CUM'A SÛRESİMedine'de inmiştir; 11 âyettir. 1"Butun göklerde ve yerde olanlar, melik / yegâne hükümran, kuddûs / bütün eksikliklerden münezzeh, Azîz /yegâne galip, hakîm her sözünde ve işinde hikmet bulunan Allah'ı tesbih ederler." 2"Allah O'dur kı, ummılere içlerinden bir peygamber göndermiştir ki, onlara Allah'ın âyetlerini okumakta, onları tezkiye etmekte (arındırmakta) ve onlara kitabı ve hikmeti öğretmektedir. Onlar ise, hiç şüphesiz önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler." A- "Allah O'dur ki, umumilere içlerinden bir peygamber göndermiştir ki, onlara Allah'ın âyetlerini okumakta, onları tezkiye etmekte (arındırmakta) ve onlara kitabı ve hikmeti öğretmektedir." Burada ümmilerden murat, Araplardır. Zîrâ Arapların çoğu okuma-yazma bilmiyorlardı. Deniliyor ki, Arapça yazmak, Arabistan'da ilk önce Taifte başladı. Taifliler, bunu Hire halkından öğrenmişlerdi. Hire halkı da bunu Enbar {Irak'ta, Fırat kenarında tarihî bir kent. Halid b. Velid, burayı m. 634'te fethetti. Bağdad kuruluncaya değin hilafet merkezi burası idi.} halkından öğrenmişlerdi. Peygamberimizin, ümmilerin içinden gönderilmesi, onlar gibi ümmi olması demektir. Ancak ümmi olduğu, okuması olmadığı ve kimseden öğrenmediği halde Allah'ın âyetlerini onlara okuyor, kendilerini kötü inançlardan ve hareketlerden arınmaya sevk edecek telkinlerde bulunuyor ve onlara Idtabı ve hikmeti öğretiyordu. Tezkiye, nefsi, ameli kuvveti cihetinden kemale erdirmek ve bu kemale bağlı olarak, nazarî kuvvet cihetinden arındırmaktır. Nefsin bu şekilde kemale erdirilmesi, tilavete (okumaya) terettüp eden tâlim ile hâsıl olmaktadır. Vücut (gerçekleşme) olarak tertip ve sıra böyle iken, âyetin, metninde okumak ile tâlim arasında tezkiyenin zikredilmesi, birbirine terettüp eden hususların her birinin, kendi başına büyük bir nimet olup şükrü gerektirdiğini bildirmek içindir. Eğer vücut (gerçekleşme) tertibi gözetilmiş olsaydı, ilk önce, hepsinin bir tek nimet olduğu akla gelirdi. Nitekim bakara sûresinde de benzerleri için îzâh edildi. İşte Kur’ân'ın, bazen âyetler olarak, bazen kitap ve hikmet olarak ifâde edilmesi de, bu unvanların her biri itibarıyla ayrı bir nimet, olduğuna işaret etmek içindir. Hikmetin, Peygamberimizin hadislerindeki hükümleri ve kaideleri de kapsaması, bu îzâha bir halel getirmez. B- "Onlar ise, hiç şüphesiz önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler." Yani onlar daha önce şirk ve cahiliyye pisliği içinde bulunuyorlardı. Bu kelâm, onların, kendilerini irşat edecek bir kimseye şiddetle muhtaç olduklarını beyân etmekte ve Peygamberimizin, söylediklerini başkasından öğrendiği vehmini tamamen ortadan kaldırmaktadır. 3"Allah, Peygamberi, mü'minlerden henüz kendilerine katılmamış olan diğer insanlara da göndermiştir. Zâten yegâne Azîz, hakim O'dur." A- "Allah, Peygamberi, mü'minlerden henüz kendilerine katilmamış olan diğer insanlara da göndermiştir." Yahut Peygamberimiz, onlara da, onlardan sonra gelecek insanlara da Idtabı ve hikmeti öğretmektedir. Bu insanlar da, sahabeden sonra kıyamete değin gelecek insanlardır. Zîrâ Peygamberimizin daveti ve öğretmesi, bütün insanları kapsamaktadır. B- "Zâten yegâne Azîz, hakim O'dur." İşte bundan dolayıdır ki, Allah, ümmi bir insana bu imkânları vermiş ve bütün insanlar arasından onu seçmiştir. 4"İşte bu, Allah'ın lûtfudur ki, onu dilediğine verir. Zâten Allah pek büyük lütuf sahibidir." Yani Allah'ın, Peygamberimizi bütün insanlar arasından seçmesi, O'nun lûtfu ihsanıdır ki, bütün dünya ve âhiret nimetlerinin, karşısında pek önemsiz kaldığı bu lûtfu ihsanıdır ki, bütün dünya ve ahiret nimetlerinin, karşısında pek önemsiz kaldığı bu lûtfu ihsanı dilediğine bahşeder. 5"Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, kitapları taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu, ne kötüdür! Zâten Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." A- "Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, kitapları taşıyan merkebin durumu gibidir." Yani Tevrat öğretilip onun içindeki âyetlerle ve ezcümle Peygamberimizin peygamberliğini ifâde eden âyetlerle amel etmekle mükellef kılınan kimselerin durumu, ilim kitaplarını taşıyıp onları taşımakla yorulan, fakat onlardan faydalanmayan kimsenin durumu gibidir. B- "Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu, ne kötüdür!" Bunlar, Peygamberimiz Muhammed'in peygamberliğinin gerçeğin ta kendisi, olduğuna şahitlik eden Tevrat âyetlerini yalanlamış olan Yahudilerdi. C- "Zâten Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." Yani tekzibi tasdik yerine koymakla zulmeden, yahut kendi nefislerini ebedî azaba maruz bırakmakla kendi kendilerine zulmeden topluluğu hidâyete erdirmez. 6"De ki: Ey Yahudiler! Siz diğer insanlardan imtiyazlı olarak kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, samimi iseniz, haydin, ölümü temenni ediniz!" Yahudiler: "Biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız" "diyorlardı ve Allah katında âhiretin güzel yurdunun yalnız kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlarclı ve: "Yahudi olmayan asla cennete giremez" diyorlardı, işte bundan dolayı Allah, onların yalanını göstermek için Peygamberimize böyle demesini emir buyurdu. 7"Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Zâten Allah, zâlimleri pek iyi bilendir." Yani onlar, cehenneme girmelerini gerektiren küfür ve günahlarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Onların zâlim olarak ifâde edilmeleri, kendilerini zemmetmek ve bütün hal ve hareketlerinde ve ezcümle, aslında kendisinden uzak oldukları bu iddialarında zâlim olduklarını tescil etmek içindir. Yani Allah, o zâlimleri ve onlardan sâdır olan ve muhtelif azapları gerektiren çeşitli zulüm ve günahları ve bu azaplardan korunmayı gerektirecek bundan sonraki hareketlerini de pek iyi bilmektedir. Nitekim âyetin bildirdiği aynen oldu ve onlardan hiç kimse, ölümü temenni etmedi. 8"De ki: şüphesiz sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm var ya, o, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da siz, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de, o, bütün yapmakta olduklarınızı size haber verecektir." A- "De ki: şüphesiz sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm var ya, o, muhakkak sizi bulacaktır." İşte bu âyet de, onların ölümü asla temenni etmediklerini bildirmektedir. Zîrâ onların, bu temenniden kaçtıkları ortaya çıktıktan sonra söylenebilecek bir husustur. Nitekim Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "Eğer onlar, ölümü temenni etmiş olsalardı, şüphesiz o anda öleceklerdi." Bu da, Peygamberimizin mucizelerinden biridir. B- "Sonra da siz, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de, o, bütün yapmakta olduklarınızı size haber verecektir." Yani kıyamet günü siz, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'a döndürüleceksiniz de, o, sizin işlemekte olduğunuz küfür ve günahların cezalarını size verecektir. 9"Ey îmân edenler! Cuma günü o namaza çağırıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." A- "Ey îmân edenler! Cuma günü o namaza çağırıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın." Haftanın bu gününe cuma denilmesi, insanların o gün namaz için toplanmalarından dolayıdır. Deniliyor ki, bu güne cuma adını ilk veren, (Peygamberimizin 8. Derecede dedesi olan) Kâ'b b. Luey adındaki zâttır. Bundan önce Araplar, bu güne Arûbe diyorlardı. Bir görüşe göre, Ensâr (Medine'li müslümanlar), hicretten önce birbirlerine dediler ki: "Yahudilerin, yedi günde bir toplandıkları bir günleri vardır. Hıristiyanların da öyle. O halde gelin, biz de, toplanıp Allah'ı anacağımız ve namaz kılacağımız bir gün tayin edelim. Bunun için de cumartesi gününü tayin edemeyiz; çünkü o gün, Yahudilerindir. Keza, pazar günü de hıristiyanlarındır. O halde arûbe gününü tayin edelim, "sonra cuma günü Sa'd b. Zürare'nin yanında toplandılar. O da, onlara iki rekât namaz kıldırdı ve onlara öğüder verdi, işte içtima ettikleri (toplandıkları gün olması hasebiyle) bu tarihten itibaren bu güne cuma günü dediler. Sonra Allah, cuma âyetini indirdi. İşte İslam'da ilk cuma budur. Resülullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk cuması ise şöyle olmuştur: Resûlüllah, Muhacir olarak Medine'ye gelirken, önce kuba köyünde Amr b. Avf oğullarının yanına konuk olarak indi ve orada pazartesi, sak, çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve onların mescidini yaptırdı. Sonra Cuma günü Medine'ye doğru yola çıktı. Yolda Sakm b. Avf oğulları yurdunda onlara ait bir vadide cuma namazı vakti girdi. İşte orada Resûlüllah, hutbe okudu ve Cuma namazı kıldırdı. B- "Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." Yani eğer siz gerçek hayrı ve şerri bilirseniz, yahut eğer siz ilim ehlinden iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. 10"O namaz kılınınca, artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan rızkınızı arayın. Allah'ı da çok anın ki, felâha eresiniz." A- "O namaz kılınınca, artık yeryüzüne dağdın ve Allah'ın lutfundan rızkınızı arayın." Yani Cuma namazı edâ edildikten sonra artik işlerinizi için yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lûtfunden rızkınızı arayın. İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu emir, dünyalık talep etmeleri için değil, takat hasta ziyareti, cenazede bulunmak ve Allah için diğer ziyaret içindir." Hasen-ı Basrî (radıyallahü anh) ile Said b. el-Müseyyeb'ten rivâyet olunduğuna göre, bu emir, ilim öğrenmek içindir." Diğer bir görüşe göre ise nafile namazlar içindir. B- "Allah'ı da çok anın ki, felâha eresiniz." Yani Allah'ı çokça, yahut çok zamanda anın ve Allah'ı anmanızı yalnız namaza tahsis etmeyiniz ki, iki cihan saadetine eresiniz. 11"Bir ticaret kervanı ve eğlence gördükleri zaman, ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De di: Allah'ın katındaki şey, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Zâten Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." A- "Bir ticaret kervanı ve eğlence gördükleri zaman, ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar." Rivâyet olunuyor ki, bir ara, Medine halkı şiddetli bir kıtlık ve açlık günlerinden geçiyordu. İşte bu günlerde Dıhye b. Halife, yükleri zeytinyağı olan bir ticaret kervanı başında Şam'dan döndü. Bu sırada Peygamberimiz, cuma günü hutbesini okuyordu. İşte onu dinleyen cemaat, önce gidenler malları alır ve kendilerine bir şey kalmaz korkusuyla kalkıp kervana doğru gittiler. Sonuçta Peygamberimizin yanında yalnız seldz kişi, diğer bir rivâyete göre on bir kişi, bir diğer rivâyete göre on iki kişi ve başka bir rivâyete göre de kırk kişi kaldı, işte o zaman Peygamberimiz buyurdu ki: "Muhammed'in nefsi, kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, cemaatın tamamı çıkmış olsaydı, kesinlikle Allah, bu vadiyi onlara, ateşe çevirirdi." Ve ticaret kervanı geldiği zaman onu davul, trampet çalarak ve alkışlarla karşılıyorlardı, işte eğlenceden murat budur. Peygamberimizin ayakta bırakılması, minberde ayakta hutbe okurken o halde bırakılması demektir. B- "De ki: Allah'ın katindaki şey, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Zâten Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." Yani Allah katındaki uhrevî mükâfat hepsinden daha hayırlıdır; çünkü bu mükâfat, ebedî bir faydadır. Ticaret ve eğlencede vehmedilen fayda ise, öyle değildir. Ve Allah, rızk verenlerin en hayırlısı olduğuna göre, siz de O'na koşun ve rızkınızı O'ndan talep edin. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Cum'a sûresini okursa, müslüman kentlerinde cuma namazını falan ve kılmayanların sayısının on katı kadar ona sevap verilir." |
﴾ 0 ﴿