İNFİTAR SÛRESİ

Mekke'de nazil olan bu süre 19 âyettir.

1

Bak. Âyet 2.

2

"Şu gök yarıldığı zaman, Şu yıldızlar da döküldükleri zaman, şu denizler de tefcîr olduğu (birbirine katıldığı) zaman, Herkes, takdim ettiklerini (ileriye dönük yaptıklarım) da, tehir ettiklerini (geride bıraktıklarını) da bilmiş olacaktır."

A- "Şu gök yarıldığı zaman, "

Yani şu gök, meleklerin inmesi için yarıldığı zaman. Nitekim ayrıca şöyle denilmiştir: "O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölükler halinde indirileceklerdir."

"Gök yüzü açılır da kapı, kapı olur."

B- "Şu yıldızlar da döküklükleri zaman, "

Yani şu yıldızlar da dağınık halde döküldükleri zaman.

C- "Şu denizler de tefcîr olduğu (birbirine katıldığı) zaman"

Yani denizlerin önündeki engeller kaldırılıp birbirine katıldıkları ve tatlı suların acı sulara karıştığı zaman ve sonuçta bütün denizlerin bir tek deniz haline geldikleri zaman.

Rivâyet olunuyor ki, denizler dolduktan sonra karalar suları çeker ve sonuçta bütün yeryüzü dümdüz olur. Hasen-ı Basrî'ye göre, denizlerin tescili de bu demektir.

Diğer bir görüşe göre, şu anda deniz suları durgundur; toplu haldedir. Denizler tefcîr olduğu zaman ise, sular dağılıp gider.

Burada tefcîr fiilî, bir kırâete göre, fucûr kökünden şeddesız olarak okunmuştur. Yani denizlerin birbirine taştığı zaman. Nitekim bir âyette, de: "o iki deniz, birbirine taşmaz (karışmaz)." denilmektedir.

D- "Herkes, takdim ettiklerini (ileriye dönük yaptıklarını) da, tehir ettiklerini (geride bıraktıklarını) da bilmiş olacaktır."

Ancak insanlar, amellerini, kabirlerinden kaldırıldıklarında değil, fakat amel defterleri açıldığında öğreneceklerdir. Zîrâ daha önceki. İzahlardan öğrendiğin gibi, bu zamandan murat, başlangıcı birinci nefha ve sonu da canlılar arasında hükmedildiği vakit, olan bir tek zamandır; yoksa müteaddit zamanlar değildir.

Burada takdim edilen amellerden murat, kişinin işlediği hayırlar ve serlerdir. Tehir ettiğinden murat da, kendisinin öncülüğüyle âdet haline gelen ve kendisinden sonra da uygulanan iyi veya kötü âdetlerdir, İbn Abbâs ile İbni Mesûd böyle demişlerdir.

İbik Abbas'tan gelen diğer bir rivâyete göre ise, takdim ettiği günâh ve tehir ettiği itaat demektir. Katâde'nin görüşü de budur.

Diğer bir görüşe göre ise, kendi nefsi için takdim ettiği ve vârisleri için geride bıraktığı malları demektir.

Bir diğer görüşe göre ise, takdim ettiği (zamanında ifâ ettiği) farz ve tehir ettiği farz demektir.

Başka bir görüşe göre ise, ilk amelleri île son amelleri, demektir.

Amel sahiplerinin bilmesi, daha önce defalarca anlatıldığı gibi, tafsilâtlı olarak bilmeleri demekti.

3

Denizler kaynatılıb birbirine karıştırıldığı zaman, 

4

Kabirler deşildiği zaman, 

5

Herkes (dünyada) yaptığı iyiliği ve bıraktığı kötülüğü bilecektir.

6

Bak. Âyet 7.

7

"Ey imim! O lûtfu keremi sonsuz Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Rabbin ki, seni yaratmıştır da, seni tesviye etmiş (düzgün kılmış); itidalli (dengeli) kilmiş ve seni dilediği surette terkip etmiştir."

A- Ey insan! O lutf-u keremi sonsuz Rabbine karşı seni aldatan nedir?"

Yani ey insan! Seni aldatan ve Rabbine karşı isyan etmek cüretini veren nedir? Halbuki sen, önündeki o büyük felaketleri, her şeyi alt üst eden korkunç hâdiseleri ve o gün bütün amellerini göreceğini de biliyorsun!

Burada Allah'ın kereminden söz edilmesi, şu hakikati bildirmek içindir: Allah'ın keremi, şeytanın yaptırmaya çalıştığı gibi, kulun aldanmasına sebep olabilecek bir husus değildir. Nitekim şeytan, insanlara: "Sen istediğini yap; zîrâ senin Rabbin, çok kerem sahibidir; dünyada sana lütfetmiştir; ahirette de aynısını yapacaktır" diye telkinde bulunur. İşte şeytanın bu telkini, sonuçsuz bir kıyas ve bos bir umutlandırmadır. Aksine Allah'ın bu keremi, îmân ile itaate daha fazla yönelmeyi ve küfür ile isyandan daha çok sakınmayı gerektiren bir husustur.

Yani ey insan! Seni Rabbine isyan etmeye sevk eden nedir? Halbuki Rabbinin şifadan seni bundan men' etmekte ve seni bunun aksine davet etmektedir.

B- "O Rabbin (celle celâlühü), seni yaratmıştır da, seni tesviye etmiş (düzgün kılmış); itidalli (dengeli) kılmış ve seni dilediği surette terkip etmiştir."

Bu kelâm da, ikinci sıfat olup Rubûbiyyeti (Rablığı) açıklamakta, keremi beyân etmekte ve başta buna muktedir olan Zâtın, iadesine muktedir olduğuna dikkat çekmektedir.

Tesviye, azaları sağlam, düzgün ve faydalarına elverişli kılmaktır. Onların itidalli kılınmaları da, birbirleriyle mütenasip ve uyumlu, kılınmalarıdır.

Ve Rabbin seni, değişik suretler içinde, senin için dilediği hârika güzel surette terkip etmiştir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Biz, insanı en güzel şekilde yaratmışızdır."

8

Seni, muhtelif sûretlerden dilediği bir şekilde terkib eyledi.

9

Bak. Âyet 10.

10

"Hayır! Yok! Siz, bu dini yalan sayıyorsunuz. Hiç şüphesiz üzerinizde bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır; onlar yapmakta olduklarınızı bilirler."

A- "Hayır! Yok! Siz, bu dini yalan sayıyorsunuz."

Yani sız, Allah'ın keremine aldanmayiniz ve O'nun keremi, şükür ve itaati gerektirdiği halde, onu küfür ve günahlara vesile kılmayınız. Ama sız yine bundan vazgeçmiyorsunuz; hatta bundan daha büyük bir şeye cüret gösteriyorsunuz. Nitekim siz, doğrudan doğruya uhrevî cezayı ve tekrar dirilmeyi yalan sayıyorsunuz. Yahut bunların ikisinin de, hükümlerine dâhil oldukları islam dinini yalanlıyorsunuz. Bu yüzden de siz, suali de, cevabı da, mükâfatı da, azabı da tasdik, etmiyorsunuz.

Diğer bir görüşe göre ise, sanki şöyle denilmiştir: Beni nimetlerinim ve size olan irşadımın gerektirdiği istikâmette bulunmuyorsunuz; aksine dini yalan sayıyorsunuz.

Kaffâl diyor ki: "Yani gerçek sizin dediğiniz gibi tekrar dirilmenin ve Allah'ın huzuruna dönüşün olmadığı şeklinde değildir. Siz bu beyândan aydınlanmıyorsunuz; aksine, din gününü yalanlıyorsunuz."

B- "Hiç şüphesiz üzerinizde bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır; onlar yapmakta olduklarınızı bükler."

Yani siz uhrevî cezayı yalan sayıyorsunuz; Halbuki bizim tarafımızdan sizin üzerinizde, amellerinizi tespit etmek için bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardir; sızın amellerinizin azını da, çoğunu da yazarlar kı, onlara göre size karşılık verilsin.

Amelleri yazan kâtiplerin, övülüp tazim edilmeleri, uhrevî cezanın çok önemsendiğini ve Allah katında pek büyük işlerden olduğu için bu çok şerefli kâtipleri bu işte istihdam ettiğini bildirmektedir.

11

(Amellerinizi yazan ve Allah katında) kerîm olan kâtib melekler var;

12

Her ne yaparsanız bilirler...

13

Bak. Âyet 14.

14

"Hiç şüphesiz iyiler, naîm cennetlerindedirler. Yine hiç şüphesiz kötüler de cehennemdedirler. Onlar o ceza gününde oraya gireceklerdir. Onlar, hiçbir zaman oradan ayrılacak da değillerdir."

A- "Hiç şüphesiz iyiler, naîm cennetlerindedirler. Yine hiç şüphesiz kötüler de cehennemdedirler."

Burada da, amellerin tespit ve yazımlarının sonuçları olan mükâfat ve ceza anlatılmaktadır.

B- "Onlar o ceza gününde oraya gireceklerdir. Onlar, hiçbir zaman oradan ayrılacak da değillerdir."

Yani onlar, dünyada yalan saymış oldukları o ceza gününde oraya gireceklerdir ve ondan sonra bir göz kırpması kadar bile artık o cehennemden ayrılacak değillerdir.

Diğer bir görüşe göre ise, onlar, ondan önce de tamamıyla ondan ayrı değillerdi; takat kabirlerinde o azabın acısını çekiyorlardı.

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Kabir, cennet bahçelerinden bir bahçedir; yahut ateş çukurlarından bir çukurdur." Tirmizî/Kitabu'l Kıyamet, bab: 26

15

Hesap günü oraya atılacaklar...  

16

Oradan asla çıkacak değillerdir.

17

Bak. Âyet 18.

18

"Nedir o ceza günü? Ne öğretti sana? Sonra, sana ne öğretti, o ceza günü nedir? O, öyle bir gündür ki, hiçbir kimse, başkası için bir şey yapamaz. O gün ferman, ancak Allah'ındır."

A- "Nedir o ceza günü? Ne öğretti sana? Sonra, sana ne öğretti, o ceza günü nedir?"

Ceza gününün halinin, dehşetinin ne kadar korkunç ve vahim olduğu defalarca beyân edildikten sonra burada da, o günün şânı tazim edilmek konusunda onun, insanların tasavvurunun dairesi haricinde olduğu, nasıl tasavvur ederlerse, onun fevkinde olduğu, nasıl hayal ederlerse, ondan daha büyük bir felaket olduğu beyân edilmektedir.

B- "O, öyle bir gündür ki, hiçbir kimse, başkası için bir şey yapamaz. O gün ferman, ancak Allah'ındır."

Bundan önce ceza günü müphem olarak zikredildi ve onun insanların bilgisinin haricinde olduğu beyân edildi. Burada da, ceza gününün, şânı icmali olarak beyân edilmekte ve ilâhî vaadin gerçekleştirileceği bildirilmektedir. Zîrâ onların, ceza gününün ne olduğunu bilmediklerinin bildirilmesi, Allah'ın, bunu bildireceğinin vaadidir.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Kur’ân'da, "Mâ edrâke (Sana ne öğretti)?" ifadesiyle zikredilen bütün hususları Allah, mutlaka bildirmiştir. "Ve mâ yüdrîke (Sana ne öğretir)?" ifadesiyle zikredilen hususlar ise, açıklanmamıştır."

Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, İnfitâr sûresini okursa, Allah, ona, gökten inen damlalar sayısınca ve dünyadaki mezarlar sayısınca sevap yazar."

19

Öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahip olamaz, (fayda veremez). Emir ve küm, o gün yalnız Allah’ındır. hüküm, o gün yalnız Allah’ındır.

0 ﴿