey Resûlüm! Onların inkârını reddetmek ve hakkı tahkik etmek üzere de ki: şüphesiz hem öncekiler, hem sonrakiler ve ezcümle sizler ve babalarınız, dünya için tayın edilen sürenin bitiminde o belli günde tekrar diriltildikten sonra mutlaka toplanacaksınız. Âyette "öncekilerin", önce zikredilmesi, anılan reddi, ziyadesiyle kuvvetlendirmektedir. Zîrâ onların, babalarının, diriltilmesini inkâr etmeleri, kendilerinin diriltilmesini inkâr etmelerinden daha şiddetlidir. Bir de, böyle sıra ile zikredilmelerinde, gerçek sıra da gözetilmiş olur. 51Bak. Âyet 52. 52"Sonra siz ey sapkınlar, yalancılar! Muhakkak bir zakkum ağacından yiyeceksiniz de, karınlarınızı ondan, dolduracaksınız; sonra üstüne de kaynar sudan içeceksiniz; hem de suya kanmak bilmeyen o devenin içmesi gibi içeceksiniz." Yani ey saplan ve tekrar dirilmeyi yalanlayan Mekke müşrikleri ile diğer müşrikler! Muhakkak ki siz, diriltildikten, mahşer yerinde toplandıktan ve cehenneme girdikten sonra bir zakkum ağacından yiyeceksiniz de, şiddetli, açlıktan karınlarınızı ondan dolduracaksınız; sonra hiç gecikmeden üstüne de kaynar su içeceksiniz, hem de içmeniz de, mutat bir içme olmayacak; fakat bir çeşit hastalıktan dolayı suya kanmak bilmeyen o devenin içmesi gibi içeceksiniz. Yahut gevşek kumun ha bire suyu çekmesi gibi içecekler. Hulâsa, onlara öyle şiddetli bir açlık musallat edilecek ve mideleri açlıktan yanacak ki, erimiş maden gibi insanın içini yakan zakkumu yemek zorunda, kalacaklar. Ondan karınlarını doldurduklarında duyacakları hararet ve acıdan onlara öyle bir susuzluk musallat olacak ki, bağırsaklarını parçalayacak kaynar suyu içmek zorunda kalacaklar ve bu suyu da, suya hiç kanmayan hasta deve misali içecekler. 53Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. 54Üstüne de (şiddetle susayacağınız için) o kaynar sudan içeceksiniz. 55Öyle ki, suya kanmayan develerin içişi gibi içeceksiniz. 56"Ceza günü onlara sunulacak ilk ziyafet işte budur!" Ceza günü onlara verilecek ilk azaplar, anılan azap çeşitlen olduğuna göre, onlar cehenneme iyice yerleştirildikten sonraki azaplarını var, sen tasavvur eyle! Burada zikredilen ziyafet ifâdesinin, onlarla istihza için kullanıldığı açıkça anlaşılmaktadır. 57"Sizi biz yarattık. O halde tasdik etmeli değil misiniz? Bu hitap, ilzam ve ıskat için kâfirlere tevcih edilmiştir. Yani siz, yaratmayı tasdik etmeli değil misiniz? Zîrâ sızın amelleriniz, bu tasdiki tahkik etmemektedir, tersine onun aksini bildirmektedir. Yahut siz, tekrar dirıltilmeyi tasdik etmeli değil misiniz? Zîrâ ilk baştan bir şeye kadir olan, onun iadesine de kesinlikle kadirdir. Ancak birinci görüş, daha isabetlidir. Nitekim bundan sonraki ifâdelerden anlayacaksın. 58Bak. Âyet 59. 59"Akıtmakta olduğunuz meni nedir? Söylermisiniz? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?" Yani kadınların rahimlerine akıtmakta olduğunuz meni nedir? Sız mi ona biçim ve şekil verip tam insan haline getiriyorsunuz? Yoksa hiçbir müdahale olmaksızın Yaratan biz miyiz?" 60"Aranızda o ölümü biz takdir ettik ve biz, önüne geçilebilecek değiliz." Yani üstün hikmetimize binâen aranızda o ölümü takdir ve taksim eden ve herkesin ölümünü belli bir vakte bağlayan ve takdirlerinin önüne asla geçilemeyen biziz. 61"Sizin yerinize benzerlerinizi getirmeye ve sizin bilemeyeceğiniz şekillerde sizi var kılmaya da biz Kadiriz." Hasen-ı Basrî diyor ki: "Yani sizi maymunlar ve domuzlar yapmaya da biz Kadiriz." Diğer bir görüşe göre ise, yani tekrar dirilirken sizi, dünyadaki şekillerinizden farklı şekillerde yaratmaya da biz kadiriz. O halde şânı bu kadar yüce olan Rabbiniz, sizi tekrar hayata iade etmekten nasıl âciz olur! Bir diğer görüşe göre ise, yani hiç kimse, ölümden kaçmakla kurtulamaz ve ölüm vaktini değiştiremez. 62"Yemin olsun ki, siz, İlk yaratılışı bilmişsinizdir. Artık düşünmeli değil misiniz?" İlk yaratılış, insanların, meniden (spermden), sonra pıhtılaşmış kandan (aşılanmış yumurtadan), sonra canlı et parçasından yaratılmalarıdır. Diğer bir görüşe göre ise, bu yaratılış, Hazret-i Ademin topraktan yaratılmasıdır. Yani buna kadir olan kudretin, ikinci yaratmaya da mutlaka muktedir olduğunu düşünmek değil misiniz? Zîrâ ikinci yaratılış, daha az bir iştir. Çünkü ikincisinde maddeler, parçaların tahsisi ve bu yaratılış için daha önce gerçekleşmiş bir örnek mevcuttur. Bu âyet, kıyasın sahih olduğuna delildir. 63Bak. Âyet 64. 64"Şimdi, ekmekte olduğunuzu bana haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?" Yani toprağı işleyip tohumunu ekmekte olduğunuzu bana söyler misiniz? Onu siz mi bitirip gelişen bitki haline getiriyorsunuz, yoksa bitiren siz değil, biz mıyız?" 65Bak. Âyet 66. 66"Eğer dileseydik, biz onu kırılıp ufalanan kuru bir çöp yapardık da, şaşar kalırdınız. "Hiç şüphesiz biz ağır borç altına girdik; hayır, biz her şeyden mahrum kaldık" diye sızlanırdınız." Yani eğer dileseydik, biz, sizin ektiklerinizi bitirdikten ve ürünü almayı umduğunuz hale geldikten sonra onu, kırılıp ufalanan kuru çöp yapardık da, siz, onun o güzel halini gördükten sonra bu kötü neticeye şaşar kalırdınız. Yahut onun için verdiğiniz emeğe ve yaptığınız harcamaya, yahut onun için işlediğiniz günahlara pişman olurdunuz ve bunu hep anlatırdınız. 67Şüphesiz (beklediğimiz mahsule karşılık) büsbütün mahrumuz.” 68Bak. Âyet 69. 69"Ya içmekte olduğunuz o suya ne dersiniz? Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa İndiren biz miyiz?" İlâhî kudretin yağdırdığı yağmur sularının birçok faydaları arasından yalnız bu vasfı zikre tahsis edilmiş, çünkü içilme vasfı, en mühim faydasidır. Yani bu tatlı ve içilmeye elverişk yağmur sularını bulutlardan, yahut suyu daha tadı olan beyaz bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa kudretimizle onu indiren biz miyiz?" 70"Biz dileseydik, onu tuzlu yapardık. Artık şükretmeli değil misiniz?" A- "Biz dileseydik, onu tozlu yapardık." Yani biz dileseydik, bu suyu, içilmesi imkânsız zehir gibi tozlu yapardık. B- "Artık şükretmeli değil misiniz?" Bu kelâm, sayılan bütün nimetlere şükretmeyi teşvik etmektedir. 71Bak. Âyet 72. 72"Çakmakta olduğunuz o ateşe ne dersiniz? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?" Yani birbirine sürtülmekle ateş yakan çakmak ağacını siz mi yarattınız, yoksa onu kudretimizle yaratan biz miyiz? Ağaçtan yapılan bu çakmak, Merah ile Afar'dan oluşmaktadır." (erkek parçasına Merah, dişisine de Afar denilmektedir.) 73"Biz onu hem bir ibret, hem de çöl yolcuları için yararlı kılmışızdır." Bu kelâm, çakmak ağacının faydalarını beyân etmektedir. Yani biz, bu ağacı cehennemi hatırlatmak için ibret kılmışız. Nitekim biz, onu yaşam için gerekli bir sebep kıldık ki, ona bakıp cehennem ateşinden kurtulmak için ne hazırlıklar yaptıklarını hatırlasınlar. Yahut biz, onu, cehennem ateşinden bir örnek kilmışızdır. Nitekim Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Siz Âdem oğullarının bu dünyada yaktığı ateşin sıcaklığı, cehennem ateşinin sıcaklığının ancak yetmişte biridir." 8 8 Buharî/Kitabu Bed'i'l Halk, bab: 10. Tirmizî/Kitabu Cehennem, hadis: 7. İbni Mâce/Kitabü'z Zühd, bab: 38. Dârimî/Kıtabu'r Rikak, bab: 120. Mâlik el-Muvatta/Kitabu Cehennem, bab: 1 Diğer bir görüşe göre ise, yani biz, bu ağacı, tekrar dirilme işi için bir örnek kilmışızdır. Zîrâ tekrar dirilmek, ateşi, yaş bir maddeden çıkarmaktan daha garip bir şey değildir. Âyette çöl yolcuları zikre tahsis edilmiş, çünkü onlar buna daha çok muhtaçtır. Zîrâ evlerinde olanlar, yahut meskûn yerlerin yakınlarına inenler, çakmak ağacından ateş yakmak zorunda değillerdir. Çakmak ağacının bu dünyevî faydasının sonra zikredilmesi, en mühim faydasının uhrevî olan fayda olduğuna dikkat çekmek içindir. 74"Ey Resûlüm! Artık Rabbinin pek büyük adını tesbih et." Yani ey Resûlüm! Allah'ı Tesbih etmeyi gerektiren o zikredilen hârika işlerinden ve eşsiz nimetlerinden sonra, Allah'ı, birliğini inkâr eden ve O'nun sayısız büyük, nimetlerine nankörlük eden kâfirlerin söylediklerinden tenzih etmek üzere, yahut o kâfirlerin, çok değerleri açık nimetleri görmemek için gözlerini kapamalarına taaccüp etmek üzere, yahut o geçmiş nimetlere şükretmek üzere Allah'ın adını, yahut kendisini anarak tesbihi gerçekleştir. Âyetteki "Pek büyük" kelimesi, Rabbin sıfatı da olabilir." 75"Hayır! O necimlerin (yıldızların) yerlerine yemin ederim." 76"Hiç şüphesiz bilseniz, bu, büyük bir yemindir." Yıldızların yerlerinden murat, onların batış yerleridir. Yemin için yıldızların batış yerleri zikre tahsis edilmiş, çünkü onlarin batışıyla eserlerinin kaybolmasında, biç değişmeyen daimî bir müessirin varlığına delâlet vardır. Yahut bu vakit, teheccüd namazına kalkıp duâ ve niyaz edenlerin ve ilâhî rahmet ve rızanın onların üzerine indiği zamanlardır. Yahut yıldızların yerlerinden murat, onlarin burçları ve yörüngeleridir. Zîrâ bunlarda, Allah'ın kudretinin azametine ve hikmetinin kemâline anlatım üstü deliller vardır. Diğer bir görüşe göre ise, burada nedmlerden murat, Kur’ân'ın bölümleridir ve onların yerlerinden murat da, nazil oldukları vakitlerdir. 77Bak. Âyet 78. 78"Hiç şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan kerem kaynağı bir Kur’ân'dır." Yani hiç şüphesiz bu kitap, mukarrabîn olan melekler dışında diğer meleklerden bile korunmuş olan, onların dışında diğer meleklerin muttali olmadığı Levh-i Mahfuz'da yazılı bulunan çok faydaları olan bir Kur’ân'dır. Çünkü Kur’ân, dünyevî ve uhrevî hayat için faydalı olan önemli ilimlerin ana düsturlarını içermektedir. Yahut bu Kur’ân, güzelliklerin ve ilâhî rızanın kaynağıdır. Yahut Kur’ân, Allah katında pek şerefli bir kitaptır. 79"Ona ancak pek temiz olanlar dokunabilir." Bu cümle, ya mezkûr kitabın sıfatıdır. O takdirde pek temiz olanlardan murat, cısmanî engellerden ve günahlar yükünden münezzeh olan meleklerdir. Yahut bu cümle, Kur’ân'ın sıfatıdır. Buna göre pek temiz olanlardan murat, aptes sizlik hallerinden temiz olan insanlardır. Bu takdirde bu kelâm, olumsuz emir anlamındadır. Yani ancak insanlardan aptesli olanların ona dokunması uygun olur. Nitekim "müslüman, müslüman'ın kardeşidir; ona zulmetmez ve onu zâlime teslim etmez"9 hadisi de bu kabilden olup "Bir müslüman'ın, bir müslüman kardeşine zulmetmesi veya onu, kendisine zulmedecek birine teslim etmesi uygun olmaz" demektir. 9 Buharî/Kitabu'l Mezâlim, bab: 3. Müslim/Kitabu'l Bırr, hadis: 58, 32. Ebû Davud/Kitabu'l Eymân, bab: 7. Tirmizî/Kitabu'l Hudûd, bab: 3. İbni Mâce/ Kıtabu't Ticarât, bab: 45. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/91, 277, 311, 360. 3/491, 4/66, 69, 79.5/24, 25, 71, 379, 381 Diğer bir görüşe göre ise, yani Kur’ân'ı ancak küfürden temizlenenler talep etmektedir. 80"O, Alemlerin Rabbinden indirilmiştir." 81"Ey sapkınlar! Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? " Yani sız, tazim edilmesini ve saygı gösterilmesini gerektiren o yüce vasıfları zikredilen Kur’ân-ı Kerim'i mi hafife alıp küçümsüyorsunuz?" 82"Ve Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?" Diğer bir görüşe göre ise, burada rızk, yağmur demektir. Yani Allah'ın, yağmurdan size verdiği rızıkin şükrünü, onun Allah'tan olduğunu inkâr ederek ve onu yıldızlara isnâd ederek mi edâ ediyorsunuz? Ancak birinci görüş, nazm-ı kerimin siyak ve sibakına daha uygundur. 83Bak. Âyet 84. 84"Hele can, boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz." 85"O anda biz, ona sizden daha yakınız; fakat siz göremezsiniz." Bu sûrenin 57. âyetten buraya kadar, o kâfirlerin, zâtları itibarıyla, yiyecekleri, içecekleri ve hayatlarının diğer hususları itibarıyla Allah'ın hükümranlığı altında olduklarını bildiren Kur’ân uyarılarını yalanlamalarından dolayı bu kelâm, onları azarlamakta ve tahkir etmektedir. Yani ruh, yahut birinizin ruhu, boğaza dayanıp bedenden çıkmak istediği zaman, o ölecek adamınızın etrafında toplanmış sizler, onun, içinde bulunduğu sıkıntıları seyreder durursunuz ve sizin elinizden hiçbir şey gelmez. O anda biz, ilim, kudret ve tasarruf olarak ona sizden daha yakınız; fakat sız göremezsiniz. Nitekim siz, onun halinden ancak gördüğünüz sıkıntı eserlerini anlıyorsunuz; ama onun mahiyetine, keyfiyetine ve sebeplerine vâkıf olamıyorsunuz ve onun hiçbir sıkıntısını kaldırmaya da muktedir olamıyorsunuz. Onun hallerini bütün tafsilatıyla ilim ve kudretimizle, yahut ölüm melekleriyle ancak biz yönetiyoruz; fakat sız bunu idrâk edemezsiniz; çünkü bizim yüce sânlarımızı siz bilemezsiniz. 86Bak. Âyet 87. 87"Siz eğer Rabbinizin izniyle yaşıyor değil iseniz, onu geri çevirsenize, eğer inancınızda doğru iseniz!" Yani eğer sizin, "Sizi biz yarattık..." âyetinden buraya kadar anlatılanları tasdik etmemenizden anlaşıldığı üzere ancak Rabbinizin izniyle, yaşıyor değil iseniz, ruh, boğaza dayandığında, eğer inancınızda doğru iseniz onu çevirsenizde görsek. Zîrâ onların inançlarından çıkan sonuç, Allah'ın yegâne yaratan olmamasıdır. 88Bak. Âyet 89. 89"Ama ölen kişi, mertebesi yaklaştırılmış (yükseltilmiş) kimselerden ise, artık onun için huzur ve rahat, güzel, rızık ve naîm Cenneti vardır." Müteveffaların vefat halindeki halleri beyân edildikten sonra burada da vefattan sonraki halleri beyân edilmektedir. Yani eğer bu ölen kişi, zikredilen üç sınıftan öndekilerden ise, artik onun için huzur ve rahat, güzel rızık ve nimet dolu Cennet vardır. 90Bak. Âyet 91. 91"Eğer o, amel defteri sağdan verilen sağcılardan ise, "Sağcılardan sana selam var!" denecektir." Burada Allah, Cennette, amel defterleri sağdan verilenlerin birbirlerine selam vereceklerini bildirmektedir. 92Bak. Âyet 93. 93"Fakat o yalanlayan sapkınlardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme atılmak vardır." Bunlar, amel defterleri soldan verilen solculardır. Onlarin, daha önce "Sonra sız ey sapkınlar, yalancılar!.." âyetinde bu şekilde vasıflandırıldıkları gibi burada da, zem için ve duçar oldukları azabın sebebini bildirmek için böyle vasıflandırılmışlardır. Onlara kaynar su verilmesi, daha önce belirtildiği gibi, zakkumdan karınlarını doldurmalarından sonra olacak. Diğer hır görüşe göre, (cehenneme atılmak, yerine.) yani onlar, cehenneme yerleştirilirler ve onun çeşitli azaplarını çekerler. Bir diğer görüşe, göre ise, bu azap, kabirde gördükleri o içlerine işleyen ateş ve dumandır. 94Bir de cehenneme atılış... 95"Hiç şüphe yok ki, bu, hakku'l yakinirı (yaşanan gerçeğin) ta kendisidir." 96"O halde ey Resûlüm! Rabbinin o büyük ismini tesbih et!" Zîrâ bu sûre-i kerimede anlatılanların, şüphe götürmez hakikatler olmaları, Allah'ı, yüce şânına yakışmayan şeylerden ve ezcümle ona ortak koşmaktan ve sadece hakkı bildiren âyetlerini tekzipten tenzih etmeyi gerektirmektedir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, her gece Vakıa sûresini okursa, ebediyen yoksulluk çekmez." |
﴾ 0 ﴿