HADÎD SÛRESİ

Medine'de inmiştir; 29 âyettir.

1

"Bütün göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, yegâne Azîz ve Hakim olandır."

A- "Bütün göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir."

Tesbih, Allah'ı, cenabına yakışmayan inançlardan, sözlerden ve fiillerden tenzih etmektir. Burada tesbih, akıl sahibi olmayan varlıklara da isnâd edilmiştir. Nitekim göklerde ve yerde bulunanlar, onların bir parçası olsun veya olmasın, onlarda bulunan bütün varlıkları kapsamaktadır. Nitekim Âyet-ül Kürsî tefsirinde geçti, işte bu isnadın olduğu yerlerde tesbihten kastedilen mânâ, mecazî genel bir anlam olup akıl sahiplerinin sözlü tesbihlerini de, başkalarının hal tesbihlerini de kapsamaktadır. Zîrâ bütün varlıkların her bir ferdi, mümkün bir varlık olması ve sonradan meydana gelmiş olması hak ile, varlığı vacip olan, kemâl sıfatlarının yegâne sahibi olan, bütün noksan sıfatlardan münezzeh bulunan kadîm yaratana delâlet etmektedir. Nitekim "Her şey, mutlaka Hamd ile O'nu tesbih etmektedir." âyetinden murat olan mânâ da budur.

Bu âyet, tesbihi, ihtiyarî olanların, bütün vakitlerinde Allah'ı tesbih etmeleri gerektiğine dikkat çekmektedir. Nitekim Mele-i A'lâ (melekler âlemi) böyle olup onlar gece gündüz hiç usanmadan tesbih getirmektedirler.

B- "O, yegâne Azîz ve Hakim olandır."

Yani Allah, hiçbir kuvvetin karşı duramadığı ve icraatını engelleyemediği yegâne kadir ve gaalibtir ve ancak hikmet ve maslahatın gerektirdiği şeyleri yapan yegâne Hakimdir.

2

"Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O'nundur. O, diriltir ve öldürür. Zaten o, her şeye kadirdir."

Yani bütün göklerde ve yerde ve her ikisinde bulunan bütün varlıklarda, icâd, idam (yok etmek) ve bilip bilmediğimiz diğer hususlarda küllî tasarruf yalnız Allah'ındır. Zaten O, her şeye ve ezcümle diriltmeye ve öldürmeye de son derece kadirdir.

3

"Evvel de O'dur; âhir de O'dur; zahir de O'dur; bâtın da O'dur ve her şeyi hakkıyla bilen de O'dur."

Yani Allah, bütün varlıklardan evveldir; çünkü onları başlatan ve yoktan var eden O'dur. Ve zahir olan da bâtın da O'dur. Bundan dolayı da akıllar O'nun mahiyetini kavrayamaz. Ve gizli olsun, açık olsun, O'nun ilminden hiçbir şey gizli kalmaz.

4

"Bütün gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden de O'dur. Yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, oraya yükseleni de O, bilir. Ve siz nerede olsanız, O, sizinle beraberdir. Zaten Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir."

A- "Bütün gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden de O'dur. Yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, oraya yükseleni de O, bilir."

Burada Allah'ın hükümranlığının bazı hükümleri beyân edilmektedir. Bu kelâmın tefsiri, Sebe' sûresi ile başka sûrelerde geçti.

B- "Ve siz nerede olsanız, O, sizinle beraberdir."

Bu kelâm, Allah'ın ilminin, muhatapları nasıl ihata ettiğinin ve nerede olurlarsa olsunlar, onun dışına çıkamayacaklarının temsilî ve tasvirî anlatımıdır.

C- "Zaten Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir."

Bu kelâm da, Allah'ın ilminin, muhatapların bütün yaptıklarını kuşattığını bildirmektedir.

5

"Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O'nundur.

Zaten bütün işler Allah'a döndürülür." Bu tekrar, tekid içindir.

6

"O, geceyi gündüze katar; gündüzü de geceye katar. Gönüllerde olanı bilen de O'dur."

A- "O, geceyi gündüze katar; gündüzü de geceye katar."

Bunun tefsiri de daha önce geçti.

B- "Gönüllerde olanı bilen de O'dur."

İlâhî ilmin, onların açığa vurdukları işlerini ihata ettiği beyân edildikten sonra burada da ilâhî ilmin, onların gizledikleri niyetlerini de ihata ettiği beyân edilmektedir.

7

"Allah'a ve Resulüne îmân edin ve sizi, üzerinde halef (tasarrufa yetkili) kıldığı şeylerden Allah yolunda harcayın. Çünkü sizden îmân edip de Allah yolunda harcayan kimselere büyük mükâfat vardır."

Yani siz, onların gerçek mâlikleri olmaksızın, sadece tasarruf yetkisini size verdiği şeylerden Allah yolunda harcayın.

Onların ellerinde bulunan malların ve rızıkların, bu şekilde ifâde edilmesi, hakkı tahkik için ve onları harcamaya teşvik içindir. Zîrâ o malların ve rızıkların, aslında Allah'ın olduğunu, kendisinin ise vekil gibi olup onları, ancak O'nun tayin buyurduğu yerlere harcamaya yetkili olduğunu bilen kimseye, harcamak, kolay olur.

Yahut Allah, sizi, sizden öncekilere vâris kılmak suretiyle onların ellerindeki mallarda sizi onların halefi, kılmıştır. O halde siz, onların halinden ibret alın. Nitekim bu mallar, onlardan size intikal etmiştir ve sizden de sizden sonrakilere intikal edecektir. İşte bundan dolayı bu malların intakında cimrilik etmeyin.

8

"Size ne oluyor ki, bu peygamber, sizi Rabbinize îmân etmeye çağırdığı halde Allah'a inanmıyorsunuz? Halbuki Allah, sizin imsakinizi kesinlikle almıştı. Eğer siz delillere inananlar iseniz, îmân edin!"

A- "Size ne oluyor ki, bu peygamber, sizi Rabbinize îmân etmeye çağırdığı halde Allah'a inanmıyorsunuz?"

Bu kelâm, kendilerine emredildiği gibi Allah'a îmân etmediklerinden dolayı onları kınamakta ve bu konuda onların hiçbir özrü olmadığını bildirmektedir.

B- "Halbuki Allah, sizin mis akınızı kesinlikle almıştı."

Yani Allah, daha önce deliller ve inceleme imkânları bahşetmek suretiyle sizden îmân misakını kesinlikle almıştı.

C- "Eğer siz delillere inananlar iseniz, îmân edin!"

Yani eğer siz, îmânı gerektiren delillere inananlar iseniz, mutlaka îmân etmeniz gerekir; çünkü îmân etmenizi gerektiren bu deliller, son derece kuvvetli delillerdir.

9

"Sizi o karanlıklardan bu aydınlığa çıkarmak için kuluna birçok açık, açık âyetler indiren O'dur. Hiç şüphesiz Allah, size karşı Rauf'tur, Rahîm'dir"

Yani sizi o küfür karanlıklarından bu îmân aydınlığına çıkarmak için kuluna sizin maslahatlarınızın gereği olan açık açık âyetler indiren Allah'tır. O, kulları için çok şefkatli ve çok merhametlidir. Nitekim Allah, aklî delilleri koyduktan sonra peygamberleri göndermek ve âyetleri indirmek suretiyle sizi iki cihan saadetine erdirmektedir.

10

"Yine size ne oluyor ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki bütün göklerin ve yerin mirası yalnız Allah'ındır. Sizden o fetihten önce Allah yolunda harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara elbette eşit değildir, işte onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı vaat etmiştir. Zaten Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

A- "Yine size ne oluyor ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz?"

Onların, îmânı terk etmelerinden dolayı kınanmalarından sonra bu kelâm da, emredilen in fakı (harcamayı) terk etmelerinden dolayı kendilerini kınamakta ve bu konuda da hiçbir özre sahip olmadıklarını bildirmektedir.

Burada da muhataplar, bundan önceki muhataplardır.

Allah yolunda denilmesi, kınamayı ağırlaştırmak içindir.

Yani size ne oluyor kı, Allah'a yaklaşma vesilesi olan hususlarda, hakikatte O'nun mülkiyetinde olup, ancak harcamada izinli olduğunuz malları, O'nun tayin ettiği yerlere harcamıyorsunuz?

B- "Halbuki bütün göklerin ve yerin mirası yalnız Allah'ındır."

Bu kelâm da, kınamayı tekîd etmektedir. Zîrâ sebepsiz olarak infakt terk etmek, reddedilen çirkin, bir harekettir. Infakı kesin olarak gerektiren sebepler mevcut iken onu terk etmek ise, daha çirkindir ve daha şiddetle reddedilmesi gerekir. Zîrâ göklerde ve yerde bulunan bütün malların, sonunda Allah'a kalacağını ve sahiplerinden hiç kimsenin kalmayacağını beyân etmek, intakı gerektirmek konusunda, o malların hakikatte Allah'ın olduğunu ve kendilerinin ancak tasarrufta izinli, vekiller durumunda olduklarım beyân etmekten daha kuvvetlidir. Hulâsa,  size ne oluyor ki, bu mallarınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki o mallardan size hiçbir şey kalmayacak; hepsi Allah'a kalacaktır.

C- "Sizden o fetihten önce Allah yolunda harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara elbette eşit değildir."

Bundan önce, mutlak olarak infakta bulunan herkese büyük mükâfat olduğu beyân edildikten sonra burada da, infak edenleri en faziletli infaka teşvik, için, infak edenlerin hallerine göre derecelerinin de farklı olduğu beyân edilmektedir.

Âyette, infaktan sonra savaşmanın zikredilmesi, haddi zâtında savaşın en faziletli ibâdetlerden olmasının yani sıra aynı zamanda infak yerlerinin en mühimlerinden biri olduğunu ve savaşta mutlaka infak olduğunu bildirmek içindir.

D- "işte onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir."

Çünkü bunlar, yaptıkları infak ve savaşı, İslam'ın galibiyeti ve müslümanların kuvvetli döneminden önce bedenî ve malî yardıma şiddetle ihtiyaç olduğu zamanda gerçekleştirmişlerdir. Bunlar, muhacir ve ensar'dan ilk müslümanlardır. Peygamberimiz, onların hakkında şöyle buyurmuştur:

"Sizden bir kimse, Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa, onların harcadığı bir Müdd (yaklaşık 300 gr.) kadar, hatta yarısı kadar bir sadakanın sevabına erişmez." 10

10 Buhârî/Kitabu Fezaıl Ashabin Nebiyy, bab: 5. Müslim /Kıtabu Fezaılı's Sahabe hadis: 221, 222. Ebû Davud/Kıtabü's sünnet, bab: 10. Tırmızî/Kıtabu'l Menakıb' bab: 58. Ibnı Mace/el-Mukaddimat, bab: 1. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/11 54; 6/6’

Diğer müslümanlar ise, insanlar, bölük, bölük İslam'a girdikten sonra ve infak ile savaşa ihtiyaç nispeten azaldıktan sonra yaptıklarını yapmışlardır.

E- "Bununla beaber Allah, hepsine de en güzel olanı vaat etmiştir."

Yani Allah, yalnız ilk müslümanlara da değil, fakat her iki fırkaya da, en güzel mükâfat olan Cenneti vaat etmiştir.

F- "Zaten Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Yani Allah, açık, gizli, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Onun için yaptıklarınıza göre mükâfatlarınızı verecektir.

Deniliyor ki, bu âyet, Hazret-i Ebû Bekir el-Sıddıyk hakkında nazil olmuştur. Zîrâ o, ilk îmân eden ve Allah yolunda infak eden ve İslam için kâfirlere karşı mücadele eden kimsedir. Hattâ bir defasında neredeyse ölümüne sebebiyet verecek bir darbe almıştı.

11

"Kimdir o Allah'a güzel bir ödünç verecek olan? Ki Allah da onun karşılığını kat kat versin. Zaten ona, çok değerli bir mükâfat da verir."

Bundan önce, Allah yolunda infak emredildikten, terkinden dolayı kınama yapıldıktan ve infak edenlerin dereceleri beyân edildikten sonra burada da Allah, in fakı mükemmel bir şekilde teşvik buyurmaktadır.

Yani bu kimseye verilen mükâfat, katlandırılmasa da, erişilmesi için yarışa değer büyük bir mükâfattır. Şu halde kat kat olan bu çok değerli mükâfat nasıl olmalıdır?

12

"Ey Resûlüm! O gün erkek mü’minler ile kadın mü’minleri göreceksin ki, nurları, önlerinde ve sağlarında Cennet yolunda koşup duruyor. Melekler: "Bugün size müjde! içinde sonsuz olarak kalacağınız, altından ırmaklar akan Cennet sizindir, işte büyük saadet budur" diyecekler."

A- "Ey Resûlüm! O gün erkek mü’minler ile kadın mü’minleri göreceksin ki, nurları önlerinde ve sağlarında Cennet yolunda koşup duruyor."

Onların nurundan murat, önlerinde ve sağlarında görülen ışıktır.

Diğer bir görüşe göre ise, nurları, hidâyetleridir ve sağlarındakinden murat da, amel defterleridir. Yani onların îmân ve sâlih amellerinin nuru, önlerinde koşup duruyor. Sağlarında da amel defterleri bulunur.

Bir diğer görüşe göre ise, nurları, Kur’ân'dir.

İbni Mesûd'dan rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Onlara, amelleri nispetinde nûr verilir: kimisine bir hurma ağacı kadar nûr verilir; kimisine ayaktaki bir adam kadar nûr verilir. En az nûr verilenin nuru da, ayağının baş parmağında olur ve bazen söner; bazen de yanar."

Hasen-ı Basrî diyor ki: "Bu nûr ile Sırat köprüsünde önlerini aydınlatırlar."

Mukâtıl diyor kı: "Bu nur, onlar için Cennet yolunda rehberlik yapar, "

B- "Melekler: "Bugün size müjde! içinde sonsuz olarak kalacağınız, altından ırmaklar akan Cennet sizindir. İşte büyük saadet budur" diyecekler."

Yani anılan nûr ile ebedî Cennetler müjdesi, son derece büyük bir saadettir; bundan büyük saadet olmaz.

13

"O gün erkek münafıklar ile kadın münafıklar îmân edenlere: "Bize bakıverin; nurunuzdan birazcık ahverelim!" diyecekler. Onlara: "Arkanıza dönün de bir nûr alın!" denecek. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir."

A- "O gün erkek münafıklar ile kadın münafıklar îmân edenlere: "Bize bakıverin; nurunuzdan birazcık ahverelim!" diyecekler."

Yani onlara: "Bizi bekleyin!, , " diyecekler. Zîrâ o gün mü’minler, binekler sırtında yıldırım hızıyla Cennete doğru götürülecekler. Münafıklar ise, yaya olacaklar.

Yahut onlara: "Bize bakıverin!.." diyecekler. Çünkü mü’minler onlara baktıkları zaman, yüzleriyle onlara dönecekler. Böylece münafıklar da, mü’minlerin önlerinden giden nurlariyla aydınlanacaklar.

B- "Onlara: "Arkanıza dönün de bir nur alın!" denecek."

Yani mü’minler tarafından, yahut melekler tarafından, tart ve tahkir olarak onlara denecek ki: "Mahşer yerine dönün de bir nûr alın." Zîrâ nur, oradan alınır. Yahut: "Dünyaya dönün de, onu hazırlayan sebepler olan îmân ve iyi amelleri tahsil edin." Denecek. Yahut: "Mahrumiyyet ve hüsran içinde dönün de başka bir nûr alın" demektir. Münafıklar ise, kendi arkalarında nûr olmadığını, bunu, umu darını kesmek için söylediklerini bilirler. Yahut bunu söyleyenlerin kastettikleri nur, kesif karanlıklardır ve bunu onlara istihza için söylerler.

C- "Nihayet onların araşma, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapik bir sur çekilir."

Yani bu surun iç kısmı, rahmet olan Cennete, bakmaktadır ve dış kısmı da, azap olan cehenneme bakmaktadır.

14

"Münafıklar onlara: "Biz sizinle beraber değil miydik?" dîye seslenirler. Mü’minler de derler ki: "Evet öyle idi, fakat siz kendinize yazık ettiniz, fırsat beklediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihayet Allah'ın buyruğu geldi, çattı; o çok aldatıcı şeytan da sizi, Allah hakkında aldattı."

Yani münafıklar, araya sur çekilince ve azabı gördüklerinde mü’minlere diyecekler ki: "Biz, dünyada zahiren sizinle beraber değil miydik?" Mü’minler de, onlara diyecekler ki: "Evet, zahiren bizimle beraber idiniz; fakat nifak sebebiyle kendi nefsinize yazık edip onu helâk ettiniz; mü’minlerin basma felaketler gelmesini beklediniz; dîn hakkında şüpheye düştünüz; boş kuruntular ve ezcümle islam'ın şansının tersine dönmesini umdunuz. Nihayet Allah'ın buyruğu olan ölüm geldi, çattı. O çok aldatıcı şeytan da sizi, Allah'ın çok şefkatli ve kerem sahibi olduğunu düşündürerek günaha soktu ve aldattı.

15

"Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden, hiçbir fidye kabul edilmez. Varacağınız yer o ateştir. Size yaraşan odur. Ne kötü bir dönüş yeri orası!"

16

"O îmân edenlerin, Allah'ın zikri (anılması) ve O'ndan inen hak (Kur’ân) karşısında huşu göstermeleri (kalplerinin yumuşaması) ve daha önce o kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçen bu yüzden de kalpleri katılaşan kimseler gibi olmamaları zamanı daha gelmedi mi? Zaten onların çoğu yoldan çıkmış kimseledir."

A- "O îmân edenlerin, Allah'ın zikri (anılması) ve O'ndan inen hak (Kur’ân) karşısında huşu göstermeleri (kalplerinin yumuşaması) ve daha önce o kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçen bu yüzden de kalpleri katılaşan kimseler gibi olmamaları zamanı daha gelmedi mi?"

Bu âyet, bazı müslümanların, din işlerinde ağır davrandıklarını, bu konudaki kararlarında rehavete, kapıldıklarını ve yapılan teşvik ve uyarılara gevşek tepki, verdiklerini teşhir etmektedir.

Rivâyet olunuyor ki, mü’minler, Mekke'de iken, yokluk içinde yaşıyorlardı Sonra Medine'ye hicret edince, geniş rızık ve nimetlere kavuştular ve bazılarının eski hallerinde bir nevi gevşeme oldu. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: Bazı mü’minlerin kalplerinde bir nevi gevşeme görülünce Allah, Kur’ânin nazil olmaya başlamasının on üçüncü yılında onları bu şekilde ayıpladı."

Yani kalplerinizin, Allah'ın zikri karşısında huşu göstermesi, onunla mutmain olması ve gevşeklik ile fütura düşmeden Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uymanızın zamanı daha gelmedi mı? Eğer bu âyette Allah'ın zikrinden murat da, Kur’ân'ıse, ondan sonra Kur’ân'ın zikredilmesi, unvan değişikliği içindir. Zîrâ Kur’ân, gökten nazil olan bir hak olduğu, gibi, ayni zamanda zikir ve öğüttür. Yok eğer anılan zikirden murat, Kur’ân değil ise, o takdirde bu âyet de, "Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiginde (anıldığında) yürekleri titrer; kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda da îmânlarını arttırır." (Enfal: 2) kabilindendir.

Allah'a huşu göstermenin mânası, O'nun emir ve yasaklarına tam bağlılık göstermek ve Kur’ân'daki hükümleri ve ezcümle zikredilen ve bundan sonra da zikredilecek Allah yolunda harcamayı hiçbir zaman terk etmemektir.

Diğer bir görüşe göre, "Ve daha önce o kendilerine kitap verilip ..." kelâmı, nehiy (olumsuz emir) olup o mü’minler uyarıldıktan sonra kalplerinin katılaşması noktasında Ehl-i Kitab gibi olmamalarını emretmektedir. Şöyle ki: eski Ehl-i Kitap, hak, kendileri ile şehvetleri (nefsî arzuları) arasına giriyordu. Onlar, Tevrat ve incil'i dinlediklerinde Allah'a huşu gösteriyorlardı ve kalpleri yumuşuyordu. Sonra üzerlerinden uzun zaman geçince, kalp katılığı onlara galip geldi; Tevrat ile incil'den duydukları huşu zail oldu ve kalpleri taş gibi, hatta ondan, da fazla katılaşü.

B- "Zaten onların çoğu yoldan çıkmış kimseledir."

Yani Ehl-i Kitab'ın çoğu kendi dinlerinin sınırları dışına çıkmışlar ve kitaplarında olanları tamamıyla terk etmişlerdir.

17

"Bilin ki, Allah, ölümünden sonra yeryüzünü muhakkak canlandırıyor. Düşünesiniz diye bu âyetleri size açıklamışızdır."

A- "Bilin ki, Allah, ölümünden sonra yeryüzünü muhakkak canlandırıyor."

Huşû'nun teşvik edilmesi ve kasavetten sakındırılma sı için, katı kalplerin zikir ve tilavet ile ihya edilmesi, cansız toprağın yağmur ile ihya edilmesi ile temsil edilmektedir.

B- "Akıl edesiniz diye bu âyetleri size açıklamışızdır."

Yani muhtevalarını akıl edip gereklerini uygulamak ve sonuçta iki cihan saadetine erişmek için biz, âyetleri ve ezcümle bu âyetleri size açıklamışızdır.

18

"Şüphe yok ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah için Karz-ı Has en (karşılıksız ödünç) verenlere, verdiklerinin karşılığı kat, kat ödenir. Zaten onlara çok değerli bir mükâfat vardır."

Bir görüşe göre bu âyetin metnindeki musaddıkîn (sadaka verenler), tağlib (bir tarafı galip saymak) yoluyla sadaka veren kadınları da kapsadığı halde ayrıca, sadaka veren kadınların da zikredilmesi, sadaka vermeye, kadınlar daha muhtaç oldukları için, onları sadak, vermeye teşvik etmeye daha çok önem verildiğinden dolayıdır. Nitekim Peygamberimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Ey kadınlar taifesi! Sadaka verin; zîrâ ben, gerçekten cehennem ehlinin çoğunun siz kadınlardan olduğunu gördüm." 11

11 Buharî/Kıtabu'l Hayz, bab: 6. Müslim/Kitabu'l îmân, hadis: 132. Tırmızî/ Kıtabu'z Zekât, bab: 12 Nesâî/Kıtabu'z Zekât, bab: 82. İbni Mâce/Kıtabu'l Fıten, bab: 19. Darımî/Kıtabu'z Zekât, bab: 23. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/376, 423, 425, 433, 436

19

"O kimseler ki, Allah'a ve peygamberlerine îmân etmişlerdir, işte onlar, Rableri katında sıddîklerin ve şehitlerin (şahitlerin) ta kendileridir. Onların mükâfatları ve nurları bunlar için de vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da cehennem yaranlarıdır."

A - "O kimseler ki, Allah'a ve peygamberlerine îmân etmişlerdir, işte onlar, Rableri katında Sıddîklerin ve Şehitlerin (şahitlerin) ta kendileridir."

Allah'a ve peygamberlerine îmân etmenin keyfiyetinin izahı, Bakara Sûresinin sonunda geçti.

Yani Allah'a ve bütün peygamberlerine hakkıyla imân edenler, Rableri katında, mertebe yüceliği ve derece yüksekliği ile meşhur olan sıddîklar, tasdikte önde olanlar ve Allah yolunda şehit düşenler mertebesindedirler. Yahut onlar, tasdikte çok ileride olup Allah'ın ve peygamberlerinin bütün haberlerini tasdik etmişler ve Allah için vahdaniyete ve kendileri için de imâna şahitlik etmişlerdir. Yahut kıyamet gününde diğer ümmetler hakkında şahitlik edeceklerdir.

B - "Onların mükâfatları ve nurları bunlar için de vardır."

Bu kelam, anılan mü’minlerin vasıflandırdıkları kemâl sıfatlarının semerelerini beyân etmektedir. Yani anılan mânâda siddîklerin ve şehitlerin, yahut şahitlerin mükâfatı ve nuru bunlar için de vardır. Yahut Allah'a ve bütün peygamberlere hakkıyla îmân edenlere, kendilerine vaat edilen mükâfat ve nûr vardır.

C - "inkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da cehennem yaranlarıdır."

Yani bu çirkin vasıfları taşıyanlar da, cehennem yaranları olup ebediyen oradan ayrılamayacaklardır.

20

"Bilin kı, bu dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma hırsından İbarettir, Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği şeyler, ekincilerin hoşuna gider. Sonra o kurur da, sen de onu sararmış halde görürsün; sonra da çerçöp olur. Âhirette ise, çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir."

A- "Bilin ki, bu dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma hırsından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği şeyler, ekincilerin hoşuna gider. Sonra o kurur da, sen de onu sararmış halde görürsün; sonra da çerçöp olur."

Bundan önce andan iki fırkanın ahretteki halleri beyân edildikten sonra burada da, ikinci fırkanın güvenip dayandığı dünya hayatının hali beyân edilmekte ve dünya hayatının, akıl sahiplerinin kendisiyle, itminan bulmaları şöyle dursun, ona hiç güvenip dayanmayacakları kadar değersiz olduğuna ve bir de yok olup gitmesi pek yakın olduğuna işaret edilmektedir.

B- "Âhirette ise, çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir."

Bundan önce dünya nimetlerine karşı ölçülü olmak ve tamamen dünyaya güvenip dayanmaktan nefret ettirmek için dünyanın, âhirete göre önemsizliğı beyan edildikten sonn, ahiretin sonsun nimetlerinin tahsilini teşvik etmek ve elem verici azabından sakındırmak için, burada da ahretin önemine ve onun lezzetleri ile acılarının büyüklüğüne işaret edilmektedir,

Ahiret azabı önce zikredilmiş, çünkü bu azap, açıklanan dünya hallerine tamamen dalmanın sonuçlarındandır.

Dünya hayatının sadece aldatıcı bir metadan ibaret olması, ona tamamen güvenip dayanan ve onu âhiret hayatına vesile kılmayanlar içindir.

Said b. Cübeyr diyor ki: "Dünya hayati, eğer seni ahret talebinden alıkoyarsa, aldatıcı meta olur; ama eğer seni Allah'ın rızasını talep etmeye davet ediyorsa (ona vesile oluyorsa), o zaman ne güzel meta ve ne güzel vesile olur!"

21

"Rabbinizden bir mağfirete, genişliği şu göğün ve bu veriri genişliği gibi olan ve Allah'a ve peygamberlerine îmân edenler için hazırlanmış bulunan cennete ulaşmak için yarışırı. İşte bu, Allah'ın lutfudur ki, onu dilediğine verir. Zaten Allah, büyük lütuf sahibidir, "

A- "Rabbinizden bir mağfirete, genişliği şu göğün ve bu yerin genişliği gibi olan ve Allah'a ve peygamberlerine îmân edenler için hazırlanmış bulunan Cennete ulaşmak için yarışın. İşte bu, Allah'ın lutfudur ki, onu dilediğine verin"

Yani Rabbinizin mağfiretini mucip olan iyi amellerde yarışın.

Cennetin genişliği, bu kadar olduğuna göre, uzunluğu ne kadar olmakdır?

Diğer bir görüşe göre ise, onun genişliğinden murat, onun kapsadığı sahadır.

Âyette mağfiret, Cennetten önce zikredilmiş, çünkü tahliye, süslemeden önce gelmektedir.

Bu âyet delâlet ediyor ki, Cennet, bilfiil yaratılmıştır ve imân, tek basma, Cennete girebilmek için yeterlidir.

B- "Zaten Allah, büyük lütuf sahibidir."

İşte bundan dolayıdır ki, Allah, dilediğine bu sonsuz ihsanda bulunur.

22

"Şu yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır."

A- "Şu yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce bir kitapta yazılmış olmasın."

Yani şu yeryüzünde, ekinlerde ve meyvelerde kıtlık ve darlık gibi uğradığınız musibetler ile hastalık ve afet gibi sizin başınıza gelen musibetler gibi hiçbir musibet yoktur ki, biz, o insanları, yahut musibetleri, yahut yeryüzünü yaratmazdan önce Allah'ın ilminde, yahut Levh-i Mahfuz'da yazılmış olmasın.

B- "Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır."

Yani o musibetlerin, önceden bir kitapta tespit edilmesi, Allah'a göre pek kolaydır; çünkü bunun için hazırlığa ve zamana ihtiyacı yoktur.

23

"Allah bunu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye bildirmektedir. Zaten Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez."

A- "Allah bunu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye bildirmektedir."

Yani Allah, bu hakikatleri size bildirdi ki, dünya nimetlerinden sizin elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği bu dünya nimederiyle de şımarmayasınız. Zîrâ her şeyin mukadder olduğunu, elden çıkması takdir edilmiş olan şeylerin mutlaka elden çıkacağını ve elde edilmesi takdir edilmiş olan şeylerin ise mutlaka elde edileceğini bilen kimsenin, elden çıkana üzülmesi de, elde edilene sevinmesi de uygun olmaz.

Bundan murat, Allah'ın emrine teslimiyet göstermeye mâni olan aşırı üzüntü ve şikâyet ile şımarmayı mucip olan aşrı sevincin gösterilmemesidir. İşte ondan dolayıdır ki, bundan sonra şöyle denilmiştir:

B - "Zaten Allah, kendini, beğenip böbürlenen kimseleri sevmez."

Zîrâ dünyevî hazlara sevinen ve bunlara büyük değer veren kimse, mutlaka şımarıp böbürlenir.

Bu cümlenin, mezkûr sevinme nehyinin zeyli mahiyetinde zikredilmesi, bu sevinmenin mezkûr üzülmeden de daha çirkin olduğunu bildirmektedir.

24

"Onlar cimrilik ederler ve şu insanlara da cimriliği emrederler. Kim yüz çevirirse, bilsin ki, Allah, gerçekten yegâne müstağnidir; hamde layıktır."

A- "Onlar cimrilik ederler ve şu insanlara da cimriliği emrederler."

Bu kelâm, kendini beğenip böbürlenenlerin izahı mahiyetindedir. Zîrâ bu insanlar, genellikle cimrilik yapmaktadır ve başkasına da bunu emretmektedirler.

B- "Kim yüz çevirirse, bilsin ki, Allah, gerçekten yegâne müstağnidir; hamde layıktır."

Yani kim, infaktan yüz çevirirse, bilsin ki, Allah, ondan ve infâkindan müstağnidir ve O'nun Zâti, her hamde (övgüye) yegâne layık olandır; O'nun nimetlerinin şükründen yüz çevirip kendisine itaat etmemek, O'na asla herhangi bir zarar vermez.

Bu kelâm, tehdit anlamını ifâde, etmekte ve infak emrinin, infak edenin maslahatına olduğunu bildirmektedir.

25

"Yemin olsun ki, biz, elçilerimizi o açık delillerle gönderdik ve insanlar adaletle davransınlar diye beraberlerinde kitabı ve teraziyi de indirdik. Biz şu demiri de indirmişizdir ki, onda çetin bir güç ve insanlar için faydalar vardır. Bir de Allah, görmeden kendisine ve peygamberine yardım eden kimseleri bilmesi için böyle yaptı. Şüphesiz Allah, son derece kuvvetlidir, yegâne galiptir."

A- "Yemin olsun ki, biz, elçilerimizi o açık delillerle gönderdik ve insanlar adaletle davransınlar diye beraberlerinde kitabı ve teraziyi de indirdik."

Yani yemin olsun ki, biz, melekleri, peygamberlere, yahut en zâhır görüş olduğu üzere, biz, peygamberi ümmetlere: açık hüccetler ve mucizelerle gönderdik ve insanlar adaletle davransınlar diye teraziyi de indirdik. Rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Cebrâîl , teraziyi indirip Hazret-i Nuh'a verdi ve: "Kavmine emret; bununla tartsınlar!" dedi.

Diğer bir görüşe göre ise, burada teraziden adalet kastedilmektedir. Yani idarenin hakkaniyetle tanzimi ve haksızlıkların önlenmesi için adaled indirdi.

B- "Biz şu demiri de indirmişizdir ki, onda çetin bir güç ve insanlar için faydalar vardır."

Hasen-ı Basrî diyor ki: "Burada indirmek, yaratmak anlamındadır. Nitekim "Sizin için dört ayaklı evcil hayvanlar indirdi." (Zümer: 6) âyetinde de indirmek, yaratmak anlamındadır. Bu ifâdenin kullanılması, Allah'ın emirlerinin, icraatlarının ve hükümlerinin semadan indirilmiş olmasından dolayıdır."

Zîrâ savaş aletleri demirden yapılmaktadır ve her sanat, mutlaka demir aletlerle veya demirin de bulunduğu aletlerle gerçekleştirilmektedir.

Deniliyor kı, Hazret-i Âdem, Cennetten indirilirken, yanında beş şey olduğu halde indirilmiştir: Örs, pense, bileği, çekiç, iğne.

Rivâyet olunuyor ki, Hazret-i Âdem'in yanında anılan aletlerden başka külünk ve kürek de vardı.

C- "Bir de Allah, görmeden kendisine ve peygamberine yardım eden kimseleri bilmesi için böyle yaptı."

Yani Allah, demiri kullansınlar diye ve bir de, düşmanlarıyla yapılan cihadda kılıçları, mızrakları ve diğer silâhları kullanmak suretiyle kendisine yardım edenleri, fiile taallûk eden ikiliyle bilmesi için böyle yaptı.

"Şüphesiz Allah, son derece kuvvetlidir, yegâne galiptir."

Bu kelâm, hakkı tahkik etmek ve onlari cihatla mükellef kılmak ve savaşa sürmek, kelimesinin ilâsı (yüceltilmesi) ve dininin galip kılınmasi için, onların yardımına ihtiyacı olduğu için değil, fakat bundan faydalanmaları ve bu emre uymakla mükâfata erişmeleri için olduğuna dikkat çekmektedir. Yoksa Allah, kudret ve izzetiyle irade buyurduğu her işte her türlü yardımdan müstağnidir.

26

"Yine yemin olsun ki, biz, Nuh'u ve İbrâhîm'i göndermişizdir; peygamberliği de, kitabı da onların nesillerine vermişizdir. Fakat onlardan bir kısmı doğru yoldadır; onlardan birçoğu da yoldan çıkmışlardır."

Bu kelâm, bundan önceki "Yemin olsun ki, biz, peygamberlerimizi o açık delillerle gönderdik..." âyetinde mücmel kalan hususları açıklamaktadır. Burada da, yeminin tekrar edilmesi, konuya ziyadesiyle önem verildiğini göstermek içindir.

Yani biz, Hazret-i Nûh ve Hazret-i İbrâhîm'in nesillerinden gelen bazı kimselere peygamberlik verdik ve onlara ilâhî külahları vahiy ettik.

Diğer bir görüşe göre ise, burada kitabtan murat, kalemle yazmaktır.

27

"Sonra onların izleri üzerine peygamberlerimizi peşpeşe göndermişizdir; Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından göndermişizdir; kendisine o İncil'i de vermişizdir; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Ruhbanlığa gelince, onu kendileri uydurdular; üzerlerine onu biz yazmadık; fakat kendileri ancak Allah rızasını kazanmak için bunu yaptılar. Ama ona gereken riâyeti göstermediler. Biz de, onlardan îmân edenlere mükâfatlarını verdik. Zaten onların çoğu yoldan çıkmışlardır."

A- "Sonra onların izleri üzerine peygamberlerimizi peşpeşe göndermişizdir; Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından göndermişizdir; kendisine o incil'i de vermişizdir; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik."

Yani Hazret-i İsa'nın ashabını, birbirlerine karşı şefkatli ve merhametli kılmışızdır. Peygamberimizin ashabına da bu şefkat ve merhamet verilmişti. Nitekim onlar hakkında da: "Aralarında merhametli idiler, .." denilmektedir.

B- "Ruhbanlığa gelince, onu kendileri uydurdular; üzerlerine onu biz yazmadık; fakat kendileri ancak Allah rızasını kazanmak için bunu yaptılar. Ama ona gereken riâyeti göstermediler."

Ruhbanlık, insanlardan uzak olarak riyazi bir hayat yaşayıp kendini tamamen ibâdete vermektir.

Onların ruhbanlığı icâd etmelerinin sebebi şudur: Hazret-i İsa'nın kaldırılmasından sonra zorba hükümdarlar, mü’minlere musallat olup üç kez mü’minleri katliam, ettiler; sonunda mü’minlerden pek az kimse kaldı. Hayatta kalanlar da, dinleri sebebiyle işkence görmekten korktular. Bundan dolayı da meskûn yerlerden kaçıp dağ başlarındaki mağaralara yerleştiler ve kendilerini tamamen ibâdete verdiler.

Yani biz, doğrudan doğruya bunu kendilerine farz kılmadık; fakat Allah rızasını kazanmak için kendileri bu sözü verdiler; ama bu sözlerine riâyet etmediler. Yahut biz, ancak, Allah rızasını kazanmaya çalışsınlar ve onun sebebiyle mükâfata etsinler diye ruhbanlığı kendilerine yazdık, yani ruhbanlığı icâd etmeye onları muvaffak kıldık ve zarurî olarak, onlar, bunu muhafaza etmeleri, buna hakkıyla riâyet, etmeleri gerekirken, ancak bir kısmı, buna riâyet, ettiler.

Yani ruhbanlığa hakkıyla riâyet ettikten sonra Resûlüllah'a îmân edenlere mükâfatlarını verdik. Zîrâ Peygamberimiz, geldikten sonra ona îmân olmadığı takdirde ruhbanlık geçersizdir ve o dine bağlı kalmak da küfürdür. Bu itibarla Peygamberimize îmân olmadan, ruhbanlıklarının mükâfatı nasıl olabilir!

D- "Zaten onların çoğu yoldan çıkmışlardır."

Yani onlarin çoğu, Hazret-i İsa'ya uymak sınırının dışına çıkmışlardır.

Bu iki fırkayı, Hazret-i Isâ dininin nesh edilmesinden önce ruhbanlığın hukukuna riâyet edenler ve onu ihlal edenlere hamletmek, yani Peygamberimize îmân etmeleri ile onu inkâr etmeleri söz konusu olmaksızın, tevhid inancını benimseyenler ile teslis inancını benimseyenlere hamletmek şeklindeki izaha ise bu makam müsait değildir.

28

"Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve peygamberine îmân edin ki., o, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nûr lütfetsin ve sizi bağışlasın. Zaten Allah, Gafurdur

Yani ey eski peygamberlere îmân edenler! Size yasakladığı şeylerde Allah'tan korkun ve onun elçisi Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) îmân edin kı, o, elçisi Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ondan önceki, peygamberlere îmân etmenizden dolayı size rahmetinden iki kat versin ve "onlarin nuru, önlerinde ve sağlarında koşup duruyor." âyetinde de belirtildiği gibi kıyamet günü ışığında yürüyeceğiniz bir nûr da size lütfetsin ve sizin geçmiş küfür ve günahlarınızı da bağışlasın.

Eski peygamberlere îmân etmek, Peygamberimizden sonra da onların şeııatlerimn bakî olduğuna îmân etmek değil, fakat Mesih'ten önce hak olduklarına îmân etmek anlamındadır.

29

"Ta ki o kitap ehli, Allah'ın lutfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini, bütün lutfun, gerçekten Allah'ın elinde olup onu dilediğine vereceğini bilsinler. Zaten Allah, büyük lütuf sahibidir."

A- "Ta kı o kitap ehli, Allah'ın lutfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini, bütün lutfun, gerçekten Allah'ın elinde olup onu dilediğine vereceğini bilsinler."

Yani eğer siz, Allah'a karşı takvâlı olursanız ve O'nun elçisi Muhamrned'e (sallallahü aleyhi ve sellem) îmân ederseniz, size şu şu mükâfatları verir.

B- "Zaten Allah, büyük lütuf sahibidir."

Bu kelâm, makablinin mefhumunu açıklayan bîr zeyil mahiyetindedir.

Diğer bir görüşe göre, bu âyetteki îmân ve takva emirlerinin, kitap ehli için değil, müslümanlar için olabilir. Yani Allah'tan korkun ve Resûlüllah'a olan îmânınızda sebat edin ki, Allah, "işte onlara mükâfatları iki defa verilecektir." âyetinde belirtildiği gibi, o kitap ehlinden îmân edenlere vaat ettiği iki mükâfatı size de versin ve sizin mükâfatınızı da onlardan eksik etmesin. Çünkü siz de, o iki îmânda onlar gibi olursunuz; îmânda Allah'ın peygamberleri arasında ayırım, yapmamış olursunuz.

Rivâyet olunuyor ki, kitap ehlinden olan mü’minler, mükâfatları iki kez verilecek diye diğer mü’minlere karşı iftihar ettiler ve onlardan üstün olduklarını iddia ettiler, işte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Diğer bir görüşe göre ise âyetin mânâsı şöyledir: Ta ki, kitap ehli, Resûlüllah ile ashabının, iki cihan saadetinden ibaret olan. Allah'ın lutfundan hiçbir şeye muktedir olmadıklarına inanmasınlar. Bu da, kinaye olarak, kitap ehlinin, Peygamberimiz ile ashabının buna muktedir olduklarına inanmaları demektir.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Hadîd sûresini okursa, Allah ve Resulüne hakkıyla îmân edenler zümresinden yazılır."

0 ﴿