5"Halbuki onlara ancak dini Allah'a has kılarak ve Hanîfler olarak O'na ibadet etmeleri, namazı da kılmaları, zekâtı da vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru din de budur." A- "Halbuki onlara ancak dini Allah'a has kılarak ve Hanîfler olarak O'na ibadet etmeleri, namazı da Almaları, zekâtı da vermeleri emredilmişti." Bu kelâm, onların yaptıklarının ne kadar çirkin olduğunu ifâde etmektedir. Yani o Kitap ehline, kitaplarında emredilenler, dini Allah'a has Alarak, yahut dinde kendilerini Allah'a has kılarak ve bütün bâtıl inançlardan sıyrılıp islam'a yönelmiş kişiler olarak ancak Allah'a ibadet etmeleri içindi Yahut onlara emredilen ancak, Allah'a ibadet etmeleridir. Eğer burada namaz ve zekâttan, onların dinindeki namaz ve zekât kastediliyorsa, bunun anlamı açıktır. Yok eğer bizim şerıatimizdeki namaz ve zekât kastediliyorsa, kitap ehline, kendi kitaplarında namaz ve zekâtın emredilmiş olmasının mânâsı şudur: Onlara bizim şeriatimize uymalarının emredilmiş olması, şeriatimızin, namaz ve zekâtın da dâhil olduğu bütün hükümlerine uymalarının emredilmesi demektir. B- "İşte dosdoğru, dîn de budur." Yani zikredilen, ihlas ile Allah'a ibadet etmek, namazı hakkıyla kılmak ve zekâtı vermek, dosdoğru dinîn ta kendisidir. Diğer bir görüşe göre ise, bu sûrenin birinci âyetinden üçüncü âyetine kadar olan bölüm, onların, Peygamberimizin gönderilmesinden önce söylemiş oldukları hususları hikâye etmektedir ki, onlar, Peygamberimiz gelinceye kadar dinlerinden ayrılmayacakları yönündeki sözleri ve geldiğinde de dinlerinden ayrılıp hak üzerinde ittifak edecekleri yönünde verdikleri sözdür; Bu sûrenin dördüncü, âyeti de, onların vaadlerinden caydıklarını ve işi tersine çevirip vaadlerine göre dinlerinden ayrılma sebebi olan şeyi, eski dinlerinde sebat etmek ve ondan ayrılmamak sebebi yaptıklarını beyân, etmektedir. Bunun bir örneği de şudur: Fasik olan yoksul, kendisine öğüt verene: "Ben zengin oluncaya kadar bu halimden ayrılmayacağım!" der. Sonra zengin olur; fakat fasıklığını daha da arttırır. O zaman, kendisine öğüt veren ona der ki: "Hani sen zengin oluncaya kadar fasiklıktan ayrılmayacaktın; Halbuki, ancak zengin olduktan sonra fasiklığa iyice abandın!" Ancak malum olduğu üzere, bu îzâh, birçok zorlamalardan sonra ancak, âyetteki tefarrûktan (ayrı düşmekten), haktan ayrı düşmek mânâsı kastedildiği, yani "Haktan ayrı düşmek, bâtılda sebat etmeyi gerektirir" denildiği takdirde, mümkün olabilir. O takdirde sanki şöyle denilmiş olur: onlar ancak, o apaçık delil kendilerine geldikten sonra dinlerinde ittifak ettiler. Ama eğer onların tefarrukundan, fırkalara ayrılmaları, bu görüş sahiplerinin de caiz gördükleri gibi, kimilerinin îmân etmesi, kimilerinin inkâr etmesi ve kimilerinin de bilerek mat etmesi mânâsı kastedikrse, o takdirde bu îzâh mümkün olmaz. Bu noktayı iyice düşünmeksin! |
﴾ 5 ﴿