DUHA SÛRESİMekke'de nazil olmuştur; 11 âyettir. 1Bak. Âyet 2. 2"Duha'ya (kuşluk vaktine) yemin olsun. Sükûnete erdiğinde geceye de yemin olsun ki, ey Resûlüm! Rabbin, seni terketmedi ve sana darılmadı." A- "Duhaya (kuşluk vaktine) yemin olsun." Duka, güneşin iyice yükseldiği günün ilk zamanlarıdır. Tefsir âlimleri derler ki; burada yemin için kuşluk vakti tahsis edilmiş, çünkü Mûsâ peygamber, bu vakitte ilâhî hitaba muhatap olmuş ve yine bu vakitte sihirbazlar, onun davasının hak olduğunu anlayarak secdeye kapanmışlardı. Nitekim bir âyette şöyle denilmektedir: "Mûsâ onlara dedi ki: Buluşma zamanımız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun." Diğer bir görüşe göre ise, burada Duha'dan murat, gündüzdür. Nitekim: "Ya da o ülkelerin halkı duha vakti eğlenirlerken kendilerine azabımız gelmeyeceğinden emin mı oldular?" âyetinde de Duha, gece mukabilinde zikredildiğine göre ondan da gündüz kastedilmektedir. B- "Sükûnete erdiğinde geceye de yemin olsun ki, ey Resûlüm! Rabbin, seni terketmedi ve sana darılmadı." Yani geceleri insanlar sükûnete erdiklerinde, yahut gecenin karanlığı iyice çöktüğünde geceye de yemin olsun. Katâde, Mukatil ve Cafer el-Sadik'tan rivâyet olunduğuna göre, burada Duha'dan murat, Allah'ın Hazret-i Mûsâ ile konuştuğu kuşluk vaktidir ve bu geceden murat da, miraç gecesidir. Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Kehf sûresinin tefsirinde de belirtildiği gibi, "inşaallah" demediği için, yahut ısrarcı bir dilenciyi reddettiği için, vahiy günlerce gecikti, Bunun üzerine müşrikler: "Muhammed'in Rabbi, kendisini terk etti ve ona darıldı" dediler. İşte o zaman, müşriklerin iddiasını reddetmek ve Peygamberimize, beklenen ikramın hâsıl olduğunu müjdelemek üzere bu âyet nazil oldu. Nitekim burada "Rabbin" ifâdesinin kullanılması da, bunu zımnen bildirmektedir; zîrâ Rab, terbiye eden ve kemale erdiren, demektir." (O halde. Peygamberimizin Rabbi, mutlaka kendisini terbiye edecek ve kemâle erdirecektir.) 3Rabbin seni terk etmedi (Ey Resûlüm), darılmadı da... 4"Senin için o âhiret, bu dünyadan elbette hayırlıdır." Bundan önce, Allah'ın, Peygamberimizi terk etmediği, ona da tıkmadığı, dünyada vahyin ve ikramın devam edeceği belirtildikten sonra burada da, ahirette kendisine vereceği nimetlerin, dünya nimetlerinden daha büyük olduklarını müjdelemektedir. Zîrâ âhiret nimetleri, ebedîdir ve mudak olarak keder ve üzüntü şaibelerinden temizdir; dünya nimetleri ise, geçicidir ve sıkıntılarla karışıktır. Peygamberimize verilen peygamberlik şerefine, her ne kadar diğer şerefler muadil olamıyorsa ve hiçbir fazilet, ona yaklaşamiyorsa da, fakat dünya peygamberlik hizmetinin ve hükümlerinin yürütülmesi, bir takım ağır sıkıntılardan hâli değildir. Kaldı ki, Peygamberimizin peygamberkginin, ahirette kendisi için hazırlanmış olan, "İnsanların âlemlerin Rabbi huzurunda divan duracakları günde..." âyetinde de belirtildiği üzere Allah'ın huzurunda toplanılacağı gün bütün peygamberlerin ve resullerin önünde olması, ümmetinin bütün ümmetler hakkinda şahit olmaları, onun şefaati sayesinde mü’minlerin derecelerinin, mertebelerinin yükseltilmesi ve ifâdelere sığmayan daha nice yüksek ikramlara göre durumu, matluplara (hedeflere) götüren hazırlık unsurları gibidir. Diğer bir görüşe göre ise, bu âyette âhiretten murat, Peygamberimizin durumunun akıbetidir. Yani ey Resûlüm! Senin irşadının sonu, başlangıcından hayırlı olacaktır; gittikçe kuvvetin artacak ve sen insanlar nazarında yükseleceksin. 5"Rabbin muhakkak yakında sana verecek; sen de hoşnut olacaksın." Bu, Allah'ın kapsamlı bir ikram vaadi olup dünyada Allah'ın, Peygamberimize verdiği kâmil nefis, öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri, Peygamberimiz asrında, râşid halifeler ile diğer islam hükümdarlarının zamanlarında gerçekleşen fetihlerle elde edilen galibiyet ile dinin yüceltilmesi, dünyanın doğusunda ve batısında İslam davetinin yayüması gibi nimetler ile Peygamberimiz için ahirette verilmek üzere hazırlanan ve Allah'tan başka kimsenin bilmediği nimetlerin hepsini kapsamaktadır. İbn Abbâs, bu âhiret nimetlerinden bir nebze söz etmiştir. Nitekim Peygamberimiz, ona şöyle demiştir: "Benim, için cennette beyaz inciden ve toprakları da miskten olan bin saray var." 6"O, seni bir öksüz olarak bulup da barındırmadı mı?" Bu âyetten itibaren de, Allah, hayatının başından o zamânâ değin Peygamberimize ihsan buyurduğu çeşidi büyük nimetleri sayıyor ki, Peygamberimiz, hazır ve mevcut nimetleri, vaat edilen ve beklenen nimetlere kanıt olarak saysın da, kalbi mutmain olsun ve göğsü inşirah (ferahlık) duysun. Burada istifham, en anlamlı şekilde takrir anlamını ifâde içindir, yani elbetteki Rabbin bunu yapmıştır, demektir. Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimizin muhterem validesi, kendisine altı aylık hamile iken babası vefat etti. Sekiz yaşında iken de validesi vefat etti. Bundan sonra amcası Ebû Talip, onun bakımını üstlendi ve kendisine büyük şefkat gösterip onu pek güzel büyüttü, işte âyette ifâde edilen Peygamberimizin barındırılması budur. 7"Yine o, seni şaşırmış bulup da doğru yola iletmedi mi?" Yani senin Rabbin, seni, akılların emmediği dinî hükümlerden (şeriatlerden) habersiz bulup da sana vahiy ettiği Kitab-ı Mübînin (apaçık kitabin, her şeyi açıklayan kitabin) içerdiği dinî hükümlerin düsturlarına vâkıf kılmadı mı? Nitekim diğer bir âyette de: "Sen önceleri kitap nedir, bilmezdin." denilmektedir. Diğer bir görüşe göre Peygamberimiz, çocukluğunda Mekke'nin bazı vadilerinde kaybolmuştu. Bu arada Ebû. Cehil, onu bulup (dedesi) Abdulmuttalib'e getirmişti. Bir görüşe göre, bir kez daha kaybolmuş ve onu aramışlar; fakat bulamamışlardı. Bunun üzerine Abdulmuttalib, Kâ'be'yi yedi kez tavaf ettikten sonra Allah'a yakarışta bulunmuş; bu sırada gökten seslenen bir münadinin şöyle dediğini duymuşlardı: "Ey insanlar cemaati! Endişe etmeyin; zîrâ hiç şüphesiz Muhammed'i perişan etmeyecek ve zâyî olmasına müsaade etmeyecek Rabbi vardır. Haberiniz olsun kı, Muhammed, Tihâme vadisindeki sakız ağacının altında bulunmaktadır." Bunun üzerine Abdulmuttalib ile Varaka b. Nevfel derhal oraya gittiler; baktılar Peygamberimiz, bir ağacın altında onun dalları ve yapraklariyla oynuyor. Bir diğer görüşe göre de, Peygamberimizin süt annesi Halime Hatun, onu sütten kesip kendisini Abdulmuttalib'e geri vermek üzere getirdiğinde onu Kâ'be'nin kapısı yanında kaybetmişti. Başka bir görüşe göre de, Ebû Talib, Şam'a yaptığı bir yolculukta Peygamberimizi de yanında götürmüş ve yolda Peygamberimiz kaybolmuştu. Rivâyet olunuyor ki, İblis, karanlık bir gecede Peygamberimizin, sıranda bulunduğu devenin yularından tutup yoldan çıkarmış; bunun üzerine hemen Cebrâîl , gelip İblis’e bir ûflemiş; iblis, kendini Hindistan toprağında bulmuş; Cebrâîl de Peygamberimizi geri kafileye getirmişti. İşte bu rivâyetlere göre, Peygamberimizin kaybolduğunu söyleyenler, onun hidâyet edilmesini de, kendisinin, bulunup dedesine veya amcasına kavuşturulması olarak tefsir etmektedirler. 8"Ve seni yoksul bulup da zengin kılmadı mı?" Yani seni yoksul bulup da, Hazret-i Hadice validemizin malı ile, yahut ticaret kazancından sana hâsıl olan mal ile, yahut savaşsız olarak elde edilen ganimetler ile sem zengin kalmıştır. (Zîrâ savaşsız elde edilen ganimetlerde mûcâhidlerin hakkı olmayıp tasarruf hakin tamamen Peygamberimize verilmiştir.) Nitekim Peygamberimiz, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Benim rızkım, mızrağımın gölgesinde kılınmiştır." 39 39 Buhârî /Kitabu'l Cihad, bab: 88; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/50 Başka bir görüşe göre ise, yani Rabbin, seni kanaatkar ve gönlünü zengin Alınıştır, demektir. 9"O halde yetimi sakın kahretme (ezme)." Yani sakın yetimin malını elinden alma. Mücâhıd diyor ki: "Yani yetimi hakir görme." Bir kırâete göre âyetteki kalır (takher) fiili, kehr (tekher) olarak okunmuştur. Buna göre, yani yetime surat asma, demektir. 10"Sual edeni (dileneni) de sakın azarlayıp kovma, " Yani dilenciye de sakın kırıcı ve kaba sözler söyleme; yardım edemeyeceksen, bari onu güzellikle geri çevir. İbrâhîm b. Edhem diyor ki: "Dilenenler, ne kadar güzel insanlardır! Onlar, bizim âhiret azıklarımızı oraya taşıyorlar." İbrâhîm el-Nehaî de diyor ki: "Dilenci, âhiret postasıdır; her hangi birinizin kapısına gelip "Siz ailenize bir şey gönderecek misiniz?" der." Diğer bir görüşe göre ise, burada sual edenden murat, dinî konular sorandır. 11"Rabbinin nimetini de şükranla andı. " Yani Rabbinin sana bahşettiği nimetlerin şükrünü edâ et; onu duyun; eserlerini ve hükümlerini göster. Bu nimetten murat, Allah'ın Peygamberimize lütfettiği çeşitli nimetler ve ezcümle bundan önceki âyetlerde sayılanlar ve vaat edilenlerdir. Hulâsa: ey Resûlüm! Sen daha önce yetim idin, kaybolmuştun, yoksul idin, sonra Allah, seni barındırdı, seni hidâyete eriştirdi ve seni zengin kıldı. O halde ne olursa olsun, sen, bu üç konuda Allah'ın sana bahşettiği, nimetlerin haklarını sakın unutma; sen de Allah yolunu tut; O, sana ihsanda bulunduğu gibi sen de insanlara ihsanda bulun; bunun için de öncelikle yetime şefkat göster de, onu barındır; dilenciye de merhamet et ve onu güzel karşıla; onu kapından kovma ve Allah'ın bütün nimetlerini de an. Bu nimetlerin en büyüğü peygamberlik olduğuna göre, Allah'ın kendisini hidâyet ettiği gibi, Peygamberimizin de, dalâlette olan insanları hidâyet etmesi ve Allah'ın kendisine kitap ve hikmeti öğrettiği gibi, onun da dinin kurallarım ve hükümlerini öğretmesi kendisine verilen bu emirlere dâhildir. Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur. "Bir kimse, Duha sûresini okursa, Allah onu, haklarında Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şefaat etmesine razı olduğu zümreye dâhil eder ve bütün yetimler ve dilenciler sayısının on katı kadar ona sevap yazan" |
﴾ 0 ﴿