TÂRIK SÛRESİ

Mekke'de nazil olmuştur; 17 âyettir.

1

Bak. Âyet 2.

2

"Şu göğe ve Tarık'a yemin olsun. O Tarık'ın ne olduğunu sana ne anlattı? O, karanlığı delen yıldızdır. Üzerinde görüp gözeten bulunmayan hiç bir kimse yoktur."

A- "Şu göğe ve Tarık'a yemin olsun."

Burada Tarık'tan murat, gece görünen yıldızdın Tarık, ya cins isimdk; ya da malum bir yıldızdır.

Diğer bir görüşe göre ise Tarık, sabah yıldızı denilen yıldızdır.

B- "O Tarık'ın ne olduğunu sana ne anlattı?"

Tarık, yemin ile tazim edildikten sonra bu ifâde ile de onun şanı yüceltilmekte ve onun kadrinin, insanların idrakinin erişemediği yükseklikte olduğuna dikkat çekilmektedir. O halde onun kadrini, Hallâk-i Alîm'den (her şeyi yaratan ve her şeyi bilen Allah'tan) telakki etmek gerekir.

C- "O, karanlığı delen yıldızdır."

Yani ışığıyla karanlığı veya felekleri (gök katlarını) delercesine son derece aydınlatıp onlara nüfuz eden yıldızdır.

Bundan murat, yıldızların cinsi olabilir. Çünkü her yıldızın mutlaka karanlığı delen ışığı vardın Ondan murat, belli bir yıldız da olabilir. Kimilerine göre bu, Zühal'dir (Satürn'dür); kimilerine göre Ülker yıldızıdır; kimilerine göre de Cedy'dir (oğlakdır).

Diğer bir görüşe göre ise, Delen Yıldız (Necm-i Sâktb), göğün yedinci katinda bulunmaktadır; o katta ondan başka yıldız yoktiır. Yıldızlar gökteki yerlerim alınca, o da onların katma iner; fakat sonra yine yedinci kattaki, yerine, döner. Bu yıldız, Zühal'dir. İşte o, indiği ve yükseldiği, zaman Tarık olur; çok parlar.

Bu yıldıza yemin edilirken kendisiyle başkaları arasında müşterek olan bir vasıfla zikredilmesi, sonra bu vasfın, onun hakikatini açıklamadığına ve insanların fikirlerinin onun hakikatine erişemediğine işaret edilmesi, sonra da delen yıldız olarak tefsir edilmesi, onun şânını açıkça ziyadesiyle tazim etmektedir.

D- "Üzerinde görüp gözeten bulunmayan hiç bir kimse yoktur."

Bu cümle, zikredilen yeminin cevabıdır. Yemin cümlesi ile bu cümle arasındaki cümleler ise, ara cümleleri (itiraz cümleleri) olup yemin edilen şeyin tazimini tekîd etmektedir. Bu da, yemin konusunun tekidini gerektirmektedir.

Yani üzerinde gözeten murakıp bulunmayan hiçbir kimse yoktur. Bu murakıp da, Allahü teâlâ'dır. Nitekim başka bir âyette de şöyle denilmektedir: "Allah, her şeye murakıptın"

Diğer bir görüşe göre ise, bu murakıp, insanin amelini, işlediği hayırları ve serleri tespit edip muhafaza eden meleklerdir. Nitekim başka âyetlerde de şöyle denilmektedir: "Sizin üzerinizde hiç şüphesiz şerefli muhafızlar vardın" "Sizin üzerinize muhafızlar gönderir." "Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçi melekler vardır."

3

O, ışık saçan yıldızdır; (Zuhal yıldızıdır).  

4

(İşte and olsun o semâya ve bu Târık’a ki), hiç bir nefis yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici (melek) olmasın...

5

Bak. Âyet 6.

6

"Artık şu insan neden yaratıldığına bir baksın! O, tazyikle akan bir sudan yaratılmıştır. O su, bel kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkar. Hiç şüphe yok ki, Allah, gizliliklerin açığa vurulacağı gün insanı tekrar yaratmağa kadirdir."

A- "Artık şu insan neden yaratıldığına bir baksın!"

Burada, yukarıda zikredildiği gibi, her nefis üzerinde, kendisinden sâdır olan her sözü ve fiili sayıp muhafaza eden bir görüp gözetenin olmasının, insanın, yaratılışının başlangıcını hakkıyla düşünmesini gerektirdiğine dikkat çekmektedir. Zîrâ bu düşünme sonucunda insan, gayet açık olarak anlar ki, kendisini, hiç hayat kokusunu duymamış maddelerden inşa etmeye kadir olan bir kuvvet, kendisini tekrar hayata döndürmeye de kadirdir. Hattâ aklî kıyasa göre buna daha fazla kadirdir. İşte bu hakikati anlayan insan, o tekrar hayata döndürülme ve ceza günü için, o zaman kendisine fayda verecek ameller yapar ve kendisini perişan edecek şeyleri muhafız meleklerine yazdırmaz.

B- "O, tazyikle akan bir sudan yaratılmıştır. O su, bel kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkar."

Bu sudan murat, rahimde erkek ve kadın sularının karışımından meydana gelen sudur. Nitekim "O su, bel kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkar" ifâdesinden de anlaşılmaktadır. Yani bu su, erkeğin sulbünden ve kadının göğüs kafesinden çıkmaktadır.

Derler ki; nutfe (meni), dördüncü hazım artığından oluşmakta ve bütün azalardan süzülmekte ve nihayet kendisinden o azaların benzerleri meydana gelebilecek kıvam hâsıl olmaktadır. Bu suyun, en son karar kıldığı yer ise, iki yumurtalığın yanında birbirlerine dolanmış damarlardır. İmdi, beyin sistemi, meninin meydana gelmesinde en büyük faktördür. İşte bundan dolayıdır kı, bu su, beyini etkiler ve aşırı cinsel ilişki, beyin sisteminde zafiyet meydana getirir. Bu suyun tortusu da balgamdır. Bu da sulpte (belde) bulunmaktadır. Bunun çok sayıda kanalları da göğüs kafesine inmektedir. Sulp ile göğüs kafesi, meni zarflarına en yakın oldukları için özellikle onlar zikredilmiştir.

C- "Hiç şüphe yok ki, Allah, gizliliklerin açığa vurulacağı gün insanı tekrar yaratmağa kadirdir."

Yani kalplerde, gizlenen inançlar, niyetler ve diğer hususlar ile gizlenen işler o gün açığa vurulur ve amellerin iytileri ile kötüleri birbirinden ayırt edin.

7

(O su, erkeklerde) bel kemiği ve (kadınlarda) göğüs kemikleri arasından çıkar.  

8

(Bu şekilde yaratılan bir insanı) elbette Allah, öldürdükten sonra diriltmeye kâdirdir.  

9

Bütün esrarın ortaya döküleceği o kıyâmet günü,

10

"Artık o insan için ne bir güç vardır, ne de bir yardımcı."

Yani o gün insanın, ne kendisinde bir savunma gücü olur, ne de kendisine yardım edecek bir yardımcısı olur.

11

Bak. Âyet 12.

12

"Şu dönüşlü göğe, şu yarılan yere yemin ederim ki, Kur’ân, hiç şüphesiz hak ile bâtılı ayırtma sözüdür. O, asla gayri ciddi bir kelâm değildir. Onlar gerçekten durmadan düzen kurarlar; ben de bir düzen kurarım. Ey Resûlüm! Sen şimdi o kâfirlere mühlet ver; onları biraz kendi haline bırakıver."

A- "Şu dönüşlü göğe, şu yarılan yere yemin ederim ki, Kur’ân, hiç şüphesiz hak ile batılı ayırtma sözüdür."

Burada yerin yarılmasından murat, onun, bitkilerle yarılmasidır. Yoksa kimilerinin dediği gibi su pınarları ile yarılması değildir. Zîrâ tekrar diriltilmeyi bildiren Kur’ân'ın hak olduğuna gök ile yere yemin edilirken, mezkûr iki vasfın zikredilmesi, bu iki vasfın da haddi zâtında tekrar dirilmenin kanıtlarından olduklarına işaret etmek içindir. Nitekim Kur’ân'ın birçok yerinde bu husus (bitkilerin, tekrar dirilmenin bir örneği olduğu) zikredildi.

B- "O, asla gayri ciddi bir kelâm değildir."

Yani Kur’ân'da bir gayri ciddilik şaibesi bile yoktur; onun tamamı, sırf ciddi konulardır; onda hiç hafife alınacak bir söz yoktur. Binaenaleyh taşkınlar, onunla hidâyet bulmak ve azgınlar, ona boyun eğmelidir..

C- "Onlar gerçekten durmadan düzen kurarlar; ben de bir düzen kurarım. Ey Resûlüm! Sen şimdi o kâfirlere mühlet ver; onları biraz kendi haline bırakıver."

Yani Mekke kâfirleri, Kur’ân'ın hizmetini iptal etmek ve nurunu söndürmek için durmadan plan yapıyorlar; ama buna güçleri yetmez. Ben de, onların düzenine öyle çetin bir düzenle karşılık veririm ki, onu engellemeleri mümkün değildir. Nitekim onları hiç bilmedikleri yönden yavaş yavaş helake götürürüz.

Ey Resûlüm! Sen şimdi o kâfirlere mühlet ver; onlardan intikam almakla meşgul olma; onların helaki için duâ da etme. Yahut onların acilen helakini isteme.

Bu kelâmın, Resûlüllah için büyük bir teselli ve kalbi için teskin olduğu gayet açıktır.

Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Târik sûresini okursa, Allah, ona, gökteki yıldızların sayısının on katı sevap verir."

13

Muhakkak o Kur’ân (hak ile batıl arasını) ayırd eden kesin bir hükümdür.  

14

O, bir eğlence değildir.  

15

Şüphesiz (Kur’ân’ın nûrunu söndürmek için, Mekke’li) o müşrikler hep hile kuruyorlar.  

16

Ben de onların hilelerine karşı (kendilerine) ceza veriyorum.  

17

Onun için, o kâfirlere mühlet ver. Onlara az bir mühlet ver...

0 ﴿