TALÂK SÛRESİMedine'de inmiştir; 11 veya 12 âyettir. 1"Ey peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onların iddetlerini gözeterek, boşayin ve iddeti de iyi sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali müstesna, onları evlerinden çıkarmayın; kendileri de çikmasinlar. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, ikim Allah'ın sınırlarını aşarsa, muhakkak kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah, bundan sonra farklı bir durum meydana getiriverir." A- "Ey peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onların iddetlerini gözeterek boşayin ve iddeti de iyi sayın." Bu hitap, aslında Peygamberimizin bütün ümmetini kapsadığı halde kendisine tahsis edilmiş olması, Peygamberimizi teşrif için, onun makamının yüksekliğini göstermek için, hakikatte muhatabın, kendisi olduğunu berkimek içindir. Bir de, Peygamberimizin ümmeti, onun tabileri olmaları ve kendisinin, bütün ümmeti temsil etmesi hasebiyle, hitaba bütün ümmet dâhildir. Yani siz, kadınları boşamak istediğiniz ve buna azmettiğiniz zaman, o kadınlarla cinsel ilişkide bulunmadığınız (âdetten sonraki) bir temizlik devresinde onları boşayin; sonra idde deri sona erinceye kadar onları kendi haline bırakın. İşte boşamanın en güzel şekli ve sünnete uygun olanı budur. Ve iddetleri mazbut bir şekilde sayıp tam olarak üç temizlik devresini tamamlayın. B- "Rabbiniz olan Allah'tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali müstesna, onları evlerinden çıkarmayın; kendileri de çıkmasınlar." Yani boşadığınız kadınların iddetlerini haksız olarak uzatmak ve onlara zarar vermek hususunda Allah'tan korkun. Onları boşattığınızda bulundukları meskenlerinden iddetleri sona erinceye kadar çıkarmayın ve sizin izninizle de olsa, kendileri de çıkmasınlar. Zîrâ çıkmalarına izin vermek de, onları çıkarmak hükmündedir. Diğer bir görüşe göre îse, o kadınlar, kendi kararlarıyla o evlerinden çıkmasınlar. Ama eğer ikisinin ittifakı hâsıl olursa, çıkması caizdir. Çünkü bu hak, yalnız ikisi arasındadır. Apaçık hayasızlıktan murat, bir görüşe göre zinadır. Bu durumda o kadın, had cezasının kendisine uygulanması için evinden çıkarılır. Diğer bir görüşe göre, bundan murat, o kadının, kocasına karşı huysuzluk ve geçimsizlik yapmasıdır. İşte bu durumda o kadını evinden çıkarmak helal olur. C- "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, muhakkak kendine zulmetmiş olur." Yani bu hükümler, Allah'ın, kulları için tayin buyurduğu sınırlardır. Kim bu sınırlar aşarsa, onlardan her hangi bir şeyi helal sayarsa, kendi nefsine zarar vermiş olur, D- "Bilmezsin, olur ki, Allah, bundan sonra farklı bir durum meydana getiriverîr." "Bilmezsin" hitabı, sınırları aşan kimse içindir. Onu tecavüzden caydırmaya ziyadesiyle önem verildiği için ona doğrudan doğruya hitap edilmiştir. Yoksa Minilerinin vehmettiği gibi bu hitap, Peygamberimiz için değildir. Yani kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, o, gerçekten kendi nefisine zarar vermiş olur. Zîrâ ey sınırları aşan kişi! Sen işin akıbetini bilemezsin, belki Allah, yaptığın haksızlıktan sonra senin kalbinde öyle bir değişiklik meydana getirir ki, bu, yaptığının aksini gerektirir, Böylece o kadına karşı duyduğun nefreti muhabbete çevirir; ondan yüz çevirmeni, yönelmeye döndürür ve bunun telafisi, rücû etmekle, yahut nikâhı yenilemekle hâsıl olur. 2"O kadınlar, iddet müddetlerini doldurduklarında, onlari meşru ölçüler içinde nikâhınızda tutun, veya meşru ölçülere göre onlardan ayrılın. İçinizden iki âdil şahit de tutun. Şahitliği Allah için yapın, işte bu, Allah'a ve âhiret gününe îmân edenlere verilen öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, Allah (celle celâlühü) ona bir çıkış yolu ihsan, eder." A- "O kadınlar, iddet müddetlerini doldurduklarında, onlari meşru ölçüler içinde nikâhınızda tutun veya meşru ölçülere göre onlardan ayrılın. İçinizden iki âdil şahit de tutun. Şahitliği Allah için yapın." Yani bu kadınlar, iddederinin sonuna yaklaştıklarında, hüsnü muaşeret ve uygun infâk ile onlara müracaat edin veya haklarını vererek ve onlara zara vermekten kaçınarak onlardan ayrılın; iddeti uzatmak için onlara müracaat edip de sonra boşamak gibi yollara baş vurmayın. Rücû veya ayrılma kararınızı bildirirken de, ileride doğması muhtemel ihtilafları kesmek için iki adıl şahit tutun. Ey şahitler! Siz de, lüzumu halinde şahitliği sırf Allah rızası için yapın. İki şahit tutma emri, "alım-satim yaparken şahit tutun.-.." İmam Şafiî'den rivâyet olunduğuna göre, bu şahit tutma emri, rücû etmek takdirinde vücûb ifâde etmektedir. B- "İşte bu, Allah'a ve âhiret gününe îmân edenlere verilen öğüttür." Yani işte bu şahit tutmak ve şahitliği ikame etmek teşviki, yahut bu âyette, bulunanların tamamı, Allah'a ve âhiret gününe îmân edenlere verilen öğüttür. Zîrâ bu öğütten faydalanan, ancak bu îmâna sahip olan kimsedir ve maksat da onun uyarılmasıdır. C- "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder." Bu cümle, Allah'ın mezkûr sınırlarını gözetmenin vücubunu, iyilik vaat ederek tekit etmektedir. Nitekim, "kim. Allah'ın sınırlarını aşarsa, gerçekten kendi nefsine zulmetmiş olur." âyeti de, ceza tehdidiyle onu teldt etmektedir. Yani kim Allah'tan korkar da, karisini sünnete uygun olarak boşarsa, iddeti içinde ona zarar vermezse, onu meskeninden, çıkarmazsa ve şahit tutmak ile diğer hususlarda ihtiyatlı davranırsa, bu gibi hallerde eşlerde görülmesi muhtemel üzüntülerden, sıkıntılara düşmekten kurtulmak için Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve kendisine ferahlık verir. 3"Ve hiç beklemediği yerden ona rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah, ona yeter. Çünkü şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, şüphesiz her şey için bir ölçü koymuştur." A- "Ve hiç beklemediği yerden ona rızık verir." Yani aklına gelmeyen ve hiç ummadığı şekilde Allah kendisine rızk verir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre, kendisi bu iki âyeti okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: "Allah, dünya karışıklıklarından, ölüm zahmetlerinden ve kıyamet gününün çetin hallerinden kurtulmak için ona bir çıkış yolu ihsan eder." Yine Peygamberimiz, şöyle buyurmuştur: "Hiç şüphesiz ben öyle bir âyet bilirim ki, insanlar, ona sarılsalar, kesinlikle onlara yeter, işte o âyet şudur: kim Allah'tan korkarsa..." rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, durmadan bu kelâmını tekrar etti. Rivâyet olunuyor ki, müşrikler, Avf b. Mâlik el-Eşceî'nin oğlu Salım'i esk aldılar. O da, Resûlüllah'a gelip: "Müşrikler, benim oğlumu esir alddar" deyip ihtiyacını arz etti. Bunun üzerine Peygamberimiz ona şöyle buyurdu: "Allah'a karşı takvâlı ol ve şu kelâmı çok söyle: lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi'llahi'l aliyyi'l azîm — Allah'ın inayeti olmadan, benim, kötülüklerden sakınmaya da, iyilikler yapmaya da hiçbir gücüm yoktur." Anılan zât, Peygamberimizin bu tavsiyesini yerine getirince, bir gün evinde iken, bir de baktı ki, oğlu kapıyı çaldı ve yanında da yüz deve vardır. O düşmanın gafletinden istifâde ederek bu develeri alıp getirmiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime, nazil oldu. B- "Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah, ona yeter. Çünkü şüphesiz Allah, emrini yerine, getirendir. Allah, şüphesiz her şey için bir ölçü koymuştur." Yani Allah, her şey için bir takdir ve zamanlama, yahut miktar koymuştur. Bu kelâm, Allah'a tevekkül etmenin ve işi tamamıyla O'na havale etmenin zorunluluğunu beyân etmektedir. Zîrâ insan, rızk ve her şeyin, ancak Allah'ın takdiriyle gerçekleştiğini bilirse, kadere teslim olmaktan ve Allah'a tevekkül etmekten başka bir şey kalmaz. 4"Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hususunda şüphe ediyorsanız, onların iddetleri üç aydır. Gebe olanların idde derinin sonu ise, doğurmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde kolayhk verir." A- "Kadınlarmızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hususunda şüphe ediyorsanız, onların iddetleri üç aydır. Gebe olanların iddetlerinın sonu ise, doğurmalarıdır." Kadınların âdetten kesilme, yaşı olarak, altmış ve elli beş yaş olarak takdir edilmiştir. Yani yaşlılıktan dolayı âdetten kesilmiş olan kadınlar ile henüz âdet görme yaşma ermemiş oları kadınların iddetleri hakkında şüpheye düşüp de idde derinin nasıl olduğunu bilmezseniz, onların iddetleri üç aydır. Hamile olan kadınlar ise, ister boşanmış olsunlar, ister kocaları ölmüş olsun, iddetlerinin sonu doğurmalarıdır. "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, evlenmeden kendi başlarına dört ay on gün beklerler." âyetinin ifâde ettiği genel hüküm, bu âyetle neshedilmiştir. Zîrâ bu âyet, Bakara süresindeki âyetten sonra nazil olmuştur. Nitekim İbni Mesûd'dan (radıyallahü anh) gelen meşhur bir rivâyete göre şöyle demiştir: "Kim isterse, onunla mübahele (yalancıya lanet okumak) suretiyle iddiaya girerim kı, kısa Nisa sûresi, Bakara süresindeki âyetten sonra nazil olmuştur." Yine, sahih olarak rivâyet olunduğuna göre, Sübey'a Binti eh Haris el-Eslemî adındaki hanım, kocasının ölümünden birkaç gece sonra doğurdu ve Resûlüllah'a gelip durumunu anlattı. Resûlüllah da ona buyurdu kı: "Sen iddetten çıktın; artık evlen!" B- "Kim Allah'tan korkarsa, Allah (celle celâlühü) ona işinde kolaylık verir." Yani Allah'ın hükümlerinde ve hukukunu gözetmekte O'ndan korkarsa, onun işini kolaylaştırır ve kendisini hayra muvaffak eder. 5"İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyük kılar." Yani kim Allah'ın hükümlerini muhafaza ederse, Allah da, onun kötülüklerini siler- zîrâ iyilikler, kötülükleri giderir." ve onun iyiliklerini kat, kat artırır. 6"O kadınları gücünüz yettiği kadar kendi oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun; onları sıkıştırıp gitmelerini sağlamak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğuruncaya kadar nafakalarını verin. Eğer çocuğunuzu sizin için emzirirlerse, onlara ücretlerini verin ve aranızda uygunca anlaşın. Bu emzirmede güçlükle karşılaşırsanız, çocuğu artik başka bir süt anası emzirecektir." A- "O kadınları gücünüz yettiği kadar kendi oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun; onları sıkıştırıp gitmelerini sağlamak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğuruncaya kadar nafakalarını verin." Yukarıda belirtildiği gibi hamile kadın, doğurmakla iddeti sona erer. Kocaları vefat etmiş olan kadınlar için ise nafaka yoktur. B- "Eğer çocuğunuzu sizin için emzirtirlerse, onlara ücretlerini verin ve aranızda uygunca anlasın." Yani bu işi aranızda istişare ederek ve emzirme ile ücret konusunda birbirinize güzel olanı tavsiye ederek anlaşın ve baba, ücreti düşük tutmaya, anne de zorluk çıkarmaya çalışmasın. C- "Bu emzirmede güçlükle karşılaşırsanız, çocuğu artık başka bir süt anası emzirecektir." Bu kelâmda, anneye, güçlük çıkarmasından dolayı serzeniş vardır. 7"Varlıklı olan, varlığına göre nafaka versin; rızkı daraltılmış olan da, Allah'ın kendisine verdiğinden nafaka versin. Allah, hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolayiık sağlayacaktır." Yani zengin, kendi geniş imkânıyla mütenasip bir nafaka versin; fakir de, kendi kısıtk imkânına göre bir nafaka versin. Zîrâ Allah, herkesi ancak imkânları ölçüsünde yükümlü kılar. Bu kelâm, fakirin gönlünü hoş etmekte ve kendisini, imkânlarım kullanmaya teşvik etmektedir. Niteldim bu husus, bundan sonraki" Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık sağlayacaktır" vaadiyle de teldt edilmektedir. 8"Nice kasaba, Allah'ın ve Peygamberinin emrinden çıkmıştır. Biz de onları çetin bir hesaba çekmişiz ve onları görülmemiş bir azaba çarptırmışızdır." Yani birçok kasabaların halkı, Allah'ın ve peygamberlerinin emrinden yüz çevirip azgınlık, temerrüt ve inat göstermişlerdir. Biz de, onları çetin bir hesaba çekmişiz; en küçük ve önemsiz olanları da dâhil olmak üzere onların bütün hatalarını bir, bir sayıp dökmüşüz ve onları görülmemiş pek büyük bir azaba çarptırmışızdır. Bu konuda geçmiş kipinin kullanılması (çekmişiz, çarptırmışız), bunun mutlaka tahakkuk edeceğine delâlet etmesi içindir. Nitekim "cennet ehli seslendi. .." âyeti de bu kabildendir. 9"Böylece onlar yaptıklarının cezasını tattılar ve işlerinin sonucu tam bîr hüsran olmuştur." 10"Allah onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey îmân etmiş olan akli selim sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size bir uyarıcı indirmiştir." Bu kelâmda mezkûr tehdit, tekrar edilmiş ve bunun mutlaka beklenen bir hakikat okluğu, beyân edilmiştir. Mezkûr hesaptan (hesaba çekmişiz), onlarin günahlarının bir, bir sayıp Hafaza Meleklerinin defterlerine geçirilmesi, azaptan da, dünyada onlara isabet eden azap kastedilebilk. 11"Îman edip sâlih amel yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size Allah'ın açıklayıcı âyetlerini okuyan bir zikir, bir elçi göndermiştir. Kim Allah'a îmân eder, yararlı işler de yaparsa, Allah, onu, aklarından ırmaklar akan, içinde sonsuz kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah, ona muhakkak güzel bir rızık vermiştir." A- "Îman edip sâlih amel yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size Allah'ın açıklayıcı âyetlerini okuyan bir zikir, bir elçi göndermiştir." Bu âyette zikirden murat, Cebrâîl’dir. Ona zikir denilmesi, çok zikir etmesinden dolayıdır, yahut zikir olan Kur’ân'ı indirdiği içindir. Nitekim ondan sonra elçi denilmesi de, bunu bildirmektedir. Yahut göklerde ve ümmetler içinde zikredildiği, anıldığı içindir. Yahut zikirden murat, şereftir. Nitekim "hiç şüphesiz bu, senin için ve kavmin için bir zikirdir." âyetinde de bu mânâdadır. Yani Cebrâîl , haddi zâtında bir şereftir. Bunun îzâhı da şudur: Cebrâîl , nazil olduğu peygamberler için bir şereftir. Yahut Allah katinda bir şereftir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "o, arş'ın sahibi katında itibarlıdır." Yahut anılan zikirden murat, Peygamberimizdir. Çoğunluk âlimlerin görüşü de budur. Peygamberimize zikir denilmesi, sürekli Kur’ân'ı tilavet ettiği, yahut tebliği ve onunla tezkir yaptığı, öğüt verdiği içindir. Yahut zikirden murat, Kur’ân'dır. Allah'ın âyetlerinden murat, Kur’ân'dır. Açıklayıcı olması da, muhtaç olduğunuz hükümleri açıklamasıdır. Âyetin metnindeki "mübeyyinât/açıklayıcı" kelimesi, bir kırâete göre "mübeyyenât" olarak okunmuştur ki, buna göre, Allah tarafından açıklanmış, demektir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Şüphesiz biz, âyetleri sizin için açıklamışızdır." Karanlıklardan murat, dalâlet ve nurdan murat da hidâyettir. B- "Kim Allah'a îmân eder, yararlı işler de yaparsa, Allah, onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuz kalacakları cennetlere koyacaktır. Allah, ona muhakkak güzel bir rızık vermiştir." 12"Allah O'dur kı, yedi gök yaratmış, yerde de benzerlerini yaratmıştır. O'nun emri onlar içinde yürür, durur ki, siz, Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi kiniyle kuşattığını bilesiniz." A- "Allah O'dur ki, yedi gök yaratmış, yerde de benzerlerini yaratmıştır." Yani Allah, yeri de gök sayıları kadar yedi kat olarak yaratmıştır. Yerin kadarının nasıl oldukları noktasında görüş ayrılığı vardır: Cumhûra göre, kadarı üst üste olan yedi kattır; her İki kati arasındaki mesafe de, gölde yer arasındaki mesafe kadardır. Her katta da Allah'ın mahluklarından sakinler vardır. Dahhâk'e göre ise, yerin katları birbiriyle bitişik olup aralarında boşluk yoktur. Gök katları ise böyle değildir. Kurtubî diyor ki: "Birinci görüş, daha sahihtir; çünkü bu konudaki haberler, buna delâlet etmektedir. Nitekim Buhârî ve başkaları, şunu rivâyet etmişlerdir: Kâ'b, Mûsâ peygamber için denizi yaran Allah'a yemin ederek, Suheyb'in, kendisine şunu anlattığını söylemektedir: Peygamberimiz, girmek istediği bir kasabayı gördüğünde mutlaka şu duayı okurdu: Yedi kat göklerin ve onların gölgelendirdiği varlıkların Rabbi, yedi kat yerlerin ve onların sırtlarında taşıdıkları varlıkların Rabbi, şeytanların ve onların saptırdıklarının Rabbi, rüzgârların ve onlarin savurduklarının Rabbi olan Allahım! Biz, senden, bu kasabanın daha hayırlısını ve halkının daha hayırlısını diliyoruz ve onların şerrinden ve içindekilerin şerrinden sana sığınıyoruz." 15 15 Nesâî/Kıtabu's Nuhl, bab: 89 İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre, Nail' b. Ezrak, kendisine, yer katlarının altında da mahluklar olup olmadığını sormuş ve kendisinin de, oralarda da mahluklar bulunduğunu söylemiş ve anılan Nafi', sorusuna devamla, oralardaki mahlukların neler olduklarım sormuş ve kendisi de, melekler, yahut cinler olduklarım söylemiştir. Mâverdî diyor ki: "Buna göre, İslam daveti, en üstteki yeryüzünün sakinlerine, mahsus tor; diğer katlarda akıl sahibi mahluklar olsa bile, onlar için davet ve tebliğ; yoktur." Yerin alt katlarindakilerin, gökleri görüp görmedikleri ve gökten ışık alıp akmadıkları konusunda da iki görüş vardır: bir görüşe göre, onlar da, bulundukları yer katinin her tarafından göğü görüyorlar ve gökten ışık alıyorlar. İkinci bir görüşe göre ise, onlar, göğü görmüyorlar ve Allah, onlar için görmelerini sağlayan başka bir ışık yaratmıştır. Kelbî'nin, Ebû Hûd'ten ve onun da İbn Abbâs'tan rivâyetine göre, yer, yedi tabakadır ve tabakalar (kıtalar), denizlerle birbirlerinden ayrılmaktadır ve hepsi de, bu göğün altında bulunmaktadır. B- "O'nun emri onlar içinde yürür, durur ki, siz, Allah'ın her şeye Kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz." Yani Allah'ın buyruğu ve hükmü, hepsinde yürür ve O'nun hükümranlığı hepsinde cari olur... Katâde'den rivâyet olunduğuna göre, her gök katinda ve her yer tabakasında Allah'ın mahlukları, O'nun buyruğu ve O'nun hükmü vardır. Diğer bir görüşe göre ise, bu emir, Allah'ın, gök kadarında ve yer tabakalarında yürütülen acayip tedbirleridir. Allah bu gökleri ve yeri böyle yaratmıştır ki, sonsuz kudretini ve ilmini aniayasınız. Zîrâ bu kudret ve ilme sahip olmayanın, bunları gerçekleştirmesi imkânsızdır. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Talâk sûresini okursa, Resûlüllah'ın sünneti üzerinde ölür." |
﴾ 0 ﴿