NEBE SÛRESİ

Mekke'de nazil olan bu sûre, 40 veya 41 âyettir.

1

"Birbirlerine hangi büyük şeyi soruyorlar?"

Mekke müşrikleri, inkâr ve istihza yoluyla birbirlerine tekrar dirilmeyi (kıyameti) soruyorlardı.

Diğer bir görüşe göre ise, anılan müşrikler, istihza yoluyla bunu Peygamberimize ve mü’minlere soruyorlardı.

2

Bak. Âyet 3.

3

"O insanların, hakkında ayrılığa düştükleri o pek büyük haberi mi?"

Bundan önceki âyette, sorulan hâdisenin, büyüklüğü belirtildikten, dinleyicilerin dikkatleri ona çekildikten ve dinleyiciler, soru soranlar gibi değerlendirildikten sonra bu âyetlerde de sual konusu hâdise beyân edilmektedir. Zîrâ bunun, Allah'a soruluyormuş gibi ifâde edilmesi, bu hâdisenin eşi ve emsali olmadığından dolayı, kavranması, insanların ilim dairesinin haricinde olup öğrenilmeye ve sorulmaya değer muazzam bir hâdise olduğuna dikkat çekilmektedir.

Bu itibarla sanki denilmiştir: "onlar, birbirlerine hangi büyük hâdiseyi soruyorlar? Onu ben size haber vereyim mi? "sonra da cevap olarak:" o pek büyük haberi mi soruyorlar?" denilmiştir. Bu ifâde, "Bugün hükümranlık kimindir?" âyeti kabilindendir.

O müşriklerin, âhiret hayatı hakkındaki ihtilafları, çok köklü bir ihtilaf idi. Kimileri şöyle diyorlardı: "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder." bazıları da şöyle diyorlardı: "Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz; onun ancak bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz; kesin bir bilgi sahibi değiliz."

Bir görüşe göre, o kâfirlerden kimileri, cismanî (beden ile olan) haşri de, ruhanî (ruh ile olan) haşri de inkâr ediyorlardı; bazıları da, hiristiyanların cumhûru gibi, yalnız cismanî haşri inkâr ediyorlardı.

Bu konudaki, ihtilafı, inkârın keyfıyetiyle ilgili olan ihtilafa hamledenler de olmuştur. Buna göre, bazdan, yaradani inkâr ettikleri için haşri inkâr ediyorlardı. Bazdan da, olmayan bir şeyin imkânsız olduğuna binaen bunu inkâr ediyorlardı.

4

"Hayır! Anlayacaklar onlar!"

5

"Yine hayır! Anlayacaklar onlar!"

Bu tekrar, tehdidi tekit etmek ve ağırlaştirmak içindir.

Diğer bir görüşe göre ise, birincisi can verirken, ikincisi ise kıyamette olacaktır.

Bir diğer görüşe göre ise, birincisi tekrar dirilmekle ilgilidir; ikincisi ise, ceza ve mükâfat ile ilgilidir.

6

Bak. Âyet 7.

7

"Biz, yeri bir mihad (döşek) dağları da birer kazık yapmadık mı?"

Bundan önce, sual konusu âhket hayatinin gerçek olduğuna, meri ve tahdit ile dikkat çekildikten sonra burada da, onun hak olduğunu ifâde eden bazı kanıtları tâdât edilerek sual konusu haber tahkik edilmektedir.

İşte bundan da anlaşılıyor ki, burada sual konusu olan, ikinci diriliştir; yoksa kinklerinin dediği gibi, Kur’ân, yahut Peygamberimizın peygamberliği değildir.

Diğer bir kırâete göre, âyetin metnindeki mihad kelimesi mehd olarak okunmuştur ki, beşik demek olup yeryüzü, beşiğe benzetilmiştir. Dağların, yer için kazıklar yapılması, evin kazıklarla sabit kılınması gibi, yerin de dağlarla sabit kılınması demektir.

8

"Ve sizi çift, çift yarattık. "

Yan, sizi erkekler ve dişiler olarak iki sınıf hâlinde yarattık ki, her sınıf, diğeriyle huzur bulsun; muaşeret ile hayat işleri nizam içinde yürüsün ve üreme hâsıl olsun.

9

"Uykunuzu bir nevi ölüm kıldık."

Zîrâ uyku, ikinci bir ölüm hak sayılır. Çünkü uyku halinde de hayatla hükümlerinin kesilmesi bakımından tam bir benzerlik vardır. Zâten "Allah O'dur ki, sizi gece vefat ettirmektedir." ve "Allah, ölümde canları vefat ettirir; ölmeyen canı da uyku halinde vefat ettirir." âyetlerindeki ifâde de buna binaendır.

Diğer bir görüşe göre ise, yani hayvani kuvve deri dinlendirmek ve yorgunluklarını gidermek için uykunuzu, hislerin ve harekederin olmadığı bir hal kıldık. Ancak bu makama uygun olan birinci görüştür. Nitekim ilende anlayacaksın.

10

Bak. Âyet 11.

11

"Geceyi bir örtü yaptık; gündüzü de yaşama zamanı kıldık."

Yani biz, genellikle uykunun gerçekleştiği geceyi örtü yaptık; örtüleriniz sizi örttüğü gibi, o da karanlığiyla sizi örtmektedir.

Her halde bundan murat, uyku zamanında örtülen yorgan ve benzerleridir. Zîrâ gecenin ona benzerliğd, daha mükemmel ve maksadın tahkikinde ona itibar edilmesi daha etkikdir.

Hulâsa: Allah, bir nevi ölüm gibi kılınmış olan uykunun zamanım gece kılmıştır; tıpkı hayat olarak ifâde edilen uyanıklık zamanını da gündüz kıldığı gibi. Nitekim "gündüzü de yaşama zamanı kıldık" denilmiştir. Yani gündüzü de, ölümün kardeşi sayılan uykunuzdan dirilme zamanı kıldık. Nitekim başka bir âyette de şöyle denilmektedir: "Allah O'dur kı, geceyi sizin için örtü, uykuyu da bir nevi ölüm ve gündüzü de dirilme gibi kılmıştır."

Gecenin örtü kılınmasi, düşmandan kaçmak için, yahut düşmana baskın yapmak için örtü kılınmış olması, keza gündüzün de, geçimin ve ihtiyaçların tahsil zamanı kılınması mânâsına hamledilmesinin bu makam ile münasebeti yoktur.

12

"Üzerlerinde yedi sağlam gök bina ettik (yaptık)."

Yani üzerlerinde, yaratılışı kuvvetli, binası muhkem, uzun yılların ve asırların geçmesiyle etkilenmeyen yedi gök yaptık.

13

"Bir de çok ışık veren bir sirac (kandil) var eyledik."

Bundan murat güneştir. Bu âyette, yaratmanın eşanlamlısı olan bina kullanıldığı gibi, şemsin (güneşin) eşanlamlısı olan sirac (kandil) kullanılmıştır.

14

Bak. Âyet 15.

15

"Size taneler, otlar, sarmaş dolaş olmuş bağlar bahçeler meydana getirmek için sıkan bulutlardan (rüzgârlardan) bol, bol yağmur indirdik, "

Âyetin metnindeki seccâc, bol, bol dökülmek demektir. Nitekim Peygamberimiz, bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Haccın en faziletlisi, Acc ve Secc'dir." Yani haccın en faziletlisi, telbiyeyı (lebbeyk...) yüksek sesle getirmek ve kurban kanını akıtmaktır."

Tanelerden murat, buğday, arpa ve insan gıdası olarak üretilen hububattır. Otlardan murat da, saman ve hayvanların yemi olarak üretilen diğer bitkilerdir.

Malumun olsun ki, Allah'ın zikredilen fiilleri, âhiret hayratının doğru ve gerçek olduğuna üç veçhile delâlet etmektedir:

Birincisi: Allah'ın kudreti itibarıyla delâlet etmektedir. Zîrâ örnek alınacak bir misal ve uyulacak bir kural olmadan, bu hârika fiilleri gerçekleştirmeye kadir olan, onun iadesine haydi, haydi kadir olur.

İkincisi: Allah'ın ilmi ve hikmeti itibarıyla delâlet etmektedir. Zîrâ bu kâinatı böyle hârika bir nizamda ve mahlûklara ait birçok yüce amaçları ve büyük faydaları sağlayacak bir şekilde yaratmaya kadir olanın, bu kâinatı tamamen yok etmesi ve onun kalıcı bir sonucunu bırakmaması düşünülemez.

Üçüncüsü: bu fiillerin bizzat kendileri itibarıyla delâlet etmektedir. Zîrâ insanların her gün müşahede ettikleri gibi, uykudan sonra uyanmak, ölümden sonraki dirilmenin örneğidir. Keza her zaman gördükleri gibi, taneleri ve bitkileri ölü topraktan çıkarmak da, bunun bir örneğidir.

Bu itibarla sanki şöyle denilmiştir: îmân etmeyi gerektiren çeşitli delâletler ile, tekrar dirilmenin hak olduğuna delâlet eden bu afakî (haricî) ve enfüsî (dahilî) fiilleri biz gerçekleştirmedik mi? O halde size ne oluyor ki, sız bu inkârınıza ve alay yoluyla bunu birbirinize sormaya dalıyorsunuz?

16

Sarmaş dolaş bağlar, bahçeler...

17

"Şüphe yok ki, hüküm günü vakit olarak belirlenmiştin"

Burada, onların birbirlerine alay yoluyla sordukları ve: "Eğer doğru sözlü iseniz, bu tehdit, ne zaman gerçekleşecek?" diye âcil olarak gelmesini istedikleri kıyametin tehir edilmesinin sırrı beyân edilmekte ve nasıl gerçekleşeceği bir nevi açıklanmakta ve tehdide uygun olarak, o zaman karşılaşacakları çeşitli azaplar da icmali olarak bildirilmektedir.

Yani Allah'ın, mahluklar arasında hükmedeceği gün, Allah'ın ilminde ve takdirinde, öncekilerin ve sonrakilerin dirilmesi ve ona terettüp eden mükâfat ve ceza vakti olarak belirlenmiştir; bu vakit, ne ileri alınır; ne de geri bırakılır.

Diğer bir görüşe göre ise, o gün, dünya hayatının bitip sona erdiği vakittir.

Yahut o gün mahlûkların sonudur.

Ancak bu son iki görüş de, daha önce belirtildiği gibi, dünya hayatinin birinci Nefha'da son bulacağı gerçeğiyle bağdaştırılmak imkânından uzaktır.

18

"Sûr'a üfürüldüğü gün, hepiniz bölük, bölük geleceksini." Bu kelâm, hüküm gününü açıklamaktadır.

Bu sûr'a üfürülmesi, iki Nefha'dır. Hükmün, bu Nefha'dan sonra olması, bir sakınca oluşturmaz; çünkü o gün pek uzun bir zaman olup başında Nefha gerçekleşir ve geri kalan kısmında da hüküm, onun ilk aşamaları ve sonuçları gerçekleşir.

Sûr, İsrâfîl'in üfürdüğü bir çeşit boynuzdur.

Ebû Hüreyre'den rivâyet olunduğuna göre, Resûlüllah şöyle buyurmuştur: " "Allah, gökleri ve yeri yaratmayı bitirdikten sonra Sûr'u yarattı ve onu İsrâfîl'e verdi. İşte o anda İsrâfîl onu ağzına koydu ve gözünü de arş'a dikip ne zaman üfürmesi emredilecek diye beklemeye başladı. Kendisine emredıldiğinde o bir defa üfürecek; o zaman Allah'ın dilediğinden başka hiçbir canlı hayatta kalmayacak, işte "sûr'a ütütülünce, Allah'ın dilediğinden başka, göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ölecektir." âyeti, bunu anlatmaktadır. Sonra ikinci kez İsrafil'e emredilecek; o da sûr'a üfürünce, hiçbir ölü kalmayıp hepsi dirilip kalkacak. İşte "Sonra ikinci kez üfürülecek; bir de bakarsın ki, ayakta bakıyorlar."

İkinci Nefha'da Sûr'a üfürüldüğünde her ümmet, kendi İmamı (Peygamberi) ile beraber gelecek. Nitekim bir âyette de şöyle denilmektedir: "O gün bütün insanları imamlariyla beraber çağıracağız."

Yahut ikinci kez sûr'a üfürüldüğünde insanlar, amellerinin farklılığına göre çeşitli hallerde ve vaziyetlerde zümreler ve cemaatler halinde geleceklerdir.

Hazret-i Muaz'dan rivâyet olunduğuna göre, kendisi bunu Resûlüllah'a sormuş; Resûlüllah da: "Ey Muaz! Pek büyük bir şeyi sordun" dedikten sonra gözlerini uzaklara salarak şöyle devam etti: "Benim ümmetimden on sınıf şöyle haşir olacaklardır: bazıları maymunlar suretinde, bazdan domuzlar suretinde, bazıları ayakları tersine, yüzlerinin üstüne çevrilmiş halde, yüzlerinin üstünde sürünerek, bazıları âmâ olarak, bazıları sağır ve dilsiz olarak, bazıları dilleri göğüslerinin üstüne sarkıtılmış, ağızlarından irin akıyor, mahşer ehli onlardan tiksinir halde, Bazıları elleri ve ayakları kesilmiş olarak, bazdan ateşten kütüklere asılmış olarak, bazıları leşten daha pis kokar halde, bazdan katrandan elbiseler giydirilmiş ve derilerine yapışmış halde geleceklerdir. Maymunlar suretinde gelenler, kovucu (dedikoducu) insanlardır. Domuz suretinde gelenler, haram yiyenlerdir. Yüzleri üstüne döndürülmüş olanlar, faiz yiyenlerdir. Amalar, hükmederken zulmedenlerdir. Sağır ve dilsiz olanlar, kendi amelleriyle böbürlenenlerdir. Dillerini göğüslerinin üstüne sarkıtmış olanlar, sözleri, fiillerine uymayan âlimlerdir. Elleri ve ayakları kesilmiş olanlar, komşularına ezâ verenlerdir. Ateşten kütüklere asılmış olanlar, insanları sultanlara kötüleyenlerdir keşten daha pis kokanlar, nefsin gayri meşru şehvet ve zevk arzularına uyanlar ve Allah'ın, mallarındaki haklarım vermeyenlerdir. Katrandan elbiseler giydirilmiş olanlar, kibir, gurur ve nefis ehli olanlardın"

19

"Şu gök de kapı, kapı açılmış olacaktır."

Yani meleklerin mutat olmayan inişleri için gökte o kadar çok kapılar açılacak ki, sanki her tarafı açılmış kapılar olacak. Şu iki âyetten murat olan da budur: "O gün gök yüzü beyaz bulutlar ile yarıldıkça yarılacak." "Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini mi beklerler?"

Yani Allah'ın emrinin ve azabının buluttan gölgeler içinde ve meleklerin de gelmesini mi beklerler?

Diğer bir görüşe göre ise, burada kapılardan murat, yollar ve geçitlerdir. Yani gök sıyrılıp da geçiş yerleri açılır ve hiçbir şeyin kapatamadığı yollar haline gelir.

20

"Dağlar da yürütülüp bir serap olacaktır."

Yani dağlar, yerlerinden söküldükten sonra havada serap gibi olacaktır. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Sen dağlara baktığında onlari yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler." Yani sen dağları yerlerinde hareketsiz görürsün; oysa ki onlar, rüzgârların durmadan hareket ettirdiği bulutlar gibi hareket etmektedir. Bu, şunun içindir ki, pek büyük cisimler, bir tarafa doğru hareket ederken, büyük bir süratle hareket etse bile, neredeyse belli olmaz. Özellikle uzaktan bakıldığında hiç belli olmaz.

Bu teşbihe, parçaların çözülüp dağılması hususunda dağların bulutlara teşbihi de derç edilmiştir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Dağlar, atdmış renkli yün gibi olacaklar."

Allah, bu yeri değiştirecek; yerin şeklini de değiştirecek ve mahlukların görmesi için, ikinci Nefha'dan sonra mahlukların haşır edilmesi sırasında dağları da bu korkunç şekilde yürütecek, sonra onları havada dağıtacak. İşte "bir serap olacaktır" kelâmının mânâsı budur. Nitekim Kur’ân'ın diğer bir yerinde de şöyle denilmektedir: "Dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği..."

Her ne kadar yer, birinci Nefha sırasında yarılıp parçalansa da, dağların yürütülmesi ve yeryüzünün dümdüz edilmesi, ikinci Nefha'dan sonra olur. Nitekim Kur’ân'ın başka yerlerinde de şöyle denilmektedir: "Ey Resûlüm! Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: Rabbim onları savurdukça savuracak. Sonunda yerlerini dümdüz ve bomboş bırakacaktır. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görürsün. O gün insanlar dâvetçiye uyacaklar..." ."Yer başka bir yer, gökler de başka gökler haline getirildiği, tek ve kudretine karşı durulmaz olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün..." zîrâ İsrafil demek olan dâvetçiye uymak ve insanların Allah'ın huzumna çıkmaları, ancak ikinci Nefha'dan sonra olur.

21

Bak. Âyet 22.

22

"Şüphesiz taşkınların barınağı olacak cehennem pusuda beklemektedir."

Bundan önce kıyamet gününün korkunçluğu beyân edildikten sonra burada da o gün verilecek hükmün sonuçları beyân edilmektedir.

Önce kâfirlerin halinin beyân edilmesinin sebebi, beyâna ihtiyacı olmayacak kadar açıktır.

23

Bak. Âyet 24.

24

"Taskinlar orada hukub'larca (çağlar boyu) kalırlar. Orada bir serindik, ya da bir içecek tatmazlar; ancak uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar."

A- "Taşkınlar orada hukub'larca (çağlar boyu) kalırlar."

Burada hukubdardan murat, sonsuza dek birbirini takip eden uzan zamanlardır; biri sona erdikçe diğeri onu hemen, izlemektedir. Zîrâ hukub, ancak, zamanların birbirini izlemesi, birbirinin ardından uzayıp gitmesi kastedildiği yerlerde kullanılmaktadır. Bu itibarla hukub'tan seksen, sene, yahut yetmiş bin sene kastedilse de, âyette, bu hukukların sonu olduğuna delâlet eden bir şey yoktur.

B- "Orada bir serindik, ya da bir içecek tatmazlar; ancak uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar."

Diğer bir görüşe göre, serinlikten/ berd'ten murat, uykudur.

25

Bir kaynar su ve irin içecekler.

26

Bir ceza ki, (işledikleri amellere) uygun...

27

"Çünkü onlar hesap gününü ummazlardı."

Bu kelâm, onların anılan cezayı niçin hak ettiklerini belirtmektedir. Yani onlar, amellerinden dolayı hesaba çekileceklerinden korkmuyorlardı.

28

"Âyetlerimizi de yalanladıkça yalanlamışlardı."

Yani onlar, âyetlerimizi de ifrat derecesinde yalanladıkları için küfür ve çeşitli günahları ısrarla sürdürüyorlardı.

29

"Biz de, her şeyi bir kitapta yazıp saymışızdır."

Yani biz de, her şeyi ve ezcümle onların amellerini de Levh-ı Mahfuz'da, yahut ha faza meleklerinin nutukları amel defterlerinde tespit ve zaptetmişizdir.

30

"O halde tadın! Biz de size azaptan başka bir şey arttıracak değiliz."

Yani onların hesabı inkâr etmeleri ve âyetleri yalanlamaları sebebiyle onlara böyle diyeceğiz.

Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre, bu âyet, cehennem ehline en ağır gelen hükmü bildirmektedir.

31

Bak. Âyet 32.

32

"Şüphesiz takva sahipleri için umduklarını buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuklaşmiş yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır."

Bundan önce kâfirlerin koni halleri beyân edildi; şimdi de mü’minlerin güzel halleri beyân edilmektedir.

Yani şüphesiz küfürden ve kâfirlerin diğer çirkin fiillerinden sakınanlar için, muratlarına, arzularına kavuşmak, yahut bunlara kavuşulan mekânlar vardır.

Diğer bir görüşe göre ise, yani o kâfirlerin bulundukları azaplardan kumduş, yahut kurtuluş yeri vardır...

33

Aynı yaşta tomurcuk sîneliler, 

34

Hem dolgun kadehler var...

35

"Onlar orada ne boş bir lakırdı, ne de yalan işitirler."

Yani onlar, cennette,

Diğer bir görüşe göre ise, kâselerde ne boş bir lakırdı işitirler, ne de birbirlerine yalan söylerler.

36

"Ey Resûlüm! Bütün bunlar, Rabbinin katından bir mükâfat ve yeterli bir bağış olmak üzere verilir."

Burada, tedricî olarak kemale erdiren anlamını bildiren rab unvanının, Peygamberimizin zamirine izafetle zikredilmesi, onun için ziyadesiyle bir şeref ifâde etmektedir.

Bu mükâfat, Allah tarafından bir lütuf ve ihsandır, çünkü hiçbir şey Allah'a vacip değildir; O'nun verdikleri, hepsi lûtfu keremindendir. Ve o cennet ehli, bana yeter! Deyinceye kadar ihsanlar devam edecektir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu ihsanlar, amelleri nispetinde olacaktır, demektir.

37

"O, bütün göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar Okna hitap etmeye muktedir olamayacaklardır."

A- "O, bütün göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır."

Burada, Allah'ın hepsinin Rabbi olduğunun ve geniş rahmetinin zikredilmesi, anılan mükâfatin asıl kaynağını zımnen bildirmektedir.

B- "O gün insanlar O'na hitap etmeye muktedir olamayacaklardır."

Bu cümle, Allah'ın, bütün kâinatın Rabbi olmasının ifâde ettiği sonsuz azamet ile ululuğu ve hiç kimsenin, anılan lütuf ve bağışı istemeye dahi kudreti olmaksızın olmayacağını, yegâne istikbal sahibinin o olduğunu açıklamaktadır.

Yani o gün insanlar, Allah'tan izin olmadan, azabı azaltmak veya mükâfati çoğaltmak için O'na hitap etmeye muktedir olamazlar.

38

"Ruh ve diğer melekler saf, saf olup durdukları gün, rahman'ın izin verdiklerinden başkaları konuşamazlar. Konuşan da doğruyu konuşur."

Deniliyor ki, ruh, meleklerden daha büyük, daha şerefli ve rabbu'l âlemîn'e daha yakın bir mahluktur.

Diğer bir görüşe göre ise, ruh, öyle bir mahluktur ki, Allah, Arş'tan sonra ondan büyük, mahluk yaratmamıştır.

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Kıyamet günü ruh, tek başına bir saf olacak; bütün melekler de bir saf olacak."

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: " ruh, Allah'ın ordularından biridir; onlar, melekler değildir. Onların elleri, ayakları var; yemek de yerler." Peygamberimiz, bu sözlerinden sonra da bu âyeti okumuştur."23

23 Buharî/Kitabu'l Enbiyâ, bab: 3; Müslim/Kitabu'l Bırr, hadis: R59, 160; Ebû Davud/Kitabu'l Edeb, bab: 16; Ahmed b. Hanbel Müsnedi: 3/295, 527, 537

Bu görüş, Abu Sâlih ile Mücâhid'in de görüşüdür. Derler kı; gökten her hangi, bir melek indi mi, mutlaka onunla beraber ruh denilen mahluklardan da biri olur. Bağavî de bunu nakletmiştir.

Diğer bir görüşe göre ise, ruh denilen mahluklar, meleklerin eşrafıdır.

Bir diğer görüşe göre ise, onlar, melekler üzerinde hafaza'dır; meleklerin davranışlarını tespit ederler.

Başa bir görüşe göre ise ruh, Cebrâîl’dir

Bir görüşe göre, melekler ile ruh, iki saf olurlar; ruh, bir veya daha fazla saf olurlar; melekler de bir saf olurlar.

Diğer bir görüşe göre ise, hepsi bir saf olurlar.

Âyette ruh ile meleklerin kıyam etmelerinin ve saf olmalarının zikredilmesi, Allah'ın saltanatının azametini, rabb olmanın ululuğunu ve bu sûre-i kerimenin başından sonuna kadar kelâmın konusu olan âhiret gününün korkunçluğunu tahkik etmek içindir.

Hulâsa: Allah'ın konuşma izni verdiği kimseler dışında, bütün göklerin ve yerin sakinlerinden hiç kimse konuşmaya muktedir olmadığına göre ve konuşan da ancak doğruyu konuşabildiğine göre, mutlak konuşmadan daha özel ve üstün olan, Allah ile konuşmaya nasıl muktedir olabilirler!

Yoksa kimilerinin dediği gibi bunun mânâsı şöyle değildir: ruh ve melekler, mahlukların en üstünü ve Allah'a en yakını oldukları halde, Allah'ın izni olmadan O'nun razı olduğu kimse hakkinda şefaat için doğru olanı da konuşamadıklarına göre, başkaları nasıl buna mâlik olabilir! Zîrâ bu îzâh, mutezile'nın (şefaat olmadığı) temek üzerine bina ediliyor ki, bu yolu tutanlar, işlerin hakikatine emmemişler ve karışık fikirlere saplanmışlardır.

Diğer bir görüşe göre ise mânâ şöyledir: onlar, ancak Allah'ın, hakkında konuşmaya izin verdiği o doğruyu, tevhidi konuşmuş olan kimseler hakkında konusabilirler

39

"işte o, hak gündür. Artık kim dilerse, Rabbine bir meâb (merci) edinsin, "

A- "İşte o, hak gündür."

Yani ruh ve meleklerin kıyam edip saf bağladıkları ve ne kendilerinin, ne de başkalarının, heybet ve celalden konuşamadığı o muazzam gün, hiçbir engelin, önünde, duramayacağı ve mutlaka gerçekleşecek olan gündür.

B- "Artık kim dilerse, Rabbine bir meâb (merci) edinsin."

Yani anılan gün mutlaka geleceğine göre artık kim dilerse, îmân ve ibadetleri ifâ etmek suretiyle, yüce şânı zikredilen Rabbinin mükâfatına bir merci edinsin.

Katâde diyor ki: "Meâb, yol demektir. Nitekim diğer bir âyette de "elinden gelen, Rabbine bir yol edinsin." denilmektedir.

40

"Biz, sizi şüphesiz yakın bir azap ile uyarmışızdır. O gün kişi, önceden yaptıklarına bakacak ve kâfir: "Keşke toprak olaydım!" diyecek."

A- "Biz, sizi şüphesiz yakın bir azap ile uyarmışızdır."

Yani biz, tekrar dirilmeyi ve ondan sonraki büyük hâdiseleri bildiren bu sûrenin âyetleri ile, yahut bu âyetler ve Kur’ân'daki diğer uyarıcı âyetler de sizi şüphesiz yakın bir azap ile uyarmışızdır.

Bu yakın azap, âhiret azabıdır. Onun yakın olması, kesin olarak gerçekleşeceği içindir. Yahut onlar onu uzak görseler de, Allah'a göre yakın olmasıdır. Onlar da, onu yakın göreceklerdir. Nitekim bir âyette şöyle denilmektedir: "Kıyamet gününü gördüklerinde dünyada sadece bir akşam vakti, ya da kuşluk vakti, kadar kaldıklarını sanırlar."

Katâde'den rivâyet olunduğuna göre, burada zikredilen yakın azap, dünya azabıdır. Çünkü iki azabın (dünyevî ve uhrevî azapların) en yakını budur.

Mukatii'den rivâyet olunduğuna göre, bu yakın azap, Kureyş'in Bedir savaşında öldürülmeleridir. Fakat bundan sonra gelen cümle, bu görüşe imkân bırakmamaktadır.

B- "O gün kişi, önceden yaptıklarına bakacak ve kâfir: "Keşke toprak olaydım!" diyecek."

Yani o gün kişi, önceden dünyada yaptığı hayırlara ve şerlere bakacak; kâfir: "Keşke dünyada toprak olaydım da, insan olarak yaratılmayaydım ve mükellef olmayaydım!" diye temenni edecek. Yahut: "Keşke şimdi toprak olaydım da, tekrar diriltilmeyeydim!" diye temenni edecek.

Deniliyor ki, kıyamet günü Allah, bütün hayvanları haşır buyuracak da boynuzsuz hayvanın intikamını boynuzlu hayvandan alacak; sonra da hayvanları tekrar toprak kılacaktır, işte o zaman kâfir de, bunlar gibi toprak olmayı temenni edecektir.

Başka bir görüşe göre ise, burada kâfirden murat, iblistir; o, Hazret-i Âdem ile evladını ve onlarin mükâfatını, görünce: "Ya Rabbi! Sen beni ateşten yarattın; Âdem'i ise çamurdan yarattın." sözlerinde hakir gördüğü toprak olmayı temenni edecektir.

Resûlüllah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Nebe' süresini okursa, kıyamet günü Allah, ona soğuk şarap içirecektir."

Hamd, yegâne Allah'a mahsustur.

0 ﴿