GÂŞÎYE SÛRESİ

Mekke'de nazil olmuştur; 26 âyettir.

1

"Ey Resûlüm! Dehşeti her yanı saran o Ğâşiye'nin (kıyametin) haberi sana geldi mi?"

Bu istifhamdan murat, burada anlatılanlara taaccüp ettirmek, onları dinlemeye teşvik etmek ve anlatılanların, rivâyetçilerin birbirlerine nakletmeleri ve kendi, köylü herkesin dinleme yarışına girmesi gereken pek garip haberlerden olduğunu zımnen bildirmektir.

Ğâşlye, şiddetleri (çetinlikleri) insanları bürüyen ve korkunç halleri insanları saran dehşetti hâdise demektir ki, bundan murat kıyamettir.

Diğer bir görüşe göre ise, Ğâşiyeden murat, cehennem ateşidir. Ancak doğru olan birinci görüştür. Zîrâ bu âyetten sonra zikredilecek Ğâşıyenın haberi, cehennem ile onun ehline mahsus değil, fakat cennet ehlini anlatmaktadır.

2

Bak. Âyet 3.

3

"O gün bir takım yüzler vardır ki, zelildir; yorgundur, bitkindir; kızgın ateşe girer; onlara kaynar su pınarından içirilir. Onlar için darî'den başka yiyecek yoktan O, ne besler, ne de açlığı giderir."

A- "O gün bir takım yüzler vardır ki, zekidir; yorgundur, bitkindir; kızgın ateşe girer; onlara kaynar su pınarından içirilir."

İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Ğâşiyenin haberi, Peygamberimize gelmemişti; Allah, bu âyetlerle ona bildirmiştir."

Bazı yüzlerin, yani o yüz sahiplerinin yorgun ve bitkin olmaları, onları yoran ağır işler görmeleri yüzündendir ki, bunlar da, bağlı bulunduklari ağır zincirleri, prangaları çekmeleri, develerin bataklığa batmaları gibi ateşe batmaları ve cehennemin tepelerine çıkıp çukurlarına inmeleri gibi işlerdir.

Diğer bir görüşe göre ise, bu insanlar, dünyada kötü ameller isleyip onlardan lezzet alanlardır. İşte kıyamet günü onlar, yaptıkları bu işlerden pek yorgun ve bitkin olacaklardır.

Bir diğer görüşe göre ise, bu insanlar, kendilerini, ahirette faydası olmayan işlerde yorup bitkin duruma düşürmüşlerdi.

B- "Onlar için dahiden başka yiyecek yoktur."

Bundan önce, onlarin içeceklerinin kaynar su olduğu anlatılmıştı.. Nitekim başka bir âyette de: "Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar."

Burada da cehennem ehlinin yiyecekleri anlatılmaktadır.

Darî', şıbrak denilen dikenin kurumuş halidir. Bu diken, yaş iken develer onu yer; kuruyunca ise, ondan kaçınırlar. Bu diken, öldürücü bir zehir içermektedir.

Diğer bir görüşe göre ise, Darî', dünyadaki Darı' dikenine benzeyen bir cehennem ağacıdır.

İbni Keysân diyor ki: "Darî', cehennem ehlini perişan eden ve kendisinden kurtulmak için Allah'a yalvarıp yakardıkları bir cehennem ehli yiyeceğidir. İşte bundan dolayı ona Darî' (tezarru edilen) adı verilmiştir."

Darî', cehennem ehlinden bazılarının yiyeceğidir. Zakkum ve Gislîn ise, diğer bazılarının yiyecekleridir.

C- "O, ne besler, ne de açlığı giderir."

Darî', dünya yiyecekleri gibi besleme ve açlığı giderme vasfı yoktur; o, ancak cehennem ehlinin yemek zorunda kaldıkları, fakat onların ihtiyacını gidermeyen bir yiyecektir. Ancak bu, cehennem ehlinin beslenme ve doyma istidatları olduğu, ancak bu yiyeceğin bunları karşılamadığı anlamında değildir; fakat cehennem ehlinin de bu istidadı olmadığı gibi, bu yiyeceklerin de bu ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu anlamındadır.

Bunun îzâhı da şöyledir: cehennem ehlinin açlığı ve susuzluğu., dünyada bilinen açlık ve susuzluk kabilinden değildir. Bu açlık, bedenin yakıp tükettiğini karşılamak için insanın, tabiî olarak yiyecek ve içeceğe istek duyması, yemek, içmek sırasında da lezzet alması, bunların mideye inmesiyle başka yiyeceklere ve içeceklere gına hâsıl olması ve hazmedilmelerinden sonra beslenme ve kuvvet faydasının gerçekleşmesi şeklinde insana arız olan bir hal değildir.

Cehennem, ehlinin açlığı, ateşin, onların bağırsaklarında yanmasıyla, bağırsaklardaki alevlen çıkaracak ve bağırsakları dolduracak kesif bir şeyin ithaline mecbur kalmalarıdır. Cehennem ehlinin, yiyeceğe herhangi bir istek duymaları, yemek sırasında lezzet almaları, onun sayesinde başkasından gına hâsıl olması, yahut bir kuvvetin hâsıl olması ise, heyhat! ... söz konusu değildir.

Keza, cehennem ehlinin susuzluğu da, onların, darî'i yediklerinde ve onun, karınlarında alevlenmesinde onu söndürecek soğuk bir sıvıya mecbur kalmalarıdır. Onu içmelerinden ise lezzet duymazlar ve hiç kuvvet almazlar, işte bu konudaki şu rivâyetten de kastedilen budur ki, Allah, cehennem ehline açlığı musallat eder de, onları darî'i yemek zorunda kalırlar. Onlar, darî' yediklerinde de onları açlığı musallat eder de, onları kaynar su içmek zorunda bırakır. Bu su da, onların yüzlerini ve bağırsaklarını parçalar.

4

Kızgın ateşe girerler, 

5

Kaynar bir kaynaktan içirilirler.  

6

Onlara, (hayvanların bile sakınıp yiyemediği) bir nebattan başka yiyecek yok.  

7

O, ne besler, ne açlıktan kurtarır.

8

Bak. Âyet 9.

9

"O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar. Dünyadaki çalışmalarından dolayı hoşnutturlar; yüce bir cennettedirler. O arada boş bir söz işitmezler."

A- "O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar."

Burada da cennet ehlinin haberi beyân edilmektedir. Cehennem ehlinin hali önce anlatıldı, çünkü, bu, Ğâşiyenin korkunçluğunu anlatmak için ve haberinin tazimi için daha etkilidir. Bir de, cehennem ehlinin kötü hali anlatıldıktan sonra cennet ehlinin güzel halinin anlaülması, konuya güzellik ve neşe katar.

B- "Dünyadaki çalışmalarından dolayı hoşnutturlar; yüce bir cennettedirler."

Zîrâ o, dünyada yaptıklarının semeresini burada görmüştür.

C- "Oarada boş bir söz işitmezler."

Zîrâ cennet ehlinin kelâmı, tamamen zikir ve hikmetten ibarettir.

10

(Kıymet ve mevkii) yüksek bir cennetde...  

11

Öyle ki, orada boş bir söz işitmezsin.

12

Bak. Âyet 13.

13

"Orada devamlı akan pınar, orada yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, sıra, sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır."

Burada devamlı akan pınar, suyu devamlı akan bir çok pınar, anlamındadır. Nitekim Tekvîr: 14. Ve İnfıtâr: 5. Ayetlerinde geçen nefis de, her nefis (çokluk) anlamındadır." (Yani burada kelimenin temrini, vahdet (bir) ifâde etmemektedir.)

Kadehlerin ve kupaların konulması, cennet ehlinin elinin altına konulmaları demektir.

14

(Önlerine) konmuş bardaklar, 

15

Dizilmiş yastıklar, 

16

Ve serilmiş âla döşemeler...

17

Bak. Âyet 18.

18

"O insanlar, şu devenin nasıl yaratıldığına, şu göğün de nasıl yükseltildiğine, dağların da nasıl dikildiğine, şu yeryüzünün de nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?"

Bu kelâm, açıklanan Gâşiye haberi ile onun, üzerine bina edildiği ve insanların, hakkında görüş ayrılığma düştükleri tekrar dırıkmeyi takrir konusunda, onlarin inkâr edemeyecekleri kanıtları göstermektedir.

Yani onlar, zikredilen âhiret hayatını ve onun hükümlerini inkâr edip Allah'ın kudretinden bunun vukuunu imkânsız mı görüyorlar? Öyleyse gözleri önünde bulunan ve her zaman kullandıkları devenin nasıl hayret verici bir yaratılışa sahip olduğuna, diğer hayvan türlerinin yaratılışındakı temel vasıflardan çok farklı üstün vasıflara sahip olduğuna bir baksınlar; bu hayvanin, cüssesinin büyüklüğüne, kuvvetinin şiddetine ve bünyesinin, yapısının, yerde yüklendikten sonra yavaşça ayağa kalkmak, ağır yükleri uzak mesafelere taşımak gibi gördüğü ağır islere uygun biçimde olduğuna dikkat etsinler. Ayrıca deve, açlığa ve susuzluğa son derece dayanıklıdır. Hattâ kanasiya su içtikten sonra on gün ve daha fazla susuzluğa dayanır; az bir yemekle yerinebilir; diğer hayvanların yemediği ağaçları, dikenleri ve başka şeyleri de yer. Bununla beraber deve, hareketinde, durmasında, çökmesinde ve kalkmasında insana son derece itaatkârdır; insan, bunlarda istediği gibi onu yönlendirir ve küçük büyük herkes deve katarını idare edebilir.

Yine, onlar, şu göklerin de, akıl, fikir ermeyecek hârikalıkta, çok uzaklarda, direksiz ve dayanaksız olarak nasıl yükseltildiğine, her taraflarında dolaştıkları, sularından ve ağaçlarından faydalandıkları dağların da, eğilmez ve sarsılmaz şekilde sağlam olarak nasıl yükseltildiğine, üstünde seyahat ettikleri, çeşitti tasarruflarda bulundukları yeryüzünün de, üstlünde yaşayan canlıların maslahatlarının gerektirdiği biçimde nasıl tesviye edilip yayıldığına, tefekkür ve ibret gözüyle bakmazlar mı? Bunların yaratılmasının, haşir ve âhiretin hak olduğuna şahittik ettiklerini düşünüp de, içinde bulundukları inkâr ve nefretten dönmezler mi ve senin uyarılarını dinleyip îmân ve itaat ile, âhiret hayatına hazırlık yapmazlar mı?

19

Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmiş?  

20

Yere de bakmazlar mı, nasıl döşenmiş?

21

Bak. Âyet 22.

22

"Ey Resûlüm! O halde sen öğüt ver; çünkü sen ancak bir öğüt vericisin; onların üzerinde bir zorba değilsin. Ancak yüz çevirip inkâr edene gelince, işte Allah, onu en büyük azap ile cezalandırır. Şüphesiz onlarin dönüşü ancak bizedir. Sonra onların hesaba çekilmeleri de ancak bize aittir."

A- "Ey Resûlüm! O halde sen öğüt ver; çünkü sen ancak bir öğüt vericisin; onların üzerinde bir zorba değilsin."

Yani sen öğüt vermekle yetin; onlara ısrar etme; onlarin düşünmemeleri ve öğütten faydalanmamaları seni ilgilendirmez; çünkü sen ancak bir öğüt vericisisin; onları, istediğin şeye icbar edecek bir zorba değilsin. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "Sen onlarin üzerinde bir zorlayıcı değilsin."

B- "Ancak yüz çevirip inkâr edene gelince, işte Allah, onu en büyük azap ile cezalandırır."

En büyük azaptan murat, cehennem azabıdır.

Yani sen herkese öğüt vermeye devam et, ancak îmânından umudun kesilip yüz çevirmiş ve bu yüzden de en büyük azaba müstahak olmuş olan kimse müstesna.

C- "Şüphesiz onlarin dönüşü ancak bizedir. Sonra onlarin hesaba çekilmeleri de ancak bize aittir."

Bu, Allah'ın, onları en büyük azap ile cezalandırmasının illetidir.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, Gâşiye sûresini okursa, Allah, onun hesabını kolaylaştırır."

23

Ancak (öğüdden sonra) yüz çeviren ve (Allah’ı) inkâr eden (var ya), 

24

Allah onu, en büyük azabla azablandıracaktır.  

25

Muhakkak ki, onların dönüşleri bizedir.  

26

Sonra onların hesablarını görmek de yalnız bize aiddir.

0 ﴿