HAŞR SÛRESİ

Medine'de inmiştir, 24 âyettir.

1

"Bütün göklerde ve yerde olanların hepsi, Allah'ı tesbih etmektedirler. Zâten yegâne aziz ve hakim O'dur."

Bunun tefsiri, Hadîd sûresinin başında geçti.

2

"Kitap ehlinden, kâfir olanları ilk haşirlerinde / sürgünlerinde yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız.

Onlar da, kalelerinin, kendilerini Allah'ın azabından koruyacağını sanmışlardır. İşte Allah'ın azabı, beklemedikleri yönden onlara geliverdi. Yüreklerine de korku saldı. Oyle ki kendi evlerini kendi elleri ile, mü’minlerin de elleri ile yıkıyorlardı. Ey akli sahipleri! Artık ibret alın."

A- "Kitap ehlinden kâfir olanları ilk haşirlerinde / sürgünlerinde yurtlarından çıkaran O'dur."

Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Medine'ye hicret edince, Nadîr oğukarı ile bir barış antlaşması yaptı. Bunlar, peygamber soyundan gelen Yahudilerin bir kolu olup İsrâiloğullarında çıkan karışıklık döneminde, âhir zaman Peygamberini beklemek üzere Medine'ye gelip yerleşmişlerdi. Peygamberimiz, ne lehinde, ne de aleyhinde olmamaları için onlarla bir muahede yaptı. Sonra Bedir savaşında Peygamberimiz, zafer kazanınca, bu Yahudiler: "Tevrat'ta sıfatları yazılı olan peygamber budur; onun sancağı, hiç vere düşmez" dediler. Fakat Uhud savaşında olanlar olunca, şüpheye düştüler ve anlaşmalarını da bozdular. Sonra Kâ'b b. Eşref adındaki reisleri, kırk süvarinin başında Mekke'ye gidip Kâ'bc'nin yanında, Peygamberimize karşı savaşmak üzere Kureyş ile antlaştı. Bunun üzerine Peygamberimiz de, Muhammed b. Mesleme el-Ensârî'ye emir uyurdu; o da, gidip Kâ'b'i, gizli bir planla öldürdü. Muhammed b. Mesleme, Kâ'b'în süt kardeşi idi. Sonra ertesi sabah Peygamberimiz, onların üzerine askeri birlikler sevk edip Medine'yi terk etmelerini söyledi. Onlar da, eşyalarını toplayıp çılana hazırlığım yapmak için Peygamberimizden on gün mühlet istediler. Bu süre içinde münafık Abdullah b. Übeyy ve adamları, onlara gizlice haber gönderip onlara: "Kalenizden çıkmayın. Eğer onlar, size karşı savaşırlarsa, biz de sizinle beraberiz, sızı yalnız bırakmayız. Sonunda siz Medine'den çıkıp gitmek zorunda kalırsanız, biz de sizinle beraber çıkacağız." Bunun uzerine Nadir oğulları, sokaklarını kapatıp tahkim ettiler. Sonra Peygamberimiz, onları muhasara etti ve yirmi bir gece muhasarayı sürdürdü. Nihayet Allah, Nadîr oğullarımın yüreklerine korku düşürünce ve onlar, münafıkların yardımından tamamıyla umut kesince, sulh talep ettiler. Fakat ancak, sürgün edilmeleri ve her üç evin, bir deveye yükleyebilecekleri kadar eşyalarını götürebilmeleri şartıyla canları bağışlandı. Böylece onlar, Şam'daki Eriha ve Ezriat'a göç ettiler. Yalnız onlardan iki ev halkı: Ebû Hakîk Ailesi ile Huyay b. Ahtab ailesi, Hayber'e göçüp oradaki Yahudilere katıldılar ve onlardan bir taife de Hire'ye {Hire, Irak'ta Küfe kentinin güneyinde 5 km. mesafede tarihî şehir} göç ettiler, işte bu hâdise üzerine Allah, Haşr sûresinin 1-6. âyetlerini indirdi.

Birinci âyette Allah, mutlak olarak kahir izzet ve parlak hikmetle vasıflandırıldıktan sonra ikinci âyette de, Allah'ın izzetinin bazı eserleri ve hikmetinin bazı hükümleri beyân edilmektedir.

"İlk haşklerinde/sürgünlerinde" denilmiş, çünkü Yahudilerin bu kolu, o zamânâ değin hiç sürgün görmemişlerdi. Ceziret'ül Arap'tan/Arap Yarımadası'ndan Şam'a ilk sürülenler de bunlardır. Yahut Yahudilerin ilk sürgünü budur; son sürgünü ise, Hazret-i Ömer'in, onları Hayber'den Şam'a sürmesidir.

Bir diğer görüşe göre ise, onların son haşirleri, kıyamet günündeki haşirleridir; çünkü kıyamet günü mahşer yeri Şam'da olacaktır.

B- "Sız onların çıkacaklarını sanmamıştınız."

Yani siz müslümanlar, Nadîr Oğullarının, o zillet ve rezaletle yurtlarından çıkacaklarını sanmamıştınız; çünkü onlar, savaşçı kimselerdi ve savunma imkânları da pek mükemmeldi.

C- "Onlar da, kalelerinin, kendilerini. Allah'ın azabından koruyacağını sanmışlardır, işte Allah'ın azabı, beklemedikleri yönden onlara geliverdi."

Bu azaptan murat, reisleri Kâ'b b. Eşrefin öldürülmesi idi. Zira bu hâdise, onların kuvvetini ve heybetini zayıflattı ve gönüllerindeki güven ve huzuru kaldırdı.

Diğer bir görüşe göre ise, yani mü’minlere, beklemedikleri yönden Allah'ın yardımı geliverdi.

D- "O, yüreklerine de korku saldı. Öyle ki kendi evlerini kendi elleri ile, mü’minlerin de elleri ile yıkıyorlardı."

Onlar, meskenlerinin değerli bazı aletlerinden yanlarında götürebileceklerini götürmek için ve geride müslümanlara sağlam mesken bırakmamak için kendi evlerini kendi elleri ile yıkıyorlardı. Müslümanlar da, onların tahkimatını kaldırmak, savaş sahasını genişletmek ve onları cezalandırmak için evlerini yıkıyorlardı.

E- "Ey akıl sahipleri! Artık ibret alın."

Yani onların akıl almaz korkunç macerasından ibret alın ve onların bu akıbetine sebep olan küfür ve günahlardan sakının. Yahut bu iki fırkanın da hallerinden kendi halinize dönün ve kuvvetli sebeplere güvenmeyin; Allah'a tevekkül edin.

Yerinde tafsilatı belirtildiği gibi, bu âyet, kıyasın hüccet olduğuna delil sayılmıştır.

3

"Eğer Allah onlara bu sürgünü yazmamış olsaydı, onları muhakkak dünyada azaba uğratacaktı. Zâten ahirette onlar için o ateş azabı vardır."

Yani eğer Allah, onlara böyle perişan şekilde yurtlarını terk etmek zorunda kalmalarını yazmamış olsaydı, Kurayza Oğullarına yaptığı gibi, onları muhakkak dünyada öldürülmek ve esir alınmak azabına uğratacaktı. Ancak onlar, bu sürgün ile, âhiret azabından kurtulmazlar.

4

"İşte bu, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse, şüphesiz Allah'ın ona azabı pek çetin olur, "

Yani onların başına gelenler ve gelecek olanlar, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ve kendileri hakkinda hikâye edilen o çirkin fiilleri işlemelerinden dolayıdır.

5

"O savaşın gereği olarak, hurma ağaçlarından ne kestiniz ise, veya olduğu gibi kökleri (hamları) üzerinde bıraktınız ise, hepsi Allah'ın izniyledir ve O'nun, yoldan çıkanları rezil-rüsva etmesi içindir."

Allah, o savaşta müslümanlara, Nadîr Oğullarının hurma ağaçlarını kesmelerine de, kesmemelerine de izin vermiştir. Çünkü o Yahudiler, mü’minlerin, kendi, hurma ağaçlarında diledikleri gibi tasarruf ettiklerini, kimilerini kesip kinlilerini, de olduğu gibi bıraktıklarını görünce, daha çok öfkelenmiş ve üzülmüşlerdir.

Bu âyet, savaş sırasında kafirleri fazlasıyla kızdırmak için, onların evlerinin, binalarının yıkılmasının, ağaçlarının kesilmesinin ve ekinlerinin yakılmasının caiz olduğuna delil sayılmıştır.

6

"Allah'ın, onlardan peygamberine savaşsız olarak verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz; fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder. Zâten Allah, her şeye kadirdin"

A- "Allah'ın, onlardan Peygamberine savaşsız olarak verdiği ganimetler için sız at ve deve koşturmuş değilsiniz; fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder."

Bundan önce Nadîr Oğullarının dünyada uğradıkları ve ahirette uğrayacakları azap beyân edildikten sonra onların alınan malları, yurtlarının yıkılması ve hurma ağaçlarının kesilmesi beyân edilmektedir.

Bu kelâm, zımnen bildiriyor ki, onların sahip oldukları mallar, kendilerine layık değil, Resûlüllah'a layıktır; bu malların onların elinde bırakılması haksızlık olduğundan, Allah, onları layık olana iade buyurmuştur. Zîrâ Allah, insanları, kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır ve insanlara bahşedilen imkânlar da, Allah'ın ibadetine vesile olmaları için yaratılmıştır. Bu itibarla o mallar, Allah'a itaat edenlere layıktır.

Yani siz müslüman mücahitler, Nadir Oğulları ganimetleri için uzak bir yol kat’etmediniz; şiddetli meşakkatlere ve çetin savaşlara katlanmadınız.

Zirâ Nadir Oğullarının kasabaları Medine’den iki mil {mil/4000 zirâ/Arşın. Arşın/75 cm} mesafede idi. Bundan dolayı mücahidler, yürüyerek oraya gitmişlerdi ve Resûlüllah’ın dışında içlerinde hiç süvari yoktu. Neticede aralarında kılıç vuruşmaları olmaksızın peygamber orayı fetih buyurdu. Bu itibarla sanki şöyle denilmiş olur. Allah’ın onlardan Resûlüne verdiği ganimetleri, siz el emeği ve alın teri ile kazanmadınız. Fakat Allah, câri bir sünneti olarak, peygamberlerinin düşmanlarından dilediğine özel olarak peygamberlerini musallat kılar. Ve işte Allah, Peygamberimizi de, mutat olmayan bir şekilde onlara musallat buyurdu; siz mücahitler, bu fetihte tehlikelere atılmadınız ve savaşların zahmetlerini çekmediniz. İşte bundan dolayı onlardan alınan bu ganimet mallarında hakkınız yoktur.

B- "Zâten Allah, herşeye Kâdirdir."

İşte bundan dolayı Allah, dilediğini dilediği şekilde yapar, bazun bunu mâlum veçhile gerçekleştirir; bazen de mâlum olmayan şekilde gerçekleştirir.

7

"Allah'ın, o kasabalar halkından Peygamberine savaşsız olarak verdiği ganimetler, Allah, peygamber, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Tâ ki, o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdiyse, onu alın; size ne yasakladıysa, ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, azabı çok çetin olandır."

A- "Allah'ın, o kasabalar halkından Peygamberine savaşsız olarak verdiği ganimetler, Allah, peygamber, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir."

Bu ganimetin, Allah'ın, Resulüne emeksiz bir lutfû olduğa, mücahitlerin bunda hakları olmadığı beyân edildikten sonra bu kelâmda, o ganimetlerin sarf edileceği, sınıflar beyân edilmektedir.

Savaşsız olarak elde edilen ganimetin/ fey'in taksimatı hakkında ihtilâf edilmiştir:

Bir görüşe göre, âyetin, zahirinin icabı olarak, bu ganimetler, altı kısma bölünür ve Allah'ın hissesi diye adlandırılan kısım, Kâ'be ve diğer mesciderin imârına harcanır.

Diğer bir görüşe göre ise, bu ganimeder beş kısma bölünür; zîrâ burada Allah'ın adının zikredilmesi, tâzim içindir. Peygamberimizin hissesi de, bir görüşe göre İmama (İslam devleti reisine) verilir;

Diğer bir görüşe göre ise askerlere ve kale, geçit ve boğaz gibi yerlerin savunmasına harcanır; başka bir görüşe göre ise müslümanların maslahatlarına harcanır,

Bir diğer görüşe göre ise, bu savaşsız ganimetler de, diğer ganimetler gibi beş kısma bölünür. Nitekim Peygamberimiz, kendisine ganimetten verilen beşte bir hisseyi de beşe bölerdi ve bunların beşte dördünü dilediği gibi kullanırdı. Şimdi ise anılan ihtilâf, bunda da cârîdir.

B- "Tâ ki, o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın, "

Yani tâ ki, fakirler için olması gereken savaşsız ganimet, yalnız zenginler arasında iftihar konusu ettikleri bir devlet: Zenginlik, azamet, galibiyet, hâkimiyet, varlık olmasın. Yâhut aranızda bir Cahiliyye devleti olmasın. Zîrâ sizin reisleriniz cahiliyye döneminde ganimetlerle iftihar ediyorlardı ve: "Galip gelen, mağlubun malını alır" diyorlardı.

C- "Peygamber size ne verdiyse, onu alın; size ne yasakladıysa, ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, azabı çok çetin olandır."

Yani Peygamberin size verdiği ganimeti alın; çünkü o sizin hakkınızdır. Yahut size verdiği emri tutun; çünkü o size vaciptir. Ve size yasakladığı şeyden de sakının. Peygambere muhalefet etmekten de Allah'tan korkun. Çünkü Allah, azabı çok çetin olandır. O, buyruğuna ve yasağına muhalefet edenleri sonunda cezalandırır.

8

"Bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım, eden yoksul muhacirlerindir. İşte onlar doğru olanların ta kendileridir."

A- "Bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden yoksul Muhacirlerindir."

Bu kelâm, bundan önceki âyette zikredilen yakınlar ile ondan sonraki sınıfları îzâh etmektedir. Resûlüllah, buna dâhil değildir; çünkü ona fakir denmez.

Bu ganimet mallarından zengin akrabalara da verildiğini söyleyenler, bu âyetin, mezkûr âyetteki yakınlardan sonra zikredilenleri îzâh ettiğini söylemektedirler.

Fakirlik şartını, yalnız Nadîr Oğullarının ganimetine tahsis etmek, açık bir zorlama olur.

Bu yoksul muhacirler, Mekke kâfirleri tarafından baskı ve zulüm görüp Mekke'den çıkmak zorunda bırakılan muhacirler yüz erkek idden Onlar, başka bir diyarda Allah'ın lûtfunu talep etmek ve Allah'ın dini ile Resulüne yardim etmek niyetiyle, yahut yardım etmek üzere yurdlarını terk etmişlerdi. Zîrâ onların, kâfirlere rağmen onların arasından çıkıp Medine'ye hicret etmeleri bizatihi yardımdır; hem de nasıl yardımdır!

B- "İşte onlar doğru olanların ta kendileridir."

Nitekim onların son derece doğru oldukları, yaptıklarıyla apaçık görülmektedir.

9

"Daha önce Medine'yi yurt ve îmân evi edinmiş olan kimseler, kendilerinin yanına hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim, nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felâha, erenlerin ta kendileridir."

A- "Daha önce Medine'yi yurt ve îmân evi edinmiş olan kimseler, kendilerinin yanına hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde bir rahatsızlık hissetmezler."

Burada Ensâr (Medine'lı müslümanlar), güzel hasletlerle ve ezcümle muhacirleri sevmeleri, savaşsız ganimetin onlara tahsis edilmesinden ziyadesiyle hoşnut olmaları ile övülmektedirler.

B- "Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onlari kendilerine tercih ederler."

Yani Ensâr, kendileri ihtiyaç içınde olsalar bile, bütün yaşam unsurlarında muhacirleri kendilerine tercih ederlerdi. Hattâ Ensâr'dan iki karısı olanlar, birini boşayıp muhacirlerden birisiyle evlendirirdi.

C- "Kim, nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felâha erenlerin ta kendileridir."

Yani kim, Allah'ın tevfikiyle, kendi nefîsinin cimriliğinden korunup da, nefsine hâkim olan mal sevgisi ve infâkı sevmemek konusunda ona muhalefet ederse, işte başta bu vasfa layıkıyla sabip olan mezkûr Ensâr olmak üzere bu kimseler, bütün matluplarına erişirler ve sevmediklerinden de kurtulurlar.

10

"Onlardan sonra gelen kimseler de şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizden önce olan din kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen raûfsun, rahîmsin."

A- "Onlardan sonra gelen kimseler de şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve îmânda bizden önce olan din kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı biçbir kin bırakma!"

Bunlar, İslam kuvvetlendikten sonra hicret edenlerdir. Yâhut iyi amellerde ilk müslümanların yolundan gidenlerdir ki bunlar, Ensâr ve muhacirlerden sonra kıyamete dek gelecek mü’minlerdir. İşte bundan dolayıdır ki, "Bu âyet, bütün mü’minleri kapsamaktadır" denilmiştir.

Onlar, din kardHanımlarına böyle duâ ederler, çünkü din kardeşliği, onlar için nesep kardeşliğinden daha aziz ve daha şereflidir. Onların: "İmanda bizden önce olan..." demeleri, onların faziletini kabul ettikleri içindir.

B- "Rabbimiz! Şüphesiz sen raûfsun, rahîmsin, "

Yani ey Rabbimiz! Şüphesiz senin şefkatin ve merhametin sonsuz olduğuna göre, senin şânına yaraşan duâmızı kabul buyurmandır.

11

"O münafıkların, kitap ehlinden kâfir olan kardHanımlarına: "Yemin olsun ki, eğer siz, yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlak ve muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla uymayacağız. Eğer size karşı savaşılırsa, hiç şüphesiz size yardım ederiz" dediklerini görmedin mi? Allah, onların hiç şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik eder."

A- "O münafıkların, kitap ehlinden kâfir olan kardHanımlarına: "Yemin olsun ki, eğer siz yurdunuzdan çıkarıhrsanız, mutlak ve muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde hiçbir kimseye asla uymayacağız. Eğer size karşı savaşılırsa, hiç şüphesiz size yardım ederiz" dediklerini görmedin mi?"

Bundan önce, tabakalarına göre mü’minlerin güzel hailen ve sözleri hikâye edildikten sonra burada da, kâfirler ile münafıklar arasında cereyan eden yalan sözler ve kötü haller hikâye edilmektedir.

Bu hitap, Resûlüllah içindir; yahut bu hitaptan nasibi olan herkes içindir.

Onların kardeşliğinden (kâfir olan kardHanımlarına) murat, ya küfürde muvafakat etmeleridir; yahut dostlukları ve ahbaplıklarıdır.

Yani o münafıklar, kâfir dostlarına şöyle demişlerdi: Allah'a yemin olsun ki, eğer sız, yurdunuzdan zorla çıkarılır sanız, hiç şüphesiz biz de sizinle beraber çıkacağız, siz nereye, gitseniz, biz de size arkadaşlık edeceğiz ve sizinle beraber çıkmamızı engellemek isteyecek hiçbir kimseye, ne kadar uzun zaman uğraşsalar da asla uymayacağız ve eğer size karşı savaşılırsa, hiç şüphesiz size yardım edeceğiz.

Diğer bir görüşe göre ise, yani size karşı savaşmak, yahut sizi çaresiz bırakmak hususunda hiçbir kimseye asla uymayacağız, demektir. Ancak bu görüş, isabetli değildir.

A-   "Allah, onların hiç şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik eder."

B-   Yani Allah, onların, yalan yeminle tekit ettikleri vaatlerinde yalana olduklarına şahitlik eder.

12

"Yemin olsun kı, eğer, onlar yurtlarından çıkarılsalar, bunlar onlarla beraber -çıkmazlar; yine yemin olsun ki, onlara karşı savaşıisa, bunlar onlara yardım etmezler; yine yemin olsun ki, yardıma kalkışsalar bile, hiç şüphesiz arkalarım, dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine de yardım edilmez."

A- "Yemin olsun ki, eğer onlar yurtlarından çıkarılsalar, bunlar onlarla beraber çıkmazlar; yine yemin olsun ki, onlara karşı savaşıisa, bunlar onlara yardım etmezler; yine yemin olsun ki, yardıma kaikışsalar bile, hiç şüphesiz arkalarını dönüp kaçarlar."

Bundan önce bütün söyledikleri icnıalî olarak tekzib edildikten sonra, burada da, söyledikleri teker, teker tekzib edilmektedir.

Bu âyetin önceden haber verdiği sonuçlar, aynen gerçekleşti. Nitekim münafık Abdullah b. Übeyy ile adamları, Nadîr Oğullarına gizlice haber gönderip onlara bu taahhütlerde bulunmuşlardır, sonra da onlara verdikleri sözlerinde durmadılar. İşte bu hâdise de, Peygamberimizin peygamberliğinin doğruluğuna ve Kur’ân'ın icazına apaçik bir delildir.

B- "Sonra kendilerine de yardım edilmez."

Yani ondan sonra münafıklara yardım edilmez; Allah, onları helâk eder ve onların münafıklığı (küfürlerini gizlemeleri.) kendilerine fayda vermez; çünkü küfürleri ortaya çıkmış olur.

Yahut Yahudiler, hezimete uğrayacaklar; sonra münafıkların yardımı da onlara fayda vermez.

13

"Onların yüreklerinde size karsı duydukları korku, kesinlikle Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir. İşte bu, onların anlamaz bir kavim olmalarındandır."

A- "Onların yüreklerinde size karşı duydukları korku, kesinlikle Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir."

Yani onların gizledikleri sizden korkuları, size açıkladıkları Allah korkularından daha şiddetlidir. Nitekim onlar, mü’minlerin yanında, Allah'tan çok korktuklarını iddia ediyorlardı.

B- "İşte bu, onların anlamaz bir kavım olmalarındandır."

Yani onların, gizledıklerı sizden korkularının, size açıkladıkları. Allah korkularından daha şiddetli olmasının sebebi şudur: Onlar, hiçbir şey anlamıyorlar ki, Allah'ın azametini anlasınlar da, hakkıyla O'ndan korksunlar.

14

"Onlar müstahkem kasabalarda veya duvarlar arkasında bulunmaksızın, sizinle toplu halde savaşmazlar. Kendi aralarında dövüşmeleri ise çetindir. Sen onları birlik sanırsın; Halbuki kalpleri darmadağınıktır. İşte bu, onların gerçekten akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır."

A- "Onlar müstahkem kasabalarda veya duvarlar arkasında bulunmaksızın, sizinle toplu, halde savaşmazlar. Kendi aralarında dövüşmeleri ise çetindir."

Yani Yahudiler ile münafıklar, ancak siperler ve hendeklerle tahkim edilmiş kasabalarda veya duvarların surların gerisinde sizinle toplu halde savaşırlar; sizden son derece korktukları için sizinle açıkça savaşamazlar. Ancak onların bu korkuları, haddi zâtında zayıf ve korkak olduklarından dolayı değildir. Zîrâ onlar, kendi akranlarına göre çetin savaşçıdırlar; onların zafiyeti ve korkaklığı yalnız sizin içindir. Zîrâ Allah, size karşı onlarin yüreklerine korku vermiştir.

B- "Sen onları birlik sanırsın; Halbuki kalpleri darmadağınıktır. İşte bu, onların gerçekten akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır."

Yani sen onları kendi aralarında birlik ve ittifak halinde sanırsın; halbuki kalpleri darmadağınıktır; aralarında ülfet yoktur. Onların bu dağınıklığının sebebi şudur: onlar, aklını kullanan bir kavim değildir ki, hakkı tanıyıp da, ona uysunlar; kalpleri mutmain olsun; sözleri birlik olsun ve bir yaydan atsınlar. İşte bundan dolayi, tıpkı yollarının ayrı ve çeşidi olması gibi, kalpleri de darmadağınıktır.

Bir görüşe göre, yani onlar, kalplerinin dağınık olmasının, güçlerini zayıflattığını bilmezler, demektir. Ancak bu görüş, isabetten uzaktır.

15

"Onların durumu, kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara da acıklı bir azap vardır."

A- "Onların durumu, kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir."

Yani mezkûr Yahudi ve münafıkların durumu da, Bedir ehlinin, yahut Kaynuka oğullarının durumu gibidir. Zîrâ bir görüşe göre, ’Kaynuka Oğulları, Nadîr Oğullarından önce yurtlarından, sürülmüşlerdi.

B- "Onlara da acıklı bir azap vardır."

Yani onlar da, dünyada küfürlerinin kötü akıbetini gördüler; âhirette de onlar için de anlatım üstü elem verici bir azap vardır. Hulâsa,  bunların dünyada ve âhiretteki hali, onların dünya ve âhiretteki hali gibidir. Fakat hepsinin hali, onların hali gibidir, anlamında değildir; bunlardan Yahudilerin hali böyledir. Münafıkların hali ise, bundan sonraki âyette anlatılmaktadır.

16

"Münafıkların durumu, tıpkı şeytanın durumu gibidir. Hani şeytan, insana: "inkâr et" der." İnsan da inkâr edince: "Kadar ben, senden uzağım; çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" der."

Bu temsil, zımnen Yahudilerin diğer bir halini de beyân etmektedir. Yani azaba uğramak hususunda Yahudilerin durumu, kendilerinden öncekilerin durumu gibidir. Münafıkların, onları savaşa kışkırtmadaki durumu da, şeytanın durumu gibidir. Hani şeytan, bir âmirin, memuruna emretmesi gibi insanı küfre kışkırtmış ve insan da kâfir olunca, şeytan: "Ben senden uzağım; çünkü ben, âlemleri Rabbi olan Allah'tan korkarım." der.

Eğer burada insandan murat, bütün insanlar ise, şeytanın, bu ilgisizliğini iddia etmesi, kıyamet: günü olacak. Nitekim "Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" demesinden de bu anlaşılmaktadır. Yok eğer bu insandan Ebû Cehil kastediliyorsa, âyetteki "inkâr et" sözü, Bedir Savaşı günü iblisin: "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur; şüphesiz ben de sizin yardimcinizım" demesinden ibarettir. Iblis'in onlardan uzak olduğunu söylemesi de, "Ben sizden uzağım; beri sizin göremediklerinizi pörüvorum." (Enfâl: 48) demesidır.

17

"Nihayet ikisinin de akıbeti, kesinlikle içinde ebedî kalacakları o ateş olacaktır. İşte bu, zâlimlerin cezasıdır."

Yani cehennem azabında ebedî kalmak, yalnız bunların cezası değil, fakat mutlak olarak bütün zâlimlerin cezasıdır.

18

"Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarın için ne hazırladığına baksın, Allah'tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

A- "Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarın için ne hazırladığına baksın."

Yani bütün hal ve hareketinizde Allah'tan korkun ve herkes, yarın kıyamet günü için hangi amelleri hazırladığına baksın.

Kıyametin, yarın olarak ifâde edilmesi, yakın olmasından dolayıdır. Yahut dünya, bir gün ve âhiret de, onun yarını gibi olmasından dolayıdır.

B- "Allah'tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdârdır."

"Allah'tan korkun" emrinin tekrar edilmesi, tekit içindir. Yahut birincisi., vaciplerin edası içindir. Nitekim ondan sonra amelin emredilmesi de, bunu zımnen bildirmektedir. Bu ise, haramların terki içindin Nitekim.

"Allah, yaptıklarınızdan -yani işlediğiniz günahlardan- haberdârdır" tehdidi, de, bunu bildirmektedir.

19

"Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da, onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, yoldan çıkan kimselerdir."

Yani Allah'ın hukukunu unutan, onun kadrini hakkıyla takdir etmeyen, onun emirlerinın ve yasaklarının gereklerine hakkıyla riâyet etmeyen ve bu yüzden Allah'ın da, onlara kendilerini, unutturduğu, nihayet nefislerine faydalı olanları duymayan ve nefislerini, arındıran şeyleri yapmayan kimseler gibi olmayın. Yahut Allah'ın, kıyamet gününde kendi nefislerini unutturarak korkunç hallerini kendilerine göstereceği kimseler gibi olmayın. İşte onlar, hak yoldan tamamıyla çıkmış kimselerdir.

20

"Cehennemlikler ile cennetlikler hır olmaz.’Autun" Met, arzularına erişenlerin ta kendileridir."

Yani Allah'ı unutup da, cehennemde ebedî kalmayı hak edenler ile Allah'tan sakınıp da, sonsuz olarak cennette kalmayı hak edenler bir olmazlar.

Muhtemeldir ki, cehennemliklerin önce zikredilmesi, eşit olmamayı bildiren kusurun, cennetlikler tarafından değil, onlar tarafından kaynaklandığını baştan bildirmek içindir. Zîrâ ziyade ve noksanlık olarak farklı olan iki şey arasındaki eşitsizlik mefhumu, ziyadeli olanın ziyadesi cihetiyle de itibar edilebilse de, ilk akla gelen, noksan olanın noksan bulunması cihetiyle olmasıdır. Nitekim "Âmâ ile gören, yahut karanlıklar ile nur bir olur mu hiç!" âyeti ile daha birçok âyette de böyle zikredilmiştir. "Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu hiçi" âyetinde ise üstün olan, önce zikredilmiş, çünkü ilim, cahil için bir kazanımdır (melekedir). Ve onun yok hali de, kazanımlı halinden önce gelmektedir.

Bu âyet-i kerimeden, (Şafiî âlimlerinin iddiasının aksine) öldürülen bir kâfirden dolayı, müslüman katilin kısas edilmeyeceğine ve kâfirlerin, zor kuvvetiyle müslümanların mallarına mâlik olamayacağına dâir bir delil çıkarılamaz. Zîrâ bundan murat, âhiret hallerinde, eşit olmayacaklarıdır. Nitekim iki fırkanın cehennemlikler ve cennetlikler olarak ifâde edilmelerinden ve keza "Cennetlikler, arzularına erişenlerin ta kendileridir" cümlesinden de anlaşılmaktadır. Zîrâ bu cümle, iki fırkanın nasıl, eşit olmadıklarını beyân etmektedir. Yani cennetlikler, bütün matluplarına erişenlerin ve bütan sevmediklerinden kurtulanların ta kendileridir.

21

"Eğer biz bu Kur’ân'ı bir dağ üzerine indirseydik, muhakkak ki, onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça, parça olmuş bir halde görürdün, İşte bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz."

Yani eğer biz, şânı yüce, çeşitli uyarıları içeren bu Kur’ân'ı her hangi bir dağ üzerine indirseydik, dağ, katılıkta ve kendisiyle çarpışandan etkilenmemekte sembol olduğu halde, muhakkak ki, onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça, parça olmuş bir halde görürdün.

Bu, Kur kın'in şanının yüceliğinin ve içerdiği öğütlerin tesirinin kuvvetinin temsilî anlatımıdır. Nitekim "İşte bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz, " cümlesi de bunu ifade etmektedir.

Bu kelâm, kalbinin katılığından, tilavetini dinlediğinde haşyet duymamasından ve hakikatlerini az tefekkür etmesinden dolayı insanı kınamaktadır.

22

"O, öyîe Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir İlah yoktur, O, gaybı (gizliyi) ve şehadeti (açığı) bilendir. O, Yegâne Rahmandır (çok bağışlayandır, yegâne Rahimdir (çok merhamet edendir)."

Yani Allah, insan hisleriyle kavranamayan kutsî varlıklar ve onların halleri ile hislerle kavranabilen cisimleri ve onların vasıflarını hakkıyla bilendir.

Âyette, gizlinin, açıktan önce zikredilmesi, vücutta ve kadîm ilmin ona taallûkunda önce olduğu içindir.

Yahut Allah, mevcut olanı da, mevcut olmayanı da; yahut sırrı (gizli olanı) da, alenî (açık) olanı da bilendir.

23

"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir İlah yoktur."

Bu kelâmın tekrar edilmesi, tevhidin önemini göstermek içindir.

O, Meliktir / yegâne hükümdardır; Kuddûstur / layık olmayandan münezzehtir; Selâmdır / her noksandan ve âfetten selâmettedir; Mü'mindir / emniyet bahşedendir; Müheymindir / her şeyi gözetip koruyandır; Azizdir / yegâne galiptir; Cebbardır / dilediğini mahluklarına zorla yaptırandır, onların hallerini ıslah edendir; Mütekebbirdir / ihtiyaç ve noksanlık gerektiren her şeyden uludur, azamette eşsizdir. Allah, müşriklerin ortak koştuklarından münezzehtir."

Allah'ın, hiçbirinde ortağı bulunması mümkün olmayan sıfatları tâdât edildikten sonra bu son cümlede de, Allah, müşriklerin ortak kostoklarından tenzih edilmiştir.

24

"O, Haliktır / Yaratandır, hikmetinin gereği olarak eşyayı takdir buyurandır; Bâri'dir / yoktan, kusursuz, uyumlu var eden, yahut eşyayı, muhtelif biçimlerle birbirinden temyiz edilecek şekillerde var edendir; Mûsâvvirdir / suretleri ve keyfiyetleri dilediği gibi yapandır. En güzel isimler O'nundur. Bütün göktekiler ve yerdekiler O'nu tesbih ederler. O, yegâne Azizdir, Hakimdir."

A- "O, Haliktır / Yaratandır, hikmetinin gereği olarak eşyayı takdir buyurandır; Bâri'dir — yoktan, kusursuz, uyumlu var eden, yahut eşyayı, muhtelif biçimlerle birbirinden temyiz edilecek şekillerde var edendir; Mûsâvvirdir / suretleri ve keyfiyetleri dilediği gibi yapandır. En güzel isimler O'nundur."

Zîrâ O'nun isimleri, en güzel mânâlara delâlet etmektedir.

B- "Bütün göktekiler ve yerdekiler O'nu tesbih ederler."

Yani bütün göktekiler ve yerdekiler, Allah'ın, bütün noksanlıklardan münezzeh olduğunu, kendilerine özgü ifâdelerle açıkça ifâde etmektedirler.

C- "O, yegâne Azizdir, Hakimdir."

Yani Allah, bütün kemâl vasıflarım camidir. Zîrâ kemal sıfatları çok ve çeşitli olmakla beraber hepsi, kudret ve ilim kemâlinde toplanmaktadır.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bîr kimse, Haşr sûresini okursa, Allah, onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlar."

0 ﴿