TAHRİM SÛRESİMedine'de inmiştir; 12. âyettir. 1"Ey peygamber! Zevcelerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun? Zâten Allah, gafurdur, rahimdir." A- "Ey peygamber! Zevcelerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun?" Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Hazret-i Âişe'nin yatak nöbeti gününde cariyesi Hazret-i Mâriye ile halvet oldu ve Hazret-i Hafsa da bunu anladı. Peygamberimiz, Hazret-i Hafsa'ya: "Sana bir sır vereceğim; onu kimseye anlatma: Ben, Mâriye'yi kendime haram kıldım. Sana bir de müjdem var: benden sonra Ebû Bekir (radıyallahü anh) ve Ömer (radıyallahü anh), ümmetimin emirliğini yapacaklar" buyurdu. Sonra Hazret-i Hafsa, bunu Hazret-i Âişe'ye anlattı. Zâten ikisi çok yakın dost idiler. Diğer bir görüşe göre ise, Peygamberimiz, Hazret-i Hafsa'nın yatak nöbetinde Hazret-i Mâriye île halvet oldu ve anılan şekilde onun gönlünü aldı ve bunu bir sır olarak saklamasını istedi Fakat Hazret-i Hafsa, bu sırrı saklamadı. Peygamberimiz de, onu boşadı ve diğer zevcelerinden de uzak durdu, işte bunun üzerine Cebrâîl (aleyhisselâm), nazil oldu ve Peygamberimize: "Ona geri dön (talâktaki ric'at/rücû hakkım kullan!) Zîrâ o, gerçekten çok oruç tutmakta ve geceleri çok namaz kılmaktadır ve hiç şüphesiz senin zevcelerinden öncelikle o, cennet ehlidir." Yine rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), eşlerinden Hazret-i Zeyneb binti Cahş evinde bal şerbeti, içti. Bunun üzerine Hazret-i Âişe ve Hafsa, aralarında kararlaştırarak Peygamberimize: "Senin ağzın, Arfat ağacının sakızı gibi pis kokuyor" dediler. Peygamberimiz, rahatsız edici kokuyu hiç sevmezdi İşte bundan dolayı balı kendine haram kıldı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."16 16 Buhârî/Kitabu't Talâk, bab: 8; Müslim/Kitabu't Talâk, hadis: 20; Ebû Davud/ Kitabu'l Eşrıbe, bab: 11; Nesâî/Kitabu't Talâk, bab: 17; Ahmed bin Hanbel Musned, 6/221 Şu halde bu âyetin mânâsı şöyledir: Ey peygamber! Niçin Allah'ın sana helal kıldığı cariyeni, yahut balı kendine haram kılıyorsun? B- "Zâten Allah, gafurdur, rahimdir." Yani ey Resûlüm! Allah, senin bu zelleni de bağışlamıştır ve seni bundan dolayı muâheze buyurmayıp seni bağışlamıştır; sana olan uyarı, senin ismetini korumak içindir. 2"Allah, gerektiği zaman yeminlerinizi bozmayı meşru kılmıştır. Sizin, yegâne mevlanız Allah'tır. Zâten yegâne alîm ve hakîm O'dur." Yani Allah, gerektiğinde keffaret vermek şartıyla yenenlerinizi bozmanızı helal kılmıştır. Sizin yegâne efendiniz ve bütün işlerinizin mütevellisi Allah'tır. Sizin maslahatınıza uygun olanı bilen ve onu size meşru kılan da O'dur; bütün işlerini ve hükümlerini hikmete uygun ve en mükemmel şekilde yapan da O'dur. Binaenaleyh o, hikmetin gereği olmayan bir şeyi size emretmez ve yasaklamaz. 3"Hani peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat o zevce, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygambere açıklayınca, peygamber onun bir kısmını zevcesine bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti.. Şimdi, peygamber bunu zevcesine haber verince, zevcesi: "Bunu sana kim haber verdi?" dedi. Peygamber de: "A'lîm ve Habîr Allah bana haber verdi" dedi." Burada Peygamberimizin zevcelerinden birinden murat, Hazret-i Hafsa'dır. Gizli söz de, Mâriye'yi, yahut balı kendisine haram kılması, yahut hilafet konusudur. Hazret-i Hafsa da, bu sırrı ifşa edip Hazret-i Âişe'ye anlatmıştı. Allah da, Peygamberimizi, Hazret-i Hafsa'nin bu sırrı ifşa ettiğine muttak kılmıştı. Peygamberimiz, Hazret-i Hafsa'ya, onun ifşa ettiği sırrın bir kısmım haber vermişti. Deniliyor ki, Peygamberimiz, Hazret-i Hafsa'ya, hilafet konusunu haber vermişti. Haber vermediği kısım ise, Mâliye meselesi idi. Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Hazret-i Hafsa'ya: "Ben sana, bu sirn kimseye açma! dememiş miydim?" buyurdu. Hazret-i Hafsa da: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın, babama tahsis buyurduğu şereften dolayi duyduğum aşırı sevinçten kendime hâkim olamadım" diye cevap verdi. 4"Ey peygamber zevceleri! Her ikiniz Allah'a tevbe ederseniz, ne güzel. Çünkü kalpleriniz eğrilmiştir. Siz eğer Peygambere karşı birbirinizle yardımiaşirsaniz, şüphesiz bilesiniz ki, o, yardımcisiz kalmaz. Çünkü Allah, Cebrâîl ve sâlih mü’minler onun dostu ve yardımcilarıdir. Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır." A- "Ey peygamber zevceleri! Her ikiniz Allah'a tevbe ederseniz, ne güzel. Çünkü kalpleriniz eğrilmiştir." Yani ey Hafsa ve Âişe! Siz Allah'a tevbe ederseniz, yerinde olur. Çünkü sizden, tevbeyi gerektiren bir hata sâdır olmuştur ki, o da, sizin üzerinize vacip olan, Resûlüllah'a karşı samimiyetten., onun sevdiğini sevmekten ve sevmediğini sevmemekten kalplerinizin sapmış olmasıdır. B- "Siz eğer Peygambere karşı birbirinizle yardımlaşırsanız, şüphesiz bilesiniz ki, o, yardımcısız kalmaz. Çünkü Allah, cebraıl ve sâlih mü’minler onun dostu ve yardımcılarıdır." Yani peygamberin yardımcısı Allah'tır (celle celâlühü); kerrûbiyyûn denilen en büyük meleklerin reisi olan Cebrâîl onun arkadaşıdır ve iyi mü’minler de, onun tabileri ve taraftarlarıdır. İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Hûd mü'minlerden murat, Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer'dir." Bu, merfû bir senede Peygamberimizden de rivâyet olunmuştur. İkrime ve Mukatil de böyle demişlerdir. Âyette, Cebrâîl ile melekler arasinda zikredilmiş olmasına en uygun olana yorum da budur. Zîrâ böylece manevî yardımcı ile şeklî yardımcı bir araya getirilmiş oluyor. Nasıl bunun aksi iddia edilebilir ki, Cebrâîl de, Peygamberimizin yardımcısı olup onu, ilâhî inayetle desteklemektedir ve Hazret-i Ebû Bekir de Hazret-i Ömer de, peygamberlik vazifelerinin icrasında ve zahirî hükümlerinin yürütülmesinde onun vezirleri gibidirler. Bir de, ikisinin Peygamberimize yardımlarının beyân edilmesi, oların kızlarının kalplerinde daha çok tesir edip, işlerini kolaylaştırması içindir, işte bu îzâha göre âyette, sâlih mü'minlerin meleklerden önce zikredilmesi, gayet uygun olur. Ama meşhur görüş olduğu üzere, sâlih mü'minlerden bütün iyi mü’minler kastedildiği takdirde böyle îzâh edilemez. C- "Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır." Yani Allah'ın, Namûs-i a’zam'ın ve sâlih mü'mirilerin yardımlarının ardından, gökleri dolduran melekler camiasının sayısız fertleri de, bir tek el gibi, düşmanlarına karşı ona yardım ederler. Şu halde bunların yardımcısı oldukları bir kimseye karşı iki kadının ona karşı yardımlaşması neyi ifâde eder! 5"Ey peygamber zevceleri! Şayet o sizi boşarsa, Rabbi ona, yerinize sizden daha hayırlı olarak, müslime (Allah'a teslim olan), mü'mine (hakkıyla îmân eden), kanite (sabırla itaat eden), tâibe (tevbe eden), âbide (ibadet eden), sâiha (oruç tutan) dul ve bakire zevceler verebilir." Bu âyet, Peygamberimizin, Hazret-i Hafsa'yı boşamadığına delâlet etmez. Zîrâ hepsinin talakının (boşanmasının) buna şart olarak belirtilmesi, bir tanesinin talâkına münafi değildir. Yine bu âyet, (manevî derece olarak) diğer kadınlar içinde, Peygamberimizin eşlerinden daha hayırlı olanların bulunduğuna da delâlet etmez. Müslime, hakkı, ikrar eden demektin Mü'mine de, son derece samimi demektir. Yahut Müslime, son derece itaatli demektir. Mü'mine de, hakkı son derece, tasdik edici demektir. Kanite, çok namaz kılan, yahut devamlı ibadetle meşgul olan demektir. 6"Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun! Öyle ki, başında vazifelendirilmiş olan, Allah'ın, kendilerine buyurduğuna asla karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan ğahz (hırçın) ve şedîd (pek çetin) birçok melekler vardır." A- "Ey îmân edenler! Kendisinizi ve çoluk- çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taslar olan bir ateşten koruyun!" Yani ey îmân edenler! Günahları terk etmek ve ibadetleri ifa etmekle kendinizi ve kendinizde tatbik ettiklerinizi ailenizde de tatbik etmek suretiyle ailenizi de, başka ateşlerin odunla yanması gibi, insanlarla ve taşlarla yanan cehennem ateşinden koruyun. Bakara sûresinde de geçen bu âyette açıkça belirtildiği üzere, kâfirler için hazırlanmış olan bu ateşten, mü’minlerin, kendilerini korumalarının emredilmesi, onları ziyadesiyle sakındırmak içindir. B- "Öyle ki, başında vazifelendirilmiş olan, Allah'ın, kendilerine buyurduğuna asla karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan ğalîz (hırçın) ve şedîd (pek çetin) birçok melekler vardır." Cehennemin işleriyle ve cehennem ehline azap etmekle görevli olan bu melekler zebanilerdir, işte bu zebani meleklerin sözleri hırçın ve fiilleri de çetindir. Yahut huyları hırçın ve yaratılışça da çetindirler; çetin işler için çok güçlüdürler. Bu zebaniler, Allah'ın emrine asla karşı gelmezler ve kendilerine verilen emirleri, ağırdan almadan ve üşenmeden hemen yerine getirirler. 7"Ey kâfirler! Bugün özür beyân etmeye uğraşmayın! Siz ancak yapmakta olduklarınızın cezasını çekeceksiniz." Yani melekler emir olundukları gibi, kâfirleri cehenneme soktukları zaman, o kâfirlere denilecek ki; bugün özür beyân etmeye uğraşmayın! Siz dünyada, küfür ve günahlardan şiddetle men' edilip îmân ve itaatle emir olunduktan sonra işlediğiniz küfür ve günahların ancak cezasını çekeceksiniz. Onun için sizin hiçbir haklı özrünüz yoktur. 8"Ey îmân edenler! Nasûh (yürekten olan) bir tevbe ile dönün. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve onunla birlikte îmân edenleri rüsvay etmeyeceği günde Allah sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların nurları önlerinde ve arkalarında seğirtip duracak. Onlar: "Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bizi mağfiret eyle! Şüphe yok ki, sen her şeye kâdirsin" diyecekler." A- "Ey îmân edenler! Nasûh (yürekten olan) bir tevbe ile dönün, Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter." Nasûh tevbe, kendi nefislerine tevbeyi nasihat etmeleri ve hakkıyla tevbe etmeleridir. Bu da, çirkin hareketleri çirkin görerek, onları işlediklerine pişman olarak, onları irtikâp etmelerinden dolayı son derece üzüntü duyarak, ilende bu çirkin hareketlerden hiçbirine bir daha dönmeyeceklerine azmederek ve bu yolda hiçbir engel tanımayacak şekilde kendi nefislerine buna hazırlayarak tevbe etmekle olur. Hazret-i Ali'den rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir: "Tevbenin altı şartı vardır: 1) Geçmiş günahlara pişman olmak, 2) Terk edilen farzları iade etmek, 3) Zimmetine geçirdiği hakları sahiplerine iade etmek, 4) Hasımlardan helallik almak, 5) Eski hatalara bir daha dönmemeye azmetmek, 6) Nefsini daha önce günahlarla beslediğin gibi, bundan böyle Allah'ın itaatinde eritmek ve daha önce nefsine günah halavetini tattırdığın gibi, bundan böyle ona itaat acısını tattırmak." Şehr b. Havşeb'ten rivâyet olunduğuna göre, diyor ki: "Nasûh tevbe, kıkçla kesilse ve ateşte yakılsa bile, eski günahlara dönmemektir." Diğer bir görüşe göre ise, nasûh tevbe, dindeki kusurlarını onarmak ve eksiklerini telafi etmektir. Bir görüşe göre de, nasûh tevbe, hâlis tevbe demektir. Nasûh tevbe, eseri sahibinde görüldüğü ve gereğince amel etmek için, sahibi ciddiyet ve azimet kullandığı için, örnek bir tevbe kabul edilip başkasını benzeri bir tevbeye davet eden bir tevbedir. B- "Peygamberi ve onunla birlikte îmân edenleri rüsvay etmeyeceği günde Allah sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar." Bu kelâm, Allah'ın o gün kâfirleri ve fâsıkları rüsva edeceğine işaret etmekte ve mü’minleri bundan korumakta ve övmektedir." C- "Onların nurları önlerinde ve arkalarında seğirtip duracak." Yani onlar sırat'tan geçerken nurları önlerinde ve arkalarında koşup duracak. D- "Onlar: "Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bizi mağfiret eyle! Şüphe yok ki, sen her şeye Kadirsin" diyecekler." Bir görüşe göre, onların nurları tam olduğu halde Allah'a ibadet olarak böyle duâ ederler. Bir görüşe göre, onların nurları amellerine göre değişmektedir. İşte bundan dolayı onlar ilâhî bir lütuf olarak, onun tamamlanmasını niyaz ederler. Bir görüşe göre, önde cennete gidenler, sırat'tan yıldırım gibi geçerler. Bazıları da rüzgâr gibi geçerler. Bazıları da emekleyerek ve sürünerek geçerler. İşte "rabbimiz! Nurumuzu tamamla..." diyenler bunlardır. 9"Ey peygamber! O kâfirlere ve şu münafıklara karşı cihat et; onlara karşı sert davran. Zâten onların son durakları da cehennemdir. Ne de kötü bir son varış yeri orası!" Yani ey peygamber! O kâfirlere karşı kıkçla ve şu münafıklara karşı da hüccede cihat et ve iki fırkaya karşı savaşta ve hüccette sert ve metin davran. .. 10"Allah, o kâfirlere nulvun karısı ile lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhları akında idiler. Böyle iken onlara dinde hıyanet ettiler de, kocaları Allah'tan gelen azaptan hiçbir şeyi, onlardan savamadılar. Onlara: "Haydin, şu girenlerle beraber ikiniz de şu ateşe girin" denilmiştir." A- "Allah, o kâfirlere nuh'un karısı ile lût'un karışım misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhları altında idiler. Böyle iken onlara dinde hıyanet ettiler de, kocaları Allah'tan gelen azaptan hiçbir şey, onlardan savamaddar." Yani Hazret-i Nuh'un karısı de Hazret-i Lût'un karısı, küfür ve nifakla kocalarına hıyanet ettiler. Fakat kocaları, kocalık hakkıyla, Allah'ın azabından en ufak bir şeyi onlardan savamadılar. B- "Onlara: "Haydin, şu girenlerle beraber ikiniz de şu ateşe girin" denilmiştir." Yani öldükleri zaman, yahut kıyamet günü onlara:" haydin, peygamberlerle aralarında hiçbir bağ bulunmayan diğer kâfirlerle beraber ikiniz de şu cehennem ateşine girin "denilecek. 11"Allah, îmân edenlere de firavun'un karısını misal vermiştir. Hani O: "Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap! firavun'dan da, onun kötü işinden de beni koru ve beni bu zâlimler topluluğundan kurtar" demişti." Allah katından murat, O'nun rahmetine yalan, yahut mukarreblerm (Allah'a en yakın olanların) en yüksek derecelerinde... demektir. Rivâyet olunuyor ki, Fir’avun'un karısı, böyle duâ edince, kendisine cennetteki inci evi gösterildi de, öylece ruhu alındı. Zâlim topluluktan murat, zulümde Fir’avunla tâbi olan Kıbtîlerdır. 12"iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem'i de Allah misal göstermiştir, işte biz ona ruhumuzdan üfledik ve O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmiş; buyurultulara boyun eğenlerden olmuştu." Yani vasıtasız olarak yarattiğımız ruhtan ona üfledik ve O, Rabbinin, nazil olan sahifelerini, yahut peygamberlere vahiy olunanları, keza indirilen bütün kitapları tasdik etmişti. Diğer bir kırâete göre "kelimeler ve kitaplar" ifâdeleri "kelime ve kitap" şeklinde tekil olarak okunmuştur. Buna göre kelimeden murat Hazret-i İsa'dır ve kitaptan murat da, ona indirilen İncil'dir. Hazret-i Meryem, Hazret-i Mûsa'nın kardeşi Hazret-i Harun'un neslinden idi. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Tam kâmil olan erkekler çoktur. Kadınlardan ise dört tanedir: 1) Âsiye Binti Muz ahım, 2) Meryem Binti İmran, 3) Hatice Binti Huveylid, 4) Fatıma Binti Muhammed. Âişe'nin diğer kadınlardan üstünlüğü ise, tirit yemeğinin, diğer yemeklerden üstünlüğü gibidir."17 17 Buhârî/Kitabu'l Enbiyâ, bab: 32, 46; Müslim/Kitabu Fezaü'ıs Sahabe, hadis: 70; Tirmizî/Kitabu'l Atime, bab: 31; İbni Mâce/Kitabu'l Atime, bab. 14; Ahmed b. Hanbel, Müsnedi: 4/394, 409 Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Tahrîm sûresini okursa, Allah ona nasûh tevbesini nasip eder." |
﴾ 0 ﴿