İHLÂS SÛRESİ

Mekke'de mi, Medine'de mi nâzii olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır.

1

"De ki: "O, bir tek olan Allah'tır."

Burada geçmiş bir inerek, olmadığı halde zamirin (o) kullanılmış olması, bize bildiriyor ki, Allah'ın şeref ve şöhreti o kadar büyüktür ki, o, herkesin gönlünde hazırdır; her işaret eden, O'na işaret etmektedir ve her zamir O'na ikadır. Nitekim Allah'ın, Sarned adı da, bu hakikati haber vermektedir. Zîrâ samed, kastetmek anlamında olup mübalağa için maksut (kastedilen) mânâsında kullanılmaktadır.

Âyette, cümlenin başında zamirin (o) kullanılmasının sırrı, daha baştan cümlenin mefhumunun azametine ve içeriğinin yüceliğine dikkat çekmektir. Üstelik bunda, ziyadesiyle tahkik ve takrir de vardır. Zîrâ zamir, ilk başta, ancak, pek yüce bir şerefi olan müphem bir hususu ifâde eder. Böylece zihin, onu tefsir edecek ve iphamını giderecek ilerisini beklemek durumunda kalır. Böylece beklenen îzâh vârid olunca, onun ne kadar önemli okluğu anlaşılmış olur.

Rivâyet olunuyor ki, Kureyş'liler, Peygamberimize dediler ki: "Sen bizi davet ettiğin Rabbini bize vasıflandır ve nesebini de anlat." İşte bunun üzerine bu sûre nazil oldu.

2

"Allah, yegâne Samed'dir."

Bani Allah, bütün ihtiyaçlarda yalnız kendisine başvurulan ulular ulusudur; o, kendi Zâtiyla müstağnidir; O'ndan başka her şey, her yönden O'na muhtaçtır.

Diğer bir görüşe göre ise Samed, zail olmamış ve olmayacak olan daim ve baki demektir.

Bir diğer görüşe göre ise, Samed, istediğini yapan ve dilediğine hükmeden demektir.

İsm-i Celilin (Allah'ın), burada da tekrar edilmesi, zımnen bildiriyor ki, bu sıfatlara sahip olmayan, ilâhlığa lâyık olmaktan çok uzaktır.

Bu cümle de birinci cümle arasında atıf harfi, (ve) kullanılmamış, çünkü, bu cümle, birinci cümlenin neticesi gibidir. Birinci cümlede Allah, önce, bütün kemal sıfatlarını gerektiren ülûhiyyetini beyân etmiştir; sonra, her hangi bir vecihten taaddüt (birden fazla olmak) ile terkip şaibesinden ve hakikatte ortaklık ile hususiyederinin vehminden münezzeh olmayı mucip olan ahadiyyetini (birliğini, tekliğini) beyân etmiştir. Sonra bu ikinci cümlede de, Allah, samediyyetinı beyân etmiştir ki, samediyyet, O'nun nıâsivâdan (Allah'ın gayrisinden) zâti istiğnasını ve bütün mahlûkların, vücutlarında (var olmalarında), bekalarında (varlıklarını sürdürmelerinde) ve diğer hallerinde O'na muhtaç olmalarını gerektirmektedir. Bu, hakkı tahkik için ve mahlûkları O'nun gayet belli olan kanunlarına (sünnetine) irşat içindir.

Bundan sonraki âyetlerde ise, Allah, bu hükümlerin kapsamında bulunan bir takını cüzî hükümleri sarahatle belirtmektedir.

3

"O, doğurmamış ve doğrulmamıştır."

Bu kelâm, melekler ve hırıstiyanların Mesîh hakkındaki iftiraları sarahatle iptal etmektedir.

Yani Allah'tan çocuk sâdır olmamıştır; çünkü Allah'ın cinsinden bir şey yoktur ki, o cinsten bir eşi olsun ve ondan çocuk sahibi olabilsin. Nitekim diğer bir âyette de şöyle denilmektedir: "O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir ki!" Ve Allah, kendisine yardım edecek veya halefi olacak birine de muhtaç değildir; çünkü O'nun hakkında ihtiyaç ve fena (yok olma) imkânsızdır.

Ve Allah, bir şeyden sâdır olmuş da değildir; çünkü geçmişte de, gelecekte de yokluk, halinin O'na nispet edilmesi, imkânsızdır.

O müşrikler, Allah'ın doğrulmamış olduğunu kabul ettikleri halde bunun da sarahatle belirtilmesi, makabline takrir ve tahkik olması içindir. Zîrâ bu şekilde bu iki hususun (doğurmamak, doğrulmamak) birbirlerine bağlı olduklarına işaret edilmektedir. Çünkü insanlar arasında malum olan, doğuranın, doğrulmuş okluğa ve öyle olmayanın, böyle de olmadığıdır. Ve o müşriklerin, kabul ettikleri O'nun doğrulmamış olması, O'nun doğurmamış olmasını da gerektirmektedir. Bu itibârla bu doğrulmamış cümlesi de, "ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, "ifâdesinden sonra ona atıf olarak zikredilen "ne de bir an ileri gidebilirler" ifâdesi gibidir. Nitekim tahkiki yerinde geçti.

4

"Hiç bir kimse O'na denk de olamaz."

Yani hiç kimse, Allah'a eş, denk ve misil olamaz.

Bu sûre, pek Asa olmakla beraber çeşidi İlâhî marifetleri ve bu konudaki sapkınlıkların reddini ihtiva ettiği için, Peygamberimizin hadisinde bu sûrenin Kur’ân'ın üçte birine muadil olduğu vârid olmuştur.

Zîrâ Kur’ân'ın maksatları, itikat, ahkâm ve kıssaların beyânından ibarettir." (bu sûrede İslam itikadının temel noktaları anlatıldığı için, onun üçte birine muadil sayılmıştır.) bu sûreyi, Kur’ân'ın tamamına muadil sayanlar ise, Kur’ân'dan bizzat maksut olanın hak itikat olduğu noktasını nazara almıştır.

Peygamberimizden rivâyet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Yedi gök ve yedi yer, ihlâs süresi üzerine tesis edilmiştir."

Yani yer ve gök, ancak bu sûrenin anlattığı Allah'ın tevhidine ve sıfatlarının marifetine delil olmak üzere yaratılmıştır.

Yine Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) rivâyet olunduğuna göre, kendisi, bir şahsın, "İhlâs sûresini" okuduğunu işitince, "Hak oldu!" dedi. Yanında bulunanlar: "Ya Resûlallah! Ne hak oldu?" dediler. Peygamberimiz de: "Ona cennet hak oldu!" dedi.

0 ﴿