MÜCADELE SÛRESİ

Medine'de inmiştir; 22 âyettir.

1

"Ey Resûlüm! Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah, şüphesiz işitmiştir. Zâten Allah, sizin konuşmanızı tamamıyla işitir. Çünkü şüphe yok ki, Allah, Semi'dir, Basîrdir".

A- "Ey Resûlüm! Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah, şüphesiz işitmiştir."

Bu hanım, Havle binti Sa'lebe b. Malik b. Huzame el-Hazreciyye idi. Kocası, Ubade'nin kardeşi olan Evs b. Samıt, kendisine Zıhâr yapmış, sonra da söylediklerine pişman olmuştu. Fakat o, karısına: "Sanırım, sen artık bana haram oldun" demişti. Bu da, karısına çok zor gelmiş ve Resûlüllah'a gidip ondan fetva istemiş, Resûlüllah da: "Sen artık kocana haram oldun" buyurmuştu. O da: "Ya Resûlallah! Kocam, talâkı ağzına almadı" demiş, fakat Resûlüllah, yine: "Artık sen ona haram oldun" buyurmuştu.

Diğer bir rivâyete göre ise, Resûlüllah, her defasında ona: "Ben gördüğüm, kadarıyla, artık sen ona haram oldun" buyurmuşta. En sonunda o da: "Ben ona olan ihtiyacımı ve sevgimi Allah'a şikâyet ediyorum!" demiş ve durmadan Resûlüllah'a müracaat etmiş ve her defasında Resûlüllah: "Sen, artık kocana haram oldun" deyince, Allah'a şikâyet edip yakarmaya devam, etmişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.

Âyetin metninde Kad-Şüphesiz kelimesinin kullanılması, zımnen bildiriyor ki, Resûlüllah da, tartışan kadın da, Allah'ın, bu hâdisenin hükmünü indirip kadının üzüntüsünü gidereceğini urnuyorlardır. Nitekim şu rivâyetten de anlaşılmaktadır: Anılan hanım, fetva istediğinde Resûlüllah, ona: "Senin bu ışın için benim elimde bir şey yok" demişti ve o da, başını göğe doğru kaldırıp: "Allah'ım! Ben halimi sana şikâyet ediyorum! Sen, Peygamberinin lisanıyla buna bir çözüm indir!" diye yakarmiştı.

B- "Zâten Allah, sizin konuşmanızı tamamıyla işitir."

Bu kelâm, makabli için bir illet mahiyetindedir. Zîrâ anılan kadının sualde ısrar etmesi, Allah'a çok yakarması ve Resülullah'ın da, tevakkufunu ve vahyi, beklemesini bildiren bir cevap vermesi ve Allah'ın onların hahni bilmesi., icabet (kabul etmek) sebeplerindendir.

C- "Çünkü, şüphe yok ki, Allah, Semidir, Basîrdir."

Bu kelâm da, tahkik yoluyla makabli için illet mahiyetindedir. Yani Allah, işitmeye ve görmeye konu olan her şeyi hakkıyla işitmekte ve görmektedir ve bunun zorunlu gereği olarak, sizin ikinizin konuşmasını, onunla ilgili durumları ve ezcümle o kadının başını semaya kaldırması gibi hallerini de işitmektedir.

2

"Sizden kanlarını zıhâr yapan kimselerin karıları, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğurmuş olan kadınlardır. Hiç şüphesiz o zıhâr yapanlar, çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Hiç şüphesiz Allah, afüvvelür, gafurdur."

A-. "Sizden karılarını zıhâr yapan kimselerin kanları, onların anaları değildir."

Burada, Zıhânn ne olduğu ve şer'an ona terettüp eden hüküm beyân edilmektedir. Zıhâr, kişinin, kendi karısına: "Sen benim, için annemin sırtı gibisin!" demesidir. Bunun tafsilatı Ahzab sûresinde geçti.

Fıkıh âlimleri, bir kimsenin, kendi karısını, mahremi olan (kendisine nikâhı haram olan) bir kadının bedeninin bir parçasına benzetmesini de Zıhâra ilhak ederek ona da aynı hükmü vermişlerdir.

Âyette, "Sizden" ifâdesi, ziyadesiyle bir kınama ve âdederini telin anlamını bildirmektedir. Zîrâ zıhâr, özellikle Cahiliyye Araplarının yemini idi; diğer milletlerde yokta.

B- "Onların anaları, ancak kendilerini doğurmuş olan kadınlardır."

Şu halde haram olmak noktasında analara benzeyen, ancak şeriatın, onlara ilhak ettiği süt analar ile Peygamberimizin hanımlarıdır. İşte bundan dolayi bunlar da analar hükmündedir. Zevceler ise, analıktan en uzak olanlardır.

C- "Hiç şüphesiz o Zıhâr yapanlar, çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar."

Yani karısına Zılıâr yapanlar, hem gerçeğe tamamen aykırı olan bir yalan söylüyorlar, hem de insan aklının ve tabiatının pek çirkin saydığı bir şey söylüyorlar.

D- "Hiç şüphesiz Allah, afüvvdür, gafurdur."

Yani Allah'ın affı ve mağfireti sonsuzdur. Binaenaleyh Allah, Zıhâr yapanın geçmiş günahını mutlak olarak, yahut tevbeden sonra bağışlar.

3

"Karılarını Zıhâr yapıp da, sonra söylediklerinden geri dönenler, onlarla temas etmeden önce bir köle âzâd etmeleri gerekir.

İşte size öğütlenen budur. Zâten Allah, sizin yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

A- "Karılarını Zıhâr yapıp da, sonra söylediklerinden geri dönenler, onlarla temas etmeden önce bir köle âzâd etmeleri gerekir."

Bundan önce. Zıhânn çirkin bir şey olduğu beyân edildikten sonra burada da onun genel Şer'î hükmü beyân edilmektedir. Bu genel hüküm, bu hâdiseyi de öncelikle kapsamaktadır.

Yani çirkin, sözü söyledikten sonra söylediklerinden geri dönenler, onu telafi etmek isteyenlerin, cinsel ilişki, dokunma ve cinsel organa bakmak gerçekleşmeden önce her hangi bir köleyi âzâd etmesi vâcıp olur. İmam Şafii'ye göre ise, bu kölenin îmânli olması şarttır.

Eğer bu kefareti vermeden önce cinsel ilişki, yahut dokunma, yahut da cinsel organa bakmak gerçekleşirse, istiğfar etmesi ve kefaretini vermeden önce bir daha yapmaması gerekir.

Eğer kölenin bir kısmını âzâd ettikten sonra karısına dokunursa, İmam Ebû Hanîfe'ye göre yeni baştan âzâd etmesi gerekir.

B- "İşte size öğütlenen budur."

Yani mezkûr çirkin Zihârdan uzak durmanız için size öğütlenen budur. Zîrâ müeyyideler, suçlardan caydırmaktadır. Hulâsa,  bu hükmün konulmasından maksat, büyük sevap kazanmak için sembol sayılan köle azadına sizi mecbur bırakmak değil, fakat bunu gerektiren fiilden sizi alıkoymaktır.

C- "Zâten Allah, sizin yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

Yani Allah, sizin bütün yaptıklarınızdan ve ezcümle Zıhâr kefareti ile onu gerektiren Zıhâr cinÂyetinden hakkıyla haberdârdır; onların zahirini de, iç yüzünü de bilir ve bundan dolayı sizi cezalandıracaktır. Binaenaleyh size konulan hükümlerin sınırlarını gözetin ve sakın onları ihlal etmeyin.

4

"Buna imkân bulamayan kinişe, karısınla temas etmeden önce ardı ardına iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse, altmış fakiri, doyurur. Bu hükümlerin beyânı, Allah'a ve Resulüne îmân etmekte sebat göstermeniz içindir, işte bunlar, Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için ise dayanılmaz bir azap vardır."

A- "Buna imkân bulamayan kimse, karısıyla temas etmeden önce ardı ardına iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse, altmış fakiri doyurur."

Bunun için her fakire buğdaydan yarım Sa' (bir Sa' yaklaşık 3 kg.) diğer ürünlerden ise bir Sa' verir. Zıhâr yapılan kadına dokunmadan önce bunu vermesi gerekir. Ancak bunu fakirlere verme esnasında karısına dokunduğu takdirde bunu fidyeyi yenilemez.

B- "Bu hükümlerin beyânı, Allah'a ve Resulüne îmân etmekte sebat göstermeniz içindir."

Yani mezkûr hükümlerin beyânı ve öğretilmesi, Allah'a ve Resulüne îmân etmekte sebat göstermeniz, size teşri' buyurduğu hükümleri öğrenmeniz ve cahiliyye döneminde yaptıklarınızı terk etmeniz içindir.

C- "işte bunlar, Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için ise dayanılmaz bir azap vardır."

Yani bu zikredilen hükümler, Allah'ın, aşılması asla caiz olmayan sınırlarıdır. Bu hükümleri uygulamayan kâfir için ise, pek elem verici bir azap vardır.

Bunu uygulamayanların, kâfirler olarak ifâde edilmeleri, durumlarını ağırlaştırmak içindir. Nitekim "Kâfir olanlar, bilsinler ki Allah, âlemlerden müstağnidir." âyeti de bu kabildendir.

5

"Şüphe yok ki, Allah'a ve resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekiler alçaltılmış oldukları gibi, alçaltılmaktadırlar. Biz, gerçekten birçok apaçik âyet indirmişizdir. Zâten alçakta azap, kâfirler içindir."

A- "Şüphe yok ki, Allah'a ve Resulüne karşı gelenler, kendilerinden öncekiler alçaltılmış oldukları gibi, alçaltılmaktadırlar."

Yani şüphesiz Allah'a ve Resulüne düşmanlık edenler, eski ümmetlerin kâfirlerinden eski peygamberlere düşmanlık edenler, hüsrana uğratıldıkları, yahut zelil edildikleri, yahut helâk edildikleri, yahut lanetlendikleri, yahut ilâhî gazaba uğratıldıkları gibi, onlar da aynı akıbete duçar olacaklardır.

Bu, müşriklerin Hendek savaşında uğradıkları hüsrandır,

B- "Biz, gerçekten, birçok apaçık âyet indirmiş izdir."

Yani kendilerinden önceki ümmetlerden Allah'a ve Resulüne düşmanlık edenler ve onlara yapılanlar hakkında birçok ayetler indirdiğimiz halde, bunlar da Allah'a ve Resulüne düşmanlık ettiler.

C- "Zâten alçaltıcı azap, kâfirler içindir."

Yani alçaltıcı azap, bu âyetleri yahut bu âyetlerin de öncelikle dâhil oldukları, bütün îmân edilmesi gerekenleri inkar edenler içindir.

6

"Allah'ın, onların hepsini dirilteceği gün, yapmakta oldukları işleri kendilerine haber verecektir. Allah, onları bir, bir saymıştır; onlar ise, onlari unutmuşlardır. Zâten Allah, her şeye tamamıyla hepsinde şahittir."

A- "Allah'ın, onların hepsini dirilteceği gün, yapmakta oldukları işlen kendilerine haber verecektir."

Yani o gün Allah, onları mahcub etmek, hallerini teşhir etmek ve azaplarını ağırlaştırmak için, işledikleri çirkinliklerin, kendilerinden sâdır olduklarını beyân buyurmakla, yahut o çirkin fiilleri, onlara yaraşan korkunç şekillerde tasvir etmek suretiyle kendilerine bildirecektir.

B- "Allah, onları bir, bir saymıştır; onlar ise, onları unutmuşlardır. Zâten Allah, her şeye tamamıyla şahittir."

Yani hiçbir şey, hiçbir şekilde Allah'tan gizli kalmaz .

Bu cümle (zâten Allah...), Allah'ın, her şeyi bir bir saydığının îzâhı mahiyetindedir.

7

"Bütün göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Gizli konuşan üç kişinin dördüncüleri mudaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur; bundan az veya çok da olsalar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."

A- "Bütün göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun?"

Bu kelâm, Allah'ın her şeye şahit olduğunun kanıtıdır. Nitekim "Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışmaya gireni görmedin mi?" âyeti, ile "Görmüyor musun, o şâirler, her vadide başıboş dolaşırlar." âyeti de bu kabildendir.

Yani sen, müşahedeye yakın kesin bir bilgi ile bilmiyor musun ki,

Allah, bütün göklerde ve yerde bulunan varlıkları hakkıyla görmektedir.

B- "Gizil konuşan üç kişinin dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur; bundan az veya çok da olsalar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka O, onlarla beraberdir."

Bu kelâm, Allah'ın ilminin genişliğini îzâh ve onun keyfiyetini beyân etmektedir.

Âyette üç ile beş sayılarının özellikle zikredilmesi, vuku bulan Özel bir hâdisede sayılar, bunlar olduğu içindir. Zîrâ bu âyet, münafıkların gizli konuşmaları hakkında nazil olmuştur. Yahut kelâm, gizli konuşanların genel durumları üzerine bina edilmiştir. Zâten ondan sonra da hüküm, genelleştirilerek "Bundan az veya çok da olsalar..." denilmiştir. Yani bir ile iki gibi bundan az da olsa ve altı ile üstündeki sayılar gibi çok da olsalar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar ve yerin altında bile olsalar, Allah, onların arasında cereyan eden konuşmaları mutlaka bilir. Zîrâ Allah'ın eşyayı bilmesi, mekân yakınlığı için değildir ki, mekânların yakınlığı ve uzaklığı ile değişebilsin.

C- "Sonra kıyamet günü, yaptıklarını kendilerine haber verecektir."

Yani Allah, kıyamet günü onları rezil-rüsva etmek ve azap edilmelerini gerektiren suçlarını ortaya koymak için işledikleri günahları kendilerine haber verecektir.

D- "Çünkü Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."

Zîrâ Allah'ın, ilmi gerektiren zâtının bütün eşyaya nispeti eşittir.

8

"Ey Resûlüm! Gizli konuşmaktan men edildikten sonra yine o yasaklananı yapmaya dönerek günahı, düşmanlık ve Peygambere karşı kıyamı fısıldaşanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman, seni, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. Kendi aralarında da: "Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" derler. Cehennem yeter onlara! Oraya gireceklerdir. Ne kötü son varış yeridir orası!"

A- "Ey Resûlüm! Gizli konuşmaktan men edildikten sonra yine o yasaklananı yapmaya dönerek günahı, düşmanlık ve Peygambere, karşı kıyamı fısıldaşanları görmedin mi?"

Bu âyet, Yahudüer ve münafıklar hakkinda nazil olmuştur. Onlar, aralarında fısıldaşiyorlardı ve mü’minleri gördükleri zaman, gözleriyle işaretleşiyorlardi. Resûlüllah, onları bundan men etti. Sonra aynı fiillerini yapmaya döndüler.

Bu hitap, Resûlüllah içindir, istifham da, onların hâlinden taaccüp ettirmek içindir.

Yani onların yaptıkları haddi zâtında günah, mü’minlere düşmanlık ve Resûlüllah'a karşı da baş kaldırmak planlarıdır.

Burada, Peygamberimize tevcih edilen iki hitap arasında onun peygamber unvanıyla zikredilmesi, onları ziyadesiyle takbîh etmek ve suçlarının büyüklüğünü bildirmek içindir.

B- "Onlar sana geldikleri zaman, seni, Allah'ın selâmlamadığı bir şeküde selâmlıyorlar. Kendi aralarında da: "Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" derler. Cehennem yeter onlara! Oraya gireceklerdir. Ne kötü son varış yeridir orası!"

Yahudiler ve münafıklar, Peygamberimize selâm, verirken "Essarnü aleyküm", yahut "Enim sabahan" diye selâm veriyorlardı." (Onlarin dilinde sam ölüm demektir. İkinci selâmları da, Arapça "iyi sabah" demektir. Ancak bu kekime söylenişinde Araplarda yaygın olduğu veçhile, baştaki iki harfi telaffuz etmeyip "İm Sabahan" diyorlardı ki, bu haliyle "Sabah sabah kör olasın" anlamına gelir ve asıl kastettikleri mânâ da bu idi.) Halbuki Allah'ın, peygamberlerine selâmı "Selamün ale'l mürselîn—Peygamberlere selâm olsun!" şeklindedir.

Ve onlar: "Eğer Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber ise, bu selâmımızdan dolayı Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" diyorlardı.

9

"Ey îmân edenler! Aranızoa gu lı konuşacağınız’aman, günahı, düşmanlığı ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldamayın da, iyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun."

Yani ey îmân edenler! Siz münafıkların yaptıkları gibi yapmayın; kendi aranızda konuşurken, mü’minlerin hayrına olan ve Resûlüllah'a karşı en ufak bir isyan anlamını taşımayan şeyler konuşun ve yalnız O'nun huzuruna toplanacağınız ve bütün yaptıklarınızın karşılığını verecek olan Allah'tan korkun.

10

"Şüphe yok ki, bu fısıltılar şeytandandır. Bunlar, îmân edenleri üzmek içindir. Halbuki Allah'ın izni olmadıkça o şeytan, mü’minlere hiçbir zarar veremez. O halde mü'minler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler!"

A- "Şüphe yok ki, bu fısıltılar şeytandandır. Bunlar, îmân edenleri üzmek içindir."

Yani şüphesiz bu günah ve düşmanlık içeren fısıltılar, ancak şeytandandır; başkasından değildir. Zîrâ bunları teşvik eden ve insanları onlara sevk eden şeytandır. Bu fısıltılar, mü’minlerin büyük bir sıkıntı içinde olduklarını vehmettirmek suretiyle onları üzmek içindir.

B- "Halbuki Allah’ın izni olmadıkça o şeytan, mü’minlere hiçbir zarar veremez."

Yâhut Allah’ın izni olmadıkça o şer planlarıyla ilgili fısıldamaları, mü’minlere hiçbir zarar vermez.

C- "O halde mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler!"

Yani mü’minler, onların fısıldamalarına, gizli konuşmalarına aldırmasınlar; çünkü Allah, kendilerini şeytanın, onların gizli konuşmalarının şerrinden ve zararından korur.

11

"Ey îmân edenler! Meclislerde: "Yer açın!" denildiği zaman, hemen yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Ve size: "Kalkın!" denildiği zaman, hemen kalkın ki, Allah, içinizden îmânda sebat edenleri yükseltsin ve kendilerine bilgi verilenleri de daha yüksek derecelere yükseltsin. Zaten Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

A- "Ey îmân edenler! Meclislerde "Yer açın" denildiği zaman, hemen yer açın ki, Allah da size genişlik versin."

Bir görüşe göre burada Peygamberimizin meclisi kastedilmektedir. Şöyle ki: Ashâb, Peygamberimizin sözlerini iyi dinlemeye çok ihtiraslı olduklarından dolayı, ona yakın olmak için birbirleriyle yarışırcasına sıkışık oturuyorlardı.

Bir diğer görüşe göre ise, bu meclisler, savaş meclisleridir kı, gazilerin merkezlendir. Rivâyet olunuyor ki, Ashâb, düşmana karşı savaşırken, safta olmayanlar, arkadan gelip: "Bize de yer açın!" dedikleri zaman, saftakıler, şehit düşmeye çok istekli olmalarından dolayı geri çekilip onlara yer vermiyorlardı. Diğer bir kırâete göre âyetin metnindeki "Mecalıs" yerme "Mecles" okunmuştur ki, buna göre, yani oturuşlarınızda geniş, rahat oturun; sıkışık oturmayın, demektir.

Hulâsa,  sız başkasına yer açarsanız, genişlik yaparsanız, Allah da, sızın genişlik arzu ettiğiniz mekânda, rızkta, gönülde, kabirde ve diğer hususlarda size genişlik bahşeder.

B- "Ve size: "Kalkın!" denildiği zaman, hemen kalkın ki, Allah, içinizden îmânda sebat edenleri yükseltsin ve kendilerine bilgi verilen de daha yüksek derecelere yükseltsin."

Yani gelenlere yer açmak için, yâhut size emredilen namaz, cihad ve diğer hayır işleri için "kalkın!" denildiği zaman, hiç gecikmeden hemen kalkın ve taksirat göstermeyin ki, Allah da, içinizde îmânda sebat edenleri, dünyada yardım ve güzel yad edilmekle ve âhirette de cennet köşklerine yerleştirmekle yükseltsin ve özellikle ilim verilmiş olanları da daha yüksek derecelere yükseltsin; zîrâ onlar, ilim ve amel faziletlerini kendilerinde toplamışlardır. Çünkü ilmin mertebesi pek yüksek olduğundan, onunla beraber olan amel, başkalarında ne kadar salâh amel mevcut olsa da, yalnız amelin kendi başına eriştiremediği çok yüksek derecelere eriştirir. İşte bundan dolayıdır ki, hareketlerinde âlime uyulur, başkasına uyulmaz.

Bir hadiste şöyle denilmektedir: "Âlimin, âbide (ibadetle meşgul olan kimseye) üstünlüğü, dolunay gecesindeki ayın, diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir." 12

12 Ebû Davud/Kitabu’l İlim, bab:1. İbni Mâce/ el-Mukaddime, bab: 17. Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/196

C- "Zâten Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

Bu kelâm, ilâhî emirlere uymayanlar için büyük bir tehdittir.

12

"Ey îmân edenler! Peygamberle özel bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. İşte bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Fakat sadaka verecek bir şey bulamazsanız artık onlar için de Allah gafûrdur, rahîmdir.

A- "Ey îmân edenler! Peygamberle özel bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz."

Yani ey iman edenler! Resûlüllah ile özel olarak konuşmanızı gerektiren önemli bir konuda konuşacağınız zaman, ondan önce sadaka verin.

Bu emir, Resûlüllah için tâzim ifâde ettiği gibi, fakirleri faydalandırma, Resûlüllah’a fazla soru sormaktan alıkoyma, muhlisler ile münafıkları ve ahreti sevenler ile dünyayı sevenleri birbirlerinden ayırt etmek gibi faydalarını da içermektedir.

Bu emrin mendûbiyet ifâde ettiği, yâhut vücûb ifâde ettiği, fakat bundan sonraki âyetle nesh edildiği konusunda görüş ayrılığı vardır. Zîrâ bundan sonraki âyet, her ne kadar tilâvet olarak bununla bitişik ise de, nüzûl olarak bundan sonradır.

Hazret-i Ali’den (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir: "Allah’ın âyetinde öyle bir âyet var ki, benden başka hiç kimse onun hükmünü uygulamadı. Benim bir dinarım vardı; onu bozdurdum ve Resûlüllah ile hususî konuşacağım zaman önce bir dirhem sadaka verdim."

Hazret-i Ali'nin bu sözü, anılan âyetteki emrin vücub ifâde etmesi görüşüne göre, bu âyetin hükmünün nesli edilmeden önceki süre zarfında zenginlerin, Resûlüllah ile özel konuşmalarının gerçekleşmediğine harrüedilir. Zîrâ rivâyet olunduğuna göre bu hüküm yalnız on gün yürürlükte kalmıştır. Diğer bir rivâyete göre ise yalnız bir saat kalmıştır.

B- "İşte bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Fakat sadaka verecek bir şey bulamazsanız, artık onlar için de Allah gafurdur, rahimdir."

Yani bu durumda sadaka vermeniz, sizin için şüpheden ve mal sevgisinden daha hayırlı ve daha temizdir.

Âyetteki: "İşte bu, sizin için..." cümlesi, hükmün, mendûbiyet için olduğunu bildirmektedir; "Fakat sadaka verecek bir şey bulamazsanız..." cümlesi, vücûbu bildirmektedir. Zîrâ bu ifâde, sadaka verecek bir şey bulamayanlar için sadakasiz olarak bu konuşmanın ruhsatını vermektedir.

13

"Bu hususî görüşmenizden önce sadaka vermekten çekindiniz mi? İşte onu yapmadınız." (yahut, eğer bunu yapmazsanız) Allah da, tevbenizi kabul etti. O halde namazı gereğince kılın; zekâtı da verin; Allah'a ve resulüne de tam olarak itaat edin. Zâten Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.

A- "Bu hususî görüşmenizden önce sadaka vermekten çekindiniz mı? İşte onu yapmadınız." (yahut, eğer bunu yapmazsanız) Allah da, tevbenizi kabul etti. O halde namazı gereğince kılın; zekâtı da verin; Allah'a ve Resulüne de tam olarak itaat edin."

Yani bu sadakaları takdim etmekten dolayı fakir düşmekten, yahut şeytanın size telkin ettiği yoksuüuktan çekindiniz mi? İşte size emredilen sadaka, size ağır geldi ve bunu yapmadınız. Allah da, bunu yapmamak için size ruhsat verdi. O halde siz, bu emirde gösterdiğiniz taksiratı, namazı ve zekâtı hakkıyla edâ etmeye devam etmekle telafi ediniz ve diğer emirlerde Allah'a ve Resulüne tam olarak itaat edin. Çünkü bu ibadetleri hakkıyla edâ etmek, anılan sadakadaki taksiratı karşılayan bir unsur gibidir.

Bu âyetteki "Allah da, tevbenizi kabul etti" ifâdesi, onların bu sadakadan çekinip onu vermemelerinin, Allah tarafından bağışlanan bir günah olduğunu zımnen bildirmektedir. Zîrâ Allah'ın, bundan dolayı onlarda gördüğü infial, tevbeleri yerine geçmiştir.

B- "Zâten Allah, yap tıklarınız dan haberdârdır."

Yani Allah, sizin açık ve gizli, bütün yaptıklarınızdan haberdârdır.

14

"Ey Resûlüm! Allah'ın, kendilerine gazap ettiği bir'kavmi dost edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendir, ne de onlardan. Onlar bilerek yalan yere yemin de ediyorlar"

Bu âyet, Yahudileri, dost edinen, onlara akıl veren ve mü’minlerin sırlarını onlara aktaran münafıkların halinin hayret verici olduğunu bildirmektedir.

Allah'ın, kendilerine gazap ettiği, kimseler: işte bu Yahudilerdir. Nitekim, diğer bir âyette de: "Allah'ın lanet ve gazap ettiği kimseler..." duyurulmaktadır la yine Yahudiler kastedilmektedir.

Onlar, ne sizdendir, ne de onlardan: Çünkü bu Yahudileri dost edinenler, münafıklar olup mü’minlerle Yahudüer arasında bocalamaktadırlar.

Onlar, bilerek yalan yere yemin de ediyorlar: Nitekim o münafıklar: "Vallahi, biz gerçekten müslümanız!"

diyorlardı. Onların, bilerek yalan yere yemin, etmelerinin belktilmesi, ne kadar çirkin bir fiil işlediklerini bildirmektedir. Zîrâ bilerek yalan yere yemin etmek, son derece çirkin bir harekettir.

Burada "Bilerek..." denilmesi, delâlet ediyor ki, yalan, söyleyenin, yalan olduğunu bildiğini de, bilmediğini de kapsamaktadır.

Rivâyet olunuyor ki, bir gün Peygamberimiz, odalarından birinde bulunurken, yanında bulunanlara: "Şimdi sizin yanınıza, kalbi, zâlimlerin kalbi olan ve şeytanin gözüyle bakan bir adam gelecek" buyurdu; biraz sonra da münafık Abdullah b. Nebtei, odaya girdi. Bu adamın gözleri mavi idi. Resûlüllah, ona: "Ne diye sen benim ve ashabım hakkinda kötü konuşuyorsun?" diye sordu. O da, bunu yapmadığına Allah'a yemin etti. Resûlüllah, ona: "Sen bunu yapmışsın" buyurdu. Anılan münafık, gidip adamlarını da getirdi ve hepsi, Resûlüllah hakkında kötü konuşmadıklarına dâir yemin ettiler, işte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

15

"Allah, onlar için çok çetin bir azap hazırlamıştır. Onların yaptıkları şey, ne kötüdür!"

Yani Allah, yaptıkları sebebiyle o münafıklara, özel olarak çok çetin bir azap hazırlamıştır. Onların, geçmiş uzun zaman süresince işledikleri, alışkanlık haline getirdikleri ve ısrarla sürdürdükleri fiil, ne kötüdür!

16

"Onlar yeminlerini bir kalkan edinmişlerdi de, başkalarını Allah yolundan alıkoymuşlardır. Bu yüzden onlar için alçalticı bir azap vardır."

A- "Onlar yeminlerini bir kalkan edinmişlerdi de, başkalarını Allah yolundan alıkoymuşlardır."

Yanı o münafıklar, yalan yere ettikleri yeminlerini, canlarım ve mallarını korumak için kalkan yapmışlardır da, güven içinde kaldıkları sırada karşılaştıkları kimseleri islam'a girmekten engellemeye ve müslümanları onlara zayıf göstermeye çalışmışlardır.

"Bu yüzden onlar için alçalticı bir azap vardır."

Bu kelâm, onlarin azabını başka bir vasıfla vasıflandıran ikinci bir tehdittir.

Diğer bir görüşe göre ise, bundan önceki âyette geçen azap, kabir azabıdır; bu azap ise, âhiret azabıdır.

17

"Onların mallan da, oğulları da, Allah'ın azabına karşı kendilerine hiçbir fayda vermez. İşte onlar, cehennemliktir; orada ebedî kalacaklardır."

Rivâyet olunuyor ki, münafıklardan bin: "Kıyamet günü kendi kendimize mallarımız ve oğullarımızla mutlak ve muhakkak yardım edeceğiz!" demişti.

18

"O gün Allah, onların hepsini yerliden diriltecek; onlar da, dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir. Onlar gerçekten kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Bilin kı onlar, gerçekten yalancıların ta kendileridir."

A- "O gün Allah., onların hepsini yeniden diriltecek; onlar da, dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir."

Yani o münafıklar, dünyada müslüman okluklarına dâir size yemin ettikleri gibi, âhirette de müslüman olduklarına dâir Allah'a yemin edeceklerdir.

B- "Onlar gerçekten kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar."

Yani o münafıklar, dünyada ettikleri yalan yeminlerle, canlarını ve mallarını koruyup o yeminlere bir sürü dünyevî faydalar sağladıkları gibi, âhirette de bu yeminleriyle, menfaat celbine veya zarar define muktedir olabileceklerini sanacaklar.

C- "Bilin ki onlar, gerçekten yalancıların ta kendileridir."

Yani onların yalanı ötesinde büyük yalan yoktur. Nitekim Alkmül Guyûb/bütün gaibleti hakkıyla bilen Allah'ın huzurunda da yalan söylemek cüretini gösterirler ve kendi yalan yeminlerinin, dünyada gaipleri bilmeyenlerce geçerli sayıldığı gibi, Allah'ın huzurunda da geçerli sayılacağım sanırlar.

19

"Şeytan onları etkisi altına almıştır da, Allah'ı anmayı onlara unutturmuştur. İşte onlar, o şeytanın hizbidir. Haberiniz olsun ki, şeytanın hizbi, hüsrana uğrayanların ta kendileridir."

A- "Şeytan onları etkisi altına almıştır da, Allah'ı anmayı onlara unutturmuştur."

Yani şeytan, onlara Allah'ın zikrini, o kadar unutturmuştur ki, ne kalpleriyle, ne de dilleriyle Allah'ı zikretmezler.

B- "işte onlar, o şeytanın hizbidir. Haberiniz olsun ki, şeytanın hizbi, hüsrana uğrayanların ta kendileridir."

Yani onlar, şeytanın uyrukları ve askerleridir. Şeytanın uyrukları da, en büyük, hüsran içindedirler. Nitekim onlar, kendi nefislerini ebedî nimetlerden mahrum bırakmışlar ve onun yerine elem verici azabı almışlardır.

20

"Allah'ı ve Resulünü engellemek isteyenler var ya, işte onlar, en alçak olanlar arasındadırlar."

Yani Allah'a ve Resulüne karşı duranlar, önceki ve sonraki insanların en alçakları arasındadır. Zîrâ iki hasım taraftan birinin zilleti, diğer taratın izzeti nispetindedir. Ve Allah'ın izzeti sonsuz olduğuna göre, O'na karşı durmak isteyenlerin zilleti de sonsuz olur.

21

"Allah, "Hiç şüphesiz ben ve elçilerim galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah, kaviyydir, azizdir."

A- "Allah, "Hiç şüphesiz ben ve elçilerim galip geleceğiz!" diye yazmıştır."

Bu kelâm, onların, niçin en alçak olanlar arasında olduklarını belirtmektedir. Yani Allah, Levh-i Mahfuz'da, kendisinin ve elçilerinin, hem hüccet, hem de Alıçla, yahut kılıç yerine geçen başka âletlerle, yahut hüccet ve silahın yalniz birisiyle mutlak ve muhakkak galip geleceğini yazmıştır. Bunun bir benzeri de şu âyetlerdir: "Yemin olsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir ki, hiç şüphesiz zafere ulaşacak olanlar, onlardır ve bizim ordumuz mutlak ve muhakkak yegâne galiptir. (Sâffât: 171-173)

B- "Şüphe yok ki, Allah, Kaviyydir, Azizdir."

Yani Allah, peygamberlerini muzaffer kılmaya muktedirdir ve hiçbir kuvvet, O'nun iradesine karşı duramaz.

22

"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kavmin, -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk kurduklarını göremezsin. İşte onların kalbine Allah, îmân yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Ve onları, içinde sonsuz kalacakları altından ırmaklar akan cennetlere dâhil edecektir. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın hizbidir. Haberiniz olsun ki, Allah'ın hizbi, felâha erenlerin ta kendileridir.

A- "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kavmin - babaları, oğulları kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk kurduklarını göremezsin."

Bu hitap, Peygamberimiz içindir, yahut herkes içindir.

Yani Allah'a ve âhirete îmânı olan kimseden böyle bir şey sâdır olmamalı ve herkes bunu talep etse bile, bu, imkânsız olmalıdır. Zîrâ îmân, kendisine zıt olan hususlarda bütün yakınları ve dostları reddetmeyi gerektirmektedir.

B- "İşte onların kalbine Allah, îmân yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir."

Bu âyet delâlet ediyor ki, amel, îmân mefhumu haricindedir. Zîrâ kalpte sabit olan şeyler, îmânda kesin olarak sabittir. Ve bedenî işlerin hiçbirisi, kalpte sabit değildir. Allah katından olan ruh, kalp nurudur; yahut Kur’ân'dır; yahut düşmanlara karşı zaferdir.

C- "Ve onları, içinde sonsuz kalacakları altından ırmaklar akan cennetlere dâhil edecektir."

Bundan önce Allah'ın dünyevî lütufları beyân edildikten sonra burada da uhrevî rahmetinin feyizleri beyân edilmektedir.

D- "Allah, onların hepsinden razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır."

"Allah, onlardan razı olmuş" cümlesi, Allah'ın, bu mutlu ve kutlu kullarına bahşettiği dünyevî ve uhrevî rahmetinin feyizlerinin îzâhı mahiyetindedir. "Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır" cümlesi de, bu bahtiyar kulların, kendilerine bahşedilen dünyevî ve uhrevî lütuflara olan sevinç ve memnuniyetlerini belirtmektedir.

E- "İşte onlar, Allah'ın hizbidir."

Bu kelâm, bu meziyetin, kendilerine mahsus olduğunu beyân etmekle, onlar için bir teşriftir (şereflendirmedir).

F- "Haberiniz olsun ki, Allah'ın hizbi, felâha erenlerin ta kendileridir."

Bu kelâm da, iki cihan saadetinin, iki hayatta mutluluğun, o bahtiyar kullara mahsus olduğunu beyân etmektedir.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Mücadele sûresini okursa, kıyamet günü Allah'ın, hizbinden, yazılır."

0 ﴿