TİN SÛRESİMekke'de, yahut Medine'de nazil olmuştur; 8 âyettir. 1Bak. Âyet 2. 2"İncire, Zeytine de, Sina Dağına da ve şu Emin Şehre de yemin ederim ki, biz muhakkak şu insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağkarm en aşağısına döndürdük." A- "İncire, Zeytine de, Sina Dağına da ve şu Emin Şehre cie yemin ederim ki, biz muhakkak şu insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların en aşağısına döndürdük." Bu incir ve Zeytin, dünyadaki incir ve Zeytindir. Bütün meyveler içinde Allah'ın, onları yemin için tahsis buyurması, üstün özettikleri olmasından dolayıdır. Zîrâ incir, pek leziz bir meyve olup yenmeyen fazlalığı yoktur; aynı zamanda hafif bir gıda olup hazmı çok kolaydır; faydaları çok olan bir devadır; tabiatı (kanı) yumuşatır (inceltir); balgamı söker; böbrekleri temizler; mesanedeki kumları izâle eder; bedeni şişmanlandırır; ciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Ebû Zer (radıyallahü anh) rivâyet ediyor ki: "Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sepet incir hediye edildi Peygamberimiz, ondan yedi ve ashabına da şöyle buyurdu: Yeyin! eğer ben, bir meyvenin cennetten geldiğini söyleseydim, mutlaka işte budur, derdim. Zîrâ cennet meyvesi, de çekirdeksizdik. Siz bunu çokça yeyin; zîrâ bu, gerçekten mayasılları keser ve nikris hastalığına faydalıdır." Ali el-Rıza b. Mûsa'dan rivâyet olunduğuna göre, incir, ağız kokusunu giderir; saçları uzatır ve felci önler. Zeytine gelince; o da hem meyvedir; hem kaüktır; hem de devadır. Zeytinin yalnız, çok faydaları olan bir yağ olması ve nemli olmayan topraklarda yetişmesi bile, yeterli bir üstün vasıftır. Zeytin ağacı, Kur’ân'da mübarek olduğuna şahittik edilen kutlu bir ağaçtır. Muaz b. Cebel (radıyallahü anh), bir zeytin ağacının yanından geçerken ondan bir çubuk kesip misvak yapmış ve şöyle denkş: "Peygamberimizden dinledim, buyurdu kı: Mübarek zeytin ağacından yapılan misvak ne güzeldir! O, ağız kokusunu güzelleştırir ve diş kireçlerini temizler." Muaz diyor ki: "Peygamberimizden şunu da dinledim: zeytin ağacından yapılan misvak, benim de misvakım, benden önceki peygamberlerin de misvakı idi." Diğer bir görüşe ise, Tin ve Zeytun, Arz-ı Mukaddese'de (Mukaddes Topraklarda) iki dağdır. Bunlara Süryânice, Turtinâ ve Tûrzeytâ denilmektedir. Çünkü bu dağlarda incir ve zeytin yetişmektedir. Bir diğer görüşe göre ise, Tin, Hilvan ile Hemedan (İran) arasındaki dağlardır. Zeytun da, Şam dağlarıdır. Çünkü bu dağlar, incir ve zeytinin bolca yetiştiği yerlerdir. Bu itibârla sanki "İncir ve zeytinin bolca yetiştiği yerler..." denilmiştir. Katâde ise diyor ki: "Tîn, Şanı kentinin, üzerinde bulunduğu dağdır; Zeytun da, Kudüs kentinin, üzerinde, bulunduğu dağdır." İkrime İbni Zeyd de diyor ki: "Tîn, Şam'dır; Zeytun da, Kudüs'tür." Taberî de, bu görüşü tercih etmiştir. Muhammed b. Kâ'b ise diyor ki: "Tîn, Ashab-ı Kelıf mescididir; Zeytun da, liyâ (İlyas) mescididir." İbn Abbâs'tan (radıyallahü anh) gelen bir rivâyete göre diyor ki: "Tın, Nûh Peygamberin, Cudî Dağı üzerinde bina ettiği mescittir; Zeytun da, Kudüs mescididir." Dahhâk da diyor ki: "Tın, Mescidd Haram'dır (Kâ'be mescididir); Zeytun da, Mescid-i Aksa'dır. " Sahih olan birinci görüştür. Nitekim İbn Abbâs diyor ki: "O, sizin yediğiniz incirdir ve sizin sıkıp zeytinyağını elde ettiğiniz zeytindir." Mücâhid, İkrime, İbrâhîm el-Nehaî, Ata, Câbir, Zeyd, Mukâtil ve Kelbî de bu görüşü almışlardır. Sina Dağı, Mûsâ Peygamberin, Rabbine münacatta bulunduğu dağdır. Emin şehir, Mekke-i Mükerreme'dir. Onun eminliği, eminin (emniyet görevlisinin), emanetine verilenleri koruduğu gibi, Mekke'nin de, kendisine girenleri korumasıdır (dokunulmaz kılmasıdır). B- "Biz muhakkak şu insanı en güzel biçimde yaratmışızdır." Yani biz, insan cinsini suret ve mânâ olarak, olabilecek en güzel şekil ve sıfatta yaratmışızdır. Nitekim Allah onu, boyu düzgün, âzası mütenasip ve hayat, ilim, kudret, irade, kelâm (tekellüm), sem' (işitme), basar (görme) sıfatları ile bunlardan başka diğer ilâhî sıfatların örnekleri ve eserleri olan sıfatlara sahip olarak yaratmıştir. Bazı âlimler bunu, Peygamberimizin şu hadisiyle ifâde etmişlerdir: "Allah, Ademi kendi suretinde yaratmıştır." Diğer bir rivâyette ise bu hadis şöyledir: "Allah, Âdem'i rahman suretinde yaratmıştır" 42 42 Buharî/Kıtabü'l İstizan, bab: 1; Müslim/Kitabu'l Birr, hadis: 115; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/244, 251, 315, 323 Bu âlimler, "Kendini bilen, Rabbini bilir" kelâmının mânâsının tahkikini de buna bina ederek şöyle demişlerdir: insanî nefis, mücerret olup bedenî bir hal de değil, ondan tamamen ayrı bir hal de değildir; onun bedenle alakası, tedbir ve tasarruf alakası gibidir; nefis, dilediği gibi bedeni kullanmaktadır. Şöyle ki: nefis, her hangi bir cismanî fiili gerçekleştirmek istediği zaman, onu kalpteki hayvani ruha telkin eder. Kalpteki bu ruh, ruhlar içinde nefse karşı en dürüst, en safiyetli ve en yakın ruhtur ve mücerretler alemiyle de en kuvvetli münasebeti, olan ruhtur, işte nefis, ruhanî telkini bu ruha yapar ve o da, kalp damarlarındaki ruhlar vasıtasıyla bunu beyne ulaştırır. Beyin, sinir sisteminin merkezi olup insanı hareket ettiren kuvvetler burada bulunmaktadır. İşte o zaman beyin, o fiilin uzak ve yakın unsurlarına uygun olan âz ayı hareket ettirir. Böylece o fiil insandan sâdır olur. İşte bu keyfiyetle nefsin sıfatlarını ve fiillerini bilen kimsenin, yegâne galip hükûmranlığın sahibi Rabb'ul İzzettin marifet: basamaklarından yükselip şu hakikate muttali olur: Allah, kâinata, dâhil olmak halinden de, ondan hariç olmak hâlinden de münezzehtir. O, düediği fiilleri ve irade buyurduğu hükümleri görevlendirdiği melekler vasıtasıyla gerçekleştirir. Büyük âlemin bir nüshası ve örneği olan insanî âlemde düzenlenmiş olan ruhlar ve kuvvetler, o meleklerin icraatlarına delil olarak değerlendirilir. C- "Sonra onu aşağıların en aşağısına döndürdük." Yani sonra biz, insanı, çirkinlerin en çirkini ve aşağıların en aşağısı olan cehennem ehlinden kıldık. Çünkü bu insan, onda yarattığımız sıfatların gereklerine göre hareket etmedi. Eğer o sıfatların gereklerini yapsaydı, yüceler yücesinde (A'bayi Illıyyûnda) olacaktı. Diğer bir görüşe göre ise, yani biz, insanı insan ömrünün en reziline döndürdük ki, bu, gençlikten sonra ihtiyarlıktır ve kuvvetten sonra zafiyettir. Nitekim diğer bir âyette şöyle denilmektedir: "Biz kime uzun ömür verirsek, onun gelişmesini tersine çeviririz." 3Bir de bu emîn şehre (Mekke’ye) ki: 4Biz, gerçekten insanı, en güzel bir biçimde yarattık. 5Sonra onu, (küfre varınca) aşağıların aşağısına çevirdik, (cehennemlik yaptık). 6"Fakat îmân edip sâlih ameller de yapanlar müstesna; onlar için tükenmez bir mükâfat vardır." Yani ihtiyar ve çok yaşlı oldukları halde Allah'a itaat ve ibadetlerde sabır gösterip bu yolda meşakkatlere katlananlara, bu amellerine karşılık tükenmez bir mükâfat, yahut minnetsiz bir mükâfat vardır. 7"Artık bundan, sonra ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir?" Bu hitap, Peygamberimiz içindir. Yani ey Resûlüm! Bu gerçeği bildiren bunca açık delillerden sonra ceza günü konusunda delâlet veya ifâde olarak hangi şey, yahut kim seni yalanlayabilir? Diğer bir görüşe göre ise, bu hitap, insan için olup tahkir ve ilzamı ağırlaştırmak içindir. Yani ey insan! Bunca delillerden sonra dini yalanlayıp inkâr etmene sebep nedir? İnsanın bir damla meniden yaratılması, aşama aşama düzgün bir insan haline getirilmesi ve kemal ile noksanlık olarak halden hale döndürülmesi, Allah'ın tekrar diriltmeye ve uhrevî cezaya muktedir olduğuna dâir en açık delillerdendir. O halde ey insan! Bunca kesin delillerden sonra dini yalanlamaya zorlayan, seni yalancı yapan sebep nedir? 8"Allah, hükme de tilerin en üstünü değil midir?" Yani bütün bu anlatılanları yaparı Allah, yaratma olarak ve tedbir olarak hükmedenlerin en üstünü değil midir ki, insanı tekrar hayata döndürmeyeceği ve âhirette ceza vermeyeceği vehmedilebilsin! Allah'ın, hükmedenlerin en üstünü olmaması imkânsız olduğuna göre, şu halde uhrevî hayat ve ceza, kesinlik kazanmış olur. Buna göre, bu âyet, mâkabk için bir îzâh mahiyetindedir. Diğer bir görüşe göre ise, burada hüküm, karar vermek anlamındadır. Buna göre ise bu kelâm, kâfirlere bir tehdittir ve Allah'ın, onların müstahak oldukları azap ile aleyhlerine hükmedeceğini bildirmektedir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna, kendisi bu sûreyi okuyunca, sonunda şöyle derdi: "Belâ ve enâ alâ zâlike mine'ş şâhidîn/Elbette ki!.. Ben de, buna şahitlik edenlerden An!" Yine. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Tîn sûresini okursa, dünyada kaldığı müddetçe Allah ona iki haslet verir: Afiyet ve Yakîn (kesin îmân). Bu kimse öldüğü zaman da Allah, bu sûreyi okuyanlar sayısınca kendisine sevap verir." |
﴾ 0 ﴿