A'LÂ SÛRESİMekke'de nazil olmuştur; 19 âyettir. 1"Yüce Rabbinin ismini tesbih et. " Yani Rabbinin adını, bâtıl tevillerle dinsizlik anlamında kullanmaktan, başkasının onda ortaklığını bildirecek şekilde onu başkası için de kullanmaktan ve onu tazim ve saygı veçhile olmayan şekillerde zikretmekten tenzih et. Yüce sıfatı, ya Rabbin sıfatıdır -ki en zahir olan da budur- veya ismin sıfatıdır. Diğer bir kırâete göre, bu âyet, "Sübhane Rabbiye'l a'lâ" şeklinde okunmuştur. Hadiste şöyle denilmektedir: "Öyleyse ulu Rabbinin ismini tesbih et!" (Vakıa: 74) âyeti nazil olunca, Peygamberimiz: "Bunu rükûunuzda okuyun!" buyurdu. Sonra "Sebbih' isme Rabbike'l a'lâ" nazil olunca, Peygamberimiz:" bunu da secdenizde okuyun!" buyurdu. Bundan önce Müslümanlar, rükûlarında, "Allahümme leke reke'tü" / Allah'ım! Senin için rükû ettim" diyorlardı. Secdelerinde de, "Allahümme leke secedtü/ Allah'ım! Senin için secde ettim" diyorlardı." 32 32 Ebû Dâvud/Kitabu's Salat, bab: 147; İbni Mâce/Kitabu'l İlamet, bab: 20; Dârimî /Kitabu's Salat, bab: 69; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/155 2"Yaratıp da, düzene koyan O'dur." Yani Allah, her şeyi yaratü da, yaratihşini düzene koydu. Yani onun kemâlini sağlayan ve yaşamasını temin eden şeyleri, ona bahşetti. 3"O, takdir etmiş de, yol göstermiştin" Yani Allah, eşyanın cinslerini, türlerini, fertlerini, miktarlarını, sıfatlarını, fiillerini ve ecellerini takdir buyurdu da, bunların her birini, kendisinden sadır olan hal ve hareketlere, onun için tabii veya ihtiyarî olarak lâzım olan davranışlara tevcih buyurdu ve meyil ile ilhamları yaratmak, delillerini koymak ve âyetleri indirmek suretiyle onlarin her birine yaratılış gayesini müyesser kılmıştır. Sen eğer, bitkilerin ve hayvanların yaşantılarını araştırırsan, cinslerin ve türlerin her birinde akıllara hayret veren beceriler görürsün. Örneğin: engerek yılanı bin sene yaşayınca, gözleri kör olur. Allah'ın ona verdiği ilham ile, gözünü yeşil raziyane otunun yaprağına sürer. Böylece gözleri eskisi gibi görmeye başlar. Bazen bu yılan kör okluğu zaman çölde bulunur ve bulunduğu yer ile meskûn yerler arasında uzun bir mesafe olur. İşte bu durumlarda yılan o uzun mesafeyi kat' ederek nihayet bu otun bulunduğu bostanlara varır ve hiç şaşmadan bu raziyane otunun üstüne atılıp gözünü onun yaprağına sürer ve Allah'ın izniyle gözleri görür halde geri döner. Yine, anlatıldığına göre, timsahın pislik dübürü yoktur; yediklerinin artıkları ağzından çıkıyor. Allah, ona bir kuş vazifelendirmiş ve onun gıdasını ondan takdir' buyurmuştur. İşte timsah, bu kuşu görünce, ağzını açıyor. O kus da timsahın ağzına girip ağzindakileri yiyor. Bir de, Allah, bu kuşun gagasının üstünde ve altında iki boynuz yaratmıştır ki, timsah, o kuşun üstüne ağzını kapatanlasın, işte böyle!.. Allah'ın, cismi, hayvani ve özellikle insanî özellikler ve beceriler olarak insana bahşettiği hidâyetler ise, ifâde ve yazıya sığmaz ve onları ancak Alîm (her şeyi bilen) ve Habîr (her şeyden haberdâr olan) Allah bük. 4"Yemyeşil otu o bitirmiştir." Yani hayvanların taze olarak yedikleri, otu bitiren de o yüce Rabbınızıdır. 5"Sonra da onu kapkara kuru çöp haline getirmiştir." Diğer bir görüşe göre ise, kapkara, (önceki âyette geçen) oton vasfıdır. Yani Allah, otları, iyi su akmasından dolayı kapkara gibi görünen yemyeşil olarak çıkarmıştır; sonra onu kum çöp haline getirmiştir. 6Bak. Âyet 7. 7"Ey Resûlüm! Sana Kur’ân'ı okutacağız. Artık Allah'ın dilediği hariç, sen unutmayacaksın, Çünkü şüphesiz Allah, açığı da, gizleneni de bilir." A- "Ey Resûlüm! Sana Kur’ân'ı okutacağız. Artık Allah'ın dilediği hariç, sen unutmayacaksın." Bundan önce, Allah'ın bütün mahluklarına verdiği hidâyeti beyân edildi. Burada da, O'nun özellikle Peygamberimize bahşettiği hidâyet beyân edilmektedir ki, bu da, peygamerimizin, vahiy telakkisi, âlemlere hidâyet olan Kur’ân'ı hıfzetmesi ve bütün insanların hidâyetine muvaffak kılınmasıdır. Burada gelecek kipinin (okutacağız) kullanılması, ya tekid içindir, ya da, okutulacaklardan murat, Allah'ın o zaman Peygamberimize vahiy ettikleri âyetler ile ondan sonra vahiy edeceği âyetlerdir. O halde bu âyet, okutma vaadi zımnında, vahyin devam edeceğine dâirde ilâhî vaattir. Yani biz, Cebrâîl (aleyhisselâm) lisanıyla şimdi sana vahiy ettiklerimızı ve bundan sonra vahiy edeceklerimizi de sana okutacağız. Yahut sen, önceleri okuma-yazma nedir bilmediğin halde, biz sana okumayı ilham etmekle seni okuyucu kılacağız ve sen kuvvetli hıfz ve kabiliyetle okutulanları asla unutmayacaksın. Ta ki, bu da, okuduğun âyetlerin içerdiği apaçık delillerden başka, mucize olarak ve gaybları haber verme cihetinden ayrı bir mucize olsun. Diğer bir görüşe göre ise, âyetin metnindeki "Fe lâ tensâ" ifâdesi, olumsuzluk cümlesidir. Yani sen de, okutulanı hiç unutma!" demektir. Buna göre anılan fiil, "Fe lâ tense" olması gerekirken, sonunda uzatma ekfi bulunması, âyetlerin sonlarının uyumu içindir. Nitekim başka âyetlerde bunun benzerleri vardır. Allah'ın dilediğinden murat, tilâveti nesih edilen âyetlerdir. Diğer bir görüşe göre ise, bundan murat, nadiren kısmî unutmadır. Nitekim rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, namazda Kur’ân okurken, bir âyet atladı. Übeyy adındaki şahabı de, bu âyetin nesih edildiğini sanarak bunu sordu. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Ben onu unuttum" buyurdu." 33 33 Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/62 Bir diğer görüşe göre ise, burada olmayacağı bildirilen unutma, tamamen unutmadır. Zîrâ olmayacağı bildirilen hususlar da az kere vaki olur. Bu takdirde unutmadan murat, külk unutmadır; yoksa bazen unutulup da sonra hatırlanan değil. B- "Çünkü şüphesiz Allah, açığı da, gizleneni de bilir." Bu kelâm, mâkablinin illetidir. Yani Allah açık olsun, gizli olsun her şeyi ve ezcümle sana vahiy edilenleri tamamıyla bilmektedir. Binaenaleyh o, sizin dininizin maslahadarımn gereği olarak, dilediğini unutturur; dilediğini de mahfuz bırakır. 8"Ve seni en kolay yola müyesser (muvaffak) kılacağız." Burada Peygamberimizin müyesser kılındiğı ifâde edilmiştir; Halbuki yaygın olarak kullanılan ifâdeye göre, işler, faile müyesser kılınır. Nitekim bîr âyette de: "Ve işimi bana müyesser kıl!" denilmiştir. Peygamberimiz hakkında böyle ifâde edilmesi, şu hakikati, bildirmek içindir: Peygamberimize o kadar kolaylık ve tasarruf imkânı sağlanmıştır kı, bu, onda köklü bir meleke haline gelmiştir. Sanki onun yaratılışında bu imkân vardır. Nitekim Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Siz çalışın; fakat herkes, onun için yaratıldığı şeye müyesser olur." 34 34 Buharî/Kıtabu'l Tefsir, sûre: 92, bab: 7; Müslim/Kitabu'l Kader, hadis: 7, 9; Ebû Dâvud/Kıtabü's Sünnet, bab: 16; Tirmizî/Kitabu'l Kader, bab: 3; İbni Mâce/el-Mukaddime, bab: 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1 /6; 4/427, 431 Yani ey Resûlüm.! Dinî konuların her birinde, öğrenme, öğretine, hidâyet bulmak ve hidâyet etmek olarak, seni sürekli en kolay yola muvaffak kılacağız. Böylece buna, Peygamberimizin vahiy telakki etmeye, vahyin kapsadığı müsamahakâr şer'î hükümlerinden ve ilâhî kanunlardan kendi nefsinin kemale erdirilmesi ve başkalarının nefislerinin kemale erdirilmesi ile ilgili hususları kavramaya muvaffak kılınması da dâhil olmaktadır. 9"O halde eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver." Yani sana müyesser ettiğimiz vahiy ile, her zamanki gibi insanlara öğüt ver ve onları vahyin içerdiği şer'î hükümlere hidâyet et. Yoksa kimilerinin dediği gibi, öğüdün fayda vereceği anlaşıldıktan sonra öğüt ver, demek değildir. Burada, öğüt verme emrinin, fayda verme şartına bağlanmasının îzâhi ise şöyledir: Peygamberimiz, uzun zaman kâfirlere öğüt verdi ve onların îmân etmelerine aşırı derecede istekli olduğu için, bu yolda haddinden fazla çaba harcıyordu. Ancak bunca gayret, onların bir kısmının ancak küfür ve inadını arttınyordu. İşte bundan dolayı peygamerimize, öğütlerini, hiç olmasa kısmen fayda verecek kimselere tahsis etmesi, yani öğüt vereceği kimse, tamamen veya kısmen öğütten faydalanması umulan insanlardan olması ve öğüdün, ancak azgınlık ve nefret doğurduğu o kalpleri mühürlü insanlara öğüt vermekle kendisini yormaması emredildi. Nitekim başka âyetlerde de şöyle denilmektedir: "Sen, benim tehdidimden korkanlara Kur’ân'ıle öğüt "O halde sen, bizim öğüdümüze, tamamen arkasını dönenden yüz çevir." Bir görüşe göre de, bu ifâde, öğüt verilen bazı kimseleri zemmetmekte, onların halini haber vermekte, öğütlerin onlara tesir etmesinin imkânsız olduğunu bildirmekte ve onların kalplerinin mühürlendiğini tescil etmektedir. Bu da, olmayacağı kastedilerek bir vaize: "Seni dinleyeceklerse, haraççılara vazet" denmesi gibidir. En münasip olan ise ilk görüştür. 10"Allah'tan korkarı, öğütten yararlanacaktır." Yani Allah'tan hakkıyla korkmak, şânından olan kimse, senin öğüdünden yararlanacaktır. Yahut kısmen Allah’tan korkan kimsenin, bu öğüt: ile korkusu aratacak; neticede verdiğin öğüdü düşünüp hak olduğuna vakıf olacak ve sonunda ona îmân edecektir. Diğer bir görüşe göre ise, âyetin metnindeki "in/eğer", kelimesi burada şart ifâde etmeyip "ız :/çünkü" anlamında kullanilmiştır." (Yani sen öğüt ver; çünkü, öğüt, fayda vermiştir.) Nitekim "siz galipsiniz; eğer inanmışsanız." âyetinde de "in", "iz" anlamındadır. Yani siz galipsiniz; çünkü siz mü’minsiniz, demektir. Bir görüşe göre de, anılan, "in" kelimesi, "mâ/sürece" anlamındadır. Yani fayda verdiği sürece öğüt ver; zîrâ öğüt, her hal ü kârda faydasız olmaz. Başka bîr görüşe göre ise, bu kelâmda, hazfedilmiş bir bölüm vardır: Yani öğüt fayda verse de, vermese de, sen öğüt ver, demektir. Nitekim "Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler yarattı..." âyeti bu kabilden olup kelâmın bir kısmı hazfedilmiştir: Yani sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler yarattı, demektir. Ferâ', Nehhâs, Cürcânî ve Zehrâvî de böyle demişlerdir. 11"Bedbaht kimse ise, o öğütten kaçınır." Yani bedbaht kâfirler ise, Peygamberin düşmanlığma tamamen daldıkları için Peygamberin öğüdünden kaçınırlar. Deniliyor ki, bu âyet, Velid b. Muğîre ile Utbe b. Ebi Rebîa hakkında nazil olmuştur. 12"O bedbaht, o büyük ateşe girecektir." Yani o bedbaht, cehennemin en aşağı katına girecektir. Diğer bir görüşe göre ise, büyük ateş, cehennem ateşi demektir. Küçük ateş de, dünya ateşi demektir. Nitekim bir hadiste şöyle denilmektedir: "Sizin bu dünya ateşinizin sıcaklığı, cehennem ateşinin sıcaklığının yetmişte bindir." 35 35 Buharî/Kitabu Bedii Halk, bab: 10; Tirmizî/Kitabu Cehennem, bab: 7; İbni Mâce/Kitabü'z Zühd, bab: 38; Dârımî/Kıtabu'r Rıkak, bab: 120. Mâlik el-Muvatta/Kitabu Cehennem, hadis: 1 13"Sonra orada ne ölür, ne de dirilir." Yani cehennem ehli, orada ne ölüp de kurtulurlar, ne de onlara faydası olacak bir hayat yaşarlar. 14Bak. Âyet 15. 15"Temizlenen, Rabbinin adını da anan, namaz da kıları, mutlaka felâha ermiştir." Yani Peygamberin verdiği öğütten faydalanarak küfür ve günahlardan temizlenen, yahut çok takva ve korku sahibi olan, yahut zekâtını veren, kalbiyle ve lisanıyla Rabbinin adını anan, namaz da kılan kimse, sevmediği şeylerden kurtulmuş ve sevdiği şeylere de kavuşmuştur. Burada namazdan murat, bilinen farz namazlardır. Nitekim: "Beni anarak namaz kıl!" âyetinden de aynı mânâ kastedilmektedir. Yahut iftitah tekbirini alıp da, namaz kılan... demektir. Diğer bir görüşe göre ise, yani fitre sadakasını verip de, bayram günü tekbir getirip bayram namazını kılan... demektir. 16Bak. Âyet 17. 17"Hayır! Ahiret daha hayırlı ve daha kalıcı olduğu halde, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz." Sanki felâha erdiren ameller beyân edildikten sonra şöyle denilmiştir: Siz felâha erdiren amelleri yapmıyorsunuz; aksine fani dünya zevklerini tercih ediyorsunuz ve onlarin tahsili için çalışıyorsunuz. Bu hitap, ya kâfirler içindir. Bu takdirde dünya hayatını tercih etmekten murat, dünya hayatına rıza göstermek, onunla mutmain olmak ve âhiret hayatından tamamen yüz çevirmek demektir. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve onunla mutmain bulunanlar..." Yahut bu hitap, bütün insanlar içindir. Bu takdirde ise, dünya hayatini tercih etmek, zikredilen mânâyı da kapsar; insanın genellikle hâli olamadığı, çalışmada dünya tarafını ahirete tercih etmek ve onun ihtiyaçlarını temin etmek mânâsını da kapsamaktadır. Âyette, dünya nimetlerinin çeşitli dertlerle karışık olmaları ve kısa bir zaman sonra kesilmeleri, konusuna değinilmemiş, çünkü bu husus, gayet açıktır. 18Bak. Âyet 19. 19"Hiç şüphesiz hu, önceki kitaplarda, İbrâhîm ve Mûsa'nın kitaplarında da vardır. " Yani 14. ve 15. âyetlerde, yahut bu sûrenin tamamında anlatılan hakikatler, mânâ itibarıyla öncekilerin kitaplarında, yani İbrâhîm Peygamber ile Mûsâ Peygamberin kitaplarında da vardır. Rivâyet olunuyor ki, Allah'ın indirdiği kitapların tamamı yüz dört kitaptır: Bunlardan on sahife Âdem Peygambere indirmiştir; Şit Peygambere elli sahihe indirmiştir; İdris Peygambere otuz sahife indirmiştir, İbrâhîm Peygambere on sahife indirmiştir; bir de Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u ve Furkan'ı (Kur’ân'ı) indirmiştir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, A'lâ sûresini okursa, Allah'ın, İbrâhîm Peygambere, Mûsâ Peygambere ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiği harflerin on katı kadar sevap verir." |
﴾ 0 ﴿