MÜMTEHİNE SÛRESİMedine'de inmiştir; 13 âyettir. 1"Ey îmân edenler! Siz eğer benim yolumda cihat etmek ve rızamı kazanmak için çıktınız ise, benini de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek dost edinmeyin. Halbuki onlar, size gelmiş olan o gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz olan Allah'a inanıyorsunuz diye peygamberi de, sizi de yurdunuzdan -yani Mekke'den- çıkarıyorlardı. Zâten ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, artık o gerçekten doğru yoldan sapmış olur. A- "Ey îmân edenler! Siz eğer benim yolumda cihat etmek ve rızamı kazanmak için çıktınız ise, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek dost edinmeyin. Halbuki onlar, size gelmiş olan o gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz olan Allah'a inanıyorsunuz diye peygamberi de, sizi de yurdunuzdan -yani Mekke'den- çıkarıyorlardı." Bu âyet, Hatıb b. Ebi Beltea hakkında nazil olmuştur. Söyle ki; Resûlüllah, Mekke fethi için hazırlık yaparken, anılan zât, Mekke'lilere: "Resûlüllah, sizin üzerinize gelmek istiyor; ona göre tedbirinizi alın!" diye bir mektup yazdı ve bu mektubu, Abdulmuttalıb oğullarının âzâdlı bir cariyesi olan Sâre ile gönderdi. Bunun üzerine Cebrâîl , Peygamberimize gelip bunu haber verdi. Resûlüllah da, Hazret-i Ali, Ammar, Talha, Zübeyr, Mikdad ve Ebû Mersed'i arkasından gönderdi ve onlara şöyle buyurdu: "Haydin, yola çıkın ve hiç durmadan Hah Bostanına kadar gidin. Orada devenin sırtındaki mahfe içinde bir kadın bulacaksınız. Hatıb'ın, Mekke'lilere gönderdiği mektup ondadır. Mektubu ondan alın ve kadını serbest bırakın. Ama kadın mektubu çıkarıp vermezse, boynunu vurun." nihayet anılan sahabe, o yere varıp kadını buldular. Kadın ise, mektubu inkâr etti. Bunun üzerine Hazret-i Ali, kılıcını çekti. Bunu gören kadın, mektubu saçlarının örgüleri arasından çıkarıp verdi. Sonra. Resûlüllah, Hatıb'ı çağırdı ve kendisine: "Seni buna sevk eden nedir?" diye sordu. O da, dedi ki: "Ya Resûlallah! Ben müslüman olduğumdan beri hiçbir zaman küfre düşmedim ve senin iyiliğini istediğimden beri seni asla aldatmadım; fakat ben, Kureyş içinde nesebi töhmetli bir insan idim; onların içinde ailemi koruyacak kimsem yoktur. İşte bundan dolayı ben onlardan bir destek edinmek, istedim. Ve zâten ben biliyordum kı, bu mektubum, onlara hiçbir fayda sağlamaz." Resûlüllah da, onu tasdik buyurdu ve özrünü kabul etti. Diğer bir görüşe göre ise âyetteki (onlara sevgi göstererek, tefsiri yerine), "Sizinle onlar arasındaki sevgi sebebiyle siz, Peygamberin haberlerini onlara aktarıyorsunuz" şeklinde tefsir yapılmıştır. Hulâsa, eğer siz, benim dostlarını iseniz, düşmanlarımı dost edinmeyin. B- "Zâten ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, artik o gerçekten doğru yoldan sapmış olur." Yani ben, Resulümü, sizin gizlediklerinize de muttali kılarım. O halde o sırlarınızı saklamanın ne faydası var size? 2"Onlar sizi ellerine geçirirlerse, size düşmanca davranırlar; fenalık için ellerini ve dillerini size uzatırlar. Zâten onlar, kâfir olmanızı isterler." Yani şayet onlar, size karşı zafer kazanırlarsa, içlerindeki düşmanlığı açığa vururlar; düşmanlıklarını fiilen gerçekleştirirler ve hakaret etmek, esir almak ve öldürmek gibi fenalıklar için ellerini ve dillerim size uzatırlar. Zâten onlar, bu hak dininizden dönmenizi isterler. 3"Kıyamet günü ne hısımlarınız, ne de çocuklarınız, size hiçbir fayda veremez. Allah, aranızı ayırtır. Zâten Allah, bütün yaptıklarınızı görendir." Yani kendilerini korumak için müşrikleri dost edindiğiniz yalanlarınız ve çocuklarınız, kıyamet gününde, size bir fayda sağlamak veya bir zararı önlemek gibi hiçbir fayda veremezler. O gün karşılaşacağınız korkunç haller sebebiyle, birbirinizden kaçacaksınız. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "o kıyamet günü kişi, kardeşinden kaçacak..." O halde size ne oluyor ki, hak böyle olan yakınlarınızın ve çocuklarınızın hakkını korumak için Allah'ın hakkını göz ardı ediyorsunuz. Zâten Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir ve bunların karşılığını verecektir. 4"İbrâhîm'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani kavimlerine demişlerdi ki: "Kadar biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a îmân edinceye, kadar sizinle bizim aramızda sonsuz bîr düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu var ki, İbrâhîm, babasına: "Yemin olsun ki, sertin için mağfiret dileyeceğim. Ancak Allah'tan sana gelecek her hangi bir şeyi önlemeye muktedir değilim" demişti. O mü'minler de şöyle demişlerdi: "Rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik ve yalnız sana döndük. Zâten son dönüş ancak sanadır!" A- "İbrâhîm'de onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Elani kavimlerine demişlerdi ki: "Kadar biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sız bir tek Allah'a îmân edinceye kadar sizinle bizim aramızda sonsuz bir düşmanlık ve öfke belirmistir." Yani İbrâhîm peygamberde ve onun mü’min olan ashabında, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hanı onlar, kendi kavimlerine demişlerdi ki; kadar biz sizden ve Allah'tan başka taptığınız putlardan uzağız. Biz sizin dininizi, yahut mabudunuzu, yahut hem dininizi hem de mabudunuzu tanımıyoruz. Onun için artık sizin durumunuza ve ilâhlarınızın durumuna hiç önem vermiyoruz. Bizimle sizin aranızda ebedî bir düşmanlık ve öfke hâsıl olmuştur. İşte bizim size karşı tutumumuz budur ve siz bir tek Allah'a îmân edinceye ve içinde bulunduğunuz şirki terk edinceye dek, bu tutumumuz hiç değişmeyecektir. Siz îmân ettiğiniz zaman ise, eski düşmanlık, dostluğa ve öfke de, muhabbete dönüşecektir. B- "Şu var ki, İbrâhîm, babasına: "Yemin olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Ancak Allah'tan sana gelecek her hangi bir şeyi önlemeye muktedir değilim" demişti." Bu, mezkûr güzel örnekten istisnadır. Zîrâ İbrâhîm Peygamberin, kâfir olan babası için mağfiret dilemesi, her ne kadar, âyette bildirildiği gibi, onun cehennemliklerden olduğu belirtilmeden önce vuku bulduğu için aklî ve şer'î olarak caiz ise de, fakat, asla örnek alınacak bir davranış değildir. Çünkü burada, örnekten murat, örnek alınması kesin olarak vacip olanlardır. Nitekim bundan sonra gelecek "kim yine yüz çevirirse, şüphesiz yegâne gani (her hususta zengin) ve hamîd (her övgüye yegâne layık olan) Allah'tır." tehdidi, inanmayanlara mağfiret dilemenin terkine vârid olmuştur. Şu halde İbrâhîm Peygamberin, babasına mağfiret duasının, iyi örneklerden istisna edilmesi, îmân etmesi umulan kâfir için îmân ve mağfiret dilemenin vacip olmadığını ifâde etmektedir. Bunda ise, aklı selim sahibi olan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bu duanın caiz olmaması meselesine gelince, bu istisna kesinlikle ona delâlet etmez. Kimi âlimlere göre, İbrâhîm Peygamberin, babasına mağfiret duasının, örnek alınmaması gereken hususlardan olmasının sebebi şudur: bu duâ, yasaklanmasından önce gerçekleşnıiştir. Yahut ona verdiği bir söze binaendir. Ancak bu îzâh, isabetten tamamen uzaktır. Çünkü bu îzâha göre, bu konudaki yasak, Hazret-i İbrâhîm'in, babasına mağfiret istemesini de kapsamaktadır ve bu yasak olmasa, bu duanın da örnek alınması gerekirdi. Halbuki, her iki şeyin de bâtıl oldukları apaçıktır. Zîrâ yasak, konusu, durumu belli olduktan sonra kâfir için mağfiret istemektir. Halbuki bildiğin gibi, Hazret-i İbrâhîm'in, babasına mağfiret dilemesi, kesinlikle bundan önce idi ve örnek alınacak şey de, bazı hallerde fiili caiz olan değil, fakat örnek alınması vacip olan şeydir. Ve âyetin zahirinden anlaşıldığı gibi, bu mağfiret duasının, yasaktan sonra olması, yahut onun, babasına daha önce verdiği bir söze binaen yapmış olması ile îzâh etmek de, asla isâbetli değildir. Bu âyette, istisna, "ve babamı bağışla..." âyetinde zikredilen mağfiret duasının kendisine değil, mağfiret duasının vaadine tevcih edilmiş, çünkü Hazret-i İbrâhîm'i bu duaya sevk eden husus, bu vaattir. Burada, "senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim., ." ifâdesi değil de, bu vaat, zikre tahsis edilmiş, çünkü buradaki ifâde, yemin tekidini içermektedir. C- "O mü'minler de şöyle demişlerdi: "Rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik ve yalnız sana döndük. Zâten son dönüş ancak sanadır!" Bu iltica da, Hazret-i İbrâhîm ile onunla beraber olan mü’minlerden nakledilen örnek kelâma dâhildir. Onlar, durum meydana çıktıktan sonra, bütün işlerinde ve özellikle de küfür müdafaası için ve serlerine karşı bu ilticada bulunmuşlardır. Nitekim bundan sonraki âyet de bunu ifâde etmektedir. 5"Rabbimiz! kâfirler için bizi fitne konusu kılma ve sen bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz sen yegâne azîz ve hakimsin." Yani ey Rabbimiz! kâfirleri bize musallat kılıp da, takatimizin fevkinde bize azap vermelerine müsaade etme! Bizim taksiratımızı bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesîz sen yegâne azizsin, galipsin; sana iltica eden, asla zelil olmaz ve sana tevekkül edenin umudu asla boş çıkmaz. Ve sen yegâne hakimsin; üstün hikmeti olmayan bir şey yapmazsın. Bu iki âyetin, mü’minlerin Allah'a tevekkül etmeleri, O'na dönmeleri, küfrün fitnesinden Allah'a sığınmaları ve taksiratlarının bağışlanmasını dilemeleri konularında Allah tarafından mü’minlere telkin ve emir olarak îzâh edilmesine ise, bu nazm-i kerim müsait değildir. 6"Yemin olsun kı, onlarda, sızın için, Allah'ı ve ahiret gününü uman kimseler için güzel bir örnek vardır. Kim yine yüz çevirirse, şüphesiz Allah, yegâne ganidir (mutlak zengindir) ve hamîddır (bütün övgülerin tek merciidir)." Bu tekrar, Hazret-i İbrâhîm ile onunla beraber olanları örnek almak teşvikinin kuvvetlendirilmesi içindir, işte bundan dolayıdır ki, cümlenin basında yemin zikredilmiştir. Âyetteki Allah'i ve âhiret gününü uman kimseler için" ifâdesi, "sizin için" ifâdesinin îzâhı mahiyetindedir. Bunun faydası, şu hakikati bildirmektir: Allah'a ve âhiret gününe îmân eden kimse, onları örnek almayı terk etmemelidir ve bunu terk etmesi, Allah'a ve âhiret gününe îmân etmemenin alâmederindendir. Nitekim "Kim yine yüz çevirirse, şüphesiz Allah, ganidir ve hamîddır" nâdcsı de, bunu bildirmektedir, zina kâinler, bu gibi ifâdelerle tehdit edilmektedir. 7"Olur ki, Allah, sizinle düşman ollduğunuz’kimseler arasında bir sevgi meydana getirir. Zâten Allah, Kadirdir ve Allah gafurdur, rahimdir." Yani olur kı, sizin düşman olduğunuz müşrik akrabalarınız da, dininize muvafakat ederler ve böylece Allah, sizinle onlar arasında bir sevgi meydana getirir. Allah, onların dindeki salabetini, babalarına, oğullarına ve diğer akrabalarına karşı Allah için çetin düşmanlık gösterdiklerini ve onları tamamen terk ettiklerini görünce, gönüllerini hoş etmek için bu vaatte bulundu ve bu şerefli vaadini de, Mekke fethini onlara müyesser kıldığında gerçekleştirdi Fetihten sonra onların kavmi müslüman oldu. Bunun sonunda da aralarındaki sevgi ve samimiyet tamamlandı. Zâten Allah, her şeye kadirdin Öyleyse kalpleri, döndürmeye, halleri değiştirmeye ve sevgi imkânlarını müyesser kılmaya da muktedirdir. Ve Allah, gafurdur ve rahimdir. Böylece müslüman olan müşrikleri de bağışlar ve onlara merhamet eder. 8"Allah, din uğrunda sizinle vuruşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı men' etmiyor. Çünkü Allah, bütün adaletli olanları sever." Rivâyet olunuyor ki, Kuteylete Binti Abdul'uzzâ, müşrik olarak, kızı Esma binti Ebubekir'e birtakım hediyelerle geldi Kızı ise, hediyelerini kabul etmedi ve evine girmeye de izin vermedi işte o zaman bu âyet-i kerime nâzıl oldu. Bunun üzerine Resûlüllah, anılan Esma'ya, annesini evine almayı, hediyelerini kabul etmeyi, ona ikram ve ihsanda bulunmayı emir buyurdu. Diğer bir görüşe göre ise, bunlardan murat, Huzaa kabilesıdir. Bu kabile, Peygamberimize karşı savaşmamak ve aleyhinde yardımda bulunmamak üzere onunla sulh yapmışlardı. 9"Allah, ancak din uğrunda sizinle savaşanları, sizi yurdunuzdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlara dost olursa, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir." Din uğrunda müslümanlarla savaşanlar ve onları yurtları Mekke'den çıkaranlar, Mekke'nin azgın müşrikleridir. Bu konuda onlara yardım edenler de, Mekke'nin diğer sakinleridir. İşte anılan müşrikleri dost edinenler, zâlimlerin ta kendileridir; çünkü onlar, dostluğu düşmanlık yerine, koymuşlardır. Yahut onlar, kendi nefislerini azaba maruz bırakmakla, kendi nefislerine zulmetmişlerdir. 10"Ey îmân edenler! Kadın mü'minler, hicret ederek size geldiği zaman, onları hemen imtihan edin. Allah, onların îmânlarını en iyi bilendir. Onların gerçekten mü'min olduklarını anlarsanız, artık kendilerini kâfirlere / kâfir kocalarına geri göndermeyin. Bunlar, onlara helal değildir; onlar da bunlara helal değildir. Onların bu kadınlara harcadıkları melikleri kendilerine verin. O kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmenizde size hiçbir günah yoktur. Kâfir zevceleri nikâhınızda tutmayın; onlara harcadıklarınızı (mehri) isteyin; onlar da size gelen kadınlara harcadıklarını (mehri) istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Zâten Allah, alimdir, hakimdir." A- "Ey îmân edenler! Kadın mü'minler, hicret ederek size geldiği zaman, onları hemen imtihan edin." Bundan önce kâfirlerin iki fırkasının hükmü beyân edildikten sonra burada da, îmânını açıklayanların hükmü beyân edilmektedir. Yani kâfirler içinden göç ederek size gelip mü’min olduklarını söyleyen kadınları, sizin galip kanaatinize göre, onların kalplerinin dillerine muvafık olduğunu gösteren hususlarda kendilerini deneyin. Rivâyet olunuyor ki, Resûlüllah, imtihan ettiği kadına şöyle yemin etmesini emir buyururdu: "Kendisinden başka hiçbir İlah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, ben, kocamı sevmediğim için çıkıp size gelmedim. Billahi, ben, mekân değişikliğini sevdiğim için çıkıp size gelmedim. Billahi, Bir dünyalık talebiyle çıkıp gelmedim. Billahi, ben, ancak Allah ve Resulünü sevdiğim için çıkıp geldim." B- "Allah, onların îmânlarını en iyi bilendir." Zîrâ onların kalplerine muttali olan, yegâne Allah'tır. C- "Onların gerçekten mü'min olduklarını anlarsanız, artık kendilerini kâfirlere/ kâfir kocalarına geri göndermeyin. Bunlar, onlara helal değildir; onlar da bunlara helal değildir." Yani siz alâmetleri, delilleri kullanarak, emareleri ve karineleri kanıt göstererek gücünüzün yettiği ve imkânlarınızın elverdiği ölçüde değerlendirmeler yapıp son vardığınız kuvvetli zamlınıza göre onların mü’min olduklarına kanaat getirirseniz, artık kendilerini kâfirlere geri göndermeyin; çünkü bu kadınlar, onlara helal değildir ve onlar da bu kadınlara helal değildir. Bu tekrar, hürmetin (haramlığın) tekidi içindir, yahut birincisi, ilk nikâhın kalktığını bildirmek, ikincisi de yeni bir nikâhla da onlara helal olmadıklarım bildirmek içindir. Anılan imtihan neticesinde hâsıl olan kuvvetli zannın, âyette anlamak (ilim) olarak ifâde edilmesi, uygulanmasının zorunlu olması noktasında, bunun da kesin bilgi gibi olduğunu bildirmek içindir. D- "Onların bu kadınlara harcadıkları mehilleri kendilerine verin." Yani onların müşrik olan eski kocalarına, onlarin bu kadınlara verdikleri miktarı verin. Bu hükmün evvekyatı şöyledir: Hudeybiye antlaşmasına göre, müşriklerden kaçıp müslümanların yanına gelenler olursa, müslümanlar onları geri müşriklere teslim edeceklerdi. Bu sırada Peygamberimiz, henüz Hudeybiye'de iken, Sübey'a binti Haris el-Eslemî adındaki kadın, müslüman olarak oraya geldi. Arkasından da onun kocası Müsafir el-Mahzûmî, diğer bir rivâyete göre ise, Sayfî b. Rahib oraya geldi ve: "Ya Muhammed! Benim karımı bana ver; zîrâ senin kabul ettiğin antlaşma şartına göre, sana gelenleri bize geri vereceksin" dedi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olup o şartın erkekler için konulduğunu, kadınlar için olmadığını bildirdi. Sonra peygamberimiz daha önce zikredildiği gibi, o kadının, kendilerine katılmasında İslam'dan başka bir amacı olmadığına dâir yemin ettirdi O kadın da yemin etti. Bunun üzerine Peygamberimiz, eski kocasına, ona harcadığı mehri verdi. Ve Hazret-i Ömer, o kadınla evlendi.. E- "O kadınlara meliklerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmenizde size hiçbir günah yoktur." Zîrâ o kadınların müslüman olmaları, kendileri ile kâfir kocaları arasında engel teşkil etmektedir. Onların yeni nikâhı için, mehirlerinin verilinesinin şart olduğunun belirtilmesi, eski kocalarının kendilerine verdiklerinin, bu yeni nikâhın mehrinin yerine geçmediğini bildirmek içindir. F- "Kâfir zevceleri nikâhınızda tatmayın; onlara harcadıklarınızı (rnehri.) isteyin; onlar da size gelen kadınlara harcadıklarını (mehri) istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder." İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu âyet, Mekke'de kâfir karısı bulunan kimselere, onları karıları olarak saymamalarını emretmiştir. Çünkü yurtların değişik (biri islam yurdu, diğeri küfür yurdu) olması, kadının, eski nikâhına son vermektedir." İbrâhîm Nahaî diyor ki: "Âyetteki kâfir zevceler, önceleri müslüman iken, sonra dar-ı harbe (küfür yurduna) iltihak edip kâfir olanlardır." Mûcahid diyor ki: "Bu âyet, kâfirlerle beraber kalan kadınları boşayip onlardan tamamen ayrılmayı emretmektedir." G- "Zâten Allah, alimdir, hakimdir." Yani Allah, her şeyi hakkıyla bilendir ve bütün emirleri, üstün hikmetlerin gerekleridir. 11"Eğer eşlerinizden biri, sizi bırakıp kâfirlere kaçar, siz de kâfirlerle yapılan savaşta galip gelip ganimet elde ederseniz, zevceleri düşmânâ giden kimselere, o kadına harcadıkları kadarını verin. İman ettiğiniz Allah'a aykırı davranmaktan sakının." A- "Eğer eşlerinizden biri, sizi bırakıp kâfirlere kaçar, siz de kâfirlerle yapılan savaşta galip gelip ganimet elde ederseniz, zevceleri, düşmana giden kimselere, o kadına harcadıkları kadarını verin." Rivâyet olunuyor ki, bu âyet nazil olunca, mü’minler, emir olundukları gibi, hicret eden kadınların eski başlıklarını müşrik kocalarına verdiler; müşrikler ise, kendilerine gelen kâfir kadınların eski başlıklarından hiçbir şeyi eski müslüman kocalarına vermediler. Rivâyet olunuyor ki, mü’minlerin kadınlarından müşriklerin yanına gidip onlara iltihak eden kadınların tamamı şu altı kadındır: Ebû Süfyan'ın kızı Ümmü'l Hakem, Ümeyye kızı Fatıma, Ukbe kızı Yerbû, Abdu'l Uzzâ kızı, Abdet, Ebû Cehil kızı Hind, Cetvel kızı Külsûm. B- "İman ettiğiniz Allah'a aykırı davranmaktan sakinin." Zîrâ Allah'a îmân etmek, O'ndan sakınmayı gerektirmektedir. 12"Ey îmân edenler! Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, meşru (iyi) işte sana karşı gelmemek şartları üzerine sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için mağfiret dile. Şüphesiz Allah, gafurdur, rahimdir." A- "Ey îmân edenler! Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, ellen ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, meşru (iyi) işte sana karşı gelmemek şartları üzerine sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için mağfiret dile." Bu âyet, Mekke fethi günü nazil oldu. Zîrâ Peygamberimiz, erkeklerin biatini bitirince, kadınların biatine başladı. Burada çocuklarını öldürmemekten murat, çocuklarını diri, diri toprağa gömmemektir. Ellen ile ayakları arasından bir iftira uydurup getirmemek, bir kadının, başkasının yeni doğmuş bebeğini alıp kocasına bunun kendisi ile ondan olduğunu söylemesidir. Bu, kadının elleri ile ayakları arasından uydurulan bir iftira olarak ifâde edilmiş, çünkü çocuğu taşıyan karnı, onun elleri, arasında ve çocuğun çıktığı yer de, onun ayakları arasındadır. Peygamberimiz, meşru olmayan bir işi zâten emretmediği halde bu kaydın zikredilmesi, hakk'a (Allah'a) isyan sayılan mahluka (insana) itaatin caiz olmadığına dikkat çekmek içindir. Kadınlar hakkında burada sayılan hususların zikre tahsis edilmesi, bunların, kadınlar arsında çok vaki olmasından ve bir kısmının, kadınlara mahsus olmasından dolayıdır. Biatlerini kabul et: Yani zikredilen hususlar ile zikredilmeyen hususlar üzerine biatlerini kabul et. Zîrâ namaz ile zekât gibi dinin diğer rükünleri ile İslam'ın şiarlarının, biatin asıl konuları oldukları açıktır. Ve onlar için mağfiret dile: bu kelâm, biat eden kadınların, zikredilen hususları yerine getirmeleri halinde Peygamberimiz tarafından bu mükâfatın taahhüdünü bildirmektedir. B- "Şüphesiz Allah, Gafurdur, Rahimdir." Yani Allah'ın mağfiret ve rahmeti sonsuzdur. Şu halde bu kadınlar da, biat ettikleri hususlara bağlı kaldıkları takdirde Allah, onlara da rahmet ve mağfiret eder. Peygamberimizin, o gün kadınlardan nasıl biat aldığı konusunda görüş ayrılığı belirtilmiştir: bir rivâyet göre, Peygamberimiz, erkeklerin biatini bitirince, Safa tepesinde oturdu. Hazret-i Ömer de, orada onun aşağısında oturuyordu. Biat alınırken peygamberimiz, biat şartlarını okuyordu; Hazret-i Ömer de, onların elini tutuyordu. Diğer bir rivâyete göre ise, Peygamberimiz, bir kadına emir buyurdu ve o da, safa tepesinde durup o kadınlardan biat aldı. Bir diğer görüşe göre ise, Peygamberimiz, bir kap su getirtti ve kendisi o suya elini batırdıktan sonra biat eden kadınlar da ellerini o suya batırdılar. Başka bir görüşe göre ise, Peygamberimiz, kadınlardan biat alırken onunla o kadınlar önünde katarî (katar mamulü) bir bez bulunuyordu. Bu konuda en zahir ve meşhur olan görüş, Hazret-i Âişe'nin söylediğidir ki, o şöyle diyor: " Vallahi, Resûlüllah, Allah’ın emirleri dışında hiçbir konuda biat almadı ve Resûlüllah'ın eli, hiçbir kadının eline değmedi. Ve Resûlüllah, kadınlardan biat aldığı zaman, "Ben, şüphesiz sizden, biat aldım" sözünü de söylerdi. Ve mü’min kadınlar, Resülullah'ın yanına hicret ettikleri zaman, onları "Ey peygamber! Mü’min kadınlar sana geldikleri zaman..." âyetinin içeriği ile imtihan ediyordu. Onlar da, sözleriyle bunları ikrar ettikleri zaman, Resûlüllah da, onlara:’Haydin, gidin; ben, şüphesiz sizden biat aldım' derdi." 13"Ey îmân edenler! Allah'ın, kendilerine gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin. Onlar, kabirlerdeki kâfirler, umut kestikleri gibi âhiretten umut kesmişlerdir." A- "Ey îmân edenler! Allah'ın, kendilerine gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin." Bu kavimden murat, bütün kâfirlerdir. Diğer bir görüşe göre ise, bu kavimden murat, Yahudilerdir. Zîrâ rivâyet olunuyor ki, bu âyet, meyvelerinden faydalanmak için Yahudilerle dostane ilişkileri kuran bazı müslüman fakirler hakkında nazil olmuştur. B- "Onlar, kabirlerdeki kâfirler, umut kestikleri gibi âhiretten umut kesmişlerdir." Onlar, âhireti inkâr ettikleri için, ondan umutlarını kesmişlerdir. Yahut onlar, Tevrat'ta vasıfları yazılı olan ve mucizelerle teyit edilmiş olan Peygamberimizi inadına inkâr ettikleri için, âhirette onlarin nasibinin olmadığını bildikleri için ondan umut kesmişlerdir. Tıpkı kâfirlerden ölenlerin, âhiretten umut kesmeleri gibi; zîrâ onlardan ölenler, gerçek duruma vakıf olmuşlar; âhiretin ebedî nimetlerinden mahrum olduklarını müşahede etmişler ve onun elem verici azabına duçar olmuşlardır. Diğer bir görüşe göre ise, yani o kâfirler, ölülerinin tekrar diriltilip dünyaya gönderilmelerinden umut kestikleri gibi, demektir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Mümtehine sûresini okursa, kıyamet gününde mü’min erkekler ile mü’min kadınlar, ona şefaat edeceklerdir, " |
﴾ 0 ﴿