ADİYAT SÛRESİMekke'de mi, Medine'de mi nazil olduğu konusunda görüş ayrılığı nardır; 11 âyettir. 1Bak. Âyet 2. 2"O harıl harıl koşan atlara, tırnaklarıyla kıvılcımlar çakan atlara, sonra sabah vaktinde baskın yapan atlara, orada tozu dumânâ katan atlara, o anda bir düşman topluluğun içine dalan adara yemin ederim ki, şu insan, Rabbine karşı hiç şüphesiz çok nankördür. Hiç şüphesiz buna kendisi de şahittir ve hiç şüphesiz o, mal sevgisine de çok düşkündür." A- "O harıl harıl koşan atlara, tırnaklarıyla kıvılcımlar çakan atlara, sonra sabah vaktinde baskın yapan atlara, orada tozu dumânâ katan atlara, o anda bir düşman topluluğun içine dalan atlara yemin ederim ki, şu insan, Rabbine karşı hiç şüphesiz çok nankördür." Burada insandan murat, bazı fertlerdir. Düşman mallarını yağmalamak, yahut onları öldürmek, yahut onları esir almak için yapılan baskın, aslında atların binicilerinin işi iken, bu kelâmda atlara isnâd edilmesi, bu tür baskınlarda ana unsurun atlar olduğunu bildirmek içindir. Burada özellikle sabah baskınları zikre tahsis edilmiş, çünkü bu tür baskınlarda mutat olan sabah vaktinde yapılan baskınlardır. Zîrâ baskıncılar, düşmana sezdirmemek için gece yol alırlar ve sabah vaktinde de saldırırlar ki, sabah aydınlığında yapıhnası gerekenleri yapabilsinler. Diğer bir görüşe göre ise, (toz duman, diye tercüme edilen) Nak', feryat figan, demektir. Rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz, Kinâne oğullarından bazı insanlar üzerine bir müfreze gönderdi. Müfrezenin kumandanlığını da Münzir b. Amr el-Ensârî'ye verdi. Bu zât, nakdilerden idi. (Hicretten üç ay kadar önce hac mevsiminde Mekke'ye gelen 70 küsur Medine'li Müslüman ile o zamânâ kadar Medine'ye hicret etmiş olan Mekke'li Müslümanlar Akabe denilen yerde Peygamberimize biat etmişlerdi. Buna ikinci Akabe Biati denilmektedir. İşte bu biatten sonra Peygamberimiz, onlardan kendilerine 12 nakîb (temsilci) seçmelerini emir buyurmuştu. İşte o zaman seçilen nakdilerden biri de Münzir b. Amr el Ensârî idi) Peygamberimiz, gönderdiği bu müfrezeden bir ay haber alamadı. Münafıklar da: "Onlar öldürüldüler" diye haber yaydılar. İşte bunun üzerine bu sûre-i kerime nazil olup onların selâmette olduklarını Peygamberimize bildirdi ve bu müfrezenin, hedef seçilen kavme baskını gerçekleştirdiğini müjdeledi ve o mücâltidler hakkında yalan haber yayan münafıkların nankörlüğünü de teşhir etti. Burada gazilerin atlarının yemine tahsis edilmesinde ziyadesiyle Beraa sanatı vardır. {Beraa, maksada uygun olarak kelâma başlama sanatıdır. } sanki şöyle denilmiştir: Münafıklar, sahipleri hakkında yaydıkları yalan haberi yayarken, şunu, şunu yapan gazilerin atlarına yemin ederim ki, o yalan haberi yayanlar, çok nankördürler. B- "Hiç şüphesiz buna kendisi de şahittir ve hiç şüphesiz o, mal sevgisine de çok düşkündür." Yani insan kendisi de, nankör olduğuna kendi aleyhinde şahittir. Çünkü nankörlük eseri kendisinde açıkça görülmektedir. Ve insan, dünya inalı talebine ve tahsikne çok düşkün ve bunun için büyük kuvvet ve çaba harcamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise, yani insan, dünya malını çok sevdiği ve harcaması kendisine ağır geldiği için çok tutumlu ve cimridir. İnsanın, nankör olarak vasiflandırılmasından sonra bu çirkin vasılla da vasiflandırılmasi, belki de şunun içindir: Münafıkların münafıklık yapmalarının bir sebebi de, dünya malı sevgisidir. Zîrâ onlar, zahiren imân etmekle, mallarını korumuş oluyorlar ve ganimetlerden pay alıyorlar. 3Sabah vakti akın edenlere, 4Nihâyet, o vakit toz duman koparanlara, 5Böylece, o dem, düşman topluluğu ortasına girenlere ki, 6Muhakkak insan Rabbine karşı çok nankördür. 7İnsan da, bu nankör oluşuna şâhittir. 8Gerçekten o, malı sevdiği için çok cimridir. 9Bak. Âyet 10. 10"Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı çıkarılacağı ve kalplerde gizlenenlerin de meydana konulacağı zaman O, halinin ne olacağını bilmiyor mu? Hiç şüphesiz onların Rableri, o gün kendilerinden tamamıyla haberdârdır." A- "Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı çıkarılacağı ve kalplerde gizlenenlerin de meydana konulacağı zaman O, halinin ne olacağını bilmiyor mu?" Bu kelâm, o münafıklar için ağır bir tehdit olup makamın gerektirdiği mukadder bir cümleye atıftır. Yani onlar, yaptıkları çirkinlikleri yapıyorlar da, yahut niçin düşünmüyorlar da, kabirler de bulunan ölülerin diriltilip dışarı çıkarılacağı ve açık ameller şöyle dursun, kalplerde gizlenen sırların ve ezcümle o münafıkların gizledikleri küfür ve günahların da meydana konulacağı zaman, hallerinin ne olacağını bilmiyorlar mı? B- "Hiç şüphesiz onların Rableri, o gün kendilerinden tamamıyla haberdârdır." Yani mezarlarda bulunan ölülerin diriltilip dışarı çıkarılmaları ve kalplerde gizlenen sırların meydana konulma hâdiselerinin gerçekleşeceği gün, hîç şüphesiz onların Rableri, gizli yaptıklarından da, açık yaptıklarından da, tamamıyla haberdârdır. Allah'ın o gün bunları bilmesinden, cezayı mucip ve cezaya muttasıl olan bilmesi kastedilmektedir. Nitekim bu bilginin, o güne bağlanmasından da, bunun kastedüdiği anlaşılmaktadır. Yoksa Allah'ın mutlak bilgisi, olmuşları da, olacakları da tamamen kuşatmıştır. Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuş tor: "Bir kimse, Âdiyât sûresini okursa, (hac mevsiminde) Müzdeli-fe'de yatan ve orada bir cemaat gören insanların sayısının on katı kadar ona sevap verilir." 11Ve (iyi veya kötü) kalplerde ne varsa ayrılıb açıklandığı zaman, o gün Rableri, onlardan (gizli ve aşikâr bütün yaptıklarından) haberdardır. |
﴾ 0 ﴿