FİL SÛRESİMekke'de nazil olmuştur; 5 âyettir. 1"Rabbin, Fîl ashabına nasıl yaptı, görmedin mi?" Bu hitap, Peygamberimizedir. Bu istifham, Fîl hâdisesinin, inkârı mümkün olmayan bir gerçek olduğunu bildirmekte ve Peygamberimizin de bunu gördüğünü takrir etmektedir. Burada görmek, (göz görmesi olmayıp) bilmek anlamındadır. Yani ey Resûlüm! Sen, mütevâtir haberleri dinlemek ve görülebilen maddî eserlerini görmek suretiyle, müşahede ve göz görmesine yakın bir kesinlikte sağlam bir bilgi ile bilmedin mi?.. Âyette, görmenin, Allah'ın fiilinin kendisiyle alakalı olarak değil de, fiilin keyfîyetiyle alakalı olarak zikredilmesi, yani "Rabbinin Fil yaranına ne yaptığını, görmedin mi?" denilmeyip de, "Fîl yaranma nasıl yaptı, görmedin mi?" denilmesi, hâdisenin ne kadar korkunç olduğunu ifâde etmek ve bu hâdisenin, Allah'ın kudretinin büyüklüğüne, ilim ve hikmetinin kemaline, beytinin izzetine delâlet eden korkunç ve acayip bir nicelikle vâki olduğunu bildirmek içindir. Bir de, bu ifâde, Peygamberimizin şerefini bildirmektedir, Zîrâ Fîl hâdisesi, İrhâsât'tandır." (İrhâsât, peygamber olmadan önce Peygamberimizle alakalı olarak meydana gelen harikulade olaylardır.) Zîrâ rivâyet olunuyor ki, Fîl hâdisesi, Peygamberimizin doğduğu sene olmuştur. Fîl hâdisesinin tafsilatı şöyledir: Ashame el-Necâşî tarafından Yemen hükümdarı (vahşi) olarak tayın edilmiş olan Ebrehe b. El-Sabbah el-Eşrem, Sana'da bir kilise bina etti ve ona el-Kulleys adını verdi ve hacıları Kâ'be'den oraya çevirmek istedi. Bu sırada Kinane kabilesinden bir adam, gidip gece o kilisenin içine pisledi Bu da Ebrehe'yi çok kızdırdı. Diğer bir görüşe göre ise, Araplardan bir grup yolcu bir ateş yaktılar; derken rüzgâr, ateşi o kiliseye sıçratti; sonunda ateş, kiliseyi tamamen yakti. İşte bunun üzerine Ebrehe, Kâ'be'yı muhakkak yıkacağına yemin etti. Sonra ordusuyla birlikte yola çıktı. Yanına Mahmud adındaki çok cüsseli ve güçlü ünlü fili ile diğer on iki fil, bir görüşe göre de sekiz fil, Diğer bir görüşe göre de bin fil daha almıştı. Başka bir görüşe göre ise, yalnız andan Mahmud adındaki fili yanında bulunuyordu. Nihayet Ebrehe, el-Muğammes denilen yere gelince, Abdulmuttalib, onun yanına varıp geri dönmesi karşılığında kendisine Tihâme mallarının üçte birini teklif etti. {Tihâme, Mekke, Cidde, Sana şehirleri ile Necran kentlerini içeren bölgedir. } Fakat Ebrehe, teklifi kabul etmedi ve ordusunu savaşmaya hazırlayıp ünlü filini de öne geçirdi. Onlar fili, Kâ'be'ye yönlendirince fil çöküp yerinden kalkmıyordu; ama onlar fili Yemen'e, yahut başka taraflara yönlendirdikleri zaman, koşarak gidiyordu. Sonra Allah, siyah kuşlar, bîr görüşe göre, yeşil kuşlar, bir görüşe göre de beyaz kuşlar gönderdi. Bu kuşların her birinin gagasında bir taş ve iki ayağında da iki taş bulunuyordu. Bu taşlar, mercimekten büyük, nohuttan küçük idiler. İşte bu kuşların attıkları taşların her biri, bir askerin başına düşüp dübüründen çıkıyordu. Her taşta da, başına düşeceği, adamın adı yazılı bulunuyordu. İşte bu kuşların saldırısı karşısında kaçmaya başladılar; sonunda yollarda ve konakladıkları yerlerde helâk oldular. Rivâyet olunuyor ki, Ebrehe'nin de parmakları ve bazı uzuvları kopmuştu. Fakat Ebrehe ölmedi; sonunda göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktı. Onun veziri Ebû Yeksûm ise kurtuldu. Ancak o kuşlardan biri, onun üstünde tur atıyordu. Nihayet Ebû Yeksûm, Necâşî'nin yanına gidip bu hâdiseyi ona da anlattı. Bu zamânâ kadar tepesinde dolaşan kuş, ondan hiç ayrılmadı ve Ebû Yeksûm., hâdisenin anlatımını bitirir, bitirmez, kuş, taşı başına bıraktı ve hemen orada Necâşî'nin huzurunda yere düşüp can verdi. Diğer bir görüşe göre ise, Ebrehe, ordusuyla Mekke önlerine geldiğinde, Abdulmuttalib'in iki yüz devesini aldı. Abdulmuttalib de develeri için Ebrehe'nin yanma gitti. Ebrehe, onu görünce, ondan büyük bir şahsiyet izlenimini edindi Abdulmuttalip, çok yakışıklı ve boylu boslu bir adamdı Abdulmuttalib, Ebrehe'ye: "Bu, Kureyş'in ulusu, ovalarda insanlara, dağ başlarında vahşî hayvanlara yemek yediren Mekke kafilesinin sahibidir!" diye takdim edildi. Bunun üzerine Ebrehe, tahtından indi ve o da, Abdulmuttalib'in oturduğu sergiye oturdu. Diğer bir rivâyete göre ise, Ebrehe, Abdulmuttalib'i tahtında yanında oturttu. Sonra Ebrehe, tercümanına dedi ki: "Ona söyle, ne istiyorsun?" Abdulmuttalib de, ne istediğim (develerini istediğini) söyleyince, Ebrehe dedi ki: "Gözümden düştün, ben, senin de dinin, atalarının da dini olan, kadîm zamandan ben sizin ismetiniz ve şerefiniz olan Beyti (Kâ'be'yi) yıkmak için geldim. Sen onun hakkında benimle konuşmuyorsun; aldığım senin o deve sürüsü, sana o Beyti unutturmuş!" Abdulmuttalib de dedi ki: "Ben o develerin Rabbiyim (sahibiyim); hiç şüphesiz o Beytin de, onu koruyacak bir Rabbi (sahibi) vardır." Sonra Abdulmuttalib, Kâ'be'nin kapısına geldi ve kapının halkasından tutup yanında bulunan Kureyş'ten bir cemaatle birlikte duâ etmeye başladı. Duâ ederken bir ara başını çevirdi; baktı kı, yemen cihetinde havada kuş sürüleri var. Vallahi, bunlar garip kuşlardır; bunlar Necid kuşları da değil, Tihâme kuşları da değil!" dedi. Sonra kapının halkasını bırakıp arkadaşlarıyla birlikte Kâ'be'den ayrıldılar ve Ebrehe'nin ne yapacağını beklemeye başladılar. İşte o sırada Allah, kuş sürülerini gönderdi de, olanlar oldu. Bir görüşe göre, Ebrehe, Peygamberimiz zamanındaki Necâşî'nin dedesidir. Hazret-i Âişe'den rivâyet olunduğuna göre diyor ki: "Ben, o filin yedekçisini ve seyisini gördüm; İkisi de âmâ ve kötürüm halde yemek dileniyorlardı. 2"Onların şer planlarını boşa çıkarmadı mı?" Bu kelâm, Allah'ın, onlara yaptıklarının icmâlî olarak beyânıdır. Yani Allah, onların, Kâ'be'yi muattal bırakmak ve tahrip etmek planlarını, boşa çıkarmadı mı? Onları en feci şekilde yok etmedi mi? 3"Onların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi." 4"O kuşlar, onların üzerine Siccîlden (taşlaşmış çamurdan) taşlar atıyordu." Diğer bir görüşe göre ise, Siccîl, kâfirlerin azaplarının yazılı olduğu kütüktür. Nasıl ki, siccîn de, kâfirlerin amellerinin yazıldığı kütüktür. Sanki şöyle denilmiştir: O kuşlar, onların üzerine, Siccîl'de onlar için yazılı olan azap cümlesinden, taşlaşmış çamurdan taşlar atıyordu. 5"Sonunda Allah, onları böcek yemiş ekin yaprağına döndürdü." Yani bu kuşların saldırısı sonunda Allah, o Fîl yaranını, içine kurt düşüp yediği ekin yaprağına, yahut tanesini yiyip de boş kalan eltin yaprağına, yahut hayvanların yiyip dışkı olarak dışarı attıkları samânâ döndürdü. Bu îzâha göre, ona saman denilmesi, ilk hali itibarıyladır. Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, Fîl sûresini okursa, Allah, onun yaşadığı günleri, yere batmak ve suretinin değiştirilip çirkin bir surete döndürülmesi azabından, korur." |
﴾ 0 ﴿