MÜRSELÂT SÛRESİ

Mekke'de nazil olan bu sûre, 50 âyettir,

1

"Yemin olsun, birbiri ardından ilâhî emirlerle gönderilen meleklere; "

2

"Hemen fırtına gibi estikçe esen o meleklere; "

3

"Yaydıkça yayan o meleklere; "

4

"Hak ile bâtılı birbirinden ayırdıkça ayıranlara; "

5

Bak. Âyet 6.

6

"Özür, yahut uyarı olmak için vahiy getiren meleklere; "

Burada Allah, emirleriyle gönderdiği ve ilâhî emirleri yerine getirmek için fırtınaların esmesi gibi süratle hareket eden bir takım meleklere yemin etmektedir. Yine, vahiy ile inerken havada kanatlarını hızla açıp kapayan, yahut ilâhî hükümleri ülkelere yayan, yahut küfür ve cehalet sebebiyle ölmüş ruhları getirdikleri vahiy ile dirilten, böylece hak ile batılı birbirinden ayırdıkça ayıran ve hak üzerinde olanlar için özür (tevbe vesilesi), bâtıl üzere olanlara da uyarı olmak için vahiy getiren diğer bir takım meleklere de yemin etmektedir.

Bu âyetlerin metninde, ilâhî hükümleri yaymak, ruhları diriltmek ve hak ile batılı birbirinden ayırmak hususlarının, peygamberlere vahiy getirmek hususundan önce zikredilmesi, asıl gayenin bunlar olduklarım ve bunlara son derece itina gösterilmesinin gereklikgini bildirmek içindir. Yahut mezkûr vasıfların her birinin kendi başına müstakil olarak, o vasıfları taşıyan meleklerin tazimine, onlara yemin edilmesine layık olduklarını zımnen göstermek içindir. Eğer bu vasıflar, gerçekleşme sırasına göre zikredilse, ancak hepsinin birlikte bu tazimi ve yemini mucip oldukları vehmedilebilirdi.

Yahut bu âyetlerde, Allah'ın gönderip de, her tarafı savuran rüzgârlara ve bulutları havada yayıp onları ayıran rahmet rüzgârlarına yemin edilmektedir. Nitekim diğer bir âyette şöyle denilmektedir: "derken, Allah onu gökte yayar ve parça, parça eder."

Yahut bu âyetlerde, kıyamet günü ölüleri diriltip de, her sınıfı diğerlerinden, şekil, renk ve diğer özellikleriyle ayıran bulutlara yemin edilmektedir.

Yahut anılan bulutlar, Allah'a şükredenler ile nankörlük edenleri birbirinde ayırır. Böylece o melekler, yağmurda ilâhî rahmetin sonuçlarını gördüklerinde, tevbe ve istiğfar ile Allah'tan özür dileyecekler ve O'na şükredecekler için, özür vesilesi, bu rahmeti inkâr edip de, onu düşen yıldızlara isnâd edenler için de uyarı olmak üzere peygamberlere vahiy getirmektedirler.

Yahut bu âyetlerde, Allah tarafından Resulüne gönderilen âyetlere yemin edilmektedir k, bu âyetler, diğer ilâhî kitapları nesih edip savururlar; hidâyet, eserlerini dünyanın doğularına ve batılarına yayarlar; Hak ile bâtılı birbirinden ayırırlar. Böylece hakkın zikrini âlemlerin her tarafına yayarlar.

7

"Size vaat olunan şey, mutlaka olacaktır. "

Yani size vaat olunan kıyametin gelişi, mutlaka gerçekleşecektir.

8

"İmdi, şu yıldızlar söndürüldüğü zaman, "

Yani şu yıldızlar, tamamen silinip yok oldukları, yahut ışıkları gittiği zaman.

9

"Şu gök de varıldığı zaman, "

Yani gök de parçalanıp açddığı ve kapı, kapı olduğu zaman.

10

"Şu dağlar da savrulduğu zaman, "

Yani şu dağlar da, kürekle savrulan hububat gibi savrulduğu zaman. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "dağlar ufalandığı zaman..."

Yahut dağlar, süratle yerlerinden alındığı zaman.

11

"Peygamberlere de, belli bir vakit tayin edildiği zaman, şöyle denilecektir:"

Yani Peygambere de, ümmetleri hakkında şahitlik etmeleri için bekti bir vakit tayin edildiği zaman... işte bu, kıyamet koptuğu zaman olacaktır, çünkü ondan önce onlara vakit tayin edilmeyecektir.

Yahut peygamberler, bekledikleri vakte eriştikleri zaman...

12

"Bu işler hangi güne bırakılmıştır?"

Bu soru, o günü tâzirn etmek ve korkunç hallerinden taaccüp ettirmek içindir.

13

"Ayırma (hüküm) gününe."

Yani işlerin tecil edildiği gün, insanlar arasında hükmedileceği gündür.

14

"Ey Resûlüm! Ayırma gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?"

Bu soru, o günün dehşetini ve korkunçluğunu ifâde etmek içindir.

15

"O gün, bunu yalanlayanların vay haline!"

16

"Biz, öncekileri helâk etmedik mi?"

Yani biz, Nuh, Âd ve Semûd kavimleri gibi, kıyameti yalan sayan eski kavimleri bundan dolayı helâk etmedik mi?

17

"Sonra arkadakileri de onlara katacağız."

Yani küfür ve yalanlamada onların yolundan giden benzerlerini de sonra onlara katacağız.

18

"İşte biz, mücrimlere böyle yaparız."

Yani bu sünnetimiz, diğer mücrimler hakkında da caridir.

19

"O gün, âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayanların vay haline!"

Bu âyet, daha önce geçen benzeri için tam olarak tekrar değildir; çünkü ilki, âhiret azabı içindi; bu ise, dünya azabı içindir.

20

"Biz, sizi naçiz bir sudan yaratmadık mı?"

Yani biz, sizi değersiz, temiz sayılmayan bir nutfeden yaratmadık mı?

21

Bak. Âyet 22.

22

"İşte o suyu belli bir vakte değin sağlam bir yerde tuttuk."

Sağlam, yerden murat, kadınların rahmidir. Belli vakit de, Allah'ın doğum için takdir buyurduğu dokuz ay veya daha az veyahut daha fazla olan müddettir.

23

"Demek ki, buna Kadir olduk. O halde ne Kadirleriz biz!"

Bu kudretten murat, kudret konusu şeyin gerçekleşmesini temin eden olan kudrettir.

Yahut böylece biz, insana şekil ve biçin verdik.

24

"O gün, bu kudretimizi yalanlayanların vay haline!"

Yani insanı böyle yaratma kudretimizi, yahut ölümden sonra onu tekrar diriltme kudretimizi yalan sayanların o gün vay haline!

25

Bak. Âyet 26.

26

"Biz, yeri diriler ve ölüler için toplanma mekânı kılmadık mı?"

Yani yerin üstünü diriler için, altını da ölüler için toplanma mekânı kılmadık mı?

27

"Orada yüce, yüce sıra dağlar var edip size tatlı su içirmedik mi?"

Yani yeıyüzünde sizin için ırmaklar ve pınarlar yaratmadık mı?

28

"Bu nimetleri yalanlayanların o gün vay haline!"

29

Bak. Âyet 30.

30

"İnkarcılara o gün şöyle denir: yalanladığınız azaba yollanın. Üç kola ayrılmış, ne rahat bir gölge veren, ne de alevin sıcağından koruyan bir ateş dumanının gölgesine gidin."

Bu kelâm, onlara kınama ve tahkir için söylenir.

Yani dünyada yalanlıyor olduğunuz azaba yollanın. Özellikle de cehennem ateşi dumanının gölgesine gidin. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "kapkara dumanın gölgesine..."

Büyük dumanların hak olduğu üzere, bu duman da üç kola ayrılmaktadır.

Diğer bir görüşe göre ise, cehennem ateşinden bir dilim çıkıp duvar gibi kâfirleri kuşatacak ve onun dumanından üç kol meydana gelip kendilerini gölgeleyecek ve onların hesabı bitinceye kadar bu durum devam edecek. Bu sırada mü’minler, arş'ın gölgesinde olacaklar.

Burada özellikle üç sayısının tahsis edilmiş olmasının sırrı konusunda şöyle denilmiştir ki, nefsi kutsiyet nurlarından perdeleyen şeyler, his, hayal ve vehim, olmak üzere üçtür.

Yahut bu azaba sebebiyet veren şeyler, beyinde bulunan şeytanî vehim kuvveti, kalbin sağında bulunan yırtıcı öfke kuvveti ve kalbin solunda bulunan hayvanı şehvet kuvveti. İşte bundan dolayı denilmiştir ki, bu ateş dumanının bir kolu, kâfirin üstünde, bir kolu da sağında, bir kolu da solunda durur.

31

Ne gölgelendirir, ne alevden korur, (sırf size bir azap...)

32

"Kadar o, kasr (koca konak) gibi kıvılcım fırlatmaktadır."

Diğer bir görüşe göre, âyetteki kasr, kalın ağaç demektir.

Diğer bir kırâete göre kasar olarak okunmuştur ki, develerin boyunları, yahut hurma ağacının boyunları demektir.

33

"Her bir kıvılcım, birer sarı deve gibidirler."

34

"O gün, bunları yalanlayanların vay haline!"

35

"İşte bu, kâfirlerin konuşamayacakları gündür."

Yani kâfirlerin cehenneme girecekleri gün, onların artik hiç konuşamayacakları gündür; çünkü sual, cevap ve hesap ondan önce bitmiştir. Kıyamet günü, pek uzun bir gün olup onun birçok aşamaları ve vakitleri vardır. Kâfirler, onun bazı vakitlerinde konuşurlar, bazı vakiderinde ise konuşamazlar. İşte burada bir vakit, bir gün olarak ifâde, edilmiştir.

Yahut kâfirler, kendilerine fayda verecek bir)şey konuşamazlar. Zîrâ faydasız konuşma, konuşma sayılmaz.

36

"Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyân etsinler."

37

"O gün, bunları yalanlayanların vay haline!"

38

"İşte bu, ayırma (hüküm) günüdür. Sizi ve öncekileri toplamışıdır."

Bu hitap Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in ümmeti içindir.

Yani bugün, hak ile bâtılı ve hakli ile haksızı birbirinden ayırma günüdür. Sizi ve önceki ümmetleri toplamışızdır.

39

"Şimdi, kurtulmak için bir hileniz varsa, haydin, gösterin bana hilenizi!"

Zîrâ sizin taklit ettiğiniz ve uyduğunuz kimseler, hepsi burada hazır bulunmaktadır.

Bu hitap, onların dünyada mü’minlere hile yapmalarından dolayı kendilerini tahkir ve âcızliklerini göstermek içindir.

40

"O gün bunları yalan sayanların vay haline!"

Zîrâ artık onların azaptan kurtulmaları için hiçbir hileleri, çareleri olmadığı ortaya çıkmıştır.

41

Bak. Âyet 42.

42

"Şüphesiz o gün takva sahipleri, gölgelerde ve pınar başlarında, canlarının çektiği meyveler arasında olacaklardır."

Yani dünyada küfür ve günahlardan sakınanlar, o gün çeşitli nimetler içinde pek müreffeh bir hayat sürdürecekledir.

43

"Kendilerine: "İşlediklerinizin karşılığı olarak afiyetle yeyin, için" denir."

Yani dünyada gerçekleştirdiğiniz sâlih amellerin karşılığı olarak afiyetle yeyin, için, denir.

44

"Kadar biz, iyilik yapanları böyle mü kafadandınrız."

Yani bizim, güzel itikat ve güzel amel sahibi olanlara mükâfatımız böyledir; Bundan aşağı asla olmaz.

45

"O gün, bunları yalanlayanların vay haline!"

Nitekim o yalanlayanların düşman kesildikleri mü’minler, bu muazzam mükâfatlara nail olurlar; kendileri ise bu şiddetli ebedî azaba duçar olurlar.

46

"Ey yalanlayan imansızlar! Bu dünyada yeyin, biraz faydalarım! Siz gerçekten mücrimlersiniz."

Diğer bir görüşe göre ise, yani dünyadaki halleri, fani ve çabuk geçici olan dünyalıkları ebedî nimetlere, tercih etme suçları kendilerine hatırlatmak üzere kıyamet günü onlara böyle denir.

Burada mücrimler kelimesinin kullanılması, her mücrimin akıbetinin bu olduğuna delâlet etmektedir.

47

"O gün, bunları yalan sayanların vay haline!"

Bu kelâm, onlar için ziyadesiyle kınama ve tahkir ifâde etmektedir.

48

"Onlara: "Rükûa varın" denildiği zaman rükû etmezlerdi. "

Yani onlara: "Allah'ın vahyini kabul etmek, O'nun dinine tâbi okmak ve şu kibir ve gurura terk etmek suretiyle O'na itaat edin; huşu duyun ve tevazu gösterin" denüdiği zaman, bunları yapmazlar ve kibirlerinde ısrar ederler.

Diğer bir görüşe göre ise, yani kendilerine namaz veya rükû emredildiği zaman, bu emri yerine getirmezler. Zîrâ rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, sakîf oğullarına namazı emredince, onlar dediler ki: "Biz ellerimizi dizlerimize, yere koymayız; bu, bizim için hakarettir." Peygamberimiz de buyurdu ki: "Rükûu ve secdesi olmayan dinde hayır yoktur."21 İşte bunun üzerine bu âyet nazil oklu.

21 Ebû Davud/Kitabu'l İmaret, bab: 26; Ahmed b. Hanbel: 4/218

Bir diğer görüşe göre ise, bu, kıyamet günü olacak; o zaman kendilerine secde emredilecek; fakat onlar bunu yapamayacaklar.

49

"O gün, bunları yalanlayanların vay haline!"

Bu da delâlet ediyor ki, kâfirler, muaheze cihetinden dinin fürûuna da muhatap bulunuyorlar.

50

"Onlar, Kur’ân'da sonra artık hangi söze inanacaklar?"

Yani iki cihan hâdiselerini, iki yaratılışın haberlerini, kesin hüccetler ve açik burhanlar üzerine kurulmuş hârika ve icâzlı bir üslupla anlatan Kur’ân'a onlar inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar?

Rivâyet olunduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Mürselât sûresini okursa, (hiçbir haliyle) müşriklerden olmadığı yazılır."

0 ﴿