MÜLK SÛRESİBu sûre, vâkiye ve münciye adlarıyla da anılmaktadır; çünkü onu devamlı okuyan kimseyi kabir azabından korumakta ve kurtarmaktadır. Mekke'de nazil olmuştur; 30 âyettir. 1"Mutlak hükümranlık elinde olan Allah ne mübarektir! Zâten o, her şeye Kadirdir.." A- "Mutlak hükümranlık elinde olan Allah ne mübarektir!" Mübarekin kökü olan bereket, maddî olsun veya aklî olsun, nema, ziyade anlamına geldiği gibi, çok hayır ve onun devamı anlamına da gelmektedir. B- "Zâten o, her şeye Kadirdir." Yani Allah, üstün hikmete dayanan iradesinin gereği, olarak, sonsuz kudretiyle bütün kâinatta dilediği gibi tasarruf etmektedir. 2"O Allah kı, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve dirimi yaratmıştır. Zâten yegâne Azîz ve yegâne gafur O'dur." A- "O Allah ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve dirimi yaratmıştır." Buradan itibaren ilâhî hükümranlığın bazı hükümleri ve kudretinin bazı eserleri açıklanmakta, onların hikmetler ve maslahatlar kanunları üzerine bina edildikleri ve bu kanunların pek güzel sonuçlar meydana getirdikleri beyân edilmektedir. Ölüm, biz Hanefîlere göre, hayatın zıddı olan vücûdî bir sıfattır. İbn Abbâs'tan. (radıyallahü anh) rivâyetle şöyle denilmektedir: Allah, ölümü, çok güzel bir koç şeklinde yarattı. Bu koç, hangi canlının yanından geçerse ve hangi canlı onun kokusunu alırsa, mutlaka ölür. Yine, Allah, hayatı da bir siyah-beyaz renkli pek güzel bir at şeklinde yaratmış. Bu at, hangi şeyin yanından geçerse ve hangi şey onun kokusunu alırsa, mutlaka dirilir. İbn Abbâs'ın (radıyallahü anh) bu kelâmı, temsil ve tasvir yoluyla vârid olan bir kelâmdır. Diğer bir görüşe göre ise ölüm, hayatın olmaması halidir. Buna göre, Allah'ın ölümü yaratmasının mânâsı, onu takdir, yahut hayatı izale duyurmasıdır. Hangi mânâya göre olursa olsun, gerçeğe en yakın olan, ölümden, arız olan ölümün kastedilmesi ve hayattan da ondan önceki ve sonraki hallerin kastedikmesidir. Zîrâ "hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak" hususuna gerekçe olması zahir olan, andan mânâdaki ölüm ve hayattır. Âyetin metninde ölümün önce zikredilmesi, güzel işler yapmak için daha büyük sebep olmasından dolayıdır. Yani Allah (celle celâlühü), hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak isteyen bir kimsenin muamelesine, benzer bir muamele için ölümü ve dirimi yaratmıştır ki, sizin değişik ilim ve amel derecelerinize göre, değişik mertebelerde bunların karşılığını versin. Zîrâ amel, bedenî amelden ibaret değildir. İşte bundan dolayıdır kı Peygamberimiz, bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. "Hanginizin aklı daha güzel, hanginiz, Allah'ın haram kıldıklarından daha çok sakınır ve hanginiz, Allah'ın itaatine daha çok koşar?" Zîrâ kalbin de, kalıbın da özel işleri vardır. Kalp, kalıptan daha şerefli olduğu gibi, onların yaptıkları işler de öyledir. Nasıl böyle olmasın ki, ma'rifetu'llah olmadan (Allah'ı tanımadan) hiçbir amelin bir değeri yoktur. Bu ma'rifet, kullar için olmazsa olmaz, bir ön şarttır. Bu ma'rifetin yolu, Allah'ın acayip ve hârika işlerini tefekkür etmek ve en his ile afakta (dahilde ve hariçte) yarattığı âyet ve delilleri incelemektir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Siz beni Yûnus b. Mettâ'dan üstün tutmayın, zîrâ her gün Allah katına yükselen ameli, bütün yeryüzü sakinlerinin ameline denk idi." Derler ki; bunun sebebi, Allah'ın kudretini tefekkür etmektir ki, bu da kalbî ameldir. Zîrâ zorunlu olarak sabittir ki, bir insan, her gün kendi bedeniyle bütün yeryüzü sakinlerinin ameli kadar amel gerçekleştiremez. B- "Zâten yegâne azîz ve yegâne ğafûr O'dur." Yani kötü amel yapanın kudret elinden hiç kurtulamayacağı galip de O'dur ve kötülüklerden tevbe edeni tamamıyla bağışlayan da O'dur. 3"O Allah ki, yedi göğü kat kat yaratmıştır. Rahman olan Allah'ın yaratmasında sen hiçbir aksaklık göremezsin. İşte gözünü çevir de bir bak! Nizama aykırı hiçbir bozukluk görebiliyor musun?" Bu hitap, Resûlüllah içindir; yahut bu hitaba muhatap olabilen herkes içindir. Yani Allah'ın yarattığı kâinatta hiçbir uyumsuzluk, dengesizlik asla bulamazsın. 4"Sonra gözünü tekrar, tekrar çevir de, bak! O göz, aradığı bozukluğu bulmaktan umudunu kesmiş halde yorgun argın sana dönecektir." 5"Yemin olsun ki, biz, şu yakın göğü kandillerle donattık. Onlari şeytanlar için de taşlamalar kıldık ve o şeytanlara çılgın alevli ateş azabını hazırladık." Bundan önce göklerin kusur şaibesinden uzak oldukları beyân edildikten sonra burada da göklerin yaratılışının, son derece güzel ve mükemmel olduğu beyân edilmektedir. Yani Allah'a yemin olsun ki, biz, göklerden yere en yakın olanını öyle yıldızlarla donattık ki, bu yıldızlar, ışık saçan kandiller gibi geceleri ışık saçmaktadır. Bu yıldızların kimisi gezegenlerdir; kimisi de sabittir. Bütün bu yıldızlar, görünüşte dünya semasındadırlar. Halbuki bazıları diğer göklerdedir. Bu yıldızların her biri, akıllara hayret veren bir nizamda ve bakışlarla kavranamayan hârika bir güzelliktedir. Bu yıldızları diğer bir faydası da, düşmanlarınızın, bu yıldızların ateşinden kaynaklanan lavların düşmesiyle (yıldızların akmasıyla) taşlanmalarıdır. Diğer bir görüşe göre ise; yani biz bu yıldızları, insanların şeytanları olan müneccimler için, gayb'ten haber verme aracı kıldık. Ancak makam, bu mânâya müsait değildir. Ve o şeytanlar, dünyada anılan yıldızların ateşleriyle yandıktan sonra âhirette de onlar için alevli ateş azabını hazırladık. 6"Rablerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ne kötü son durak orası!" Yani rablerini inkâr eden şeytanlar ile diğer kâfirler için de cehennem azabı vardır... 7"Onlar, onun içine atıldıkları zaman, kaynamakta olan cehennemin uğultusunu (korkunç uğultusunu) işiteceklerdir." Şahîk, cehennemin korkunç ve sevimsiz hırıltısıdır. Derler ki; şabik, göğüsten çıkan sestir. Zefir ise, boğazdan çıkan sestir. 8"Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak. Ona bir sürü atıldıkça, bekçileri onlara: "Size uyaran bir peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar." A- "Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak." "Cehennemde olanların zefiri (horlaması) ve şehikı (hırıltısı) vardır." âyetinde olduğu gibi, burada da şahîk sıfatını, onlardan ve kendilerinden önce cehenneme atılanlardan cehennem ehli olanlara bağlamaya, "Cehennem öfkesinden neredeyse çatlayacak" kelâmı engeldir. Zîrâ bu kelâm, "Cehennemin, onlara olan öfkesinden..." mânâsını sarih olarak bildirmektedir. Nitekim "Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini görünce, öfkelenişini ve hırıltısını işitirler." âyetinde de bu sıfat cehennemindir. O halde cehennemin bu şehîkı, onların tattıkları elem verici şiddetli azaptan çektikleri şehîkten farklıdır. B- "Ona bir sürü atıldıkça, bekçileri onlara: "Size uyaran bir peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar." 9"Onlar da: "Evet, bize uyaran peygamber geldi, ama biz onu yalanladık ve: Allah hiçbir şey indirmiş değildir; siz olsa, olsa, büyük bir sapıklıktasınız' demiştik diyecekler." Daha önce cehennemin durumu anlatıldı; şimdi de cehennem ehlinin durumu anlatilmaktadır. Yanı cehenneme kâfirlerden bir cemaat atıldıkça, onlar için azap üstüne azap ve üzüntü üstüne üzüntü olması için kınama ve azar olarak kendilerine denilecek ki: size, Rabbinizin âyetlerini okuyacak ve bugün ile karşılaşacağınızı uyaracak bir peygamber gelmedi mi? Nitekim zümer süresinde de geçti. O cemaatlerin her biri de, Allah'ın, kendilerinin bütün özürlerini ortadan kaldırdığını itiraf ederek, kendi taksiratlarını kabul ederek ve ebedî saadeti kaçırdıklarından dolayı duydukları sınırsız nedamet ve üzüntülerini ifâde etmek üzere diyecekler ki: evet, bize uyaran peygamber geldi; ama biz Onun Allah tarafından gönderilmiş bir uyarıcı olduğunu yalanladık ve onun okuduğu âyetleri ifrat derecesinde tekzip ederek ve inkârımızı sürdürerek: "Allah, size bu âyetleri indirmek şöyle dursun, hiç kimseye bir şey indirmiş değildir; siz bu iddianızda olsa, olsa, haktan ve doğrudan uzak bir sapıklık içindesiniz "demiştik. 10"Yine diyecekler ki: "Biz kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi bu çılgın alevli cehennem yaranı arasında olmazdık!" Burada cehennem, yaranından murat şeytanlardır. Nitekim "ve o şeytanlara çılgın alevli ateş azabını hazırladık" denilmiştir. Yani cehennem zebanileri, kınama sırasında onlara: "sız Rabbinizin âyetlerini tekzip etmemek için, O'nun âyetlerine niçin kulak verip mânâlarını akıl etmediniz?" diyecekler ve onlar da böyle cevap verecekler. 11"Böylece günahlarını itiraf edecekler. Artık o çılgın alevli cehennem yaranı, Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar!" Yani onlar, küfür ve tekziplerini itiraf edecekler... Bu cehennem yaranından murat, şeytanlar ve onların peşinden gidenlerdir. 12"Görmedikleri halde rablerinden korkanlar var ya, bağışlanma ve büyük mükâfat muhakkak ki ancak onlarındır." Yani Allah'ın azabını görmedikleri halde, yahut Allah'ı görmedikleri halde, yahut insanların gıyabında, yahut insanlardan gizli olan kalplerinde Allah'ın azabından korkanlar var ya bağışlanma ve büyük mükafat ancak onlarındır. 13"Siz sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun, Allah'a göre birdir; çünkü o, şüphesiz kalplerin içindekini hakkıyla bilendir." Burada, Allah'ın (celle celâlühü) ilmine göre, sır ile açık arasında hiçbir fark olmadığı beyân edilmektedir. Nitekim diğer bir âyette, de şöyle denilmektedir: "Sizden sözü gizleyen ile onu açığa vuran birdir" İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Bu âyet, bazı müşrikler hakkında nazil olmuştur. Şöyle kı: o müşrikler, Peygamberimiz aleyhinde konuşuyorlardı. Onların Konuştukları vahiy ile Peygamberimize bildirildi, Bunun üzerine onlar bırbirlerinde dediler ki: "Sözlerinizi gizleyin ki, Muhammed'in Rabbi duymasın." İşte bu âyet onlara hitap etmektedir. Âyetin metnine gizlinin, açıktan önce zikredilmesinin sebebi daha önce geçen benzeri âyetlerin tefsirinde defalarca geçti. 14"Yaratmış olan zât, bilmez mi hiç! Halbuki yegâne latîf ve yegâne habîr O'dur." Yani her şeyi yaratmış olan Allah, gizliyi de, açığı da bilmez mi hiç! Halbuki gizliyi de, açığı da yegâne bilen kendisidir. 15"Yeryüzünü tasarrufunuza tamamıyla amade kılan ancak O'dur. Artık yeryüzünün omuzlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyırı. Zâten dönüş ancak O'nadır." Yani Allah'ın, üstünde yürümenizi kolaylaştırdığı yeryüzünde dolaşın ve Allah'ın nımederinı arayın. Zâten ölümden sonra ikinci, kez diriltilince dönüş, ancak kendisine olacaktir. O halde O'nun nimetlerinin ve ihsanlarının şükrünü iyice ifa edin. 16"Şu gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır." Gökte olandan murat, bu âlemin idaresiyle, görevli meleklerdir; yahut Allah'tır. Bu takdirde gökte olan, emir ve iradesi gökte olan, şeklinde îzâh edilir. Yahut Arapların bâtıl iddiasına göredir ki, onlar Allah'ın gökte olduğunu iddia ediyorlardı. Yani kendisi mekândan münezzeh olduğu halde sızın gökte olduğunu iddia ettiğiniz Allah'ın, sizi yere batirmayacağindan emin nıısıniz? Şimdi ise, yeri sizin emrinize amade kılmış; siz yerin omuzlarında dolaşıyor ve Allah'ın size verdiği rızktan yiyorsunuz. Ama siz O'nun nimetlerine nankörlük ettiğiniz için, tıpkı Karun'a yaptığı gibi sizi de yerin dibine batirabilir; sız bundan emin olamazsınız. O zaman yer, önceki sükunet ve istikrarından sonra sarsıldıkça sarsılır. 17"Yahut, gökte olanın, üzerinize taş yağdırmayacağından emin misiniz? İşte uyarımın ne demek olduğunu yakında bileceksiniz/' A- "Yahut, gökte olanın, üzerinize taş yağdırmayacağından emin misiniz?" Yani Allah'ın, lût kavmi ile ashab-ı fil'e (fiililere) yaptığı gibi gökten üzerinize taş yağdırmayacağından, yahut üzerinize taş yağdıracak bir rüzgâr göndermeyeceğinden, yahut içinde taşlar olan bulutları üzerinize göndermeyeceğinden emin misiniz? B- "işte uyarımın ne demek olduğunu yakında bileceksiniz." Yani siz yalanda, uyardığım azabı gördüğünüzde uyarımı anlayacaksınız; ama artık onun size faydası olmayacaktır. 18"Yemin olsun ki, onlardan öncekiler de peygamberleri yalanlamışlardı. İşte benim inkârını nasilmiş gördüler, " Yani Mekke kâfirlerinden önce eski ümmetlerden Nûh kavmi, Âd kavmi ve benzerleri de, peygamberlerini yalanlamışlardı. Benim de onlara karşı inkârım azabı indirmekle oldu. Onlar bu azabın, ne kadar korkunç ve feci olduğunu gördüler. Bu kelâm, Peygamberimizi ziyadesiyle teselli etmekte ve onun kavmi için de pek açık bir şekilde ağır bir tehdit ifâde etmektedir. 19"Onlar, üstlerine kanatlarını açıp kapatarak uçan şu kuşları da görmediler mi? Onları, rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor. Çünkü şüphesiz o, her şeyi hakkıyla görendir." Yani kuşlara bu özel şekilleri ve özellikleri bahşedip havada uçmalarını temin eden, rahmeti sonsuz olan Allah dan başkası değildir. Çünkü Allah, acayip mahluklarının keyfiyetini ve malıluklarin tedbirini hakkıyla görendir. 20"Yahut rahman, oları Allah'tan başka size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir? Kâfirler, ancak büyük bir yanılgı içindedirler." A- "Yahut rahman olan Allah dan başka size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir?" Bu kelâm, Allah'tan başka onların yardımcılarının olmadığı hususunda kendileri için bir ilzam ve susturmadır. Nitekim rahman sıfatının zikredilmesi de, buna işaret etmektedir." Bu îzâhi, "onları, rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor." âyeti de teyit etmektedir. Yahut Allah'ın azabından kurtaracak askerleriniz hani, kimlerdir? Demektir. Nitekim bundan sonra gelecek "Allah size verdiği rızkı keserse..." ifâdesine en münasip olan da budur. Nitekim başka Bir âyette de şöyle denilmektedir: "Yoksa bizden başka onları koruyacak daldan mı vardır?" B- "Kâfirler, ancak büyük bir yanılgı içindedirler." Bu kelâm, mâkabkni beyân ve onların içinde bulundukları derin dalâleti teşhir etmektedir. Yani onların, yalnız Allah'ın korumasıyla değil, sözde ilâhlarının da korumasıyla felakederden korunduklarını iddia etmeleri, yahut ilâhlarının, kendilerini Allah'ın azabından koruduklarını iddia etmeleri, şeytandan kaynaklanan büyük bir yanılgı ve fahiş bir dalâlettir; kendileri için en ufak bir haklılık payı yoktur. 21"Yahut Allah, size verdiği rızkı keserse, size rızk verecek olan kimdir? Hayır! Onlar azgınlık ve nefrette direnmişlerdir." Yani Allah, yağdırmamak ve rızkları meydana getiren hazırlayıcı unsurları ortadan kaldırmak suretiyle rızkınızı keserse, size rızk verecek olan kimdir? Fakat bunca uzam edici ve âciz bırakıcı delillerden etkilenmediler ve hakkı kabul edecek izanı göstermediler; aksine azgınlık ve haktan nefret etmek hallerini, inat ve kibirlerini sürdürdüler. 22"Şimdi, yüz üstü kapanarak yürüyen kimse mi daha çok yol alır, yoksa sırat-ı müstakimde dümdüz yürüyen mi?" Şirk ehli ile tevhit ehlinin hallerini iyice açıklamak ve gittikleri yolların durumunu tahkik etmek için bu misal getirilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, yüz üstü kapanandan murat, âmâdır ve dümdüz yürüyenden murat da, gözleri görendir. Bir diğer görüşe göre ise, yüz üstü kapanan, yüz üstü cehenneme sürüklenendir; dümdüz yürüyen de, ayakları üzerinde yürütülerek cennete götürülendir. 23"Ey Resûlüm! De ki: sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden ancak O'dur, Ne kadar az şükrediyorsunuz!" A- "Ey Resûlüm! De ki: sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden ancak O'dur." Yani sizi, hârika bir şekilde yaratan, Allah'ın âyetlerini dinlemek, onların içindeki emirleri ve yasakları uygulamak ve öğüderiyîe öğütlenmek için size kulaklar veren, Allah'ın yüce sânlarının kanıtları olan kâinat Ayetlerini görmek için sîze gözler veren ve kâinattaki âyetler ile vahiy âyetlerinden dinlediklerinizi ve gördüklerinizi tefekkür edip îmân ve itaat merdiveninden yukarılara yükselmek için size kalpler var eden ancak Allah'tır. B- "Ne kadar az şükrediyorsunuz!" Yani anılan değerleri nimetleri ne kadar da az mezkûr gayeleri için kullanıyorsunuz! Bir görüşe göre, burada az, yok anlamındadır." (Yani hiç şükretmiyorsunuz.) 24"De iri: Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltan O'dur ve ancak O'nun huzuruna toplanacaksınız." 25"Doğru sözlü iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?" diyorlar." 26"De ki: O bilgi, ancak Allah katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım". Onlar, hu hitap ile hem Peygamberimize, hem de mü’minlere hitap ediyorlardı. Zîrâ mü’minler de, o vaatte ve o vaadi içeren âyetlerin tilavetinde Peygamberimize iştirak ediyorlardı. Yani o müşrikler, aşırı azgınlık ve inatlarından dolayı diyorlardı İdi "Eğer siz, haber verdiğiniz kıyamet ve tekrar dirilmek konularında doğru sözlü iseniz, bunların ne zaman gerçekleşeceklerini söyleyin." Sen de onlara de ki: "Onun zamanının bilgisi ancak Allah karındadır; başkası ona muttali olamaz. Nitekim başka bir âyette de şöyle denilmektedir: "De ki: onun bilgisi, ancak Rabbim karındadır." ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım; vaat edilenin, mutlaka gerçekleşeceğini, bildirip sizi uyarıyorum. Gerçekleşme zamanını bilmenin ise, uyarma vazifesiyle ilgisi yoktur. 27"Nihayet azabı yakından gördükleri zaman, o kâfirlerin yüzleri kapkara kesilecek ve kendilerine: "İşte sizin isteyip durduğunuz budur!" denecek." Yani nihayet kıyamet koptuğunda ve o kâfirler, dünyada vaat edilen kıyameti yalandan gördükleri zaman, üzüntü ve kederden yüzleri kapkara kesilecek ve tahkir olarak ve azaplarını daha da ağırlaştırmak için kendilerine: "işte sizin dünyada inkâr ve alay yoluyla isteyip durduğunuz budur" denecek. Mücâhid'den rivâyet olunduğuna göre, burada vaat edilen azaptan kastedilen, Bedir savaşının azabıdır. Ancak bu görüş, isabetten uzaktır. 28"Ey Resûlüm! De ki: Allah beni ve benimle beraber olanları helâk ederse, yahut bize merhamet ederse, o kâfirleri dayanılmaz bir azaptan kurtaracak kimdir? Söyler misiniz?' Burada helakten maksat ölümdür. Ölüm, helâk olarak ifâde edilmiş, çünkü o kâfirler, Peygamberimizin ve mü’minlerin helaki için beddua ediyorlardı. Yani sen onlara de ki: Allah (celle celâlühü), benim ve benimle beraber olan mü'minlerin canını alsa da, ecellerimizi ertelese de, bızıra ne ölümümüz, ne de hayatta kalmamız, sizi Allah'ın acıklı azabından kurtarmaz. Biz ise, Allah'ın rahmeti civarında bu iki güzellikten birini bekliyoruz. 29"De ki: Yegâne rahman olan O'dur. Biz O'na îmân ettik ve yalnız O'na tevekkül, ettik. Artık siz, kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında anlayacaksınız." Yani de ki: sizi ibadetine çağırdığım Rabbim, bütün nimetlerinizi bahşedendir. Biz yalnız O'na îmân ettik. Çünkü biliyoruz ki, O'ndan başka ne varsa, O'nun nimetidir, yahut O'nun nimetinin tecelli yeridir. Ve biz yalnız O'na tevekkül ettik. Çünkü, biliyoruz ki, O'ndan başkası kim olursa olsun, fayda ve zarar vermekten uzaktır. 30"Dedi ki: suyunuz derinlere çekilse, o zaman kim size bir akar su getirebilir? Söyler misiniz?" Yani onlara de ki: Söyler misiniz: sizin suyunuz, hiç ulaşılmayacak derinlere çekilirse, yahut kovaların ulaşamadığı derinlere çekilirse, o zaman kim size bir akar su, yahut kolaylıkla çekilebilen yakın bir su getirebilir? Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle, buyurmuştur: "Bir kimse Mülk sûresini okursa, Kadir gecesini ihya etmiş gibi olun" |
﴾ 0 ﴿