ALAK SÛRESİMekke'de nâzil olmuştur; 19 âyettir. 1Bak. Âyet 2. 2"Yaratan Rabbinin ismiyle oku! O, insanî Alak'tan (kan pıhtısından) yaratmıştır." A- "Yaratan Rabbinin ismiyle oku!" Yani ey Resûlüm! Sana vahiy edilenleri oku! Zîrâ okuma emri, mutlaka okunacak bir şeyi gerektirir. Ve okunmak için bir şey tayin edilmediğine göre, onun, mutlaka bu emirle ilgili bir husus olması gerekir. İster bu sûre, ilk nazil olan sûre kabul edilsin, ister edilmesin. Hakikate en yakın olan, bu âyetlerden 5. âyete kadar Peygamberimize ilk nazil olanlardır. Nitekim Zührî'nin rivâyet ettiği meşhur hadis de, bunu bildirmektedir. Burada Rab unvanın kullanılması ve Peygamberimizin zamirine izafe edilmesi (Rabbinin ismiyle...), Allah'ın, ona indireceği vahiylerle, kendisini beşerî kemalâtin en yüksek derecesine ulaştıracağını zımnen bildirmektedir. Rabbin kökü olan Rubûbiyet, terbiye ve onun lâyık olduğu kemale tedricî olarak eriştirmek anlamını ifâde etmektedir. Rabbin, yaratmakla vasiflandırılması, Peygamberimize bahşedilen nimeti hatırlatmak ve şu hakikate de dikkat çekmek içindir: insani bu hayaüyla ve diğer kemalât bir yana, yalnız, bunu izleyen ilmî ve amelî kemalâtı, hayat kokusunu duymamış bir maddeden yaratmaya Kadir olan kuvvet, Hayy (canlı), Âlim (bilgi sahibi) ve Mütekellirn (konuşan) bir varlığa okumayı öğretmeye de haydi haydi Kadirdir. Yani o Rabb ki, mahlukları yoktan var etmiş ve bunu kendine tahsis buyurmuştur; yahut her şeyi yaratmıştır. B- "O, insanı Alak'tan (kan pıhtismdan) yaratmıştır." Bütün mahluklar içinde insanın yaratılışının zikre tahsis edilmiş olması, yaratılış olarak ve tedbir yeteneği olarak, özel mükemmeliyetlerinden dolayıdır. Ayrıca insanın şânını tazim etmek içindir. Çünkü insan eşref-i Mahlukattır (en şerefli mahluktur); vahiy, ona nazil olmuştur ve okumaya memur olan da odur. Alak, donmuş kan demektir. Burada Alakm zikredilmesi, Allah'ın kudretinin kemalini beyân etmek içindin Zîrâ bu şekilde insanın ilk hali ile son hali arasındaki açık farklılık gösterilmiş olmaktadır. İnsan yaratılışının geçirdiği aşamalar içinde Alakın zikre tahsis edilmiş olmasının sırrı, âyetlerin sonundaki edebî uyumun gözetilmesi olsa gerek. Yoksa, nutfe (meni) ve toprak, Alaktan daha çok Allah'ın kudretinin kemaline delâlet etmektedir. Çünkü bunların ikisi, insandan, Alaktan daha uzak aşamalardın insani yaratmak, yahut Allah'ın, Peygamberimize bahşettiği nimetler, Allah'ın varlığına, kudretinin, ilminin ve hikmetinin kemaline delâlet eden delillerin başlıcaları oldukları için, Allah, önce Zâtını bununla vasıflandırmistir ki, Peygamberimiz, bunu, Allah'ın, kendisine okuma imkânını vermeye Kadir olduğuna kanıt olarak değerlendirsin, 3Bak. Âyet 4. 4"Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretti; insana bilmediklerini öğretti." Yani emir olunduğun şeyi yap! Okuma emrinin tekrarı, zorunluluğa tekîd etmek için ve bir de, bundan sonra gelen "Rabbin en büyük kerem sahibidir, .." kelâmına hazırlık olması içindir. Zîrâ bu kelâm (Rabbin en büyük kerem sahibidir...), Peygamberimizin: "Mâ enâ bi kaariin/ben, okuyan biri değilim ki!.. 43."sözleriyle beyân ettiği mazereti, kaldırmak içindir. 43 Buhârî /Kıtabu Bed'ı'l-vahyi, bab: 3. Müslim /Kitabu'l îmân, hadis: 252. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/233 Peygamberimiz, bu sözleriyle demek istemişti ki, okumak, okuma-yazma bilenin işidir. Ben ise, ümmi bir kimseyim. İşte o zaman kendisine şu anlama gelen kelâmı söyledi: "Sana, kendi, adını anarak okumayı emreden Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O, başka insanlara yalnız kalem vasıtasıyla yazmayı öğretti, işte o, okuma-yazma bilenlere yazı ve kalem ile öğrettiklerini bunlar olmaksızın sana öğretecektir. O, insana, külk, cüzî, açık, gizli hususlardan bilmediklerini, hiç aklına gelmeyen şeyleri kalem ile ve kalemisiz olarak öğretti." 5İnsana bilmediği şeyleri öğretti. 6Bak. Âyet 7. 7"Hayır! Kadar, şu insan, kendini müstağni görürse, muhakkak azar. Şüphe yok ki, son dönüş, Rabbinedir." A- "Hayır! Kadar, şu insan, kendini müstağni görürse, muhakkak azar." Yani azarak Allah'ın nimetine nankörlük etmek, asla olmamalıdır. Kadar, şu insan kendini ihtiyaçlardan müstağni görürse, muhakkak haddini tecavüz eder ve Rabbine karşı kibir taslar. Bir görüşe göre, bu sûrenin bu bölümünden itibaren sonuna kadar, buraya kadar olan bölümün nâzıl olmasından bir zaman sonra Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur. Zahir olan görüş de budur. Hazret-i Âişe'den -A rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Resûlüllah ile beraber öyle zamanlar gördük ki, hurma ve sudan başka gıdamız yoktu." 44 44 Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/71, 86. "Eğer Allah, kullarının rızkını bol bol verseydi, muhakkak yeryüzünde azarlardı." âyetinin zahirine göre, istiğnanın kendisi, azmanın sebebi olarak gösterilirken, burada insanın, kendisini müstağni görmesinin azmanın sebebi olarak gösterilmesi, insanın azmasının ana sebebinin, onun fasit ameli olduğunu bildirmek içindir. Rivâyet olunuyor ki, Ebû Cehil, Peygamberimize dedi ki: "Sen, müstağni olan kimsenin azdığını mı iddia ediyorsun? O halde Mekke dağlarını bizim için altın ve gümüş yap; belki biz onlardan alırız da, azıp dinimizi terk ederiz ve senin dinme tâbi oluruz." Bunun üzerine Cebrâîl , Peygamberimize nazil olup ona dedi ki: "Ya Resûlallah! Sen dilersen, bunu yaparım (Mekke dağlarını altın ve gümüş yaparım). Ama ondan sonra da îmân etmezlerse, Mâide yaranına yaptıklarımızı 45 onlara da yaparız." Bunu duyan Peygamberimiz, onların o azaba uğratılmamaları için bu duadan (Mekke dağlarının altın ve gümüş olması için yapacağı duadan) vazgeçti. 45 Mâide: 112- 115. Âyetlerin tefsirine bak. B- "Şüphe yok ki, son dönüş, Rabbinedir." Bu kelâm, azgın için bir tehdit olup onu azgınlığın akıbetinden sakmdırmaktadır. Yani bütün insanlar, ölümle ve tekrar dirilişle, başkasına değil, yalnız senin Rabbine, bütün işlerinin yegâne mâlikine döneceklerdir; onların, akıbetine ne müstakil olarak, ne de müşterek olarak hiç kimse müdahale edemeyecektir, işte o zaman sen de azgınlığının akıbetini göreceksin. 8Muhakkak ki, (ey insan!) Nihâyet Rabbinedir dönüş. 9Bak. Âyet 10. 10"Namaz kılarken bir kulu men' edeni gördün mü?" Bu kelâm Ebû cehil'in halini takbih, tahkir etmekte, taaccübe şayan bir hal olduğunu belirtmekte ve bu şenaat ve garabetin, herkesin görüp hayret etmesi gereken bir derecede olduğunu bildirmektedir. Rivâyet olunuyor ki, Ebû Cehil, Kureyş'in azgın kâfirlerinden bir cemaat içinde dedi ki: "Yemin ederim ki, Muhammed'i görürsem, mutlak ve muhakkak ayaklarımla onun boynuna basacağım!" sonra Peygamberimizi namaz kılarken gördü ve derhal ona yöneldi; sonra aniden geri döndü. Görenler ona: "Ne oluyor sana?" dediler. Ebû Cehil de: "Benimle onun arasında ateş dolu bir hendek var; korkunç, kanatlı yaratıklar var." İşte o zaman, bu âyetler nazil oldu. Burada Peygamberimizin bir kul olarak ifâde edilmesi, kendisini tazım için, bu yasağı da ağırlaştırmak için ve bundan taaccübü tekîd etmek içindir. Burada görmekten murat, göz görmesidir. 11Bak. Âyet 12. 12"Gördün mü? Ya o kul, doğru yol üzerinde idiyse, yahut takvayı emrediyor idiyse!" 13"Gördün mü, ya o men' eden, yalanlıyor ve haktan yüz çeviriyor idiyse!" Buradaki görmeler, kalp görmesidir. Zîrâ görmek, görülen şeyi anlatmanın sebebi olduğundan, onun sorulması, görme konusunu anlatmak yerinde kullanılmıştır. 14"O engelleyen, Allah'ın., yaptıklarını muhakkak gördüğünü bilmez mi?" Bu âyetler, şöyle de tefsir edilmiştir: A- Bana söyle, bakayım! O engelleyen, eğer Allah'ın ibadetini engellemesinde doğru yol üzerinde idiyse, yahut kendisi inandığı gibi, putlara tapmayı emretmesinde takvayı emrediyor idiyse, yahut bizim dediğimiz gibi, hakkı yalanlıyor ve doğrudan yüz çeviriyor idiyse, Allah'ın, yaptıklarım muhakkak bildiğini, onun ahvaline muttak olduğunu, sonunda bundan dolayı kendisini cezalandıracağını bilmez mi ki, bu yaptıklarına cüret ediyor? B- Bana söyle, bakayım! Allah'ın bazı kullarını O'nun namazından engelleyen, eğer Allah'ın ibadetini engellemesinde doğru yolda idiyse, yahut kendisi inandığı gibi, putlara tapmayı emretmesinde doğruyu ve takvayı emrediyor idiyse ve yine, bizim dediğimiz gibi, eğer hakkı yalanlıyor ve doğru dinden yüz çeviriyor idiyse, Allah'ın, yaptıklarını bildiğim, hidâyet veya dalâlet olan ahvaline muttali olduğunu, amellerine göre kendisini cezalandıracağını bilmez ini? C- O namaz kılan bir kulu men' edeni gördün mü? Halbuki hidâyetten men' edilen, takvayı emretmekte, men' eden ise, hakkı yalanlayıp ondan yüz çevirmektedir. Bundan daha garip bir şey var mı? Diğer bir görüşe göre ise, ikinci hitap kâfir içindir. Zîrâ Allah, iki hasmı huzuruna alıp bir ona, bir buna hitap eden hâkim gibidir. Sanki şöyle demiştir: Ey kâfir! Bana söyle bakayım: Eğer onun namazı, hidâyet ise ve Allah'a duası, takvayı emretmek ise, onu engeller misin? Diğer bir görüşe göre ise, bu engellemeyi yapan, (anılan Ebû Cehil değil, ) Ümeyye b. Haleftir. Ümeyye, Selman'ı namazdan men' ediyordu. 15Bak. Âyet 16. 16"Hayır! Yemin olsun ki, eğer böyle şeylerden vazgeçmezse, mutlak ve muhakkak alnından (perçeminden), o yalancı, günahkâr alnından tutup cehenneme sürükleriz. O zaman o, meclisini çağırsın; biz de zebartileri çağıracağız." Meclisinden murat, meclisine katılan taraftarlarıdır. Rivâyet olunuyor ki, bir gün Ebû Cehil, Peygamberimiz, namaz kılarken oradan geçiyordu. Peygamberimizin namaz kıldığını görünce: "Ben sem bu namazdan meri etmemiş miydim?" dedi. Peygamberimiz de, ona sert bir cevap verdi Bunun üzerine Ebû Cehil: "Sen beni tehdit mi ediyorsun? Bu Mekke vadisinde en kalabalık meclisi olan benim!" İşte o zaman bu âyetler nazil oldu. Yani o, meclisindeki adamlarını imdadına çağırsın; biz de, onu cehenneme sürüklemeleri, için zebanileri çağıracağız. Zebanilerden murat, azap melekleridir. Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Eğer Ebû Cehil, o zaman meclisini çağırsaydı, zebaniler, göz göre göre onu alıp götüreçeklerdi " 46 46 Ahmed: 1/256, 329 Hayır! Ey Resûlüm! Ona asla uyma! Sen yalnız Allah'a secde et ve yalnız O'na yaklaş! Yani ey Resûlüm! Sen o adama karşı olmaya devam et; yalnız Allah'a secde etmeye ve yalnız O'na namaz kumaya devam et ve bu ibadetlerini Allah'a yaklaşma vesilesi kıl! Bir hadiste şöyle denilmiştir: "Kulun, Rabbine en yakın olduğu zaman, secde ettiği zamandır." Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Alak sûresini okursa, bütün mufassal sûreleri okumuş gibi kendisine sevap verilir." (Mufassal: Kısa olduklarından dolayı sûreler arasında çok fasıla bulunan) sûrelerin başlangıcı, eksen Hucurât süresidir. Diğer bir görüşe göre, bunların başlangıcı Muhammed süresidir. Bir diğer görüşe göre Fetlı sûresi, başka bir görüşe göre ise Kaf süresidir. Mufassal sûreler üç gruba ayrılmaktadır: a) Uzun mufassal sûreler. Bunlar, anılan Hucurât sûresinden Bürûc sûresine kadar olan sürelerdir, b) Orta mufassal sûreler. Bunlar da, Târik sûresinden Beyyine sûresine kadar olan sürelerdir, c) Kısa mufassal sûreler. Bunlar da, Zilzâl sûresinden Nâs sûresine kadar olan sûrelerdir. Diğer bir görüşe göre ise, uzun mufassallar, Hucurât'tan Abese'ye kadardır. Orta mufassallar da, Tekvîr'den Duhâ'ya kadardır. Kısa mufassal da, inşirah sûresinden Nâs sûresine kadardır. 17O vakit, (kendisine yardım için) taraftarlarını çağırıb toplasın. 18Biz, (onu cehenneme atsınlar diye) Zebânî’leri çağıracağız. 19Hayır, (Ebû Cehlin yolu sapıktır). Sakın onu dinleme, secdene (namazına) devam et de (Rabbinin rahmetine) yaklaş, (Ey Resûlüm!) |
﴾ 0 ﴿