TEKVÎR SÛRESİ

Mekke'de nazil olan bu sûre, 29 âyettir.

1

"Şu güneş tekrir olduğu (katlanıp durulduğu) zaman, "

Bundan murat, güneşin kaldırılmasi ve yerinden kaydırılmasıdır. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "O gün gökleri katlayıp dikeriz."

Yahut bundan murat, güneşin, ufuklara açılıp ülkelere yayılan ışığının dürülmesi, yani giderilmesidir.

Yahut güneşin tekvîri, onun, feleğinden (yörüngesinden) atılmasıdır. Nitekim bundan sonraki âyette yıldızlar da, yeryüzüne dökülmekle vasıflandırılmıştır.

Ebû Sâlih'tan rivâyet olunduğuna göre, güneşin tekvîri, ters dönmesidir.

İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre, güneşin tekvîri, Arş'a sokulmasıdır.

2

"Şu yıldızlar da inkidar olduğu (kararıp döküldüğü) zaman, "

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, o gün yere dökülmeyen hiçbir yıldız kalmayacaktır.

Yine İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Yıldızlar, gök ile yer arasında, nurdan meleklerin elinde bulunan nûr zincirlerine bağlı olarak, kandiller gibi asık bulunmaktadır. Nihayet göktekiler ve yerdekiler hepsi ölünce, yıldızlar, o meleklerin ellerinden yere düşeceklerdir."

Diğer bir görüşe göre ise, yıldızların inkidarı, ışıklarının sönmesi demektir.

Şu da rivâyet olunmuştur: güneş ile yıldızlar, cehenneme atılırlar ki, dünyada onlara tapanlar, bunu görsünler. Nitekim bir âyette şöyle denilir: "Şüphesiz siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennem yakıtısınız."

3

"Şu dağlar da yerlerinden yürütüldüğü, zaman, "

Yani dağlar da, oluşan sarsıntı ile yerlerinden, yürütüldükleri zaman. Ancak bu yürütülme, havada değildir; çünkü havadaki yürütülme, İkinci Nefha'dan sonra olmaktadır.

4

"Işâr muattal (on aylık gebe develer başıboş) bırakıldığı zaman, "

Bu develer, sahipleri için en kıymetli ve aziz sayıldıkları için bunlar özellikle zikre tahsis edilmiştir.

Yani develerin sahipleri, kendi başlarının derdine düştükleri için onlar başıboş bırakıldıkları zaman.

Diğer bir görüşe göre ise, işâr'dan murat bulutlardır. Zîrâ Araplar, bulutları, gebeye, benzetirler. Nitekim bir âyette şöyle, denilmektedir. "Yükünü yüklenen bulutlara yemin olsun ki..." bulutların muattal bırakılmaları, yağmur yağdırmamalarıdır.

5

"Vahşi hayvanlar da toplanıp bîr araya getirildiği zaman, "

Yani bu hayvanlar da her taraftan toplanıp bir araya getirildikleri zaman.

Diğer bir görüşe göre ise, yani birbirlerinden kısasları alınmak için diriltilip mahşere, gönderildikleri zaman.

Katâde diyor ki: "Bütün canlılar mahşere gönderilir; hatta sinekler bile kısas için mahşere gönderilir. Nihayet aralarında hükmedilince, hepsi tekrar toprak olurlar. Bunlardan hiçbir şey kalmaz; yalnız tavus ve benzerleri gibi insanların, suretlerinden sevinç ve haz duydukları canlılar müstesna.

6

"Şu denizler de tescîr edildiği (kaynatıldığı) zaman, "

Yahut denizler, birbirine, katılıp bir tek deniz haline geldiği zaman.

Diğer bir görüşe göre ise, cehennem ehline azap edilmesi için denizler ateş doldurulup alevlendirildiği zaman, demektir.

Hasen-ı Basrî'den rivâyet olunduğuna göre, yani denizlerin sınm, bu damla kalmayıncaya kadar kaynatıldığı zaman.

7

"Ruhlar da, bedenlerle birleştirildiği zaman. "

Yahut her ruh, kendi şekliyle, yahut kitabıyla, yahut ameliyle birleştirildiği zaman.

Yahut mü’minlerin nefisleri, hurilerle ve kâfirlerin nefisleri de şeytanlarla çiftleştirildiği zaman.

8

Bak. Âyet 9.

9

"Diri, diri toprağa gömülen kız çocuklarına da, hangi günah sebebiyle öldürüldükleri sorulduğu zaman, "

Bazı Arap kabilelerinde kız çocuklar, onları besleyememek, yahut utanç vesilesi olmaları endişesiyle diri diri toprağa gömülüyorlardı.

Deniliyor ki, bu çirkin âdetin olduğu Arap kabilelerinde birinin bir kız çocuğu doğduğu zaman çocuğa bir yün veya kıl cüppe giydiriyor ve altı yaşına kadar onu besliyordu. Nihayet altı yaşına gelince, onu alıp çöle götürüyordu ve onu kazdığı çukura atıyordu ve üstüne toprak dolduruyordu.

Yine deniliyor ki, bazı hamile kadınlar, doğumu yaklaşınca bir çukur kazıyorlar ve o çukurun kenarında doğum yapıyorlardı. Doğan çocuk kız olursa, onu çukurun içine atıyorlardı; oğlan olursa, onu alıp evine getiriyorlardı.

Bu sualin o kızlara tevcih edilmesi, onları teselli etmek, onları böyle öldürenlere en büyük gazap ve öfkeyi göstermek ve katillerini ziyadesiyle tahkir etmek içindir. Nitekim "Allah: ey Meryem oğlu İsâ! İnsanlara, "Beni ve annemi, Allah'tan başka iki ilah bilin" diye sen mi dedin? buyurduğu zaman. .." âyetindeki sual de böyledir.

İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre, kendisine, müşriklerin çocuklarının akaretteki akıbetleri sorulmuş ve kendisi de: "Onlara azap edilmez." demiş ve bu âyeti hüccet göstermiştir.

10

"Amel defterleri de neşredildiği (açıldığı) zaman, "

Zîrâ amel defterleri, ölümde dürülür ve kıyamette hesap sırasında açılır.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü insanlar, çıplak ve yalın ayak haşır olunurlar." 27

27 Buhârî/Kitabu'l Enbiyâ, bab: 8; Kitabu't Tefsir, sûre: 5, bab: 14, 15; Müslim/ Kitabu'l Cennet, hadis: 58; Tirmizî/Kitabu'l Kıyamet, bab: 3; Nesâî/Kitabu'l Cenaiz, bab: 119; Ahmed b. Hanbel, Müsned: .5/3

Bunun üzerine (validelerimizden) Ümmü Seleme: "Mahşerde insanlar çıplak olunca, kadınların hali nasıl olacak?" diye sordu. Peygamberimiz de buyurdu ki: "insanlar, kendileriyle meşgul olacaklar, ey Ümmü Seleme!" Ümmü Seleme de: "İnsanların meşguliyeti nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de buyurdu ki: "O gün amel defterleri açılacak ve onlarda zerre miktarı ve hardal tanesi kadar olan sevaplar ve günahlar da görülecektir." 28

28 Buhârî /Kitabu'l Eşribe, bab: 28; Müslim/Kıtabu'l libas, hadis: 1; İbni Mâce /Kitabu'l Eşribe, bab: 17; Dârimî/Kitabu'l Eşribe, bab: 25; Mâlik/El-Muvatta- Kitabu Sıfatın Nebiyy, hadis: 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/98, 301, 302, 304, 306

Diğer bir görüşe göre ise, amel defterlerinin neşredilmesi, sahipletme dağıtılması demektir.

Mersed b. Vedâa'dan rivâyet olunduğuna göre, kıyamet günü Arş'ın altından sahibeler uçmaya başlar; sonunda mü’minin sahifesı eline düşer; onda: "Yüce cennette!.." diye yazılıdır. Kâfirin sahifesı de onun eline düşer; onda da: "içlere işleyen ateş ve kaynar su!.." diye yazılıdır. Bu sahifeler, amel defterlerinden başkadir.

11

"Şu gökyüzü de sıyrılıp alındığı zaman, "

Yani boğazlanmış hayvanın derisi yüzülüp alındığı gibi ve örtülü bir şeyin örtüsü sıyrılıp alındığı gibi şu gök yüzü de sıyrılıp alındığı zaman.

12

Bak. Âyet 13.

13

"Cehennem de tutuşturuiduğu ve cennet de yaklaştırıldı ğı zaman, "

Yani cehennem de şiddetli bir şekilde alevlendirildiği zaman.

Deniliyor ki, Allah'ın gazabı ve insanların hatası cehennemi şiddedetendir.

Ve cennet de, takva sahiplerine yaklaştırıldığı zaman. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır; onlardan uzakta olmayacaktır."

Deniliyor kı, bu âyetlerde on iki olay anlatılmaktadır. Bunların altısı dünyada İki Nefha arasında gerçekleşmektedir. Bunlar, bu sûrenin başından "Şu denizler de kaynatıldığı zaman" âyetine, kadar olan kısımda anlatılmaktadır. Ancak buna göre, vahşi hayvanların toplanıp bîr araya getirilmelerinden murat, kısas için tekrar dıriltılmeîeri değil, fakat her taraftan toplanmalarıdır.

Bunların altısı da, İkinci Nefhadan sonra olacaktır.

14

"Herkes hazırladığı şeyi öğrenmiş olacaktır."

Bu âyetlerde geçen zamandan murat, sayılan olayların hepsini, sığdıran pek uzun bir tek zaman olup başlangıcı Birinci Nefha, sonu da, mahluklar arasında hükmediidiği zamandır.

Herkesin, öğrendiklerini öğrenmesi, bu uzun vaktin her parçasında, yahut bu büyük hâdiselerden her birinin vukuunda onları öğrenmesi, anlamında değil, fakat amel defterlerinin açıldığı zaman öğreneceği anlamındadır. Ancak bu hâdiselerin bir kısmı, onun hazırlık aşamaları ve bazıları da onun devamı olduğundan, durumun korkunçluğunu ve halin vahametini bildirmek için, onun, yaptıklarını öğrenmesi, hepsinin vukuu zamanına nispet edilmiştir.

Herkesin getirdiği şeyden murat, onun yaptığı hayır ve şer amelleridir.

Amellerin hazır olmasından murat, ya amel defterlerinin hazır olmasıdır. Nitekim amel defterlerinin açılması da bunu bildirmektedir. Ya da amellerin kendilerinin hazır olmasıdır. Nitekim derler ki; bu âlemde arızî (manevî) suretlerle ortaya çıkan ameller, âhiret âleminde güzel ve çirkin amellere münasip maddî suretlerle özel keyfiyetlerde ve belli biçimlerde ortaya çıkacaklardır. Hattâ günahlar ve suçlar, ahrette ateş suretiyle maddeleşeceklerdir. Nitekim "Hiç şüphesiz cehennem, kâfirleri ihata etmektedir." âyeti ile "Öksüzlerin mallarını haksız olarak yiyenler, ancak karınlarına ateş tıkınmış olurlar." îzâh tarzına hamledilmiştir.

Keza, Peygamberimizin, altın ve gümüş kaplarda içenler hakkinda buyurduğu: "O, cehennem ateşini karnına yudumluyor." hadisi de bu mânâya hamledıkmektedir. Bu îzâhta yadırganacak bir şey yok. Nitekim malum olduğu üzere ilim, misal âleminde süt suretinde zahir olmaktadır. Nitekim bu husus, Beş ha zara tin ahvak konusunda bilgi sahibi olanların malumudur.

[Beş hazarât şunlardır: 1) Mutlak Gayb Hazreti. Bunun âlemi, sabit varlıklar âlemidir. 2) İlmiyye Hazreti. 3) Bunun mukabik olan Mutlak Şehadet Hazreti. Bunun âlemi de Mülk Alemidir. 4) İzafî Gayb Hazreti. Bu da iki kısma ayrılır: a) Mutlak Gayba yakın olan. Bunun Alemi Ceberûtî ve Melekûtî Ruhlar Alemidir. Yani akıllar ve mücerret ruhlar Alemidir, b) Mutlak şehadete yakın olan. Bunun Alemi, Misal Alemidir. Buna Melekût Âlemi de denir. 5) Mezkûr Dört Hazreti Cami Olan Hazret. Bunun Alemi, İnsanlar Alemidir ki, bütün âlemleri ve onlardakileri içinde toplamıştır. İmdi, Mülk Âlemi, Melekût Aleminin mazileridir. Bu, mutlak Misal Alemidir. Melekût Alemi de, Ceberut Aleminin, yani Mücerretler Aleminin mazileridir. Ceberut âlemi de, sabit varlıklar âleminin mazileridir. Bu âlem de, İlâhî isimler ve Vahidiyyet hazretinin mazheridir. Bu da, Ahadiyyet hazretinin mazileridir.]

İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet olunduğuna göre, kıyamet günü, sâlih ameller, güzel suretlerde ve kötü ameller de, çirkin suretlerde getirilir de o şekilde teraziye konulur.

Ameller, kıyamet günü Allah'ın emriyle hazır edilmektedir. Nitekim bir âyette şöyle denilmektedir: "Herkesin, yaptığı hayrın ve şerrin, karşısında hazır edilmiş olduğunu göreceği gün..." Halbuki hangi îzâha göre olursa olsun, âyette amellerin hazır edilmesi, kişinin nefsine isnâd edilmiştir; çünkü kişi, bu amelleri dünyada kendisi yaptığı için, sanki mahşerde onları hazır eden de kendisidir.

Kişinin, amellerini o zaman öğrenmesi, hakiki suretini o zaman görmesi demektir. Böylece eğer ameller iyi ise, dünyada onları gördüğü suretlerden daha güzel suretlerde görecektir, Zîrâ ibadet ve itaatler, bir nevi meşakkatten hâli değildir. Eğer ameller kötü ise, sahibi, dünyada onları gördüğü suretlerden, farklı suretlerde görecektir. Zîrâ o kötü ameller, dünyada süslü ve nefsî arzularına uygun idi.

15

Bak. Âyet 16.

16

"İmdi, gündüzleri sinip geceleri gözüken gezegen yıldızlara yemin olsun."

Bu yıldızlar, ay ile güneşin dışındaki parlak beş yıldızdır; adları da şöyledir: Behram, Zühal, Utarid, Zühre, Müşteri.

Bu yıldızlara gezegen deniliyor, çünkü güneş ve ay ile beraber geziyor ve güneşin ışığında siniyorlar; ay ışığında ise gözüküyorlar.

Diğer bir görüşe göre ise, bunlardan murat bütün yıldızlardır; bunlar,

gündüzleri gözükmüyor; geceleri ise, yerlerinde doğuyorlar.

17

"Karanlığı geçtiği zaman geceye de yemin olsun."

18

"Ağarmaya başladığında sabaha da yemin olsun."

19

Bak. Âyet 20.

20

"Hiç şüphesiz Kur’ân, çok şerefli, kuvvet sahibi Arş'ın sahibi katında itibarlı bir elçinin getirdiği sözdür."

Bu elçiden murat, Cebrâiidir. Onun kuvvet sahibi olması, kuvvetinin pek çetin olmasıdır, Nitekim diğer bir âyette de: "Pek güçlü, kuvvetli..." denilmektedir.

Diğer bir görüşe göre ise, burada kuvvetten murat, yaratılışın başlangıcından mükellefiyet zamanının sonuna kadar, Allah'a itaatin edasında ve onu ihlal etmenin terkindeki kuvvettir.

Burada îndiyyet'ten (Arş'ın sahibinin katında) murat, mekân indiyyeti olmayıp ikram ve teşrif indiyyetidir.

21

"O orada itaat edilen, emin (güvenilen) bir elçidir."

Yani Cebrâîl , Allah'a en yakın olan melekler arasında kendisine itaat edilen, emrine uyulan ve fikrine baş vurulan, vahiy emini bir elçidir.

22

"Ey Mekke'liler! Sizin arkadaşınız Peygamberim Muhammed, asla bir mecnûn da değildir."

Burada "arkadaşınız" vasfının zikredilmesi, bu yalanı uyduran Mekke kâfirlerinin, Peygamberimizin ahvalini pek iyi bildiklerine ve onun, kendisine nispet, ettikleri vasıftan tamamıyla münezzeh olduğunu bildiklerine işaret etmek içindir.

Bazı İslam âlimleri, bu âyette zikredilen Cebrâîl (aleyhisselâm) ile Peygamberimizin vasıfları arasındaki açık farklılığa bakarak bu âyeti, Cebrâîl’in, Peygamberimizden ustan olduğuna delil saymışlardır. Ancak bu, zayıf bir görüştür; çünkü bu âyette kastedilen, kâfirlerin, Peygamberimiz hakkında söyledikleri "Kur’ân'ı Ona ancak bir insan öğretiyor." ve "Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?" şeklindeki sözlerinin reddidir. Yoksa maksat Cebrâîl ile Peygamberimizin faziletlerini sayıp aralarında bir karşılaştırma yapmak değildir.

23

"Yemin olsun ki, O, Cebrâîl’i apaçik ufukta görmüştür."

Apaçık ufuktan murat, güneşin doğduğu ufkun en yüksek noktasıdır.

24

"O gayb hakkında asla suçlu değildir."

Yani peygamber, haber verdiği vahiy veya diğer gayblar konusunda cimri değildir; vahyi de, tebliğ ve talimi de sizden kısmaz (olduğu gibi size bildirir).

25

"O Kur’ân, lanetlenmiş şeytanın sözü de değildir."

Yani Kur’ân, gökler âlemini dinlemek isteyen o şeytanların sözü de değildir.

Bu kelâm, Kur’ân'ın bir kehânet ve sihir olmadığını bildirmektedir."

26

"Ey insanlar! O halde siz nereye gidiyorsunuz?"

Bu, o kâfirlerin, Kur’ân hakkında gittikleri yolun (söylediklerinin) sapkınlık olduğunu ifâde etmektedir.

Yani Kur’ân'ın, vahiy olduğu apaçık iken ve onun hakkında söylediklerinizin hiçbir mantığı yok iken, bu hak yol dururken, siz nereye gidiyorsunuz?"

27

Bak. Âyet 28.

28

"O Kur’ân, bütün âlemlere, sizden doğru olmak isteyenlere bir öğüttür."

Yani sizden hakki araştırıp doğruya bağlı kalmak, istikâmetten ayrılmamak isteyenlere Kur’ân bir öğüttür.

29

"Zâten Alemlerin Rabbî olan Allah, dilemedikçe siz dileyemezsiniz."

Yani Allah dilemedikçe siz, istikâmeti gerektiren bir irade ile dileyemezsiniz. Zîrâ bütün mahlukların mâliki ve mürebbisi olan Allah'ın dilemesi olmadıkça, sizin dilemeniz, istikâmeti sağlamaz.

Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Tekvîr sûresini okursa, amel defteri açılacağı zaman Allah, onu, rezil rüsva olmaktan korurd'

0 ﴿