BAKARA SÜRESİ

İbnu'd-Durays, Fadâil'de, Ebû Câfer en-Nehhâs, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâilu'n-Nübüvve'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bakara Sûresi, Medine'de nazil olmuştur" dedi.

İbn Merdûye, Abdullah b. ez-Zübeyr'in:

“Bakara Sûresi, Medine'de nazil olmuştur" dediğini nakletmiştir.

Ebû Dâvûd, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta, İkrime'nin:

“Medine'de nazil olan ilk sûre Bakara Süresidir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî bildiriyor: Câmi b. Şeddâd der ki: Abdurrahman b. Yezîd'in de bulunduğu bir gazvedeyken, insanlar kendi aralarında, "Bakara (inek) Sûresi", "Âl-i İmrân Sûresi" denmesini kerih gördüklerini, içinde İnek'ten bahsedilen sûre, içinde İmrân âilesinin zikredildiği sûre denmesinin uygun olacağını söylediler. Bunun üzerine Abdurrahman şöyle dedi:

“Abdullah b. Mes'ûd'la beraberken (Akabe cemresi denilen yere gelince) vadinin orta yerinde durdu, Kâbe'ye yönelerek cemreyi (şeykan'ı) sağ kaşı hizasına aldıktan sonra yedi taş attı. Her taş atışında tekbir getirdi ve taş atmayı bitirince şöyle dedi: Kendisinden başka gerçek ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki kendisine Bakara Sûresi indirilen Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de; taşları buradan attı."

İbnu'd-Durays, Taberânî, el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da zayıf isnâdla Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ne Bakara (inek) Sûresi, ne de Al-i İmrân Sûresi demeyiniz. İçinde inekten bahsedilen sûre ve İmrân ailesinden bahsedilen sûre deyiniz. Kur'ân'ın diğer sûreleri için de aynı şeyi yapınız. "

Beyhakî'nin, Şuabu'l-îman'da sahih isnâdla bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir:

“Bakara Sûresi demeyiniz. İçinde inekten bahsedilen sûre ve İmrân ailesinden bahsedilen sûre deyiniz."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildiriyor: Huzeyfe der ki: Ramazan'da bir gece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kıldım. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk rekata Bakara Süresiyle başlayınca ben, "İlk rekatta bu sûreyi okuyacak" dedim. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Nisâ Sûresine başladı. (Onu da bitirince) Âl-i İmrân Sûresini ağır ağır okudu. İçinde tesbih geçen âyete gelince tesbih ediyor, dua âyeti geçince dua ediyor ve sığınma âyetine gelince (Allah'a) sığınıyordu.

Ahmed, İbnu'd-Durays ve Beyhakî bildiriyor: Hazret-i Âişe der ki: Gece (ibadeti için) Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber kalkardım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerini okurdu. İçinde müjde geçen ayete geldiğinde dua edip yakarır, tehdit ayetlerine gelince ise dua edip Allah'a sığınırdı."

Ebû Dâvûd, Tirmizî, el-Mesâil'de, Nesâî ve Beyhakî, Avf b. Mâlik el- Eşcaî'den bildiriyor: Bir gece Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber gece namazı kıldım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalkıp Bakara Sûresini okudu ve her rahmet ayetine gelişinde durup Allah'tan niyazda bulundu. Her azab ayetinde ise durup Allah'a sığındı. Sonra kıyamda durduğu kadar rükûda durdu ve bu sırada:

“Kudret, hükümranlık, büyüklük ve yücelik sahibini tüm noksanlıklardan tenzih ederim" dedi. Sonra kıyamda durduğu kadar secdede kaldı ve rükûda söylediklerini tekrar etti. Sonra kalkıp Âl-i İmrân Sûresini okudu. Sonra diğer rekatların her birinde de birer sûre okudu."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te bildiriyor: Ma'bed b. Hâlid der ki: Hazret-i "Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)yedi uzun sûreyi bir rekatta okudu"

Ebû Ubeyd, Ahmed, Humeyd b. Zencûye, Fadâilu'l-A'mâl'de, Müslim, İbnu'd-Durays, İbn Hibbân, Taberânî, Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî'nin, bildirdiğine göre Ebû Umâme el-Bâhilî der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum:

“Kur'ân okuyun! Çünkü Kur'ân, onu okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. İki çiçek olan Bakara ile Âl-i İmrân sûrelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet gününde iki gölge veya iki bulut veya havada grup halinde uçan iki bölük kuş gibi gelecekler ve kendilerini okuyanları müdafaa edeceklerdir. Bakara sûresini okuyun. Onu almak bereket, bırakmak ise hüsrandır. Sihirbazlar onu elde etmeye güç yetiremez. "

Ahmed, Buhârî, Tarih'inde, Müslim, Tirmizî ve Muhammed b. Nasr bildiriyor: Nevvâs b. Sem'ân'ın naklettiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü, Kur'ân ve onunla amel edenler getirilir. Bakara ve Âli-İmrân Sûresi önlerine geçer." (Nevvâs der ki): Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla ilgili, hala unutmadığım şu üç misali verdi:

“Bunlar iki bulut veya siyah iki gölgelik gibi, ya da aralarından ışık sızan iki siyah gölgelik veya kanatlarını germiş saf saf kuşlardan oluşan sürüler gibi gelecekler ve bu sûreleri okuyan kişi için mücadele vereceklerdir. "

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Ahmed b. Hanbel, Müsned'de, İbn Ebî Ömer el- Adenî, Müsned'de, Dârimî, Muhammed b. Nasr ve Hâkim'in Bureyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bakara Sûresini öğreniniz. Onu almak bereket, bırakmak ise pişmanlıktır. Sihirbazlar onun gücünü elde etmeye güç yetiremez." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dedikten sonra bir müddet susup şöyle devam etti:

“Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini öğreniniz. Bunlar, kıyamet günü sahiplerini iki bulut veya gölgelik ya da (kanatlarını germiş) saf olmuş iki kuş bölüğü gibi gölgeleyen iki çiçektir. "

Taberânî ve Ebû Zer el-Herevî'nin, Fadâil'de (zayıf senetle) bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şu iki çiçek olan, Bakara ve Ali-İmrân sûrelerini öğreniniz. Bunlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölgelik veya saf olmuş iki kuş bölüğü gibi gelecekler ve bu sûreleri okuyan kişi için mücadele vereceklerdir. Bakara Sûresini öğreniniz. Onu almak bereket, terk etmek ise pişmanlıktır. Sihirbazlar onu elde etmeye güç yetiremez."

Bezzâr, Müsned'de, Ebû Zer el-Herevî ve Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Şu iki çiçeği okuyunuz. Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyunuz. Bu ikisi, kıyamet günü iki bulut veya iki gölgelik ya da saf olmuş iki kuş bölüğü gibi geleceklerdir. "

Ebû Ubeyd ve Dârimî bildiriyor: Ebû Umâme der ki: Kardeşlerinizden biri, rüyasında, insanların sarp ve uzun bir dağın yarığından çıktığını gördü. Dağın başında ise iki yeşil ağaç:

“İçinizde Bakara Sûresini okuyan yok mu? İçinizde Âli-İmrân Sûresini okuyan yok mu?" diye sesleniyordu. Ağaç, "Evet okudum" diyen kişiye meyveleriyle yaklaşıyor, o kişi de bu ağaca asılarak dağı aşıyordu.

Dârimî'nin bildirdiğine göre bir kişi İbn Mes'ûd'un yanında Bakara ve Âli- İmrân Sûresini okuyunca şöyle dedi:

“İçinde, Kendisine onunla dua edildiğinde, duaya icabet eden, bir şey istendiğinde veren Allah'ın İsm-i A'zam'ı olan iki sûreyi okudun."

Ebû Ubeyd ve İbnu'd-Durays, Ebû Munîb'den, o da amcasından bildirdiğine göre bir adam Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini (namazda) okudu. Adam namazı bitirince, Ka'b:

“Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini mi okudun?" diye sordu. Adam:

“Evet" cevabını verince, Ka'b:

“Canım elinde olana yemin ederim ki, bu iki sûrede, Allah'ın, kendileriyle dua edildiği zaman icabet ettiği İsm-i Azam'ı vardır" deyince, adam:

“Bana o ismi söyle" dedi. Ka'b:

“Hayır vallahi! Onu sana söylemem. Onu sana öğretirsem, beni ve seni helak edecek bir dua yapmandan korkarım" karşılığını verdi.

Ahmed, Müslim ve Ebû Nuaym, Delâil'de Enes b. Mâlik'in:

“Biri, Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini (ezbere) okuduğunda gözümüzde büyürdü" dediğini bildirir.

Dârimî'nin bildirdiğine göre Ka'b b. Mâlik:

“Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyan kişiye kıyamet günü bu sûreler: «Ey Rabbimiz! Bunun cezalandırılmasına bir gerekçe yoktur» derler."

İsbehânî, et-Terğîb'de, Abdulvâhid b. Eymen'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Cuma gecesi, Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyanın Lübeydâ ve Ureybâ arasındaki mesafe kadar ecri vardır. Lübeydâ, yerin yedinci katı, Ureybâ ise göğün yedinci katıdır."

Humeyd b. Zencûyeh, Fadâilu'l-A'mâl'de, Abdulvâhid b. Eymen'den, Humeyd eş-Şâmî'nin şöyle dediğini nakleder:

“Bir gecede Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyanın Ureybâ ve Lübeydâ arasındaki mesafe kadar ecri vardır. Ureybâ, göğün yedinci katı, Lübeydâ ise yerin yedinci katıdır."

Humeyd b. Zencûyeh, Fadâilu'l-A'mâl'de, Muhammed b. Ebî Saîd tarikiyle bildiriyor: Vehb b. Münebbih der ki:

“Cuma gecesi, Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyan için Ureybâ ve Uceybâ arasındaki mesafe kadar nur olur. Ureybâ, Arş; Uceybâ ise yerin yedinci katıdır."

Ebû Ubeyd'in bildirdiğine göre Ebû İmrân, Ümmü'd-Derdâ'nın şu sözünü aktardı:

“Kur'ân okuyan bir adam komşusuna saldırıp onu öldürünce, kısas olarak kendisi de öldürüldü. Bütün sûreler ondan çekildi ve sadece Bakara ve Âli-İmrân Sûreleri kaldılar. Sonra Âli-İmrân kendisinden çekildi ve sadece Bakara Sûresi kaldı. Bakara Sûresine:

“Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim" denilince, bu sûre de büyük bir bulut gibi kendisinden çıktı."

Ebû Ubeyd der ki:

“Bu iki sûre, mezarda kendisiyle beraber kalıp ona yoldaşlık ediyorlardı ve Kur'ân'dan, kendisiyle kalan son şey, bu iki sûreydi."

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb der ki:

“Bakara, Âli-İmrân ve Nisâ sûrelerini bir gecede okuyan âbidlerden sayılır."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Gece yarısı kalkıp Bakara ve Âli-İmrân süreleriyle okumaya başlayan kişinin amelini boşa çıkarmaz."

Ebû Ubeyd, Saîd b. Abdilaziz et-Tenûhî'den bildiriyor: Yezîd b. el-Esved el- Cureşî şöyle derdi:

“Gündüz Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyan akşama kadar, gece okuyan ise sabaha kadar nifaktan emin olur. Yezîd, bu iki sûreyi, diğer okuduklarından ayrı olarak her gün ve gece okurdu."

Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de bildiriyor: Saîd b. Ebî Hilâl der ki:

“Bana söylenene göre Allah, Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini bir rekatta, secde etmeden önce okuyan ve sonra dua eden her kulun duasını kabul eder."

Ahmed, Müslim ve Tirmizî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Evlerinizi kabirler haline çevirmeyiniz. Şeytan, içersinde Bakara Sûresi okunan evden kaçar." Tirmizî'nin lafzı ise:

“Şeytan, içersinde Bakara Sûresi okunan eve girmez" şeklindedir.

Ebû Ubeyd, Nesâî, İbn Durays ve Muhammed b. Nasr, Kitâbu's-Salât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şeytan, içinde Bakara Sûresinin okunduğunu duyduğu evden çıkar."

Ebû Ubeyd, el-Kâmil'de ve İbn Asâkir, Tarih'te, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kur'ân'ı öğreniniz.

Canım elinde olana yemin ederim ki, Şeytan, içinde Bakara Sûresinin okunduğunu duyduğu evden çıkar. "

Taberânî, zayıf isnâdla Abdullah b. Muğaffel'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İçinde Bakara Sûresi okunan eve o gece Şeytan girmez" dediğini bildirir.

İbnu'd-Durays, Nesâî, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhif te, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve es-Sağîr'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da zayıf isnâdla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Sizi, ayak ayak üstüne atıp, Bakara Sûresini okumak dururken başka şeyler terennüm ettiğini görmeyeyim. Şeytan, içinde Bakara Sûresinin okunduğu evden kaçar. "

Dârimî, Muhammed b. Nasr, İbn Durays, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara Süresidir. Şeytan, Bakara Sûresinin okunduğunu duyduğu evden yellenerek çıkar."

Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Taberânî, Beyhakî ve Şuabu'l-îman'da, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara süresidir. Her kim onu evinde geceleyin okursa üç gün o eve şeytan girmez. Kim de onu evinde gündüzün okursa o eve üç gece, şeytan girmez."

Vekî, Hâris b. Ebî Usâme, Muhammed b. Nasr ve İbn Durays, sahih isnâdla Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kur'ân'ın en faziletli sûresi, Bakara Süresidir. Bakara'daki en büyük âyet Ayetu'l-Kürsî'dir. Şeytan, içinde Bakara Sûresinin okunduğu evden kaçar."

Saîd b. Mansûr, Tirmizî, Muhammed b. Nasr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'ân'ın zirvesi de Bakara süresidir. Bu sûrede Kur'ân'daki ayetlerin efendisi olan Ayetu'l- Kürsî vardır. Bu Sure, Şeytanın bulunduğu evde okunursa, Şeytan o evden kaçar. "

Buhârî, Tarih'lnde, sahabe'den olduğu söylenen Sâib b. Habbâb'ın:

“Bakara Sûresi, Kur'ân'ın zirvesidir" dediğini bildirir.

Deylemî, Ebû Saîd el-Hudrî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İneğin zikredildiği sûre, Kur'ân'ın merkezidir. Bu sûreyi öğreniniz. Onu öğrenmek bereket, bırakmak ise hüsrandır. Sihirbazlar onu elde etmeye güç yetiremez,

Dârimî, Hâlid b. Ma'dân'dan buna benzer bir rivayeti mevkuf olarak yapmıştır.

Ahmed, Muhammed b. Nasr ve Taberânî, sahih senetle, Ma'kil b. Yesâr'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bakara Sûresi, Kur'ân'ın en üst noktası ve zirvesidir. Onun her ayetiyle beraber seksen melek inmiştir. "Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır..." ayeti (Ayetu'l-Kürsi) Arş'ın altından çıkarılıp bu sûreye eklenmiştir."

Beğavî, Mu'cemu's-Sahabe'de ve İbn Asâkir, Tarih'te, Rabîa el-Cureşî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân'ın hangi kısmı daha üstündür?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İneğin zikredildiği sûredir" cevabını verdi. "Peki, Bakara Sûresinin hangi kısmı daha üstündür?" diye sorulunca ise:

“Arş'ın altından nazil olan Ayetu'l-Kürsî ve sûrenin son iki ayetidir (Âmene'r-Resûlü)" karşılığını verdi.

Ebû Ubeyd, Ahmed, Buhârî, Sahîh'te, Müslim, Nesâî, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym, Delâilu'n-Nübüvve'de ve Beyhakî, Delâilu'n-Nubüvve'de, Useyd b. Hudayr'dan bildiriyor: Useyd, gece vakti, bağlı olan atının yanında Bakara Sûresini okurken, at huysuzlanınca sustu. Bunun üzerine at sakinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine huysuzlandı, susunca sakinleşti. Sonra tekrar okumaya başladı ve at yine huysuzlandı. Susunca ise at sakinleşti. Tekrar okumaya başlayınca atın huysuzlanması üzerine, yakınında uyuyan ve atın kendisine zarar vermesinden korktuğu oğlu Yahya'nın yanına gitti. Yahya'yı alıp başını gökyüzüne kaldırınca üzerinde kandiller gibi ışık saçan bulut gibi bir şeyin gökyüzüne doğru yükselip gözden kaybolduğunu gördü. Sabah olup bu durumdan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bahsedince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onun ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Useyd:

“Hayır ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar meleklerdi. Senin sesine geldiler. Eğer okumaya devam etseydin, sabah vakti insanlar onları görürlerdi ve melekler insanlardan gizlenmezler di" buyurdu.

İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Useyd b. Hudayr'dan bildiriyor: Useyd:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu gece Bakara Sûresini okurken arkamdan bir ses duydum ve atımın kaçtığını zannettim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Atîk'in babası, oku(saydın)" buyurdu. Useyd:

“Dönüp baktığımda yerle gök arasında kandil gibi bir şeyin sarktığını gördüm ve okumaya devam edemedim" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar meleklerdir ve Bakara Sûresini dinlemek için inmişlerdir. Eğer okumaya devam etseydin, şaşılacak şeyler görürdün" buyurdu.

Taberânî, Useyd b. Hudayr'dan bildiriyor: Ay ışığının olduğu bir gece, atımı bağlamış namaz kılıyordum. Bağlı olan atım huysuzlanınca korktum (ve okumayı bıraktım. Tekrar okumaya başladığımda) atım yine huysuzlanınca, başımı kaldırıp baktığımda bir gölgenin üzerimi kapladığını gördüm. Gölge Ay ile arama girmişti. Korkup eve girdim ve sabah olunca bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar meleklerdi. Gecenin sonunda, Bakara Sûresini okuyuşunu dinlemek için geldiler" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyîdu'ş-Şeytân'da, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri çıkıp şeytanla karşılaştı ve birbirleriyle kapıştılar. Sahabi şeytanı yenince, şeytan:

“Beni bırakırsan, sana hoşuna gidecek bir şey anlatırım" dedi. Sahabi onu bırakıp:

“Haydi anlat" deyince, şeytan:

“Hayır" karşılığını verdi. Bunun üzerine bir daha kapıştılar ve sahabi yine şeytanı yendi. Şeytan yine:

“Beni bırakırsan, sana hoşuna gidecek bir şey anlatırım" dedi. Sahabi onu bırakıp:

“Haydi anlat" deyince, şeytan:

“Hayır" karşılığını verdi. Bunun üzerine üçüncü defa kapıştılar ve sahabi yine şeytanı yenip göğsünün üzerine oturarak şeytanın başparmağını çiğnemeye başladı. Şeytan:

“Beni bırak!" deyince, sahabi:

“Bana o anlatacağını söylemeden bırakmam" karşılığını verdi. Bunun üzerine şeytan:

“Bakara Sûresi şeytanların arasında okunduğunda dağılırlar, herhangi bir evde okunduğunda ise şeytanlar o eve giremezler" dedi. Yanındakiler, İbn Mes'ûd'a:

“Ey Ebû Abdirrahman! Bu adam kimdir?" diye sorunca, İbn Mes'ûd:

“Ömer b. el-Hattâb'dan başka kim olduğunu sanıyorsunuz" cevabını verdi.

Ebû Ubeyd'in, Cerîr b. Zeyd'den bildirdiğine göre Medine ihtiyarları kendisine şöyle dediler: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dün gece boyunca, Sâbit b. Kays, eş-Şemmâs'ın evinde kandillerin göründüğünü biliyor musun?" denince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Bakara Sûresini okumuş olabilir" karşılığını verdi. Bu durum Sâbit'e sorulunca:

“Bakara Sûresini okudum" cevabını verdi.

Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Kitâbu's- Salât'ta, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yere az sayıda bir askerî müfereze göndermek isteyince, gönderilecek olanlann, ezberlerinde olan sûreleri okumalarını istedi. Yaşı en küçük olan birine gelip "Ey falan ezberinde ne var?" diye sorunca, genç:

“Benim ezberimde bu var şu var ve Bakara Sûresi var" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Senin ezberinde Bakara Sûresi de mi var?" diye sorunca, genç:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O halde haydi git sen bu müfrezenin emîri (komutanısın)" buyurdu. O müfrezeye katılanların ileri gelenlerinden biri:

“Vallahi! Bakara Sûresini öğrenmeme engel olan şey onun hakkını verememek korkusu idi" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân'ı öğrenin onu okuyun ve okutun. Kur'ân'ı öğrenen ve onu okuyan ve gereğini yapan kimsenin örneği misk ile doldurulmuş ve kokusu her tarafa yayılan bir kaba benzer. Kur'ân bilgisi olup ta onu çevresine yaymayan onunla yatıp uyuyan kimse ise ağzı bağlanmış misk kutusuna benzer ki çevresi ondan istifade etmez" buyurdu.

Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Osmân b. Ebi'l-Âs der ki: Sakîf kabilesinden Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen altı kişilik heyetin en genci olduğum halde beni emir (lider) seçti. Bunun tek nedeni Bakara Sûresini ezbere okumamdı.

Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, zayıf isnâdla Salsâl b. ed-Delhemes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Evlerinizde Bakara Sûresini okuyunuz ve evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Bakara Sûresini okuyan, Cennette başına taç giydirilir. "

Vekî, Dârimî, Muhammed b. Nasr ve İbn Durays bildiriyor: Abdurrahman b. el-Esved der ki:

“Bir gecede Bakara Sûresini okuyanın başına Cennette taç giydirilir."

Taberânî, İbn Mes'ûd'un:

“Bakara Sûresini okuyan çok ve güzel amel yapmış olur" dediğini bildirir.

Vekî ve Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de bildiriyor: Temîmî der ki: İbn Abbâs'a:

“Kur'ân'daki hangi sûre daha üstündür?" diye sorduğumda:

“Bakara Sûresi" cevabını verdi. Ben:

“Hangi âyet daha üstündür?" diye sorunca ise:

“Âyetu'l- Kürsî" cevabını verdi.

Muhammed b. Nasr, Kitâbu's-Salât'ta, Saîd b. Cübeyr tarikiyle, ibn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder:

“Kur'ân'daki en üstün sûre Bakara Sûresi, en üstün âyet ise Âyetu'l-Kürsî'dir."

Hâkim, Ebû Zer el-Herevî, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, İbn Ömer'in şöyle dediğini nakleder:

“Bakara, Nisâ, Mâide, Hac ve Nûr sûrelerini öğreniniz. Çünkü bunlarda farzlar vardır."

Dârakutnî ve Beyhakî, Sünen'de İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Bir kadın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek:

“Ey Allah'ın Resulü! (bana evlenme teklif edenle ilgili) benim görüşüm, senin görüşüne tâbidir" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kadını isteyene:

“Kur'ân'dan ezbere bildiğin bir şey var mı?" diye sordu. Adam:

“Evet, Bakara Sûresini ve Mufassal sûrelerden birini biliyorum" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunları kadına okutup öğretmen karşılığında seni bu kadınla nikâhlıyorum" buyurdu.

Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Kur'ân'dan ezberinde ne var?" diye sorunca, adam:

“Bakara Sûresi ve ondan sonra gelen sûre" cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalk ve kadına yirmi âyet öğret. Buna karşılık kadın senin hanımındır" buyurdu. Mekhûl:

Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra kimsenin, başkasını bu şekilde nikahlama hakkı yoktur" derdi.

Zübeyr b. Bekkâr'ın, el-Muvaffakiyyât'ta, Humrân b. Ebân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Osman'a bir hırsız getirilince:

“Senin güzel biri olduğunu görüyorum. Senin gibiler hırsızlık yapmaz" dedikten sonra:

“Kur'ân'dan bildiğin bir şey var mı?" diye sordu. Adam. "Evet. Bakara Sûresini biliyorum" cevabını verince, Hazret-i Osman:

“Git, Bakara Sûresine karşılık elini bağışladım" dedi.

Beyhakî, Sünen'de bildiriyor: Ebû Cemre der ki: İbn Abbâs'a:

“Ben hızlı okuyan biriyim" dediğimde, "Benim için, Bakara Sûresini tertil üzere okumam, Kur'ân'ın hepsini hızlı bir şekilde okumamdan daha sevimlidir" karşılığını verdi.

Hatîb, Ruvât Mâlik'te ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Ömer der ki:

“Hazret-i Ömer, Bakara Sûresini on iki yılda ezberledi. Bakara Sûresinin hepsini ezberleyince kurban kesti."

Mâlik'in Muvattâ'da bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer, Bakara Sûresini sekiz yılda ezberledi.

İbn Sa'd'ın, Tabakât'ta Meymûn'dan bildirdiğine göre İbn Ömer, Bakara Sûresini dört yılda ezberledi.

Mâlik, Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin, Sünen'de, Urve'den bildirdiğine göre Hazret-i Ebû Bekr, sabah namazını kılarken iki rekatında Bakara Sûresini okudu.

Şâfiî, el-Ümm'de, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Beyhakî, Sünen'de, Enes'ten bildiriyor: Ebû Bekr es-Sıddîk halka sabah namazını Bakara Süresiyle kıldırınca, Hazret-i Ömer:

“Neredeyse güneş doğacak" dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekr:

“Eğer doğsaydı bizi gaflet içinde bulamazdı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Enes'ten bildiriyor:

“Hazret-i Ebû Bekr, bayram namazında Bakara Sûresini okudu. Hatta ihtiyar olanların kıyamın uzun sürmesinden dolayı sallandığını gördüm."

İbn Ebî Şeybe, Mervezî, Cenâiz'de ve Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de bildiriyor: Şa'bî der ki:

“Ensâr, ölmek üzere olan kişinin yanında Bakara Sûresini okurlardı."

Ebû Bekr b. el-Enbârî, el-Mesâhifte, İbn Vehb tarikiyle şöyle bildirir: Süleyman der ki:

“Benim de bulunduğum bir sırada Rabîa'ya:

“Bakara ve Âli- İmrân sûreleri, Mekke'de bunlardan daha önce seksen sûre nazil olmasına rağmen neden önce yazıldı ?" diye sorulunca, "O iki sûreyi takdim edenler onların öncülüğünü bilenlerdir. Bu öyle bir meseledir ki, (insanoğlu) kendisine (hissederek, zevkle) varılır, ne olduğu sorulmaz" cevabını verdi."

Abdürrezzâk, Musannef’te ve İbn Ebî Şeybe, Musannef’te bildiriyor: Urve der ki:

“Museyleme ile savaşıldığı gün Müslümanların parolası: «Ey Bakara Sûresinin sahipleri» şeklindeydi."

Ahmed, ez-Zühd'de ve Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de bildiriyor: Süleyman b. Yesâr der ki: Ebû Esîd el-Ensârî bir gece şöyle diyerek uyandı:

“Şüphesiz ki biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz. Bu gece rüyamda virdim bana bir inek sûretinde geldi. Benim virdim Bakara Sûresiydi. Rüyamda iken sanki beni süsüyordu."

İbn Ebî Şeybe ve Müsedded'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Bakara Süresiyle -başka bir lafızda: Kur'ân'dan bir sûreyle- yemin eden kişi, yemin ettiği surenin her ayeti için bir yemin etmiş sayılır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kur'ân'dan bir sûreyle yemin eden kişinin, yemin ettiği sûrenin her ayeti için bir yemin etmiş olur. Artık dileyen yeminini yerine getirir, dileyen yeminini bozar. "

Ebû Ahmed el-Hâkim'in, el-Künâ'da, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Bakara ve Âli-İmrân sûrelerini okuyan kişiye incilerle ve yakutla bezenmiş iki kanat yapar." Ebû Ahmed der ki:

“Bu hadis münkerdir."

1

"Elif, Lam, Mim"

Vekî ve Abd b. Humeyd bildiriyor: Ebû Abdurrahman es-Sülemî, (.....) ve (.....)'i bir âyet sayıyordu.

Buhârî, Tarih'te, Tirmizî, İbn Durays, Muhammed b. Nasr, İbnu'l-Enbârî, el- Mesâhif'te, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de ve Beyhakî,

Şuabu'l-îman'da, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'ın Kitab'ından bir harf okuyana bir sevap vardır ve her sevap on katıyla karşılık bulur. (.....) bir harftir demiyorum. Fakat elif bir harf, lam bir harf mim de bir harftir."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Dârimî, İbn Durays, Taberânî ve Muhammed b. Nasr, aynı hadisi İbn Mes'ûd'dan onun sözü olarak naklettiler.

Muhammed b. Nasr, Ebû Câfer en-Nahhâs, el-Vakf ve'l-İbtidâ'da, Hatîb, Tarih'te ve Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de, Abdullah b. Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kur'ân'ı okuyunuz; çünkü onu okumanıza karşılık size sevap verilir. bir harftir demiyorum. Fakat elife on sevap, lam'a on sevap ve (.....)'e de on sevap verilir. Böylece (elif lam (.....) demekle) otuz sevap alırsınız,"

İbn Ebî Şeybe, Bezzâr, Murhibî, Fadâilu'l-İlm'de, Ebû Zer el-Herevî ve Ebû Nasr es-Siczî zayıf senetle, Avf b. Mâlik el-Eşcaî'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Kur'ân okuyana her harfine karşılık bir sevap yazar, (.....) bir harftir demiyorum. Fakat elif bir harf lam bir harf, Zâl bir harf ve Kef de bir harf 'tir. "

Muhammed b. Nasr, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da ve es-Siczî'nin Avf b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Allah, Kur'ân'dan bir harf okuyana bir sevap yazar. bir harftir demiyorum. Fakat (.....) bir harf, (.....) bir harf ve bir harftir. Yine (.....) bir harftir demiyorum. Fakat (.....) bir harf (.....) bir harf (.....) de bir harftir" buyurmuştur.

Muhammed b. Nasr es-Silefî, el-Vecîz fi Zikri'l-Mucâz ve'l-Mecîz'de, Enes b. Mâlik'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Allah, Kur'ân'dan bir harf okuyana on sevap yazar, (.....) harfine ayrı, (.....) harfine ayrı ve (.....) harfine ayrı sevap yazar."

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte ve Ebû Nasr es-Siczî, İbn Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

“Kişi, ihtiyacını giderip ailesinin yanına döndüğü zaman Kur'ân'ı açıp onu okusun. Çünkü Allah, okuduğu her harfine karşılık on sevap verir. (.....) bir harftir demiyorum. Fakat (.....)'e on sevap, (.....)'a on sevap ve (.....)'e de on sevap verir."

Ebû Câfer en-Nehhâs, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da ve Ebû Nasr es-Siczî, Kays b. Seken'den, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Kur'ân'ı öğreniniz. Çünkü onun her harfine karşılık on sevap verilir ve on günahı affedilir, (.....) bir harftir demiyorum. Fakat (.....)'e on sevap, (.....)'a on sevap ve (.....)'e de on sevap verilir."

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs ve İbnu'n-Neccâr, Tarih'inde bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetinin manasının:

“Ben Allah'ım, bilirim" olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Mes'ûd'un, (.....) ayeti hakkında:

“Allah'ın isimlerinden türemiş harflerdir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: İbn Abbâs: (......), (......), (......), (......), (......), (......), (......), (......), (......) ve (......) ayetleri için:

“Bunlar, Allah'ın kendileriyle kasem ettiği yeminlerdir. Ve bunlar O'nun isimlerindendir" demiştir.

İbn Cerîr, İkrime'nin, (......) için "Kasemdir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un, ayeti için "Allah'ın İsm-i Azam'ıdır" dediğini bildirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (......), ve (......) ayetleri için, "Allah'ın İsm-i Azam'ıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Tefsîr'de, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: Âmir'e, (......) ve (......) gibi harflerle başlayan sûreler sorulunca:

“Allah'ın isimlerinin harflere ayrılmış halidir. Eğer onları bir araya getirirsen Allah'ın isimlerinden birisi ortaya çıkar" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, Rabî b. Enes'in, (......) ile ilgili olarak:

“(......), Allah, lafzının ilk harfi, (......), Latîf isminin ilk harfi, (......) ise Mecîd isminin ilk harfidir" dediğini bildirir.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder: Sûrelerin başlangıcındaki harfler, Allah'ın isimlerinden bir isimdir."

Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: Süddî, sûrelerin başlangıcındaki harflerin hepsinin, Allah'ın isimlerinden bir isim olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) ile ilgili olarak:

“Bu, Kur'ân'ın isimlerinden biridir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (......) ile ilgili olarak:

“Bu, Kur'ân'ın isimlerinden biridir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân'ın bildirdiğine göre Mücâhid, (.....), (.....) ve (.....) ile ilgili olarak:

“Bunlar, Allah'ın Kur'ân'a kendileriyle başladığı başlıklardır. Allah onlarla sûreleri açmıştır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Hasan der ki: (.....) ve (.....) Allah'ın, kendileriyle başladığı başlıklardır. Allah onlarla sûreleri açmıştır."

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Sûrelerin başlangıcındaki ,(.....) ,(.....), ve (.....) gibi başlıklar vazedilen hecelerdir.

İbn Cerîr, Zeyd b. Eslem'in, "(.....) ve buna benzer harflerle başlayan âyetler, sûrelerin adıdır" dediğini bildirmiştir.

İbn İshâk, Buhârî, Tarih'te ve İbn Cerîr zayıf senetle, İbn Abbâs'tan, o da Câbir b. Abdillah b. Riâb'dan bildiriyor: Ebû Yâsir b. Ahtab Yahudilerden bir grupla Bakara Sûresinin baş kısmını (.....) okuyan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçti ve sonra bir grup Yahudiyle beraber olan kardeşi Huyey b. Ahtab'ın yanına giderek:

“"Biliyor musunuz, vallahi Muhammed'in, Aziz ve Celil olan Allah'ın, ona indirdiklerinden (.....) âyetlerini okuduğunu işittim" dedi. Onlar:

“Bizzat sen işittin mi?" diye sorunca, Ebû Yâsir:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Huyey, yanındaki Yahudilerle beraber Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve:

“Ey Muhammed! Ey Muhammed, sana indirilenler içinde (.....), okuduğun anlatılıyor doğru mu?" diye sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, Yahudiler:

“Bunu sana Allah katından Cebrail mi getirdi?" diye sordular. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verince, onlar:

“Allah, senden önce de Peygamberler gönderdi. Allah, onlardan herhangi bir peygambere, iktidarının ve ümmetinin ecelinin ne kadar olacağını beyan ettiğini bilmiyoruz. Bunu ancak sana bildirmiş" dediler ve Huyey b. Ahtab yanındakilere dönüp:

“(.....) bir, (.....) otuz, (.....) ise kırk demektir ve bu da yetmiş bir yıl eder. Şimdi sizler kendi iktidarı ve ümmetinin eceli yetmiş bir yıl sürecek olan bir peygamberin dinine mi gireceksiniz?" deyip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) döndü ve:

“Ey Muhammed! Bu zamana ilave olarak başka bir şey var mı?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, Huyey:

“O nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(.....) ayetidir" buyurunca, Huyey:

“Bu daha uzundur. (.....) bir, (.....) otuz, (.....) kırk, ise doksan demektir. Bunların hepsi, yüz altmış bir yıl demektir. Ey Muhammed, bundan başka bir şey yar mıdır?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, Huyey:

“O nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(.....) ayetidir" buyurunca, Huyey:

“Bu daha uzundur. (.....) bir, (.....) otuz, (.....) ise iki yüz demektir. Bunların hepsi, iki yüz otuz bir yıl demektir. Bundan başka bir şey yar mıdır?" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, (.....) ayetidir" karşılığını verince, Huyey:

“Bu daha uzundur. (.....) bir, (.....) otuz, (.....) kırk, (.....) ise iki yüz demektir. Bunların hepsi, iki yüz yetmiş bir yıl demektir" deyip şöyle devam etti:

“Ey Muhammed, senin işin bize karışık geldi. Öyle ki, sana çok şey mi yoksa az şey mi verildi bilemiyoruz." Sonra kalkıp gittiler ve Ebû Yâsir, kardeşi Huyey ve yanındaki Yahudi keşişlerine:

“Ne biliyorsunuz, belki de Muhammed'e, bunlann toplamı verilmiştir. Bunlar, yetmiş bir, yüz altmış bir, iki yüz otuz bir ve iki yüz yetmiş bir yıldır ve toplam yedi yüz otuz dört yıl yapar" deyince, onlar:

“Onun durumu bize karışık geldi" dediler. "Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın temeli olan kesin anlamlı âyetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar..." âyetinin bu kişiler hakkında nazil olduğu söylenir.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Yahudiler, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmetini (kitaplarında) görüyor, gönderileceğinini biliyorlar, ama Ümmetinin ecelinin ne kadar olduğunu bilmiyorlardı. Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderip, (.....) ayetini indirdiği zaman:

“Bu ümmetin gönderileceğini biliyorduk, ama ecelinin (ömrünün) ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Eğer Muhammed doğru söylüyorsa, bu ümmetin peygamberiyse, bu ümmetin ömrünün ne kadar olduğu size bildirildi demektir. Çünkü, (.....) ebced hesabıyla karşılığı yetmiş bir senedir. Ömrü yetmiş bir yıl olan bir dini ne yapalım" dediler. (.....) ayeti nazil olduğu zaman, bu ebced hesabıyla iki yüz otuz bir sene yapıyordu. Bunun üzerine:

“Şimdi, iki yüz otuz bir yıl ve yetmiş bir yıl oldu" dediler. Sonra, (.....) ayeti nazil olunca, bunun da ebced hesabıyla karşılığı iki yüz yetmiş bir yıl yapıyordu. Diğer sûrelerin başında olan Mukatta harfler de nazil olunca Yahudiler:

“Onun durumu bize karışık geldi" dediler.

İbn Cüreyc ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'nin şöyle dediğini bildiriyor: Yirmi dokuz harften olan bu üç harf hakkında herkes görüş bildirmiştir. Bunlardan her harf, Allah'ın isimlerinden birinin baş harfidir. Yine her harf bir âyet ve imtihandır. Yine her harf bir topluluğun ömrünün müddetine işeret eder. (.....), Allah isminin baş harfidir, (.....), Latif isminin baş harfidir. ise Mecîd isminin baş harfidir, (.....), Allah'ın nimetleri, (.....), Allah'ın lütfü, (.....) ise Allah'ın yüceliği anlamına gelmektedir, (.....) bir yıl, (.....) otuz yıl (.....) ise kırk yılı ifade eder.

İbnu'l-Münzir, Tefsîr'de ve Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân, Tefsîr'de, Dâvud b. Ebî Hind'in şöyle dediğini bildirir: Şa'bî'ye, sûrelerin başındaki harfleri sorduğumda:

“Ey Dâvud! Her kitabın bir sırrı vardır. Kur'ân'ın da sırrı, sûrelerin başındaki bu harflerdir. Bunları bırak, diğer şeylerden istediğini sorabilirsin" cevabını verdi.

Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Cibril'in, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müzakere ettiği son harf: (.....) ayetidir.

2

"...Onda asla şüphe yoktur..."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Durays, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid dedi ki: Bakara Sûresinin ilk dört ayeti müminlerin vasıfları, iki âyet kafirlerin vasıfları, on üç âyet münafıkların vasıfları, kırkıncı âyetten yüz yirminci ayete kadar olan kısımda ise İsrail oğullarının vasıflarından bahsedilmektedir.

Vekî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Bakara Sûresinin başındaki ilk dört âyet (.....)'e kadar, müminlerin vasıfları hakkında, iki âyet (.....)'e kadar kâfirlerin vasıfları hakkında, yirminci ayete kadar olan bölüm ise münafıkların vasıfları hakkındadır.

İbn Cerîr, Rabî b. Enes'in şöyle dediğini bildirir:

“Bakara Sûresinin ilk dört ayeti iman edenler hakkında, iki âyet ise Ahzâb savaşına katılan müşriklerin ileri gelenleri hakkında nazil oldu."

İbn Cerîr ve Hâkim, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: (.....), Allah'ın isminin baş harfleridir, "Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitap'dır"  ayetinde geçen kitaptan kasıt, Kur'ân'dır. (.....) sözünden kasıt ise, kendisinde hiç şüphe olmayan demektir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, kitaptan kastın Kur'ân olduğunu söylediğini bildirmiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, İkrime'den buna benzer bir rivayette bulunmuştur.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: (.....) sözünün manası:

“Kendisinde hiç şüphe yoktur" demektir.

Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'd-Derdâ'nın:

“Şek ve şüphe küfürdendir" dediğini bildirir.

et-Tastî'nin, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: Yüce Allah'ın âyette buyurduğu: (.....) sözünün manası nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Kendisinde hiç şüphe yoktur" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bunu (reyb kelimesinin manasını) bilir mi?" diye sorunca ise, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Evet. Yoksa Za'berî'nin şöyle dediğini duymadın mı?

Ey Umâme hakta şüphe yoktur

Şüphe yalancının söylediğidir?

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünün manasının:

“Kendisinde hiç şüphe yoktur" olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Mücâhid'den buna benzer bir rivayette bulundu.

"...Takva sahipleri için hidayet kaynağıdır"

Vekî ve İbn Cerîr, Şa'bî'nin, âyette geçen "Hidayet" kelimesini, "Sapıklıktan kurtaran" şeklinde izah ettiğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle der:

“Âyetteki hidayetin manası nur, takva sahiplerinden kasıt ise müminlerdir."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“...takva sahipleri için hidayet kaynağıdır" ayetinde kastedilenler, bildikleri doğru yolu bıraktıklarında Allah'ın azabına uğramaktan korkanlar, Allah'tan gelenleri tasdik ettiklerinde ise rahmetini umanlardır.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“...takva sahipleri için hidayet kaynağıdır" ayetinde kastedilenler, şirkten sakınanlar ve Allah'a itaat edenlerdir.

Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "...takva sahipleri için hidayet kaynağıdır" ayeti hakkında şöyle dedi:

“Allah, Kitabı, Kendisine inananlar için aydınlık, takva sahipleri için ise nur yapmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muâz b. Cebel şöyle dedi:

“Kıyamet günü insanlar bir yerde hapsedilir ve bir münadi: «Takva sahipleri nerede?» diye seslenir. Bunun üzerine takva sahipleri Rahmân'ın korumasında hıfzında ayağa kalkarlar. Yüce Allah onlardan perdeli değildir. Onlardan gizlenmez." Muâz'a:

“Takva sahipleri kimlerdir?" diye sorulunca:

“Şirkten ve putlara tapmaktan sakınıp ihlasla Allah'a ibadet edenlerdir ve böylece takva sahipleri Cennete girerler."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tarih'te, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, sahabeden olan Atiyye es- Sa'dî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:

“Kul, zararlının korkusundan zararsızı terk etmedikçe, muttakiler mertebesine varamaz. "

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu't-Takvâ'da bildiriyor: Bir kişi Ebû Hureyre'ye:

“Takva nedir?" diye sorunca, Ebû Hureyre:

“Dikenli bir yolda yürüdün mü?" karşılığını verdi. Adam:

“Evet" cevabını verince, Ebû Hureyre:

“Ne yaptın" diye sordu. Adam:

“Dikeni gördüğümde ondan uzaklaştım veya üzerinden aştım ya da değmeden yanından dolandım" cevabını verince, Ebû Hureyre:

“İşte takva budur" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Ebî Hâtim, Talk b. Habîb'den bildiriyor: Talk b. Habîb'e:

“Bize, anlayabileceğimiz basit sözlerle takvayı anlatabilir misin?" denilince, şöyle karşılık verdi:

“Takva, Allah'tan gelen nurla, rahmetini dileyerek Ona itaat etmektir. Yine takva, Allah'tan gelen nurla Allah'ın azabından korkarak Ona isyan etmeyi terk etmektir."

Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“Gerçek takva, kulun Allah'tan korkması, hatta zerre kadar emrinden çıkmaktan sakınmasıdır. Haram olmasından korktuğu ve harama düşmesine engel olması için helal olan bazı şeyleri bile terk etmesidir."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Hasan(-ı Basrî)'nin şöyle dediğini nakleder:

“Muttakiler, takvada o kadar ileri gittiler ki, harama düşmekten korktukları için birçok helali terk ettiler."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî der ki:

“Takva sahiplerinin üstünlüğünün sebebi, kimsenin sakınmadığı şeylerden bile sakınmalarıdır."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Abdullah b. el-Mübârek şöyle der:

“Kişi, yüz şeyden sakınıp, sadece bir şeyden sakınmazsa muttakilerden sayılmaz."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Ebi'd-Dünyâ bildiriyor: Avn b. Abdillah der ki:

“Takvanın kemale ermesi, bildiğin şeyleri kullanarak bilmediğin şeyleri öğrenmeye çalışmakla olur."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Ebû Recâ der ki:

“Muttaki olmak isteyen, işlerde kullanılan develerden daha yumuşak huylu olsun. İş devesine kim gitse onu çökertebilir."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mâlik b. Enes tarikiyle, Vehb b. Keysân'dan bildiriyor:

“Bir adam Abdullah b. ez-Zübeyr'e bir mektup yazarak şöyle nasihat etti:

“Derim ki: Takva sahiplerinin, kendisiyle tanındıkları alâmetleri vardır. Onlar da bu alâmetleri bilirler. Belaya sabreden, kadere razı olan, nimetlere şükreden ve Kur'ân'ın hükmüne boyun eğerse takva sahibidir demektir."

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Mübârek'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) oğlu Süleymân'a:

“Ey oğul! Bir insanın takva sahibi olması şu üç şey ile belli olur:

Allah'ın takdir ettiği bela ve sıkıntı karşısında, O'na tam ve güzel bir şekilde tevekkül etmesi, O'nun kendisine ihsan ettiği şeylere gönülden razı olması ve O'nun müptela kıldığı belalara karşı ise güzel bir sabra sahip olmasıdır." İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Sehl b. Mincâb der ki:

“Takvanın aslı, dilinin her an Allah'ın zikriyle meşgul olmasıdır."

Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Saîd b. Ebî Saîd el-Makburî'nin şöyle dediğini bildirir: Bize ulaştığına göre bir kişi Hazret-i İsa'ya (aleyhisselam) gelerek:

“Ey hayrın muallimi! Ben ne şekilde gerektiği gibi Allah'tan korkarım?" diye sorunca, Hazret-i İsa:

“Kolay bir şeyle olursun: Bütün kalbinle Allah'ı seversin. Gücün yettiği kadar ibâdet edersin. Nefsine merhamet ettiğin kadar hemcinslerine de merhamet edersin" cevabını verdi. Adam:

“Ey hayrın muallimi! Benim hemcinslerim kimlerdir?" diye sorunca, Hazret-i İsa:

“Âdemoğullarının hepsidir. Sana dokunmasını istemediğini başkasına dokundurma. O zaman gerçekten Allah'ın azabından sakınmış olursun" cevabını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre İyâs b. Muâviye der ki:

“Takvanın başı ve en büyüğü, Allah'tan başkasına ibadet etmemendir. Sonra insanlar Allah'ın emirlerine uydukları ve haramlardan kaçındıkları derecede birbirlerine üstün olurlar."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Avn b. Abdillah der ki:

“Takvanın başı hüsnüniyet, sonu ise muvaffakiyettir. Kul da bu ikisi arasında bazen kendisini helaka götürecek şeylere, bazen şüphelere, bazen arzuların peşinde koşan bir nefse, bazen de kendisinden gafil ve aciz olmayan bir düşmana (Şeytana) maruz kalır ve bunlarla uğraşır."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Muhriz et-Tufâvî'nin:

“Dünyayı âhirete tercih eden kişi, nasıl takva sahibi olmayı arzu edebilir ki" dediğini bildirmiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ bildiriyor: Ömer b. Abdilaziz der ki:

“Allah'tan sakınmak, gündüz oruç tutup gece namaz kılmak ve başka şeylerde ise dikkatsiz olmak değildir. Takva, Allah'ın haram kıldıklarını terk etmek, emrettiklerini yerine getirmektir. Bundan sonra kime hayır nasib edilirse, bu kişi hayır üzerine hayır elde etmiş demektir."

İbn Ebi'd-Dünyâ bildiriyor: Muhammed b. Yûsuf el-Firyâbî der ki: Süfyân es-Sevrî'ye:

“İnsanlar Süfyân es-Sevrî (çok ibadet yapıyor) derken, sen gece uyuyor musun?" dediğimde:

“Sus! Bu işin başı takvadır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Şebîb b. Şeybe'den bildiriyor: Bilgelerden bir kişi Abdulmelik b. Mervân'ın yanında konuşup takva sahiplerinin vasıflarını saydı ve şöyle dedi. "Takva sahibi: Allah'ı, yaratılmışlara, âhireti dünyaya tercih eden, ihtiyaçları kendisini sıkıntıya sokmayan, nefse hoş gelen şeyler kendisini (Allah'a ibadetten) alıkoymayan, Allah'ın kendisinden istediklerine kalp gözüyle bakıp onları yerine getirmek için çalışan, hayatı hüzünle geçen, insanlar uyurken o geceyi kederli geçiren, gam içinde sabahlayan, kendini dünyada hapishanedeymiş gibi gören, ölüm kendisine gelinceye kadar rahat nedir bilmeyen, şifası Kur'ân olan, devası hikmetli bir söz ve güzel bir nasihat olan, dünyada bundan daha değerli bir şeyi kabul etmeyen ve başka şeyden zevk almayan" kişidir. Bunun üzerine Abdulmelik b. Mervân:

“Şahitlik ederim ki bu kişi, düşünce olarak bizden daha rahat ve yaşamı daha refah içindedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de Meymûn b. Mihrân'dan bildiriyor:

“İnsan kendisini ortağın ortağı hesaba çekmesinden daha sıkı bir şekilde hesaba çekmedikçe; nereden yediğini, nereden giyindiğini, nereden içtiğini, haramdan veya helalden olup olmadığını bilmedikçe takva sahibi olamaz."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ömer b. Abdilaziz'den bildiriyor: İbn Abdilaziz, idareyi eline aldığı zaman, Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra:

“Size, Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Çünkü Allah korkusu her şeyin yerini tutar, ama hiçbir şey Allah korkusunun yerini tutamaz" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Ömer b. Abdilaziz:

“Ey insanlar! Allah'tan korkunuz. Yok olan her şeyin yerini tutacak bir şey vardır. Ancak takvanın yerini hiçbir şey tutamaz" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Katâde'nin şöyle dediğini nakleder:

“Allah Cennet'i yarattığı zaman, ona: «Konuş» deyince, Cennet: «Takva sahiplerine ne mutlu!» dedi."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr:

“Kıyamet, takva sahiplerinin düğünüdür" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Muhammed b. Yezîd er-Rahabî'den bildiriyor: Ebu'd- Derdâ'ya:

“Ensâr'dan, bir beyt şiiri olmayan kimse yoktur. Sen hangi şiiri söylersin?" diye sorulunca, Ebu'd-Derdâ: Ben de şunu söylüyorum, dinleyiniz" dedikten sonra şu şiiri okudu:

Kişi ister ki dilekleri verilsin kendisine

Allah ise ancak muradım yerine getirir

Kişi der ki: Benim faydam, benim malım

Halbuki Allah korkusu (takva) elde edeceği en üstün faydadır."

İbn Ebî Hâtim, Muâz b. Cebel'in öğrencisi olan Ebu'l-Afîf'in şöyle dediğini bildirir:

“Cennetlikler, Cennete dört sınıf olarak girerler: Takva sahipleri, sonra şükredenler, sonra korkanlar, en son ise amel defterleri sağ tarafından verilenlerdir."

3

"Onlar, gaybe iman ederler..."

İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, Yüce Allah'ın, takva sahiplerini "Onlar, gaybe iman ederler..." şeklinde vasfettiğini söyledi.'

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Onlar, gaybe iman ederler..." buyruğuyla kastın, Allah'tan geleni(n tümünü) tasdik etmek olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre ibn Mes'ûd, "Onlar, gaybe iman ederler..." ayetiyle ilgili olarak şöyle dedi: Onlar, Araplardan iman etmiş olanlardır. İman etmek, tasdik, gayb ise Cennet, Cehennem ve Allah'ın Kur'ân'da zikretmiş olduğu, kulların göremedikleri şeylerdir. Bunu tasdik etmelerinin sebebi, yanlarında bulunan bir kitap veya daha önce bilgileri dâhilinde olan bir şey değildir. "Onlar ki sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler, onlar âhirete de kesin olarak inanırlar."' Âyetinde kastedilen kişiler ise kitap ehlinden iman etmiş olanlardır. Sonra Allah bu iki grubu toplayarak:

“işte bunlar hidayet üzeredir..."' buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'nin şöyle dediğini bildirir:

“Onlar, gaybe iman ederler..." ayetinde kastedilen, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, âhiret gününe, Cennetine, Cehennemine, Ona kavuşmaya ve öldükten sonraki hayata iman etmektir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Onlar, gaybe iman ederler..." ayetinde kastedilenler, öldükten sonra dirilmeye, hesaba, Cennete ve Cehenneme inanıp Allah'ın Kur'ân'da vaad ettiklerine iman edenlerdir.

et-Tastî, el-Mesâil'de bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah'ın:

“Onlar, gaybe iman ederler..." ayetinde kastedileni bana bildir" deyince, İbn Abbâs:

“Cennet ve Cehennemle ilgili kendileri için gayb olan şeylere iman edenlerdir" karşılığını verdi. Nâfi:

“Araplar bunu bilir mi?" diye sorunca ise, İbn Abbâs şöyle cevap verdi:

“Evet. Ebû Süfyân b. el-Hâris'in şöyle dediğini duymadın mı?

Biz gaybe iman ettik, oysa bizim kavmimiz,

Putlara taparlardı Muhammed gelmeden önce.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Mende, Ma'rifetu's-Sahabe'de ve Ebû Nuaym, Ma'rifetu's-Sahabe'de, Tuveyle binti Eslem'in şöyle dediğini bildiriyor: Hârise oğullarının mescidinde öğle veya ikindi namazını Mescid-i Aksâ'ya yönelerek kıldım. İki rekat kıldıktan sonra bir kişi gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye yönelerek namaz kıldığını bildirince, erkekler kadınların, kadınlar da erkeklerin yerine geçerek kalan iki rekatı Kâbe'ye yönelerek kıldık. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu öğrenince:

“Bunlar, gaybe iman eden topluluktur" buyurdu.

Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, Ahmed b. Menî, Münsed'de, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, Hâkim ve İbn Merdûye bildiriyor: Hâris b. kays, İbn Mes'ûd'a:

“Ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı, Sizler Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) gördünüz, biz ise göremedik. Bunun sevabını Alllah'tan bekleriz" deyince, ibn Mes'ûd şöyle karşılık verdi:

“Siz Muhammed'i görmeden iman ettiniz (biz ise onu görüp iman ettik) bunun sevabını Allah'tan bekleriz. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberliği, onu gören için açık bir durumdu. Kendisinden başka ilah olmayana yemin ederim ki, hiç kimse, gaybe iman eden kişi gibi üstün bir imana sahip değildir." Sonra ibn Mes'ûd şu ayetleri okudu:

“Elif, Lam, Mim. Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitap'dır... İşte Rab'lerinin yolunda olanlar ve saadete erişenler bunlardır." (Bakara Sur. 1- 5)

Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Murhibî, Fadâilu'l-îlm'de ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber otururken:

“Bana, iman yönünden en üstün olanları söyleyiniz" buyurunca, sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Meleklerdir" cevabını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Melekler öyledir ve böyle olmaları da haklarıdır. Allah onlara bulundukları mertebeyi vermişken onların böyle olmasına ne mani olabilir?" dedi. Bunun üzerine sahabe:

“O halde Allah'ın peygamberlikle şereflendirdiği peygamberlerdir" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peygamberler böyledir ve böyle olmaları da haklarıdır. Allah onlara bulundukları mertebeyi vermişken onların böyle olmasına ne mani olabilir?" dedi. Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Şehidlerdir. Peygamberlerle beraber olup şehit düşenlerdir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar öyledir ve öyle olmaları haklarıdır. Allah onları peygamberleriyle şehadet mertebesiyle şereflendirdikten sonra onların böyle olmasına ne mani olabilir? Ben onları sormuyorum" dedi. Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Onlar kimdir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bazı kavimlerdir ki, hâlâ atalarının bellerinde olup benden sonra gelecekler, beni görmedikleri halde bana iman edecekler, beni görmedikleri halde tasdik edeceklerdir, duvarlarda asılı duran Mushaf ı görerek içindeki hükümlere uyacaklar. İşte imanı en üstün olanlar bunlardır" buyurdu.

Hasan b. Arafe, Beyhakî, Delâil'de, İsbehânî, et-Terğıb'de, Amr b. Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizce, iman yönünden kim daha üstündür?" diye sorunca, sahabe:

“Meleklerdir" cevabını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar, Rablerinin yanındayken neden iman etmesinler ki!" karşılığını verince, sahabe:

“Peygamberlerdir" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vahiy kendilerine indiği halde onlar neden iman etmesinler ki!" buyurunca, sahabe:

“Biziz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben aranızda olduğum halde neden iman etmeyesiniz ki! Benim için iman yönünden yaratılmışların en üstünü sizden sonra gelecek Kur'ân'ın bulunduğu mushafları bulup içindekilere iman edecek olanlardır" buyurdu.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sabah uyanıp:

“Su yok mu? Su yok mu?" diye sordu. Sahabe:

“Hayır" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Su tulumu yok mu?" diye sordu. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir su tulumu getirip önüne koyduklarında elini tuluma koyup parmaklarını ayırdı. Bunun üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarından Hazret-i Mûsa'nın asasından akan su gibi su akmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Bilâl! Halkı abdest almaları için çağır" buyurdu. İnsanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarından akan suyla abdest almak için geldiklerinde İbn Mes'ûd içmek için çalışıyordu. Halk abdest alınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara sabah namazını kıldırdı ve onlarla oturup:

“Ey insanlar! İman yönünden yaratılmışların en güzeli kimdir?" diye sordu. Sahabe:

“Meleklerdir" cevabını verince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu işi gözleriyle gördükleri halûe melekler nasıl iman etmesinler ki!" buyurdu. Sahabe:

“O zaman peygamberlerdir ey Allah'ın Resûlü!" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vahiy kendilerine gökten indiği halde nasıl iman etmesinler kil" cevabını verdi. Sahabe:

“O zaman ashâbındır, ey Allah'ın Resûlü!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu gördüklerine (mucizelere) rağmen nasıl iman etmesinler ki. İman yönünden yaratılmışların en güzeli, benden sonra gelecek; beni görmedikleri halde bana iman edecekler, beni görmedikleri halde tasdik edeceklerdir. İşte onlar benim kardeşlerimdir. "

İsmâîlî, Mu'cem'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"İman yönünden en güzel olan kimdir?" diye sorunca, "Meleklerdir" cevabı verildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar gökte, sizin görmediğinizi Allah kendilerine gösterdiği halde nasıl iman etmezler ki!" karşılığını verince, "O zaman peygamberlerdir" denildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlara vahiy geldiği halde nasıl iman etmezler ki!" buyurunca, "O zaman biziz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'ın ayetleri size okunduğu, Allah'ın Resûlü aranızda olduğu halde nasıl iman etmezsiniz ki! İman yönünden en güzel olanlar, benden sonra gelecek ve beni görmeden bana iman edeceklerdir. Bu kişiler iman yönünden en güzel olanlardır. Onlar benim kardeşlerim, sizler ise arkadaşlarımsınız. "

Bezzâr'ın bildirdiğine göre Enes şöyle der: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İman yönünden en güzel olan kimdir?" diye sorunca, sahabe:

“Meleklerdir" cevabını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Melekler nasıl iman etmezler ki!" karşılığını verince, sahabe:

“Peygamberler" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peygamberlere vahiy geliyor, onlar nasıl iman etmezler ki! İman yönünden insanların en güzeli sizden sonra gelecek, vahyedilen kitabı görüp ona iman ederek tâbi olacak kişilerdir. İnsanlar içinde iman yönünden en güzel olanlar bunlardır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Avf b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Keşke kardeşlerimi görebilseydim" deyince, sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Biz senin kardeşlerin ve arkadaşların değil miyiz?" diye sordular.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet öyle, ama sizden sonra gelecek, sizin iman ettiğiniz gibi bana iman edecek, sizin tasdik ettiğiniz gibi beni tasdik edecek, sizin bana yardım ettiğiniz gibi yardım edecek bir topluluk gelecektir. Keşke o kardeşlerimi görebilseydim" buyurdu.

İbn Asâkir, el-Arbaîne's-Subâiyye'de, Ebû Hind tarikiyle Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Keşke kardeşlerimi görebilseydim" deyince, sahabeden bir kişi:

“Ey Allah'ın Resûlü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz benim arkadaşlar imsiniz. Kardeşlerim ise benden sonra gelip, beni görmeden iman edecek olan kimselerdir" buyurup:

“Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler" ayetini okudu.

Ahmed, Buhârî, Tarih'te, Dârimî, el-Bâverdî, Mu'cemu's-Sahabe'de, İbn Kâni, Mu'cemu's-Sahabe'de, Taberânî ve Hâkim, Ebû Cum'a el-Ensârî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bizden daha çok sevabı olan topluluk var mı? Sana iman edip tâbi olduk" diye sorduğumuzda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın elçisi (sallallahü aleyhi ve sellem) aranızda ve Size gökten vahiy getirdiği halde nasıl iman etmezsiniz kil Sizden sonra gelecek bir topluluk vardır ki, iki kapak arasındaki kitap kendilerine gelecek, bunlar kitaba iman edip içindekilere tâbi olacaklar. Bunlar, sevap yönünden sizden daha üstündür" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Ömer, Ahmed ve Hâkim, Ebû Abdirrahman el- Cuhenî'den bildiriyor: Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken iki süvari gözükünce, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar, Kinde veya Mezhac'dan iki kişidir" buyurdu. Süvariler yanımıza geldiklerinde Mezhac'lı olduklarını öğrendik. Bunlardan biri biat etmek için yaklaşıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elini tuttu ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! Seni görüp, iman eden ve sana tâbi olup tasdik edene ne vardır?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona ne mutlu!" karşılığını verince adam Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tokalaşıp (biat edip) gitti. Sonra diğeri gelip biat etmek için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elini tuttu ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! Seni görmeden, iman eden ve sana tâbi olup tasdik edene ne vardır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona ne mutlu! Ona ne mutlu" deyince, bu kişi de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tokalaşıp biat ederek gitti.

Tayâlisî, Ahmed, Buhârî, Tarih'te, Taberânî ve Hâkim, Ebû Umâme el- Bâhilî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:

“Beni görüp iman edene ne mutlu! Beni görmeden iman edene ne mutlu!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci cümleyi yedi defa söyledi.

Ahmed ve İbn Hibbân, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Seni görüp iman edene ne mutlu!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni görüp iman edene ne mutlu! Beni görmeden iman edene ne mutlu, ne mutlu, ne mutlu!" buyurdu.

Tayâlisî ve Abd b. Humeyd'in, Nâfi'den bildirdiğine göre bir kişi İbn Ömer'e gelip:

“Ey Abdurrahman'ın babası! Bu gözlerinizle mi Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) gördünüz?" diye sorunca, İbn Ömer:

“Evet" cevabını verdi. Adam:

“Bu dillerinizle mi onunla konuştunuz?" diye sorunca, İbn Ömer yine:

“Evet" karşılığını verdi. Adam:

“Bu ellerinizle mi ona biat ettiniz?" diye sorunca, İbn Ömer:

“Evet" cevabını verdi. Adam:

“Size ne mutlu" deyince İbn Ömer:

“Sana Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğum bir şeyi söyleyeyim mi?" dedi. Adam:

“Evet" karşılığını verince, İbn Ömer: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni görüp iman edene ne mutlu. Beni görmeden iman edene ne mutlu, ne mutlu, ne mutlu!" buyurduğunu duydum, dedi.

Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Taberânî, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Beni görüp iman edene ne mutlu! Beni görmeden iman edene ne mutlu!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci cümleyi yedi defa söyledi.

Hâkim, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ümmetimden bazıları benden sonra gelecek ve onlardan her biri, bütün malına ve ailesine karşılık beni görmeyi arzu edecek. "

"...namazı dosdoğru kılarlar..."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn İshâk bildiriyor: ibn Abbâs, "...namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" âyetinin manasının şöyle olduğunu söyledi:

“Beş vakit namazlarını kılarlar ve mallarının zekatını verirler."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" âyetinin manasının şöyle olduğunu söyledi:

“Namazlarını farzları yerine getirerek kılarlar ve sevabını umarak mallarının zekatını verirler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Namazı dosdoğru kılmak, rükuu, secdesi, kıraati ve huşuu tam olarak yerine getirmek ve namazda kişinin kendisini tamamen namaza vermiş olmaktıır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“...namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" ayetinde kastedilen, namazları vaktinde, abdeste, rükûa ve secdeye dikkat ederek kılmak, Allah'ın, kendilerine farz kıldığı harcamaları Allah yolunda ve Onun rızası için yapmaktır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "...kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler"' ayetiyle ilgili olarak şöyle dedi:

“Burada, diğer infakların dışında sadece zekat kastedilmiştir. Namazın zikredildiği her yerde onunla beraber zekat ta zikredilmiştir. Eğer namazdan sonra zekat kelimesi kullanılmamışsa, namaz zikredildikten sonra "...kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" cümlesi zikredilmiştir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“...kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" âyetinden kasıt, kişinin ailesine harcaması gereken nafakasıdır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, "...kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de infak ederler" ayetiyle ilgili olarak şöyle dedi:

“İnfaklar, Allah'a yaklaşmak için kişilerin güçleri nisbetinde verdikleri nafile sadakalardı. Tevbe Sûresinde zekatın farz kılındığını ve kimlere verileceğini açıklayan âyetler inince, daha önce infakla ilgili olan ayetleri neshedip zekatın farz olduğunu belirtti."

4

"Onlar ki sana indirilene ve senden önce indirilenlere îman ederler..."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Onlar ki sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler, onlar âhirete de kesin olarak inanırlar" âyetinin manası hakkında şöyle dedi: Senin, Allah'tan getirdiğine ve senden önceki peygamberlerin getirdiklerine iman ederler. Onlar arasında ayrımcılık yapmazlar ve getirdikleri şeyleri inkâr etmezler. Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet gününe, Cennete Cehenneme, Hesab'a çekileceklerine ve Mizan'a iman ederler. Senden önce gönderilenlere iman edip Rabbinden sana gelenleri inkar edenler gibi yapmazlar."

Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "Onlar ki sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler, onlar âhirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler; işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" ayetleri hakkında şöyle dedi:

“İndirilen şey, Allah'ın, hak ile batılı birbirinden ayırdığı Furkân'dır. Daha önce indirilenler ise Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önce gelen kitaplardır. Bunlara iman edenler, hidayeti ve kurtuluşu hak ettiler ve Allah ta onlara bunu verdi. Bu vasıflar iman ehlinin vasfıdır. Sonraki iki âyette Yüce Allah:

“Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar" ifadesiyle kafirleri vasfetmiştir.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Müsned'in zevâidinde, Hâkim ve Beyhakî, ed-Da'vât'ta, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken bir bedevi gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Hasta olan bir kardeşim var" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hastalığı nedir?" diye sorunca, bedevi:

“Biraz deliliği var" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu bana getir" buyurdu ve adam gelince onu önüne oturttu ve Fâtiha Sûresini, Bakara Sûresinin ilk dört ayeti, "Tanrınız bir tek Tanrıdır. O, merhamet eden, merhametli olandan başka Tanrı yoktur.", Âyetu'l-Kürsî, Bakara Sûresinin son iki ayetini, Âli-İmrân Sûresinin "Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahibleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hâkim'dir" âyetini, A'raf Sûresinin, "Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş'a hükmeden, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; Güneşi, Ay'ı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da, emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah Yüce'dir" âyetini Müminûn Sûresinin son, "Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce Arş'ın Rabbidir" ayetini, Cin Sûresinin, "Doğrusu Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir" ayetini, Sâffât Sûresinin ilk on ayetini, Haşr Sûresinin son üç ayetini, İhlas Sûresini ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyunca adam daha önce hiç rahatsızlanmamış gibi ayağa kalktı.

İbnu's-Sünnî, el-Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Abdurrahman b. Ebî Leylâ tarikiyle, bir adamdan, o da babasından aynısını rivayette bulunmuştur.

Dârimî ve İbn Durays, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“Bakara Sûresinin başından dört ayet, Âyetu'l-Kürsî'den sonra iki ayet, Bakara'nın son üç ayeti okuyanın ne kendisine, ne de ailesine o gün şeytan veya ailesine ve malına yaklaşmasını istemediği başka bir şey yaklaşamaz. Bu âyetler bir deliye okunduğu zaman ise, deli kendine gelir."

Dârimî, İbnu'l-Münzir ve Taberânî bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Gece, Bakara Sûresinden on âyet okuyan kişinin bulunduğu eve o gece sabaha kadar şeytan girmez. Bu ayetlerin dördü sûrenin başında, Âyetu'l-Kürsî ve sonraki iki âyet ve "Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır..." diye başlayan, Bakara Sûresinin son üç ayetidir.

Saîd b. Mansûr, Dârimî ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Abdullah'ın öğrencilerinden olan Muğîre b. Subey'den bildiriyor:

“Uyuyacağı zaman Bakara Sûresinden on âyet okuyan, Kur'ân'ı unutmaz (ezberinde kalır). Bu on âyet şunlardır: Başından dört ayet, Âyetu'l-Kürsî, bundan sonraki iki âyet ve sûrenin sonundan üç ayet."

Taberânî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Biriniz vefat ettiği zaman onu bekletmeyiniz ve onu defnetmek için acele ediniz. Defnettikten sonra başucunda Bakara Sûresinin ilk kısmı, ayakucunda ise Bakara Sûresinin son kısmı okunsun."

Taberânî, M. el-Kebîr'de, Abdurrahman b. el-Alâ b. el-Leclâc'ın şöyle dediğini bildiriyor: Babam bana dedi ki:

“Ey oğul! Beni mezara koyduğun zaman «Bismillahi ve alâ sünneti Resûlillah» de, sonra toprağı üzerime yavaşça at, sonra başucumda, Bakara Sûresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dediğini duydum."

İbnu'n-Neccâr, Tarih'inde Muhammed b. Ali el-Melatî'den, o da Hattâb b. Sinân'dan, o da Kays b. er-Rabî'den, o da Sâbit b. Meymûn'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Tîre nehrinde konakladığımızda yanımıza oranın sakinleri geldiler ve:

“Buradan gidiniz, çünkü burada konaklayan herkesin eşyaları alındı" dediler. Ben İbn Ömer'in bana Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarmış olduğu hadis sebebiyle orada kaldım. Hadis şöyleydi:

"Gece, otuz üç âyet okuyan kişiye okuduğu gece yırtıcı hayvan ve eşkıya zarar veremez. Bu kişi sabaha kadar hem kendisi, hem ailesi, hem de malı emniyette olur." Akşam olduğunda ben uyumadım ve eşkıyanın otuz defadan fazla kılıçlarını çekmiş olarak geldiklerini gördüm. Ama her defasında bana yaklaşamadılar. Sabah olunca oradan ayrıldım. O topluluktan bir ihtiyar beni görüp:

“Ey kişi, sen insan mısın, yoksa cin misin?" diye sorunca, ben:

"Ben insanım" cevabını verdim. İhtiyar:

“Senin bu durumun nedir, yetmiş defadan fazla üzerine yürüdük ama her defasında seninle aramıza demirden bir sur çıktı. İhtiyara hadisi ve otuz üç ayeti anlattım. Âyetler şunlardır: Dört âyet Bakara Sûresinin başında, "İşte Rab'lerinin yolunda olanlar ve saadete erişenler bunlardır" âyetiyle biten ayetler, Âyetu'l-Kürsî, ondan sonraki, "...İşte onlar Cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır" ile biten iki ayet, sûrenin sonundaki, "...Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır...." ile başlayan üç ayet, A'râf Sûresinin, "Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş'a hükmeden, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; Güneşi, Ay'ı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da, emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah Yüce'dir. Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır"' ayetleri, İsrâ Sûresinin sonundaki, "De ki:

"İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur." Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut" âyeti, Sâffât Sûresinin başından on ayet, Rahmân Sûresinin, "Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki! Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Ey insanlar ve cinler! Üzerinize dumansız bir alev ve ateşsiz bir duman gönderilir de kurtulamazsınız"' ayetleri, Haşr Sûresinin, "Eğer Biz Kuran'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla başeğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz...." ayetiyle başlayıp sûrenin sonuna kadar olan kısmı, Cin Sûresinin, "Doğrusu Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir. Doğrusu aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu " ayetleri. Bu hadisi Şu'ayb b. Harb'e zikrettiğimde:

"Bu ayetlere korunma ayetleri derdik. Bunların yüz hastalığa şifa olduğu söylenir" deyip, delilik, cüzam, alacalı ve başka hastalıkları saydı. Muhammed b. Ali der ki: Bu ayetileri felç olan bir ihtiyara, Allah onu bu hastalığından iyileştirinceye kadar okudum.

Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Günün başlangıcında, Bakara Sûresinden on âyet okuyana şeytan akşama kadar yaklaşamaz, eğer akşam vakti okuyacak olursa, şeytan ona sabaha kadar yaklaşamaz ve bu kişi ne ailesinde, ne de malında hoşlanmadığı bir şeyi görmez. Bu ayetleri bir deliye okuyacak olsa bu kişi kendine gelir. Bu ayetlerin dördü sûrenin başında, Biri Âyetu'l-Kürsî ve sonraki iki âyet ve sûrenin son üç ayetidir."

5

İşte onlar, Rablerinden olan hidâyet (hak yol) üzerindedirler ve kurtuluşa erenler (azaptan kurtulup cennete ve sonsuz saâdete kavuşanlar) işte onlardır!

6

"Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir..."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Kebîr'de, el-Lâlekâî, es-Sünne'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanların iman etmelerini ve doğru yolda kendisine tâbi olmalarını çok arzuluyordu. "Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da, uyarmasan da birdir, inanmazlar" ve benzeri ayetlerle, onun bu şiddetli arzusunu bilen Allah, daha önce iman edecekleri yazılı olanlardan başkasının iman etmeyeceğini ve daha önce iman etmeyecekleri yazılı olanlardan başkasının da sapıklığa düşmeyeceğini bildirdi."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bazen Kur'ân'dan okuyoruz ve (okuduğumuzun manasına bakıp) ümitleniyoruz. Bazen de okuyoruz ve ümitsizliğe düşüyoruz" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size Cennetlikleri ve Cehennemlikleri haber vereyim mi?" diye sordu. Sahabe:

“Evet, ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitap'dır" ile başlayıp "İşte Rab'lerinin yolunda olanlar ve saadete erişenler bunlardır" ile biten âyetlerde vasfedilenler Cennetliklerdir." Bunun üzerine sahabe:

“Onlardan olmayı umarız" dediler. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da, uyarmasan da birdir, inanmazlar. Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir" ayetlerini okuyup:

“Bunlar Cehennemliklerdir" buyurdu. Bunun üzerine biz:

“Biz onlardan değiliz, öyle değil mi ey Allah'ın Resûlü!" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" Cevabini Verdi.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da, uyarmasan da birdir, inanmazlar" ayetiyle ilgili şöyle dedi: Sana indirileni inkar edenler, "Senden önce gelen kitaplara inandık" deseler bile, kendilerinde bulunan ilmi ve Allah'ın, kendilerinden aldığı ahdi inkâr ederek hem kendi bilgilerini hem de sana getirdiklerimi inkâr etmişlerdir. Artık onlar senin uyarmanı ve korkutmanı nasıl dinleyeceklerdir? "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır" âyetinin manası ise şöyledir: Rabbinden sana gönderileni inkar ettikleri için, senden önce gönderilen kitapların ve peygamberlerin hepsine iman etseler bile, sana gönderilene iman etmedikçe doğru yolu bulamazlar. Sana muhalefet ettikleri için de onlar için büyük bir azab vardır. Bu âyette kastedilenler Yahudi hahamlarıdır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye der ki:

“Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da, uyarmasan da birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır" ayetleri Ahzâb savaşına katılanların ileri gelenleri hakında nazil olmuştur. Bunlar Yüce Allah'ın, "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?" ayetinde zikrettiği kişilerdir. Bunlar Bedir savaşında öldürülmüşlerdir ve içlerinden sadece Ebû Süfyân ve Hakem b. Ebi'l-Âs İslam'ı kabul etmiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî, "...inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar"' ayeti hakkında:

“Sen onlara nasihat etsen de, etmesen de birdir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar"' ayetiyle ilgili şöyle dedi:

“Onlar şeytana uydular, şeytan da onlara hâkim oldu. Böylece Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürleyip, gözlerine perde gerdi. Bu sebeple onlar doğruyu göremez, duyamaz, bilemez ve anlayamazlar."

7

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Kâfirlerin kalplerini ve kulaklarını mühürlemek, gözlerine perde germek, doğruyu bulmalarına engel olmak demektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır" ayetiyle ilgili şöyle dedi:

“Kalplerini ve kulaklarını mühürleyerek doğruyu anlayıp duymalarını engellemek, gözlerine perde germek ise hakkı görmelerini engellemek, demektir."

et-Tastî, el-Mesâil'de bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: Bana, "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve âhirette) büyük bir azap vardır" âyetinin manası hakkında bilgi ver" deyince, İbn Abbâs:

“Allah onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur" karşılığını verdi. Nâfi:

“Araplar, «Mühür» sözcüğünü kullanır mıydı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle dedi:

“Evet. Sen A'şâ'nın şu şiirini duymadın mı?

Yahudiler içkiyi almak istediklerinde

Üzerindeki mührü açtılar

Sâîd b. Mansûr, Hasan ve Ebû Recâ'dan, birinin ayeti (.....) olarak, diğerinin ise (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

8

"İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve âhiret gününe inandık» diyenler vardır,"

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: ibn Abbâs, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve âhiret gününe inandık» diyenler vardır" ayetinde, Evs ve Hazrec kabilesi ile onlar gibi münafık olanların kastedildiğini söyledi.

İbn İshâk ve İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Bakara Sûresinin başından ilk yüz ayeti, isim ve neseplerinin de açıklandığı bazı Yahudi hahamları ve Evs ve Hazrec kabilesinden olan münafıklardan bahsetmektedir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve âhiret gününe inandık» diyenler vardır" ayetinde münafıkların kastedildiğini söyledi.

Abdürrezzâk bildiriyor: Katâde, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve âhiret gününe inandık» diyenler vardır....Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar da alışverişleri kâr getirmedi; doğru yolu bulamamışlardı" ayetlerinin münafıklar hakkında nazil olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Katâde'nin, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve âhiret gününe inandık" diyenler vardır"" ayeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bu, münafıkların vasfıdır. Âyet, gizlice hainlik eden, kötü ahlâklı ve gaddar, diliyle kabul ettiğini söyleyip kalbiyle inkar eden, diliyle iman ettiğini söyleyip ameliyle bunun tersini yapan, sabah bir halde, akşam başka bir halde olan ve geminin rüzgarın esmesiyle savrulduğu gibi iman ile küfür arasında savrulanların özelliklerini bildirmektedir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn der ki:

“Sahabe, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve âhiret gününe inandık" diyenler vardır"' ayetinde tarif edilenlerden olmaktan korktukları kadar başka hiçbir şeyden korkmazlardı."

Abd b. Humeyd, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor:

“Sahabe, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, «Allah'a ve âhiret gününe inandık» diyenler vardır" âyetinde tarif edilenlerden olmaktan korkarlardı."

Abd b. Humeyd, Yahya b. Atîk'ten bildiriyor: Muhammed, Haccâc'dan bahsedildiği zaman, "İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve âhiret gününe inandık" diyenler vardır" ayetini okur ve:

“Biz, Haccâc'dan başkasından daha çok korkarız" derdi.

İbn Sa'd, Ebû Yahya'dan bildiriyor: Ben yanındayken bir adam Huzeyfe'ye:

“Nifak nedir?" diye sorunca, Huzeyfe:

“İslam'dan bahsedip onunla amel etmemendir" cevabını verdi.

9

"Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar..."

Ahmed b. Menî, Müsned'de, zayıf isnâdla sahabeden bir kişiden bildiriyor: Müslümanlardan bir kişi:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü nasıl kurtuluruz?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ı aldatma" cevabını verdi. Adam:

“Allah'ı nasıl aldatırız?" diye sorunca ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'ın sana emrettiklerini, başka birisi için yapmandır. Riyadan sakınınız, çünkü riya Allah'a ortak koşmaktır. Riyakâr, kıyamet günü yaratılmışların içinde dört isimle çağrılır: Kendisine: Ey kâfir ey facir, ey her şeyi kaybeden, ey gaddar! Amelin boşa gitmiştir, sevapların yok olmuştur. Bugün, Allah katında senin için hiçbir nasibin yoktur. Ey aldatan, kim için amel yaptıysan ücretini ondan iste." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), "...Rabbine kavuşmayı uman kimse, yararlı iş işleşin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın"' ve "Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler" ayetlerini okudu.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Cüreyc, "Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler" ayeti hakkında şöyle dedi: İçlerinden iman etmedikleri halde, açıktan "Lâ ilâhe illallah" derler ve bunu söylemekle canlarını ve mallarını emniyet altına almak isterler.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Vehb der ki: İbn Zeyd'e, "Bunlar, Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler" ayetini sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Onlar, iman ettiklerini söyleyip Allah'ı, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) ve iman edenleri aldatmak isteyen münafıklardır. Ama onlar, gizledikleri küfür ve ifaklarıyla kendi nefislerine zarar verdiklerinin farkında değildirler." Sonra İbn Zeyd, "Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar" ayetini okuyup:

“Bunlar münafıklardır" dedi.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Kays b. Sa'd der ki:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Tuzak kurma ve aldatma, cehennemdedir" dediğini duymasaydım, bu ümmetin en fazla tuzak kuranı olurdum."

10

"Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır" ayetindeki hastalığın şüphe olduğunu, Allah'ın da onlardaki bu şüpheyi arttırdığını söyledi.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan aynı yorumu rivayette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır" ayetindeki hastalığın nifak olduğunu, gerçeği değiştirip tahrif ettikleri için onlara ceza olarak acı verici bir azab olduğunu söyledi.

et-Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Bana, Yüce Allah'ın:

“Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır"' ayetindeki hastalık nedir?" deyince, İbn Abbâs:

“Nifak manasındadır" cevabını verdi. Nâfî:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle dedi: Evet, sen şairin şöyle dediğini duymadın mı?

Bazen, kimilerine güzel söz söylerim, ama

Onların kasta kalpleri bana karşı (kinle) kaynar

Nâfi:

“Âyetteki "Elîm" kelimesinin manası nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Acı verici bir azab, demektir" karşılığını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle dedi: Evet, sen şairin şöyle dediğini duymadın mı?

Acı çekmeyen uyudu da

Ben gece boyu uyuyamadım

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Kur'ân'da (.....) olarak geçen her kelimenin manası, acı verici demektir.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye der ki: Kur'ân'da (.....) olarak geçen her kelimenin manası, acı verici demektir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde:

“Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır" ayeti hakkında şöyle dedi:

“Hastalık, kalplerindeki Allah'ın emirlerine karşı olan şek ve şüphedir. Bu sebeple Allah onların şüphelerini arttırmıştır. Yalan söylemekten sakınınız. Çünkü yalan, nifakın kapısıdır. Vallahi, kulun kalbini en çabuk bozulmasına sebep olan amel, bizce kibir veya yalandır."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Zeyd der ki:

“Kalplerdeki hastalıktan maksat, bedende değil dinde olan bir hastalıktır. Bunlar münafıklardır. Hastalık ise İslam hakkındaki şüpheleridir."

İbn Cerîr bildiriyor: Rabî der ki:

“Kalpleri hasta olan kişiler, münafıklardır. Kalplerindeki hastalık ise Allah'ın emri hakkında duydukları şüphedir. Bu sebeple Allah ta onların şüphesini arttırmıştır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk şöyle der: Elem verici azab, acı verici azab demektir. Kur'ân'da "Elîm" olarak geçen her kelimenin manası, acı verici demektir.

11

Bkz. Ayet:12

12

"Kendilerine: «Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın» dendiği zaman, «Bizler sadece ıslah edicileriz» derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Kendilerine: «Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın» dendiği zaman..." ayetinde geçen fesadın manası, küfür ve isyan etmektir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendilerine: «Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın» dendiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" derler" ayetiyle ilgili olarak şöyle dedi: Bir günah işledikleri zaman kendilerine:

“Böyle yapmayın" dendiğinde, "Biz doğru yoldayız" derler.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...Bizler sadece ıslah edicileriz" derler." ayetiyle ilgili şöyle dedi:

“Münafıklar, «Biz müminlerle kitap ehlinin arasını düzeltmek istiyoruz» derler."

Vekî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Abbâd b. Abdillah el-Esedî der ki: Selmân:

“Kendilerine: «Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın» dendiği zaman, «Bizler sadece ıslah edicileriz» derler" ayetini okuyup:

“Henüz bu ayetin muhatapları gelmemiştir" dedi.

13

"Onlara «Müslümanların inandığı gibi sîz de inanın» denilince de, «Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?» derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Onlara «Müslümanların inandığı gibi siz de inanın» denilince de, «Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?» derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler" ayetiyle ilgili şöyle dedi:

“Muhammed'in ashabının, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olduğuna, kendisine indirilenin hak olduğuna inandığı gibi inanınız dendiğinde, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını kastederek, "Bu beyinsizler gibi mi inanacağız» derler. Hâlbuki beyinsiz ve cahil olanlar kendileridir, ama bunu kendileri anlamazlar."

İbn Asâkir, Tarih'inde, zayıf isnâdla bildiriyor: İbn Abbâs, "Onlara «Müslümanların inandığı gibi siz de inanın» denilince de, "Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?" derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler"  ayetinde, kendileri gibi inanılması istenen kişilerin, Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali olduğunu söyledi.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd, "Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?" derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler"  ayetinde, münafıkların kastettikleri kişilerin Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Rabîve İbn Zeyd'den aynı rivayette bulunmuştur.

14

Bkz. Ayet:15

15

"İnananlara rastladıkları zaman, «İnandık» derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır."

Vâhidî ve Sa'lebî, zayıf isnâdla bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Bu âyet Abdullah b. Ubey ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Bu kişiler bir gün çıkıp, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grupla karşılaşmışlardı. Abdullah, b. Ubey:

“Bakın bu beyinsizleri sizin başınızdan nasıl savacağım" deyip giderek, Ebû Bekr'in elini tutup:

“Teyme Oğulları'nın ulusu. İslam'ın büyüğü, mağarada Allah'ın Resûlünün (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunan iki kişinin ikincisi ve canını malını Allah yolunda cömertçe harcayan Sıddık'a merhaba" dedi. Sonra Ömer'in elinden tutup:

“Adiy İbn Ka'b Oğulları'nın ulusu, hakla bâtılın arasını ayıran, Allah'ın dini hususunda taviz vermeyen canını ve malını Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için harcayan kimseye merhaba" dedi. Sonra da Ali'nin elini tutup: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcazadesi ve damadı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dışında, Haşim Oğulları'nın efendisi olan kişiye merhaba" dedi ve sonra dağıldılar, Abdullah arkadaşlarına:

“Nasıl yaptığımı gördünüz mü? Siz de onları gördüğünüz zaman böyle yapın" dedi. Münafıklar da ona övgü yağdırdılar. Müslümanlar dönüp olanları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatınca, bu âyet nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "İnananlara rastladıkları zaman, «İnandık» derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" ayetiyle ilgili olarak şöyle dedi: Yahudilerden bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) asbabıyla veya ashabdan bazılarıyla karşılaştıkları zaman:

“Biz sizin dininizdeniz" derler, kardeşlerinin yanına döndükleri zaman ise, "Biz sizin dininizdeniz.

Muhammed'in ashabıyla alay ediyoruz" derlerdi. Hâlbuki Allah onlardan intikam alarak kendileriyle alay eder ve küfürlerinde bocalayıp dururlar.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât' ta bildiriyor. İbn Abbâs:

“İnananlara rastladıkları zaman, «İnandık» derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır"" ayetiyle ilgili şöyle dedi: Bunlar, Ehli kitaptan olan münafıklardır. Allah onları ve alay etmelerini, arkadaşlarının yanına döndükleri zaman:

“Biz sizin dininizdeniz. Biz Muhammed'in ashabıyla alay ediyoruz" demelerini zikredip, âhirette Allah'ın kendileriyle alay edeceğini bildirmiştir. Âhirette, yüce Allah onlara Cehennemden Cennete bir kapı açacak ve kendilerine:

“Geliniz" denilecek, münafıklar ateşte yüzerek kapıya doğru yönelecekler. Bu sırada müminler süslü çadırlar içerisinde tahtlar üzerinde onlara bakacaklar. Kapıya doğru vardıklarında kapı üzerlerine kapatılacak ve müminler onlara gülecekler. İşte "Allah onlarla alay eder" buyruğunda anlatılan budur. Yani âhirette onlarla alay eder, demektir. Kapılar yüzlerine kapatılınca da müminler onlara gülerler. Yüce Allah'ın:

“Bugün de, inananlar inkarcılara gülerler" buyruğunda anlatılan da işte bu durumdur.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "İnananlara rastladıkları zaman, «İnandık» derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi: Sizinle karşılaştıklarında, "Arkadaşınıza yani Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iman ettik. Ama sadece o size gönderilmiştir." derler. Kendilerine yalanlamalarını emreden Yahudilerden olan arkadaşlarının yanına döndükleri zaman ise, "Biz sizin dininiz üzereyiz. Biz onlarla alay edip eğleniyoruz" derler.

İbnu'l-Enbârî bildiriyor: Yemânî, bu ayeti, (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'in, âyetteki kelimesinin "gitmek" olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un, "... elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında..." ayetinde bahsedilen elebaşların, küfürdeki elebaşları olduğunu söylediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“... elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında..." ayetinde bahsedilen, münafıklardan ve müşriklerden olan arkadaşlarıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“... elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, «Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi: Müşriklerden olan kardeşleri, reisleri ve şer işlerdeki önderlerine gittikleri zaman:

“Biz onlarla alay ediyoruz ve eğleniyoruz" derler.

İbnu'l-Münzir, Ebû Salih'in:

“...Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" ayetiyle ilgili şöyle dedi: «Cehennemlikler ateşteyken:

“Çıkınız" denir ve Cehennem kapıları açılır. Onlar Cehennem kapılarının açıldığını görünce çıkmak için kapılara yönelirler. Bu sırada müminler tahtlar üzerinde onlara bakarlar. Cehennemlikler kapılara yetiştiklerinde, onlar çıkmadan kapılar kapanır. İşte Allah'ın onlarla alay etmesi, müminlerin kapılar onlara kapatılınca gülmesidir. Yüce Allah'ın:

“Bugün de, inananlar inkarcılara gülerler" buyruğunda anlatılan da işte bu durumdur.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'un, "...ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" ayetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Taşkınlıkları içinde bocalamaları için Allah onlara mühlet verip sürelerini uzatır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bocalamaktan" kastın sapıklığa devam edip durmak olduğunu söylemiştir.

et-Tastî bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah'ın "Bocalarlar" sözünün manası nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Oyalanıp tereddüt içinde yaşamak, demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle dedi: Evet, sen A'şâ'nın şöyle dediğini duymadın mı?

Görüldüğü gibi oyalanıp dururken saçlarım ağardı

Bu oyalanma yaşlı kişiler için kötüdür.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: Mücâhid der ki:

“...ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır" âyetinden kasıt, dalalet içinde oyalanıp dolaşmaları için onlara zaman vermesi demektir.

16

"Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar da alışverişleri kâr getirmedi; doğru yolu bulamamışlardı."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar..." âyetinin manası hakkında:

“Onlar iman karşılığında küfrü satın aldılar" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar..."' ayeti hakkında şöyle dedi:

“Dalaleti alıp, hidayeti bıraktılar."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Âyette kastedilenler, önce iman edip sonra küfre girenlerdir."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor:

“Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar da alışverişleri kâr getirmedi; doğru yolu bulamamışlardı" âyetinin mânâsını açıklarken şöyle dedi:

“Onlar, hidayeti bırakıp dalâleti tercih ettiler. Bu sebeple vallahi, gördüğünüz gibi hidayetten dalâlete, cemaatten ayrılığa, emniyetten korkuya ve sünnetten bidate çıktılar."

17

Bkz. Ayet:20

18

Bkz. Ayet:20

19

Bkz. Ayet:20

20

"Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden doğru yola dönmezler. Bir kısmı da, karanlıklarda, gök gürlemeleri ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölmek korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayan kimseye benzer. Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır,- onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sâbûnî, el-Mieteyn'de bildirir: İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, "Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayeti, İslâm'ın izzetinden faydalanan münafıklar için verdiği bir örnektir. Onlar müslüman olduklarını açıklamakla, müslümanlarla evlenmekte, müslümanlara vâris olmakta ve ganimetleri paylaşmaktaydılar, ölünce Allah onlardan bu izzet ve şerefi sıyırıp almış, kendilerini azab içinde bırakmıştır. Onlar hidayeti duymazlar, görmezler ve anlamazlar. Onlar belalar getiren ve şimşekler çakan yağmura tutulmuş gibidir. Kur'ân'ın ayetleri bu örneklerle münafıkların gizli durumlarını açığa çıkarmaktadır. Münafıklar, İslam'ın izzetinden faydalandıkları müdetçe rahatlık içinde olurlar, Müslümanlar bir sıkıntıya maruz kalınca ise, "İnsanlar içinde Allah'a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da, âhiretî de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur"' ayetinde belirtildiği üzere küfürlerine geri dönerler."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları, "Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler..." âyetinin manası hakkında şöyle dediler:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman, bazıları İslam'a girip, sonra münafık oldular. Böylece bu insanların durumu, aydınlanmak için karanlıkta ateş yakan, böylece çevresinde bulunan zararlı şeyleri gören daha sonra ise ateşi sönerek çevresindeki zarar veren şeyleri göremeyen kişinin durumuna benzetilmiştir. Bu kişi aydınlıktayken ışık söner ve ateş sönünce hangi şeyden korunacağını bilemez. Münafık ateş yakan bu kimseye benzer. Daha önce inkarcılığın karanlıkları içerisinde bulunur, Müslüman olarak helali haramı, hayır ve şerri öğrenerek aydınlanmış olur. Bu durumdayken inkâr ederek helal haram tanımaz, hayır ve şer bilmez duruma düşer. İşte bunlar, sağırdırlar, dilsizdirler, konuşamazlar ve İslam'a dönemezi er."

İbn Mes'ûd der ki: Medine münafıklarından iki adam, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçıp müşriklerin yanına giderken, Allah'ın âyette zikrettiği, gök gürlemesi, şimşek ve sağanak yağmura tutuldular. Bunun üzerine ikisi de, şimşek kulaklarından girip kendilerini öldürmesin diye parmaklarını kulaklarına soktular. Şimşek çaktığı zaman, onun ışığında yürüyorlar, şimşek çakmayınca ise önlerini göremiyorlardı ve bu sebeple yerlerinde duruyorlardı. Bu sebeple ikisi de:

“Keşke sabaha çıksak ta Muhammed'e gidip elimizi eline koysak" dediler. Sabah olunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip İslam'a girip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat ettiler ve güzel iki Müslüman oldular. Allah bunların durumunu Medine'deki münafıklara örnek verdi. Münafıklar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde bulundukları zaman, aleyhlerinde bir vahiy geleceğinden veya aleyhlerine bir şey anlatılarak öldürüleceklerinden korkarak, önceki iki münafığın yaptığı gibi parmaklarıyla kulaklarını tıkıyor ve onu dinlemek istemiyorlardı. Yine Medine'de yaşayan bu münafıkların mallan çoğaldığı, erkek çocukları olduğu ve ganimetten pay almaları durumunda İslam'dan hoşlanıyor "Muhammed'in dini doğru bir din" diyorlar ve doğru yolda devam ediyorlardı. Tıpkı bu iki münafıkın şimşeğin aydınlatmasıyla yürümeleri gibi. Medine- deki münafıkların malları helak olduğu, çocuklarının kız doğduğu ve başlarına bir felaket geldiğinde ise "Bu, Muhammed'in dininin yüzünden oldu" diyorlar ve kalblerindeki inkar üzerinde karar kılıyorlardı. Tıpkı bu iki münafığın, şimşek çakmadığı durumda, bulundukları yerde kalmaları gibi."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır." Allah ateş yakan bu kimseyi münafığa misal vermiştir. Nur, onunla konuştukları imanlarıdır. Karanlık ise onların dalâleti ve küfrüdür. "Sayyib" ise yağmur demektir. Münafığın, Allah'ın Kitab'ından bildiklerini söylemesi ve insanların arasındayken amel yapması ışığa, yalnız kalınca bunun tersini yapması, bu kişi böyle devam ettiği müddetçe karanlığa benzetilmiştir. Karanlıklar; dalâlet, şimşek ise iman dernektir. "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar..." ayetinde kastedilenler Ehli kitaptır. Onlardan biri şimşek parıltısında yol almak gibi hakkın sadece bir ucundan tutup ilerlemeye çalışır. Bu parıltıyla görünen alanın da dışına çıkamaz."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, bu âyetler hakkında şöyle demiştir:

“Allah, hakkı görüp ikrar eden, küfrün karanlığından çıkınca, küfürleriyle bu ışığı söndüren, bu sebeple yüce Allah'ın kendilerini karanlıkta bıraktığı ve doğru yolu göremeyen, hakka yönelemeyen münafıklara misal vermiştir. Bunlar hayra karşı kördür, hidayete ve hayra dönemezler. Onlar küfür ve sizin tarafınızdan öldürülme korkusu içinde olduklarından dolayı tıpkı yağmura ve şimşeklere tutulmuş kişi gibidirler. Bu kişi ölüm korkusuyla parmaklarıyla kulaklarını kapatır. Ama Allah ona belayı indirerek o belayla kendisini kuşatmıştır. Hak ışığının kuvveti neredeyse gözlerini kör edecekti. Hakkın her ışık vermesinde, onlar hakkı bilip söylerler ve sözleriyle doğru görünürler. Haktan sapıp küfre döndükleri zaman, şaşkın bir şekilde kalırlar. Eğer Allah dileseydi, hakkı bildikten sonra terk ettikleri için onların duyma kabiliyetlerini yok ederdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayetindeki ateşin ışık saçması, onların müminlere ve doğru yola yönelmeleridir. Işıklarının yok olması ise, kafirlere ve dâlalete yönelmeleridir. Şimşeğin ışık saçması ve ışığının yok olması da aynı şey için misal verilmiştir. "...Allah kâfirleri kuşatmıştır" âyetinden kasıt ise, Allah'ın onları Cehennemde toplamasıdır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ki, Allah ışıklarını yok edince, onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakmıştır" ayetini Allah münafıklara misal vermiştir. Münafık "Lâilâhe İllallah" dediği zaman, bu sözü söylediği için müslümanla evlenebilir, mirasçı olabilir, Müslümanların hakkı olan şeylerde kendisinin de hakkı olur, canı ve malı emniyette olur. Ölüm anında ise bu kelimenin kalbinde bir yeri olmaz ve amelinin de gösteriş için yapıldığı için geçerliliği olmaz. Bu sebeple, söylemiş olduğu kelime kendisinden çekilip alınır ve körlüğün karanlıkları içinde bırakılır. Dünyada, Allah'a karşı ve Ona itaatte kör olduğu gibi, âhirette de bu körlük içinde, hakka karşı sağır olduğu için âhirette de kimse onu duymaz, hakka karşı dilsiz olduğu için kimse kendisiyle konuşmaz, hakka kör olduğu için de kimse kendisine bakmaz. Bu kişiler, içinde bulundukları dalâletten dönmezler, tövbe etmezler ve hakkı hatırlamazlar. "Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşalan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve şimşek bulunan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır" ayetiyle Allah, münafığın korkaklığına örnek vermiştir. Her ses duyuşunda birisinin kendisine geldiğini, her sayhada öleceğini zanneden toplumun en korkak ve hakkı en çabuk terk eden kişisidir. Yüce Allah bu konuda:

“...her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar..." buyurmaktadır. "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır..."ayetindeki şimşekten kasıt, İslam'dır. Karanlık ise bela ve fitnedir. Münafık; İslam'da emniyet, afiyet, rahatlık ve güzel yaşam gördüğü zaman:

“Biz sizinleyiz ve sizdeniz" der. Ama zorluk ve belayla karşılaştığı zaman, zorluk karşısında, buna tahammül gösterip, ecrini Allah'tan beklemez ve hemen geri çekilir. Böyle olan kişi, Allah'ın vasfettiği gibi, dünya için yaşar, dünya için kızar ve dünyalığa razı olur.

Vekî, Abd b. Humeyd, Ebü Ya'lâ, Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: İbn Abbâs, "Yahut (onların durumu), gökten sağanak halinde boşalan..." ayetinde gökten boşaldığı söylenen şeyin yağmur olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Mücâhid, Rabî ve Atâ'dan aynı rivayette bulunmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta bildiriyor: Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), eliyle gökyüzüne işaret ederek:

“Sayyib (yağmur) işte buradan iner" buyurduğunu nakleder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır..." ayetiyle ilgili şöyle dedi: Eğer şimşeğin çakması devam edecek olsaydı gözlerini kör ederdi. Kur'ân'da, (.....) ve (.....) kelimeleri, her zaman eğer manasına gelir ve o şeyin hiç olmayacağını gösterir.

Vekî'nin, Mübârek b. Fadâla'dan bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu ayeti, (.....) şeklinde okumuştur.

21

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz."

Bezzâr, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Ey iman edenler..." diye başlayan âyetler Medine'de, "Ey insanlar..." diye başlayan âyetler ise Mekke'de nazil olmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abd b. Humeyd, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân, Tefsîr'de, Alkame'den bildiriyor: Kur'ân'da, "Ey insanlar..." diye başlayan âyetler Mekke'de, "Ey iman edenler..." diye başlayan âyetler ise Medine'de nazil olmuştur.

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Durays, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh b. Hayân, Tefsîr'de, Alkame'den bildiriyor:

“Kur'ân'da, "Ey insanlar..." diye başlayan her âyet Mekke'de, "Ey iman edenler..." diye başlayan her âyet ise Medine'de nazil olmuştur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Merdûye ve İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan aynı rivayette bulunmuştur.

Ebû Ubeyd, Meymûn b. Mihrân'ın, "Kur'ân'da, "Ey insanlar...", "Ey Âdem oğlu..." diye başlayan her âyet Mekke'de, "Ey iman edenler..." diye başlayan her âyet ise Medine'de nazil olmuştur" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye, Urve'nin şöyle dediğini bildirir:

“Ey İnsanlar..." diye başlayan âyetler Mekke'de, "Ey iman edenler..." diye başlayan âyetler ise Medine'de nazil olmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Merdûye bildiriyor: Urve der ki:

“Hac veya farz kılınan herhangi bir şeyi bildiren, ya da hadleri (şeri cezaları) açıklayan ve cihadı emreden âyetler Medine'de, önceki ümmetlerden, nesillerden bahsedip onlardan örnekler veren âyetler ise Mekke'de nazil olmuştur."

İbn Ebî Şeybe, İkrime'den bildiriyor:

“İçinde, "Ey iman edenler..." şeklinde başlayan âyet bulunan bütün sûreler Medine'de nazil olmuştur."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Ey iman edenler..." hitabı, hem müminlere, hem de kafirlere yöneliktir. "...Rabbinize kulluk ediniz..." sözünden kasıt ise Allah'ı birlemek (tevhid etmek)tir.

İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir:

“...Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz..." âyetinin manası:

“Sizi yaratan ve sizden öncekileri yaratan" demektir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildiriyor: Bu âyette geçen (.....) kelimesi şart edatı olarak "İbadet ediniz ki kurtulasınız" manasında gelmiştir. Başka bir âyette ise (.....) şeklinde gelmiştir ve burada "Sanki devamlı kalacaksınız" manasına gelmektedir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Avn b. Abdillah b. Utbe, "...Umulur ki..." sözünün kesinlik ifade ettiğini ve Allah'ın onlara kulluk etmelerini farz kıldığını söyledi.

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Umulur ki korunmuş olursunuz" sözünden kasıt, Allah'a itaat etmiş olursunuz" demektir.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Dahhâk der ki:

“Umulur ki korunmuş olursunuz" sözünden kasıt, ateşten korunmaktır.

22

"O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı...."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları, "O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi; artık Allah'a, bile bile eş koşmayın" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Burada kastedilen üzerinde yürünmeye müsait hale getirilmesidir. Gökyüzünün bina kılınmasından maksadın, onun, yeryüzünün üzerinde bir kubbe gibi yaratılması ve yeryüzünün tavanı gibi durmasıdır."

Ebû Dâvûd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Cübeyr b. Mut'im'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna bir bedevi gelip:

“Ey Allah'ın Resulü! Canlar son derece sıkıntıya girdi, çocuklar can verdi, mallar azaldı, hayvanlar helak oldu. Bizim için Rabbinden yağmur iste. Biz (yağmurumuzun yağdırılması için) seni Allah'a şefaatçi kılıyoruz. Allah'ı da sana şefaatçi kılıyoruz" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sübhânallah" dedi ve "Sübhânallah" demeye devam etti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve sahabenin, bedevinin söylediklerinden dolayı kızgınlıkları yüzlerinden belli oluyordu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yazıklar olsun sana! Sen Allah kimdir biliyor musun? (Şunu iyi bil ki) Allah'ın şanı bundan yücedir. Allah yarattıklarından hiçbirisi için aracı kılınamaz. O, semâvâtında Arş'ının üzerindedir. Onun Arş'ı semâvâtı üzerinde şu şekildedir" buyurdu ve parmaklarıyla (el boşluğu) üzerinde kubbe gibi bir şekil yaptı ve:

“Muhakkak ki Arş, Allah'ın azametinden dolayı semerin süvarinin ağırlığından dolayı gıcırdadığı gibi gıcırdar" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: İyâs b. Muâviye:

“Gökyüzü, yeryüzünün üzerine bir kubbe gibi inşa edilmiştir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, Vehb b. Münebbih'in, "Gökyüzünün kenarları, yerleri ve denizleri, bir çadırın kenarları gibi kaplamıştır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Kâsım b. Ebî Bezze'nin şöyle dediğini bildiriyor:

“Gökyüzü kare değildir, gökyüzü kubbe şeklindedir ve insanlar onu mavi olarak görür."

"...Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi..."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: Hasan(-ı Basrî)'ye:

“Yağmur, gökten mi yoksa buluttan mı iner?" diye sorulunca, Hasan:

“Gökten gelir, çünkü bulutlar, gökten üzerlerine yağmurun indiği işaretlerdir" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih):

“Yağmur, damlalar halinde gökten bulutlara mı indirildi, yoksa bu damlalar bulutta yaratıldı da böyle mi yağmur oldu, bilmiyorum" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir:

“Bulutlar yağmurun kalburudur. Eğer yağmur yağarken bulutlar olmasa yerde düştüğü yeri bozardı. Bitkilerin kendisinden bittiği tohum(un yeşermesine sebep olan su) da semadan inmektedir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Hâlid b. Ma'dân der ki:

“Yağmur, Arş'ın altından çıkar ve semâdan semâya geçip dünya semâsında birleşir. Sonra Ebzam denilen yerde toplanır, siyah bulutlar gelip oraya girerek yağmur suyunu sünger gibi içerler ve Allah onu dilediği yere yağdırır."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime:

“Yağmur, yedinci semadan inip her damlası deve büyüklüğünde bulutun üzerine düşer" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hâlid b. Yezîd der ki:

“Yağmurun bazısı semadan, bazısı ise bulutun denizden çekmesiyle meydana gelir. Denizin tuzlu suyunu da şimşek ve yıldırımlar tatlı hale getirir. Bulutların denizden alıp yeryüzüne bıraktığı yağmurla nebat bitmezken, gökyüzünden inen yağmurdan nebat biter."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildiriyor:

“Allah, gökyüzünden indirdiği her yağmur damlasıyla, ya bir ot bitirir veya denizde bir inci yapar."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Matar'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yağmur damlası gökyüzünden geldiği zaman, inci kabuğu açılır ve böylece yağmur damlası içine düşüp inci olur."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der:

“Allah, inciyi, inci kabuğunun içinde yağmurdan yaratır. Yağmur yağdığı zaman inci kabuğu ağzını açar ve büyük inci tanesi, düşen büyük yağmur damlasından, küçük inci ise küçük damladan oluşur."

Şâfiî, el-Ümm'da, İbn Ebi'd-Dünya, Kitabu'l-Matar'da ve Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de Muttalib b. Hantab'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Gecenin veya gündüzün hiçbir anı yoktur ki, gökten yağmur yağmasın. Allah bu yağmuru dilediği yere yönlendirir. "

İbn Ebi'd-Dünya ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Gökten inen her yağmurun tohumu vardır. Eğer yağmur yağarken deriden bir yaygı serecek olsanız onu görürdünüz."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yağmurun katıntısı Cennetten gelmektedir. Bu katıntı arttığı zaman yağmur az olsa bile bereketi çok olur. Katıntı az olduğu zaman ise yağmur çok olsa bile bereketi az olur."

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Hiçbir yıl diğerinden fazla yağmur yağmaz. Ama Allah yağmuru dilediği yere yönlendirir. Yağmurla şu kadar melek inip yağmurun nereye düştüğünü, kime faydası olduğunu ve her damlayla ne bittiğini yazarlar."

"...artık Allah'a, bile bile eş koşmayın"

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...artık Allah'a, bile bile eş koşmayın" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Hiç bir zararı ve yararı olmayan şeyleri Allah'a ortak koşmayın. Allah'tan başka size rızık verecek Rab yoktur."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "(.....) ortak demektir" dediğini bildirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“(.....) benzer demektir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Mes'ûd, "...artık Allah'a, bile bile eş koşmayın" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Bir kısım insanları Allah'a denk tutarak Allah'a isyanda olanlara itaat etmeyin."

et-Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi, İbn Abbâs'a:

“Âyette geçen (.....) kelimesinin manası nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Benzer ve eş demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle dedi: Evet, sen Lebîd'in şöyle dediğini duymadın mı?

Allah 'a hamd ederim ve Onun eşi yoktur

Hayır Onun elindedir ve O dilediğini yapar.

Abd b. Humeyd, Katâde'nin, (.....) kelimesinin manası hakkında:

“Ortaklar anlamına gelir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Avn b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece Medine'den çıktı ve bir kişinin "Allahu Ekber Allahu Ekber" diyerek namaza çağırdığını duyunca:

“Aslı gibi oku" buyurdu. Adam:

“Eşhedu en lâ İlahe illallah" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ortak koşulan şeyleri söküp atarak reddetti" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah ve sen istediğin takdirde" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni Allah'a eş koştun, sadece Allah istediği takdirde, de" buyurdu.

İbn Sa'd, Kuteyle binti Sayfî'den bildiriyor: Yahudi âlimlerinden biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek:

“Ey Muhammed! Allah'a ortak koşmasaydınız siz ne güzel bir topluluk olurdunuz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nasıl ortak koşuyoruz?" diye sordu. Adam:

“Sizden biri «Kâbe'nin hakkı için hayır!» diye yemin ediyor" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Yemin edecek kişinin, Kâbe'nin Rabbine yemin etmesini istiyor" buyurdu. Adam:

“Ey Muhammed! Allah'a eş koşmasaydınız siz ne güzel bir topluluk olurdunuz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nasıl eş koşuyoruz?" diye sordu. Adam:

“Sizden biri: «Eğer Allah isterse ve sen istersen» diyor" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, böyle bir şey diyecek kişinin, «Eğer Allah isterse, sonra sen istersen» demesini emrediyor" buyurdu.

Ahmed, İbn Mâce ve Beyhakî bildiriyor: Tufayl b. Sahbere, rüyasında Yahudi bir topluluğa uğradığını gördü. (Rüyasında) onlara:

“Siz, "Uzeyr Allah'ın oğludur" demeseniz ne kadar güzel insanlarsınız" dedi. Onlar da:

“Siz de, "Allah isterse ve Muhammed isterse" demeseniz ne kadar güzel bir topluluksunuz" karşılığını verdiler. Sonra Hıristiyan bir topluluğa uğradı ve:

“Siz, "Mesîh, Allah'ın oğludur" demeseniz ne kadar güzel insanlarsınız" dedi. Onlar da:

“Siz de, "Allah isterse ve Muhammed isterse" demeseniz ne kadar güzel bir topluluksunuz" karşılığını verdiler. Tufayl, sabah olduğunda rüyasını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) halka hitab edip:

“Bir daha böyle demeyiniz, "sadece, ortağı olmayan Allah isterse" deyiniz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Huzeyfe b. el-Yemân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

"Allah isterse ve falan kişi isterse, demeyiniz. Eğer Allah isterse, sonra da falan isterse, deyiniz."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“...artık Allah'a, bile bile eş koşmayın" âyetinin manası: Sizi, gökleri ve yeri yaratan Allah'a denk koşmayınız" demektir.

Vekî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid der ki:

“...artık Allah'a, bile bile eş koşmayın" âyetinin manası: Tevrat'ta ve İncil'de de yazıldığını bildiğiniz gibi Bir olan ve dengi olmayan Allah'a denk koşmayınız" demektir.

23

Bkz. Ayet:24

24

"Kulumuza indirdiğimiz Kur'ân'dan şüphe ediyorsanız, sîz de onun benzerî bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamazsanız kî yapamayacaksınız, o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının."

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Beyhakî, Delâil'de, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Peygamberlerden hiç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mucizelerin misli verilmiş olmasın. Bana verilen (mucize) ise ancak Allah'ın bana vahyettiği Kur'ân-ı Kerîm'dir. Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim. "

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin, "Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan şüphe ediyorsanız..." âyetinin muhatabı, Hazret-i Muhammed'in getirdiğinde şüphesi olanlardır" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Katâde:

“Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın" âyetinin manası hakkında şöyle dedi:

“Eğer Kur'ân'dan şüphe ediyorsanız, «Bu Kur'ân gibi doğru, içinde asılsız ve yalan olmayan bir kitap getirin» demektir."

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın" âyetinin manası hakkında şöyle dedi:

“Getirdiğiniz şeyin Kur'ân gibi olduğuna insanlar da şahitlik etsinler."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamazsanız ki yapamayacaksınız..." âyetinin manası hakkında şöyle dedi:

“Sizin inancınızdan olan yardımcılarınızı getirin" demektir. Çünkü hak size apaçık gösterilmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, "Yapamazsanız ki yapamayacaksınız..." âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bunu yapmaya gücünüz yetmez."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Namazda, ateşten bahseden ayeti okuduğunuzda, Cehennemden Allah'a sığınınız. Cennetten bahseden ayeti okuduğunuzda ise Allah'tan Cenneti isteyiniz."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce bildiriyor. Ebû Leylâ der ki: Namaz kılmakta olan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında namaza durmuştum. O'nu (şöyle) duâ ederken işittim:

“Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım. Cehennemliklerin vay hâline!"

İbn Ebî Şeybe bildiriyor: Nu'mân b. Beşîr der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde:

“Sizi, Cehennem konusunda uyarıyorum. Sizi, Cehennem konusunda uyarıyorum" dediğini işittim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü o kadar çok söyledi ki, sonunda ridasının bir kenarı omzundan düştü.

Abd b. Humeyd, Talha tarikiyle bildiriyor: Mücâhid, Kur'ân'daki bütün (.....) kelimelerini (.....) şeklinde okurdu. Sadece Burûc Süresindeki (.....) ayetindeki (.....) harfini üstün olarak okurdu.

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Firyâbî, Hennâd b. es-Serî, Kitabu'z- Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Kebîr'de, Hâkim ve Beyhakî, Ba's'ta, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Yüce Allah'ın, Kur'ân'da, "...yakıtı insanlarla taş olan ateş..." ayetinde zikrettiği taşlar, kükürt taşlarıdır. Allah onları dilediği şekilde yaratmıştır."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Bunlar, ateşte olan ve siyah kükürtten olan taşlardır. Cehennemlikler ateşle azap gördükleri gibi bu kibrit taşlarıyla da azab görürler."

İbn Cerîr, Amr b. Meymûn'un, bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bunlar kibritten olan taşlardır. Yüce Allah, bunları yerleri ve gökleri yarattığı zaman dünya semasında yarattı ve kafirler için hazırladı."

İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da bildiriyor: Enes der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "...yakıtı insanlarla taş olan ateş..." ayetini okudu ve:

“Cehennem ateşi bin sene kızarana kadar yakıldı; kızardı. Bin sene daha beyazlaşana kadar yakıldı; bin sene daha siyahlaşana kadar yakıldı. Artık o, simsiyah ve kapkaranlıktır. Onun alevleri de sönmez" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cehennem ateşi bin sene kızarana kadar yakıldı; kızardı. Bin sene daha beyazlaşana kadar yakıldı; bin sene daha siyahlaşana kadar yakıldı. Artık o, simsiyah ve kapkaranlıktır. "

Ahmed, Mâlik, Buhârî, Müslim ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdemoğlunun yaktığı şu ateşiniz, Cehennem sıcağının yetmiş cüzünden bir cüzdür" buyurunca, sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! (Dünya ateşi bile kafirler için) yeterliydi" dediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennem ateşi (miktar ve sayıca) dünya ateşleri(nin tümü) üzerine altmış dokuz derece fazla kılındı. Bunlardan her birinin harareti, bütün dünya ateşinin harareti gibidir" buyurdu.

Mâlik, Muvattâ'da ve Beyhakî, Ba's'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Siz Cehennem ateşini, bu ateşiniz gibi kırmızı mı sanıyorsunuz? O ziftten daha siyahtır."

Tirmizî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sizin şu ateşiniz Cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır. Bunlardan her bir parça dünya ateşine denktir."

İbn Mâce ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sizin şu ateşiniz Cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır. Eğer iki defa su ile söndürülmeseydi, ondan faydalanamazdınız. Dünya ateşi, Allah'ın kendisini Cehennem'e geri döndürmemesi için dua eder."

Beyhakî, Ba's'ta bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Sizin şu ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır. Eğer iki defa denize daldırılmasaydı, ondan faydalanamazdınız."

Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sizin şu ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır ve iki defa denize daldırılmıştır. Eğer öyle olmasaydı, Allah ondan hiç kimseyi fay dolandırmazdı. "

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildiriyor:

“Sizin bu ateşiniz, Cehennem ateşinden Allah'a sığınır."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır" âyetinin manası hakkında şöyle dedi:

“Cehennem ateşi, sizin gibi küfür üzere olanlar için hazırlanmıştır."

25

"İnananlar ve yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele..."

İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de, Bezzâr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Ebî Dâvûd, el-Ba's'ta, Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de ve İbn Merdûye, Usâme b. Zeyd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İçinizde Cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira Cennetin eşi yoktur. Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki, Cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekândır" buyurdu. Sahabe:

“Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın Resulü!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“înşaallahl" deyiniz buyurdu. Bunun üzerine sahabe:

“İnşallah" dediler.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Tirmizî, İbn Hibbân ve Beyhakî, el- Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize Cennetten bahset. Onun binası neden yapılmıştır?" dediğimizde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kerpici altından, bir kerpici gümüşten, harcı misk, çakılları inci ve yakut, toprağı za'ferandır. Oraya girenler nimetler içersinde refah bulur, sıkıntı çekmez. Ebedî olur, ölmez, giydiği eskimez ve gençliği yok olmaz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Cennetin nasıl olduğu sorulunca:

“Cennete giren ebedi yaşar ve ölmez, devamlı nimetler içinde yaşar ve sıkıntı çekmez, elbiseleri eskimez ve gençliği yok olmaz" cevabını verdi. Sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Onun binası neden yapılmıştır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kerpici altından, bir kerpici gümüşten, harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı za'firandır" cevabını verdi.

Bezzâr ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetin duvarının bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Merdivenleri ve çakıl taşları inciden, toprağı za'firan, kokusu ise misktir. "

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de bildiriyor: Ebû Hureyre der ki: Cennetin duvarının bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Merdivenleri inci ve yakut, çakıl taşları inciden, toprağı za'ferandır.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetin tabanı beyazdır. Cennetin tabanı kâfûr kayalarından oluşmaktadır. Her tarafı kum tanecikleri gibi miskle kuşatılmıştır. Onda Cennete ilk girenlerle son girenlerin toplanıp tanıştığı uzun nehirler vardır. Allah rahmet rüzgarını gönderip misk kokusunu onlara doğru savurur ve kişi hanımının yanına daha da güzelleşmiş ve kokusu daha güzel olmuş bir şekilde döner. Hanımı kendisine: «Yanımdan çıktığında seni beğeniyordum, şimdi ise daha çok beğeniyorum» der.""'

Ebû Nuaym, Saîd b. Cübeyr'den naklen, Cennetin tabanının gümüşten olduğunu söyledi.

Bezzâr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Cennetin duvarının bir kerpicini altından, birini gümüşten yaptı, sonra nehirleri yarıp Cennete ağaçları dikti. Melekler Cennetin güzelliğine ve süsüne baktığı zaman:

“(Ey insanoğlu!) Kralların konakladığı yerde konaklayacağın için sana ne mutlu" dediler,"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim, Ebû Saîd'den bildiriyor: Ebâ Sâid, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cennetin toprağını sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetin toprağı ince ve beyaz olan saf misktendir" cevabını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: Ebû Zumeyl, İbn Abbâs'a:

“Cennet'in tabanı nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Ayna gibi olan beyaz gümüş mermerdendir" cevabını verdi. Ebû Zumeyl:

“Işığı nedir?" diye sorunca ise, İbn Abbâs:

“Güneşi doğarken gördün mü? İşte nuru böyledir ancak, onda ne güneşin sıcağı, ne de zemheri soğuğu vardır" cevabını verdi. Ebû Zumeyl:

“Nehirleri nedir? Kanallardan mı akarlar?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Hayır. Yerde akar, ama rastgele her yere akmaz" cevabını verdi. Ebû Zumeyl:

“Elbiseleri nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Nar gibi meyveleri olan ağaçlar vardır. Allah dostu, bir elbise istediği zaman dallardan kendisine doğru sarkar ve kendisine renk renk yetmiş elbise nar tanesi gibi olan meyveden çıkar. Sonra bu meyve kapanıp eski haline döner" cevabını verdi.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Adn Cennetini kudret eliyle yarattı. Orada meyvelerini hazırladı ve nehirlerini yarattı. Sonra ona baktı ve: «Konuş» buyurdu. Adn Cenneti: (.....) «Müminler (.....) kurtuldu» (.....) deyince, (.....) Allah:

«İzzet ve celalim hakkı için, senin içinde hiçbir cimri bana komşu olmayacak!» buyurdu. "

Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Cenneti beyaz olarak yarattı."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Cennet'teki bir kamçı boyu kadar yer, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır. "

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennette, sizden birinin okunun kapladığı bir yer, güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır."

İbn Ebî Şeybe, Hennâd b. es-Serî, Zühd'de ve İbn Mâce, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Cennetteki bir karışlık yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. "

Tirmizî ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor:

“Cennet'teki nimetlerden bir tırnağın taşıyabileceği kadar az bir şey, dünyaya gösterilmiş olsaydı gökler ve yeryüzü her tarafıyla süs içerisinde kalırdı. Cennetliklerden bir kişi dünyaya bir baksa ve bileziklerinden biri dünyaya görünse güneşin yıldızların ışığını silip süpürdüğü gibi o da güneşin ışığını silip süpürürdü."

Buhârî, Enes'ten bildiriyor: Bedir günü Hârise vurulunca, annesi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Harise'nin yanımdaki değerini biliyorsun. Eğer Cennetlikse sabrederim, değilse ne yapayım, ne yapmamı tavsiye edersin" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadece bir Cennet değil, Cennetler vardır. Hârise, şimdi Firdevsu'l-A'lâ'dadır" buyurdu.

Tirmizî ve Hâkim, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim (Allah'ın azabından) korkup sakınırsa (Cenneti elde etmek için) hemen yola koyulsun. Kim de yola koyulursa arzusuna kavuşur. Ama dikkat edin! Allah'ın ticaret için ortaya koyduğu malı çok pahalıdır."

Hâkim, Ubey b. Ka'b'dan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim (Allah'ın azabından) korkup sakınırsa (Cenneti elde etmek için) hemen yola koyulsun. Kim de yola koyulursa arzusuna kavuşur. Ama dikkat edin! Allah'ın ticaret için ortaya koyduğu malı çok pahalıdır. Dikkat edin! Allah'ın ticaret eşyası ise, dağlarından misk fışkıran Cennettir. Sarsıntı gelmiştir, onun peşinden de diğeri gelecektir. Ölüm beraberinde getirdikleriyle (zorluk veya kolaylık ile) gelmiştir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre şöyle dedi:

“Muhammed'e kitabı indirene yemin ederim ki, dünyadayken güzellikleri gidip ihtiyarladıkları gibi Cennetliklerin güzelliği artacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "...altlarından ırmaklar akan Cennetler..." ayetini açıklarken, "Cennet nehirleri, meskenlerin altından akar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el- Ba's'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet nehirleri, misk dağlarının altından fışkırır" buyurduğunu nakletmiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Tefsîr'de ve Beyhakî, el-Ba's'ta, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Cennet nehirleri, misk dağlarının altından fışkırır.

Ahmed ve Müslim, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri, Cennet nehirlerindendir. "

İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Cennet'te, Beydah denilen bir nehir vardır, üzerinde yakuttan kubbeler, altında yetişen huriler vardır. Cennet ehli (birbirine):

“Haydi Beydah'a gidelim" derler, gelirler ve bu cariyeleri süzerler, bu cariyelerden birini beğenen, onun bileğine dokunur, cariye de onu takip eder ve cariyenin yerine başka bir cariye biter.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Nesâî, Ebû Ya'lâ, Beyhakî, Delâil'de ve Ziyâ el-Makdisî, Sifatu'l-Cenne'de, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) güzel rüyadan hoşlanırdı. Bir kadın gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Rüyamda, Cennete girdiğimi gördüm ve orada Cennette büyük gürültüye sebep olan bir düşme sesi duydum. Baktığımda, falan ve falan kişiyi gördüm" deyip on iki kişinin adını saydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının saydıklarını daha önce bir müfrezeyle göndermişti. Kadın şöyle devam etti:

“Bu kişiler, üzerlerinde eski elbiselerle getirildiler. Boğazlarından kan akıyordu. Sonra:

“Bunları Beydah nehrine götürünüz" denildi ve bunlar götürülüp Beydah nehrine batırıldılar. Nehirden çıkarıldıklarında, yüzleri dolunay gibiydi. Kendilerine altından koltuklar getirilip oturtuldular ve içinde taze hurma olan altın tabaklar getirdiler. Bu hurmalardan diledikleri kadar yedi. Ne tarafa dönseler, diledikleri meyvelerden diledikleri kadar yiyorlardı." Haberci gelip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Savaşta şöyle şöyle oldu ve falan kişiler vuruldular" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O kadını bana getirin" buyurdu. Kadın gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana rüyanı anlat" buyurdu. Kadın rüyasını anlatınca, adam:

“Kadının dediği doğrudur, bu saydıkları vuruldular" dedi.

Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Cennet'te boydan boya bir nehir vardır, kenarlarında bakire kızlar durup en güzel seslerle şarkılar söylerler. Hatta, Cennetlikler, Cennette ondan daha güzel bir şey bulamazlar." Râvi der ki:

“Ey Ebû Hureyre! O şarkılar nedir?" diye sorduğumuzda, "İnşallah, tesbih, tahmîd, takdîs ve Yüce Allah'ı övmek şeklindedir" cevabını verdi.

Ahmed b. Hanbel, Zühd'de ve Dârakutnî, el-Mudebbec'de, Mu'temir b. Süleymân'dan bildiriyor: Cennette, bakire kızların bittiği bir nehir vardır.

İbn Asâkir, Tarih'te Enes'ten merfu olarak bildiriyor:

“Cennette, Reyyân denilen bir nehir vardır. Üzerinde mercandan bir şehir kurulmuştur. Onun altın ve gümüşten yetmiş bin kapısı bulunur. İşte bu, hâmil-i Kur'ân'a mahsustur."'

İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh ve Beyhakî, el-Ba's'ta bildiriyor: Mesrûk der ki: Cennet nehirleri kanalsız akarlar. Cennet ağaçları ise kökten dallara kadar meyvelerle doludur, meyveleri üzüm salkımı gibidir ve koparılan her meyvenin yerine başkası çıkar. Her salkımın boyu ise on iki arşındır.

İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Sifatu'l-Cenne'de ve Ziyâ el-Makdisî, Sifatu'l- Cenne', Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Cennet nehirlerinin, yerde kanallarda aktığını zannetmeyin, hayır vallahi, bu nehirler yerde kanalsız akarlar, onların etrafında inciden çardaklar vardır. Bu çardakların sıvası Ezfur miskindendir."(Enes der ki) Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ezfur nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Halis demektir" cevabını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Merdûye ve Ziyâ, Enes'ten bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennet nehirleri, Adn Cennetinden bir göle fışkırır. Sonra nehirler halinde çıkar. "

"...Onlara buranın bîr meyvesi rızık olarak verildiğinde, «Bu daha önce de rızıklandığımızdır» derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..."

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd ve bazı sahabeden bildiriyor:

“Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, «Bu daha önce de rızıklandığımızdır» derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayetinde kastedilen şudur: Kendilerine Cennette her meyve verilişinde, bu meyvelere bakıp, bunlar daha önce bize dünyada verilmişti, bunlar renk, görünüş olarak dünya meyvelerine benzer ama tadı dünya meyvelerine benzemez.

Abd b. Humeyd bildiriyor: Ali b. Yezîd, "Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, «Bu daha önce de rızıklandığımızdır» derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayetiyle ilgili şöyle der:

“Bunlar, Cennetten önce, dünyada iken kendilerine rızık olarak verilen meyvelerdir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, Kitabu'l-Azdâd'da Katâde'den bildiriyor:

“Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, «Bu daha önce de rızıklandığımızdır» derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." âyetinden kastedilen şudur: Kendilerine verilen meyveler dünyadaki meyvelere benzer, ancak Cennet meyveleri daha lezzetlidir.

Müsedded, Müsned'de, Hennâd, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Ba's'ta bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Cennette olup ta dünyada bulunan her şey sadece isim yönünden Cennettekilere benzer."

Deylemî, Hazret-i Ömer'in, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle naklettiğini bildirir:

“Düğün yemeğinde, Cennet yemeğinin kokusundan bir miskal vardır. "

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid, "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayeti hakkında şöyle dedi:

“Cennetlikler:

“Bu, dünyada bize verilen rızıklara ne kadar da benziyor. Her cins rızkı gördüklerinde Cennetlikler aynı şeyi söyler."

Abd b. Humeyd, İkrme'nin, "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Daha önce demelerinden kasıt, bir gün önce kendilerine verilmiş olan rızıktır."

İbn Cerîr, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildiriyor: Cennetlik olan kişiye tabak götürülür ve bu kişi ondan yer, sonra bir başkası götürülünce:

“Bu daha önce bize verilenin aynısıdır" der. Bunun üzerine melek:

“Ye! Bunların rengi aynı, ama tadı değişiktir" karşılığını verir.

Vekî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." âyetinden kastın, aynı renkte olmaları, ama tıpkı, acur ve salatalığın birbirine benzemesine rağmen tatlarının değişik olması gibi, tatlarının ayrı olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, "Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Cennet meyvelerinin hepsi güzeldir ve nahoş olanı yoktur."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'nin, Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur..." ayetiyle ilgili, "Cennet meyvelerinin hepsi güzeldir ve birbirine benzerler. İçlerinde nahoş olanı yoktur. Dünya meyvelerinin bazılarını sevmediğiniz görmüyor musunuz?" dediğini bildirir.

Bezzâr ve Taberânî, Sevbân'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennetlik biri, bir meyveyi kopardığı zaman, hemen yerine yenisi konulur. "

İbn Asâkir, Tarih'te, Recâ b. Hayve tarikiyle Hâlid b. Yezîd b. Mu'âviye b. Ebî Süfyân'dan bildiriyor: Ben, Cezîre topraklarında yolculuk yaparken, rahip, keşişler ve piskoposlardan oluşan bir toplulukla karşılaşıp selam verdim, selamımı aldıklarında, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordum. Bana:

“Şu manastırdaki bir rahibin yanına gidiyoruz. Her yıl yanına gideriz ve o da bize bu yıl içinde olacak şeyleri bize bildirir" cevabını verdiler. "Ben, bu rahibin yanına gidip, ilminin ne kadar olduğuna bakacağım" dedim. Ben kutsal kitaplara ilgisi olan biriydim. Gittiğimde, onun manastırın kapısında durduğunu gördüm ve kendisine selam verdim. Selamımı alıp:

“Sen kimlerdensin?" diye sorunca, ben:

“Müslümanlardanım" cevabını verdim. Rahip:

“Muhammed'in ümmetinden mi?" diye sorunca ise, "Evet" karşılığını verdim. Rahip:

“Sen, Müslümanların âlimlerinden mi, yoksa cahillerinden misin?" diye sorunca, ben:

“Ne âlimlerindenim, ne de cahillerindenim" cevabını verdim. Rahip:

“Sizler, Cennete girip, yemeklerinden yiyip, içeceklerinden içeceğinizi ve orada ne küçük ne de büyük abdest bozmayacağınızı iddia ediyorsunuz" deyince, ben:

“Biz öyle diyoruz ve doğrusu da böyledir" karşılığını verdim. Bunun üzerine rahip:

“Eğer buna dünyadan bir örnek varsa bana söyle" deyince, ben:

“Anne karnında olan cenin buna misaldir. Cenin, anne karnındayken, Allah'ın rızkıyla besleniyor ve ne küçük ne de büyük abdest bozmuyor" cevabını verdim. Rahibin yüzü kızgınlıktan değişti ve:

“Sen, bana Müslümanların âlimlerinden olmadığını söylemedin mi?" diye sordu. Ben:

“Sana yalan söylemedim" deyince, bu sefer:

“Cennete gireceğinizi ve yemeğinden yiyip içeceğinden içeceğinizi ve yediklerinizin, ondan hiçbir şeyi eksiltmeyeceğini iddia ediyorsunuz" dedi. Ben:

“Biz öyle diyoruz ve doğrudur" cevabını verince, rahip:

“Eğer buna dünyadan bir örnek varsa bana söyle" deyince, ben:

“Dünyadaki misali, hikmettir. Hikmetten Allah'ın bütün yarattıkları öğrenseler bile ondan hiçbir şey eksilmez" karşılığını verdim. Bunun üzerine yine rahibin yüzünün rengi sinirden değişti ve:

“Sen, bana Müslümanların âlimlerinden olmadığını söylemedin mi?" diye sordu. Ben:

“Sana yalan söylemedim. Ne Müslümanların âlimindenim, ne de cahillerindenim" cevabını verdim.

"...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar."

Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“.. .Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar" âyetinden kasıt, oradaki eşlerde hayız, dışkı, sümük ve tükürüğün olmamasıdır. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar" ayetinde kastedilenin, dışkı ve hayız halinin görülmemesi olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, "...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Hayız olmazlar, abdestsizlik durumuna düşmezler ve sümkürmezler."

Vekî, Abdürrezzâk, Hennâd, Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr Mücâhid'den bildiriyor:

“...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar" âyetinin manası, hayız, dışkı, idrar, sümük, balgam, tükürük, meni ve doğumun olmaması demektir.

Vekî, Hennâd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, "...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar"  âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Hayızdan ve meniden arınmışlar, çocuk doğurmazlar, dışkı ve idrar çıkarmazlar ve tükürmezler."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, "...Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Allah onları her türlü idrar, dışkı, pislik ve kötülükten arındırmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Mâce ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Gerçekten Cennete ilk girecek zümre Bedir gecesindeki ay suretinde olacaktır. Bunlar Cennette, tükürmezler, sümkürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, bunların kapları ve tarakları altın ve gümüştendir. Kokuları buhurdandır. Bunların teri misktir. Her birinin, inciklerindeki ilikler görünecek kadar güzel olan iki hanım vardır. Bunlar birbirleriyle ters düşmeyecek, kin duymayacak, sanki aynı kalbi taşıyorlar gibi huyları birbirine benzeyecek ve sabah akşam Allah'ı tesbih edecekler."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî'nin, el-Ba's'ta, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Cennete ilk girecek kimselerin yüzü Ay'ın on dördü, ikinci olarak girecekler ise gökteki en parlak yıldızın parlaklığı gibi olacaktır. Orada herkese iki hanım verilecek, her bir hanımın yetmiş kat elbisesi olacak ve bu kadar elbise altından inciklerinin iliği görülecektir. "

Ahmed ve Tirmizî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetliklerin en aşağı derecede olanın seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki karısı vardır. Ayrıca bizzat kendisi için Câbiye ile San'â arası kadar mesafede inci, yakut ve zebercedden bir çadır dikilecektir."

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Beyhakî, el-Ba's'ta bildiriyor. Ebû Hureyre'nin olduğu bir yerde, Cennette kadınların mı yoksa erkeklerin mi daha çok olduğu tartışılınca, Ebû Hureyre: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetteki her erkeğin iki hanımı vardır. Bu hanımın yetmiş kat elbisesinin altından inciklerinin iliği görülecektir" buyurmadı mı?" dedi.

Tirmizî ve Bezzâr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennete giren bir kul yetmiş hanım ile evlendirilecektir" buyurunca, sahabe:

“Ey Allah'ın Resûlüi O kimsenin buna gücü yetecek mi?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O kimseye yüz erkek kuvveti verilecektir" buyurdu.

İbnu's-Seken, el-Ma'rife'de ve İbn Asâkir, Tarih'te, Hâtıb b. Ebî Beltea'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum:

“Mümin, Cennette yetmiş iki kadınla evlendirilir, bunlardan yetmişi âhiret kadınlarından, ikisi ise dünya kadınlarındandır."

İbn Mâce, İbn Adiy, el-Kâmil'de ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Umâme el- Bâhilî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah, Cennete koyduğu herkesi, ikisi hurilerden, yetmişi de Cennetteki mirasından olmak üzere yetmiş iki kadınla evlendirecektir. Bu zevcelerin hepsinin kadınlığı çok çekicidir ve Cennetlik olan her adamın şehvet gücü daimidir. "

Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennetliklerin en alt tabakasında olan kişinin yedi derecesi vardır. Bu kişi altıncı derecede ikamet eder ve yedinci derece üzerinde bulunur. Bu kişinin üç yüz hizmetçisi vardır. Kendisine sabah akşam altın tabaklarla üç yüz tabak yemek getirilir ve her tabakta ayrı çeşit yemek vardır. Bu kişi ilk yediği tabakta aldığı lezzeti son tabakta da alır ve: «Ey rabbiml Eğer bana izin verseydin, Cennet ehline yedirir içirirdim ve yanımdaki yiyecek ve içeceklerden hiçbir şey eksilmezdi» der. Yine bu kişinin hurilerden yetmiş iki zevcesi vardır. Onlardan birinin oturduğunda kapladığı yer, bir mil kadardır."

Beyhakî, el-Ba's'ta, Abdullah b. Ebî Evfâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennetlik bir erkek, beş yüz huri, dört bin bakire ve sekiz bin dul ile evlenir. Bunlardan her biriyle dünyadaki ömrü kadar beraber olur."

Ebu'ş-Şeyh ve Ebû Nuaym'ın, Sifatu'l-Cenne'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetlik erkeklerden her biri, dört bin bakire, sekiz bin dul ve yüz huri ile evlenir. Bunlar her yedi günde bir araya gelirler ve yaratılmışların daha önce hiç duymadığı güzel bir sesle: «Biz, devamlı kalıcılarız, yok olmayız, biz nimet içindeyiz bedbaht olmayız, biz razı olanlarız kızmayız, biz kalıcı olanlarız, bir yere gitmeyiz, bizim olana ve bize sahip olana ne mutlu» derler.

Ahmed ve Buhârî'nin bildirdiğine göre Enes, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Allah yolunda sabah veya akşam yapılan bir yolculuk, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennette, sizden birinin okunun kapladığı kadar bir yer, Güneş'in üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. Eğer Cennet ehli kadınlarından bir kadın yer yüzü halkına görünseydi, dünyayı ve içindekileri aydınlığa boğar ve ikisinin arasını da güzel koku ile doldururdu. Cennetlik kadının başındaki örtü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır?

İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Eğer Cennet ehlinin kadınlarından birisi yedi denize tükürseydi, bütün bu denizler baldan daha tatlı olurdu."

Ahmed, Zühd'de, Ömer b. el-Hattâb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Eğer Cennet ehli kadınlarından bir kadın yer halkına görünseydi, yeryüzünü misk kokusuyla doldururdu."

İbn Ebî Şeybe ve Hennâd'ın bildirdiğine göre Ka'b (u'l Ahbâr) şöyle dedi:

“Eğer Cennet ehli kadınlarından birinin bileziği (dünyada) görünseydi, Güneş'in ışığını bastırırdı."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hennâd b. es-Serî, ez-Zühd'de, Nesâî, Abd b. Humeyd, Müsned'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Zeyd b. Erkam'dan bildiriyor: Ehli Kitaptan bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem)gelerek:

“Ey Ebu'l-Kâsım! Cennet ehlinin yiyip içeceğini iddia ediyorsun" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin ederim ki, Cennetlik olan kişiye, yemek, içmek, cinsel ilişki ve şehvet hususunda yüz adam kuvveti verilecektir" karşılığını verdi. Adam:

“Yiyen ve içenin tuvalet ihtiyacı olur. Cennet ise temizdir ve orada sıkıntı verecek bir şey yoktur" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar, ihtiyaçlarını misk kokusu gibi çıkan ter olarak gidereceklerdir. Böyle olunca da karnı (yemek ve içmekten şişmeyecek ve) zayıf kalacaktır" buyurdu.

Ebû Ya'lâ, Taberânî, İbn Adiy, el-Kâmil'de ve Beyhakî el-Ba's'ta, Ebû Umâme'den bildiriyor: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet ehli cinsel ilişki yaparlar mı?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlişki yaparlar ama ne erkekten, ne de kadından meni gelmez" cevabını verdi.

Bezzâr, Taberânî ve Hatîb el-Bağdâdî, Tarih'te, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Cennette hanımlarımızla cinsel ilişkide bulunacak mıyız?" diye sorulunca, "Kişi, Cennette günde yüz bakireyle ilişkide bulunacak" cevabını verdi.

Ebû Ya'lâ ve Beyhakî'nin, el-Ba's'ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Dünyadayken kadınlarımızla cinsel ilişkiye girdiğimiz gibi Cennette de girebilecek miyiz?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki, kişi bir gecede yüz bakireyle ilişkide bulunacaktır" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Ebû Umâme'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem), Cennet ehlinin cinsel ilişkiye girip giremeyeceği sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, yorulup usanmayan bir fere, gevşemeyen erkeklik organı, bitmeyen şehvetle ve ne kadından ne de erkekten meni gelmeden bu gerçekleşecektir" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Bezzâr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet ehli hanımlarına dokunabilecek mi?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, gevşemeyen erkeklik organı, usanmayan bir fere ve bitmeyen şehvetle olacaktır" buyurdu.

Hâris b. Ebî Usâme ve İbn Ebî Hâtim, Süleym b. Âmir ve Heysem et-Tâî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cennette cinsel ilişkinin olup olmadığı sorulunca, "Evet, çekici bir fere ve gevşemeyen erkeklik organıyla olacaktır. Kişi Cennette yastığına kırk yıl, başka tarafa dönmeden yaslanabilecek ve usanmayacak. Yaslandığı yerde kendisine canının istediği ve görüp beğendiği her şey getirilecektir" cevabını verdi.

Beyhakî, el-Ba's'ta ve İbn Asâkir, Tarih'te, Hârice el-Uzrî'den bildiriyor: Tebûk'te bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Cennetlikler cinsel ilişkiye girecek mi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetlik olan erkeğe bir günde verilecek olan (cinsel güç) sizden yetmiş kişinin gücünden daha fazladır" cevabını verdi.

Taberânî, Zeyd b. Erkam'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennetliklerin idrar ve cünüplükleri arkalarından ayaklarına doğru misk gibi bir kokunun akması şeklindedir. "

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İsbehânî, et-Terğîb'de bildiriyor: Ebu'd- Derdâ der ki:

“Cennette, ne kadının, ne de erkeğin menisi yoktur. Kadın ve erkek, meni olmadan cima edeceklerdir."

Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd, Tâvûs'tan bildiriyor:

“Cennetlikler, kadınlarla cinsel ilişki kuracaklar, ama çocukları olmayacak. Çünkü orada ne kadının, ne de erkeğin menisi yoktur."

Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd, Atâ el-Horasânî'den aynı yorumu rivayette bulunmuştur.

Vekî, Abdürrezzâk, Hennâd, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, İbrâhim en- Nehaî'den bildiriyor:

“Cennette, dilediğin kadar cima edebileceksin ve çocuk olmayacak. Kişi dönüp baktığında canı cima etmek isteyecek, sonra bir daha dönüp baktığında yine cima yapmak isteyecek."

Ziyâ el-Makdisî, Sifatu'l-Cenne'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennette cinsel ilişkiye girebilecek miyiz?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, canım elinde olana yemin ederim ki, (erkek ve kadından meni gelmeden) cinsel ilişkiye girilebilecek ve erkek cinsel ilişkiyi bitirince kadın eskisi gibi bakire olacaktır" cevabını verdi.

Bezzâr, Taberânî, es-Sağîr'de ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebû Saîd el- Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Cennet ehli hanımlarıyla cima ettikleri zaman, kadınlar tekrar bakire olurlar."

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Zühd'ün zevâidinde ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: Abdullah b. Amr der ki:

“Mümin, (Cennette) zevcesiyle her ilişkiye girmek istediğinde onun bakire olduğunu görür."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'dan bildiriyor:

“Cennetlik erkeğin boyu doksan mil, kadının ise otuz mildir. Oturduğu zaman ise bir cerîb (496 m2) yer kaplar. Kadın, erkeğin kendisiyle girdiği bir cinsel ilişkinin lezzetini yetmiş yıl boyunca hisseder."

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Dâvûd, el-Ba's'ta, Mu'âz b. Cebel'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bir kadın dünyada kocasına eziyet ederse Cennet'te ona eş olacak huriler şöyle derler:

“Kahrolası kadın! O erkeğe eziyet etme, o senin yanında misafirdir, senin yanından ayrılıp bize gelecektir. "

"...ve orada temelli kalırlar"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "...ve orada temelli kalırlar" ayetindeki "temelli kalırlar" sözünden kastın, ölmemeleri olduğunu söyledi.

Et-Tastî, el-Mesâil'de bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a, "...ve orada temelli kalırlar" ayetinde kastedilen nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Devamlı orada kalmaları ve hiçbir zaman çıkmamalarıdır" cevabını verdi. Nâfi, "Araplar (.....) kelimesini kullanır mı?" diye sorunca ise İbn Abbâs:

“Evet, yoksa Adiy b. Zeyd'in

Biz helak olursak temelli kalacak var mı?

Ah insanlar! Hiç ölümden utanılır mı ?

dediğini duymadın mı?" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim ve İbn Merdûye, Ömer b. el-Hattâb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Cennetlikler Cennete, Cehennemlikler Cehenneme girdikten sonra aralarından bir münadi kalkıp: «Ey Cehennemlikleri Ölüm yoktur. Ey Cennetlikleri (Artık) ölüm yoktur. Herkes olduğu yerde ebedi kalacaktır» diye seslenir."

Buhârî, Ebû Hureyre'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennetliklere, «(Burada) Ebedilik vardır ve ölüm yoktur» Cehennemliklere de, «(Burada) Ebedilik vardır ve ölüm yoktur» denir" buyurduğunu nakletmiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Mâce, Hâkim ve İbn Merdûyeh'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet günü ölüm alacalı bir koç şeklinde getirilip Sırat köprüsü üstünde durdurulur ve: «Ey Cennet halkı» diye çağırılırlar. Cennettekiler (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (güzel) yerden çıkarılacakları endişe ve korkusu ile bakarlar. Onlara: «Bunu tanıyor musunuz?» diye sorulur. Cennetlikler: «Evet, bu ölümdür» cevabını verince, bu sefer: «Ey Cehennem halkı!» denilir. Onlar da içinde oldukları kötü yerden çıkarılacakları ümidiyle sevinçle bakarlar. Onlara da: «Bunu tanıyor musunuz?» diye sorulur. Cehennemlikler:

“Evet, bu ölümdür" cevabını verirler. Bunun üzerine emir verilerek ölüm, Sırat'ta boğazlanır. Hem Cennetlik, hem Cehennemliklere: «İçinde bulunduğunuz halde devamlı kalacaksınız. Buradan gitmek ve ölüm yoktur» denilir."

Taberânî ve Hâkim bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman, Muâz Yemen'e gidince onlara şöyle dedi:

“Ey insanlar! Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size gönderdiği elçisiyim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) size, dönüşün Allah'a olduğunu, ya Cennete veya Cehenneme gideceğinizi, orada ölümün olmadığını ve devamlı hayatın olduğunu, gidilen o yerden başka yere gidilemeyip, ölmeyen bedenlerle devamlı orada kalınacağını haber veriyor."

Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, İbn Mes'ûd'dan, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer Cehennemliklere:

«Cehennemde, dünyadaki çakıl sayısı kadar bir müddet kalacaksınız» dense, Cehennemlikler buna sevinirdi. Cennetliklere de: «Cennette, dünyadaki çakıl sayısı kadar bir müddet kalacaksınız» dense, buna üzülürlerdi. Ama her iki taraf ta olduğu yerde ebedi kalacaktır. "

26

Bkz. Ayet:27

27

"Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Ama kâfirler: «Allah bu misal ile ne anlatmak istemiştir?» derler. Allah bununla birçoğunu saptırır ve birçoğunu da hidâyete eriştirir. O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz. Onlar ki Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde fesad çıkarırlar. İşte onlar zarara uğrayanlardır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd ve bazı sahabeden şöyle bildiriyor: Allah, münafıklara "Onlar, çevresini aydınlatmak için ateş yakan kimseye benzerler ..."' ve "Bir kısmı da, karanlıklarda, gök gürlemeleri ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölmek korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayan kimseye benzer" ayetiyle iki misal verince, münafıklar:

“Allah, bunları misal vermeyecek kadar yücedir" dediler. Bunun üzerine:

“Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Ama kâfirler: «Allah bu misal ile ne anlatmak istemiştir?» derler. Allah bununla birçoğunu saptırır ve birçoğunu da hidâyete eriştirir. O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz. Onlar ki Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde fesad çıkarırlar, işte onlar zarara uğrayanlardır." ayetleri nazil oldu."

Abdulğanî, Tefsîr'de ve Vâhidî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah, müşriklerin ilahlarını zikredip:

“...Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır..." buyurdu ve böylece ilahların zaafiyetini zikredip örümcek ağına benzetti. Bunun üzerine müşrikler:

“Allah'ın Muhammed'e indirdiği Kur'ân'da zikrettiği sineğe, örümceğe bakınız. Bunlarla ne yapacakmış?" dediler. Bunun üzerine Allah, "Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez..." ayetlerini indirdi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Yüce Allah, sinek ve örümceği zikredince, müşrikler - veya İbnu'l-Münzir'e göre Ehli Kitap - şöyle dediler:

“Örümcek ve sivri sinek zikredilmeğe değer mi?" Bunun üzerine Allah, "Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez..." ayetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan der ki:

“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz!" ayeti nazil olduğu zaman, müşrikler:

“Bu ve buna benzeyen misaller, anlatılacak misâl değildir" deyince, Allah, "Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal vermekten çekinmez..." ayetlerini indirerek, kastedilenin sivrisinek değil örnek olduğunu bildirmiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den, "Sivrisinek, Allah'ın yarattıklarının en zayıfıdır" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Deylemî, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ey insanlar! Sakın Allah hakkında gafil olmayın, eğer Allah bir şeyden gafil olsaydı, sivrisinek, zerre ve hardal tanesinden gafil olurdu. "

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye, "... iman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler..." âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi: İman edenler, bu misalin Rablerinden olduğunu, bu sözlerin Allah'ın sözleri olduğunu bilirler.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den aynı yorumu nakletmişlerdir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "... İman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler..." ayeti hakkında şöyle demiştir: Müminler ona iman ederler ve Rablerinden bir gerek olduğunu bilirler. Allah ta onlara bu misalle doğruyu gösterir. "...Allah bununla birçoğunu saptırır..." âyetinden kastedilen, müminler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilip iman ederken, fasıkların ise gerçek olduğunu bilip (buna rağmen) inkar etmeleridir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları, "Allah bununla birçoğunu saptırır ve birçoğunu da hidâyete eriştirir. O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz..." ayetlerinin manası hakkında şöyle dediler: Allah bununla münafıkları saptırırken müminleri hidayete eriştirir.

Fasıklardan kasıt ta münafıklardır. "Onlar ki Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozarlar..." Allah'ın ahdini kabul ettikten sonra onu inkar edenler kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz..." âyetinden kastedilen, kafirlerin bilmesine rağmen inkar etmeleridir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "O, bununla fasıklardan başkasını saptırmaz..." âyetinden kastedilenin, onların fasık olmasıyla, Allah'ın kendilerini dalâlete düşürmesi olduğunu söylemiştir.

Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs şöyle der:

“Harûriler (Hariciler), Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozanlardır." Sa'd, Harûrileri fasık olarak adlandırmıştı.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar ki Allah'ın ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozarlar..." ayetiyle ilgili şöyle dedi:

“Sakın bu âyetin beyan ettiği ahdi bozmayın. Zira Allah bunu bozmayı çirkin görmekte ve bunu bozma hususunda tehditte bulunmaktadır." Allah Kur'an-ı kerim'in çeşitli âyetlerinde, aldığı bu ahit hususunda öğüt ve nasihatlerde bulunmuş, buna dair deliller beyan etmiştir. Biz, Allah'ın verdiği ahdi bozan hakkındaki tehdidi kadar herhangi bir günah hakkında tehdit ettiğini bilmiyoruz. Kim Allah'a samimiyetle ahid verecek olursa Allah için olanı bunu yerine getirsin."

Ahmed, Bezzâr, İbn Hibbân, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verdi ve:

“Şunu bilin ki, emanet ehli olmayanın imanı da yoktur. Ahde vefa göstermeyenin dini de yoktur" buyurdu.

Taberânî, M. el-Kebîr'de, Ubâde b. es-Sâmit ve Ebû Umâme'den aynı hadisi nakletmiştir.

Taberânî, M. el-Evsat'ta aynı hadisi İbn Ömer'den nakletmiştir.

Buhârî, Tarih'te ve Hâkim, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ahde vefa imandandır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "...Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde fesad çıkarırlar. İşte onlar zarara uğrayanlardır" âyetinden kastın, akraba ve yakınlarıyla alakayı kesmek olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî, âyette geçen "...Yeryüzünde fesat çıkarırlar..." sözünün manasının, "Yeryüzünde günah işlerler" demek olduğunu söyledi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mukâtil, "...İşte onlar zarara uğrayanlardır" sözünü:

“Onlar Cehennemliktir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah'ın Müslümanlardan başkasına nisbet ettiği, zarara uğrayan, müsrif, zalim, mücrim, fâsık gibi isimlerle kastedilen şey küfürdür. Müslümanlara nisbet ettiği şeylerle ise günah kastedilmiştir."

28

"Ölü îdiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz; öyleyken Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?"

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd ve sahabenin bazılarından:

“Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek..." ayetini şöyle açıkladıklarını bildirir:

“Siz hiç bir şey değilken sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek ve kıyamet günü tekrar diriltecek."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek..." ayetine şöyle mana verdi:

“Allah sizi yaratana kadar, siz babalarınızın sulbünde hiçbir şey değildiniz. Sonra sizi gerçek ölümle öldürecek, sonra kıyamet günü huzurunda toplamak için sizi tekrar diriltecek."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katade'nin âyet hakkında şöyle dediğini bildiriyor:

“Babalarının sulbünde ölüyken Allah onları diriltti ve dünyaya çıkardı. Sonra kaçışı olmayan ölümle onları öldürdü. Sonra huzurunda toplamak için kıyamet günü onları diriltti. Böylece iki ölüm iki de hayat gerçekleşmiş olacaktır."

Vekî ve İbn Cerîr bildiriyor: Ebû Sâlih, bu ayete şöyle mana vermiştir:

“Sizi öldürecek, sonra kabirde diriltip tekrar öldürecek."

İbn Cerîr, Mücâhid'in, bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Sizi yaratana kadar hiçbir şey değildiniz. Sonra sizi gerçek ölümle öldürecek, sonra tekrar diriltecek. "...Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin..." âyetinden kastedilen şey de aynıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Onlar hiçbir şey değilken Allah onları yarattı, sonra öldürdü, sonra tekrar diriltti, yaşadıktan sonra kıyamet günü tekrar Allah'a döneceklerdir."

29

"Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. Oher şeyi bilir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, "Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur..." ayetini şöyle açıkladığını bildirir: Yeryüzündeki her şeyi, cömertliğiyle size nimet olarak, geçinmek ve belli bir süre faydalanmak için sizin hizmetinize verdi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Mücâhid, "Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir" âyetini şöyle açıkladı: Yeryüzündeki her şeyi sizin hizmetinize verdi. Allah yeri gökten önce yarattı. Yeri yarattığı zaman ondan duman çıktı. "...Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir." Sözü buna işaret etmektedir. Düzenlemekle kastedilen de: Yedi göğü üst üste, yedi kat yeri de alt alta yaratmasıdır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Süddî tarikiyle, Ebû Mâlik ve Ebû Sâlih'ten, bunlar da, İbn Abbâs ve Murra el- Hemedânî'den, onlar da, İbn Mes'ûd ve sahabenin bazılarının, "Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir" âyetini şöyle açıkladığını bildirir: Allah'ın Arş'ı suyun üzerindeydi ve sudan önce bir şey yaratmamıştı. Yaratıkları var etmeyi dileyince sudan duman (buhar) çıkarttı. Buhar suyun üzerine yükseldi. Allah ona "Yükselen" anlamına gelen "Sema" ismini verdi. Sonra suyu kuruttu. Onu bir tek kütle haline getirdi. Sonra onu parçaladı. Onu, pazar ve pazartesi günlerinde yedi yer haline getirdi. Arzı balık üstüne koydu. Balık ise, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de:

“Nûn. Ve Kalemle, yazmakta olduklarına yemin olsun" buyruğunda sözü geçen "nûn"dur. Balık su içerisindedir, su da dümdüz bir kayalık üstündedir. Dümdüz kayalık da bir meleğin sırtı üzerindedir. Melek bir başka kayanın üstündedir. Kaya ise, rüzgara maruzdur. Burada sözü geçen kaya, Lokman sûresinde kendisinden söz edilen ve yerde de gökte de olmayan kayadır. Balık harekete geçip kıpırdayınca yer de sarsıldı. Allah yere dağları bırakınca yer kararını buldu. O bakımdan dağlar yere karşı öğünür. İşte yüce Allah'ın şu buyruğunda kastedilen budur:

“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlan, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı."' Allah yerde dağları, orada yaşayacak olanların gıdalarını yerin ağaçlarını ve orası için gerekli olanları da iki günde, yani salı ve çarşamba günlerinde yarattı. İşte yüce Allah şu buyruklarında bunu anlatmaktadır:

“De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti."Yani soran kimseler bilsin ki durum işte böyledir. "Sonra duman halinde olan göğe yöneldi..." Sözü geçen bu duman ise, suyun teneffüs etmesi ile (buharlaşması) ile meydana gelmiştir. Allah ondan sonra (buharın yükselmesi sonucu) bir tek sema halinde göğü yarattı. Sonra onu ayırarak iki günde, Perşembe ve Cuma günlerinde yedi sema haline getirdi. Cuma gününe bu ismin veriliş sebebi ise, göklerin ve yerin yaratılışının bu günde tamamlanmasıdır, "...ve her göğün işini kendisine bildirdi..." Yani her bir semada oraya has olan melekleri yarattı. Yerde de bulunan dağları, denizleri, dolu ve bilinmeyen daha pek çok şeyleri var etti. Sonra dünya semasını yıldızlarla süsledi. Bu yıldızları hem bir süs, hem de şeytanlara karşı bir koruma aracı kıldı. Yüce Allah dilediğini yaratmayı bitirdikten sonra bu sefer Arş'a istiva etti.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İbn Abbâs'ın, "...Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir" âyetini şöyle açıkladığını bildirir: Allah'ın emri semaya yöneldi ve Allah yedi göğü yarattı. Ateşi suda akıtıp denizi buharlaştırdı ve buhar semaya çıkınca ondan da gökleri yarattı.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî bildiriyor. Ebu'l-Âliye, "...Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Allah, semaya yönelip (semayı) yedi gök olarak düzenledi."

Osmân b. Saîd ed-Dârimî, Kitabu'r-Reddi Ale'l-Cehmiyye'de, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor:

“Allah her şeyi yaratmak istediğinde Arş'ı suyun üzerindeydi ve ne yer, ne de sema vardı. Rüzgarı yarattı ve rüzgar suya doğru esince dalgalar oluşup köpükler meydana geldi. Sudan çıkan dumana emredince, duman yükselip büyüdü ve ondan gökleri yarattı. Çamurdan yerleri, köpüklerden ise dağlan yarattı."

Ahmed, Buhârî, Tarih'te, Müslim, Nesâî, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Kitâbu'l-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tutup şöyle buyurdu:

“Allah, yeri cumartesi günü yarattı, dağları pazar günü, ağaçlan pazartesi günü, sevilmeyen şeyleri salı günü, nuru çarşamba günü yarattı. Yerin üzerine hayvanları perşembe günü yaydı. Hazret-i Adem'i cuma günü ikindiden sonra yarattı."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Osman b. Saîd ed- Dârimî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Matar'da, İbn Ebî Âsim, es-Sünne'de, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, et-Tevhîd'de, İbn Ebî Hâtim, Ebû Ahmed el-Hâkim, el- Kunâ'da, Taberânî, M. el-Kebîr'de, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Hâkim, İbn Merdûye, el-Lâlekâî, es-Sünne'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: Abbâs b. Abdilmuttalib der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte otururken:

“Sema ile yer arasındaki mesafe ne kadardır, biliyor musunuz?" diye sordu. Biz:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yer ile sema arasında beş yüz yıllık bir mesafe vardır. Her bir semanın diğer sema ile arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her semanın kalınlığı da beş yüz yıllık mesafedir. Yedinci semanın üzerinde deniz vardır. Bu denizin altı ile üstü arası iki gök arası kadardır bunun bu denizin üstünde sekiz dağ keçisi (şeklinde sekiz Melek) bulunmaktadır. (Onların her birinin) tırnaklarıyla diz kapakları gök ile yer arasındaki (mesafe) kadardır.. Sonra bunların da tepesinde Arş vardır. Arş'ın altı ile üstünün arası bir semâdan bir semâya kadar olan uzaklık kadardır. Allah ta bunun fevkindedir ve Âdemoğullarmın amellerinden hiç biri Allah'tan gizlenemez."'

İshak b. Râhûye, Müsned'de, Bezzâr, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Zer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yer ile sema arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her semanın kalınlığı da beş yüz yıllık bir mesafedir. Bir sema ile diğeri arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Bu yedinci semaya kadar böyle devam eder. Yer tabakaları arasındaki mesafe de aynı şekildedir. Yedinci sema ile Arş arasındaki mesafe, bütün bu mesafeler kadardır. Eğer kardeşinize çukur kazıp onu sarkıtsaydınız, bu kişi Allah'ın varlığını bilip kabul ederdi."

Tirmizî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye bildiriyor: Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte otururken üzerimize bir bulut geldi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, sahabe:

“Allah ve Resulü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu, buluttur! Bu bulutlar toprağın sulayıcılarıdır. Allah onları kendisine ibadet etmeyen ve şükretmeyen kimselere bile gönderiyor" buyurup, "Bunun üzerinde ne var biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onun üzerinde sema vardır" buyurup:

“Bunun üzerinde ne var biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Önüne geçilmiş bir dalga ve korunmuş tavan vardır" buyurup, "Bunun üzerinde ne var biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunun da üzerinde sema vardır. Ya onun üzerinde ne vardır biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunun da üzerinde başka bir sema vardır. Ya bu ikisi arasında ne vardır biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İkisi arasında beş yüz yılık mesafe vardır" buyurduktan sonra aynı şekilde yedi kat semayı saydı. Ve "Her sema arasında beş yüz yıllık mesafe vardır" buyurdu. Sonra:

“Bunların üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunların üzerinde Arş vardır. Arş ile bunlar arasında ne kadar mesafe olduğunu biliyor musunuz?" diye sorunca, sahabe, yine:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Aralarında iki sema arasındaki mesafe kadar bir mesafe vardır" buyurup:

“Altınızdaki yerin altında ne olduğunu ve yerle onun arasındaki mesafeyi biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabe:

“"Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Altında başka bir yer daha vardır. İki yer arasında ise beş yüz yıllık mesafe vardır" buyurup yedi kat yeri saydı ve:

“Her tabakayla diğeri arasında beş yüz yıllık mesafe vardır" dedi.

Osman b. Saîd ed-Dârimî, er-Reddu ale'l-Cehmiyye'de, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Lâlekâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Yerle gök arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her sema ile diğeri arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her kat sema ve yerin kalınlığı beş yüz yıllık mesafedir. Yedinci sema ile Kürsî arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Kürsî ile su arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Arş ta suyun üzerindedir. Allah ta Arşın üzerindedir ve sizin durumunuzu bilir."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs, gökyüzüne bakıp şöyle dedi:

“Allah yüceler yücesidir! Şu gökyüzü ne kadar da beyazdır. İkinci sema bundan daha beyazdır -deyip yedi kat semayı saydıktan sonra-Yedinci semanın üzerinde suyu yarattı ve Arş'ı suyun üzerine koydu. Dünya semasının üzerine, Güneş, Ay, yıldızlar ve meteorları koydu."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu gökyüzü nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu, sizden başka tarafa yönlendirilmiş dalgalardır" cevabını verdi.

İshâk b. Râhûye, Müsned'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Ebu'ş-Şeyh, Rabî b. Enes'ten bildiriyor:

“Dünya seması, önüne geçilmiş dalgadır, ikinci sema beyaz mermer, üçüncüsü demir, dördüncüsü bakır, beşincisi gümüş, altıncısı altın, yedincisi ise kırmızı yakuttur. Bunların üzeri ise nur sahralarıdır. Bunların üstünde ne olduğunu Allah'tan başkası bilmez. Maytâtarûş adında bir melek te Yüce Allah ile yarattıkları arasındaki perdeyle görevlidir."

Ebu'ş-Şeyh, Selmân el-Fârisî'den bildiriyor:

“Dünya seması, yeşil zümrüttendir ve ismi ince manasında olan "Rakîa"dır. İkinci sema beyaz gümüştendir ve ismi "Erkelûn"dur. Üçüncüsü kırmızı yakuttandır ve ismi "Kaydûm"dur. Dördüncüsü beyaz incidendir ve ismi "Mâûnâ"dır. Beşincisi kırmızı altındandır ve ismi "Dîkâ"dır. Altıncısı sarı yakuttandır ve ismi "Deknâe"dir. Yedincisi ise nurdandır ve ismi "Arîbe"dir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki:

“Dünya semasının ismi "Rakî", yedinci semanın ismi ise "ed-Durâh"tır."

Osman b. Saîd ed-Dârimî, Kitabu'r-Reddi ale'l-Cehmiyye'de ve İbnu'l- Münzir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Semaların efendisi Arş'ın bulunduğu semadır. Yerlerin efendisi ise sizin bulunduğunuz yerdir."

İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildiriyor: İbn Abbâs, Ebû Ecled'e yazıp, semanın hangi şeyden yaratıldığını sorunca, Ebû Ecled:

“Sema, önüne geçilmiş dalgalardan yaratılmıştır" cevabını yazdı.

İbn Ebî Hâtim, Habbe el-Urenî'den bildiriyor: Hazret-i Ali'nin bir gün "Semayı duman ve sudan yaratan Allah'a yemin ederim ki" şeklinde yemin etti.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr):

“Sema, sütten daha beyazdır" demiştir.

Abdürrezzâk ve İbn Ebî Hâtim, Süfyân es-Sevrî'den bildiriyor:

“Yerlerin altında bir kaya vardır. Bize bildirildiğine göre sema yeşil rengini bu kayadan almaktadır."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Herşeyi düşününüz, ama Allah'ın zatını düşünmeyiniz. Çünkü yedinci semadan Kürsî'ye kadar yedi bin nur vardır. Allah da bunların üzerindedir."

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "...Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir..." ayeti hakkında şöyle dedi:

“Bunlar üst üstedir ve her sema ile diğeri arasında beş yüz yıllık mesafe vardır."

"...O her şeyi bilir."

İbn Durays'ın bildirdiğine göre İbn Mes'ûd "Kur'ân'daki en üstün ayetler, sonunda Allah'ın isimlerinden birinin zikredildiği ayettir.

30

"Hani Rabbin meleklere: «Ben yeryüzünde bîr halîfe yaratacağım», dedi. Onlar: «Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek bîrini mî yaratacaksın?» dediler. Allah da onlara: «Sîzin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim» dedi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "Kur'ân'da "Hani" edatı, her zaman mâzî için kulanılmıştır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre (.....) Hasan(-ı Basrî), (.....) sözünün manasının yapmak olduğunu söyledi.

İbn Cerîr bildiriyor: Dahhâk der ki:

“Kur'ân'daki her (.....) kelimesi, yaratmak manasındadır."

Vekî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs:

“Allah, Âdem'i Cennetten henüz onu yaratmadan çıkarmıştır" dedikten sonra "...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..."ayetini okudu.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah, Âdem'i, Cennete girmeden çıkarmıştır. Yüce Allah:

“...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: «Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?» dediler..." buyurmaktadır. Âdem yaratılmadan bin yıl önce orada (yeryüzünde) cinler vardı. Cinler orada bozgunculuk yapıp kan akıttılar. Yeryüzünde bozgunculuk yaptıkları içinde Allah onlara meleklerden bir ordu gönderdi ve melekler onları deniz kenarlarına kadar kovalayıp öldürdüler. Yüce Allah:

“... Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: «Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?» dediler..." buyurduğu zaman melekler:

“O cinlerin yaptığı gibi yeryüzünde fesat çıkarıp orada kan akıtacak birini mi yaratacaksın?" dediler. Bunun üzerine Allah:

“...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi."

İbn Ebî Hâtim, İbn Amr'dan aynı hadisi nakletmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: İblis, cin adında meleklerin türlerinden biriydi. Bunlar melekler arasında kor ateşten yaratılanlardı. İblisin adı el-Hâris'di ve Cennet bekçilerinden biriydi. Meleklerin ise hepsi nurdan, cinler ise dumansız ateşten yaratıldı. Yeryüzüne ilk yerleşenler cinlerdir. Cinler yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıttılar ve birbirlerini öldürdüler. Bunun üzerine Allah İblisi meleklerden bir orduyla gönderip onları öldüre öldüre dağ eteklerine kadar kovaladı. İblis böyle yapınca gurura kapılıp içinden:

“Kimsenin yapmadığı şeyi yaptım" dedi. Allah İblisin kalbinden geçeni bildi, ama meleklerin İblisin kalbinden geçenden haberi yoktu. Allah, meleklere:

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman melekler:

“Cinlerin fesat çıkardığı gibi, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?" dediler. Allah:

“Ben, sizin bilmediğinizi bilirim. Ben, sizin İblisin kalbinde görmediğiniz kibir ve gururlanmayı gördüm" dedi. Sonra Allah, Âdem'in toprağının getirilmesini emreti ve toprak getirilince, Allah Âdem'i yapışkan çamurdan (Tînun lâzib) yarattı. Lâzib ise birbirine yapışan çamur demektir. Daha sonra kokuncaya kadar bırakıldı. Âdem'in yaratıldığı toprak daha sonra yapışkan çamur haline getirilmişti ve Allah onu eliyle yarattı ve Âdem kırk gece yere atılmış (cansız) ceset halinde kaldı. İblis gelip ayağıyla Âdem'e vurunca kendisinden (içi boş bir şeyin çıkardığı) ses çıkıyordu. Sonra İblis Âdem'in ağzından girip arkasından çıkıyor, arkasından girip ağzından çıkıyordu ve:

“Sen hiç bir şey değilsin ve hiçbir şey için yaratılmadın. Eğer sana mûsallat edilirsem seni helak ederim. Eğer sen bana mûsallat edilirsen sana isyan ederim" diyordu. Allah, Âdem'e ruhundan üfleyince nefes baş tarafından geldi ve nereye vardıysa orası et ve kana dönüştü. Nefes göbeğine yetişince Âdem bedenine bakıp gördüğünü beğendi ve kalkmak için davrandı, ama kalkamadı. Yüce Allah'ın:

“İnsan aceleden yaratıldı" âyeti buna işaret etmektedir. Ruhun bedene girmesi tamamlanınca Âdem aksırdı ve Allah'ın kendisine iihamıyla:

“Âlemlerin Rabbine hamd olsun" dedi. Allah da:

“Ey Âdem! Allah sana merhamet etsin" deyip, semada olan meleklerin dışındaki İblîs ile beraber olan meleklere:

“Âdem'e secde ediniz" buyurdu. Bütün melekler secde etti, ama İblîs içindeki kibirden dolayı böbürlenip secde etmeyi kabul etmedi ve:

“Ben ondan daha hayırlı, daha büyük ve daha güçlüyken kendisine secde etmem" dedi. Bunun üzerine Allah onu susturup bütün hayırlardan mahrum etti ve onun isyanına bir ceza olmak üzere kavulmuş şeytan yaptı.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebû'l-Âliye'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah, melekleri Çarşamba günü, cinleri Perşembe günü, Âdem'i ise Cuma günü yarattı. Cinlerden bir topluluk inkâra düşmüşlerdir. Bu yüzden melekler yeryüzüne iniyor ve Cinlerle savaşıyorlardı. Yeryüzünde kan dökülüyor ve fesat kaynıyordu. Bu sebeple (Allah, yeryüzünde halife yaratacağını beyan edince, bu durumu bilen) melekler:

“Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" dediler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd şöyle der:

“Allah ateşi yarattığı zaman melekler ondan çok korkup "Ey Rabbimiz, bu ateşi ne için yarattın?" diye sorunca, Allah:

“Yarattıklarımdan bana karşı gelenler için" buyurdu. O zaman da Allah'ın, melekler dışında herhangi bir yaratığı yoktu. Melekler:

“Ey Rabbimiz! Sana isyan edeceğimiz zaman gelecek mi?" diye sorunca ise, Allah:

“Hayır. Ben yeryüzünde halife yapacağım birisini yaratacağım. Bunlar kan akıtacak ve yeryüzünde bozgunculuk yapacaklar" buyurdu. (Bunun üzerine melekler:

“Onda bozgunculuk yapacak biririsini mi yaratacaksın. Bizi yeryüzüne koy, biz hamdinle seni tesbih ve seni takdis ederiz" deyince, Allah:

“Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi."

İbn Cerîr ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının şöyle dediğini bildirir:

“Allah, yaratmak istediklerini yaratınca Arş'a istiva etti ve İblis'e Dünya semasının idaresini verdi. O, meleklerin, "Cin" diye adlandırılan bir kabilesindendi. Cinlere bu adın verilmesinin sebebi de onların, Cennetin bekçileri olmalarındandı. İblis, hem dünya semasının idarecisi, hem de Cennetin bekçilerindendi. Bu sebeple İblis'in kalbini kibir bürüdü ve:

“Allah, bütün bunları bana üstünlüğümden dolayı verdi" dedi. Allah, İblisin kalbindeki bu kibri görünce meleklere:

“...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi..." buyurdu. Melekler:

“Ey Rabbimiz! Bu halife nasıl olacak? Bunun zürriyeti olur ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp birbirlerini kıskanarak birbirlerini öldürürler. Ey Rabbimiz! "Onda bozgunculuk yapacak biririsini mi yaratacaksın" dediler. Allah:

“Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Hatırla ki Rabbin meleklere:

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Onlar: «Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?» dediler. Allah da onlara: «Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Allah, meleklere:

“Ben, bir beşer yaratacağım. Bunlar birbirlerini kıskanacak, birbirlerini öldürecek ve yeryüzünde bozgunculuk yapacaklar" buyurdu. İnsanoğlunun yeryüzünde böyle şeyler yapacağını anlayan melekler:

“...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler." iblis, dünya seması meleklerinin reisiydi ve böbürlenip isyan etmeye kalkıp azgınlık yaptı. Allah onun bu böbürlenmesini bildi. "...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim..." sözü buna işaret etmektedir. Yani Allah, İblis'in içinden taşkınlık yapmayı geçirdiğini bildiğini söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor. Katâde, "...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler" âyetinin açıklamasını yaparken şöyle dedi:

“Melekler, Allah'ın kendilerine verdiği ilimle, Allah katında kan dökmek ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan daha kötü bir şey olmadığını bildiler."

İbnu'l-Münzir ve İbn Batta, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildiriyor:

“(Allah'ın emirleri karşısında) kendi görüşlerinizi ileri sürmekten sakınınız. Çünkü Allah meleklerin görüşünü reddetmiştir. Allah:

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..." dediği zaman, melekler:

“...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler" Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim..." buyurdu."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu't-Tevbe'de, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İlk telbiye getirenler meleklerdir. Allah:

“... Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?" deyip Allah'a cevap verdiler. Allah onlardan yüz çevirinde, melekler Arş'ın etrafında, "Buyur! Buyur! Senden özür diliyoruz. Buyur! Buyur! Senden bağışlanma dileyip tövbe ediyoruz" diyerek tavaf yaptılar."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Ebû Sâbit'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yeryüzü Mekke'den döşenmeye başlanmıştır. Melekler Beyt'in etrafinda tavaf ederdi. Beyt'in etrafında ilk tavaf edenler meleklerdi. Burası, Yüce Allah'ın:

“...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..." buyururken kasdettiği yerdir. Bir peygamberin kavmi helak olup kendisi ve salihler kurtulduğu zaman, o peygamber beraberlerindekilerle Bey t'e gelip vefat edene kadar orada Allah'a ibadet ederlerdi. Hazret-i Nûh, Hazret-i Hûd, Hazret-i Şuayb ve Hazret-i Salih'in kabirleri, Zemzem, Rükün (Hacer-i Esved'in rüknü) ile Makâm-ı İbrahim arasındadır."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, "... Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis ederiz..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Tesbih, Allah'ı tesbih etmek, takdis ise namazdır."

Ahmed, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Ebû Zer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'ın en çok sevdiği sözler, melekler için seçtiği «Rabbimi hamdiyle tesbih ederim. Rabbimi hamdiyle tesbih ederim» sözleridir. "

İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) meleklerin namazını sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona cevap vermedi. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle dedi:

“Dünya semasındakiler, kıyamete kadar secdede kalıp: «Mülk ve Melekûtun sahibi Allah, noksanlıklardan münezzehtir» derler. İkinci semadakiler kıyamete kadar rükûda kalıp: «İzzet ve kudret sahibi Allah noksanlıklardan münezzehtir» derler. Üçüncü semadakiler kıyamete kadar kıyamda durup: «Her zaman diri olan ve ölmeyen Allah noksanlıklardan münezzehtir» derler."

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd ve bazı sahabeden, "...Seni takdis ederiz..." âyetinin manasının. "Senin için namaz kılarız" olduğunu nakletmiştir.

İbn Ebî Hâtim İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Takdîs, arındırmak demektir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre, Mücâhid, "...Seni takdîs ederiz..." âyetinin manasının, "Seni yüceltir ve ulularız" olduğunu söylemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih, "...Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis ederiz..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bunun manası, «Seni yükseltir ve şanını yüceltiriz» demektir."

Vekî, Süfyân b. Uyeyne, Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücahid, "...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, İblisin isyan edeceğini bildiği halde onu yarattı."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücahid, "...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, o halifeden, Cennete hak kazanacak nebiler, resuller ve salih bir topluluğun olacağını biliyordu."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebi'd-Dünyâ, el- Emel'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“Allah, Âdem ve zürriyetini yarattığı zaman melekler:

“Ey Rabbimiz! Yeryüzü onları sığmaz" deyince, Allah:

“Ben ölümü yaratacağım" buyurdu. Melekler:

“O zaman hayattan bir tat almazlar" deyince, Allah:

“Ben onlarda emeli yaratacağım" buyurdu."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Ukûbât'ta, İbn Hibbân, Sahîh'te ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Abdullah b. Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman melekler:

“Ey Rabbimiz! Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?" deyince, Allah, "...Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim..." buyurdu. Melekler:

“Biz, sana, Âdemoğullarından daha çok itaat ederiz" deyince, Allah, meleklere:

“Bana iki melek getirin de onları yeryüzüne indirelim de ne yapacaklarına bakalım" buyurdu. Melekler:

“Ey Rabbimiz! Hârût ve Mârüt insin" deyince bu iki melek yeryüzüne indirildiler. Yeryüzüne indiklerinde Zühre yıldızı kendilerine beşerin en güzel sûretinde bir kadın şeklinde gösterildi. Bu kadın kendilerine gelince, ikisi de onu istediler ama o:

“Vallahi! Şu şirk kelimelerini söylemeden sizinle olmam" dedi. Onlar da:

“Hayır vallahi! Hiçbir zaman Allah'a şirk koşmayız" karşılığını verince kadın yanlarından gitti, sonra yanında bir çocukla geldi. Yine kendisiyle olmak istediklerini söylediklerinde kadın:

“Vallahi! Şu çocuğu öldürmezseniz sizinle beraber olmam" karşılığını verdi. Onlar da:

“Hayır vallahi! Hiçbir zaman bu çocuğu öldürmeyiz" deyince kadın gitti, sonra bir bardak içkiyle geldi. Onlar yine kendisiyle beraber olmak istediklerini söyleyince, o, "Vallahi! Şu içkiyi içmezseniz sizinle beraber olmam" karşılığını verdi. Bunun üzerine içkiyi içip sarhoş oldular. Sonra kadınla ilişkiye girip çocuğu da öldürdüler. Ayılıp kendilerine geldiklerinde ise kadın:

“Vallahi! Sarhoş olduğunuzda, yapmanızı isteyip kabul etmediğiniz her şeyi yaptınız. O zaman Hârût ve Mârût, dünyada azab çekmekle âhiret azabı arasında muhayyer bırakılınca, onlar dünyada azab çekmeyi seçtiler. "

İbn Sa'd, Tabakât'ta, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Hakîm, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den,

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Âdem'i yeryüzünün her bir tarafından aldığı topraktan yaratmıştır. Bundan dolayı Adem'in nesli yeryüzünün renkleri kadar değişik şekillerde çoğalıp geldiler. Dolayısıyla; kimi kızıl renkli, kimi beyaz, kimi siyah, kimi de bunlar arası renklerdedir. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi iyi, kimi de kötüdür. "

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Kâbe, yeryüzünden bin yıl önce yaratıldı" deyince, yanındakiler:

“Kâbe, yeryüzünden bir parça olduğu halde nasıl oluyor da yeryüzünden önce yaratılmış olabilir?" diye sordu. Ebû Hureyre şöyle cevap verdi:

“Kâbe, su üzerindeki bir taşın üzerindeydi. Kâbe'nin üzerinde iki melek bin yıl gece gündüz Allah'ı tesbih ettiler. Allah yeryüzünü yaratmak istediği zaman, yeryüzünü Kâbe'nin yanından döşemeye başladı ve Kâbe'yi yeryüzünün ortası yaptı. Allah, Âdem'i yaratmak istediği zaman Arş'ı taşıyan meleklerden birini yeryüzünden toprak getirmesi için gönderdi. Melek toprak almak için davranınca yeryüzü:

“Seni gönderenin hakkı için, bugün benden, Cehennemlik olacak bir şey almamanı istiyorum" dedi. Bunun üzerine melek toprak almadan Rabbinin huzuruna gidince, Allah:

“Neden sana emrettiğim şeyi getirmedin?" diye sordu. Melek:

“Benden, Senin hakkın için bir şey almamamı isteyince, Senin adına istediği bir şeyi yerine getirmemezlik yapmak istemedim" cevabını verdi. Bunun üzerine Allah başka bir melek gönderdi ve yeryüzü ona da aynı şeyi söyledi. Bu, Arş'ı taşıyan bütün melekleri gönderinceye kadar böyle devam etti ve sonunda Allah ölüm meleğini gönderdi. Yeryüzü ona da aynı şeyi söyleyince, ölüm meleği:

“Beni gönderenin itaat edilmeye daha çok hakkı vardır" deyip yeryüzünün her tarafından, temizinden, pisinden hatta Kabe'nin yerindeki topraktan da birer avuç alıp Allah'ın huzuruna geldi. Toprağın üzerine Cennetin suyundan dökülünce toprak yapışkan çamur halini aldı ve Allah bu çamurla Âdem'i kendi eliyle yarattı. Sonra sırtına meshedip:

“Yaratanların en güzeli her şeyden yücedir" buyurup ona ruh vermeden kırk gece bekletti. Sonra ona ruhundan üfledi ve ruh başından göğsüne doğru yayılmaya başladı. Âdem, göğsüne can gelince kalkmak için davrandı." Ebû Hureyre burada:

“insan aceleden yaratıldı" âyetini okuyup şöyle devam etti:

Âdem'in bedenine can gelince oturdu ve aksırdı. Allah:

“Allah'a hamd olsun" de" buyurunca, Âdem:

“Allah'a hamd olsun" dedi. Bunun üzerine Allah:"Rabbin sana merhamet etti" buyurduktan sonra:

“Şu meleklerin yanına git ve kendilerine selam ver" dedi. Âdem, meleklere:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verince, melekler:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun" karşılığını verdiler. Allah, Âdem'e:

“Ey Âdem! Bu senin ve zürriyetinin selam verme şeklidir. Sana zürrüyetini nerede göstermemi istersin" deyince, Âdem:

“Rabbimin sağında -ki Rabbimin iki eli de sağdır- görmek isterim" cevabını verdi. Bunun üzerine Allah, sağ elini açıp Âdem'e, kıyamet gününe kadar yaratılacak olan bütün zürriyetini, sıhhatliyi sıhatli, hastayı hasta, bütün peygamberleri kendi şekillerinde gösterdi. Âdem:

“Ey Rabbim! Neden hepsine afiyet vermedin?" deyince, Allah:

“Bana şükredilmesini istedim" cevabını verdi. Âdem, nuru parlayan birini görünce:

“Ey Rabbim! Bu kimdir?" diye sordu. Allah:

“Bu, oğlun Dâvud'dur" cevabını verince, Âdem:

“Ey rabbim! Bunun ömrü ne kadardır?" diye sordu. Allah:

“Altmış yıl" buyurunca, Âdem:

“Benim ömrüm ne kadardır?" diye sordu. Allah:

“Bin yıl" cevabını verince, Âdem:

“Benim ömrümden kırk yıl eksilt ve onun ömrüne kat" dedi. Başka birinden de hiçbir peygamberde olmadığı kadar nur yayıldığını görünce:

“Ey Rabbim! Bu kimdir?" diye sordu. Allah:

“Bu, oğlun Muhammed'dir ve Cennete girecek ilk kişidir" cevabını verince, Âdem:

“Zürriyetimden, benden önce Cennete girecek ve benim de onu kıskanmadığım kişiyi yaratan Allah'a hamd olsun" dedi. Âdem'in ömründen dokuz yüz altmış sene geçince, ruhunu alacak olan melekler geldiler. Âdem:

“Ne İstiyorsunuz?" diye sorunca, melekler:

“Ruhunu almak için geldik" cevabını verdiler. Âdem:

“Daha ölümüme kırk yıl var" deyince, melekler:

“Kırk yıllık ömrü oğlun Dâvûd'a vermedin mi?" diye sordular. Âdem:

“Ben kimseye bir şey vermedim" dedi. Ebû Hureyre der ki: Âdem inkar etti, zürriyeti de inkar etti. O unuttu, zürriyeti de unuttu.

İbn Cerîr, Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının şöyle dediğini nakleder: Yüce Allah, Cebrail'i oradan bir çamur getirmek üzere yeryüzüne gönderince, yer:

“Benden birşey eksiltmenden "Allah'a sığınıyorum" dedi. Bunun üzerine Cebrail birşey almaksızın geri döndü ve:

“Ey Rabbim! O benden Sana sığındı, ben de onun sığınmasını kabul ederek ona ilişmedim" dedi. Bu sefer yüce Allah, Mikail'i gönderdi. Aynı şekilde ondan da Allah'a sığındı, bu sefer yüce Allah ölüm meleğini gönderdi. Bundan da Allah'a sığınınca ölüm meleği de:

“Ben de emrini yerine getirmeksizin geri dönmekten Allah'a sığınırım" dedi ve yeryüzünden bir miktar aldı ve karıştırdı. Alacağını tek bir yerden almadı. Kırmızı, beyaz ve siyah topraklardan ayrı ayrı aldı. İşte bunun için Âdemoğulları farklı farklı ortaya çıktı. Azrail toprağı alıp yukarı çıktı. Allah toprağı ıslattı ve toprak yapışkan bir çamur haline geldi. Sonra meleklere:

“Ben çamurdan bir insan yaratacağım" dedi ve Âdem'i bizzat kendi eliyle yarattı ki İblis ona karşı böbürlenmesin diye düzgün bir insan şeklinde yarattı. Âdem kırk yıl, çamurdan bir ceset olarak kaldı. Bundan o Cum'a gününün bir bölümünde ve kırk yıl süre kadar çamurdan bir ceset halinde idi. Melekler, Âdem'in yanından, geçen melekler onu görünce korktular. Ondan en çok rahatsız olan da İblisti. İblis, Âdem'in yanından geçerken ona vuruyor ve Âdemin vücudu, testinin çıkardığı gibi bir ses çıkarıyordu. İblis ona "Sen, bir şey için yaratıldın, ama bilemiyorum niçin" diyordu. Onun ağzından girip arkasından çıkıyordu. Meleklere:

“Bundan korkmayın, zira sizin Rabbiniz, Samed'dir, ihtiyaçlar için kendisine başvurulandır. Bu ise içi boş bir şeydir. Yemin olsun ki eğer ben ona Musallat edilirsem onu mutlaka helak ederim" diyordu. Âdem'e ruh üfleme zamanı gelince Allah, meleklere "Ben ona ruhumdan üflediğim zaman siz ona secde edin" dedi. Ona ruh üfleyince ruh baş tarafından içine girdi ve Âdem aksırdı. Melekler ona "Elhamdülillah de" deyince, Âdem:

“Elhamdülillah" dedi. Allah da Âdem'e "Yerhamükellah" dedi. Ruh, Âdem'in gözlerine varınca Âdem, Cennetin meyvelerine bakmaya başladı. Ruh, içine doğru ilerleyince Âdem yemek yeme ihtiyacı hissetti. Ruh, henüz ayaklarına ulaşmadan Cennetin meyvelerini toplamakta acele etmek için ayağa kalkmak istedi. Bu hususta Allah:

“İnsan aceleci bir tabiatta yaratılmıştır" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Tabakât'ta, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Tarih'te bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, toprak alması için İblis'i gönderdi ve İblis, yerdeki toprağın tatlısından ve tuzlusundan aldı. Allah, Âdem'i bu topraktan yarattı. Tatlı topraktan yarattığı herkes, kafir anne babadan olsa bile saadet ehlindendir. Tuzlu topraktan yarattığı herkes te peygamber oğlu olsa bile bedbahtlardandır. Sonra İblis:

“Topraktan yarattığın birine mi secde edeceğim" Bu toprağı getiren benim" dedi. Yaratıldığı toprak yeryüzünden getirildiği için Âdem'e bu isim verilmiştir."

İbn Cerîr, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini nakleder:

“Âdem yeryüzünün değişik yerlerinden getirilen topraktan yaratıldığı için kendisine bu isim verilmiştir. O toprağın içinde temiz olanı da, yararlı olanı da değersiz olanı da vardır. Bu sebeple Âdemoğullarında sen bütün bu özellikleri görüyorsun."

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Zer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem üç çeşit topraktan, siyah, beyaz ve kırmızı topraktan yaratılmıştır."

İbn Sa'd, Tabakât'ta, Abd b. Humeyd, Ebû Bekr eş-Şâfiî, el-Ğaylâniyyât'ta ve İbn Asâkir, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdem'i «Dehnâ» denilen bir yerin toprağından yaratmıştır."

Deylemî, Ebû Hureyre'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hevâ, bela ve şehvet Âdem'in çamuruyla yoğrulmuştur,"

Tayâlisî, İbn Sa'd, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Enes'ten Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah Cennette Âdem'e suret verdiği zaman, onu dilediği kadar bıraktı. Bunun üzerine İblis onun ne olduğunu görmek için etrafında dolaşmaya başladı. Onu içi kof görünce bildi ki, kendine mâlik olamıyacak bir şekilde yaratılmıştır." Ebu'ş- Şeyh'in lafzı ise:

“Bu kendine hâkim olamaz, ben bunu yenerim" dedi" şeklindedir.

İbn Hibbân'ın Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Adem'e ruh üflediği zaman, ruh başına ulaşınca aksırdı ve: «Alemlerin Rabbine hamd olsun» dedi. Yüce Allah da ona: «Allah sana merhamet etsin» karşılığını verdi."

İbn Hibbân'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah Adem'i yarattığı zaman, Âdem aksınnca, Allah ona: «Elhamdülillah» demesini ilham etti ve Âdem de öyle dedi. Bunun üzerine Allah: «Yerhamukellah» karşılığını verdi. Bu sebeple Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir. "

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: Allah, Âdem'i yaratıp, ruh cesedinde akmaya başladığı zaman, Âdem aksırıp:

“Elhamdülillah" deyince, Rabbi ona:

“Yerhamuke Rabbuke (Rabbin sana merhamet etsin) karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Ebû Ya'lâ, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den Allah'ın Resulünün (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdem'i topraktan yarattı, sonra onu çamur haline getirdi, sonra kuru balçık haline gelinceye kadar bıraktı. Onu yaratıp şekil verdikten sonra kuru balçık haline gelince İblis yanma gelip: «Sen büyük bir şey için yaratıldın» demeye başladı. Sonra Allah ona ruhundan üfleyince, ilk olarak gözleri ve burnıı canlandı ve Âdem aksırdı. Allah kendisine hamdetmesini telkin edip Âdem hamd edince, Allah: «Rabbin sana merhamet etsin» dedi. Sonra: «Ey Adem! Şu topluluğun yanına gidip selam ver ve ne karşılık vereceklerine bak» deyince, Adem gelip onlara selam verdi. Onlar da: «Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun» diye karşılık verince Âdem rabbine geldi. Âllah, ne dediklerini en iyi bilen olmasına rağmen: «Sana ne dediler?» diye sordu. Âdem: «Ey Rabbim! Onlara selam verdim, bana:

“Allah'ın selamı ve rahmeti senin de üzerine olsun" karşılığını verdiler» cevabını verince Allah: «Ey Âdem! Bu senin ve zürriyetinin selamıdır» buyurdu. Âdem: «Ey Rabbim! Zürriyetim nedir?» diye sorunca ise, Allah: «Sana zürriyetini nerede göstermemi istersin?» deyince, Âdem: «Rabbimin sağında -ki Rabbimin iki eli de sağdır- görmek isterim» cevabını verdi. Bunun üzerine Allah, sağ elini açınca Âdem, zürriyetinden bütün yaratılacak olanları Rahmân'ın avucunda gördü."

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Âdem'i altmış arş'ın boyunda yarattı ve kendisine: «Git ve şu melekler topluluğuna selam ver, ne cevap vereceklerini de dinle. Bu selam şekli senin ve zürriyetinin selamlama şeklidir» buyurdu. Âdem Meleklerin yanına gidip: «Allah'ın selamı üzerinize olsun» deyince, melekler: «Allah'ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun» deyip rahmet sözünü Âdem'in söylediğine ilave ettiler. Her Cennete girecek olan, Âdem'in sürelinde ve uzunluğu altmış arşın olacaktır. Ama Âdem'den sonra halk şimdiye kadar boyu kısalmaya devam etmiştir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'l-Cenne'de ve Taberânî, M. el-Kebir'de bildiriyor: Ebû Hureyre, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Cennetlikler, vücudunda hiçbir kıl olmayan, bıyığı çıkmamış, sakalı bitmemiş ve yaratılıştan gözleri sürmeli, otuz üç yaşlarında kimseler, Âdem'in boyunda altmış arşın boy ve yedi arşın eninde olarak Cennete gireceklerdir. "

Müslim, Ebû Dâvûd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûyeh'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Güneşin üzerine doğduğu en hayırlı gün, Allah'ın Âdem'i yarattığı, Cennete koyduğu, Cennetten yeryüzüne indirdiği, öldüğü, tövbesinin kabul edildiği ve kıyametin kopacağı gün olan Cuma günüdür. "

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebû Nadra'dan bildiriyor:

“Allah, Âdem'i yarattığı zaman bedenini cansız bir şekilde gökyüzüne attı. Melekler onu görünce şeklinden korktular. İblis gelip onu görünce korku içinde yanına yaklaştı ve ayağıyla dürttü. Âdem'den ses gelince İblis: «Bunun içi boştur ve hiçbir şeye yaramaz» dedi."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Cerîr'den bildiriyor:

“Allah, Âdem'i dünya semasında yarattı ve dünya semasındaki melekleri ona secde ettirdi. Diğer semalardaki meleklerin ona secde etmesini emretmedi."

Ebu'ş-Şeyh, sahih senetle, İbn Zeyd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Allah Âdem'i yaratmak istediği zaman, yeryüzüne bir melek gönderdi. O vakit yeryüzü tek parçaydı. Allah bir meleği yeryüzüne gönderip: «Bana ondan bir avuç toprak getir ve ondan bir varlık yaratacağım» buyurdu. Melek toprak almak isteyince yeryüzü: «Allah hakkı için yarın Cehenneme nasip olacak bir şeyi bugün benden alma» deyince, melek hiçbirşey almadan geri döndü. Allah: «Neden toprak almadın?» diye sorunca, melek:

«Senin hakkın için, Cehenneme nasib olacak bir şeyi kendisinden almamamı istedi. Senin hakkın için istenen bir şeyi reddetmek bana zor geldi» cevabını verdi. Allah başka bir melek gönderdi ve yeryüzü bu meleğe de aynı şeyleri söyledi. İkinci melek te toprak almadan geri dönünce Allah o meleğe de aynı şeyleri söyleyip üçüncü bir melek gönderdi. Yeryüzü üçüncü meleğe de aynı şeyleri söyleyince, o da toprak almadan geri döndü. Allah ilk iki meleğe söylediklerini buna da söyleyip İblis'i çağırdı. O zaman İblis'in adı «Hubâb» idi. Allah ona:

«Git ve bana yeryüzünden bir avuç toprak getir» dedi. İblis yeryüzüne varınca, yeryüzü ona da üç meleğe söylediklerini tekrar etti, ama İblis onu dinlemeyip toprak alarak Allah'ın huzuruna vardı. Allah: «Benim isimlerim hakkı için kendisinden toprak almamanı istemedi mi?» diye sorunca, İblis: «Evet istedi» cevabını verdi. Allah: «Bana kendileriyle sığındığı isimler arasında Benim isimlerim yok muydu?» diye sorunca ise İblis:

"Evet ama, Sen bana emrettin, ben de itaat ettim" cevabını verdi. Allah:

“Bu topraktan, seni memnun etmeyecek bir varlık yaratacağım" buyurup toprağı Cennet nehirlerinden birine attı. Toprak çamur haline geldi. Bu yaratılan ilk çamurdu. Sonra çamuru yapışkan ve kötü kokulu bir hale gelinceye kadar bekletti. Sonra ondan Âdem'i yaratıp onu, kuru balçık haline gelinceye kadar Cennette kırk yıl bekletti. Ondan sonra Âdem'e can verip meleklere:

"Ona ruhumdan üflediğim zaman kendisine secde edin" diye vahyetti. Âdem, Cennette uzanmıştı. Kendisine can gelince oturup aksırdı. Allah:

“Rabbine hamdet" buyurunca, Âdem:

“Allah'a hamd olsun" dedi. Allah da:

“Allah sana merhamet etsin" karşılığını verdi. Bu sebeple:

"Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir" denir. İblis dışında bütün melekler Âdem'e secde ettiler. Allah:

“...Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir..." "...Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?" diye sorup, Allah'a üstünlük taslayamayacağını ve Âdem'e kötülük yapamayacağını bildirdi. İblis ise:

“...Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın... onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın" dedi. "

31

Bkz. Ayet:33

32

 Melekler (de):

“Biz, (itirazda bulunmaktan veya senden başka birinin gaybı bileceğinden) seni tenzih ederiz (Sen yücesin ya Rabbi!). Senin bize öğrettiğinden başka, bizim hiç bir bilgimiz yok. Şüphesiz sen, her şeyi(n içyüzünü) en iyi bilensin, üstün hikmet sâhibisin (her şeyi yerli yerince yapansın).”dediler.

33

"Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: «Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin», dedi. Melekler: « Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alîm ve Hakim olan ancak sensin», dediler. (Bunun üzerine:) «Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat», dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: «Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırlan) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?» dedi."

Firyâbî, İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Âdem'e, (deri ve yüz mânâsına gelen Âdem isminin veriliş sebebi, yaratıldığı toprağın yeryüzünün üstünden alınması sebebiyledir." Firyâbî'nin irvayetinde şu ilave vardır:

“Allah yerin toprağından bir avuç alıp ondan Âdem'i yarattı. Yeryüzünde beyaz, kırmızı ve siyah toprak vardır. Bu sebeple insanlardan bazılarının rengi kırmızı, bazısı beyaz, bazısı siyah, bazısı iyi, bazısı ise kötüdür."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'ın:

“Allah, Âdem'i yeryüzündeki kırmızı, beyaz ve siyah topraktan yarattı" dediğini bildirir.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr şöyle dedi:

“Âdem'e neden bu ismin verildiğini biliyor musunuz? Çünkü yerin üst tarafındaki (kabuğundaki) topraktan yaratılmıştır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'e, tabak, kazan ve her şeyin adını, hatta yellenmenin adını bile öğretti."

Vekî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'e her şeyin ismini, çanak, çömlek hatta yellenmenin adını bile öğretti."

Vekî ve İbn Cerîr bildiriyor: Saîd b. Cübeyr, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'e her şeyin ismini, hatta deve, sığır ve koyunun adını bile öğretti."

Vekî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdem'e bütün yarattıklarının adını öğretti."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, Âdem'e tek tek bütün çocuklarının adını, hayvanların adını öğretti ve Âdem'e: «Bu devedir, bu eşektir, bu attır» denildi."

Vekî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Âdem'e bütün yarattıklarının adını öğretti."

Deylemî, Ebû Râfi'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ümmetim bana su ve çamurda gösterildi. Tıpkı Adem'in bütün isimleri bildiği gibi ben de ümmetimin bütün adlarını bildim."

Hâkim, Tarih'te ve Deylemî, Atiyye b. Busr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti..." ayetini açıklarken şöyle dediğini nakleder: Allah, Âdem'e o isimlerden bin tanesini öğretti ve ona şöyle dedi:

“Ey Âdem! Çocuklarına ve zürriyetine eğer dünyaya karşı sabırlı değilseniz, dünyayı bu kelimelerle isteyiniz ve dini kullanarak dünyayı elde etmeye çalışmayınız. Din sadece Benim içindir. Dinini kullanarak dünyayı isteyene yazıklar olsun. Böyle kişilere yazıklar olsun."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzetti..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Bütün zürriyetinin isimlerini öğretti, sonra bunların isimlerini meleklere sordu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzetti..." ayetinde kastedilen isimlerin, meleklerin adları olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzetti..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'e, yaratılmışlardan, meleklerin bilmediği isimleri öğretti. Âdem, her şeyin ismini söyleyip cinsini de belirtti."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah, Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: «Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin» dedi. Melekler: « Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, Âdem'e, insan, hayvan, yer, deniz, ova, dağ, eşek ve buna benzer isimleri öğretti ve Âdem'e öğrettiği bu isimleri meleklere sorup:

“Eğer yeryüzünde neden bir halife yaratacağımı biliyorsanız, bana bunların adlarını söyleyin" buyurdu. Melekler:

“Seni noksanlıklardan tenzih ederiz. Gaybı Senden başkası bilemez. Sana tövbe ettik ve gaybı bilmediğimizi söyledik. Âdem, kendisine öğrettiklerini nasıl biliyorsa, biz de ancak bize öğrettiklerini biliriz" dediler.

İbn Cerîr, Mücâid'den bildiriyor:

“...Sonra onları önce meleklere arzetti..." ayetinde kastedilen, isimlerin sahiplerinin meleklere sorulmasıdır.'

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi:

“Allah, Âdem'i yaratacağı zaman melekler: «Allah, ne bizden daha değerli, ne de daha bilgili bir varlık yaratmaz» dediler. Bunun üzerine Âdem'in yaratılışıyla imtihan edildiler."

İbn Cerîr, Katâde ve Hasan(-ı Basrî)'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah Âdem'i yaratacağı zaman melekler kendi aralarında: «Biz, Rabbimizin yaratacağı varlıktan daha bilgili ve Allah katında daha üstün oluruz» dediler. Allah, Âdem'i yarattığı zaman, Âdem hakkında söyledikleri sebebiyle meleklere Âdem'e secde etmelerini emretti ve Âdem'i onlardan üstün tuttu. Melekler de kendilerinin Âdem'den daha hayırlı olmadıklarını anladılar ve:

“Biz ondan daha hayırlı olmasak bile ondan daha bilgiliyiz. Çünkü ondan önce yaratıldık" dediler. Bunun üzerine Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. Âdem her şeyin ismini öğrenip gördüğünün adını bilmeye başladı. Bütün varlılar sınıf sınıf kendisine arzedildi (ve Âdem bunların adını bildi). Sonra bunlar meleklere arzedilip:

“... Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin..." dendi. Bunun üzerine melekler:

Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur..." karşılığını verdiler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin..." ayetini açıklarken:

“Allah, ilminde ve hükmünde kâmildir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının şöyle dediğini bildirir:

“...Eğer siz sözünüzde sadık iseniz..." âyetinden kasıt, "Eğer Âdemoğlunun yeryüzünde bozgunculuk yapıp kan dökeceği konusunda doğru söylüyorsanız" demektir. "...Ben sizin açığa vurduğunuzu da bilirim..." sözünden kasıt ise meleklerin, "...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?" demeleridir. "...Gizlediklerinizi de bilirim..." sözünden kasıt ise İblis'in içinde gizlediği kibridir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücahid, "...açık ve gizli yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Allah'ın gizli olanı bilmesi, İblisin secdeyi reddederken içinde gizlediği kibridir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs, aynı âyetin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âyetin anlamı, "Açıkladığınız şeyleri bildiğim gibi gizlediğiniz şeyleri de bilirim" demektir.

İbn Cerîr, Katâde ve Hasan(-ı Basrî)'nin şöyle dediğini nakleder:

“...açıkve gizli yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" âyetinden kastedilen, Meleklerin, "...yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın?" demeleridir. "...Gizlediklerinizi de bilirim..." sözünden kasıt ise birbirlerine, "Biz ondan daha hayırlı ve bilgiliyiz" demeleridir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mehdî b. Meymûn'un şöyle dediğini bildirir: Hasan b. Dînâr, Hasan(-ı Basrî)'ye:

“Ey Saîd'in babası! "...açık ve gizli yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" ayetinde geçtiği üzere meleklerin gizledikleri şey nedir?" diye sorunca, Hasan:

“Allah, Âdem'i yarattığı zaman melekler onu görünce hayret etmişler ve bunu düşünüp, birbirlerine dönerek, gizlice:

“Bu varlığın neyine önem veriyorsunuz. Allah hangi varlığı yaratsa biz Allah katında o varlıktan daha üstünüz" dediler. İşte meleklerin gizlediği şey buydu" cevabını verdi.

34

"Hani biz meleklere (ve cinlere): «Âdem'e secde edin», demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu."

İbn Ebî Hâtim, ibn Abbâs'ın, "...Âdem'e secde edin..." ayetini açıklarken, "Secde Âdem'e itaat ise Allah'a idi" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu ayeti açıklarken şöyle dedi:

“Allah onlara secde etmelerini emredince, Allah'ın Âdem'e ikram ettiği yüksek şeref sebebiyle secde ettiler."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû İbrâhim el-Muzenî'ye, meleklerin Âdem'e secde etmeleri sorulunca, "Allah (o anda) Âdem'i Kâbe gibi (kıble) yapmıştı" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: Muhammed b. Abbâd b. Câfer el- Mahzûmî:

“Meleklerin Âdem'e secdesi îmâ şeklindeydi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Damra'dan bildiriyor:

“Bir anlatandan duyduğuma göre Allah, meleklere, Âdem'e secde etmelerini emrettiği zaman ilk secde eden İsrâfîl'di. Bu sebeple Allah, ödül olarak onun alnına Kur'ân'ı yazdı."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdilaziz şöyle dedi:

“Allah, meleklere Âdem'e secde etmelerini emredince, ilk secde eden İsrâfîl oldu. Bu sebeple Allah, ödül olarak onun alnına Kur'ân'ı yazdı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik..." ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Secde Âdem'e, itaat ise Allah'a idi. İblis, Allah'ın Âdem'e verdiği üstünlüğü kıskanıp:

“Ben ateştenim, bu ise topraktandır" demiştir. Bu ilk günah ve böbürlenmedir. Allah'ın düşmanı İblis, Böbürlenerek Âdem'e secde etmeyi reddetti."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyidu'ş-Şeytatı'da, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el- Eddâd ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“İblis'in ismi Azâzîl'di ve meleklerin en şereflilerindendi. O dört kanatlı bir melekti, bundan sonra ise, bunlardan mahrum bırakıldı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İblis'e bu ismin verilmesinin sebebi, Allah'ın onu bütün hayırlardan mahrum bırakması ve hayırdan ümidini kestirmesidir."

İbn İshâk, el-Mübtedâ'da, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İblis, isyan etmeden önce meleklerdendi ve adı Azâzîl'di. Aynı zamanda yeryüzünün sakinlerinden ve melekler içinde en çok amel yapan, ilim sahibi biriydi. Bu özellikleri böbürlenmesine sebep oldu. İblis, Cin denilen bir kabileye mensuptu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "İblis'in adı Hâris'ti" demiştir.

Vekî, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“İblis, Cennet bekçilerindendi ve dünya semasının sorumluluğu kendisine aitti."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, "Dünya seması meleklerinin başı idi" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İblis, meleklerin en şereflilerinden, sayı olarak en kalabalık kabileden ve Cennetin bekçisiydi. Aynı zamanda dünya seması ve yeryüzünün idaresi kendisine aitti. Bu özellikleri sebebiyle sema ehline karşı kendisinin üstün bir şeref ve azamete sahip olduğu görüşüne kapıldı. Bu sebeple kalbine gizli kibir yerleşti. Allah meleklere, Âdem'e secde etmelerini emredince, gizlediği kibiri ortaya çıktı."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, varlıklar yaratıp onlara:

“Âdem'e secde edin" buyurdu. Bu varlıklar secde etmeyince Allah onlara bir ateş gönderip yaktı ve başka varlıklar yaratıp onlara:

“Ben, çamurdan bir insan yaratacağım, (Onu yarattığım zaman) Âdem'e secde edin" diye emretti ama onlar secde etmediler. Allah onlara da, kendilerini yakması için bir ateş gönderdi. Sonra melekleri yaratıp:

“Âdem'e secde edin" diye emretti. Melekler:

“Evet ederiz" deyip secde etmeyi kabul ettiler. İblis ise secde etmeyi kabul etmeyen gruptandı."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah melekleri yarattığı zaman:

“Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yarattığım zaman kendisine secde ediniz" buyurdu. Melekler:

“Secde etmeyiz" deyince Allah onlara bir ateş gönderip yaktı. Allah başka melekler yaratıp:

“Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yarattığım zaman kendisine secde ediniz" buyurdu. Bunlar da secde etmeyi kabul etmeyince onlara da kendilerini yakması için bir ateş gönderdi ve başka melekler yarattı. Onlara da:

“Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yarattığım zaman kendisine secde ediniz" buyurunca, onlar da secdeyi kabul etmediler. Bunun üzerine onlara da kendilerini yakması için bir ateş gönderdi. Sonra başka melekler yaratıp:

“Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yarattığım zaman kendisine secde ediniz" buyurdu. Melekler:

“İşittik ve itaat ettik" dediler. Sadece ilk inkar edenlerden (secdeyi kabul etmeyenlerden) olan İblis secde etmeyi reddetti."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ebî Âmir el-Mekkî'den bildiriyor:

“Allah, melekleri nurdan, cinleri ateşten, hayvanları sudan, Âdem'i ise çamurdan yarattı. İtaati, meleklere ve hayvanlara, isyan etme özelliğini ise cinlere ve insanlara verdi."

Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Enes, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Adem'e secde etmesini emredince, Adem secde etti. Bunun üzerine Allah: «Cennet, senin ve secde eden çocuklannındır» buyurdu. İblis, secde etmesini emredince ise İblis secde etmeyi reddetti. Bunun üzerine Allah: «Cehennem senin ve çocuklarından secde etmeyi kabul etmeyenlerindir» buyurdu."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyidu'ş-Şeytan'da bildiriyor: İbn Ömer der ki:

“İblis, Hazret-i Mûsa ile karşılaşınca:

“Ey Mûsa! Allah seni risaleti için seçmiş ve sana hitab etmiştir. Ben tövbe etmek istiyorum. Tövbemi kabul etmesi için Rabbinin katında bana şefaatçi ol" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa rabbine dua etti. Mûsa'ya cevaben denildi ki:

“Ey Mûsa! Dileğini yerine getirdim." Sonra Hazret-i Mûsa İblis'i gördü ve ona:

“Âdem'in mezarına secde etmen emredildi. Ancak böyle yaparsan tövben kabul edilecek" dedi. İblis, büyüklenip öfkelendi ve dedi ki:

“Diriyken ona secde etmedim. Şimdi ölüyken mi edeceğim?" Sonra İblis ekledi:

“Ey Mûsa! Bana Rabbin katında şefaatçi olduğun için bende bir hakkın var. Beni şu üç şeyde hatırla ki, kişi bunlarda mutlak helak oldu: Öfkelendiğin zaman beni hatırla ki, o zaman ilhamım kalbinde, gözlerim gözünde olur ve kan gibi içinde dolaşırım. Asker olarak savaşa gideceğin zaman beni hatırla. O zaman Âdemoğluna gelir ve ona çocuğunu, karısını ve ailesini hatırlatırım ki, bunun üzerine savaşa gitmekten vazgeçer. Ayrıca sana mahrem olmayan biriyle oturmaktan sakın. Çünkü ben onun sana elçisi senin de ona elçisi olurum."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes şöyle der:

“Hazret-i Nûh gemiye bindiği zaman İblis geldi. Hazret-i Nûh:

“Sen kimsin?" diye sorunca, İblis:

“Ben İblisim" cevabını verdi. Hazret-i Nûh:

“Neden geldin?" diye sorunca ise İblis:

“Rabbine, tövbemin kabul edilip edilmeyeceğini sorman için geldim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah, Hazret-i Nûh'a, "Eğer İblis, Âdem'in kabrine gidip secde ederse tövbesi kabul edilir" diye vahyetti. İblis:

“Ben ona diriyken secde etmedim, ölüyken mi secde edeceğim" deyip secde etmeyi reddederek kâfirlerden oldu."

İbnu'l-Münzir, Mücâhid tarikiyle, Cünâde b. Ebî Ümeyye'nin şöyle dediğini bildirir:

“İlk işlenen günah kıskançlıktı. Allah, İblis'in Âdem'e secde etmesini emredince, İblis Âdem'i kıskanıp bu kıskançlığı kendisini günah işlemeye itti."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor:

“Allah, küfür ve dalalet içinde olması için İblis'i yarattı; ama İblis meleklerin işlediği amelleri yaptı. Sonunda ise ilk yaratılış haline dönüp küfre girdi. Bu konuda Allah:

“... böylece kâfirlerden oldu" buyurmaktadır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...böylece kâfirlerden oldu" ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, İblis'i İman etmeye gücü yetmeyecek şekilde kafir yaptı."

35

"«Ey Âdem! Eşin ve sen Cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildiriyor: Ebû Zer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Âdem, peygamber miydi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, kendisine resûl olan peygamberlerdendi. Allah onunla bizzat konuşmuş ve:

“Ey Âdem! Eşin ve sen Cennette kal..."buyurmuştur" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî bildiriyor: Ebû Zer der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Peygamberlerin ilki kimdir?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem'dir" cevabını verdi. Ben:

“O peygamber miydi?" diye sorduğumda ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, Allah'ın kendisiyle bizzat konuştuğu peygamberlerdendir" buyurdu. Ben, "Sonra kim?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ondan sonraki peygamber Nûh'tur ve ikisi arasında on nesil vardır" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Tarih'te, Bezzâr ve Buhârî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Peygamberlerin ilki kimdir?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem'dir" cevabını verdi. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! O peygamber miydi?" diye sorduğumda ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, Allah'ın kendisiyle bizzat konuştuğu peygamberlerdendir" buyurdu. Ben, "Mürsel olan peygamberler kaç kişiydi?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Toplam üç yüz on beş kişi" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd ve el-Âcurrî, el-Erbaîn'de bildiriyor: Ebû Zer der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Peygamberlerin ilki kimdir?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem'dir" cevabını verdi. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! O, resûl olan peygamberlerden miydi?" diye sorduğumda ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, Allah onu kendi eliyle yarattı ve ruhundan üfleyip (meleklerin secde etmesini emrederek) kıble yaptı" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildiriyor: Bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Âdem peygamber miydi?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, Allah'ın kendisiyle bizzat konuştuğu peygamberlerdendir" buyurdu. Adam:

“Âdem ile Nûh arasında ne kadar zaman var?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“On nesil" cevabını verdi. Adam:

“Nûh ile İbrâhim arasında ne kadar zaman var?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“On nesil" cevabını verdi. Adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Peygamberlerin sayısı kaçtır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüz yirmi dört bin kişidir" karşılığını verdi. Adam:

“Bunlar içindeki resuller kaç kişiydi?" diye sorunca ise Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Toplam üçyüz on beş kişi" karşılığını verdi.

Ahmed, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den bildiriyor: Ebû Zer, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın peygamberi! İlk peygamber kimdir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem'dir" cevabını verdi. Ebû Zer:

“Âdem peygamber miydi?" diye sorunca ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, Allah'ın kendisiyle bizzat konuştuğu peygamberlerdendir. Allah onu kendi eliyle yarattı, sonra ruhundan üfledi, sonra ona: «Ey Âdemi Sen kıblesin» buyurdu" cevabını verdi. Ebû Zer:

“Peygamberlerin sayısı kaçtır?" diye sorunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüz yirmi dört bin kişidir. Bunların içindeki resuller, toplam üç yüz on beş kişidir" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'ş-Şükür'de, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, Tarih'te, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Hazret-i Mûsa:

“Ey Rabbim! Âdem, kendisine yaptıklarının şükrünü nasıl ödeyebilir? Onu kendi elinle yarattın, ruhundan üfledin, Cennetine koydun ve meleklere, kendisine secde etmesini emrettin" deyince, Allah şöyle buyurdu:

“Ey Mûsa! Bunların Benden olduğunu bildi ve Bana hamdetti. Böyle yapması onun için yaptıklarımın şükrüdür."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye der ki:

“Allah, Âdem'i Cuma günü yarattı, Cuma günü Cennete koydu ve onu Firdevs Cennetlerine yerleştirdi."

Abd b. Humeyd ve Hâkim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âdem'in Cennette kaldığı süre, sadece ikindi namazından güneşin batışına kadar olan süredir."

Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Beyhakî, el-Esma ve's-Sifât'ta ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, Âdem'i yerin üstündeki topraktan, Cuma günü ikindiden sonra yarattı ve adını Âdem koydu. Sonra Âdem verdiği ahdi unutunca, Allah onun ismini İnsan koydu. Vallahi! O gün, güneş batmadan Âdem Cennetten yeryüzüne indirildi."

Firyâbî, Ahmed, Zühd'de, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Âdem, Cennette sadece gündüz vakti bir saat kaldı. O zaman dilimi, dünya zamanıyla otuz üç senedir."

Ahmed, Zühd'de, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Âdem'in Cennette kaldığı süre, sadece öğle ile ikindi arasındaki zaman kadardır."

Abdullah, Müsned'in zevaidi olarak Mûsa b. Ukbe'den bildiriyor:

“Âdem Cennette gündüzün dörtte biri kadar bir müddet kaldı. Bu da iki buçuk saat eder. Bu da dünya zamanıyla iki yüz elli senedir. Âdem, Cennetten çıkarıldığı için yüz sene ağladı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta ve İbn Asâkir, Süddî'nin tarikiyle, Ebû Mâlik ve Ebû Sâlih'ten onlar da İbn Abbâs ve Murre'den bildirir: İbn Mes'ûd ve sahabeden bazıları der ki:

“Âdem Cennete konulduğu zaman orada tek başına yürüyordu ve onunla sükûn bulup yalnuzlıktan kurtulacağı eşi yoktu. Âdem Cennette, kendisiyle beraber olacak bir eşi olmaksızın yalnız başına dolaşıyordu. Bir zaman uykuya daldı. Sonra uyandığında başucunda bir kadın oturduğunu gördü. Allah o kadını Âdemin kaburgasından yaratmıştı. Âdem kadına:

“Sen kimsin?" diye sorunca, o:

“Ben bir kadınım" cevabını verdi. Âdem:

“Niçin yaratıldın?" diye sorunca ise kadın:

“Sen benimle birlikte yaşayasın diye" dedi. Melekler Âdem'in bilgisinin ne kadar olduğunu öğrenmek için:

“Ey Âdem! Bunun adı nedir?" diye sorunca, Âdem:

“Havva" cevabını verdi. Melekler:

“Neden ona Havva adı verildi?" diye sorduklarında ise Âdem:

“Çünkü o, diri bir varlıktan yaratıldı" cevabını verdi. Allah Âdem'e:

“Ey Âdem, sen ve eşin Cennette kalın..." buyurdu."

Süfyân b. Uyeyne'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Âdem uyuduğunda, Havvâ kısa kaburga kemiğinden yaratıldı. Âdem uyanıp onu görünce:

“Sen kimsin?" diye sordu. Havva:

“Ben Esâ'yım, (yani Süryânice kadınım)" cevabını verdi."

Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye edin. Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri bölgesi ise, en üst tarafıdır. Onu doğrultmak istersen kırarsın. Eğer öylece bırakırsan eğri kalır. Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye edin."

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Havva'ya bu ismin sebebi, her canlının annesi olmasıdır."

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir başka bir kanalla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kadına imrâe denmesinin sebebi, (kişi anlamına gelen) mer'den yaratılmış olmasıdır. Havva denmesinin sebebi ise her canlının annesi olmasıdır."

İbn İshak b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Atâ şöyle dedi:

“Melekler Âdem'e secde ettikleri zaman İblis ürktü ve kaçmaya başladı. Kaçarken de acaba kendisinden başkası Allah'ın bu emrine isyan etti mi diye arkasına bakıyordu. Sonra Allah, Âdem'e:

“Ey Âdem! Kalk ve onlara (meleklere) selam ver" deyince, Âdem kalkıp meleklere selam verdi ve onlar da Âdem'in selamına karşılık verdiler. Sonra Âdem gökyüzü meleklerine gösterildi ve Allah, meleklerine:

“Siz ondan daha bilgili olduğunuzu iddia ettiniz. "...Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin..." buyurdu. Melekler:

“Seni noksanlıklardan tenzih ederiz. İlim Sendendir ve sana aittir, "...senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur..." cevabını verdiler. Melekler bunu ikrar edince Allah, "...Ey Adem onlara isimlerini söyle..." buyurdu. Bunun üzerine Âdem:

“Bu dişi devedir, bu erkek devedir, bu sığırdır, bu yavru devedir, bu koyundur, bu attır ve bunların hepsi Rabbimin yarattıklarıdır" deyip isimleri saydı. Âdem'in saydığı isimlerin hepsi kıyamete kadar o şeylerin adı olarak kalacaktır. Âdem önünden geçen her şeyi ismiyle çağırmaya başladı. Sadece en son geçen eşek kalınca, eşek Âdem'in ardından geçti. Âdem onu:

“Ey eşek" diye çağırınca melekler Âdem'in Allah katında kendilerinden daha değerli ve bilgili olduğunu anladılar. Sonra Allah, Âdem'e:

“Ey Âdem! Cennete gir ve orada ikramla yaşa" buyurunca, Âdem Cennete girdi. Allah, daha Havva doğmadan Âdem'e o ağacı yasaklamıştı. Âdem Cennette kimseyle beraber olup yalnızlığını gideremiyordu ve Cennette kendisine benzeyen kimse yoktu. Allah onu uyuttu ve Âdem'in bu ilk uykusunda küçük sol kaburga kemiğinden Havva çıkarılıp yaratıldı. Bu sebeple kadının kaburga kemiği erkekten bir fazladır. Âdem uyanıp oturduğunda, kendisine benzeyen ve beşerin en güzellerinden olan Havva'ya baktı. Allah, Âdem'e her şeyin ismini öğrettiği için melekler gelip kendisini kutladılar ve selam verip:

“Ey Âdem! Bu nedir?" diye sordular. Âdem:

“Bu kadındır" cevabını verince, melekler:

“İsmi nedir?" diye sordular. Âdem:

“Havva" cevabını verince melekler:

“Neden adını Havva koydun" diye sordular. Âdem:

“Çünkü bir Hay'dan (diriden) yaratıldı" karşılığını verdi. Aralarına Allah'ın ruhundan üflendi ve bu sebeple insanlar arasındaki merhamet işte bu üflemeyle Âdem ile Havva'nın birbirlerine karşı olan merhametleri sebebiyledir."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Eş'as el-Hudânî der ki:

“Havva, Cennet kadınlarındandı ve o kadar berraktı ki, hamile olduğu zaman karnındaki çocuğun kadın mı, erkek mi olduğu görünürdü."

İbn Adiy ve İbn Asâkir, İbrâhîm en-Nehaî'nin şöyle dediğini bildirirler:

“Allah, Âdem'i ve onun için de eşini yarattıktan sonra yanına bir melek gönderip eşiyle ilişkiye girmesi emrini verdi. Âdem bu işi yapıp bitirdikten sonra Havva ona: «Ey Âdem! Bu pek güzel bir şeymiş. Bunu daha fazla yapmanı isterim» dedi."

İbn Cerîr ve İbn Asâkir'in aktardığına göre İbn Mes'ûd ve bazı sahabeler, âyette geçen (.....) kelimesine, "afiyet" manasını vermiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, kelimesine "yaşam bolluğu" manasını verdiğini bildirdiler.

Yine, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in,, "...istediğiniz yerde bol bol yiyin.." cümlesine, "Sizin için hesap yoktur" manasını verdiğini söylerler.

İbn Cerîr, İbn Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah'ın Âdem'e yasakladığı ağaç, başaktır" der. Başka bir lafızda "buğday" kelimesi gelmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih şöyle der:

“Yüce Allah'ın Âdem'e yasakladığı ağaç, buğdaydır. Ama Cennetteki bir buğday tanesi bir inek böbreği kadardır ve tereyağından daha yumuşak baldan daha tatlıdır."

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre, Ebû Mâlik el-Ğifârî'nin "...yalnız şu ağaca yaklaşmayın..." buyruğunda yasaklanan ağacın buğday olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla yaptıkları rivayette, İbn Abbâs:

“Allah'ın, Âdem'e yasakladığı ağaç, üzüm ağacıdır" der.

İbn Cerîr de İbn Mes'ûd'un aynı şeyi söylediğini nakleder.

Vekî, İbn Sa'd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh naklediyorlar: Ca'de b. Hubeyre:

“Allah'ın, Âdem'i imtihan ettiği ağaç, üzüm asmasıdır. Ondan sonra da oğlu için fitne sebebi olmuştur. Âdem'in yediği yasaklanmış şey de üzümdür" demiştir.

İbn Cerîr şöyle der: İbn Abbâs bu ağacın badem ağacı olduğunu söyledi.

Derim ki: Eski nüshada da bu böyledir. Bana göre "Kerm (üzüm) kelimesi" eski nüshada yanlışlıkla "Levz" olarak yazılmıştır.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre, Mücâhid:

“...yalnız şu ağaca yaklaşmayın..." buyruğundaki ağaç incir ağacıdır" demiştir.

İbn Cerîr de bazı sahabenin, bu ağaç için, incir ağacı, dediğini söyler.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin bu ağaç için incir ağacı dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh naklediyor: Ebû Mâlik "...yalnız şu ağaca yaklaşmayın..." ayetinde kastedilen ağacın hurma ağacı olduğunu söyler.

Ebu'ş-Şeyh, Yezîd b. Abdillah b. Sakît'in bu ağacın turunç ağacı olduğunu söylediğini nakleder.

Ahmed, Zühd'de, Şu'ayb el-Cubâî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın, Âdem ve Hanımına yasakladığı ağaç; buğdaya benzeyen "Ra'a" adında bir ağaçtı. Cennetteki elbiseleri de nurdandı."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû'l-Âliye'nin şöyle dediğini naklederler:

“O ağaçtan yiyen kişinin tuvalet ihtiyacı da olurdu. Oysa Cennette öylesi bir ihtiyaçtan söz edilemez."

İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, "...yalnız şu ağaca yaklaşmayın..." ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bildirirler:

“Allah, daha önce melekleri sınadığı gibi; Âdem'i de sınadı. Yaratılan her şey sınanır. Allah, yarattıkları içinde itaatle sınamadığı hiçbir şey bırakmamıştır. Bu sınama, Âdem yasaklanan şeyi işleyene kadar devam etti."

Abd b. Humeyd'in aktardığına göre, Katâde şöyle demiştir:

“Yüce Allah Âdem'i Cennete koyup dilediğini yemekte serbest bıraktı. Ancak bir ağaçtan yemesini yasakladı. Bu ağaç, durmadan Âdem için bir sınanma vesilesi oldu. Sonunda Âdem ondan yiyince; çirkin yerleri kendisine göründü. Daha önce bunları görmemişti. Böylece Cenabı Hak, onu Cennetten (yeryüzüne) indirdi."

36

"Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...ayağını kaydırttı..." sözünün mânâsının onları azdırmak olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in naklettiğine göre Âsim b. Behdele:

“...ayağını kaydırttı..." sözünün manasının doğru yoldan ayırmak olduğunu söyledi.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte bildiriyor: A'meş der ki:

“Bakara Süresindeki (.....) kelimesi, bizim kıraatimizde, (.....) şeklindedir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd ve sahabenin bazılarından bildiriyor: Allah, Âdem'e:

“...Sen ve eşin (Havva) Cennette kalın..."buyurduğu zaman, İblis, onların yanına Cennete girmek istedi. Cennet bekçileri girmesine engel olunca (o zaman) dört ayaklı bir deve gibi ve hayvanların en güzeli olan yılanın yanına gitti ve ağzında onu Âdem'in yanına götürmesini istedi. Yılan, İblis'i ağzına koyup Cennet bekçilerinin yanından geçerek, Allah'ın takdiriyle bekçilerden habersiz İblis'i Cennete soktu. İblis, yılanın ağzından Âdem ile konuştu; ama Âdem onu dinlemedi. Bunun üzerine yılanın ağzından çıkıp:

“...Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?" deyip yeminler ederek:

“...Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim..." dedi. Âdem ağaçtan yemeyi kabul etmeyince Havva yaklaşıp ağaçtan yedi, sonra da:

“Ey Âdem ye. Ben yedim, hiçbir zararı olmadı" dedi. Âdem ağaçtan yiyince "...Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve Cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar..." (A'raf Sur. 22)

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın düşmanı İblis, Âdem ile konuşmak için bütün hayvanlara kendisini Cennete sokmalarını teklif etti; ama bütün hayvanlar bu teklifi reddettiler. Sonunda yılan ile konuşup:

“Âdemoğullarına karşı seni korurum. Eğer beni Cennete sokarsan benim korumam altında olursun" dedi. Yılan onu iki azı dişi arasında taşıyıp Cennete girdi ve İblis, Âdem ile yılanın ağzından konuştu. Daha önce yılanın giyeceği vardı ve dört ayaklıydı. Allah ondan giysilerini çıkarıp karnı üzerine yürütmeye başladı." İbn Abbâs ekledi:

“Yılanı bulduğunuz yerde öldürünüz. Allah'ın düşmanı İblisin ona vermiş olduğu koruma sözünü bozun."

Süfyân b. Uyeyne, Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, Tarih'te bildirir: İbn Abbâs der ki: Allah'ın, Âdem'e ve zevcesine yasakladığı ağaç, buğday başağı idi. Ondan yediklerinde, "...ayıp yerleri kendilerine göründü..." Onlar için çirkin yerlerini kapatacak azalan tırnaklan idi. Bunun üzerine, "... Cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar..."Kopardıkları yaprak incir yaprağıydı. İncir yapraklarını birbirlerine yapıştırıp ayıplarını örtmeye çalıştılar. Âdem, Cennette kaçmaya başlayınca Cennet ağaçlarından birisi başından tutu ve Rabbi ona:

“Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?" diye sordu. Âdem:

“Hayır ey Rabbim, ama Senden utanıyorum" cevabını verince, Allah:

“Sana Cennette verdiğim ve mübah kıldığım yetmedi mi de yasak ağaçtan yedin?" diye sordu. Âdem:

“Evet ey Rabbim yetti; ama İzzetine yemin ederim ki, Senin adına, hiç kimsenin yalan yere yemin edeceğini bilmiyordum" cevabını verdi. Bunun üzerine Allah:

“İzzetime yemin ederim ki, seni yeryüzüne indireceğim, orada ancak zahmet çekerek hayatını sördürebileceksin Âdem ile Havva Cennetten yeryüzüne indirildiler, Cennette bolluk içinde zahmetsiz yerken, zahmet çekmeden ne yemek, ne de içecek bulunamayan yeryüzüne indirildiler. Âdem'e demircilik öğretildi ve çiftçilik yapması emredildi. Âdem ekip suladı, hasat vakti biçip öğüterek taneyi ayırmak için savurdu, sonra öğüttü, sonra pişirip böylece yiyebildi. Hazret-i Âdem, yiyeceği rızkı elde etmek için çok zahmet çekmeye başlamıştı. Âdem Cennetten yeryüzüne indirildiği zaman hiç kimsenin ağlayamayacağı kadar çok ağladı. Eğer Dâvud'un günahından dolayı ağlaması, Yâkub'un oğluna ağlaması, Âdem'in oğlunun kardeşini öldürdüğü zaman duyduğu pişmanlık sebebiyle ağlaması ve yeryüzündeki herkesin ağlaması bir araya getirilse, Âdem'in, günahı için ağlamasına denk gelmezdi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdulaziz b. Umeyr der ki: Allah, Âdem'e:

“Benim civarımdan çık, İzzetime yemin olsun ki, Bana isyan eden kişi benim civarımda olamaz. Ey Cibril! Âdem'i, yumuşak olmayan bir şekilde Cennetten çıkar" buyurunca, Cibrîl, Âdem'i çıkarmak için elinden tuttu.

İbn İshâk, el-Mübtedâ'da, İbn Sa'd, Ahmed, Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, et-Tevbe'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ubey b. Ka'b'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem, uzun boyluydu. Sanki uzun bir hurma ağacı gibi altmış arşın boyunda ve başındaki saçları çoktu. Hatayı işlediğinde ayıp yerleri ortaya çıktı. Daha önce ayıp yerlerini görmezdi. Ayıp yerleri ortaya çıkınca Cennette koşarak kaçmaya başlayınca bir ağaca takıldı ve kâkülleri ağaca takıldı. Âdem ağaca:

“Beni bırak" deyince, ağaç:

“Ben seni bırakmam" karşılığını verdi. Rabbi kendisine:

“Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?" diye sorunca Âdem:

“Ey Rabbim! Senden utanıyorum" cevabını verdi. Allah:

“Ey Âdem! Civarımdan çık. İzzetime yemin ederim ki, ben, bana isyan edenle beraber olmam. Eğer senin gibilerinden yeryüzü doluşunca yaratsam ve Bana isyan etseler, onları asilerin yurdunda ikamet ettirirdim" buyurdu. Bunun üzerine Âdem:

“Eğer tövbe edip pişman olursam tövbemi kabul eder misin?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Kabul ederim ey Âdem" cevabını verdi."

İbn Asâkir, Enes'ten aynı rivayette bulunmuştur.

İbn Menî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Bukâ'da, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de, Hâkim, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah, Âdem'e:

“Ey Âdem! Neden yasakladığım ağaçtan yedin?" diye sorunca, Âdem:

“Ey Rabbim! Havva bana o ağacı güzel gösterdi" cevabını verdi. Allah:

“Onu, zorluk çekerek hamile kalmak, zorluk çekerek doğurmak, her ay iki defa kana bulamak (adet görme) ile cezalandırdım" buyurdu. Havva o anda feryad edince, "Sen ve kızların feryad edin" denildi.

Dârakutnî, el-Efrâd'da ve İbn Asâkir, Ömer b. el-Hattâb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Havva adet olduğu zaman Allah Cibril'i ona gönderdi. Havva, Allah'a: «Benden bilmediğim şekilde bir kan geldi» diye seslenince, Allah: «Senden ve zürriyetinden kan getireceğim ve bunu size kefaret ve temizlenmenize sebep sayacağım» buyurdu."

Buhârî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer Israiloğulları olmasaydı et kokmazdı. Havva olmasaydı, hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi."

Buhârî, Delâil'de, Hatîb, Tarih'te, Deylemî, Müsned el-Firdevs'te ve İbn Asâkir zayıf senetle, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ben, iki hasletle Âdem'den üstün tutuldum. Benim şeytanım kâfirdi, Allah bana yardım etti ve şeytanım Müslüman oldu. Bütün zevcelerim benim yardımcımdır. Âdem'in şeytanı kâfirdi ve Âdem o günahı işlerken hanımı şeytana yardımcı oldu."

İbn Asâkir, aynı hadisi Ebû Hureyre'den merfu olarak rivayet eti.

İbn Asâkir bildiriyor: Abdurrahman b. Zeyd der ki:

“Âdem, Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredip:

“Oğlum olan deve sahibinin benden üstün tutulmasının en büyük sebebi, zevcesinin ona dininde yardımcı olmasıdır. Benim zevcem ise günah işlememde bana yardımcı olmuştur" dedi."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, el- Âcurrî, eş-Şerîa'da ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem ve Mûsa karşılıklı münakaşa ettiler. Mûsa dedi ki: «Sen, insanları saptırıp Cennet'ten çıkarılmalarına sebep Âdem'sin» deyince, Âdem: «Sen de, Allah'ın kendisine her türlü ilmi verdiği ve risaletiyle seçtiği Mûsa mısın?» diye sordu. Hazret-i Mûsa: «Evet» cevabını verince, Âdem: «Ben yaratılmadan önce benim için takdir edilen bir şey sebebiyle mi beni kınıyorsun?» dedi."

Abd b. Humeyd, Müsned'de ve İbn Merdûye bildiriyor: Ebû Saîd el-Hudrî Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem ve Mûsa karşılıklı münakaşa ettiler. Mûsa dedi ki: «Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı, Cennetine koyduğu ve melekleri sana secde ettirdiği kişisin. Buna rağmen zürriyetinin Cennet'ten çıkarılmalarına ve sapıtmalarına sebep oldun» deyince, Âdem: «Sen de, Allah'ın kendisiyle konuşmak için seçtiği ve risaletini Musa'sın» karşılığını verdi.. Hazret-i Mûsa: «Evet» cevabını verince, Âdem: «Ben yaratılmadan önce benim için takdir edilen bir şey sebebiyle mi beni kınıyorsun?» dedi. Bu sözleriyle Âdem, Mûsa'ya galip geldi. Âdem, Mûsa'ya galip geldi."

Ebû Dâvûd, el-Âcurrî, eş-Şerîa'da ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ömer b. el-Hattâb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Mûsa: «Ey Rabbim! Bize, bizi ve kendisini Cennetten çıkaran Âdem'i göster» deyince, Allah Âdem'i ona gösterdi. Hazret-i Mûsa: «Sen bizim babamız (olan) Âdem misin?» diye sorunca, Âdem: «Evet» cevabını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa: «Sen, Allah'ın kendi ruhundan üfûrdüğü ve isimlerin hepsini öğrettiği, meleklere (secde etmelerini) emredip de onların secde ettiği Âdem değil misin?» diye sorunca, Âdem: «Evet» cevabını verdi. Hazret-i Mûsa: «Bizi ve kendini Cennetten çıkarmana seni zorlayan sebep ne idi?» diye sorunca, Âdem: «Sen kimsin?» dedi. Hazret-i Mûsa: «Ben Mûsa'yım» cevabını verince, Âdem: «Sen İsrailoğullarının peygamberlerinden, Allah'ın araya kendi yaratıklarından, bir elçi koymaksızın kendisiyle perde arkasından konuştuğu peygamber değil misin?» diye sordu. Mûsa: «Evet!» cevabını verince, Âdem: «Sen bunun ben yaratılmadan önce Allah'ın Kitabında daha önceden takdir edilmiş olduğuna dair bir bilgiyi sana gelen vahiyler arasında bulmadın mı?» diye sordu. Mûsa: «Evet» karşılığını verince, Âdem: «Öyleyse hakkımda daha önceden Allah'ın takdir edilmiş hükmü bulunan birşey hususunda beni nasıl kınarsın?» dedi."

Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerine devam ederek:

“Âdem, Mûsa'ya galib geldi. Âdem, Mûsa'ya galib geldi" buyurdu.

Nesâî, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve el-Âcurrî'nin, Cündüb el-Becelî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Âdem ve Mûsa karşılıklı münakaşa ettiler. Mûsa dedi ki: «Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı, ruhundan üfûrdüğü, meleklere (secde etmelerini) emredip de onların secde ettiği, Cennetine koyduğu kişi olmana rağmen hatayı işledin ve çocuklarının Cennetten çıkmalarına sebep oldun" deyince, Âdem:

“Sen, Allah'ın risaletle görevlendirdiği ve kendisiyle konuştuğu, Tevrat'ı verdiği, seninle konuşmak için Kendisine yaklaştırdığı kişisin, söyle bakalım: Ben mi eskiyim, yoksa Tevrat mı?" karşılığını verdi." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem, Mûsa'ya galib geldi. Âdem, Musa'ya galıb geldi" buyurdu.

Ebû Bekr eş-Şâfiî'nin, el-Ğaylâniyyât'ta Ebû Musa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Âdem ve Mûsa karşılıklı münakaşa ettiler. Mûsa: «Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı ve meleklere (secde etmelerini) emredip de onların secde ettiği kişi olmana rağmen hatayı işledin ve Cennetten çıkarılmana sebep oldun» deyince, Âdem: «Sen de, Allah'ın kendisini risaletle görevlendirdiği, Tevrat'ı indirdiği ve bizzat konuştuğu Mûsa'sın. Benim hatam, yaratılmadan ne kadar zaman önce takdir edilmişti!» cevabını verdi."

Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âdem, Mûsa'ya galib geldi (haklı çıktı)" buyurdu.

İbnu'n-Neccâr, Tarih'te, İbn Ömer'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem ve Mûsa karşılaştılar ve Mûsa: «Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı ve meleklere (secde etmelerini) emredip de onların secde ettiği ve Cennetine koyduğu kişisin, sonra sen bizim Cennetten çıkmamıza sebep oldun» dedi. Âdem: «Sen de, Allah'ın kendisini risaletle görevlendirdiği, seninle konuşmak için Kendisine yaklaştırdığı ve Tevrat'ı indirdiği kişisin. Sana bunları verenin hakkı için soruyorum, sence işlediğim hata ben yaratılmadan ne kadar önce benim için takdir edildi?» diye sorunca, Mûsa: «Tevrat'ta gördüğüme göre yaratılmadan bin yıl önce» cevabını verdi. Böylece Âdem, Musa'ya galib geldi. Musa'ya galib geldi. Mûsa'ya galib geldi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz, dedik" ayetini açıklarken şöyle dedi:

Birbirlerine düşman olarak indirilenler, Âdem, Havva, İblis ve yılandır. Yerleşilecek yer kabirler, müddet ise hayat boyu demektir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid, "...Birbirinize düşman olarak inin..." ayetini açıklarken, "Yeryüzüne indirilenler Âdem, Havva ve şeytandır" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den, o da Ebû Sâlih'ten bildiriyor:

“Yeryüzüne indirilenler Âdem, Havva ve yılandır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, yeryüzüne indirilenlerin, Âdem, Havva ve İblis olduğunu söylemiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yılanları öldürmenin hükmü sorulunca, "O ve insan birbirlerine düşman olarak yaratılmıştır. Onu gördüğünde korkutur, ısırdığında canını yakar. Yılanı bulduğun yerde öldür" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: İbn Mes'ûd, "...yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz, dedik" ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Yerleşilecek yer kabirler, müddet ise kıyamet saatine kadardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz, dedik" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Yerleşilecek mekân yerin üstü ve altıdır. Belli bir müddetten ise ya Cennete veya Cehenneme gidene kadar olan zaman kastedilmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Âdem, Mekke ile Taif arasında Dahnâ denilen bir yere indirilmiştir.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Ömer der ki: Âdem, Safâ'ya, Havva ise Merve'ye indirildi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman Hind'de bir yere indirdi." Bir lafızda ise, "Hind'de, Dahnâ denilen bir yere indirdi" şeklindedir.

İbn Cerîr, Hâkim, Beyhakî, el-Ba's'ta ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Addâs, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini nakleder:

“Yeryüzünün en güzel yeri, Âdem'in indirildiği Hint diyarıdır. Oranın ağaçları kokusunu Cennetten almıştır."

İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âdem, Hint diyarına, Havva ise Cudi'ye indirildi. Onu aradı, Cem' denilen yere gelince orada karşısına çıktı. Bu sebeple oraya karşılaşmak manasında olan Müzdelife denildi. Cem' denilen yerde bir araya geldikleri için de oraya, bir araya gelmek manasında olan Cem' denildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Recâ b. Ebî Seleme der ki:

“Âdem elleri dizlerinde, boynunu eğmiş bir şekilde, İblis ise parmaklarını birbirine geçirmiş ve başını gökyüzüne doğru kaldırmış bir şekilde yeryüzüne indirildi."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Humeyd b. Hilâl'den bildiriyor:

“Namazda ellerin böğre konmasının mekruh oluşunun sebebi, İblis'in yeryüzüne indirilirken böyle yapması sebebiyledir."

Taberânî, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Âdem, Hint diyarına indirildiğinde yalnızlık çekince Cibril inip ezan okuyarak: «Allahu ekber, Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber. Eşhedü en la ilahe illallah, eşhedü en la ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden resulullah, eşhedü enne Muhammeden resûlullah» deyince, Âdem: «Bu zikrettiğin Muhammed kimdir?» diye sordu. Cibril: «Bu, çocuklarından peygamber olacak son kişidir» cevabını verdi. "

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyîdu'ş-Şeytan'da, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah şöyle der:

“Âdem yere indirildiği zaman Hindistan'a indi. Başı göğe kadar yükseliyordu. Yeryüzü Âdem'in ağırlığından Rabbine şikâyette bulununca Cebbâr olan Allah Elini Âdem'in başına koydu.

Bunun üzerine onun boyu yetmiş kulaca kadar kısaldı. Yere indirildiği zaman onunla beraber hurma, turunç ve muz da indirildi. Âdem yere indirildiği zaman şöyle dedi:

“Rabbim! Aramızda düşmanlık kıldığın o kuluna karşı bana yardım etmezsen onunla baş edemem." Yüce Allah:

“Doğan her çocuğuna bir melek tayin edeceğim" buyurdu. Âdem dedi ki:

“Rabbim! Daha fazlasını ver. Yüce Allah buyurdu ki:

“Yapılan kötülüğe karşı bir kötülük yazar, bir iyiliğe karşı da onu 10'a veya istediğim kadarına katlarım." Âdem dedi ki:

“Rabbim! Daha fazlasını ver." Allah buyurdu ki:

“Ruh bedende olduğu müddetçe, tövbe kapısı kula her zaman açık olacaktır." İblis:

“Rabbim! Kendisine cömert davrandığın kuluna karşı bana yardım etmezsen, onu yenemem" deyince, Yüce Allah:

“Onun her çocuğu olduğunda senin de bir çocuğun olacak" buyurdu. İblis dedi ki:

“Rabbim! Daha fazlasını ver." Yüce Allah buyurdu ki:

“Damarlarındaki kan gibi onun içinde dolaşacaksın ve kalplerinde meskenler edineceksin." İblis:

“Rabbim! Daha fazlasını ver" deyince Allah:

“Onlara atınla ve yürüyerek gelecek, mallarına ve çocuklarına ortak olacaksın" buyurdu."

İbn Sa'd bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah Âdem'i yarattığı zaman, Âdem'in başı gökyüzüne değiyordu. Allah onun boyunu altmış arşın boyunda, yedi arşın eninde oluncaya kadar kısalttı."

Taberânî, Abdullah b. Amr'dan şöyle bildirir:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman, Hindistan'a indirdi. Âdem'in elinde Cennet ağaçlarından fidanlar vardı ve bunları yeryüzüne ekti. Âdem'in ayakları yerde, başı göklere kadar yetişiyordu ve meleklerin konuşmasını duyuyordu. Melekleri duyması yalnızlığını gideriyordu. Âdem bir defa sıkılınca yetmiş arşın boyuna düştü. Yüce Allah ona: «Sana, meleklerin Arş'ımın etrafında tavaf ettikleri gibi etrafında tavaf edilecek bir ev indereceğim. Meleklerin, Arş'ımın etrafında namaz kıldıkları gibi onun etrafında namaz kılınacak» diye vahyetti. Âdem eve doğru geldi. Attığı her adımda ayak bastığı yerler köy, adımlarının arasındaki yerler ise geniş çöller oldu. Mekke'ye geldiğinde safa kapısından girip Kabe'yi tavaf ederek yanında namaz kıldı, sonra Şam'a gidip orada vefat etti."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Mücâhid'den bildiriyor:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman, vahşi hayvanlar ve yeryüzündekiler onun boyundan korktular. Bunun üzerine boyu yetmiş arşın kısaltıldı."

İbn Cerîr, Tarih'te, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Âdem, çenetten çıktığı zaman hangi şeye uğrasa kendisine surat asıyordu. Meleklere: «Onu bırakın dilediğini alsın» denildi. Yeryüzüne indiği zaman Hindistan'a indi. Oradan yürüyerek kırk defa hacca gitti."

Saîd b. Mansûr, Atâ b. Ebî Rabâh'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âdem, Hindistan'a yanında Cennetten dört çubukla indirildi. Bu çubuklar insanların kokusundan faydalandıkları çubuklardır. Kâbe'yi de bir ineğin üzerinde gelerek tavaf etti."

İbn Ebî Hâtim, Rabî b. Enes'in şöyle dediğini bildirir:

“Âdem, Cennetten dokuzuncu veya onuncu saatte çıkarıldı. Cennetten çıkarılırken yanında Cennet fidanlarından bir tane, başında ise Cennet ağaçlarından yapılmış bir taç vardı."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir bildiriyor: Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Âdem, Hindistan'a, Havva, Cudi'ya, İblis, Basra'ya bir kaç mil mesafede olan Desti Meysân'a, yılan ise Isbehân'a indirildi."

İbn Cerîr, Tarih'te, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Âdem Hindistan'dayken Allah ona:

“Bu evi (Kâbe) tavaf et" diye vahyedince, Âdem de tavaf etti. Her ayağını koyduğu yer bir köy, adımlarının arası ise geniş çöl oldu. Kâbe'ye varıp tavaf ederek hac menâsikini yerine getirince geri dönmek için yola çıktı ve Mâzimeyn denilen yere geldi. Melekler orada kendisini karşılayıp:

“Ey Âdem! Haccın kabul oldu" dediler. Melekler, bu sözün Âdem'in hoşuna gittiğini görünce:

“Ey Âdem! Biz bu haccı, sen yaratılmadan bin yıl önce yaptık" dediler. Bunun üzerine Âdem, yaptığının çok büyütülecek bir şey olmadığını anladı.

Şâfiî, el-Ümm'de Beyhakî, ed-Delâil'de ve el-İsbehânî, et-Terğîb'de, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor:

“Âdem hac edince melekler kendisini karşılayıp: «Ey Âdem! Haccın kabul oldu. Biz senden bin yıl önce haccettik» dediler."

Hatîb, Tarih'te, aralarında bilinmeyen bir kişinin olduğu bir isnâdla bildiriyor: Yahya b. Eksem, Vâsik'in meclisinde:

“Âdem'in başını kim tıraş etti?" diye sorunca, fakihler bu soruya cevap veremedi. Vâsik:

“Ben size bunun cevabını verecek kişiyi bulacağım" deyip Ali b. Muhammed b. Ali b. Mûsa b. Câfer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı ve soruyu ona sordu. Ali, şöyle cevap verdi:

“Babam, dedemden, o da babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletti:

“Cibril'e, Cennetten bir yakutla yeryüzüne inmesi emredildi ve Cibril yakutla inip Adem'in başını sıvazladı. Bunun üzerine Âdem'in başındaki saçlar savruldular ve saçların düştüğü yerler Harem kabul edildi."

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Âdem'i Cennetten çıkardığı zaman ona Cennet meyvelerinden azık verdi ve her şeyin imalatını kendisine öğretti. Sizin yediğiniz meyveler Cennet meyvelerindendir. Ancak, dünyadaki meyveleri bozulur, ama Cennet meyveleri bozulmaz. "

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, el-Ba's'ta aynı hadisi Ebû Musa'dan onu sözü olarak nakletti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi:

“Âdem, Cennetten indirildiği zaman yanında otuz çeşit meyve indirildi. Bunların bazılarının hem içi hem dışı yenir, bazısının sadece içi yenip dışı atılır, bazısının ise dışı yenip içi atılır."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Bükâ'da bildiriyor: Ali b. Ebî Talha der ki:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman ilk yediği şey armuttur. Büyük abdest bozmak istediği zaman kadının doğum yaparken çektiği sancı gibi sancılanınca ne yapacağını bilmeden sağa sola gitmeye başladı. Sonunda Cibril inip çömelerek nasıl abdest bozacağını gösterince Âdem de böyle yaptı ve ihtiyacını giderdi. Çıkardığının kokusunu alınca ise yetmiş yıl ağladı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Üç şey Âdem ile beraber indirildi: Örs, kerpeten ve çekiç."

İbn Adiyy ve İbn Asâkir, Tarih'te zayıf isnâdla Selmân'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Adem, Hindistan'a indirildiğinde beraberinde örs, kerpeten ve çekiç vardı. Havva ise Cudi'ye indirildi."

İbn Asâkir, Câfer b. Muhammed tarikiyle, babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah dünyayı yarattığı zaman onda altın ve gümüş yaratmamıştı. Âdem ve Havva'yı yeryüzüne indirdiğinde onlarla beraber altın ve gümüş indirip onları Âdem'in çocuklarına yarasınlar diye yeryüzünde değişik yerlere dağıttı. Bunu Âdem'in Havva'ya mehri yaptı. Bundan dolayı hiç kimse mehir vermeden evlenemez."

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman, onunla birlikte deve, sığır, koyun, keçiden olmak üzere sekiz çift indirdi. Âdem ile beraber saban ve tohum, asma, reyhan, örs, kerpeten ve rükn'ü indirdi."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Serî b. Yahya'dan bildirir:

“Âdem, yanında tohumlarla yeryüzüne indirildi. İblis tohumlara elini koyduğu için İblisin elinin değdiği tohumlardan çıkan şeyler faydasız oldu."

İbn Asâkir, zayıf senetle, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem ve Havva yeryüzüne çıplak olarak indirildiler ve üzerlerinde sadece Cennet yaprakları vardı. Sıcak bastırınca Âdem oturup ağlayarak: «Ey Havva! Sıcak beni rahatsız etti» deyince Cibril onlara pamuk getirip Havva'ya yün eğirmesini emrederek, bunu nasıl yapacağını kendisine öğretti. Âdem'e de kumaş dokumasını emrederek bu işi nasıl yapacağını öğretti. Âdem Cennetten inmeden önce hanımıyla cinsel ilişki yapmıyordu ve her biri ayrı yerde yatıyordu. Sonunda Cibril gelerek Âdem'e hanımının yanına gitmesini emredip onunla nasıl ilişki kuracağını öğretti. Âdem hanımıyla ilişkiye geçince Cibril gelip: «Hanımını nasıl buldun?» diye sorunca, Âdem: «Güzel buldum» cevabını verdi. "

Deylemî, Müsned el-Firdevs'te, Enes'ten merfu olarak şöyle bildirir:

“İlk dokumacılık yapan kişi Âdem'dir. "

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âdem çiftçiydi. İdris terzi, Nûh marangoz, Hûd tüccar, İbrâhim çoban, Dâvud zırh yapan, Süleyman hurma yaprağından eşya yapan, Mûsa işçi, İsa seyyah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ise cesurdu. Allah onun rızkını mızrağının altında yapmıştır."

Hâkim'in bidirdiğine göre İbn Abbâs, yanındaki bir adama dedi ki:

“Bana yaklaş ta sana Allah'ın Kitab'ında zikredilen peygamberlerden bahsedeyim: Âdem çiftçiydi. Nûh marangoz, İdris terzi, Dâvud zırh yapan, Mûsa çoban, İbraim misafirlerine çok ikram eden bir çoban, Şuayb çoban, Lût çiftçi, Sâlih tüccar, Süleyman'a krallık verilmişti, ayın başında altı gün ortasında üç gün sonunda da üç gün oruç tutardı. Süleyman'ın dokuz yüz cariyesi, üç yüz nikâhlı hanımı vardı. Azrâ'nın oğlu İsa, ertesi gün için bir şey kaldırmazdı ve: «Beni sabah doyuran akşam da doyurur, akşam doyuran sabah da doyurur» derdi. Gecenin hepsini ibadetle geçirir, gündüz ise sehayat ederdi. Her gününü oruçla ve her gecesini de ibadetle geçirirdi."

Ebu'ş-Şeyh, Beyhakî ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Âdem Haceru'l-Esved ile Cennet'ten indi ve gözyaşlarını onunla sildi. Âdem, Cennetten çıktıktan sonra oraya dönene kadar gözyaşı kurumadı."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman Rabbine yalnızlıktan şikâyet edince, Allah: «Meleklerimin tavaf ettiğini gördüğün evimin hizasına bak ve orada bir ev yapıp meleklerimin tavaf ettiği gibi sen de tavaf et» diye vahyetti. Âdem'in (hac etmek için giderken geçtiği yerlerde) önünde çöller, ayaklarının altında ise nehirler ve pınarlar oluştu."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir:

“Âdem, Hindistan'a indirilmiştir ve Haceru'l-Esved de onunla indirilmiştir. Âdem indiği zaman elinde Cennet yaprakları vardı ve onları Hindistan'a atınca orada güzel ağaçlar bitti."

İbn Sa'd, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder:

“Âdem, Cennetten öğle ile ikindi namazı arasında çıktı ve yeryüzüne indirildi. Cennetten âhiret günlerinden yarım gün kalmıştı- Bu da on iki saatlik gün hesabıyla beş yüz yıl yapmaktadır. Bu günlerden her biri de dünya zamanıyla bin yıl yapmaktadır. Âdem, Hindistan'da Nevz denilen bir dağa indirildi. Havva ise Cudi'ye indirildi. Âdem Cennet kokusuyla indirilince bu koku oranın ağaçlarına ve vadilerine de bulaştı, orada bulunan ne varsa hoş koku ile doldu. İşte oradan gelen hoş ve güzel kokular Âdem'in kokusundandır. Derler ki: Âdem'in beraberinde Cennet kokusu, kardan daha beyaz olan Haceru'l-Esved, Cennet ağaçlarndan devamlı yeşil kalan bir ağacın dalından yapılmış ve boyu Musa'nın boyu kadar, on arşın olan olan Mûsa'nın asası zamk ve buhur da indirilmiştir. Sonra Âdem'e örs, çekiç ve kerpeten indirilmiştir. Âdem bir dağa indirildiğinde demir bir çubuğa bakıp: «Bu, bundandır» diyerek kurumuş ağaçları keserle kesip ateş yakarak demir çubuğu eritti ve ilk olarak bir bıçak yaptı. Sonradan Nuh'un eline geçen bir kanal yaptı. Azab vaki olduğu zaman Hindistan'da taşan kanal budur. Âdem hac görevini yapınca Haceru'l-Esved'i Ebû Kubeys dağına koydu. Haceru'l-Esved karanlık gecelerde ay ışığı gibi Mekke halkına ışık verirdi. İslam'ın gelişinden dört yıl önce, o zamana kadar hayız ve cünüp olanların el sürmesi sebebiyle siyahlaşan Haceru'l-Esved'i Kureyşliler Ebû Kubeys'ten indirdi. Âdem, Hindistan'dan Mekke'ye hac için kırk defa yaya olarak gitti. Âdem yeryüzüne indirildiği zaman başı gökyüzüne değiyordu, daha sonra kısaldı ve çocukları da kısa oldular. Uzun boyundan dolayı kara hayvanları kendisinden kaçmış ve yabani olmuşlardı. Âdem o durumda dağda meleklerin konuşmasını duyuyor ve Cennetin kokusunu alıyorken boyu altmış arşına kadar kısaldı ve vefat edinceye kadar bu boyda kaldı. Âdem'in güzelliği, çocuklarından sadece Yûsuf'a verilmiştir. Âdem şu şiiri söylemiştir:

Ey Rabbim! Senin evinde komşunken, Senden başka Rabbim yokken, Senden başka gözeten yokken,

Dilediğim gibi yerken, dilediğim yerde konaklarken, beni bu kutsal dağa indirdin.

Meleklerin senini duyar, Arş'ının etrafında dönüşlerini görürdüm.

Cennetin kokusuna ve güzelliklerine sahiptim.

Sonra beni yere indirdin, boyumu kırk arşın yaptın

Artık meleklerin sesini duyamıyor, onların tavafım göremiyorum.

Cennetin kokusunu alamıyorum.

Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:

“Ey Âdem! Bunu günahından dolayı yaptım." Allah, Âdem ve Havva'nın çıplak olduğunu görünce ona, Cennetten indirdiği sekiz çift hayvandan olan koyunlardan bir koçu kesmesini emretti. Âdem bir koç alıp kestikten sonra yününü aldı ve Havva o yünü eğirdi. Kendisi de dokuyup kendine bir cübbe yaptı. Havva'ya da bir aba ve bir örtü yaptı. Sonra bu elbiseleri giydiler. Cem' denilen yerde bir araya geldiler. Bu sebeple oraya bir araya gelmek manasında olan "Cem" dendi. Arafat'ta tanıştıkları için oraya da tanımak manasında olan "Arafat" denmiştir. Ve ayrı geçen iki yüz yıla beraberce ağlayarak kırk gün hiçbir şey yiyip içmediler. Kırk günden sonra yiyip içtiler. Onlar o gün Nevz denilen dağdaydılar ve buna rağmen iki yüz yıl birbirlerini görememişlerdi."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âdem, Cennette Arapça konuşurdu. Allah'a isyan ettiği zaman Allah ondan bu dili aldı ve Âdem Süryânîce konuşmaya başladı. Tövbe edince ise Allah ona Arapça konuşma yeteneğini tekrar verdi."

Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Mücâhid'den bildiriyor: Allah, iki meleğe:

“Âdem ve Havva'yı civarımdan çıkarınız; çünkü onlar bana isyan ettiler" diye vahyedince, Âdem ağlayarak Havva'ya bakıp:

“Allah'ın civarından uzaklaşmaya hazır ol" dedi. Bu isyanın ilk zararıydı, sonra Cibril tacı Âdem'in başından aldı, Mîkâîl mücevherlerle örülmüş baş bağını aldı ve Âdem'e bir dal takılınca Âdem cezasının hemen verileceğini zannedip başını eğerek:

“Affet! Affet" demeye başladı. Yüce Allah:

“Benden mi kaçıyorsun?" diye sorunca, Âdem:

“Ey Efendim! Senden utandığım için kaçıyorum" cevabını verdi.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Atâ'dan başkasından bildiriyor:

“Âdem Cennetten indirilince Kâbe'nin olduğu yerde secdeye kapanarak başını kaldırmadan kırk gün öylece kaldı."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman kendisine: «Ölüm kadar zor olacak şekilde, çalışmadan ekmekle yağı bir arada yiyemeyeceksin» dendi."

İbn Asâkir bildiriyor: Abdulmelik b. Umeyr der ki:

“Âdem ve İblis yeryüzüne indirildiği zaman İblis öyle ağıt yaktı ki Âdem de ağladı. Sonra o kadar neşelendi ki Âdem güldü."

İbn Asâkir'in naklettiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle dedi: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Adem günahı işlemeden önce eceli iki gözünün arasındaydı. Emeli ise ardındaydı. Günahı işlediği zaman Allah onun emelini iki gözünün arasına, ecelini ise ardına koydu. (Âdemoğlu) Ölene kadar uzun emelli yaşar."

Vekî ve Ahmed, Zühd'de Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Âdem günahı işlemeden önce eceli iki gözünün arasındaydı. Emeli ise ardındaydı. Günahı işlediği zaman Allah onun emelini iki gözünün arasına, ecelini ise ardına koydu."

İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Âdem'in aklı, bütün çocuklarının aklı gibiydi."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle der:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman abdest bozma ihtiyacı hissedince üzüntüye kapıldı ve ne yapacağını bilemedi. Allah ona oturmasını emredince Âdem oturdu ve ihtiyacını giderdi. Kokuyu alınca ise üzülüp ağlayarak parmaklarını ısırmaya başladı ve bin yıl boyunca parmağını ısırmaya devam etti."

İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Âdem, Cennetten çıkarıldığı zaman hiç kimsenin ağlayamayacağı kadar çok ağladı. Bütün insanların ağlaması ve Dâvud'un günahına ağlaması bir araya gelseydi, Âdem'in Cennetten çıkarıldığı zamanki ağlamasına denk gelmezdi. Âdem Cennetten çıkarldığı zaman kırk sene başını gökyüzüne kaldırıp bakmadı."

Taberânî, M. M. el-Evsat'ta, İbn Adiyy, el-Kâmil'de, Beyhakî, Şuabu'l- îman'da, Hatîb ve İbn Asâkir, Tarih'te, Bureyde'den, Resûlııllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Dâvud'un ve bütün yeryüzündekilerin ağlaması Âdem'in ağlamasıyla karşılaştırılsaydı ona denk gelmezdi." Beyhakî'nin lafzı ise şu şekildedir:

“Âdem'in gözyaşları ve bütün Âdemoğullarının gözyaşları tartılsaydı, Âdem'in gözyaşları daha ağır gelirdi."

İbn Sa'd, Hasan(-ı Basrî)'den, "Âdem, Cennetten çıkarıldığı için üç yüz yıl ağladı" dediğini nakleder.

İbn Asâkir, Mücâhid'den bildiriyor:

“Allah, Âdem ve Havva'yı yeryüzüne indirdiği zaman: «Yeryüzüne ininiz, ölüm için çocuk, harab olması için de evler yapınız» buyurdu."

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de, Mücâhid'den bildiriyor:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman Rabbi ona: «Harab olması için binalar, ölmeleri için de çocuklar yap» buyurdu."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Âdem yeryüzüne indirildiği zaman, orada kerkenez kuşu ve balina vardı. Yeryüzünde başka bir şey yoktu. Her gece balinanın yanına gidip orada kalan kerkenez kuşu Âdem'i görünce, balinaya: «Ey balina! Bugün yeryüzüne ayakları üzerine yürüyen ve elleriyle tutan bir şey indirildi» dedi. Balina: «Eğer doğru söylüyorsan, benim için denizde, senin için karada ondan kurtuluş yoktur» karşılığını verdi."

37

"Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bîr takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır."

Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağîr'de, Hâkim, Ebû Nuaym, Delâil'de, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Ömer b. el-Hattâb'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem o günahı işlediği zaman başını gökyüzüne çevirip: «Muhammed'in hakkı için beni bağışlamanı diliyorum» dedi. Allah kendisine: «Muhammed kimdir?» diye vahyedince, Âdem: «Senin İsmin Yücedir. Beni yarattığın zaman başmı kaldırıp Arş'ına baktığımda orada:

“Lâ ilahe illalah, Muhammedun Resülallah" yazılı olduğunu gördüm. Bu sebeple senin katında ondan daha büyük ve kıymetli kimsenin olmadığını anladım. Çünkü onun adını kendi adınla birlikte yazmışsın» dedi. Bunun üzerine Allah ona: «Ey Âdem! O, zürriyetinden olan peygamberlerin sonuncusudur. O olmasaydı seni yaratmazdım» buyurdu"

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, et-Tevbe'de, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûyeh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Âdem:

“Ey Rabbim! Beni kendi elinle yaratmadın mı?" diye sordu. Allah:

“Evet" cevabını verince, Âdem:

“Bana ruhundan üflemedin mi?" dedi. Allah:

“Evet" karşılığını verince Âdem:

“Ey Rabbim! Bana karşı rahmetin gazabını geçmedi mi?" diye sordu. Allah:

“Evet" cevabını verince Âdem:

“Beni Cennetine koymadın mı?" diye sordu. Allah:

“Evet" karşılığını verince, Âdem:

“Eğer tövbe edip salih ameller işlersem beni tekrar Cennete koyar mısın?" diye sordu. Allah, Âdem'e:

“Evet" cevabını verdi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Asâkir zayıf isnâdla Hazret-i Âişe'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem yeryüzüne ndirildiği zaman Kâbe'ye doğru yönelip iki rekât namaz kıldı ve Allah kendisine şöyle dua etmeyi ilham etti: «Allahım! Sen, gizlimi ve açığımı biliyorsun. Özrümü kabul et, isteğimi biliyorsun, Sen benim istediğimi ver. İçimde olanı biliyorsun, günahımı bağışla. Allahım! Senden, kalbime girecek iman, samimi bir yakîn ver ki sadece benim için takdir ettiğin şeyin başıma geleceğini anlayayım. Bana verdiğinle razı olmamı nasib et.» Âdem bu duayı yapınca, Allah ona şöyle vahyetti: «Ey Âdem! Tövben kabul edildi ve günahın bağışlandı. Kim bana böyle dua ederse günahını bağışlarım, işlerindeki zorlukları gideririm, şeytanı ondan uzaklaştırır ve her işini verimli hale getiririm. O dünyayı istemese bile dünya kendisine yönelir»"

Cendî, Fadâil'de, Taberânî ve İbn Asâkir'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Âdem'in tövbesini kabul etmek istediği zaman kendisine izin verdi ve Âdem (Kâbe'yi) yedi şavt tavaf etti. Kâbe o zaman kırmızı bir tepe şeklindeydi. Âdem, iki rekât namaz kılınca kalkıp Kâbe'ye yönelerek şöyle dedi: «Allahım! Sen, gizlimi ve açığımı biliyorsun. Özrümü kabul et, isteğimi biliyorsun, Sen benim istediğimi ver. İçimde olanı biliyorsun, günahımı bağışla. Allahım! Senden, kalbime girecek iman, samimi bir yakîn ver ki sadece benim için takdir ettiğin şeyin başıma geleceğini anlayayım. Bana verdiğinle razı olmamı nasib et.» Âdem bu duayı yapınca, Allah ona şöyle vahyetti: «Günahını bağışladım. Zürriyetinden Bana bu duayı yapan herkesin günahını bağışlarım, gam ve tasasını gideririm. Fakirliği iki gözünün önünden çekip alırım ve her işini verimli hale getiririm. O dünyayı istemese bile dünya kendisine yönelir»"

el-Ezrakî, Tarih Mekke'de, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Beyhakî, ed-Da'vât'ta ve İbn Asâkir, güvenilir bir senetle, Bureyde'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman, Âdem bir hafta Kâbeyi tavaf edip Rükn'ün hizasında iki rekat namaz kılarak şöyle dua etti:

“Allahım! Sen, gizlimi ve açığımı biliyorsun. Özrümü kabul et, isteğimi biliyorsun, Sen benim istediğimi ver. İçimde olanı biliyorsun günahımı bağışla. Allahım! Senden, kalbime girecek iman, samimi bir yakîn ver ki sadece beim için takdir ettiğin şeyin başıma geleceğini anlayayım. Bana verdiğinle razı olmamı nasib et." Âdem bu duayı yapınca, Allah ona şöyle vahyetti: Bana öyle bir dua ettin ki, günahını bağışladım. Zürriyetinden Bana bu duayı yapan herkesin günahını bağışlarım ve gam ve tasasını gideririm. Fakirliği iki gözünün önünden çekip alırım ve her işini verimli hale getiririm. O dünyayı istemese bile dünya kendisine yönelir."

Vekî, Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de bildiriyor: Ubeyd b. Umeyr el-Leysî der ki: Âdem:

“Ey Rabbim! Benim bu yaptığım, beni yaratmadan önce takdir ettiğin bir şey mi, yoksa kendimin sonradan yaptığım bir amel mi?" diye sorunca, Allah:

“Seni yaratmadan önce takdir ettiğim bir şeydir" cevabını verdi. Bunun üzerine Âdem:

“Ey Rabbim! Bunu benim için takdir ettiğin gibi günahımı da bağışla" diye dua etti. "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır" âyeti buna işaret etmektedir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îman' da bildirdiğine göre Katâde, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Âdem:

“Ey Rabbim! Eğer tövbe edip salih biri olursam beni affeder misin?" diye sorunca, Allah:

“O zaman seni tekrar Cennete koyarım" cevabını verdi. Bunun üzerine Âdem:

“...Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." diye dua ederek istiğfar edip tövbe edince Allah onun tövbesini kabul etti. Allah'ın düşmanı İblis ise günahını bırakıp tövbe etmedi ve sonunda düştüğü duruma geldi. Sadece kıyamet gününe kadar bekletilmeyi isteyince Allah, Âdem'e de İblis'e de istediklerini verdi.

Sa'lebî, İkrime'nin tarikiyle bildiriyor: İbn Abbâs, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti.

Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır" âyetinin manasını açıklarken Âdem'in aldığı ilhamın, "...Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." duası olduğunu söyledi.

İbnu'l-Münzir, Cüreyc'in tarikiyle bildiriyor: İbn Abbâs, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..."âyetinin manasını açıklarken, Âdem'in aldığı ilhamın, "...Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." duası olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Âdem'in aldığı ilham "...Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." duasıdır. Eğer Allah bu duayı bizlere bildirmeseydi, insanlar hangi duayı yaptığını öğrenene kadar araşıtırılardı.

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyetinin manasını açıklarken Âdem'in aldığı ilhamın, "...Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz..." duası olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî) ve Dahhâk'tan aynı rivâyette bulundu.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû ishâk tarikiyle Temîmî'den bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“Âdem'in, Rabbinden ilhamla öğrendiği şeyler nedir?" diye sorduğumda, İbn Abbâs:

“Haccın nasıl yapılacağıdır" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Zeyd, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'in öğrendiği kelimeler şunlardı:

“Senden başka ilah yoktur, seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Çünkü Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen benim tövbemi kabul et. Şüphesiz sen çokça tövbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın."

Beyhakî, Şuabül-îman'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Enes, "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'in öğrendiği kelimeler şunlardı:

“Senden başka ilah yoktur, seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Çünkü Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen benim tövbemi kabul et. Şüphesiz sen çokça tövbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın." Ravi bu rivâyetin Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu zikretti; ancak bundan emin olmadığını söyledi.

Hennâd, Zühd'de Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Hazret-i Âdem günahı işlediği zaman İhlâs kelimesine (sözlerine) sığındı ve:

“Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen benim tövbemi kabul et. Şüphesiz sen çokça tövbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın" diye dua etti.

İbn Asâkir, Cuveybir tarikiyle Dahhâk'tan, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âdem, iki yüz sene tövbe etmek istedi ve sonunda Allah ona nasıl tövbe edeceğini ilham etti. Âdem oturup ellerini yüzüne kapamış ağlarken Cibril gelip kendisine selam verdi. Âdem ağlamaya devam edince Cibril de onun ağlamasına ağladı ve:

“Ey Âdem! Belası ve zorluğu seni yorgun düşüren bu musibet nedir ve bu ağlama nedir?" diye sordu. Âdem:

“Ey Cibril! Allah beni göklerin yüceliğinden yerlerin alçaklığına, ikamet yurdundan, devamlı kalınmayacak ve zail olacak yurda, nimet yurdundan, kötülük ve zorluk yurduna, ebedi yurttan fani olan diyara attığı halde nasıl ağlamayayım? Bu musibeti nasıl taşıyabilirim ey Cibril!" diye karşılık verince, Cibril Rabbinin huzuruna varıp Âdem'in söylediklerini aktardı. Allah:

“Ey Cibril! Âdem'e git ve ona şunları soruyor de" buyurup (Cibril'e sorması gereken bazı soruları söyledi. Cibril, Âdem'e gelip şöyle dedi): Allah sana şöyle buyuruyor:

“Ben seni kendi elimle yaratmadım mı?" Âdem:

“Evet, ey Rabbim!" cevabını verince, "Sana ruhumdan üflemedim mi?" diye sordu. Âdem:

“Evet, ey Rabbim!" karşılığını verince, Allah:

“Sana meleklerimi secde ettirmedim mi?" diye sordu. Âdem:

“Evet, ey Rabbim!" cevabını verince, Allah:

“Seni Cennetime koymadım mı?" diye sordu. Âdem buna da:

“Evet, ey Rabbim!" karşılığını verince, Allah:

“Sana emrettiğim halde Bana isyan etmedin mi?" diye sorunca ise Âdem:

“Evet, ey Rabbim!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu: «İzzetime, Celâlime ve mekânımın yüceliğine yemin ederim ki; Eğer yüryüzü doluşunca senin gibi adamlar olsa ve bana isyan etseler, onları asilerin menziline indirirdim. Ancak ey Âdem! Rahmetim gazabımı geçmiştir. Şöyle de: «Senden başka ilah yoktur, Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Çünkü Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen bana merhamet buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin merhametlisisin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni hamdinle tesbih ederim. Bir kötülük işledim, nefsime zulmettim, Sen benim tövbemi kabul et. Şüphesiz sen çokça tövbeleri kabul eden, çokça merhametli olansın»" "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyeti buna işaret etmektedir.

İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor: Hazret-i Âdem o günahı işlediği zaman çok üzülüp pişmanlık duyunca Cibril gelerek:

“Ey Âdem! Allah'ın seni nasıl bağışlayacağını öğreteyim mi?" diye sordu. Âdem:

“Evet ey Cibril!" karşılığını verince Cibril şöyle dedi:

“Rabbine münacatta bulunduğun yerde dur ve Onu yüceltip hamd et. Allah katında, Onu methetmekten daha sevimli bir şey yoktur." Âdem:

“Ey Cibril! Ne diyeyim?" diye sorunca, Cibril şöyle cevap verdi:

“Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd ona mahsustur, dirilten ve öldüren Odur. O diridir, ölmez. Hayır O'nun elindedir ve Onun her şeye gücü yeter" de, sonra günahını itiraf edip: «Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah yoktur. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Çünkü günahları senden başkası affedemez. Allahım! Senden kulun Muhammed yüzü suyu ve onun Senin katındaki değeri hürmetine günahımı bağışlamanı istiyorum» diye dua et." Âdem, Cibril'in dediği gibi yapınca Allah:

“Ey Âdem! Bunu sana kim öğretti?" diye sordu. Âdem:

“Ey Rabbim! Bana can verdiğin zaman ve ben canlı bir insan olarak duymaya, görmeye, anlamaya ve bakmaya başladığım zaman Arş'ının ayaklarında: «Bimillahirrahmanirrahim. Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, Muhammedun Resulullah» yazılı olduğunu gördüm" isminin yanında, sana yakın meleklerden birinin veya mürsel bir nebinin değil de onun ismini görünce, onun senin katında en üstün varlık olduğunu anladım" cevabını verdi. Allah:

“Doğru söyledin ey Âdem! Senin tövbeni kabul ettim ve günahını bağışladım" buyurunca, Âdem Rabbine hamd ederek şükretti ve hiçbir kulun, Rabbinden gördüğü şeylere sevinemeyeceği kadar büyük sevinç içinde oradan ayrıldı. Âdem'in elbisesi nurdu. "...Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın..." âyetinde kastedilen elbise, nurdan olan elbiselerdir. Melekler gruplar halinde gelerek Âdem'i tövbesinin kabulünden dolayı kutladılar ve:

“Ey Muhammed'in babası! Allah'ın senin tövbeni kabul etmesi sana kutlu olsun" dediler.

Ahmed, Zühd'de, Katâde'den bildiriyor:

“Âdem'in tövbesi, Âşurâ günü kabul edilmiştir."

Deylemî, Müsned el-Firdevs'te zayıf isnâdla Hazret-i Ali'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti..." âyetini sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Allah, Adem'i Hindistan'a, Havva'yı Cudi'ye, İblis'i Meysân'a, yılanı ise İsbehân'a indirdi. Yılanın deve ayağı gibi ayakları vardı. Âdem, yüz yıl günahına ağlayarak Hindistan'da kaldı ve sonunda Allah Cibril'i göndererek: «Ey Âdem! Seni kendi elimle yaratmadım mı? Sana kendi ruhumdan üflemedim mi? Melekleri sana secde ettirmedim mi? Kulum Havva'yı seninle evlendirmedim mi?» diye sordu. Âdem: «Evet» cevabını verince, Cibril: «O zaman neden ağlıyorsun?» diye sordu. Âdem: «Rahmân'ın civarından kovulmuşken neden ağlamayayım?» cevabını verince, Cibril şöyle dedi: «Şu kelimeleri söylemeye bak. Allah tövbeni kabul edecek ve günahını bağışlayacaktır. Şu duayı yap:

“Allahım! Senden, Muhammed ve ailesinin hakkı için istiyorum. Seni tesbih ederim. Senden başka ilah yoktur. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Çünkü Sen mağfiret eden ve merhametlisin. Allahım! Senden, Muhammed ve ailesinin hakkı için istiyorum. Seni tesbih ederim. Senden başka ilah yoktur. Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen tövbemi kabul et. Çünkü Sen tövbeleri kabul eden ve merhametlisin.» İşte Âdem'in ilhamla aldığı sözler bunlardır."

İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Âdem'in, tövbe etmek için Rabbinden ilhamla aldığı kelimeleri sorduğumda şöyle buyurdu:

“Âdem: «Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'in hakkı için tövbemi kabul et» deyince Allah da onun tövbesini kabul etti."

Hatîb, el-Emâlî'de ve İbn Asâkir, meçhul olanların bulunduğu bir senetle, İbn Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Âdem yasak ağaçtan yediği zaman Allah ona: «Civarımdan in, İzzetim ve celâlime yemin ederim ki, Bana isyan eden civarımda duramaz» diye vahyetti. Âdem kararmış bir şekilde yeryüzüne indi. Melekler bu duruma ağlayıp feryad edince, Allah ona: «Ey Âdem! Benim için bugün oruç tut» diye vayhetti. O gün ayın on üçüydü. Âdem o günü oruçlu geçirince bedeninin üçte bir bölümü beyazlaştı. Sonra Allah bir daha: «Benim için bugün oruç tut» diye vayhetti. O gün ayın on dördüydü. Adem o günü oruçlu geçirince bedeninin üçte ikisi beyazlaştı. Sonra, bir daha: «Benim için bugün oruç tut» diye vayhetti. O gün ayın on beşiydi. Âdem o günü oruçlu geçirince bütün bedeni beyazlaştı. Bu sebeple bu günlere «Eyyâmu Biyd (beyaz günler)» denir."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Allah, Âdem'i Cennetten yere indirdiği zaman şöyle buyurdu:

“Ey Âdem! Şu dört şeye sahip çık: Birisi, sendedir ve bana aittir. Diğeri bendedir ve sana aittir. Üçüncüsü, Benimle senin arandadır. Dördüncüsü ise seninle halkın arasındadır. Sende olup bana ait olan: Bana ibadet edip, hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Bende olup sana ait olan ise, sana amelinin karşılığını vermem ve bu konuda mağdur etmememdir. Benimle senin aranda olan ise, bana dua etmen ve benim de sana icabet etmemdir. Seninle halk arasında olan ise, insanlara, sana nasıl muamele etmelerini istersen, senin de onlara aynı şekilde muamele etmendir."

Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: Selmân der ki: Allah Âdem'i yarattığı zaman şöyle dedi:

“Ey Âdem! Bir tanesi Benim hakkım, birisi senin hakkın, birisi benimle senin arandır. Benim hakkım olan: bana İbadet etmen ve bana hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Senin hakkın olan ise, yaptığın her amelin karşılığını vermemdir. Eğer (yaptığın kötülüğü) afedersem, ben bağışlayan ve merhamet edenim. Benimle senin aranda olan ise, Senin dua etmen ve istemen, benim de icabet edip istediğini vermemdir."

Beyhakî, başka bir kanalla Selmân'dan, aynı hadisi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü olarak nakletmiştir.

Hatîb ve İbn Asâkir'in Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman, Allah'ın dilediği kadar yeryüzünde kaldıktan sonra çocukları Âdem'e: «Babacığım! Konuş!» dediler. Âdem çocuklarından ve torunlarından oluşan dört bin kişiye hitab etmek için kalktı ve şöyle dedi:

“Allah, bana: «Ey Âdem! Az konuş ki (katıma) dönebilesin» diye emretti."

Hatîb ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, Âdem'i yeryüzüne indirince zürriyeti artıp çoğaldı ve bir gün çocuklarıyla torunları yanında toplanıp etrafında konuşmaya başladılar. O ise susmuş konuşmuyordu. Ona:

“Ey babamız! Neden biz konuşurken, sen susmuş konuşmuyorsun?" diye sorduklarında, Âdem şöyle cevap verdi:

“Ey oğullarım! Allah beni civarından yere indirdiği zaman bana ahid verip:

“Ey Âdem! Az konuş ki civarıma dönebilesin" buyurdu."

İbn Asâkir, Fadâla b. Ubeyd'den bildirir: Hazret-i Âdem o kadar yaşlandı ki torunları onunla eğlenmeye başladılar. Kendisine: Çocuklarının seninle eğlenmesine mani olmayacak mısın?" dendiğinde, şöyle karşılık verdi:

“Ben onların görmediğini gördüm, duymadıklarını duydum. Cennetteyken meleklerin konuşmasını duydum. Rabbim, ağzımı tutarsam beni Cennete koyacağına söz verdi."

İbnu's-Salâh, el-Emâlî'de, Muhammed b. Nadr'dan bildiriyor: Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Çalışmak beni meşgul etti. Bana hamd ve tesbihleri bir arada bulunduran bir şey öğret" deyince, Allah ona şöyle vahyetti:

“Ey Âdem! Sabahladığın ve akşamladığın zaman da üç defa: «Âlemlerin Rabbi olan Allah'a, nimetlerine karşılık olacak ve nimetlerin artmasına denk olacak bir şekilde hamd olsun» de, bu bütün hamd ve tesbihleri bir arada bulundurur."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Katâde'nin, "Âdem bulutlardan su içerdi" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ka'b'ın, "İlk dinar ve dirhem basan kişi Âdem'dir" dediğini bildirir.

İbn Asâkir, Muâviye b. Yahya'dan bildirir:

“İlk dinarı ve dirhemi basan kişi Âdem'dir. Bunlarsız da hayatın tadı olmaz."

İbn Ebî Şeybe bildiriyor: Hasan(-ı Basrî), "İlk ölen kişi Âdem'dir" demiştir.

İbn Sa'd, Hâkim ve İbn Merdûye, Ubey b. Ka'b'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Adem vefat edeceği zaman çocuklarına:

“Gidin ve bana cennet meyvelerinden getirin" dedi. Çocukları çıktıklarında onları melekler karşıladılar ve:

“Nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. Onlar:

“Babamız, bizi kendisine Cennet meyvelerinden toplamamız için gönderdi" cevabını verince, melekler:

“Gidiniz, görevinizi yaptınız" dediler ve meleklerle birlikte gelip Âdem'in yanına girdiler. Havva onları görünce korktu ve Âdem'e yaklaşmaya başladı. Âdem:

“Yanımdan uzaklaş, yanımdan uzaklaş, senin tarafından bana geliyorlar. Rabbimin melekleriyle aramdan çekil" dedi. Melekler Âdem'in ruhunu alıp onu yıkadılar, koku sürüp kefenlediler, sonra namazını kılıp bir mezar kazarak defnettiler. Sonra da:

“Ey Âdemoğulları! Ölülerinize yapmanız gereken budur. Gördüğünüz gibi yapınız" dediler."

İbn Ebî Şeybe, Ubey'den aynı hadisi mevkuf olarak nakletti.

İbn Asâkir, Ubey'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem vefat edeceği zaman Allah kendisine Cennetten koku ve kefen gönderdi. Havva, melekleri görünce korktu. Âdem: «Rabbimin elçileriyle aramdan çekil. Karşılaştığım ve başıma gelenlerin tek sebebi sensin» dedi."

İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Âdem'in, Vudd, Suvâ, Yağûs, Ya'ûk ve Nesr adında çocukları vardı. Bunların en büyüğü Yağûs'tu. Âdem ona:

“Ey oğul! Git ve eğer meleklerden birini görürsen bana cennet yemeklerinden ve içeceklerinden getirmesini söyle" dedi. Yağûs gidip Cibrîl'i Kâbe'de görünce, babasının söylediklerini ondan istedi. Cibril:

“Ölmekte olan babanın yanına git" deyince Yağûs geri döndü ve babasının can çekmekte olduğunu gördü. Ardından Cibril, kefen koku ve sidr getirip geldi ve:

“Ey Âdemoğulları! Babanıza yaptığımı görüyor musunuz? Siz de ölülerinize aynısını yapınız" deyip onu yıkadılar, kefenlediler, koku sürdüler, sonra Kâbe'ye götürdüler. Namazını Cibril kılınca, o zaman Cibril'in diğer meleklere olan üstünlüğü anlaşıldı. Cibril dört tekbirle namazını kıldı; kıble tarafına koydular. Onu Hayfmescidine defnettiler."

Dârakutnî, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Hazret-i Âdem'in namazını Cibril dört tekbirle kıldı. O gün Cibril Hayf mescidinde meleklere namaz kıldırdı ve Âdem'i kıble tarafına defnederek Mezara lahid yapıp mezarı yerden yüksek yaptı."

Ebü Nuaym, el-Hilye'de, İbn Abbâs'tan şöyle nakleder: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cenaze getirilince dört tekbirle namazını kıldırdı ve:

“Melekleri Âdem'in namazını dört tekbirle kıldılar" buyurdu.

İbn Asâkir, Ubey'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âdem'in mezarı lahid şeklinde yapıldı, tek sayıda yıkandı ve melekler: «Âdem'den sonra oğularının cenazelerini yıkama şekli böyledir» dediler. "

İbn Asâkir bildiriyor: Abdullah b. Ebî Firâs der ki:

“Âdem, Beytu'l-Makdis ve Mescid-i İbrâhim arasındaki bir mağarada defnedildi. Âdem'in ayakları kayanın yanında, başı ise Mescid-i İbrahim'deydi. Kaya ile mescid arasında on mil mesafe vardır."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî:

“Bütün yaratılmışlar, Âdem'in ölümüne yedi gün ağladılar" demiştir.

İbn Adiyy, el-Kâmil'de, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Asâkir bildiriyor: Câbir Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Âdem dışında Cennetliklerden herkes ismiyle çağrılır. Âdemin künyesi, Muhammed'in babasıdır. Cennetlik olan herkes vücudu kılsız, bıyıksız ve sakalsız olacaktır. Sadece Mûsa b. İmrân'ın sakalı göbeğine kadar ulaşacaktır."

İbn Adiyy, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Hazret-i Ali'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennetliklerin künyesi yoktur. Sadece Adem'in künyesi vardır ve ona hürmeten künyesi Ebû Muhammed'dir (=Muhammed'in babası). "

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ka'b (u'l Ahbâr) şöyle dedi:

“Cennette hiç kimsenin sakalı yoktur. Sadece Âdem'in, göbeğine kadar yetişen siyah bir sakalı vardır. Bunun sebebi dünyada sakalsız olmasıdır. Sakal, Âdem'den sonra çıkmıştır. Cennetliklerin künyesi yoktur. Sadece Âdem'in künyesi vardır ve O'na hürmeten künyesi, Ebû Muhammed'dir."

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Bekr b. Abdillah el-Muzenî der ki: . "Cennetliklerin künyesi yoktur. Sadece Âdem'in künyesi vardır ve Muhammed'e olan ikram sebebiyle künyesi, Ebû Muhammed'dir."

İbn Asâkir, Gâlib b. Abdillah el-Ukaylî'den bildiriyor:

“Âdem'in dünyadaki künyesi "Ebu'l-Beşer (insanlığın babası), Cennette ise Ebû Muhammed'dir."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Hâlid b. Ma'dân'dan bildiriyor:

“Âdem Hindistan'a indirildi. Vefat ettiği zaman onu evinden Beytu'l-Makdis'e yüz elli adam taşıdı. Boyu otuz mildi. Onu Beytu'l-Makdis'te defnettiler. Başını kayanın yanına, ayaklarını ise Beytu'l-Makdis'ten otuz mil dışarıya koydular."

Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Berze el-Eslemî der ki: Hazret-i Âdem'in, meleklerin konuşmasını duyması engelenince, onların konuşmasıyla yalnızlığını unuttuğu için Cennetten çıkarılmasına yüz yıl ağladı. Allah:

“Ey Âdem! Neden ağlıyorsun?" diye sorunca, Âdem:

“Nasıl ağlamayayım, beni cennetten yeryüzüne indirdin ve oraya dönüp dönmeyeceğimi bilmiyorum" cevabını verdi. Yüce Allah ona şöyle buyurdu:

“Ey Âdem! De ki:

“Allahım! Senden başka ilah yoktur ve Sen birsin, ortağın da yoktur. Seni hamd ile tesbih ederim. Ey Rabbim! Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın. Allahım! Senden başka ilah yoktur ve Sen birsin, ortağın da yoktur. Seni hamd ile tesbih ederim. Ey Rabbim! Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Allahım! Senden başka ilah yoktur ve Sen birsin, ortağın da yoktur. Seni hamd ile tesbih ederim. Ey Rabbim! Bir kötülük işledim ve nefsime zulmettim. Sen mağfiret et. Sen tövbeleri en çok kabul eden ve en merhametlisin." Yüce Allah'ın Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiği "Âdem, Rabbi'nden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rabb'i de bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o tövbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır" âyeti buna işaret etmektedir ki, aynı şey Âdem'in çocukları için de geçerlidir. Âdem, oğullarından, Yahudi ve Hıristiyanların Şît diye adlandırdıkları Hibetullah adındaki oğluna şöyle dedi:

“Rabbine ibadet et ve beni Cennete döndürüp döndürmeyeceğini sor" Oğlu ibadet edip sorunca Allah ona:

“Onu Cennete tekrar döndüreceğim" diye vahyetti. Hibetullah:

“Ey Rabbim! Babamın benden alamet istemeyeceğinden emin değilim, bana bir işaret ver" deyince, Allah ona Cennet bileziklerinden birini indirdi. Hibetullah bileziği alıp babasına gidince, Âdem:

“Ne haber getirdin?" diye sordu. Hibetulah:

“Müjdeler olsun. Seni Cennete döndüreceğini söyledi" cevabını verdi. Âdem:

“Bir alamet istemedin mi?" diye sorunca ise Hibetullah bileziği çıkarıp gösterdi. Âdem bileziğin Cennetten indiğini anladı ve secdeye kapanıp gözyaşlarından bir nehir oluncaya kadar ağladı. Gözyaşlarının oluşturduğu nehrin kalıntısı Hindistan'da bilinmektedir. Zikredildiğine göre Hindistan'daki altın madenleri o bilezikten oluşmaktadır. Sonra Âdem, oğluna:

“Rabbinden benim için Cennet meyvelerinden iste" dedi. Oğlu yanından çıktığında Âdem vefat etti. Cibrîl Hibetullah'a gelip:

“Nereye gidiyorsun?" diye sorunca, "Babam, beni, Rabbimden Cennet meyvelerinden istemem için yolladı" cevabını verdi. Cibril:

“Rabbi, Âdem cennete girene kadar Cennet meyvelerinden yememesine hükmetti. Âdem öldü, geri dön ve onu defnet" dedi. Cibril, Âdem'i yıkayıp kefenledi ve koku sürüp namazını kıldı. Sonra da:

“Siz de ölülerinize böyle yapınız" dedi.

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Âdem'in mezarı Mina'da Hayf mescidindedir. Havva'nın ise mezarı Cudi'dedir."

İbn Ebî Hayseme, Tarih'te ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Zührî ve Şa'bî şöyle derler:

“Âdem yeryüzüne indirilip çocukları çoğalarak yeryüzüne yayılınca, çocukları takvim başlangıcı olarak Âdem'in Cennetten indirilişini başlangıç saydılar. Bu takvim Nûh'un gönderilişine kadar devam etti. Nûh gönderilince, onun gönderilişi takvim başlangıcı kabul edildi. Tufan olduğunda, İbrâhim'in ateşe atılmasına kadar takvim başlangıcı olarak tufan kabul edildi. İshâkoğulları, Yûsuf'un gönderilişine kadar, İbrâhim'in ateşe atılışını takvim başlangıcı olarak kabul ettiler. Yûsuf'un gönderilişinden Mûsa'nın gönderilişine kadar takvim başlangıcı Yûsuf'un gönderilişi kabul edildi. Mûsa'nın gönderilişinden Süleymân'ın gönderilişine kadar takvim başlangıcı olarak Mûsa'nın gönderildiği tarih başlangıç kabul edildi. Süleyman'ın gönderilişinden İsa'nın gönderilişine kadar Süleyman'ın gönderilişi takvim başlangıcı olarak kabul edildi. İsa'nın gönderilişinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilişine kadar İsa'nın gönderildiği tarih takvim başlangıcı olarak kabul edildi. İsmâiloğulları, İbrâhim'in ateşe atılışından, oğlu İsmâil ile beraber Kâbe'yi inşa etmelerine kadar takvim başlangıcı olarak ateşe atıldığı zamanı başlangıç kabul ettiler. Kâbe inşa edildiği zamandan Ma'ad kabilesi dağılana kadar Kâbe'nin inşası takvim başlangıcı olarak kabul edildi. Tihâme kabilesinden çıkan her topluluk çıktıkları tarihi takvim başlangıcı kabul ettiler. Bu, Ka'b b. Luey vefat edene kadar böyle devam etti. Ka'b ölünce Fil olayına kadar onun ölümünü takvim başlangıcı olarak kabul ettiler. Ömer b. el-Hattâb'ın hicreti takvim başlangıcı kabul etmesine kadar Fil olayı takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Takvimin hicret tarihine bağlanması, hicretin on yedi veya on sekizinci yılında gerçekleşmiştir."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdulazîz b. İmrân şöyle der:

“İnsanlar her zaman tarih başlangıcı tayin etmişlerdir. İlk zamanda, Âdem'in yeryüzüne indirilişi takvim başlangıcı olarak kabul edildi. Bu durum, Allah'ın Nûh'u göndermesine kadar sürdü. Nûh gönderilince, Nûh'un kavmine beddua ettiği tarihi takvim başlangıcı kabul ettiler. Sonra tufanını, sonra İbrâhim'in ateşe atılışını, sonra İsmâiloğullarının Kâbe'yi inşasını, Sonra Ka'b b. Lueyy'in ölümünü, sonra Fil olayını takvim başlangıcı kabul ettiler. Sonra müslümanlar, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretini takvim başlangıcı olarak kabul ettiler."

38

"Dedik kî: «Hepiniz Cennetten inin! Eğer benden size bir bidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.»"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Dedik ki: Hepiniz Cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler" âyetinin manasını açıklarken:

“Gelen hidâyetten kasıt, nebiler, resuller ve kitaplardır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirildiğine göre Katâde, "Dedik ki: Hepiniz Cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âdem'in Cennetten çıkarıldığı zamandan bu yana yeryüzünde her zaman Allah'ın, O'na itaat eden veli kulları vardır. Allah yeryüzünü İblis'e ve dostlarına bırakmamıştır."

İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, bildiriyor: Ebu't-Tufayl der ki:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) sözünü, (.....) şeklinde okudu."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Saîd b. Cübeyr, "Dedik ki: Hepiniz Cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlara âhirette korku yoktur ve öldükleri için üzüntü çekmezler."

Abdürrezzâk, Musannef’te ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Katâde'den bildiriyor: İblis, Yeryüzüne indirildiği zaman Âdem:

“Ey Rabbim! Onu lanetledin, İblisin ameli nedir?" diye sorunca, Allah:

“Sihir yapmak" dedi. Âdem:

“Onun kıraati nedir?" diye sorunca, Allah:

“Şiir" cevabını verdi. "Kitabı nedir" diye sorunca, Allah:

“Dövme" cevabını verdi. "Yemeği nedir?" diye sorunca, Allah:

“Leşler ve kesilirken Allah'ın adının zikredilmediği her şey" karşılığını verdi. "İçeceği nedir?" diye sorunca, Allah:

“Sarhoşluk veren her şey" cevabını verdi. "Meskeni neresidir?" diye sorunca, Allah:

“Hamamlar" cevabını verdi. "Meclisleri neresidir?" diye sorunca, Allah:

“Çarşılardır" cevabını verdi. "Sesi nedir?" diye sorunca, Allah:

“Kaval sesidir" cevabını verdi. "Peki, avlandığı silahları nedir?" diye sorduğunda ise, Allah:

“Kadınlardır" cevabını verdi.

Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İblis, Yüce Allah'a:

“Ey Rabbim! Âdem yeryüzüne indirildi. İnsanlara kitap ve elçiler geleceğini biliyorum. Onların kitapları ve elçileri nedir?" diye sordu. Allah:

“Elçileri, melekler ve peygamberlerdir. Kitapları, Tevrat, İncil, Zebür ve Türkân'dır" cevabını verince, İblis:

“Peki, benim kitabım nedir?" diye sordu. Allah:

“Kitabın (vücuda yapılan) dövmelerdir. Kıraatin, şiir, elçilerin kâhinler, yemeğin, Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlar, içeceğin, sarhoşluk veren her şey, konuşman yalan, evin hamamlar, avlandığın silahların kadınlar, müezzinin kaval, mescidin ise çarşılardır" buyurdu.

39

(Allah’ı) inkâr edenler ve âyetlerimizi (kitaplarımızı) yalanlayanlar ise, cehennem ehlidirler; onlar, o ateşte ebedî (sürekli, sonsuz olarak)kalıcıdırlar.

40

Bkz. Ayet:43

41

Bkz. Ayet:43

42

Bkz. Ayet:43

43

"Ey İsrailoğulları! Sîze verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, İsrâîl'in, Yâkûb (aleyhisselam) olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“İsrâîl, Yâkûb'dur" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: Ebû Miclez der ki:

“Yâkûb (aleyhisselam) kuvvetli biriydi. Melekle karşılaşıp onunla güreşti ve melek onu yenip baldırına vurdu. Yâkûb meleğin kendisini yenmesi üzerine meleği tutup yere çaldı ve:

“Bana bir isim vermeden seni bırakmam" dedi. Bunun üzerine melek kendisine İsrâîl adını verdi." Ebû Miclez ekledi:

“İsrâîl, Mîkâîl, Cebrâîl ve İsrâfîl'in melek ismi olduğunu görmüyor musun?"

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi:

“On peygamber dışında, bütün peygamberler İsrâîloğullarındandır: İsrâîloğullarından olmayan bu on kişi şunlardır: Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Şu'ayb, İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkûb ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem). Peydamberlerden sadece ikisinin iki adı vardır. Onlar da İsrâîl ve îsâ'dır. İsrâîl, Yâkûb, İsa ise Mesih'tir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“İsrâîl, Mikâîl, Cebrâîl ve İsrâfîl'in manası, Allah'ın kulu demektir."

İbn Cerîr, Abdullah b. el-Hâris el-Basrî'nin şöyle dediğini bildirir:

“İsrâîl'in manası, İbrânice Allah'ın kulu demektir."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun. Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin" âyetlerini açıklarken şöyle dedi:

“Ey İsrâîloğullar!" sözünün muhatabı Yahudi hahamlarıdır. Size ve babalarınıza verdiğim nimetleri, onları Firavun ve kavminden kurtarmamızı hatırlayın. Peygamber size geldiği zaman ona iman etmenize dair sizden aldığım ahdimi yerine getirin ki ben de Muhammed'i tasdik edip ona uymanızla daha önce işlediğiniz günahları affedeceğime dair olan vaadimi yerine getireyim. Atalarınıza verdiğim belaların aynısını size de indirmemden korkun. Elinizde olan Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğime iman ediniz. Siz elinizdeki (Tevrat) sayesinde gelen peygamberle ilgili başkasının bilmediği şeyleri biliyorsunuz. Buna rağmen bilerek Tevrat'ta yazılı olan peygamberi ve getirdiğini inkâr etmeyin. Çünkü siz bu peygamberi elinizdeki Tevratta görüyorsunuz.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim..." âyetini, "Peygamber'e veya başka konuda size emrettiklerimi yerine getirin, yasakladıklarımdan sakının ki sizden razı olup Cennete koyayım" şeklinde açıkladı.

İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan aynı yorumu rivâyette bulundu.

İbnu'l-Münzir bildiriyor: Mücâhid, "... bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim..." âyetinin açıklamasıyla ilgili şöyle dedi:

“Burada Allah'ın aldığı söz, Mâide Süresindeki:

“And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah: «Ben şüphesiz sizinleyim, namaz kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur» dedi" âyetinde geçen konularda aldığı sözdür."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde şöyle der:

“... bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim..." âyetinde Allah'ın aldığı söz, Mâide Süresindeki:

“And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah: «Ben şüphesiz sizinleyim, namaz kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur» dedi" âyetinde geçen konularda aldığı sözdür.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'nin, "... bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim..." âyetinin açıklamasıyla ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Size farz kıldığım şeyleri yerine getirin, Ben de buna karşılık size vaad ettiklerimi yerine getireyim."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildiriyor: Dahhâk, "... bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim..." âyetinin açıklamasıyla ilgili şöyle dedi:

“Bana verdiğiniz itaat sözünü yerine getirin, ben de size vaad ettiğim Cennete sizi koyayım."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, (.....) sözünün, "Benden korkunuz" manasında olduğunu söyledi.'

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin..." âyetini açıklarken şöyle der:

“...İndirdiğim..." sözünden kasıt Kur'ân, "Elinizdeki..." sözünden kasıt ise Tevrat ve İncil'dir.

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'in, "...onu ilk inkar edenler siz olmayın..." âyetini açıklarken, inkar edilmemesi istenen şeyin Kur'ân olduğunu söyledi.

İbn Cerîr bildiriyor: Ebu'l-Âliye bu âyet hakkında şöyle dedi: Yüce Allah buyuruyor ki:

“Ey Kitab ehli! Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiğime iman edin. Çünkü o "Elinizdekini tasdik edicidir..." Kitab ehli, Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) geleceğini Tevrat ve İncil'den görüyorlardı, "...onu ilk inkâr edenler siz olmayın..." Muhammed'i ilk inkar eden siz olmayın ve:

“... ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin..." Âyetlerin karşılığında ücret almayın. Yahudilerin kitaplarının birinci bölümünde "Ey Âdemoğlu, sana ücretsiz öğretildiği gibi sen de ücretsiz öğret" ifadesi yazılıdır.

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Ebu'l-Âliye, "...ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin..." âyetini açıklarken şöyle der: Öğrettiğin şeye karşılık ücret alma. Âlimlerin, hekimlerin ve halimlerin ecri Allah'a aittir. Yahudiler de, kitaplarında:

“Ey Âdemoğlu! Sana bedava öğretildiği gibi sen de bedava öğret" yazılıdır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin"" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Doğruyla yalanı karıştırmayın ve hakkı gizlemeyin. Biliyorsunuz ki Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın peygamberidir."

Abd b. Humeyd, Katâde'nin, "Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin" âyetinin manasını açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah katında dinin İslam olduğunu bilmenize rağmen Yahudilik ve Hıristiyanlığı İslam ile karıştırmayın. Yahudilik ve Hıristiyanlık Allah katında geçerli din olmayıp sizin sonradan çıkardığınız dinlerdir. "... bilerek hakkı gizlemeyin." Yahudi ve Hıristiyanlar, Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olduğunu bilmelerine rağmen bunu gizlediler. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurur:

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûra (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, "Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hak, Allah'ın indirdiği Tevrat, batıl ise kendi elleriyle yazdıklarıdır."

İbn Cerîr, Süddî'nin, "...hakkı gizlemeyin" âyetinin manasını açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Âyette gizlenmemesi istenen Hazret-i Muhammed'in peygamberliğidir."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid, "...rüku edenlerle birlikte rüku edin." âyetinin manasını açıklarken:

“Rükudan kasıt, namaz kılanlarla namaz kılmaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil, "...rüku edenlerle birlikte rüku edin." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Allah, onlara, Muhammed'in ümmetiyle rüku etmelerini emrederek "Onlarla beraber olun" demiştir.

44

"Kitab'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Kitab'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Bunlar Kitab ehlidir. İnsanlara iyiliği emrediyor ve kendilerini unutuyorlardı. Kitabı okuyorlar, ama onun içindekinden faydalanmıyorlardı."

Sa'lebî ve Vâhidî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Bu âyet, Medine Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Onlardan biri, karısı, annesi tarafından ve kendisiyle aralarında süt emme cihetinden yakınlık bulunan Müslümanlara diyordu ki:

“Üzerinde bulunduğun dinde ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sana emretmekte olduğu şeyde sebat et, ayrılma. Zira O'nun durumu haktır." Böylece onlar bunu insanlara emrederler, halbuki kendileri yapmazlardı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Kitab'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz. Düşünmez misiniz?" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“İnsanlara, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dinine girmelerini emrediyorlardı. Ama onlar Kitab'ı (Tevrat'ı) okudukları (ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) geleceğini orada gördükleri) halde iman etmiyorlardı. Düşünmekten maksat ta, "anlamıyor musunuz" demektir. Allah bunu kendilerine söyleyip bu kötü huyu terk etmelerini emretmiştir."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“İnsanlardan Tevrat taki peygamberlerle ilgili haberleri inkar etmemelerini isterken, sizler, Benim size gönderdiğim kitapta bildirdiğim, peygamberimi inkâr etmek suretiyle de Tevrat'ı inkar ediyorsunuz."

Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Kılâbe'nin âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: Ebu'd-Derdâ bu konuda:

“Kişi, Allah'ın katında, insanlara buğzetmedikçe, sonra da kendi nefsine dönüp ona insanlara buğzundan daha fazla buğzetmedikçe gerçek fakîh olamaz" dedi.

Vekî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Bezzâr, İbn Ebî Dâvûd, el- Ba's'ta, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebû Nuaym, el-Hilye'de, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuabu'l-îman'da, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“îsra'ya (Miraca) götürüldüğüm gece dudakları ateşten makaslarla kesilen ve kesildikçe eski halini alan birtakım kimseler gördüm. «Bunlar kimlerdir, ey Cibril?» diye sorduğumda, bana şu cevabı verdi:

“Bunlar senin ümmetinden olan hatiplerdir. İnsanlara iyiliği emreder, Kitabı okudukları halde bizzat kendileri unutanlardır. Bunlar hiç akıl etmezler mi?"

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Usâme b. Zeyd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet gününde kişi getirilip Cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarıya fırlar. Değirmen merkebinin döndüğü gibi bağırsakları etrafında döner. Cehennemlikler onun etrafına toplanır ve: «Ey filan! Sana ne oldu? Sen iyiliği emreden münkerden alıkoyan bir kimse değil miydin?» diye sorarlar. Adam şöyle der. "Ben size iyiliği emreder fakat işlemezdim. Münkerden alıkoy ar, fakat kendim işlerdim."

Hatîb, İktidâu'l-İlmu'l-Amel'de ve İbnu'n-Neccâr, Tarih Bağdad'da, Câbir'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Cennetliklerden bir topluluk, Cehennemliklerden bir topluluğa bakıp: «Neden Cehenneme girdiniz? Hâlbuki biz sizden öğrendiklerimizle Cennete girdik» deyince, Cehennemlikler: «Biz size iyiliği emrederdik, ama kendimiz yapmazdık» karşılığını verirler. "

Taberânî, Hatîb, Îktidâu'l-İlmu'l-Amel'de ve İbn Asâkir zayıf isnâdla bildiriyor: Velîd b. Ukbe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“"Cennetliklerden bir bazıları, Cehennemliklerden bir topluluğa bakıp: «Neden Cehenneme girdiniz? Vallahi! Biz ancak sizden öğrendiklerimizle Cennete girdik» deyince, Cehennemlikler: «Biz size iyiliği emrederdik ama kendimiz yapmazdık» karşılığını verirler. "

Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevaid olarak bildiriyor: Velîd b. Ukbe halka hitab ederek şöyle dedi:

“Valiler cehenneme girerken onlara itaat edenler Cennete girecekler. Cennete girenler, Cehennemdeki valilerine: «Biz size itaat ettiğimiz için Cennete girmişken siz nasıl ceheneme girdiniz?» diye sorunca, valiler: «Biz size bir şeyi emrederken, kendimiz tersini yapardık» cevabını verecekler."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî der ki:

“Cennetliklerden bir grup, Cehennemliklerden bir gruba bakıp: «Neden ceheneme girdiniz. Hâlbuki biz sizden öğrendiklerimizle amel ediyorduk?» derler. Cehenemdekiler: «Size öğretiyorduk, ama biz onunla amel etmiyorduk» diye cevap verirler."

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de, Şa'bî'den bildiriyor: «Cennetliklerden bir grup, Cehennemliklerden bir gruba bakıp:

“Neden ceheneme girdiniz. Hâlbuki biz sizden aldığımız eğitim ve ilimle Cennete girdik?" derler. Cehenemdekiler:

“Size hayrı emrediyorduk, ama biz onunla amel etmiyorduk" diye cevap verirler.

Taberânî, Hatîb, el-İktidâ'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de ceyyid isnâdla Cündüb b. Abdillah'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İnsanlara hayrı öğretip onunla amel etmeyen âlim, insanlara ışık saçıp kendini yakan kandil gibidir. "

İbn Ebî Şeybe ve Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, Cündüb el- Becelî'den bildirir:

“İnsanlara nasihat edip kendini unutan, insanlara ışık saçıp kendini yakan kandil gibidir."

Taberânî ve Hatîb, el-îktidâ'da, Ebû Berze'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İnsanlara nasihat edip kendini unutan, insanlara ışık saçıp kendini yakan fitil gibidir."

İbn Kâni', el-Mu'cem'de ve Hatîb, el-İktidâ'da, Suleyk'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Âlim, ilim öğretip amel yapmazsa, insanlara ışık saçıp kendini yakan kandile benzer. "

İsbehânî, et-Terğîb'de zayıf senetle, Ebû Umâme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirir:

“Kıyamet günü kötü âlim getirilip Cehenneme atılır ve değirmen merkebinin döndüğü gibi bağırsakları etrafında döner." Kendisine:

“Yazık sana! Nasıl bu duruma düştün? Biz senin sayendehidayete erdik" diye sorulunca, "Ben, sizden yapmamanızı istediğim şeyleri kendim yapardım" cevabını verir."

Taberânî zayıf isnâdla İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İnsanları bir söz veya amele çağırıp o ameli kendisi yapmayan kişi, bu durumunu bırakıp insanları davet ettiği şeyi kendisi de yapana kadar Allah'ın gazabının gölgesinde kalır. "

İbn Merdûye, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs'a bir adam gelerek:

“Ey İbn Abbâs! Ben iyiliği emredip kötülükten sakındırmak istiyorum" deyince, İbn Abbâs:

“Sen bu dereceye geldin mi?" diye sordu. Adam:

“Erdiğimi umarım?" karşılığını verince, İbn Abbâs:

“Eğer Allah'ın Kitabın'daki üç âyete muhatab olmaktan korkmuyorsan yapabilirsin" dedi. Adam:

“O âyetler hangileridir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Kitab'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz. Düşünmez misiniz?" âyeti. Bu âyetin gereğini yerine getirdin mi?" diye sordu. Adam:

“Hayır, peki ikinci âyet hangisidir?" karşılığını verince, İbn Abbâs:

“Ey Mü’minler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur" âyetleridir. Peki, bu âyetlerin gereğini yerine getirdin mi?" dedi. Adam:

“Hayır, peki üçüncü âyet hangisidir?" karşılığını verince, İbn Abbâs:

“Sâlıh kul Şu'ayb'ın söyldiği şu sözdür:

“...Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek istemem..." Peki, bu âyetin gereğini yerine getirdin mi?" diye sordu. Adam:

“Hayır" cevabını verince, İbn Abbâs:

“O zaman nasihat etmeye kendinden başla" dedi.

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Dünyada hutbe veren hiçbir hatib yoktur ki, Allah (kıyamet günü) hutbesini karşısına çıkarıp bununla ne istediğini sormasın."

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“Bilmeyen kişiye yazıklar olsun. Eğer bu kişi isteseydi, Allah ona öğretirdi. Bildiği halde bildiğiyle amel etmeyen kişiye yazıklar olsun." (Ebu'd-Derdâ, ikinci yazıklar olsun sözünü yedi defa söyledi.)

Ahmed, Zühd'de Abdullah b. Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Bilmeyen kişiye yazıklar olsun. Eğer bu kişi isteseydi, Allah ona öğretirdi. Bildiği halde bildiğiyle amel etmeyen kişiye yazıklar olsun." (İbn Mes'ûd, ikinci yazıklar olsun sözünü yedi defa söyledi.)

45

"Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin..."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Sabır ve namaz, Allah'tan (kullara verilen) iki yardımcıdır. Bunlarla Allah'tan yardım isteyiniz."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-Azâ'da ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Sabır, kulun Allah'tan gelen belaları itiraf etmesi ve sevabını Allah'tan beklemesidir. Bazen sabrettiği görülen dayanıklı kişiler bile sabırsızlık gösterebilirler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hatâb der ki:

“Sabır iki türlüdür: Musibet anında sabır güzeldir. Bundan daha güzeli ise Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmada sabırlı olmaktır."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Zeyd der ki:

“Sabır iki kısımdır. Nefse ve bedene ağır gelse bile Allah'ın sevdiği şeyleri yapmada sabır, nefis istese bile Allah'ın sevmediği şeylerden uzak durmada sabır. Bunları yapabilen kişiler kıyamet günü "Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin" denilecek kişilerden olur."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu's-Sabr'da, Ebu'ş-Şeyh, es-Sevâb'da ve Deylemî, Müsned el-Firdevs'te, Hazret-i Ali'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Sabır üç türlüdür: Musibete karşı sabır, itaat (ibadet) hususunda sabır ve günahtan uzak durmada sabır."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Tirmizî, İbn Merdûye, Beyhakî, Şuabu'l- îman'da ve el-Esmâ ve's-Sifât'ta İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) binitinin terkisindeyken:

“Ey çocuk! Sana, Allah'ın kendileriyle faydalandıracağı birkaç kelime öğreteyim mi?" diye sorunca, ben:

“Evet" cevabını verdim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah(ın emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni korusun. Allah'ı hiç hatırından çıkarma ki onu her an önünde bulasın. Rahatlık anında Allah'ı tanı ki, O da zor anında seni tanısın. Bil ki sana gelen musibet (muhakkak sana isabet edecektir) hata yapmaz ve (senin için takdir edilmemiş) musibet te sana isabet etmez. Bütün yaratılmışlar toplanıp Allah'ın sana verilmesini istemediği bir şeyi sana vermek isteseler bunu yapamazlar. Yine Allah'ın sana vermek istediği bir şeyi engellemeye çalışsalar buna güçleri yetmez. Kalem kıyamete kadar olacak şeyleri yazıp mürekkebi kurudu. Bir şey isteyeceksen Allah'tan iste, yardım dileyeceksen Allah'tan dile. Güveneceksen Allah'a güven, şükür ve yakîn ile Allah için amel yap. Şunu bil ki sevmediğin şeylerde sabırda çok hayır vardır ve yardım sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukla beraber kolaylık vardır. "

Dârakutnî, el-Efrâd'da, İbn Merdûye ve İsbehânî, et-Terğîb'de, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Abbâs'a:

"Ey çocuk! Sana, Allah'ın kendileriyle faydalandıracağı birkaç kelime öğreteyim mi?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Evet, ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah(ın emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da seni korusun. Allah'ı hiç hatırından çıkarma ki onu her an önünde bulasın. Rahat anında Allah'ı tanı ki, O da zor anında seni tanısın. Bir şey isteyeceksen Allah'tan iste, yardım dileyeceksen Allah'tan dile. Kalem takdir edileni yazmış ve mürekkebi kurumuştur. Şunu bil ki bütün kullar Allah'ın sana takdir etmediği bir şeyde fayda sağlamak istese, buna güçleri yetmez. Yine bütün kullar, Allah'ın sana takdir etmediği bir konuda zarar vermek isteseler buna da güçleri yetmez. Eğer sıdk ve yakin ile Allah için amel yapabilirsen öyle yap. Eğer yapamazsan sevmediğin şeylerde sabretmekte çok hayır vardır. Yardım sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukla beraber kolaylık vardır."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) binitinin terkisindeyken:

“Sana, Allah'ın kendileriyle faydalandıracağı şeyler öğreteyim mi?" diye sorunca, ben:

“Evet" cevabını verdim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İlme önem ver. İlim müminin dostudur. Hilim yardımcısı, akıl yol göstericisi, amel onu doğrultan, rıfk babası, yumuşaklık kardeşi, sabır ise ordularının komutanıdır."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve Harâitî, Kitabu'ş-Şükr'de, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İman iki parçadır. Bir yarısı sabırda, diğer yarısı şükürdedir."

Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan naklettiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sabır imanın yarısıdır. Yakîn ise imanın tamamıdır."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Taberânî ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan mevkuf olarak aynı hadisi naklettiler. Beyhakî hadisin mahfûz olduğunu söyledi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki:

“İmanın dört desteği vardır. Sabır, adalet, yakîn ve cihad."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî bildiriyor: Câbir b. Abdillah der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Hangi iman daha üstündür?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabır ve müsamahakâr olmak" cevabını verdi. "Hangi müminin imanı daha kâmildir?" diye sorulunca ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ahlâkı en güzel olanındır" cevabını verdi.

Beyhakî, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr el-Leysî'den, o babasından, o da dedesinden şöyle bildirir: Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken bir adam geldi ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! İman nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabır ve müsamahakâr olmaktır" cevabını verince, adam:

“Hangi müslüman daha üstündür?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanların dilinden ve elinden selamette oldukları kimsedir" cevabını verince, adam:

“Hangi hicret daha üstündür?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kötülükten uzaklaşanın hicreti" cevabını verince, adam:

“Hangi cihad daha üstündür?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Savaşçının atının öldürüldüğü ve kanının döküldüğü cîhad" buyurunca, adam:

“Hangi sadaka daha üstündür?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Malı az olanın kendini zora zokmasına rağmen vermesidir" cevabını verince, adam:

“Hangi namaz daha üstündür?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamı uzun olan namazdır" cevabını verdi.

Ahmed ve Beyhakî'nin, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre bir adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Hangi amel daha üstündür?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabır ve müsamahakâr olmak" cevabını verdi. Adam:

“Bundan daha üstün olanını söylemeni istiyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'ın takdir ettiği bir konuda O'nu itham etme" buyurdu.

Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“İman, sabır ve müsamahakâr olmaktır. Sabır, Allah'ın haram kıldıklarına sabır ve farz kıldıklarını eda etmede sabırdır."

İbn Ebî Şeybe, Kitabu'l-îman'da ve Beyhakî bildiriyor: Hazret-i Ali der ki:

“Sabır, iman için bedendeki baş gibidir. Baş kesildiği zaman bedenin diğer kısmı kokar. Sabrı olmayanın imanı da yoktur."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Benliğini dünyanın kaygıları içine sok. fakat oradan sabırla çık. Nefsin hakkında bildiklerin seni insanlara karşı sabırsız davranmaktan alıkoysun."

Beyhakî, Berâ b. Âzib'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim nefsanî arzularını dünyadayken tatmin ederse, âhiretteki arzularıyla arasına engel konulur. Toplumun ileri gelenlerinin debdebesine göz diken kişi gökyüzü melekleri tarafindan hor görülür. Kim az geçimliğe razı olursa Allah, onu Firdevs Cennetinde dilediği yerde konaklatır."

Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Müslüman olup rızkı kendisine yetecek kadar olan ve buna sabreden kişi kurtuluşa ermiştir. "

Beyhakî, Ebu'l-Huveyris'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın, kendisine yetecek kadar rızık verip te buna sabreden kişiye ne mutlu" dediğini bildirir.

Beyhakî bildiriyor: As'as der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişinin yokluğunu hissedip onu sorunca, adam geldi ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! Şu dağa gidip inzivaya çekilerek Allah'a ibadet etmek istedim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“islam diyarlarından birinde, hoşlanmadığınız bir şeye bir saat sabretmeniz, tek başına kırk yıl ibadet etmenizden daha hayırlıdır" buyurdu.

Beyhakî, As'as b. Selâme tarikiyle, Ebû Hâdir el-Esedî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişinin yokluğunu hissedip onu sorunca, inzivaya çekilip kendini ibadete verdiğini söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı getirtip şöyle buyurdu:

“Şunu bilin ki, Müslümanlar arasında yaşamak, yalnız kalıp kırk yıl ibadet yapmaktan daha hayırlıdır." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü üç defa söyledi.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Tirmizî ve İbn Mâce, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Müslümanların arasına karışarak onların eziyetlerine katlanan kimse, halk arasına karışmayıp eziyete katlanmayan kimseden daha hayırlıdır."

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hanginiz, Allah'ın kendisini Cehennem ateşinden korumasından hoşlanır?" deyip şöyle devam etti:

“Şunu bilin ki Cennet için amel engebeli ve zordur. (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü üç defa tekrarladı). Şunu bilin ki Cehennem için amel ise, dalgınlıkla yapılabilecek kadar kolaydır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü de üç defa tekrarladı). Mutlu, fitnelerden korunan, belaya uğradığı zaman sabreden kişidir. Cennet için amel edip fitnelerden korunmak ve belaya sabretmek ne güzel şeydir. "

Beyhakî zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, zorluğa üç gün katlanan her ev halkına mutlaka rızık gönderir."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Ömer'den aynı rivâyette bulundu.

Beyhakî başka bir kanalla ve zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim acıkır veya itiyaç sahibi olur da bunu halktan gizlerse, Allah'ın onu bir senenik helal rızıkla rızıklandırması haktır. "

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah kimin dünyalık elde etmesine üç gün mani olur da bu kişi, acizliğe düşmeden sabredip bu halde bile Allah'tan razı olursa, Cennet ona vacib olur."

Beyhakî, Şureyh'ten bildirir:

“Bir musibete maruz kaldığım zaman Allah'a dört defa hamd ederim. Musibetin bundan daha büyük olmamasına hamd ederim, bu musibete karşı bana sabır nasib ettiği için hamd ederim, uğradığım musibetin sevabını Allah'tan beklemeyi nasib ettiği için hamd ederim ve musibetin dinimle ilgili değil de dünyamla ilgili olmasına hamd ederim."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının yanına çıkıp şöyle dedi:

“Sizin içinizden hanginiz, Allah'ın kendisine hiç okumadan ilim vermesini ve yol gösteren olmadan hidayet bulmasını ister? Sizin içinizden hanginiz Allah'ın kendisinden körlüğü gidermesini ve kendisini basiretli (ileri görüşlü) yapmasını ister? Dikkat edin! Şüphesiz ki, kim dünyaya meyi etmez ve dünya hakkında uzun uzun düşünmezse, Allah ona öğrenmeden ilim verir ve yol gösteren olmadan doğru yola erdirir. Uyanık olun! Muhakkak sizden sonra bir topluluk bulunacaktır ki, insanları haksız yere öldürmeden ve kibirlenmeden mülk ve saltanat elde edemeyecekler. Böbürlenme ve cimrilik olmadan zengin olamayacaklar. Nefislerinin arzularına uyup dinden çıkmadan da kendilerini sevdiremeyecekler. Uyanın! Sizlerden herhangi biriniz o zamana ulaşır da zenginliği elde etmeye gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevilmeye kadir iken milletin nefretine tahammül eder, izzet (güçlü olmak) elinde olduğu halde zillete (güçsüzlüğe) tahammül ederse ve bunları yalnız Allah rızası için yaparsa, Allah ona elli sıddık sevabı verir. "

Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İmanın en üstünü, sabır ve müsamahakârlıktır. "

Mâlik, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî bildirir: Ebû Saîd el-Hudrî, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim iffetli olmak isterse Allah ta onu iffetli kılar. Kim de sabretmek için sabır ve tahammül gösterirse Allah ta onu sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve faydası geniş olan bir şey verilmemiştir."

Ahmed, Zühd'de bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb der ki:

“Hayatımızın hayrını (tadını) sabırla kazandık."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Meymûn b. Mihrân'ın, "Ne peygamber, ne de başka hiç kimse birçok hayrı sabırdan başka bir şeyle elde etmemiştir" dediğini bildirir.

Ahmed, Ebû Dâvûd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Huzeyfe der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve İbn Asâkir, Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) rüzgârlı gecede, rüzgâr dinene kadar Mescid'de kalırdı. Güneş veya Ay tutulduğu zaman da, tutulma bitene kadar namaz kılardı."

Ahmed, Nesâî ve İbn Hibbân, Suheyb'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Peygamberler sıkıntılı zamanlarında namaz kılarlardı."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirir: İbn Abbâs bir yolculuğunda bir oğlunun vefat haberini alınca, bineğinden inip iki rekat namaz kıldı, sonra "İnna lillah ve innâ ileyhi râciûn (Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve Ona döneceğiz) deyip:

“Allah'ın bize "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin..." âyetinde emrettiği gibi yaptık" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Abbâs bir yolculuktayken kardeşi Kusm'un vefat haberini alınca "İnna lillah ve innâ ileyhi râciûn (Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve Ona döneceğiz) deyip yoluna kenarına geçerek, kâdeyi uzattığı iki rekat namaz kıldı. Sonra bineğine binmek için giderken:

“Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir" âyetini okudu.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ubâde b. Muhammed b. Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Ubâde vefat edeceği zaman şöyle dedi:

“Vefatımdan dolayı sakın kimse ağlamasın. Ruhum çıktığı zaman güzelce abdest alınız, sonra her biriniz mescide girip namaz kılsın ve hem Ubâde için, hem kendisi için bağışlanma dilesin. Yüce Allah "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin..." buyuruyor. Sonra acele olarak beni kabrime götürünüz."

Abdürrezzâk, Musannef’te ve Beyhakî, Ma'mer tarikiyle Zührî'den, Humeyd b. Abdirrahman b. Avf'tan, o da ilk muhacir kadınlardan olan annesi Ümmü Gülsüm binti Ukbe'den, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin..." âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: Abdurrahman b. Avf kendinden geçince yanındakiler vefat ettiğini zannettiler ve hanımı mescide çıkıp âyette emredildiği gibi namazla yardım istemek için namaz kıldı. Abdurrahman kendine gelince:

“Demin bayıldım mı?" diye sordu. Yanındakiler:

“Evet" cevabını verince, Abdurrahman şöyle dedi:

“Doğru söylediniz. Demin yanıma iki melek gelip:

“Yürü seni Azîz olan Allah'ın huzurunda hesaba çekeceğiz" dediler. Başka bir melek:

“Geri dönünüz. Bu kişi, daha anne karnındayken bahtiyar oldukları yazılan kişilerdendir. Bırakın oğulları onunla Allah'ın dilediği kadar beraber olsunlar" dedi." Abdurrahman b. Avf, bu olaydan sonra bir ay daha yaşayıp vefat etti.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Mukâtil b. Hayyân, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir." ' âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Ahireti istemeye farzları yerine getirmede sabırla ve namaz kılmakla yardım isteyiniz. Namazı hakkını vererek vaktinde, kıraatine, rükua, secdelere, tekbirlere ve teşehhüde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salavat getirmeye, namaza başlamadan temizlik kurallarını hakkıyla yerine getirmeye dikkat ediniz. Namazın hakkını vermek budur. "...Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir..." sözünden kastedilen ise, kıblenin Beytu'l-Makdis'ten Kâbe'ye dönderilmesi münafık ve Yahudilerin ağırına gitmesidir. Huşû sahiplerinden ise mütevazı olanlar kastedilmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyetten geçen kebîre'den kastın ağır gelmek olduğunu söyledi.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Zeyd, "...ağır gelen bir görevdir" sözünü açıklarken şöyle dedi: Müşrikler:

“Vallahi ey Muhammed! Sen bizi çok ağır bir şeye davet ediyorsun" dediler. Müşriklerin kastettikleri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onları namaza ve Allah'a imana davet etmesiydi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Allah'a saygıdan kalbi ürperenler..." âyetinde kastedilenin, Allah'ın indirdiğine iman edenler olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'in, "...Allah'a saygıdan kalbi ürperenler..."âyetinde kastedilenin, gerçek müminler olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr bildirir: Ebu'l-Âliye, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler..." âyetinde kastedilenin (Allah'tan) korkanlar olduğunu söyledi.

46

"Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Kur'ânda "zan" olarak geçen her kelime kesin olarak bilmek manasındadır."

İbn Cerîr, Katâde'nin, "Kur'ân'da âhiretle ilgili olarak geçen her zan kelimesi kesin bilgi anlamındadır" dediğini nakleder.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "...O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir" âyetinin anlamını açıklarken:

“Kıyamet Günü Allah'a döneceklerine kesin olarak inanırlar" demiştir.

47

"Ey İsraîloğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, "...Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyetini okuduğu zaman, "İsrailoğulları geçip gitmiştir. Âyette sizler kastedilmektesiniz" derdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne, "...Size verdiğim nimet ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyetindeki nimet açıklarken şöyle dedi:

“Bunun manası, «Allah'ın, hükmünüz altına verdiği insanları ve nimetleri hatırlayın» demektir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, İsrailoğullarına verdiği nimetlerden bazılarını söylemiş, bazılarını söylememiştir. Onlar için kayadan su fışkırttı, kudret helvası ve bıldırcın indirdi ve Firavun ile ailesine kölelikten kurtardı."

Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "...sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İsrailoğulları kendi çağdaşlarına üstün kılındılar. Her dönemin insanlarına âlem denilir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücahid, "...sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İçlerinde bulundukları insanlara üstün kılındılar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "...sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Kendilerine verilen mülk, peygamberler ve kitaplarla o zamanki insanlara üstün kılındılar. Her dönemin insanlarına âlem denilir."

48

"Kimsenle kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun."

Hâkim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Ubey b. Ka'b'a, bu âyeti okurken (.....) kelimesini, te harfiyle (.....) şeklinde okuduğumda bana şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bu âyetin (.....) kelimesini te harfiyle, (.....) kelimesini de te harfiyle ve (.....) kelimesini ise ye harfiyle okuttu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, "Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Mümin olanın kâfire hiçbir fayfası dokunmaz."

İbn Cerîr, Amr b. Kays el-Melâî'den, o da Şam halkından Ümeyye oğullarından, iyi olduğu söylenen bir adamdan şöyle nakleder: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu âyette geçen "Adi" kelimesinin manası nedir?" diye sorulunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fidyedir" cevabını verdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "... kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun" âyetindeki (.....) kelimesinin manasının fidye olduğunu söyledi.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor:

“Bizim kıraatimizde, Bakara sûresinin ellinci âyetinden önce gelen (.....) âyeti, (.....) şeklinde okunmaktadır.

49

"Firavun hanedanından sizi Kurtardığımız zamanı hatırlayın. Size azabın en kötüsünü tattırıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbiniz tarafından sizin için büyük bir imtihan vardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der: Kâhinler, Firavun'a:

“Bu yıl senin saltanatını yok edecek bir çocuk doğacak" deyince, Firavun her bin kadının başına yüz, her yüz kadının başına on ve her on kadının başına bir adam dikip:

“Şehirdeki hamile olan bütün kadınlara bakınız, doğurdukları çocuk erkekse onu kesiniz, kızsa bırakınız" dedi. Âyette geçen "...oğullarınızı boğazlayıp kızlarınızı sağ bırakıyorlardı...." sözü buna işaret etmektedir."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye, âyette geçen:

“...Size azabın en kötüsünü tattırıyorlar..." sözünün manasını açıklarken şöyle dedi:

“Firavun hanedanı onlara dört yüz yıl hükmetmişti. Kâhinler:

“Bu yıl Mısır'da bir çocuk doğacak ve senin helakin onun elinden olacaktır" deyince, Firavun, Mısır'ın her bir tarafına ebe kadınlar gönderdi. Kadınlar çocuk doğurduğunda ebeler onu alıp Firavuna götürüyorlardı. Firavun, erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını sağ bırakıyordu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "... Bunda Rabbiniz tarafından sizin için büyük bir imtihan vardır" âyetini "... Bunda Rabbiniz katından sizin için büyük bir nimet vardır" şeklinde açıklamıştır.

Vekî, Mücâhid'in "... Bunda Rabbiniz tarafından sizin için büyük bir imtihan vardır"  âyetini "... Bunda Rabbiniz katından sizin için büyük bir nimet vardır" şeklinde açıklamıştır.

50

"Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun ailesini batırmıştık"

Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Evet vallahi! Denizi onlar için yardı ve ondan yürüyüp geçmeleri için kupkuru oldu. Onları kurtarıp, düşmanları olan Firavun'un adamlarını denizde boğdu. Onların bunları bilip şükretmeleri için Allah nimetlerini kendilerine açıklıyor."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuklarını görüp:

“Neden bu gün oruç tutuyorsunuz?" diye sordu. Yahudiler:

“Bu gün Allah İsrailoğularını düşmanlarından kurtardığı için Mûsa bu gün oruç tutmuştur" cevabını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biz, Mûsa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.

Taberânî ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Heraklius:

“Eğer onlarda peygamberliğin izlerinden bir şey kalmışsa sorduklarıma cevap verirler" diyerek Muaviye'ye bir mektup yazarak, samanyolunu, gökkuşağını ve Güneş'in sadece bir saat (süre) değdiği yeri sordu. Mektup ve elçi Muâviye'ye gelince:

“Bu güne kadar bana böyle soruların sorulacağını tahmin etmemiştim. Kim bunların cevabını verebilir?" dedi. Yanındakiler:

“İbn Abbâs cevap verir" karşılğını verince, Muâviye, Heraklius'un mekubunu dürüp İbn Abbâs'a gönderdi. İbn Abbâs sorulara cevap olarak şöyle yazdı:

“Gökkuşağı, yeryüzü halkının selden korunmalarını sağlar. Samanyolu ise gökyüzünün kapısıdır. Güneş'in sadece bir saat değdiği yer ise İsrailoğullarının geçmesi için açılan denizdir."

Ebû Ya'lâ ve İbn Merdûye, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Deniz, İsrailoğulları için Aşura günü yarılmıştı."

51

"Mûsa'ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik.."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Musa'ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (ilah) edindiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu "kırk gece" Zu'lkâde ayı ile Zu'lhicce ayının on günüdür. Mûsa, kavminin başına kardeşi Hârûn'u bıraktı ve Tûr dağında kırk gece kaldı. Bu sırada Tevrat levhalar halinde kendisine nazil oldu, Rabbi onunla konuşmak için kendisine yaklaştırdı ve Mûsa, Kalem'in sesini bile duydu. Bize bildirilene göre bu kırk gün zarfında, dağdan ininceye kadar abdest bozmadı.

"...Sonra haksızlık ederek buzağıyı (ilah) edindiniz."

İbn Ebî Hâtim'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğinme göre İsrailoğullarının taptığı buzağının adı Yehbûs'tu.

52

"Sonra bunun ardından, şükredersiniz diye, sizi bağışlamıştık."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Sonra bunun ardından, şükredersiniz diye, sizi bağışlamıştık" âyetinin manasını açıklarken, "Buzağıyı ilah edindikten sonra affedildiler" dedi.

53

"Doğru yola gidesiniz dîye Mûsa'ya hakkı batıldan ayıran Kitabı vermiştik."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, "Doğru yola gidesiniz diye Mûsa'ya hakkı batıldan ayıran Kitabı vermiştik" âyetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Kitab, hak ile batılı birbirinden ayıran Furkân'dır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Furkân: Tevrat, İncil, Zebûr ve Kur'ân'ın isimlerini bir arada toplar."

54

"Mûsa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz sîz, buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tövbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tövbeleri kabul eden ancak O'dur."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Mûsa, Rabbinin, birbirlerini öldürmelerine dair emrini İsrâiloğullarına bildirince, buzağıya tapanlar saklandılar ve bulundukları yerlerde oturup kaldılar. Buzağıya tapmayanlar ise hançerleri ellerine alıp diğerlerini öldürmek istediler. Tam o sırada kendilerini şiddetli bir karanlık kapladı, onlar da karanlıkta birbirlerini öldürmeye başladılar. Karanlık kalktığında yetmiş bin kişinin öldüğü görüldü ve bu olay, öldüren için de, öldürülen için de bir tövbe kabul edildi."

İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den şöyle bildirir: İsrailoğulları, Mûsa'ya:

“Tövbemizin kabul edilmesi için ne yapmamız gerekir?" diye sorunca, Mûsa:

“Birbirinizi öldürmeniz gerekir" cevabını verdi. Bunun üzerine ellerine bıçakları aldılar ve kişi, babasını, kardeşini oğlunu önüne kim gelirse önemsemeden öldürmeye başladı. Sonunda içelerinden yetmiş bin kişi ölünce, Allah, Mûsa'ya:

“Artık birbirlerini öldürmeyi bırakmalarını emret, öldürülen kişiler bağışlanmış, sağ kalanların da tövbesi kabul edilmiştir" diye vahyetti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "...kendinize kötülük ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“O topluluğa çok şiddetli bir imtihan emredildi ve kalkıp hançerlerle birbirlerini vurmaya başladılar. Allah onlara gereken cezayı verdikten sonra hançerler ellerinden düştü ve birbirlerini öldürmeyi bıraktılar. Allah, bu olayı sağ kalanlar için tövbe ölenler için şehadet saydı."

Ahmed, Zühd'de ve İbn Cerîr, Zührî'den bildiriyor:

“İsrailoğullarına kendilerini öldürmeleri emredilince Mûsâ ile kalkıp kılıçlarla vuruştular ve birbirlerini hançerlediler. Mûsa ise ellerini semaya açmıştı. Birbirlerini öldürdüklerinde:

“Ey Allah'ın peygamberi! Bizim için dua et" deyip ellerine sarıldılar. Allah tövbelerini kabul edinceye kadar Mûsa, birbirlerini öldürmeye devam etmelerini emretti. Allah tövbelerini kabul edince birbirlerini öldürmekten vazgeçtiler ve silahları bıraktılar. Mûsa ve İsrailoğuları öldürülenler için çok üzülmüşlerdi. Yüce Allah, Mûsa'ya şöyle vahyetti:

“Neden üzülüyorsun? Sizden öldürülenler yanımda diridirler ve rızıklanmaktadırlar. Sağ kalanların ise tövbesi kabul edilmiştir." Bunun üzerine Mûsa ve israiloğulları sevindiler."

et-Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Âyette geçen Bâri'in manası nedir" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Sizi yaratan" demektir cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi bilir miydi?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle cevap verdi:

“Evet, sen Tubba'nın şu şiirini duymadın mı?

Ahmed'in, Allah'ın peygamberi olduğuna

Canları yaratan tarafından gönderildiğine şahitlik ederim

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, âyette geçen Bâri'in manasının yaratan olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Mûsâ, Rabbinin, birbirlerini öldürmelerine dair emrini onlara bildirince, onlar bu emri yerine getirdiler ve Allah tövbelerini kabul etti."

55

Bkz. Ayet:56

56

"Ey Mûsa! Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız, demiştiniz de gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı. Ölümünüzden sonra, şükredesfnîz dîye sîzi tekrar diriltmiştik."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) kelimesinin apaçık manasına geldiğini söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Rabî b. Enes, "Ey Mûsa! «Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız» demiştiniz de gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı. Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik" âyetlerini açıklarken şöyle dedi:

“Allah'ı apaçık görmek isteyenler, Mûsa'nın seçmiş olduğu yetmiş kişidir. Kendilerini yıldırım çarpınca öldüler, sonra kendilerine takdir edilen ömürlerini yaşamaları için tekrar diriltildiler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“O topluluk Allah'ı apaçık görmek istediklerinden dolayı öldürülmek suretiyle cezalandırıldılar. Sonra kalan ömürlerini yaşamaları için Allah onları tekrar diriltti."

et-Tastî'nin bildirdiğine göre, Nâfi el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Âyette geçen Sâkia, nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Azab manasındadır ve aslı ölüm demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mıydı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Evet, yoksa sen Lebîd b. Rabîa'nın şöyle dediğini duymadın mı?

Senin için ölümden korkuyordum

Ama azab görmeyeceğinden emindim.

57

"Ve üzerinize bulutla gölge yaptık. Size men ve selva indirdik. Size verdiğimiz helâl rızıklardan yiyiniz. Onlar bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmeder dururlardı."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Ve üzerinize bulutla gölge yaptık. Size men ve selva indirdik. Size verdiğimiz helâl rızıklardan yiyiniz. Onlar bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmeder dururlardı"' âyetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir:

“Bu bulut, normal bulutlardan daha soğuk ve daha güzel bir buluttur. O, bulut öyle buluttu ki, Allah Kıyamette onda gelir. Bedir günü melekler o bulutta geldiler. O bulut Tîh sahrasında onlarla beraberdi."

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Âyette zikredilen bulut, bildiğimiz bulut değildir. Allah Kıyamette bu bulutta gelir ve bu bulut sadece onlar için gönderilmiştir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen bulutun, yağmur taşımayan beyaz bulut olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd'in, Ebû Miclez'den bildirdiğine göre bu bulut Tîh sahrasında onlara gölge yapmıştı.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Katâde der ki:

“İsrailoğulları sahradayken Allah bulut göndererek onları güneşe karşı gölgeledi. Kudret helvası ve bıldırcın etiyle onları doyurdu. Sahraya çıktıkları zaman üzerlerine fecrin doğuşundan güneşin çıkışına kadar kar gibi sütten daha beyaz, baldan daha tatlı helva yağıyordu. Herkes o gün kendisine yetecek kadarını alıyordu. Fazla alan olduğunda aldığı fazlalık bozuluyordu. Altıncı gün Cuma gününe denk gelince, o gün cumartesi de yetecek kadar aldılar. Çünkü cumartesi günü dünyalık iş yapmaları yasaktı. Bütün bunlar sahraya çıktıkları zaman olmuştu."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime şöyle dedi:

“Menn, Allah'ın kendilerine çiğ gibi indirdiği pişmiş hurmaya benzer bir şeydi. Selvâ ise serçeden daha büyük bir kuştu.

Vekî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid, menn'in (ağaçların gövdesinde çıkan) zamk, selvâ'nın ise kuş olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî şöyle der:

“İsrailoğulları: «Ey Mûsa! Burada su ihtiyacını nasıl gidereceğiz, yemek nerede?» deyince, Allah onlara kudret helvasını indirdi. Helva, zencebil ağaçlarına yağıyordu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e:

“Menn nedir?" diye sorulunca, "Buğday özünden yapılmış yufka ekmeğidir" cevabını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî b. Enes'in şöyle dediğini bildirir:

“Menn, gökten inen bal gibi bir içecektir. Onu suyla karıştırıp içiyorlardı."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğne göre İbn Abbâs der ki:

“Menn, gece ağaçlara yağıyordu ve sabah gidip diledikleri kadar yiyorlardı. Selvâ ise bıldırcına benzeyen bir kuştu ve ondan da diledikleri kadar yiyorlardı."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Menn, gökyüzünden ağaçlara yağan bir şeydi ve ondan diledikleri kadar yiyorlardı. Selvâ ise bıldırcın kuşudur" dediğini nakleder.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Zeyd, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mantar, kudret helvası cinsinden bir rızıktır. Suyu da göze şifadır. "

Ahmed ve Tirmizî, Ebû Hureyre kanalıyla aynı hadisi naklettiler.

Nesâî, Câbir b. Abdillah, Ebû Saîd el-Hudrî ve İbn Abbâs'tan aynı rivâyette bulundu.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının şöyle dediğini bildirir:

“Selvâ, bıldırcına benzeyen bir kuştur."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Selvâ, bıldırcın kuşudur" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Dahhâk, "Selvâ, bıldırcın kuşudur" derdi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde şöyle der. "Selvâ, kırmızıya çalan renkte bir kuştu. Rüzgar bu kuşu onlara doğru getiriyor ve herkes günlük ihtiyacı kadar alıp kesiyordu. Günlük itiyaçtan fazlasını kesenin kestikleri ise bozuluyordu. Sadece Cuma günü ile cumartesi de yetecek kadar kesebiliyorlardı."

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Vehb b. Münebbih der ki:

“İsrâiloğulları Hazret-i Mûsa'dan et isteyince, Allah: «Onlara yeryüzünde çok az bilinen bir etten yedireceğim» buyurup, bir rüzgâr gönderdi ve bu rüzgâr bir mil kare alana ve bir mızrak boyu yükseklikte olan bıldırcınları yanlarına uçurdu. Bu kuşları yakalayıp ikinci güne sakladıklarında saklanan etler bozuldu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e selvâ'nın ne olduğu sorulunca:

“Güvercin gibi olan besili kuşlardır. Bu kuşlar geliyorlar ve isrâiloğulları, cumartesinden diğer cumartesiye yetecek kadar yakalıyorlardı" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abâs'ın, "... Onlar bize zulmetmediler..." âyetiyle ilgili şöyle dedi:

“Allah, kendisine kimsenin zulmedemeyeceği kadar yücedir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...fakat kendilerine zulmeder dururlardı" âyetinde geçen zulümden kastın "Kendi nefislerine zarar vermeleridir" dedi.

58

Bkz. Ayet:59

59

"Hani demiştik ki:

“Şu kasabaya girin. İstediğinizi bol bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve «hıtta» deyin. Biz de günahlarınızı affedelim. Biz iyilik edenlere daha da artıracağız. Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler..."

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin, bahsedilen kasabadan kastedilenin Beytu'l-Makdis (Kudüs) olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, bu kasabanın Beytu'l-Makdis'teki Eriha oduğunu söyledi.

Vekî, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Hani demiştik ki:

“Şu kasabaya girin, istediğinizi bol bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve «hıtta» deyin. Biz de günahlarınızı affedelim. Biz iyilik edenlere daha da artıracağız" âyetinin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Kapı dar bir kapıdır, secdeden kasıt ise eğilerek girmektir. "Ve hitta deyin" âyetinin manası ise "Bağışlanma dileyerek girin demektir.. İsrailoğulları "hıtta" kelimesi yerine alay ederek, "Hınta" dediler. Yüce Allah'ın, "Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler..." âyeti buna işaret etmektedir.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs, "... Kapıdan secde ederek girin ..."âyetinde kastedilen kapının Beytu'l-Makdis'in "Hıtta" adındaki kapılarından biri olduğunu söyledi.

Vekî, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Kebîr'de ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: Onlara, "... Kapıdan secde ederek girin ..." dendiğinde başlarını eğerek girdiler. Kendilerine "...ve 'hıtta' deyin..." diye emredilince "Hintatun hamrâ fihe şaîra (içinde saç olan kırmızı buğday)" dediler. Bu sebeple Allah onlar için, "Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler..." buyurdu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle dedi:

“İsrailoğulları: İbrâni diliyle «Hitta» yerine, «Hittî, semkâse ezbeh mezbâ (içinde saç olan kırmızı buğday)» dediler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...ve 'hıtta' deyin..."âyetinin manasının:

“Size söylendiği gibi «Bu haktır» deyiniz" olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde ve Hasan(-ı Basrî), "...ve 'hıtta' deyin..." âyetinden kastedilenin:

“Günahlarımızı bağışla" demek olduğunu söylediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İkrime, "... Kapıdan secde ederek girin ve «hıtta» deyin..." âyetinden kastedilenin:

“Başınızı eğerek girin ve «Lâ ilâhe illallah» deyin" demek olduğunu söyledi.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, İkrime tarikiyle İbn Abbâs'ın, "...ve 'hıtta' deyin..." âyetinden kastedilenin, «Lâ ilahe illallah» deyin" demek olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın:

“Âyette bahsedilen kapı, kıble tarafındaydı" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Hitta kapısı, Beytu'l-Makdis'in kapısıdır. Hazret-i Mûsa kavmine bu kapıdan girerken:

“Hitta" demelerini emretti. Kapıdan girecekleri zaman, başlarını eğmeleri için kapı alçaldı. Secdeye vardıkları zaman "Hitta" dediler.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Hani demiştik ki:

“Şu kasabaya girin. İstediğinizi bol bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve 'hıtta' deyin. Biz de günahlarınızı affedelim. Biz iyilik edenlere daha da artıracağız. Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler..." âyetleriyle ilgili şöyle dedi:

“Bu kapının, Beytu'l-Makdis'in kapılarından biri olduğunu söylerdik. Hitta diyenlerden günahkâr olanların günahları bağışlandı, eğer iyilik sahibi ise Allah onun iyiliklerini arttırdı. Ama zalimler kendilerine söylenmiş olan sözü değiştirdiler ve Allah'a karşı küstahlık yapıp kendilerine verilen emre muhalefet ettiler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "... Biz iyilik edenlere daha da artıracağız..." âyetini manasının, "İyilik sahibi olanların iyiliklerini arttırırız, günahkârların ise hatalarını bağışlarız" olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk, Ahmed, Buhârî, Müslim, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İsrailoğullarına: «Kapıdan secde ederek girin ve "Hitta" deyin» dendiği zaman, bu emri değiştirerek kıçları üzerine sürünerek girdiler ve: «Saç içinde bir tane» dediler. "

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: İbn Abbâs ve Ebû Hureyre, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklettiler:

“İsrailoğuları, kendilerine secde ederek girmeleri emredilen kapıdan kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve girerken: «Saç içinde bir buğday tanesi» dediler."

Ebû Dâvûd ve Diyâ el-Makdisî'nin, el-Muhtâra'da, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, îsrailoğullarına:

“... Kapıdan secde ederek girin ve 'hitta' deyin. Biz de günahlarınızı affedelim..." buyurdu."

İbn Merdûye, Ebû Saîd'in şöyle dediğini nakleder: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yolculuğa çıktık ve gecenin sonunda, Zâtu'l-Hanzal denilen bir tepeye geldiğimizde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu gece bu tepe, Yüce Allah'ın İsrailoğullarına: «... Kapıdan secde ederek girin ve 'hitta' deyin. Biz de günahlarınızı affedelim...» buyurduğu kapıya benziyor" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ali b. Ebî Tâlib'in şöyle dediğini bildirir:

“Biz bu ümmet içinde, Nûh'un gemisine (binenler) ve İsrailoğullarından «Hitta» deyip günahları bağışlananlara benziyoruz."

"...Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten azab indirdik."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah'ın Kitab'ında "Ricz" olarak geçen her kelime azab manasındadır."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Sa'd b. Mâlik, Usâme b. Zeyd ve Huzeyme b. Sâbit'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bu neba, azab ve sizden önceki insanların cezalandırıldığı azab kalıntısıdır. Bulunduğunuz yerde bu hastalık meydana çıktığında oradan çıkmayınız. Veba salgının olduğunu duyduğunuz yere de girmeyiniz. "

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den, âyette geçen "Ricz" kelimesinin manasının azab olduğunu bildirir.

60

"Mûsa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) «Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin» dedik."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Mûsa (çölde) kavmi için su istemişti..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bu olay, Tîh sahrasında olmuştur. O zaman Mûsa taşa vurdu ve her kabilenin içmesi için taştan on iki pınar fışkırdı."

Abd b. Humeyd bildiriyor: Katâde, "Mûsa (çölde) kavmi için su istemişti Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu olay sahrada susuzluktan korktukları zaman olmuştur. Hazret-i Mûsa su isteyince, kendisine taşa sopasıyla vurması emredildi. Bu taş, Tûr dağından getirilmiş bir taştı ve onu beraberlerinde taşıyorlardı. Bir yerde konakladıkları zaman Hazret-i Mûsa asasıyla taşa vuruyor, taştan on iki pınar fışkırınca her kabile hangi kaynaktan içeceğini biliyordu."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Hazret-i Mûsa'nın taşa vurmasıyla on iki pınar fışkırdı. Bu olay Tîh çölünde yolu kaybettikleri zaman olmuştu."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Cuveybir'e:

“...Her bölük, içeceği kaynağı bildi..." âyetinin manası sorulunca şöyle cevap verdi:

“Hazret-i Mûsa taşı koyuyor ve her kabileden bir adam kalkınca Hazret-i Mûsa taşa vurunca ondan on iki pınar fışkırıyordu. Ayağa kalkan adamlardan her biri bir pınarın yanına gidip susuzluğunu gideriyor ve kabilesini su almaları için çağırıyordu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "...sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik" âyetini açıklarken, "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için koşuşturmayın" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'nin, "...sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik" âyetini açıklarken "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için koşuşturmayın" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, "...sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik" âyetinin anlamının, "Günahlardan sakınınız" demek olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde, "...sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik" âyetini açıklarken, "Yeryüzünde dolaşıp fesat çıkarmayın" dedi.

İbn Ebî Şeybe bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Mûsa kavmi için su isteyip (taştan pınarlar fışkırınca) «İçin ey eşekler!» dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, ona: «Kullarımı eşek diye adlandırma» buyurdu."

61

"Hani siz demiştiniz ki: «Ey Mûsa! Bir yemek üzerinde asla sabır gösteremeyiz. Bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği şeylerden; baklası, acuru, sarımsağı, mercimeği ile soğanından çıkarsın.» Dedi ki: «Daha aşağı olan o şeyi o daha hayırlı olan ile değiştirmek mi istiyorsunuz?! Bir şehre inin; o taktirde istediğiniz şeyler sizin olacaktır.» Böylece üzerlerine alçaklık ve yoksulluk vuruldu. Allah'dan bir gazaba uğradılar; işte bu, Allah'ın ayetlerini bilinçli olarak inkâr etmeleri ve haksız yere nebilerini öldürmeleri sebebiyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Mûsa! Bir tek yemekle yetinemeyiz..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kudret helvası ve bıldırcın etiyle yetinemeyeceklerini söyleyip bu yemekleri âyette zikredilen sebze ve benzeri şeylerle değiştirdiler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Sahrada yedikleri kudret helvası ve bıldırcın etinden usandılar ve daha önce yedikleri çeşitli yemekleri hatırlayarak "...Rabbine dua et de..." diyerek âyette geçen yiyecekleri istediler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, değişik tariklerle bildirdiklerine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) kelimesinin ekmek olduğunu, başka bir lafızda ise Hâşimoğullarının lisanına göre buğday olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, M. el-Kebîr'de değişik tariklerle İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona, "Âyette geçen (.....) kelimesi ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Buğday demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mıydı?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Tabi ki! Uhayha b. el-Culâh'ın:

Ben fum (buğday) ziraati dolayısıyla Medine'ye gelmiş insanlar arasında en zengin kimse idim " dediğini duymadın mı?

Vekî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ve Atâ', âyette geçen (.....) kelimesinin ekmek olduğunu söylediler.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Hasan ve Ebû Mâlik, âyette geçen (.....) kelimesinin ekmek olduğunu söylediler.

İbn Ebî Hâtim, başka bir kanalla İbn Abbâs'tan, (.....)  kelimesinin sarımsak olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr, Rabî b. Enes'in, (.....)  sarımsak anlamına geldiğini bazı kıraatlerde, (.....) olarak okunduğunu söylediğini bildirir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte ve İbnu'l-Münzir bildiriyor: İbn Mes'ûd, bu kelimeyi (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Dâvûd, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Benim kıraatim Zeyd'in kıraatidir. Ben, on âyetten fazla İbn Mes'ûd'un kıraatinden aldım. Bunlardan birisi de, (.....) âyetidir.

et-Tastî, el-Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana yüce Allah'ın, âyette geçen (.....)  sözünün ne anlama geldiğini söyle!" deyince, İbn Abbâs:

“(.....)  buğday demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi bilirmiydi?" diye sorunca ise İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Tabi ki! Yoksa sen Ebû Mihcen es-Sekafî'nin:

Ben fum (buğday) ziraati dolayısıyla Medine ye gelmiş insanlar arasında en zengin kimse olduğumu zannederdim" dediğini duymadın mı?

İbn Abbâs devamla şöyle dedi:

“Ey Ümmü'l-Ezrak'ın oğlu! Bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde ise (İbn Mes'ûd bu kelimeyi (.....) harfiyle okuduğundan) sarımsak manasındadır. Ümeyye b. Ebi's-Salt şöyle der:

O sırada onların evleri oldukça yüksekti.

Oralarda (bahçelerinde) aşinalıklar, sarımsak ve soğan bahçeleri de vardı.

Yine Ümeyye b. Ebi's-Salt şöyle der:

Güzel buğdayı harmanda döverek ufalttı.

Şiddetli yağmur ve dolunun yerdeki bitkileri ufalttığı gibi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“(.....) âyetinde geçen (.....) kelimesinin manası, kötü, âdi demektir."

Süfyân b. Uyeyne, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...O halde şehre inin..." âyetinde kastedilenin herhangi bir şehir olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“...O halde şehre inin..." âyetinde inmeleri emredilen şehir herhangi bir şehirdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "...O halde şehre inin..."âyetinde inmeleri emredilen şehrin Firavun'un şehri olduğunu söyledi.

İbn Ebî Dâvûd ve İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhif te bildiriyor: A'meş, (.....) âyetini tenvinsiz okurdu ve:

“Sâlih b. Ali'nin idaresinde olan şehirdir" derdi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“...İşte (bu hâdiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu..." âyetinde cizye vermeleri kastedilmiştir.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ve Hasan(-ı Basrî), "...İşte (bu hâdiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu..." âyetinde kastedilenin, zelil bir şekilde cizye vermeleri olduğunu söylediler.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'nin, âyette geçen (.....)  sözünün manasının fakirlik olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyette geçen (.....) sözünün manasının dönmek olduğunu söyledi.

Ebû Dâvûd et-Tayâlisî ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir:

“İsrailoğulları günde üç yüz peygamber öldürüyor, sonra günün sonunda çarşıda sebze ve tahıl pazarını kuruyorlardı."

Ahmed'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü en büyük azaba uğrayacak kişi, bir peygamberin öldürdüğü veya bir peygamberi öldüren, dalalete önderlik eden ve resim yapan kişidir. "

Hâkim, Ebû Zer'in şöyle dediğini bildirir: Bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Nebî'i!" diye hitab edince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben Allah'ın Nebî'i değil, Allah'ın Nebisiyim" karşılığını verdi. Zehebî der ki:

“Bu hadis münkerdir ve sahih değildir."

İbn Adiyy, Humra b. A'yen'den bildiriyor: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın selamı üzerine olsun ey Allah'ın Nebîsi!" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben Allah'ın Nebî'i değil, Allah'ın Nebisiyim" karşılığını verdi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle der: Ne Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), ne Ebû Bekr, ne Ömer ne de halifeler Nebi sözünün sonunu hemzeli söylememiştir. Bu şekilde söyleyiş, onlardan sonra çıkarılmış bir bidattir.

62

"Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir."

İbn Ebî Ömer el-Adenî, Müsned'de ve İbn Ebî Hâtim, Selmân'ın şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce dinlerinden olduğum kişilerin namazından ve iabdetlerinden bahsedip durumlarını sorduğumda:

“Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..." âyeti nazil oldu."

Vâhidî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Selmân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (önceki) arkadaşlarını anlatınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar ateştedir" buyurdu. Selmân der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle deyince yeryüzü bana kapkaranlık geldi. Nihâyet "Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir"  âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr, -lafız kendisinindir- ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir"  âyetinin nüzul sebebi hakkında şöyle dediğini bildirir: Bu âyet Selmân el-Fârisî'nin (önceki) arkadaşları hakkında nazil oldu. Selmân, Cündey Sâbûr ahalisinin eşrafındandı ve kralın oğlu ile arkadaştı. Cündi Sâbûr şehrinden ve şehrin ileri gelenlerinden idi. Kralın oğlu ile arkadaş idiler ve yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. "Bu nedir?" diye sorunca, Rahip:

“Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim" cevabını verdi. Bunun üzerine ikisi de rahibin yanına girdiler ve rahip:

“Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Hırsızlık yapmayacaksın, zina etmeyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almayacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlattı. Bu kitap, Allah'ın İsa'ya (aleyhisselam) indirdiği İncil'di. Rahip onları dine davet etti. İkisi de Müslüman oldular. Rahip onlara, kavimlerinin kestiği hayvanların kendilerine haram olduğunu ve etlerini yiyemeyeceklerini söyledi. İkisi de rahibin yanında kalıp kitabın içindekileri öğrendiler. Kral bir bayramda yemek yapıp bütün ileri gelenleri davet etti ve kralın oğlu da bu sofraya davet edildi. Kralın oğlu:

“Benim işim var, sen ve arkadaşların yiyiniz" deyince, kral arkasından birçok haberci gönderdi. Bunun üzerine kralın oğlu: Biz sizin kestiklerinizi yemeyiz. Siz kâfirsiniz ve kestiğinizi yemek helal değildir" dedi. Kral:

“Sana bunu kim emretti?" diye sorunca, oğlu rahibin kendilerine böyle dediğini söyledi. Kral rahibi çağırıp:

“Oğlum ne diyor?" diye sorduğunda, rahip:

“Oğlun doğru söylüyor" cevabını verdi. Bunun üzerine kral:

“Eğer kan akıtmak bize göre büyük bir cinâyet olmasaydı seni öldürürdüm. Memleketimden çık" dedi ve memleketi terk etmesi için bir süre verdi. Selmân der ki:

“Biz rahibin bu durumuna ağlamaya başlayınca rahip:

“Eğer gerçekten iman etmişseniz, ben altmış kişiyle beraber Musul'daki manastırda Allah'a ibadet ediyorum. Yanımıza geliniz" dedi ve yola çıktı." Selmân ve kralın oğlu memleketlerinde yalnız kalınca, Selmân, kralın oğluna:

“Haydi rahibin yanına gidelim" diyor, Kralın oğlu:

“Olur gidelim" cevabını veriyordu. Kralın oğlu sefer için hazırlık yapmak üzere eşyalarını satmaya başladı; ama hazırlığı uzayınca Selmân tek başına yola çıkıp manastıra gitti. Rahip o manastırın sahibiydi. Orada bulunanlar da rahiplerin ileri gelenlerindendi. Selmân orada bütün varlığı ile rabbine ibadet ediyor ve kendini yoruyordu. Rahip ona, "Sen gençsin. Bu kadar çok ibadet etme, korkarım usanırsın. Onun için nefsine ibadeti biraz hafiflet" deyince, Selmân:

“Benim yaptığım mı yoksa senin şu emrettiğin mi daha hayırlıdır?" diye sordu. Rahip:

“Elbet'te senin yaptığın şey" cevabını verince, Selmân:

“O zaman bana karışma" dedi. Sonra manastırın sahibi Selmân'ı çağırıp:

“Bu manastırın bana ait olduğunu biliyor musun? Ben, buradakiler içinde bu manastırda en fazla hakka sahibim. Eğer istersem bunları manastırdan çıkarabilirim; ama ben bunlar kadar ibadet yapamıyorum. Bu sebeple bunlardan daha az ibadet yapan başka bir manastıra gitmek istiyorum. Sen, istersen burada kal, istersen benimle gel" dedi. Selmân:

“Hangi manastırdakiler daha üstündür?" diye sorunca, rahip:

“Buradakiler daha üstündür" cevabını verdi. Selmân:

“O zaman ben bu manastırda kalacağım" deyip, rahiple gitmeyerek o manastırda kaldı. Manastırın sahibi giderken oradakilere Selmân hakkında tavsiyede bulundu. Selmân onlarla ibadet ediyordu. Bir gün, manastırın başrahibi Beytu'l- Makdis'e gitmek isteyince, Selmân'ı çağırıp:

“Ben, Beytu'l-Makdis'e (Kudüs'e) gitmek istiyorum. İster benimle gel, istersen burada kal" dedi. Selmân:

“Seninle gelmem mi daha faziletli, yoksa burada kalmam mı?" diye sorunca, başrahip:

“Benimle gelmen daha faziletlidir" cevabını verdi.

Yolda kötürüm birine rastladılar ve kötürüm olan onları görünce:

“Ey rahiplerin efendisi! Bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin" dedi; ama rahip ona bakmadı ve yola devam ettiler. Beytu'l-Makdis'e gelince başrahip Selmân'a:

“Git ve ilim öğren. Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelirler" dedi. Bunun üzerine Selmân bu âlimleri dinlemeye başladı. Selmân bir gün üzüntülü bir şekilde dönünce rahip:

“Neyin var ey Selmân?" diye sordu. Selmân:

“Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tâbi olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler" cevabını verdi. Bunun üzerine rahip:

“Ey Selmân üzülme! Geride bir Peygamber daha var. Hiçbir peygambere tâbi olan, ona tâbi olandan daha üstün değildir. İşte bu zaman onun beklendiği zamandır. Ben ona kavuşacağımı sanmıyorum. Fakat sen gençsin, belki de ona kavuşabilirsin. O, Arap topluluklarında ortaya çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et ve ona tâbi ol" dedi. Selmân:

“Sen bana, onun belirtilerinden bir şey öğret" deyince, başrahip:

“Onun sırtında peygamberlik mühürü bulunacaktır. O, hediyelerden yiyecek, sadakadan yemeyecektir" karşılığını verdi. Sonra geri döndüler ve o kötürümün yanına vardıklarında, kötürümün:

“Ey rahiplerin efendisi, bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin!" demesi üzerine merkebinden ona doğru eğilip kötürümü tutup yere çaldı ve onun için dua ettikten sonra:

“Allah'ın izniyle kalk!" dedi. Kötürüm sapasağlam ayağa kalkınca Selmân adama şaşkınlıkla bakmaya başladı. Selmân şaşkın şaşkın bakınırken rahib yoluna devam etti ve gözden kaybolup gitti. Selmân şaşkınlığından uyanıp rahibi aradı; ama bulamadı. Yolda Kelb oğullarından iki Arapla karşılaşıp onlara kaybettiği rahibi sorunca, Araplardan biri devesini çökertti ve:

“Bu ne güzel deve çobanıdır" deyip Selmân'ı Medine'ye götürdü.

Selmân diyor ki:

“O sırada üzüldüğüm kadar hiçbir zaman üzülmemiştim." Selmân'ı, Cüheyne kabilesinden bir kadın satın aldı. Selmân, kadının diğer bir kölesiyle birlikte sıra ile onun koyunlarını otlatıyordu. Selmân para biriktiriyor ve Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkacağı günü bekliyordu. Selmân bir gün koyun otlatırken, kendisinden nöbeti devralacak olan arkadaşı geldi ve ona:

“Farkında mısın bugün Medine'ye bir adam geldi. O, peygamber olduğunu iddia ediyor" dedi. Selmân:

“Ben gelene kadar koyunların yanında dur" deyip Medine'ye indi ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bakıp etrafında dolanmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görünce ne istediğini anlayıp elbisesini indirerek mührü gösterdi. Peygamberlik mühürü göründü. Selmân mühürü görünce Resulullah'a yaklaştı ve onunla konuştu. Sonra gidip bir dinara bir koyun ve biraz ekmek alarak Resullah'a getirince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Bu nedir?" diye sordu. Selmân:

“Bu bir sadakadır" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim ona ihtiyacım yok. Sen onu götür Müslümanlar yesin" dedi. Bunun üzerine Selmân tekrar gidip bir dinara ekmek ve et satın alarak Resulullah'a getirdi. Resûlullah:

“Bu nedir?" diye sorunca, Selmân:

“Bu bir hediyedir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Otur ve ye!" dedi. Selmân oturdu ve beraberce onlardan yediler. Yemek yerlerken Selmân, Resulullah'a arkadaşlarını anlattı ve:

“Onlar namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi" dedi. Selmân'ın onlara olan övgüsü bitince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Selmân! Onlar, Cehennem ehlindendir" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü Selmân'a çok ağır gelmişti. Kaldı ki Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer onlar Sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı" demişti. Bunun üzerine Allah:

“Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Selmân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (önceden kendileriyle beraber olduğu) Hıristiyanları, onlardan gördüğü amelleri anlatarak sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman olarak ölmediler" cevabını verdi. Selmân der ki:

“O anda yeryüzü bana kapkaranlık kesildi ve onların kendilerini ibadete vermelerini hatıraadım." Bu olay üzerine:

“Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..."  âyeti nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Selmân'ı çağırıp:

“Bu âyet arkadaşların hakkında nazil oldu" buyurduktan sonra:

“Benim gönderildiğimi duymadan, İsa'nın dini üzere ölen kişi hayır üzeredir. Benim gönderildiğimi duyduğu halde iman etmeden ölen ise helak omuştur" dedi.

Ebû Dâvûd, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Yüce Allah:

“Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..."  âyetinden sonra, "Kim islam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir" âyeti indirmiş ve onu neshetmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Nuceyy tarikiyle Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Yahudilere bu adın verilmesinin sebebi, «Şüphesiz biz sana döndük» demeleridir."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki:

“Yahudilere neden bu adın verildiğini biz daha iyi biliriz. Yahudilere bu ad, Hazret-i Mûsa'nın: «Şüphesiz biz sana döndük» demesi sebebiyledir. Nasrânilere bu ismin veriliş sebebi ise Hazret-i İsa'nın: «Allah'ın dininin yardımcıları olun» demesi sebebiyledir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle der:

“Yahudilere ve Nasrânilere neden bu adın verildiğini biz daha iyi biliriz. Yahudilere bu ismin verilmesinin sebebi Hazret-i Mûsa'nın :

“Şüphesiz biz sana döndük" demesidir. Hazret-i Mûsa vefat ettiği zaman Yahudiler: «Bu söz Mûsa'nın hoşuna giderdi» deyip kendilerine bu adı verdiler. Nasrâniler ise, Hazret-i İsa, "Allah'a giden yolda yardımcılarım kimlerdir?" deyince, Havariler:

“Allah'ın dininin yardımcıları biziz..." demişlerdi. Bu sebeple onlara da Nasrâniler adı verildi."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Nasrânilere bu adın veriliş sebebi, Hazret-i İsa'nın "Nasıra" adındaki bir köyde kalmasıdır. Onlara bu adı kendilerine vermeleri istenmemesine rağmen kendilerini bu adla isimlendirdiler.

İbn Sa'd, Tabakat'ta ve İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Nasrânilere bu adın verilmesinin sebebi, Hazret-i İsa'nın köyünün "Nasıra" olmasıdır."

Vekî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirir: Mücâhid der ki:

“Sâbiîlik, Yahudilik, Mecusilik ve Hıristiyanlıktan meydana gelmiş bir dindir. Onların belli bir dini yoktur."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Sâbiîler, ne Hıristiyan ve ne Yahudi'dir. Onlar kitabı olmayan bir topluluktur."

Abdürrezzâk, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs'a, Sâbiîler hakkında sorulunca şöyle cevap verdi:

“Onlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bir itikada sahiptir. Ne kestikleri yenir, ne de onlarla evlenilir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Sâbiiler, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bir itikada sahiptir." İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise:

“Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında bir itikada sahiptir" şeklindedir.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Sâbiîler Yahudilere gidip:

“Sizin dininiz nedir?" diye sorunca, Yahudiler:

“Peygamberimiz Hazret-i Mûsa'dır ve bize şunları getirmiştir, şunları yasaklamıştır. Bu da Tevrattır. Bize tâbi olan cennete girer" dediler. Sonra Hıristiyanlara gidip aynı şeyi sordular. Hıristiyanlar da Yahudilerin Hazret-i Mûsa için dediklerini Hazret-i İsa için söylediler ve:

“Bu, İncildir. Bize tâbi olan Cennete girer" dediler. Bunun üzerine Sâbiîler:

“Bunlar, biz ve bize tâbi olanlar Cennete girer diyor, Yahudiler de, biz ve bize tâbi olan Cennete girer, diyor, hangisinin dinine uyacağız?" dediler. Bu sebeple Allah onlara (bir dinden çıkıp diğerine giren anlamında) Sâbiîler adını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Sâbiîler, Kitab ehlinden Zebur'u okuyan bir topluluktur" dedi.

Vekî, Süddî'nin "Sâbiîler, Kitab ehlinden bir topluluktur" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Sâbiîler, meleklere tapan, kıbleye dönmeden namaz kılan ve Zebûr'u okuyan bir topluluktur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki:

“Sâbiî, sadece Allah'ın tek olduğunu bilen, uyacağı bir şeriat olmayan ve küfrü gerektiren harekete bulunmayan kişidir."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'z-Zinâd'dan bildiriyor:

“Sâbiîler, Irak tarafında Bekûsâ şehrinde yaşayan ve bütün peygamberlere iman eden bir topluluktur."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Sâibûn diyorlar. Sâibûn ne demek! Doğru olanı Sâbiûn'dur. Hâibûn diyorlar, Hâibûn ne demektir! Doğru olan, Hâtiûn'dur."

63

Bkz. Ayet:64

64

"Sizden kesin söz almıştık. Tur dağını yükselterek tepenize dikmiştik. «Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan olabilmeniz için, size verdiğimiz Kitab'a kuvvetle sarılın, onda bulunanları hatırda tutun» demiştik. Bundan sonra yine yüz çevirdiniz; eğer Allah'ın size bol nimeti ve merhameti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, "Sizden kesin söz almıştık. Tur dağını yükselterek tepenize dikmiştik...'" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bir dağın eteğinde konakladıklarında, dağ yükselerek tepelerine dikildi ve Allah:

“Ya emrimi yerine getirirsiniz ya da dağı üzerinize bırakırım" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Tûr dağı, Tevrat'ın nazil olduğu dağdır. İsrailoğulları dağın alt tarafındaydı" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Merdûyeh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Tûr, bitkisi olan dağ demektir. Bitkisi olmayan dağa Tûr denmez."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid, "Tür, Süryânî dilinde dağ demektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'ın, "Nabatlîler dağa Tûr derler" dediğini bildirir.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“...size verdiğimiz Kitab'a kuvvetle sarılın..." âyetindeki kuvvetten kasıt Kitaba ciddiyetle sarılmaktır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "...onda bulunanları hatırda tutun..." âyetinden kastedilenin, Tevrat'ı okuyup onunla amel etmek olduğunu söylediğini bildirir.

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetinin açıklaması hakkında şöyle dedi:

“Âyetteki sakınmadan kasıt, bulundukları durumdan kurtulmaktır."

65

Bkz. Ayet:66

66

"İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: «Aşağılık maymunlar olun!» dediklerimizi elbette bilmektesiniz. Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: «Aşağılık maymunlar olun!» Dediklerimizi elbette bilmektesiniz" âyetini açıklarken şöyle dedi: (.....) sözüyle, "Onları tanımaktasın" buyurarak günah illememeleri konusunda uyarmış ve:

“Cumartesi günü azgınlık eden (Yahudi)lere, Bana isyan etmeleri sebebiyle isabet eden şeyin sizin de başınıza gelmesinden sakınınız" buyurmuştur. (.....) sözünden kasıt ise, cumartesi balık avlayarak cüretkârlık yapanlar kastedilmiştir, "...bu yüzden kendilerine: «Aşağılık maymunlar olun!» dediklerimizi elbette bilmektesiniz." sözünden kasıt ise, isyan etmeleri sebebiyle Allah'ın onların şekillerini maymuna çevirmesidir. Onlar sadece üç gün maymun olarak kalmışlardır. Bu süre zarfında yemediler, içmediler ve nesilleri olmadı.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Cumartesi günü haddi aşanlar, iki (süt) sağım(ı) arasındaki zaman kadar maymun kaldılar, sonra öldüler. Maymuna çevrilenlerin nesli olmamıştır."

İbnu'l-Münzir, başka bir kanalla İbn Abbâs'tan, "Maymunlar ve domuzlar, şekilleri değiştirilenlerin neslindendir" dediğini nakleder.

İbnu'l-Münzir Hasan(-ı Basrî)'nin, "Maymuna çevrilen bu kişilerin nesli kesilmiştir" dediğini bildirir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in, "...Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz" âyetini şöyle açıkladığını bildirir:

“Allah onların şekillerini değil, kalblerini maymunların kalbleri gibi kılmıştır. Allah, Tevrat'ı kabullenip sonra terkeden Yahudileri, sırtında kitap taşıyan merkeplere benzettiği gibi bu âyette de onları, maymunlara benzetmiştir. Onların şekli, gerçekte maymuna dönüşmemiştir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin bu âyeti şöyle açıkladığını bildirir:

“Onlar için balık helal kılınmış, ama kimin itaat edeceği ve kimin isyan edeceği bilinsin diye cumartesi günü balık yakalamaları haram kılınmıştı. Bu topluluk bu konuda üçe ayrıldı. Birinci grup, balık tutmadı ve Allah'a isyan edilmemesini söyledi. Diğer grup, sadece balık yakalamadı, ama yakalayanlara da karışmadı. Üçüncü grup ise Allah'ın koyduğu yasağı dinlemedi ve isyan edip haddi aştı. Bunlar, Allah'ın kendilerine yasakladığı şeyi işlemeyi terk etmeyince Allah, onlara:

“...Aşağılık maymunlar olun!.."buyurdu ve bu topluluk kadın ve erkek insanlar iken ulumaya başlayan kuyruklu maymunlara dönüştüler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O topluluğun gençleri maymun, yaşlıları ise domuza dönüştüler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âyette geçen (.....) kelimesinin manası zelil demektir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der:

“Âyette geçen (.....) kelimesinin manası alçalmış demektir."

İbn Cerîr, Mücâhid'den aynı yorumu rivâyette bulunmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“...hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık" âyetinde, hadiseyi bizzat görenler ve sonrakilerden kasıt onları gören köylülerdir. Öğüt alacak olan muttakiler ise, onlardan sonra kıyamet gününe kadar gelen herkestir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Âyette geçen (.....) kelimesinden kastedilen şey balıklardır, "...bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık" sözünden kastedilen ise, daha önce ve sonra işledikleri günahlar sebebiyle ibret dersi olmasıdır."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi: (.....) kelimesinden kastedilen şey, onların maymuna dönüştürülmesidir. (.....) sözünden kasıt ise verilen cezadır. (.....) sözünün manası, "Onlardan sonra gelenler (vereceğim) cezamdan sakınsınlar diye" demektir, (.....) sözünden kastedilen ise, onlarla beraber kalanlara ceza olmasıdır, (.....) sözünün manası ise takva sahiplerine hatırlatma demektir."

Abd b. Humeyd bildiriyor: Süfyân der ki: Âyette geçen, "...bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi...kıldık"  denmesinin sebebi, onların günahlarından dolayıdır, "...müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık" sözünde kastedilen, muttakiler ise Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir."

67

"Mûsa, kavmine: «Allah bir sığır kesmenizi emrediyor» demişti de: «Bizimle alay mı ediyorsun?» demişlerdi. O da: «Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım» demişti"

İbn Ebi'd-Dünyâ, Men Âşe ba'de'l-Mevt adlı kitabında İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsrailoğulları zamanında bir surları ve kapıları bulunan, diğeri de harabeye benzeyen iki şehir vardı. Surlu şehir halkı, akşam olduğunda surun kapılarını kapatır, sabah olduğunda ise şehrin surlarına varıp etrafında bir vukuat olup olmadığına bakarlarmış. İşte yine böyle bir gün, sabah uyandıklarında surların dibinde bir ihtiyarın öldürülüp oraya atılmış olduğunu gördüler. Harabe şehrin halkı da onlara yönelerek:

“Arkadaşımızı siz öldürdünüz" dediler. Bu arada, öldürülen yaşlının genç yeğeni de başında ağlayıp:

“Amcamı siz öldürdünüz" diyordu. Onlar da:

“Valahi, şehrimizin kapılarını kapattığımızdan beri açmadık. Arkadaşınızın kanının diyetini de vermeyiz" dediler. Nihâyet olayı çözmesi için Mûsa'ya (aleyhisselam) geldiler. Allah, Musa'ya şöyle vahyetti:

“Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor, demişti; «Bizi alaya mı alıyorsun?» dediklerinde de: «Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım» dedi. «Rabbine bizim adımıza yalvar da onun mahiyetini bize bildirsin» dediler, «O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisi ortası bir sığır olduğunu söylüyor, size emrolunanı yapın» dedi. «Rabbine bizim adımıza yalvar da ne renk olduğunu bize bildirsin» dediler. «O, onun, bakanların içini açan parlak sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor» dedi. «Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz» dediler. «Yeri sürüp, ekini sulayarak boyunduruk altında ezilmemiş, kusursuz, alacasız bir sığır olduğunu söylüyor» dedi. «Şimdi gerçeği bildirdin» deyip sığırı boğazladılar; az kalsın bunu yapmayacaklardı."

İbn Abbâs şöyle devam etti: İsrailoğulları zamanında, dükkânı olan genç bir delikanlı ve yaşlı bir babası vardı. Bir gün başka şehirden gelen bir adam, o gencin dükkânında bulunan bir malı satın almak üzere o gence parasını verdi. Dükkân kapalı, anahtarı da yaşlı babasında olduğundan anahtarı almak için babasının yanına gittiler. Bir de baktılar ki babası dükkânın gölgesinde uyumaktadır. Adam:

“Uyandır" deyince, genç:

“Babam uyuyor ve ben de onu uyandırmaya kıyamam" dedi ve uzaklaştılar. Daha sonra tekrar geldiklerinde ihtiyar derin uykuya dalmış horluyordu. Adam tekrar:

“Uyandır!" deyince genç:

“Babam uyuyor. Ben onu uyandırmaya kıyamam" dedi. Yine bir müddet sonra geldiklerinde babası daha derin bir uykudaydı. Oğlunun merhamet duyguları daha da arttı. Adam bu defa verdiği ücretin iki katını verip:

“Uyandır!" deyince oğlu:

“Hayır! Kesinlikle onu uykusundan ne uyandırır, ne de rahatsız ederim" dedi. Oradan ayrıldıktan sonra müşteri gidip babası da uyanınca, oğlu ona:

“Babacığım! Bir adam buraya gelip falan malı istedi, ancak uykunu bölüp seni rahatsız etmek istemedim" deyince, babası onu azarladı. İşte yüce Allah da gencin bu güzel davranışını ödüllendirmek için israiloğularının aramış oldukları ineği bu gencin ineklerinin arasında kılmıştır. Ona gelip:

“Onu sat!" dediler. O da:

“Onu size satmam" deyince, onlar:

“O halde zorla alırız" dediler. Bunun üzerine genç:

“Kendi malımı benden zorla gasp ederseniz ne olacağını siz daha iyi biiyorsunuz" dedi. Onlar da bu sefer Mûsa'ya geldiler. Mûsa onlara:

“İstediği fiyatı vererek onu malı konusunda razı edin" dedi. Onlar da gelip gence:

“Ne takdir ediyorsun?" diye sorunca, o:

“Benim kararım şudur: Terazinin bir kefesine ineği, diğer kefesine de som altın bırakın, som altın tarafı ağır basarsa kabul ederim" dedi. Kabul edip daha sonra da ineği alıp öldürülen ihtiyarın, iki şehrin ortasında bulunan mezarına geldiler. İki şehir halkı, ağlayan yeğenin bulunduğu mezarın başında toplanıp ineği kestiler. Mûsa, etinin bir parçasıyla mezara vurunca ihtiyar, kafasındaki tozları silkeleyerek kalkıp:

“Malımı almak için, kendisine göre de çok yaşadığımdan dolayı beni yeğenim öldürdü" dedikten sonra tekrar öldü.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de, Abîde es-Selmânî'den bildiriyor: İsrailoğullarından çocuğu olmayan bir adam vardı ve bu adamın çok malı vardı. Kardeşinin oğlu da onun varisiydi. Yeğeni bir gece bu adamı öldürdü ve alıp bir adamın kapısını önünde bıraktı. Sonra amcasını onların öldürdüğünü iddia etmeye başladı. Sonunda silahlanıp birbirlerine saldırınca, içlerinden akıllı birisi:

“Aranızda Allah'ın Resûlü olduğu halde neden birbirinizi öldürüyorsunuz?" dedi ve Hazret-i Mûsa'ya gidip olayı anlattılar. Hazret-i Mûsa:

“...Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor..." deyince, Onlar: «...Bizi alaya mı alıyorsun?..» karşılığını verdiler. Mûsa: «...Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım» dedi..." Eğer itiraz etmeselerdi, en değersiz ineği kesmeleri bile onlar için yeterliydi, ama onlar işi zora sokunca, onlara da kesmeleri gereken ineğin özellikleri zorlaştırıldı. Sonunda kesmeleri emredilen ineğin yanına gittiklerinde, sahibinin sadece bu ineğe sahip olduğunu gördüler. Adam:

“Vallahi! Bunun derisinin doluşunca altından aşağıya vermem" deyince, derisinin doluşunca altın verip ineği alarak kestiler ve bir parçasıyla öldürülen adama vurdular. Adam kalkınca:

“Seni kim öldürdü?" diye sorduklarında, "Bu" deyip kardeşinin oğlunu işaret etti ve tekrar öldü. Amcasını öldürdüğü için yeğenine malından bir şey verilmedi ve ondan sonra artık katil öldürdüğü kişiye varis olamadı.

Abdürrezzâk'ın bildirdiğine göre Ubâde şöyle der:

“Katilin öldürdüğüne varis olamayacağına dair hüküm, ilk olarak İsrailoğullarından olan (amcasını öldüren) kişi hakkında verilmiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'den bildiriyor:

“Katilin öldürdüğüne varis olamayacağına dair hüküm, ilk olarak inek olayında (amcasını öldüren kişi hakkında) verilmiştir."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Hazret-i Mûsa zamanında malı çok olan bir ihtiyar vardı. Kardeşinin oğulları ise fakirdi. Bu ihtiyarın çocuğu yoktu ve varisleri kardeşinin oğullarıydı. Bu sebeple:

“Keşke amcamız ölse de malına varis olsak" dediler. Amcaları uzun süre yaşayınca yeğenlerine şeytan gelip:

“Siz amcanızı öldürüp malına mirasçı olsanız ve yabancı bir şehre götürerek te oranın halkından diyetini alsanız nasıl olur?" diye vesvese verdi. O zaman yan yana iki şehir vardı ve bunlar iki şehirden birinde yaşıyordu. Biri öldürülüp iki şehir arasına atıldığı zaman, öldürülenle iki şehrin arasındaki mesfe ölçülür, hangi şehre daha yakınsa diyeti o şehir öderdi. Şeytanın vesvesesine kapılıp amcalarını öldürdüler ve diğer şehrin kapısına attılar. Sabah olduğunda adamın yeğenleri gelip:

“Amcam sizin şehrinizin kapısında öldürüldü. Vallahi diyetini bize vermek zorundasınız" deyince, şehir halkı:

“Allah'a yemin ederiz ki onu biz öldürmedik ve katilin de kim olduğunu bilmiyoruz. Akşam şehrin kapısını kapattıktan sonra da sabaha kadar açmadık" karşılığını verdiler. Gidip durumu Hazret-i Mûsa'ya bildirdiklerinde Cibril gelip:

“Onlara: «Allah bir inek kesmenizi ve bir parçasıyla öldürülene vurmanızı emrediyor» de" dedi.

Süfyân b. Uyeyne, İkrime'den bildiriyor: İsrailoğullarının, her kabilenin birinden girip çıkması için on iki kapısı olan bir mescitleri vardı. Bir kabilenin girip çıktığı kapının önünde öldürülmüş birini buldular. Adam bir kabilenin kapısında öldürülmüş, diğer kabilenin kapısına sürüklenip atılmıştı. İki kapının sahipleri bu konuda mahkemelik oldular ve biri:

“Onu siz öldürdünüz" derken, diğeri:

“Onu siz öldürüp bizim kapımıza attınız" dedi. Muhakeme olmak için Hazret-i Mûsa'ya gittiklerinde, Hazret-i Mûsa:

“"...Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor..." deyince, ...Rabbine bizim adımıza yalvar da onun mahiyetini bize bildirsin" dediler, "O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisi ortası bir sığır olduğunu söylüyor,..." dedi. Kesecekleri özellikteki ineği bulmak için gittiler ve bu özeliklerde bir ineği bulmakta zorlanıp geri dönerek:

“...Rabbine bizim adımıza yalvar da ne renk olduğunu bize bildirsin" dediler." "O, onun, bakanların içini açan parlak sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor" dedi." Yine gidip ineği aradılar ve bulmakta zorlanınca geri dönüp:

“Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz" dediler." Eğer onlar:

“İnşaallah" deselerdi, aradıkları ineği bulurlardı. Daha önce, Hazret-i Mûsa onlara:

“O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisi ortası bir sığır olduğunu söylüyor..." demişti. O zaman ineğin fiyatı üç dinardı. Eğer o zaman en değersiz ineği alıp kesselerdi yeterli olacaktı, ama onlar işi zora soktular, bu sebeple Allah onları zor durumda bıraktı. Gidip ineği aradılar ve bu özelikteki bir ineği bir adamın yanında buldular. Adama:

“Bize bu ineği satar mısın?" diye sorduklarında, adam:

“Satarım" cevabını verdi. Onlar:

“Kaça satarsın?" diye sorunca, adam:

“Yüz dinara" cevabını vedi. Onlar:

“Bu üç dinar değerindedir" deyip satın almaktan vaz geçtiler ve Mûsa'ya dönüp:

“İneği bir adamın yanında bulduk, ama adam:

“Onu yüz dinardan aşağıya satmam" dedi. Halbuki değeri üç dinardır" dediler. Hazret-i Mûsa:

“O daha iyi bilir, ineğin sahibi odur. İsterse satar, istemezse satmaz" karşılığını verince, adama geri döndüler ve:

“İneği yüz dinara almayı kabul ettik" dediler. Adam:

“İki yüz dinardan aşağıya satmam" karşılığını verince, onlar:

“Sübhanallah! Sen yüz dinara satmaya razı olmamış miydin? Biz bu fiyata ineği satın aldık" dediler, ama adam:

“İki yüz dinardan aşağıya satmam" dedi ve onlar da Mûsa'ya geri dönüp şöyle dediler:

“Adam ineği yüz dinara satmaya razı olmuştu, geri dönüp almak istediğimizde ise, «İki yüz dinardan aşağıya satmam» dedi." Hazret-i Mûsa:

“O daha iyi bilir, dilerse satar istemezse satmaz" dedi. Bunun üzerine adama geri döndüler ve:

“İki yüz dinara almayı kabul ettik" dediler. Adam:

“Dört yüz dinardan aşağıya satmam" karşılığını verince, onlar:

“Sen bunu iki yüz dinara vermiştin, biz de kabul ettik" dediler. Adam:

“Dört yüz dinardan aşağıya satmam" deyince ineği bırakıp Hazret-i Mûsa'ya döndüler ve şöyle dediler:

“Ona iki yüz dinar verdik, ama almayı kabul etmedi ve:

“Dört yüz dinardan aşağıya satmam" dedi. Hazret-i Mûsa:

“O daha iyi bilir, ister satar istemezse satmaz" karşılığını verince adama geri döndüler ve:

“Dört yüz dinara almayı kabul ettik" dediler; ama adam bu defa:

“Sekiz yüz dinardan aşağıya satmam" dedi. Böylece adam ile Hazret-i Mûsa arasında gidip geldiler ve her defasında adam fiyatı iki katına çıkardı. Sonunda adam:

“Onu derisinin doluşunca para karşılığından aşağıya satmam" deyince ineği adamın istediği fiyata satın alıp kestiler. Hazret-i Mûsa onlara:

“İneğin bir parçasıyla öldürülen adama vurunuz" deyince ineğin ayağıyla adama vurdular ve adam dirilip:

“Beni falan öldürdü" diyerek kardeşinin oğlunu gösterdi. Öldürülen adamın çok malı vardı ve bir de kızı vardı. Yeğeni:

“Amcamı öldürür, malına varis olurum ve kızıyla evlenirim" diye düşünmüştü. Adam, amcasını öldürdüğü için ondan miras alamadı. O zamandan sonra katil öldürdüğüne varis olamamıştır. Hazret-i Mûsa:

“Bu inekte bir sır var. İneğin sahibini çağırınız" deyince, ineğin sahibini çağırdılar. Hazret-i Mûsa:

“Bana bu inek hakkında bilgi ver" deyince, adam şöyle karşılık verdi:

“Ben çarşıda ticaret yapan biriydim. Bir adam yanımdaki mala pazarlık yapıp satın aldı. O maldan çok kâr etmiştim. Sattığım malı adama teslim etmek için gittiğimde annemin uyuduğunu ve anahtarın da başının altında olduğunu gördüm. Bu sebeple onu uykusundan uyandırmak istemedim ve adama dönüp:

“Aramızda alışveriş olmamıştır" dedim. Bunun üzerine adam malı almadan gitti. Sonra bu inek elime geçti ve Allah bana bu ineği yanımdaki bütün mallarımdan daha çok sevdirdi." Adama:

“İneği bu kadar yüksek fiyata satabilmen, annene karşı iyilikte bulunman sebebiyledir" denildi.

68

Bkz. Ayet:71

69

Bkz. Ayet:71

70

Bkz. Ayet:71

71

"Rabbine bizim adımıza yalvar da onun mahiyetini bize bildirsin" dediler, «O, onun ne pek kart, ne pek körpe, ikisi ortası bir sığır olduğunu söylüyor, size emrolunanı yapın» dedi. «Rabbine bizim adımıza yalvar da ne renk olduğunu bize bildirsin» dediler. «O, onun, bakanların içini açan parlak sarı renkli bir sığır olduğunu söylüyor» dedi. «Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz» dediler. «Yeri sürüp, ekini sulayarak boyunduruk altında ezilmemiş, kusursuz, alacasız bîr sığır olduğunu söylüyor» dedi. «Şimdi gerçeği bildirdin» deyip sığırı boğazladılar; az kalsın bunu yapmayacaklardı."

Bezzâr, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer İsrailoğulları en değersiz ineği alıp kesselerdi yeterli olurdu. "

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye bildiriyor: Ebû Hureyre'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Eğer İsrailoğulları, "...Allah dilerse biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz" demeselerdi (istisna yapmış olmasalardı) hiçbir zaman bu ineği bulamazlardı. Eğer herhangi bir ineği bulup kesselerdi yeterli olurdu. Ama onlar (ineğin özelliklerini sorarak) kendilerini zora soktular, Allah ta onları sıkıntıya soktu."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer İsrailoğulları en değersiz ineği alıp kesselerdi yeterli olurdu. Ama onlar işi zora soktular. Eğer, "...Allah dilerse biz şüphesiz doğruyu bulmuş oluruz" demeselerdi (istisna yapmış olmasalardı) hiçbir zaman bu ineği bulamazlardı,"

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Onlara en değersiz ineği kesmeleri emredildi; ama kendilerini zora sokunca Allah da onları zorluğa soktu. Eğer onlar, (Allah dilerse, gerçekten biz hidâyete ereriz deyip) istisna yapmış olmasalardı, kesilmesi emredilen sığırı hiçbir zaman bulamazlardı. "

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, bir kanalla, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Eğer herhangi bir ineği bulup kesselerdi yeterli olurdu. Ama onlar, Hazret-i Mûsa'ya ineğin özelliklerini sorarak kendilerini zora soktular, Allah ta onları sıkıntıya soktu."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, bir kanalla, İbn Abbâs'ın, (.....) âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“(.....) ihtiyar demektir, (.....) ise küçük manasındadır. (.....) ise büyük ile küçük arasında olandır."

et-Tastî, Mesâil'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, kendisine:

“Âyette geçen (.....) kelimesinin manası nedir?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Büyük ve yaşlı olan, demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi bilir miydi?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi:

“Tabi ki. Yoksa sen şairin:

Ömrüme yemin olsun ki misafirine yaşlı olanını verdin

Öyleki ona götürülmek için sürülünce ayağa bile kalkamaz, dediğini duymadın mı?

Nâfi:

“Âyette geçen (.....) sözünün manası nedir?" diye sorunca ise İbn Abbâs:

“Sapsarı renkte demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi bilir miydi?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi:

“Tabi ki. Yoksa sen şairin:

Coşmuş boğa az önce beraberdi

Sahibinden kaçmış sapsarı renkli dişisiyle dediğini duymadın mı?

İbn Cerîr, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“(.....), yaşlı, (.....), küçük, (.....) ise bu ikisi arasında olandır."

Abd b. Humeyd bidiriyor: Saîd b. Cübeyr, bu âyeti okuduğu zaman, (.....) kelimesini okuduktan sonra susup, sonra (.....) demeyi severdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken söyle dedi:

“Büyükle küçük arasında demektir. Bu, en güçlü ve en güzel çağında olan sığırdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: (.....) âyetinden kastedilen, ineğin sapsarı olması ve sarılığının çokluğundan dolayı beyaza çalması demektir."

Abdurezzak, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, (.....) ayeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Görenlerin hoşuna gidecek kadar sapsarı olan demektir."

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hatîb ve Deylemî bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Sarı renkli ayakkabı giyen, bu ayakkabıyı giydiği müddetçe mutlu olur. Çünkü yüce Allah:

“Bakanlara ferahlık veren rengi sapsarı bir inektir" diye buyurmuştur."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'nin, (.....) âyetiyle ilgili olarak:

“Koyu siyah renk demektir" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd, Yahya b. Ya'mer'in, bu âyeti (.....) şeklinde okuyup:

“(.....) sözü (.....) kelimesinin çoğuludur" dediğini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, A'meş'in:

“Bizim kıraatimiz (.....) şeklindedir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr bildiriyor: Ebu'l-Âliye, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Çalışmaktan dolayı zayıf düşmemiş, tarlada çalıştırılmamış, çifte koşulmamış ve kusuru olmayan, demektir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“İşe koşulup ezilmemiş, benzeri olmayan ve üzerinde ne beyaz, ne de siyah renk bulunmayan, demektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) kelimesinin, ineğin kör olmaması manasında olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Atiyye'nin, (.....) âyetinin manasını açıklarken:

"Üzerinde, kendi renginden başka renklerin olmadığı tek renk" demek olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki:

“Âyette geçen (.....) kelimesi, işe sürülmenin kendisini zayıflatamayacağı kadar zorlu, kelimesi kusursuz, (.....) kelimesi ise, renginde beyazlık olmayan demektir. Bunun üzerine İsrailoğulları:

“...Şimdi ineğin vasıflarını tam olarak açıkladın..." deyip ineği kestiler, ama "... az kalsın kesmeyeceklerdi."

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b'ın, "...ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi"  Âyetini açıklarken:

“Fiyatının yüksek olması sebebiyle az kalsın kesmeyeceklerdi" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: İneği kesmeleri emredilen İsrailoğulları onu kırk yıl aradılar. Sonunda onu sığırları olan bir adamın yanında buldular. Adam bu ineği çok beğeniyordu. Adama hangi fiyatı verdilerse satmayı kabul etmedi. Sonunda derisinin doluşunca para karşılığı ineği satın alıp kestiler ve bir parçasıyla öldürülen adama vurdular. Adam damarlarından kan akarak kalkınca:

“Seni kim öldürdü?" diye sorduklarında, adam:

“Beni falan kişi öldürdü" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir:

“İnekte, boğazlamak (zebh) ve nahr aynı şeydir. Çünkü Allah: (.....) buyurmaktadır."

Vekî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İsrailoğullarına boğazlamaları (Zebh) emredilmiştir, siz ise kesmekle (nahr) emrolundunuz" dedikten sonra: (.....) ve (.....) âyetlerini okudu.

72

"Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız.."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen (.....) kelimesinin "ihtilafa düşmek", (.....) kelimesinin ise "sakladığınız şey" manasında olduğunu söyledi.

"...Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır."

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Müseyyeb b. Râfi'den bildiriyor:

“Kişi, (iç içe olan) yedi evde iyilik yapsa bile Allah onu açığa çıkarır. Yine (iç içe olan) yedi evde iyilik yapsa bile Allah onu açığa çıkarır. Bunu, «...Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır» âyeti doğrulamaktadır."

Ahmed, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer kişi, kapısı ve deliği olmayan siyah bir kayanın içinde bir şey yapsa, yine de onun yaptığı insanlar tarafından bilinir. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, Osman b. Affân'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kim, iyi veya kötü bir amel yaparsa, Allah ona bu amelin ridasını (cübbesini/gömleğini) giydirir."

Beyhakî başka bir kanalla Osmân'dan, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kimin gizlice yaptığı iyi veya kötü bir ameli olursa, Allah o kişiyi bu ameliyle tanıtacak bir ridayla açığa çıkarır:" Beyhakî der ki: Mevkuf (sahabi sözü) olan rivayet daha doğrudur.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Enes'ten bildirir: Allah'ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeye:

“Mümin kimdir?" diye sorunca, "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Mümin, Allah'ın, kulaklarını sevdiği şeylerle doldurmadan ölmeyen kişidir. Eğer kul iç içe olan, her birinin demirden kapısı bulunan yetmiş evde Allah'tan sakınsa, Allah, insanların onun ameli hakında fazlasıyla konuşması için ona amelinin ridasını giydirir." Sahabe:

“Nasıl fazlasıyla konuşurlar, ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çünkü takva sahibi iyiliğini arttırabilseydi arttırırdı" deyip:

“Peki, kâfir kimdir?" diye sordu. Sahabe:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kâfir, kulaklarını sevmediği şeylerle doldurmadan ölmeyen kişidir. Eğer facir iç içe olan, her birinin demirden kapısı bulunan yetmiş evde günah işlese, Allah, insanların onun ameli hakında fazlasıyla konuşması için ona amelinin ridasını giydirir." Sahabe:

“Nasıl fazlasıyla konuşurlar, ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çünkü facir günahlarım arttırabilseydi arttırırdı" buyurdu.

İbn Adiyy, Enes'ten, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, her insana amelinin ridasını giydirir."

Beyhakî, Sâbit'ten bildiriyor: Şöyle denirdi:

“Âdemoğlu (iç içe olan) yetmiş evde bir amel yapsa Allah o kişiye bu amelle bilinmesi için amelinin ridasını giydirir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor:

“İnsanlar, Allah'ın örtüsü altından amel yaparlar. Eğer Allah bir kulun yaptığını açığa çıkarmak isterse, o ameli örtüsünün altından çıkarır ve onun gizlisi açığa çıkar."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Ebû İdrîs el-Hevlânî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, bir zerre kadar hayrı olanın ayıbını açığa vurmaz. "

İbn Ebî Şeybe bildiriyor: İbrâhîm(-i Nehaî) der ki:

“Eğer kişi, günahlarını gizlediği gibi ibadetlerini de gizleseydi, Allah onları açığa çıkarırdı."

73

"Sığırın bir parçasıyla ona vurun, dedik..."

Vekî, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "Sığırın bir parçasıyla ona vurun, dedik..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Ölen kişiye, kürek kemiğinin arkasında bulunan kemikle vurdular."

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor:

“Bize bildirildiğine göre adama, ineğin bacağıyla vurdular. Vurduklarında, Allah adama can verdi ve adam kendisini öldüreni söyledikten sonra tekrar öldü."

Vekî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyet hakkında der ki:

“Adama ineğin bacağıyla vurdular ve adam dirilip sadece: «Beni falan kişi öldürdü» diyerek tekrar öldü."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Adama ineğin bacağıyla vuruldu ve adam dirilip: «Benî falan kişi öldürdü» diyerek tekrar öldü."

İbn Cerîr, Süddî'nin, "Adama, sığırın iki omuzu arasındaki bir parçayla vuruldu" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

“Hazret-i Mûsa, onlara sığırdan bir kemik alıp öldürülen kişiye vurmalarını emredince, öyle yaptılar ve adam dirilip katilin ismini söyledikten sonra tekrar öldü."

"...İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir."

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Vehb b. Münebbih'den bildirir: İsrailoğullarından, annesine iyi davranan bir genç vardı. Bu genç, gecenin üçte birinde kalkıp namaz kılar, diğer üçte birinde annesinin başucunda oturup ona tesbih, tehlil, tekbir ve tahmid getirmesini hatırlatıp:

“Anneciğim, gece ibadetinden dolayı zayıf düştüysen, Allah'ı tekbir, tesbih ve tehlil et" derdi. İkisi de yıl boyunca bu ameli yaparlardı. Genç, sabah olduğu zaman dağa gidip sırtında odun taşır ve çarşıya gidip satarak, üçte birini sadaka olarak verir, ibadet edebilmesi için üçte birini kendine ayırır, kalan üçte birini ise annesine verirdi. Annesi, oğlunun verdiğinin yarısını harcar, yarısını tasadduk derdi. İkisi de yıl boyunca böyle yaparlardı. Kadının ömrü uzun olunca oğluna şöyle dedi:

“Ey oğul! Bil ki, babandan bir inek miras aldım ve boynuna mühür vurup, İbrâhim'in, İsmâil'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilahının adını anarak sığırların arasına bıraktım. İneğin ne renkte ve hangi şekilde olduğunu söyleyeyim: Sığırların yanına gitiğinde, İbrâhim'in, İsmâil'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilahının adını anarak ineği çağır. İnek bana verdiği söz üzere çağrına cevap verir. O, ne yaşlı, ne de genç bir buzağıdır. İkisinin arasında bir şeydir. Rengi ise bakanların içini açan sapsarı renktedir. Derisine baktığında güneş ışığının derisinden çıktığını zannedersin. Boyunduruk altına girerek ezilmemiş, serkeşlik etmeyen, ne tarla süren, ne de ekin sulayan, kusursuz, alacasız, tek renk olan bir inektir. Onu gördüğünde boynundan tut. İsrâîl'in ilahının izniyle senin peşinden gelecektir." Genç annesinin vasiyetini aklında tutup iki veya üç gün sahrada yürüyerek gitti ve o günün sabahı ineği (görüp) çağırarak:

“İbrâhim'in, İsmâil'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilahının hakkı için gel" dedi. İnek çobanı bırakıp gencin yanına giderek gencin önünde durdu. Genç boynundan tutunca inek konuşarak:

“Ey annesine iyi davranan genç! Bana bin. Sırtıma binmen senin için (yürümekten) daha kolaydır" deyince, genç:

“Annem sana binmemi emretmedi, seni sürerek götürmemi emretti. Ben annemin dediğini yapmak isterim" karşılığını verdi. Bunun üzerine inek:

“İbrahim'in, İsmâil'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilahının adına yemin ederim ki, eğer bana binseydin, bana hâkim olamazdın. Yürü ey annesine iyi davranan genç. Eğer bu dağa kökünden sökülmesini emretseydin, annene iyi davranman ve Rabbine itaat etmen sebebiyle dağ sökülürdü" dedi. Yola çıkıp bir günlük yolu geçince Allah'ın düşmanı İblis karşısına sığır çobanı kılığında çıktı ve şöyle dedi:

“Ey genç! Bu ineği nereden getirdin? Neden ona binmiyorsun? Oysa senin yürümekten yorulduğunu görüyorum. Zannedersem dünyada bu inekten başka malın da yoktur. Ben, sığır çobanlarından biriyim ve ailemi özledim. Öküzlerimden birini alıp ona yemeğimi ve eşyalarımı yükledim. Yolun yarısına yetiştiğimde karnım ağrımaya başlayınca tuvalet ihtiyacımı gidermek için gidince, öküz beni bırakıp dağa kaçtı. Onu arıyorum, ama bulamıyorum. Şimdi ise yanımda ne yemek ne de su olmadığından helak olmaktan korkuyorum. İstersen sana ücretini vereyim, bu ücret senin işine yarar, ineğe de zarar vermez. Beni ineğinle meraya götür de ölümden kurtar. Sana bunun karşılığında iki inek veririm." Genç:

“Âdemoğullarını yakin ve isyanları öldürmez. Eğer Allah sende yakin olduğunu bilseydi varacağın yere seni azıksız ve susuz vardırdı. Bana emredilmediği için binmem. Ben emredilmiş bir kulum, efendim ona isyan edip ineğe bindiğimi bilirse beni helak eder ve büyük bir ceza verirdi. Ben senin isteklerini efendimin isteklerine tercih etmem. Ey adam selametle git!" karşılığını verince İblis:

“Beni menzilime yetiştirmek için atacağın her adıma bir dirhem veririm. Bu büyük bir mal yapar. Sen de bu inekle hayatımı kurtarmış olursun" dedi. Genç:

“Yeryüzünün altını ve gümüşü efendimindir. Eğer bunlardan bana bir şey verecek olursan efendim bunu malından verdiğini bilir. Sen bana gökyüzünün altın ve gümüşünden ver ki efendime: «Bu senin malından değildir» diyeyim" dedi. İblis:

“Gökyüzünde altın ve gümüş var mı? Veya gökyüzünün altın ve gümüşünden alabilecek olan var mı?" diye sorunca, genç:

“Senin, gökyüzünün altın ve gümüşünden alamayacağın gibi, köle de efendisinin emretmediği şeyi yapamaz" karşılığını verdi. İblis:

“Senin, işinde en aciz köle olduğunu görüyorum" deyince, genç:

“(Asıl) aciz, Rabbine isyan edendir" cevabını verdi. İblis:

“Yanında ne azık, ne de su göremiyorum" deyince, genç:

“Azığım takva, yemeğim otlar, içeceğim de dağlardaki su kaynaklarıdır" karşılığını verdi. İblis:

“Sana yol gösterecek bir şeyi söyleyeyim mi?" deyince, genç:

“Sen onu kendine söyle. İnşaallah ben doğru yoldayım" karşılığını verdi. İblis:

“Gördüğüm kadarıyla nasihat kabul etmiyorsun" deyince, genç:

“Efendisine itaat eden, üzerindeki hakkı ödeyen kendi kendinin nasihatçısıdır. Eğer sen şeytansan, senden Allah'a sığınırım. Eğer insansan, çık git, senin nasihatına ihtiyacım yoktur" karşılığını verdi. Bunun üzerine İblis, olduğu yerde üç saat donup kaldı. Eğer İblis ineğe binecek olsaydı, genç, ineğe hâkim olamayacaktı. Ama Allah İblis'in ineğe binmesine mani oldu. Genç yürürken önünden bir kuş uçtu ve ineği kaptı. Genç:

“İbrahim'in, İsmâil'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilahının adına gelmeni istiyorum" deyince inek gencin yanına geldi ve önünde durup:

“Ey genç! Önünden uçan kuşu görüyor musun? O, Allah'ın düşmanı İblis'tir. Beni aldı, sen beni İsrail'in İlahı adına çağırınca meleklerden birisi gelip beni ondan aldı ve sana iade etti. Bu, senin annene iyi davranman ve Rabbine itaat etmen sebebiyle oldu. Yoluna devam et, ailene gidene kadar senden ayrılmayacağım" dedi. Genç (döndüğünde) annesinin yanına girip olanları anlatınca, annesi:

“Ey oğul! Gece gündüz sırtında odun taşıdığını ve uzaklara gittiğini görüyorum. Bu ineği al ve satıp parasıyla durumunu düzelt, rahata kavuş" dedi. Genç:

“Onu kaça satayım?" diye sorunca, annesi:

“Benim rızamla onu üç dinara sat" cevabını verdi. Genç ineği alıp çarşıya gidince Allah ona, yaradışını ve kudretini göstermek için meleklerden birini gönderdi. Melek gence:

“Ey genç! Bu ineği kaça satarsın?" diye sorunca, genç:

“Üç dinara ve annemin razı olması şartıyla satarım" cevabını verdi. Melek:

“Sana altı dinar vereyim, ama annene danışma" deyince, genç:

“Derisinin doluşunca para versen bile annem razı olmadıkça satmam" dedi ve gidip annesine durumu anlattı. Annesi:

“Benim de rızamı alarak altı dinara sat" deyince genç yine gitti ve melek karşısına çıkarak:

“Ne yaptın?" diye sordu. Genç:

“Annemin razı olması şartıyla altı dinara satarım" karşılığını verince, melek:

“Sana on iki dinar vereyim, sen de annene danışma" dedi. Genç, annesine gidince, annesi şöyle dedi:

“Ey oğul! Karşına çıkan, insan suretinde bir melekti. Bir daha yanına geldiğinde:

“Annem sana selam söylüyor ve: «Bu ineği kaça satmamı emredersin?» diye soruyor" de." (Genç, melekle karşılaşıp soruyu sorunca) Melek şöyle dedi:

“Ey genç! Senin ineğini, İsrailoğullarından öldürülen bir kişi sebebiyle Mûsa b. İmrân'ın kavminden olan birisi satın alacak" dedi. Öldürülen adamın çok malı ve sadece bir çocuğu vardı. Öldürülen adamın kardeşinin birçok oğlu vardı ve bunlar:

“(Amcamız oğlu olan) Bu genci nasıl öldürür de malını alırız?" derler ve genci evlerine davet edip öldürerek evlerinin yanına atarlar. Sabah olunca ev halkı genci evin kapısına çıkarınca, amca çocukları gelip öldürenin ailesini de alıp Mûsa'nın yanına gittiler. Hazret-i Mûsa, öldürülen gencin ailesinin masum olduğunu bildiğinden aralarında nasıl hüküm vereceğini bilemeyip sıkıntıya düşünce Rabbine dua etti. Allah ona şöyle vahyetti:

“Sapsarı bir inek alarak boğazla ve bir parçasıyla öldürülen gence vur." Bunun üzerine satın almak için gencin yanına gidip, ineğin derisinin doluşunca para karşılığı ineği satın aldılar. Sonra onu boğazlayıp bir parçasıyla öldürülen gence vurdular. Genç dirilerek kalkıp:

“Beni amcam oğulları öldürdü. Ailem suçlu değildir" deyince Hazret-i Mûsa onları yakaladı. Onlar suçlarının açığa çıkacağını anlayıp:

“Sen bizimle alay mı ediyorsun? Amcamızın oğlu mazlum olarak öldürüldü" dediler. İsrailoğulları gidip ineğin derisini parayla doldurup gence verdiler. Genç, bu paranın üçte ikisini İsrailoğullarının fakirlerine tasadduk etti. Üçte biriyle de kendi ihtiyacını giderdi:

“...İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir" âyeti buna işaret etmektedir.

74

"Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Sonra kalbleriniz yine katılaştı..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah'ın kendilerine ölünün dirilmesini ve öldürülenin konuşmasını gösterdikten sonra kalpleri yine katılaştı. Yüce Allah, "...taş gibi, hatta daha da katı oldu....'" buyurarak taşı mazur gördü, ama insanoğlunun bedbaht olanının özrünü kabul etmedi ve:

“...Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir" buyurdu."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Taşlardan öyleleri vardır ki hakka çağrıldığınızda sizin kalplerinizden daha yumuşak olurlar."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildirir: Mücâhid der ki:

“Bir taştan ne kadar pınar kaynamışsa, bir taştan ne kadar su çıkmışsa ve bir dağın tepesinden ne kadar taş yuvarlanırsa, mutlaka hepsi Allah korkusundan olmuştur. Kur'an-ı Kerim bunu ifade etmektedir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "... Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Taşlardan öyleleri vardır ki, yere düştüğü zaman çok sayıda insan toplansa bile onu yerinden oynatamaz. Bu taş, Allah korkusundan yuvarlanır."

75

"Size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı."

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Allah, peygamberine ve beraberindeki müminlere, kafirlerin, kendilerine inanmasından ümitlerini kesmelerini söyleyerek:

“Size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor..."buyurdu ama, "Tevratı işitiyor" demedi. Hepsi de Allah'ın kelamını işittiler ama Musa'dan, Rablerini görmeyi istediler. Bu istekleri sebebiyle kendilerini yıldırım çarpmıştı."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, "Size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilenler Yahudi'lerdir. Allah'ın kelamını duyarlardı ve onu duyup anladıktan sonra da tahrif ederlerdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Size inanacaklarını umuyor musunuz?" âyetinde, tahrif edenler, kitabı kendi elleriyle yazan âlimler, Allah'ın kitabını arkalarına atanlardan kastedilenler Yahudilerdir.

İbn Cerîr, Süddî'nin, "Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor..." âyetini açıklarken, Allah'ın sözünden kastedilenin Tevrat olduğunu onu da tahrif ettiklerini söylediğini bildirir.

76

"İman edenlerle karşılaştıkları zaman, «İnandık» derlerdi; birbirleriyle yalnız kaldıklarında, «Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz? Bunu akletmiyor musunuz?» derlerdi."

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: (.....) kastedilen "Arkadaşınız olan Resûllulah'a iman ettik" derler, ama bunu sadece size söylerler. Birbirleriyle yanlız kaldıklarında ise:

“Onun Peygamber olduğunu Araplara anlatmayınız" derler. Siz daha önce (Tevrat'ta geleceği bildirilen peygamberin sizden geleceğini umarak) gelecek olan peygamberi onların aleyhine delil olarak kullanıyordunuz. Ama peygamber onlardan geldi. (.....) sözünden kasıt ise şudur:

“Onun peygamber olduğunu ikrar edecek olursanız, biliyorsunuz ki, Allah bu peygambere uymanız konusunda sizden söz aldı. O da size beklediğimiz, vasıflarını kitabımızda bulduğumuz peygamberin kendisi olduğunu söylüyor. Ona uymayınız ve Müslümanlara, onun hak peygamber olduğunu ikrar etmeyiniz."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetiyle ilgili olarak şöyle dedi:

“Bu âyet, Yahudilerden münafık olanlar hakkında inmiştir, (.....) sözünün manası ise «Allah'ın (Peygamberi sizin aranızdan göndermek suretiyle) size olan ikramı» demektir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurayza günü Kurayzalıların surlarının dibinde durup:

“Ey maymunların ve domuzların kardeşi! Ey tağuta ibadet edenler" deyince, Yahudiler:

“Bunu Muhammed'e kim bildirdi? Bu söz sizden başkasından çıkmadı "... Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz?"  Allah'ın, sizin hakkınızda verdiği hükmü aleyhinizde kullanmaları için mi açıklıyorsunuz?" dediler.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Medine'ye yanımıza mümin olandan başkası giremez" deyince, Yahudi reisleri:

“Gidip, «İman ettik!» deyiniz, yanımıza döndüğünüzde ise inkar ediniz" dediler. Sabah erken Medine'ye gidiyorlar, ikindiden sonra ise geri dönüyorlardı. "Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin..." âyeti buna işaret etmektedir. Medine'ye girdiklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında bilgi edinmek ve durumunu öğrenmek için:

“Biz müslümanız" derlerdi. Müminler onları Müslüman zannederler ve:

“Allah, Tevrat'ta size şöyle şöyle demedi mi?" derlerdi. Yahudiler de:

“Evet" cevabını verirdi. Kavimlerine döndükleri zaman:

“... Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz?"derlerdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir:

“Bu âyet, Yahudilerden bazıları hakkında nazil olmuştur. Onlar önce inandı, sonra münafık oldular. Onlar, Araplardan inananlara gelir azaba uğrama sebeplerini söylerlerdi. Bunun üzerine birbirlerine: Allah'ın size tattırdığı azabı, onların size, «Biz Allah'a sizden daha çok sevgili ve Allah'ın katında sizden daha saygınız" diye söylemeleri için mi konuşuyorsunuz?» derlerdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Yahudilerden bir kadın, zina yapınca, Yahudiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, belki affeder düşüncesiyle hüküm vermesini istediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların alimi olan İbn Sûriyâ'yı çağırdı ve:

“Sen hüküm ver" buyurdu. İbn Sûriyâ:

“Alnına mühür vurulup eşeğe ters bindirilir" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın hükmüyle mi hüküm verdin?" diye sordu. İbn Sûriyâ:

“Hayır, ama kadınlarımız güzel olduğu için erkeklerimiz onların güzelliği karşısında dayanamayıp birlikte olunca, verilen cezayı değiştirdik" cevabını verdi. Bunun üzerine, "... Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz?" âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd, Katâde'nin "İman edenlerle karşılaştıkları zaman, «İnandık» derlerdi...'" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: Burada kastedilenler Yahudilerdir. Yahudiler, Müslümanlarla karşılaştıkları zaman:

“İman ettik" deyip, iman edenleri aldatarak razı etmeye çalışırlardı. Baş başa kaldıklarında ise, Allah'ın Tevrat'ta kendilerine bildirdiği Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını açıklamalarını yasaklarlardı ve:

“Eğer böyle yaparsanız, Rabbiniz katında size karşı hüccet gösterirler. Anlamıyor musunuz!" derlerdi. Yüce Allah:

“Gizlediklerini de, açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?" âyetinde:

“Müslümanları aldatmak için açıktan söyledikleri ve başbaşa kaldıklarında birbirlerine gizlice söylediklerini, Tevrat'ta vasıfları yazılı olmasına rağmen Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkar ettiklerini ve yalanladıklarını bilmediğini mi zannediyorlar" buyurmaktadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Gizlediklerini de, açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Gizlediklerinden kasıt, Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkar etmeleri ve onu yalanlamalarıdır. Açıkladıklarından kasıt ise Müminleri gördüklerinde: «İman ettik» demeleridir."

77

Onlar (Yahûdilerin münâfıkları) bilmiyorlar mı ki, şüphesiz Allah, gizledikleri şeyi de açıkladıklarını da tamamen bilir.

78

"Onların bîr kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab ı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Ümmiler, Allah'ın gönderdiği peygamberi ve indirdiği kitabı tasdik etmeyen kişilerdir. Bunlar kitabı kendi elleriyle yazdılar, sonra cahil insanlara: «Bu kitap Allah katından gelmiştir» dediler. Allah, onların kitabı kendi elleriyle yazdığını bildirip, Allah'ın kitabını inkar etmelerinden dolayı Ümmiler olarak adlandırmıştır."

İbn Cerîr, İbrahim en-Nehaî'nin, "Onların bir kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab'ı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bunların bir kısmı yazı yazmayı bilmeyen kişilerdir."

İbn İshâk ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "Onların bir kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab'ı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Onlardan bazıları kitapta ne olduğunu bilmez, bazıları ise zanna kapılıp peygamberliğini inkar ederler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onların bir kısmının okuyup yazması yoktu. Kitab'ı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak vehim içindedirler" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada kastedilen, Yahudilerden, kutsal kitaptan bir şey bilmeyen kişilerdir. Bunlar zanla, Allah'ın kitabında olmayanı konuşurlar ve: «Bu Allah'ın kitabında vardır» deyip, söylediklerinin Allah'ın kitabında olmasını temenni ederlerdi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, (.....) sözünden, kuruntu içinde olduklarının kastedildiğini söylediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“(.....) sözünden kastedilen, yalan yere söyledikleri sözlerdir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“(.....) sözünden kastedilen, birtakım yalanları bilmeleri, (.....) sözünden kastedilen ise yalan söylemeleridir."

79

"Artık o kimselerin vay haline ki» kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: «Bu, Allah tarafındandır.» derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!"

Vekî, Nesâî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: «Bu, Allah tarafındandır» derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!" âyetinin Ehl-i Kitab hakkında indiğini söyledi.

Ahmed, Hennâd b. es-Serî, Zühd'de, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Ebi'd- Dünyâ, Sifatu'n-Nâr'da, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Hibbân, Sahîh'te, Hâkim, el-Müstedrek'te, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Veyl, Cehennemde bir vadidir ki kafir; kırk yıl boyunca aşağı doğru düşer de onun dibine ancak ulaşabilir. "

İbn Cerîr'in, Osman b. Affân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber, (sallallahü aleyhi ve sellem), "Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: «Bu, Allah tarafındandır» derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!" âyeti hakkında:

“Veyl, Cehennemde bir dağdır" buyurdu. Bu âyet, Yahudiler, Tevrat'ı istediklerini ekleyerek, istemediklerini de silerek, içindeki Muhammed ismini de silerek tahrif etikleri için onlar hakkında nazil olmuştur.

Bezzâr ve İbn M İnananlarla İnananlarla erdûye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cehennemde veyl denilen bir taş vardır ve arraflar (görevini suistimal eden bilirkişiler) ona çıkıp inerler. "

el-Harbî, Fevâid'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Vay sana ey Âişel" deyince bu sözden korktum. Bunu gören Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Humeyrâl Vay sana demek, senin için rahmet dilemektir. Bu sözden korkma. Sen Veyl'den kork" buyurdu.

Ebû Nuaym, Delâilu'n-Nübüvve'de, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

“Veyh ve veyl iki kapıdır. Veyh rahmet kapısı, veyl ise azab kapısıdır."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, el-Ba's'ta bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki: Veyl, Cehennemde, içinden Cehennemliklerin irinlerinin aktığı bir vadidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nu'mân b. Beşîr:

“Veyl, cehennemde bir irin vadisidir" demiştir.

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Atâ b. Yesâr'den bildiriyor:

“Veyl, Cehennemde bir vadidir. Eğer onun içinde dağlar yürütülseydi bu vadinin hararetinden erirlerdi."

Hennâd, Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû İyâd'ın şöyle dediğini bildirir:

“Veyl, cehennemin ortasında irinden oluşan bir seldir." Bir lafızda ise:

“Veyl, cehennemliklerin irinlerinin aktığı bir vadidir" şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim, Ğufra'nın azatlısı Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

“Yüce Allah'ın "Veyl" dediğini duyduğun yerde onun ateş manasında olduğunu bil."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: «Bu, Allah tarafındandır.» derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!'" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Burada kastedilenler, Yahudi hahamlarıdır. Bunlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'ta, doğuştan sürmeli, iri gözlü, orta boylu, dalgalı saçlı, güzel yüzlü olarak tarif edilen vasıflarını buldular ve kıskançlık ve kinlerinden dolayı sildiler. Kureyşlilerden bir grup yanlarına gidip:

“Tevrat'ta Ümmi bir peygamberin geleceğini görüyor musunuz?" diye sorunca, "Evet, onun uzun boylu ve düz saçlı olduğunu görüyoruz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Kureyşliler:

“Bu peygamber bizden değildir" diyerek Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberliğini inkar ettiler.

Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah, Hazret-i Muhammed'i Tevrat'ta vasfetti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği zaman Yahudi hahamları kıskandılar ve kitaplarındaki vasıflarını değiştirerek:

“Onun özelliklerini kitabımızda göremiyoruz" dediler. Yanlarındaki ayak takımına da:

“Bu peygamber, şunları ve şunları haram kılacak olan peygamber değildir" deyip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kitaplarındaki vasıflarını değiştirerek halka anlattılar ve onları şüphe içinde bıraktılar. Böyle yapmalarının sebebi de Yahudi hahamlarının, ayak takımından elde ettikleri maddi imkânlardır. Ayak takımının iman edip, bu imkânlarının ellerinden çıkmasından korktular.

Abdürrezzâk, Musannef’te, Buhârî, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî Şuabu'l- îman'da bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Ey Müslüman topluluğu! Allah'ın, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdiği Kitabınızda, en yeni, en taze, en halis haberler olduğu halde, nasıl olur da gidip kitab ehline bir şey soruyorsunuz? Hâlbuki Allah size, Kitab ehlinin, kitaplarını değiştirip kendi elleriyle bir kitap yazdığını ve buna karşılık az bir ücret almak için: «Bu, Allah tarafından gönderilmiştir» dediğini bildirmiştir. Size gelen ilim, onlara bir şey sormanızı yasaklamıyor mu? Vallahi! Onlardan hiç birinin, size indirileni sorduğunu görmedik."

İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Yahudilerden bazıları, kendi elleriyle kitap yazar ve Araplara satarak onlara bu kitabın Allah tarafından gönderildiğini söyleyip az bir ücret alırlardı."

Abdürrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“İsrailoğullarından bazıları, insanlardan maddi gelir elde etmek için kendi elleriyle kitap yazıp, Allah tarafından gönderilmediği halde: «Bu kitap, Allah tarafından gönderildi» derlerdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der:

“ (.....) sözünün manası, dünya malı elde etmek içindir, (.....) sözünden kasıt ise, elleriyle yazdıkları ve içine yalan kattıkları kitap sebebiyle onlara azab vardır, demektir, (.....) sözünün manası ise: Ayak takımının ve başkalarının malını yediklerinden dolayı onlara azab vardır, demektir.

Abdürrezzâk, İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbrâhim en-Nehaî, ücretle mushaf yazmayı kerih gördü ve "Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar..." âyetini okudu.

Vekî'nin bildirdiğine göre A'meş, mushafların ücretle yazılmasını kerih gördü ve delil olarak ta:

“Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için: «Bu, Allah tarafındandır» derler. Artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!" âyetini gösterdi.

Vekî ve İbn Ebî Davud'un bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn, mushafları alıp satmayı kerih görürdü.

Abdürrezzâk, Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd, Ebu'd-Duhâ'nın şöyle dediğini bildirir: Kûfe'den Abdullah b. Yezîd el-Hatmî, Mesrûk b. el-Ecda' ve Şureyh'e, mushaflaru satın almanın hükmünü sorduğumda, üçü de:

“Allah'ın Kitabı karşılığında ücret alma" dediler.

İbn Ebî Dâvûd Katâde'nin tarikiyle, Zürâre b. Evfâ'dan o da Mutarrif'ten bildirir: Eş'arî ile beraber Tuster'in fethinde bulundum. Sûs denilen yerde, anında iki top keten ve içinde mushafın bulunduğu bir sandıkla Danyâl'ı ele geçirdik. Onu ilk yakalayan Bel'anber'den Hurkûs adında bir adamdı. Eş'arî, Hurkûs'a iki top keteni ve iki yüz dirhem verdi. Yanımızda, Nuaym adında Hıristiyan bir işçi vardı. Bu işçi:

“Bu sandığı içindekiyle beraber bana satınız" deyince, ona:

“Eğer içinde altın, gümüş veya Allah'ın kitabı yoksa satarız" dediler. Nuaym:

“İçinde Allah'ın kitabı var" deyince kitabı satmayı kerih gördüler ve ona sandığı iki dirheme satıp, kitabı da hediye ettik. Katâde der ki: Ondan sonra, Eş'arî ve arkadaşlarının o kitabın satışını kerih görmesi sebebiyle, mushafların satışı kerih görülmüştür.

İbn Ebî Dâvûd, Katâde'nin tarikiyle, Saîd b. el-Müseyyeb ve Hasan(-ı Basrî)'nin, Mushafların satışını kerih gördüklerini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd, Hammâd b. Ebî Süleymân'dan bildirir: Hammâd'a, Mushafların satışı sorulunca:

“İbrâhim, mushafın satılıp alınmasını kerih görürdü" cevabını verdi.

İbn Ebî Dâvûd, Sâlim'den bildirir: İbn Ömer, mushaf satan birisinin yanında geçtiği zaman:

“Bu ne kötü ticarettir" derdi.

İbn Ebî Dâvûd, Ubâde b. Nuseyy'den bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Mushafları alıp satmayınız" derdi.

İbn Ebî Dâvûd'un, İbn Şîrîn ve İbrâhim'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, mushaflarınn alınıp satılmasını kerih görürdü.

İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, mushaflarınn alınıp satılmasını kerih görürdü.

İbn Ebî Dâvûd, Nâfi'nin tarikiyle, İbn Ömer'in:

“Mushaf satanların ellerinin kesildiğini görmek isterdim" dediğini bildirir.

Abdürrezzâk ve İbn Ebî Dâvûd'un, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Keşke, ölmeden önce mushaf satanların ellerinin kesildiğini görebilsem" demiştir.

İbn Ebî Dâvûd'un İkrime'den bildiridğine göre Sâlim b. Abdillah:

“Mushafları alıp satmak ne kötü bir ticarettir" demiştir.

İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah, mushafları alıp satmayı kerih görmüştür.

Abdürrezzâk ve İbn Ebî Dâvûd, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî'nin, mushafları alıp satmayı kerih gördüğünü ve:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bunu kerih görür ve büyük bir günah sayarlardı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd, İbn Şihâb'dan bildiriyor: Saîd b. el-Müseyeb, Mushafları alıp satmaktan şiddetle nefret eder ve:

“Kitaba sahip olmada kardeşine yardım et veya ona hediye et" derdi.

İbn Ebî Dâvûd, Ali b. Hüseyn'den bildiriyor: Mushaflar satılmazdı. Kişi kağıtlarla minberin yanına gelir ve:

“Kim bana sevabını Allah'tan umarak yazar" derdi. Bir miktarını yazdırdıktan sonra başkasına gider ona da yazdırır ve böylece mushafı yazdırırdı.

İbn Ebî Dâvûd bildiriyor: Mesrûk, Alkame, Abdullah b. Yezîd el Ensârî, Şureyh ve Ubeyd, mushafların alınıp satılmasını kerih görürler ve:

“Allah'ın kitabına karşılık ücret alma" derlerdi.

İbn Ebî Dâvûd, İbrâhîm(-i Nehaî)'den, arkadaşlarının mushafların alınıp satılmasını kerih gördüklerini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, mushafların alınıp satlmasını kerih gördü ve:

“Mushafları alıp satanların dövülmesini isterdim" dedi.

İbn Ebî Dâvûd, İbn Sîrîn'den bildiriyor: Öncekiler (Sahabe) mushafların alınıp satılmasını ve ücret karşılığı yazılmasını kerih görürlerdi.

İbn Ebî Dâvûd, İbn Cüreyc'den, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Öncekiler mushafları satmazlardı. Bu şimdi uygulanan bir şeydir. Öncekiler, mushaflarıyla Hicr'de otururlar ve tavaf edenlerden yazmasını bilenlere:

“Ey falan! Tavafı bitirince gel de bana mushaftan yaz" derdi. O da tavafını bitirince, ona mushaftan yazardı ve kişi böylece mushafı(n tamamını) yazdırırdı.

İbn Ebî Dâvûd, Amr b. Murre'nin şöyle dediğini bildirir:

“Daha önce toplanıp mushafları yazarlardı. Sonra yazdırmak için köleler kiraladılar ve onlara yazdırdılar. Sonra kölelere yazdırdıkları mushafları satmaya başladılar. Mushafları ilk satan da bu kölelerdir."

Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd, İmrân b. Hudayr'dan bildirir: Ebû Miclez'e, mushafları alıp satmanın hükmünü sorduğumda:

“Mushaflar, Muâviye zamanında satılmaya başlandı. Sen mushafları satma!" dedi.

İbn Ebî Dâvûd, Muhammed b. Sîrîn'in şöyle dediğini bildirir:

“Allah'ın Kitabı satılmayacak kadar yücedir."

İbn Sa'd, Hanzala'dan bildiriyor: Tâvûs ile yürürken mushaf satan bir toplulukla karşılaşınca "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" dedi.

Mushafların Alınıp Satılmasına Ruhsat Verenler

İbn Ebî Dâvûd'un İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre kendisine mushafları satmanın hükmü sorulunca:

“Bunda bir sakınca yoktur. Emeklerinin karşılığnı alıyorlar" cevabını verdi.

İbn Ebî Dâvûd, İbnu'l-Hanefiyye'den bildiriyor: Kendisine mushafları satmanın hükmü sorulunca:

“Bunda bir sakınca yoktur. Satılan kağıtlardır" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd bildiriyor: Şa'bî der ki:

“Mushafların satılmasında bir sakınca yoktur. Böyle yapanlar Allah'ın kitabını değil, kâğıtları ve el emeklerini satıyorlar."

İbn Ebî Dâvûd, Câfer'den, o da babasından (Muhammed el-Bâkır'dan) bildirir:

“Mushafları satın almakta ve yazılması karşılığında ücret vermekte bir sakınca yoktur."

Abdürrezzâk, Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd, Matar el-Varrâk'tan bildiriyor: Matar'a, mushafların satışı sorulunca şöyle cevap verdi:

“Bu ümmetin en hayırlısı veya âlimi olan Hasan ve Şa'bî bunda sakınca görmezdi."

İbn Ebî Dâvûd, Humeyd'den bildiriyor:

“Hasan(-ı Basrî), mushafların satışını kerih görürdü. Matar el-Varrâk uzun süre kendisine bunda bir sakınca olmadığını anlatınca, kendisi de buna ruhsat vermeye başladı."

İbn Ebî Dâvûd, bir kanalla Hasan(-ı Basrî)'den, "Mushafları alıp satmakta ve ücretle yazdırmakta bir sakınca yoktur" dediğini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre Hakem (b. Uteybe) mushafları alıp satmakta bir sakınca görmezdi.

Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd, Ebû Şihâb Mûsa b. Nâfi'nin şöyle dediğini bildirir: Saîd b. Cübeyr, bana:

“Yanımda bir mushaf var, onun ücretini ben versem satın alır mısın?" dedi.

Abdürrezzâk, Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğne göre İbn Abbâs:

“Mushafları satın al ama satma" dediğini bildirir.

İbn Ebî Dâvûd bildiriyor: İbn Abbâs, mushafların satın alınmasına ruhsat verdi ama satışını kerih gördü. İbn Ebî Dâvûd der ki:

“İbn Abbâs'ın ruhsat vermesi, satın alınmasının cevazına delil kabul edildi."

Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah mushafların satışı konusunda:

“Satın al, ama satma" demiştir.

İbn Ebî Dâvûd, Saîd b. el-Müseyyeb ve Saîd b. Cübeyr'den aynı rivâyette bulundu.

Abdürrezzâk, İbn Ömer'den aynı fetvayı rivâyette bulundu.

80

"İsrailoğulları: «Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır» dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Vâhidî, İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudiler:

“Dünyanın ömrü yedi bin senedir. Bizler, Cehennem de dünya günlerinden her bin sene için âhiret günlerinden bir gün kadar azab görecek. Zaten o âhiret de yedi günlük olduğuna göre, demek ki azab yedi gün sonra kesilecek" diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İsrailoğulları: «Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır» dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"' âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Vâhidî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Kitap ehli, Cehennemin iki ucu arası yürüme kırk yıl çektiğini zannedip şöyle demişlerdi:

“Biz Cehennemde ancak kırk gün azab göreceğiz." Kıyamet günü kendilerine ateşten bir gem vurulur ve içinde zakkum ağacı bulunan Sakar'a varıncaya kadar azab içinde yürüyecekler. Nihâyet sayılı günlerin sonuna vardıklarında Cehennem ehlinin bekçileri o Yahudilere diyecekler ki:

“Ey Allah'ın düşmanları, siz ateşte ancak sayılı günler azap göreceğinizi iddia ediyordunuz. İşte bakın sayı tükendi de geriye ebedilik kaldı." Sonra onlar alınıp Cehennemde sarp bir yokuşa yüz üstü atılacaklar.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yahudiler:

“Bize ateş sadece buzağıya taptığımız müddet olan kırk gün dokunacaktır" dediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Yahudiler bir gün toplanıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler ve:

“...Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır..." deyip, ateşin kendilerine sadece kırk gün dokunacağını söyleyerek:

“Bizden sonra ise başka insanlar yerimize gelecektir" deyip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ve ashâbına işaret ettiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle liderlerine işaret ederek:

“Yalan söylediniz. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız ve inşallah biz sizin yerinize gelmeyeceğiz" buyurdu. "...Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır.. ." âyeti Yahudilerin böyle demesi sebebiyle nazil olmuştur. Yahudiler sayılı günlerden kırk günü kasdetmişlerdir.

İbn Cerîr, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere:

“Allah için ve Yüce Allah'ın Tür dağında Mûsa'ya indirdiği Tevrat için söylemenizi istiyorum: Yüce Allah'ın Tevratta bildirdiği cehenemlikler kimlerdir?" diye sorunca, Yahudiler:

“Allah (Tur dağında) bizlere gazaplandığı için Cehennemde kırk gece kalacağız, sonra oradan çıkacağız ve siz gireceksiniz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi yalan söylediniz. Biz sizin yerinize oraya hiçbir zaman geçmeyeceğiz" buyurdu. Yüce Allah, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözünü tasdik eden ve Yahudilerin yalan söylediğini belirten, "İsrailoğulları: «Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır» dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler Cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar" âyetini indirdi.

Ahmed, Buhârî, Dârimî, Nesâî ve Beyhakî, Delâil'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hayber fethedildiği zaman Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zehirli bir oğlak hediye edilince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana buradaki Yahudileri toplayınız" buyurdu. Yahudiler toplandığında, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Babanız kimdir?" diye sordu. Onlar:

“Falan kişi" diye cevap verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalan söylediniz. Aslında sizin babanız filandır" dedi. Onlar:

“Doğru söyledin. Haklısın" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size bir şey daha sorsam bana doğru cevap vereceğinize söz verir misiniz?" diye sordu. Onlar:

“Evet ey Ebul Kasım. Doğru cevap vermek zorundayız. Şâyet yalan söyleyecek olursak, babalarımız hakkında yalanımızı bildiğin gibi bunu da bilirsin" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara "Cehennemlikler kimlerdir?" diye sorunca, onlar:

“Biz orada az bir zaman kalacağız. Sonra oraya bizim yerimize sizler gireceksiniz" cevabını verdiler.

Bunun üzerine Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

“Kesin sesinizi, orada sinip kalın. Allah'a yemin olsun ki biz sizin ardınızdan oraya girmeyeceğiz" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) sözünü açıklarken:

“İddia ettiğiniz gibi siz Allah'tan bu konuda söz mü aldınız?" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yahudiler Cehennemde belli bir süre kalacaklarını söyledikleri zaman, Yüce Allah Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Yoksa siz bu konuda Allah'tan söz mü aldınız..." âyeti indi. Yani: Siz lâ ilâhe illallah diyerek, inkar etmeyerek ve Allah'a ortak koşmayarak Cehennemden çıkarılmayı mı hak ettiniz. Eğer bunları söyledinizse Allah'tan, sizi cehenemden çıkmanızı dileyebilirsiniz. Eğer bunları yapmıyorsanız, neden Allah hakkında bilmediğiniz şeyi söylüyorsunuz."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "...De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler Cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar" Âyetini açıklarken şöyle dedi: Ateşin size ancak sayılı birkaç gün değeceğini söyleyip yaptığınız iftira ve iddianız konusunda söz mü aldınız. Eğer Allah'tan böyle bir söz aldıysanız bilin ki Allah sözünden caymaz. Sizler yalan, aslı olmayan ve bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.

81

Bkz. Ayet:82

82

"Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; Cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler. İnanıp yararlı işler yapan kimseler Cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) kelimesinin şirk anlamında olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, Mücâhid ve İkrime'den aynı yorumu rivâyette bulundu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre "...suçu kendisini kuşatmış olan ..." sözünün manasının, şirkin kendisini kuşatması manasında olduğunu söyledi.

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“(.....) âyetinin manası, "Sizin gibi amel yapan ve sizin inkar ettiğiniz gibi inkâr eden, sonunda küfrü bütün iyiliklerini kuşatan" demektir. (.....) sözünün manası ise: Sizin inkâr ettiğinize iman eden, terk ettiklerinizle amel edenlere ebedi kalacakları cennet vardır. Âyet, hayrın sevabının ve kötülüğün cezasının bunları işleyenleri terk etmeyeceği ve devamlı onları yapanlarla kalacağını bildirmektedir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde "...suçu kendisini kuşatmış olan (.....) sözünün manasını açıklarken:

“Kişinin cehenemlik olmasına sebep olan büyük günahtır" demiştir.

Vekî ve İbn Cerîr'in Hasan(-ı Basrî)'dan bildirdiğine göre, kendisine "...suçu kendisini kuşatmış olan ..." âyetinde geçen "suç" sözünün manası sorulunca, "Kur'ân'ı okuyunuz. Allah'ın, sebebiyle Cehennemi vaad ettiği âyette geçen her şey, "suç" demektir" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, "...suçu kendisini kuşatmış olan ..." âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Günahlar kalbi kuşatır ve her günah işleyişinde bu kuşatma artar ve sonunda bütün kalbi kaplayıp (avucunu kapatarak) bu duruma gelir. İşte bu:

“Rân (kalplerin körelip paslanması)"dır. "Suç" sözünden kasıt ise Allah'ın, sebebiyle Cehennemi vaad etiği her günahtır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî b. Huseym, "...suçu kendisini kuşatmış olan ..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Burada kastedilen, tövbe etmeden günahı üzerine ölen kişidir."

Vekî ve İbn Cerîr, A'meş'in, "...suçu kendisini kuşatmış olan ..." âyetinde kastedilen kişinin, işlediği günaha devam ederken ölen kişi olduğunu söylediğini bildirir.

83

"İsrailoğullarından, «Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin» diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der:

“Allah, sizden aldığı sözü İsrailoğullarından da almıştı."

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'nin, "israiloğullarından, «Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin» diye söz almıştık..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Onlardan, Allah'a ihlasla kulluk edeceklerine ve Ondan başkasına tapmayacaklarına dair söz almıştır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu, Allah'ın, İsrailoğullarından aldığı sözdür. Onlardan, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin..." diye söz alınmıştır.

Abd b. Humeyd'in, İsa b. Ömer'den bildirdiğine göre A'meş der ki: Biz bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfiyle okuyoruz. Çünkü âyetin sonunu (.....) şeklinde okuyoruz. Siz ise (.....) şeklinde okuyorsunuz. Bu sebeple o kelimeyi (.....) şeklinde okuyunuz.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "...insanlarla güzel güzel konuşun..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlardan, iman etmeyenlere Lâ ilâhe İllallah» sözünü tebliğ etmelerini emretti."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "... insanlarla güzel güzel konuşun..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada kastedilen, iyiliği emredip kötülükten alıkoymaktır."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib, "...insanlarla güzel güzel konuşun..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilen insanlar, bütün insanlardır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Atâ ve Ebû Cafer'in, "...insanlarla güzel güzel konuşun..." âyetini açıklarken, "Âyette kastedilen insanlar, bütün insanlardır" dediklerini bildirir.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Abdulmelik b. Süleymân'dan bildiriyor: Yezîd b. Sâbit, bu âyeti, (.....) şeklinde okurdu. İbn Mes'ûd ise (.....) şeklinde okurdu.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "...Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz" sözünü açıklarken:

“Sizden alınan sözlerin hepsini terk ettiniz" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "... Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz" ifadesini açıklarken şöyle dedi: Dönmekten kasıt, Allah'a itaatten yüz çevirmektir, "...pek azınız..." sözünden kasıt ise Allah'ın kendisine itaat etmeleri için seçtiği kişiler kastedilmektedir.

84

Bkz. Ayet:86

85

Bkz. Ayet:86

86

"Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sîzden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahidsiniz. Sonra sîz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bîr kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Onlar âhiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir, bu yüzden azabları hafifletilmez, onlar yardım da görmezler."

Abd b. Humeyd, Âsım'ın, bu âyeti, (.....) şeklinde (.....) harfini üstün, harfini esre ve (.....) harfini ise ötre olarak okuduğunu bildirir.

Abd b. Humeyd'in bidirdiğine göre Talha b. Mûsarrif (.....) âyetini, (.....) şeklinde (.....) harfini ötre olarak okumuştur.

İbn Cerîr'i bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye (.....) sözünün manasının "Birbirinizi öldürmeyin" demek olduğunu söyledi. (.....) sözünün manasının ise "Birbirinizi memleketlerinizden çıkarmayınız" demek olduğunu, (.....) sözünü ise vermiş olduğunuz bu sözü kabul ettiniz ve sizler kendiniz bu sözü verdiğinize şahitlik ettiniz" demek olduğunu söyledi.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyetlerin manasını açıklarken şöyle dedi: (.....) sözünün manası, "Sizin bunu kabul etmeniz, Benim sizden aldığım söz sebebiyle sizin üzerinizde bir haktır" demektir. "Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz..." âyetinden, şirk ehliyle beraber İsrailoğullarının da kan döktüğü ve onların (Evs ve Hazrec kabilesinin) yaptığı gibi yahudilerin de (galip geldikleri kişileri) yurtlarından çıkardığı kastedilmektedir. Evs ve Hazrec kabilesi arasında savaş olduğu zaman, Kaynukaoğulları Hazrec kabilesiyle beraber savaşa katılırdı. Nadiroğulları ve Kurayzaoğulları ise Evs kabilesiyle savaşa katılırdı. Diğeriyle anlaşmalı olan bu kabilelerin her biri, diğer kabileye karşı anlaşmalı olduğuna yardım eder ve birbirlerinin kanını akıtırlardı. Savaş bittiği zaman ise bu sefer fidye ile karşılıklı olarak esirlerini kurtarırlardı. İşte yüce Allah, bu durumları dolayısıyla onları ayıplayarak:

“...size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz..." Yani: Sizler dininizde onları öldürmeniz ve yurtlarından çıkarmanızın haram olduğunu bildiğiniz halde onları öldürüyorsunuz. Siz Kitab'ın, fidye vererek kurtarma emrine iman edip uygularken, Kitapta yurtlarından çıkarılmanın haram kılınmasını inkar ederek, onları yurtlarından çıkarıyorsunuz.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Abdullah b. Selâm, Kûfe'de, Yahudilerin temsilcisinin yanına gittiğinde, onun, Araplarla cinsel ilişkiye girmeyen kadının fidyesini verirken, Araplarla ilişkiye giren kadının fidyesini vermediğini gördü ve ona:

“Sendeki kitapta (Tevrat'ta) hepsinin fidyesini öde" demiyor mu?" dedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî, (.....) âyetini, (.....) şeklinde okurdu.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) âyetini, (.....) şeklinde okurdu.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor:

“Bizim kıraatimizde bu âyet (.....) şeklinde okunmaktadır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre, Ebû Abdirrahman es-Sülemî:

“Bazen, âyetin baş tarafı geneli kapsarken sonubelli bir kesimi kapsayabilir" deyip:

“...Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Onlar âhiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir..." âyetini açıklarken:

“Onlar az bir dünyalığı, çok olan âhiret mükâfatına tercih ettiler" demiştir.

87

"And olsun ki, Mûsa'ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik..."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, âyette geçen kelimesinin manasının, "vermek" olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, âyette geçen (.....) kelimesinin manasının "peşisıra" demek olduğunu söyledi.

İbn Asâkir, Cuveybir tarikiyle Dahhâk'tan, İbn Abbâs'ın, "And olsun ki, Mûsa'ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Hazret-i Mûsa'ya Tevrat'ı bir defada mufassal ve muhkem olarak indirdi. Sonra Eşmevîl b. Bâbil, Menşâîl, Şa'yâ b. Emdiyâ, Hezekîl, Ermeyâ b. Halkiyâ (Hızır), Dâvûd b. îşâ (Hazret-i Süleyman'ın babası) ve Mesîh diye adlandırılan İsa b. Meryem'i gönderdik Allah bu peygamberleri Mûsa b. İmrân'dan (aleyhisselam) sonra seçip gönderdi. Onlardan, Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmetinin vasıflarını ümmetlerine bildirmeleri için kendilerinden kesin söz almıştır."

"...Meryem oğlu isa'ya belgeler verdik..."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın, "...Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik..." âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i İsa'ya verilen belgeler, ölüyü diriltmesi, çamurdan kuş yapıp, yaptığı kuşun canlanması, kötürüm ve kör gibi hastaların iyileşmesi, gayb sayılan bir çok şeyi bildirmesi ve Allah'ın kendisine gönderdiği İncil ile, Tervat'ta tahrif ettikleri şeyleri bildirmesidir."

"...onu Rûhül-Kudüs ile destekledik..."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) kelimesinin manasının "kuvvetlendirmek" olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Rûhu'l-Kudüs, Hazret-i İsa'nın kendisi vasıtasıyla ölüleri dirilttiği isimdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Rûhu'l-Kudüs, Allah'tır" dedi.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Rabî b. Enes der ki:

“Rûhu'l-Kudüs, Yüce Allah'tır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“el-Kuds, temizlik" demektir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî, el-Kuds'un bereket olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İsmâil b. Ebî Hâlid, "...onu Rûhül-Kudüs ile destekledik..." âyetinin, Yüce Allah'ın Hazret-i İsa'yı Cibrîl ile desteklemesi manasında olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'un, Rûhü'l-Kudüs'ten kastın Cibrîl olduğunu söylediğini bildirir.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rûhu'l-Kudüs, Cibril'dir."

İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mescid'de Hassân b. Sabit için bir minber koy(dur)muştu. Hassan, o minberin üzerine çıkar, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) aleyhine konuşanları hicvederdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allahım! Peygamberini müdafa ettiği gibi Hassân'ı Ruhul Kudüs'le (Cibril) destekle,"

İbn Hibbân, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rûhü'l-Kudüs, ilham yoluyla bana şöyle dedi: «Hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmez.» Allah'tan korkunuz ve rızık arama hususunda güzel davranınız."

Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l-Medine'de, Hasan(-ı Basrî)'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rûhu'l-Kudüs'ün kendisiyle konuştuğu kişinin bedenini toprağın yemesine izin verilmez."

"...kimini yalanladığınız, kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, âyette geçen (.....) kelimesinin manasının "topluluk" olduğunu söyledi.

88

"Kalplerimiz kılıflıdır, dediler. Bilakis Allah, küfürleri yüzünden onlara lanet etmiştir. Onlar ne kadar az îman ederleri"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kalbe bu adın verilmesinin sebebi dönmesi (=mutekallib değişken olması) sebebiyledir" dedi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta bildirir: İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini harekeli olarak okurdu ve manasının:

“Nasıl öğrenelim ki? Bizim kalplerimiz zaten hikmetle doludur" olduğunu söylerdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfini harekeli olarak okudu ve manasının:

“Bizim kalplerimiz ilimle zaten doludur. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bilgisine de, başkasının bilgilerine de ihtiyacı yoktur" olduğunu söylerdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Atâ'nın, bu âyeti (.....) şeklinde okuyup, manasının:

“Kalplerimiz ilimle doludur" olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini "Kalplerimiz örtülüdür" olarak açıkladı.

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini "Kalplerimiz örtülüdür" olarak açıkladı.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetinde kastedilenin mühürlü kalpler olduğunu söylediğini bildirir.

Vekî bildiriyor: İkrime, (.....) âyetini açıklarken, "Kalplerin mühürlü olduğu kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken, "Kalplerin perdeli olduğu kastedilmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, (.....) âyetini açıklarken, "Kalplerimiz anlamaz" manasında olduğunu söyledi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitabu'l-İhlâs'ta ve İbn Cerîr, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir:

“Kalpler dört türlüdür: Tamamen mühürlenmiş kalp, bu kafirin kalbidir. Eğri ve içinde imanla küfrü bir arada bulunduran kalp, münafığın kalbidir. İçinde ışıl ışıl bir kandilin yandığı, kötülüklerden arınmış kalp müminin kalbidir. Bir kalp daha vardır ki içinde nifak ve imanı beraberce barındırır. İman bu kalbte, tertemiz sulardan beslenen bir ağacı andırırken, nifak, kan ve irin akıtan bir yaraya benzer. Artık hangisi diğerini bastırırsa, bu kalp onun hükmü altına girer."

Hâkim, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir:

“Fitne kalbe sunulur, fitneyi kabul etmeyen kalbe beyaz bir nokta konulur. Kabul eden kalbe ise siyah bir nokta konulur. Sonra kalbe başka bir fitne sunulur, bunu da kabul etmeyen kalbe yine beyaz bir nokta konulur. Kabul eden kalbe ise siyah nokta konulur. Sonra yine kalbe başka bir fitne sunulur, bunu da kabul etmeyen kalbin beyazlığı ve berraklığı artıp artık ona hiçbir fitne zarar veremez. Daha önce iki defa kabul ettiği gibi üçüncü defa da kabul eden kalp ise simsiyah olur ve hastalıklı hale gelip artık ne marufu maruf, ne de münkeri münker olarak tanır."

İbn Ebî Şeybe, Kitabu'l-îmân'da ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Hazret-i Ali'den bildirir:

“İman, kalpte beyaz bir nokta olarak belirir ve imanın her artışında o beyazlık artar. İman kâmil olduğu zaman ise bütün kalp beyazlaşır. Nifak kalpte siyah bir nokta olarak belirir ve nifak arttıkça bu siyah nokta büyür, sonunda kulun nifakı kemale erince kalbi de bir siyahlık bürür. Allah'a yemin olsun ki, şâyet mü'minin kalbini yarabilseydiniz onun beyaz olduğunu görebilirdiniz. Münafığın kalbini de yarabilseydiniz onun siyah olduğunu görürdünüz."

Ahmed, ceyyid senetle, Ebû Saîd'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kalpler dört türlüdür. Bir kalp vardır ki, onda tüy yoktur, kendinde kandil gibi bir şey yakılmıştır. Bir kalp te kılıflıdır, kılıfı üzerine bağlanmıştır. Bir kalp te ters çevrilmiştir. Bir diğeri de meylettirilmiş tir. Biri ise ikiyüzlü kalptir. Tüysüz kalp müminin kalbidir.

içindeki kandil de onun nurudur. Kılıflı kalp, kâfirin kalbidir. Ters çevrilmiş kalp ise hakkı bildikten sonra inkâr eden münafığın kalbidir. İkiyüzlü kalpte hem iman, hem nifak bulunur; bu kalpteki iman temiz suyun beslediği bitki gibidir. Bu kalpteki nifak ise, irin ve kanın beslediği çıban gibidir. Bunlardan hangisi diğerinden fazla olursa, onu yener,"

İbn Ebî Hâtim, Selmân el-Fârisî'den mevkuf (yani onun sözü) olarak aynı rivâyette bulundu.

"... Onlar ne kadar az îman ederleri"

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) âyetini açıklarken, "Onların çok azı iman eder" dedi.

89

"Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelince..."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir:

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelince..." âyetinde "Ellerindeki Kitap'tan" kasıt Kur'ân, doğrulanan kitaplar ise Tevrat ve İncil'dir.

"Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkarcılaradır."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de, Âsim b. Ömer b. Katâde el-Ensârî tarikiyle bildirir: Bizim kabilemizden olan ihtiyarlardan bazıları şöyle dediler: Araplar içinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını bizden daha iyi bilen yoktur. Bizimle beraber Yahudiler vardı ve onlar Kitab ehliydi. Biz ise putlara tapıyorduk. Yahudilerin hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımızda:

“Gönderilecek peygamberin zamanı yaklaştı. Bu peygamber geldiği zaman ona tâbi olacağız ve tıpkı Âd ve İrem kavminin öldürüldüğü gibi sizleri öldüreceğiz" derlerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği zaman biz ona tâbi olduk, Yahudiler ise inkar ettiler. "Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır" âyeti işte onlar hakkında nazil olmuştur."

Beyhakî, Delâil'de, Süddî'nin tarikiyle, Ebû Mâlik ve Ebû Sâlih'ten, İbn Abbâs, Murre, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarının âyet hakkında söyle dediğini bildirir:

“Araplar, Yahudilere gidip eziyet ederdi ve Yahudiler, Tevrat'ta Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını görüyorlardı. Bu sebeple Allah'ın onu göndermesi ve onunla beraber Araplara karşı savaşmaları için dua ediyorlardı. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği zaman, İsrailoğullarından olmadığı için onu inkar ettiler."

Ebû Nuaym, Delâil'de, Atâ ve Dahhâk'ın tarikiyle, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce Kurayzaoğulları ve Nâdiroğularının Yahudileri, Allah'tan zafer isteyip Kâfirlere beddua ederek:

“Allahım! Ümmi olan Peygamber hürmetine bize yardım etmeni istiyoruz" derlerdi. Allah onların bu dualarını kabul edip kendilerine yardım ederdi. "...Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler..." âyette geçen bildikleri, Hazret-i Muhammed'di ve ondan şüpheleri yoktu, ama buna rağmen onu inkar ettiler.

Ebû Nuaym, Delâil'de, Kelbî'nin tarikiyle, Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce Medine Yahudileri, Gatafân, Cuheyne ve Uzra'dan olan Arap müşrikleriyle savaştıkları zaman onlara karşı zafer elde etmek için Allah'tan yardım ve zafer isterlerdi ve gönderilecek Peygamberin ismiyle Allah'a dua edip:

“Allahım! Bize, âhir zamanda göndereceğini vaadettiğin Peygamberin ve ona indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et" derlerdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Katâde'den bildiriyor: Yahudiler, Hazret-i Muhammed'in hürmetine Araplara karşı Allah'tan yardım isteyip:

“Allahım! Tevrat'ta vasıflarını gördüğümüz peygamberi bize gönder de onlara azab edip öldürsün" diye dua ederlerdi. Allah, Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince, kendilerinden gönderilmediğini düşünerek Arapları kıskanarak, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu bilmelerine rağmen onu inkar ettiler.

Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hayber Yahudileri Gatafân kabilesiyle savaşıyor, her hezimete uğrayışında ise şu duayı yapıyordu:

“Allahım! Ahir zamanda bize göndermeyi vaad ettiğin Ümmi olan Muhammed hürmetine, Gatafân kabilesine karşı bize yardım et." Savaşacakları zaman bu duayı yapıyorlar ve Gatafân'ı hezimete uğratıyorlardı. Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği zaman onu inkar etiler. Bunun üzerine Allah:

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır" âyetini indirdi." Yani:

“Ey Muhammed! Senin hürmetine zafer istiyorlardı."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yahudiler, Evs ve Hazrec kabilesine karşı, Hazret-i Muhammed gönderilmeden önce onun hürmetine, Allah'tan yardım istiyorlardı. Allah onu Arapların içinden gönderince onu kabul etmeyip onun hakkında söylediklerini inkar ettiler. Muâz b. Cebel, Bı'şr b. el-Berâ ve Dâvud b. Seleme onlara:

“Ey Yahudiler! Allah'tan korkun ve Müslüman olun. Biz müşrikken, sizler, bize karşı Muhammed hürmetine Allah'tan yardım istiyor, bizlere onun gönderileceğini söyleyip vasıflarını söylüyordunuz" deyince, Nadîroğullarından olan Selâm b. Mişkem:

“Bize bildiğimiz bir şeyle (delille) gelmedi. Bizim size anlattığımız kişi o değildir" karşılığını verdi. Bunun üzerine:

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır'" âyeti nazil oldu.

Ahmed, İbn Kâni, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de, Bedir ashabından olan Seleme b. Selâme b. Vakş'tan bildirir:

“Abduleşhel'de Yahudi olan bir komşumuz vardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilişinden biraz önce bir gün yanımıza gelip Abduleşhel'in meclisinde durdu. Ben o zaman meclisteki en küçük olan kişiydim. Üzerimde bir bürde, ailemin gölgeliğinde uzanmıştım. Bu Yahudi, öldükten sonra dirilme, kıyamet, hesap, Mizan, Cennet ve cehennemden bahsetti. Bu sözleri oradaki müşriklere, puta tapanlara ve öldükten sonra dirilmenin olmayacağını insanlara söylemişti. Onlar:

“Yazıklar olsun sana ey falan! Sence bunlar olacak mı? İnsanlar öldükten sonra Cennet veya Cehennemin bulunduğu bir yere gidip amellerinin karşılığını mı alacaklar?" deyince, Yahudi şöyle karşılık verdi:

“Kendisine yemin edilene yemin olsun ki evet. Kişi o ateşten kurtulmak için dünyadaki en büyük tandıra atılmayı ve tandırın kendisi içindeyken tandırın her tarafının sıvanıp orada yanmayı yeğleyecek." Onlar:

“Yazıklar olsun sana! Bunun işareti nedir?" diye sorunca, Yahudi:

“Bu diyarlardan gönderilecek olan bir peygamberdir" deyip Mekke ve Yemen tarafını işaret etti. Onlar:

“Onu ne zaman göreceğiz?" diye sorunca, Yahudi, en küçükleri olan bana bakıp:

“Eğer bu çocuk yaşarsa onu görür" cevabını verdi. Seleme der ki:

“Vallahi fazla geçmeden Allah, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) aramızdan gönderdi. Biz ona iman ettik, ama Yahudi kıskançlığından ve azgınlığından dolayı inkar etti. Biz:

“Yazıklar olsun sana ey falan! Sen bize bu peygamberin geleceğini söylememiş miydin?" deyince, Yahudi:

“Evet, ama benim dediğim bu değildi" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i Muhammed'in gönderilişiyle Araplara karşı yardım umanlar Kitab ehlidir. Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince, onun kendilerinden gelmediğini gördüler ve kıskançlıklarından dolayı inkar ettiler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır" âyeti, Hazret-i Muhammed'in peygamber olduğunu bilmelerine rağmen inkar eden Yahudiler hakkında nazil oldu.

90

"Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur an ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki:

“Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'ân'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir!'" âyeti Yahudiler hakında nazil olmuştur. Allah'ın indirdiğini ve Hazret-i Muhammed'i, Arapları kıskandıkları için inkar ettiler. "... Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar..." sözünden kasıt, Allah'ın onlara, İncil'i ve Hazret-i İsa'yı, Kur'ân ve Hazret-i Muhammed'i inkar etmeleri sebebiyle iki defa gazablanmasıdır.

et-Tastî, Mesâil'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: Bana, "Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'ân'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır" âyetin de ki (.....) sözünden ne kastedildiğini söyler misin?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Az bir dünyalık karşılığında âhiretteki nasiplerini sattılar" demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mıydı?" diye sorunca ise İbn Abbâs:

“Tabi ki. Yoksa sen şairin:

Kendisine fiyat veriliyor da malım satmıyor

Sonra kalkıp satın almaz mısın diyor, dediğini duymadın mı?" karşılığını verdi.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'ân'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Allah, peygamberi onların arasından göndermeyince, peygamberi kıskanarak inkar ettiler. İkinci defa gazaba uğramalarının sebebi ise Tevrat'ı tahrif etmelerinden dolayıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“...Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır'" âyetinde bildirildiği gibi iki defa gazaba uğramalarının sebebi, Hazret-i İsa'yı ve Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkar etmeleridir.

İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Gazaba uğrayanlardan kastedilenler Yahudilerdir. Birinci gazaba uğramalarının sebebi, Hazret-i Muhammed gönderilmeden önce Tevrat'ı tahrif etmeleri, ikinci gazabın sebebi ise Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) inkar edip getirdiğini kabul etmemeleridir."

91

"Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kur'ân'ı inkar ederler,- halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitab'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, (.....) sözünden kastın, "Tevrat'tan sonra geleni inkar etmek" olduğunu söyledi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, (.....) âyetinde belirtildiği üzere Yahudilerin inkar ettiği şeyin Kur'ân olduğunu söyledi.

92

Yemin olsun ki, (Peygamberim) Mûsa size beyyineler (âsa, beyaz el, denizi yarma gibi mu’cizeler) getirdi. (O Tûr’a gittikten) sonra ardından buzağıyı (ilâh) edindiniz (ona taptınız). İşte (bundan dolayı) siz, zâlim kimselersiniz.

93

"Hani Biz sizden söz almış ve Tür'u üstünüze kaldırıp: «Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve dinleyin»(demiştik). Onlar: «Dinledik, isyan ettik» demişlerdi. (Çünkü) küfürleri yüzünden buzağı kalplerine içirilmişti. De ki:

“Eğer mü'minler iseniz, imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür!"

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, (.....) sözünden kastın, buzağının sevgisinin kalplerine (.....) işlemesi ve sonunda bütün kalplerini kaplaması olduğunu söyledi.

94

Bkz. Ayet:95

95

"De ki: «Eğer âhiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!» Bunu, önceden işlediklerinden ötürü, asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bilir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: Yahudiler ve Hıristiyanlar:

“...Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimse elbette Cennete girmeyecek..."ve, "...Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz..." deyince, Allah:

“De ki, "Eğer âhiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize" âyetini indirdi, ama onlar bunu yapamadılar.

….. "Hayata düşkün olanlar Yahudilerdir. Müşrikler, ölümden sonra hayat olduğuna inanmadığından hayatının uzun olmasını ister. Yahudi ise âhirette düşeceği zilleti ve Allah'ın emirlerini yerine getirmediği için uğrayacağı akibeti bildiğinden dolayı ölmek istemez, ama uzun yaşaması onu azaptan kurtaramaz."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "... Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister...."âyetinin manası hakkında şöyle dedi:

“Bu söz, Acemlerin biri aksırdığı zaman söylediği sözdür. Acemlerden biri aksırınca ona: «Bin yıl yaşa» derlerdi."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, "...Oysa uzun ömürlü olması onu azabdan uzaklaştırmaz..." âyetinde kastedilenlerin, Cibrîl'e düşmanlık edenler olduğunu söylediğini bildirir.

97

Bkz. Ayet:98

98

"De ki, «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır", çünkü O» Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir. Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır."

Tayâlisî, Firyâbî, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildirir:

Bir gün Yahudilerden bir topluluk Resulullah'a geldi ve ona:

“Ey Ebu'l-Kâsım! Sana, peygamber olmayanın bilemeyeceği bazı hususlar soracağız, sen onları bize bildir" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dilediğinizi sorun, fakat siz bana, Allah'ı şahit tutarak yemin edin ve Yâkub'un, oğullarından aldığı ahdi verin ki, eğer ben sizlere doğru olduğunu bildiğiniz şeyleri söyleyecek olursam, Müslüman olmakta mutlaka bana uyacaksınız" buyurunca, Yahudiler:

“Sana bu sözü veriyoruz" karşılığını verip şöyle devam ettiler:

“Sana soracağımız şu dört hususu bize bildir. Tevrat inmeden önce Yâkub'un kendisine haram kıldığı yemek hangisidir? Erkeğin suyu (menisi) nasıl, kadının suyu nasıldır? O sudan erkek çocuk nasıl olur? Ümmî olan Peygamberin, meleklerden velisi (en yakın dostu) kimdir?" Resulullah, sorularına cevap verdiği takdirde kendisine uyacaklarına dair ahid alınca şöyle buyurdu:

“Mûsa'ya Tevrat'ı indiren Allah hakkı için söyleyin bana, Yâkûb'un ağır bir şekilde hastalandığını, hastalığının uzun sürdüğünü, bu yüzden Allah'a yemin ederek, eğer Allah onu bu hastalığından kurtaracak olursa yiyeceklerin ve içeceklerin en sevimli olanını kendisine yasaklayacağına dair bir adakta bulunduğunu, Yakub'a yiyeceklerin en sevimlisinin deve eti olduğunu, içeceklerin en sevimlisinin de deve sütü olduğunu biliyor musunuz?" Onlar:

“Allah için evet, biliyoruz" cevabını verince, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar sordu:

“Mûsa'ya Tevrat'ı indiren Allah hakkı için söyleyin bana, sizler, erkeğin suyunun beyaz ve katı, kadının suyunun ise sarı ve ince olduğunu, bu sıdardan hangisi diğerine galip gelirse çocuğun, Allah'ın izniyle onun cinsinden ve benzerinden olduğunu, eğer erkeğin suyu kadının suyuna galip gelirse; Allah'ın izniyle çocuğun erkek, kadının suyu erkeğin suyuna galip gelirse, Allah'ın izniyle çocuğun kız olacağını biliyor musunuz?" Yahudiler:

“Allah için evet biliyoruz" karşılığını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım şahid ol!" buyurup şöyle devam eti:

“Yine Mûsa'ya Tevrat'ı indiren Allah hakkı için söyleyin, sizler, bu ümmî Peygamberin gözlerinin uyuduğunu, kalbinin ise uyumadığını biliyor musunuz?" Yahudiler:

“Allah için evet biliyoruz" cevabını verince, Resulullah:

“Allahım şahid ol!" buyurdu. Yahudiler. "Şimdi sen, meleklerden hangisinin dostun olduğunu söyle. İşte o zaman seninle beraber oluruz veya olmayız" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şüphesiz ki benim meleklerden en yakın dostum Cibril'dir. Allah, hiçbir peygamber göndermemiştir ki onun yakın dostu Cebrail olmamış olsun" buyurdu. Yahudiler:

“İşte şimdi o melek hususunda senden ayrılıyoruz. Şâyet senin, meleklerden olan dostun ondan başka birisi olsaydı, sana uyar ve seni tasdik ederdik" karşılığını verdiler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizin, Cibril'i tasdik etmenize engel nedir?" buyurunca, onlar:

“O bizim düşmanımızdır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.... Yanlarındakini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitab verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar" âyetlerini indirdi. İşte o zaman Yahudiler, gazap üstüne gazaba uğradılar.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İshâk b. Râhûye, Müsned'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildiriyor: Hazret-i Ömer, Revhâ denilen yere gittiğinde orada bazı insanların taşlara yönelerek namaz kıldıklarını görüp:

“Bunlar ne yapıyor?" diye sorunca, "Bu insanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) burada namaz kıldığını iddia ediyorlar" diye cevap verdiler. Ömer:

“Sübhanallah! Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) binekli olarak bu vadiden geçerken namaz vakti girince, namaz kıldı" deyip şöyle anlattı:

Ben Yahudiler ders yaparken yanlarına giderdim. (Bir gün bana) "Bizim için, arkadaşların arasında senden üstünü yoktur. Çünkü sen bize geliyorsun" dediler. Ben:

“Benim geliş sebebim, Kur'ân'ın Tevrat'ı, Tevrat'tın da Kur'ân'ı nasıl doğruladıklarının hoşuma gitmesidir" cevabını verdim. Birgün onlarla konuşurken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımızdan geçince, ben onlara:

“Kendisinden başka ilah olmayan, sizi koruyup besleyen ve size kitabını emanet eden Allah hakkı için söyleyin, siz, onun, Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyor musunuz?" diye sordum. Onlar:

“Evet" cevabını verince, ben:

“Vallahi! Onun peygamber olduğunu bilmenize rağmen tâbi olmamanız sebebiyle helak oldunuz demektir" deyince, onlar:

“Helak olmayız, ama biz ona hangi meleğin vahiy getirdiğini sorduğumuzda, düşmanımız olan Cibril'in vahiy getirdiğini söyledi. Biz, Cibril dehşet, katılık, sıkıntı, şiddet, azap gibi hadiseleri getiren melek olduğundan ona düşmanız" dediler. Ben:

“Barışık olduğunuz melek hangisidir?" diye sorunca, Yahudiler:

“ Yağmur ve rahmet gibi şeyleri getiren Mîkâîl'dir" cevabını verdiler. Ben:

“Peki bunların Rableri katındaki dereceleri nasıldır?" diye sorunca, onlar:

“Biri Yüce Allah'ın sağında, diğeri de öbür taraftadır" karşılığını verdiler. Ben:

“Cibrîl'in Mîkâîl'e düşmanlık beslemesi, Mikâîl'in de Cibrîl'in düşmanıyla barışık olması doğru değildir. Ben şahitlik ederim ki Allah, onların barışık olduğu kişilerle barışıktır. Düşman olduğu kişilere de düşmandır" dedikten sonra bu olayı haber vermek için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim. Onu bulunca bana:

“Bana şimdi inen âyetleri sana okuyayım mı?" buyurdu. Ben:

“Evet ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir. Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır"' âyetlerini okudu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Vallahi Yahudilerin yanından kalkıp buraya geliş sebebim, bana söyledikleri ve benim de onlara söylediklerimdir. Ama Allah, bu haberi sana benim söylememden önce bildirdi" dedim. Hadisin senedi sahihtir ancak Şa'bî, Ömer'e yetişememiştir.

Süfyân b. Uyeyne, İkrime'den bildirir: Hazret-i Ömer, Yahudilere gidip onlarla konuşurdu. Yahudiler:

“Arkadaşların arasında yanımıza senden daha fazla gelen yoktur. Bize, arkadaşına vahiy getiren meleğin kim olduğunu söyle" dediler. Ömer:

“Cibril" cevabını verince, onlar:

“O meleklerden olan düşmanımızdır, eğer vahiy getiren dostumuzun (Hazret-i Mûsa'nın) dostu olan melek olsaydı kendisine tâbi olurduk" dediler. Ömer:

“Dostunuzun dostu kimdir?" diye sorunca, onlar:

“Mîkâîl" cevabını verdiler. Ömer:

“Onlar nedir?" diye sorunca, Yahudiler:

“Cibril, azab ve sıkıntıyla gelir, Mîkâîl ise yağmur ve rahmetle gelir. Bunlar birbirine düşmandır" dediler. Ömer:

“Peki bunların Rableri katındaki dereceleri nasıldır?" diye sorunca, onlar:

“Biri Yüce Allah'ın sağında, diğeri de öbür taraftadır" karşılığını verdiler. Ömer:

“Eğer bunlar dediğiniz gibiyse düşman olamazlar" deyip yanlarından çıkarak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Onu Çağtrip:

"De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyetlerini okudu. Bunun üzerine Ömer:

“Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, az önce aynı meselede onlarla tartışmıştım" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre Ömer b. el-Hattâb bir gün Yahudilerin yanına gitti. Yahudiler onu görüp:

“Hoş geldin!" deyince Ömer:

“Vallahi! Sizi sevdiğimden veya sizden olan bir isteğim sebebiyle gelmedim. Geliş sebebim sizden bazı şeyleri dinlemek içindir" karşılığını verdi. Onlar:

“Arkadaşınızın (Resûlullah'ın) arkadaşı kimdir?" diye sorunca, Ömer:

“Cibrîl" cevabını verdi. Onlar:

“O, meleklerden, Muhammed'e sırlarımızı veren düşmanımızdır. Geldiği zaman da savaş ve kıtlıkla gelir. Bizim arkadaşımız Mîkâîl ise bolluk ve barışla gelir" dediler. Ömer bunları anlatmak için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidince, "De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyetinin nazil olduğunu gördü.

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriryo: Hazret-i Ömer'in, Medine'nin üst tarafında bir tarlası vardı ve o tarlaya giderken yolu Yahudilerin ders yaptığı yerden geçerdi. Ömer oradan her geçişinde ders görmekte olan Yahudilere uğrar ve onları dinlerdi. Bir gün yanlarına girdiğinde:

“Tur dağında Mûsa'ya Tevrat'ı indiren Rahman adına soruyorum; Muhammed'i Tevrat'ta görüyor musunuz?" diye sordu. Onlar:

“Evet, kitabımızda yazılı olduğunu görüyoruz, ama ona vahiy getiren arkadaşı Cibrîl'dir. Cibrîl ise, azab, savaş ve yok etmeyle gelen kişidir. Eğer ona vahiy getiren Mîkâîl olsaydı kendisine iman ederdik. Çünkü Mîkâîl, rahmet ve yağmurla gelendir" cevabını verince Ömer:

“Cibrîl'in Allah katındaki derecesi nedir?" diye sordu. Onlar:

“Cibrîl, Allah'ın sağındadır, Mîkâîl ise solundadır" karşılığını verince, Ömer:

“Allah için size söylüyorum: Yüce Allah'ın sağında olana düşman olan kişi, solunda olana da düşmandır. Solunda olana düşman olan da sağında olana düşmandır. Bunlara düşman olan da Allah'a düşmandır" dedikten sonra olanları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber vermek için geri döndü ve daha oraya varmadan Cibrîl'in vahiy getirdiğini gördü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer'i çağırıp:

“De ki: «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyetini okuyunca, Ömer:

“Seni hak olarak gönderene yemin ederim ki, ben de sana bunu haber vermek için gelmiştim" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ şöyle bildirir: Bir Yahudi, Hazret-i Ömer ile karşılaşıp:

“Dostunuzun bahsettiği Cibrîl bizim düşmanımızdır" deyince, Ömer:

“Allah'a, meleklerine, peygamberlerine ve Mîkâîl'e düşman olan kişi inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer'in söylediğini tasdik eden, "Cebrail'e ve Mikail'e düşman olan kimse, inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, bu âyetin nüzul sebebinin bu olay olduğunda icma olduğunu söyledi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân ve Beyhakî, Delâîl'de, Enes'ten bildirir: Abdullah b. Selâm, bahçesinde hurma toplarken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğini duyunca, yanına giderek:

“Sana, peygamber olandan başka kimsenin bilemeyeceği üç şey soracağım. Kıyametin alâmetlerinin ilki nedir? Cennet ehlinin ilk yiyeceği şey nedir? Çocuk nasıl olur da annesine veya babasına benzer?" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Az önce Cibril bana bunların cevabını bildirdi" karşılığını verince, Abdulah b. Selâm:

“Cibrîl mi?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" cevabını verince, o:

“O, meleklerden, Yahudilerin düşmanı olandır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cebrail'e düşman olan kimse, Allah'a düşmandır", çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyetini okuyup şöyle devam etti:

“Kıyamet alametlerinden ilki, doğudan çıkacak bir ateşin insanları batıya sürmesidir. Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek ise balık ciğerinin fazlasıdır. Çocuğa gelince, kadının suyu erkeğin suyunu geçince, çocuğu kendine çeker/benzetir. Erkeğin suyu kadının suyunu geçince de çocuğu kendine benzetir." Bunun üzerine Abdullah b. Selâm:

“Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin de Onun peygamberi olduğuna şahitlik ederim" deyip Müslüman oldu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir"" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Cibrîl, Kur'ân'ı Allah'ın emriyle (Ey Muhammed!) senin aklını kuvvetlendirmek ve gönlüne yerleştirmek, daha önce indirilen kitapları, âyetleri ve peygamberleri tasdik etmek üzere indirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Katâde, "...kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Kendinden öncekinden kasıt, Tevrat ve İncil'dir. Allah, Kur'ân'ı müminler için yol gösterici ve müjdeci olarak göndermiştir. Çünkü, Kur'ân'ı duyduğu zaman onu öğrenip anlar, ondan faydalanır, onunla rahatlar, Allah'ın onda vaad ettiklerini tasdik edip yakinen inanır.

İbn Cerîr, Abdullah el-Atekî tarikiyle Kureyşli bir kişiden bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere:

“Okuduğunuz kitap hakkı için soruyorum: Tevrat'ta, Hazret-i İsa'nın, Ahmed adında bir peygamberin geleceğini müjdelediğini görüyor musunuz?" deyince, Yahudiler:

“Vallahi! Seni Kitabımızda bulduk, ama senden hoşlanmadık. Çünkü sen (başkasının) malını (ganimeti) helal kabul edip kan döküyorsun" karşılığını verdiler. Bunun üzerine, "Cebrail'e düşman olan kimse, Allah'a düşmandır", çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir" âyeti indi.

"... Cibril ve Mîkâîl..."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Cibrîl, Abdullah gibi bir isimdir. Cibr, Kul, îl ise Allah demektir.

İbn Ebî Hâtim, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve Hatîb, el-Muttefiku ve'l- Mufterik'te, İbn Abbâs'tan bildirir: Cibrîl ile Mîkâîl; Abdullah ve Abdurrahman gibi bir isimdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Cibrîl ve Mîkâîl, Abdullah manasındadır. İçinde îl olan her isim Allah'ın kulu demektir."

Deylemî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cibrîl, Abdullah, Mîkâîl, Ubeydullah, İsrâfîl ise Abdurrahman demektir."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ali b. Hüseyn'den bildirir: Cibrîl, Abdullah; Mîkâîl, Ubeydullah; İsrâfîl ise Abdurrahman demektir. İçinde îl olan her isim Allah'ın kulu manasındadır.

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Cibrîl ve Mîkâîl, Abdullah manasındadır. îl, Allah demektir. (.....) âyeti buna işaret etmektedir ve buradaki (.....) sözünden kasıt, Allah'tır.

Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer âyette geçen (.....) kelimesini , (.....) şeklinde okurdu ve:

“Cebr, kul, îl ise Allah'tır" derdi.

Vekî, Alkame'nin, (.....) âyetini (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

Vekî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Cebr, kul; îl ise Allah demektir. Mîkâ kul, îl ise Allah demektir. İsrâf kul, îl ise Allah demektir."

Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da hasen senetle, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl ile konuşurken göğün kenarı yarılınca Cibrîl küçülüp büzülüp ve yere yanaşmaya başladı. Bu sırada (ufuktan) bir melek gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde durdu ve:

“Ey Muhammed! Allah sana selam söylüyor ve kral peygamber ile kul peygamber olma arasında seni muhayyer bırakıyor" dedi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) der ki:

“Cibrîl eliyle bana: «Tevâzû göster» diye işarette bulununca bana tavsiyede bulunduğunu anladım ve: «Kul peygamber olmayı tercih ederim» dedim. Melek semaya çıkınca ben Cibril'e: «Ey Cibril! Sana o meleğin kim olduğunu sormak istemiştim. Fakat senin halini görmem beni sormaktan alıkoydu. Bu gelen kimdir?» diye sordum. Cibrîl: «Bu, İsrafil'dir. Allah onu önündekileri yarattığı zaman yarattığı günden beri huzurunda ayaklarını kıpırdatmaz ve gözünü yukarıya kaldırmaz bir halde yarattı. Onun Rabbim ile arasında yetmiş nur vardır ki, onlardan herhangi bir nura yanaşsa mutlaka yanar. Levh-i Mahfuz onun önündedir. Allah, gökte veya yerde bir şey olmasını murat edince o Levh yükselir ve îsrâfil'in yüzüne vurur. İsrafil de ona bakar ve eğer (Allah'ın murad etiğini yapmak) benim işim ise bana emreder. Mikail'in işi ise ona emreder. Ölüm meleğinin işi ise ona emreder» dedi. O zaman ben: «Ey Cibril senin görevin nedir?» diye sorunca, Cibrîl: «Rüzgârlar ve ordular üzerine vazifeliyim» cevabını verdi. Ben: «Mikail'in görevi nedir?» diye sorunca, «Bitkiler ve yağmurlardan sorumludur» cevabını verdi. Ben: «Ölüm meleğinin görevi nedir?» diye sorunca, Cibrîl: «Ruhları almakla görevlidir» cevabını verdi. Sonra Cibrîl şöyle dedi:

“Ben İsrafil'in ancak kıyamet kopacağında ineceğini zannetmiştim, senin bende gördüğün hal ise ancak kıyametin kopmasından korktuğumdandır."

Taberânî, zayıf senetle, İbn Abbâs'tan, Allah'ın Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Size meleklerin en faziletlisini söyleyeyim mi? Meleklerin en faziletlisi Cibrîl, peygamberlerin en faziletlisi Âdem, günlerin en faziletlisi Cuma günü, ayların en faziletlisi Ramazan ayı, gecelerin en faziletlisi Kadir gecesi, kadınların en faziletlisi ise İmrân'ın kızı Meryem'dir."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, İkrime'den bildirir: Cibrîl der ki:

“Rabbim beni bir şeyi yapmak için gönderdiği zaman, vardığımda yapılması gereken şeyin takdirinin benden önce oraya yetişmiş olduğunu görüyorum."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mûsa b. Ebî Âişe:

“Bana bildirildiğine göre Cibrîl, sema ehlinin imamıdır" dedi.

Ebu'ş-Şeyh bildiriyor: Amr b. Murra der ki:

“Cibrîl, güneyden esen rüzgârlardan sorumludur."

Beyhakî, Şuabül-îman'da Sâbit'in şöyle dediğini bildirir: Bize bildirildiğine göre Allah, Cibril'i insanların ihtiyacıyla görevlendirmiştir. Mümin dua ettiği zaman Allah:

“Ey Cibrîl! Onun isteğini beklet. Çünkü onun dua etmesini seviyorum" buyurur. Kâfir dua ettiği zaman ise:

“Ey Cibrîl! Bunun ihtiyacını gider. Çünkü bunun dua etmesini sevmiyorum" buyurur.

İbn Ebî Şeybe, Sâbit'in tarikiyle Abdullah b. Ubeyd'in şöyle dediğini bildirir:

“Cibrîl, insanların ihtiyacını gidermekle görevlendirilmiştir. Mümin Rabinden bir şey istediği zaman Allah, kulun daha çok dua etmesini sevdiği için, Cibril'e:

“İhtiyacını hemen giderme!" buyurur. Kâfir istediği zaman ise duasından hoşlanmadığı için Cibril'e:

“Bunun ihtiyacını hemen ver!" buyurur.

Beyhakî, Sâbûnî, el-Mieteyn'de, Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cibrîl, kulların ihtiyacını karşılamakla görevlidir. Mümin dua ettiği zaman Allah: «Ey Cibrîl! Onun isteğini beklet. Çünkü onu ve sesini seviyorum» buyurur. Kâfir dua ettiği zaman ise: «Ey Cibrîl! Bunun ihtiyacını gider. Çünkü bunun ne kendisini ne de sesini sevmiyorum» buyurur."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e:

“Seni gerçek sûretinle görmek isterdim" deyince, Cibrîl:

“Bunu (gerçekten) istiyor musun?" diye sordu. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verince, Cibrîl:

“Falan gece Bakîul-Garkad'da buluşalım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanı gelince onunla buluşunca Cibrîl kanatlarından birini açtı ve gökyüzünü kapattı. Bir kanadının kapatmasıyla gökyüzü görünmez oldu.

Ahmed ve Ebu'ş-Şeyh, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cibril'i inerken gördüğümde, Doğu ile Batı arasını kapladığını gördüm. Üzerinde, yakut ve incilerle süslenmiş ipek bir elbise vardı."

Ebu'ş-Şeyh, Şureyh b. Ubeyd'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraca çıkarıldığı zaman Cibrîl'i gerçek sûretiyle, kanatları zeberced, yakut ve incilerle süslenmiş bir şekilde gördü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) der ki:

“İki gözünün arasının ufku kapattığını zannettim. Daha önce Cibrîl'i değişik süretlerde görüyordum. En fazla Dihyetu'l-Kelbî'nin süretinde görüyordum. Bazen onu kişinin dostunu kalburun arkasından gördüğü gibi görüyordum."

İbn Cerîr, Huzeyfe, İbn Cüreyc ve Katâde'den bildiriyor:

“Cibrîl'in incilerden oluşmuş çizginin bulunduğu iki kanadı vardır. Berrak dişli, güzel yüzlü, baş saçları ise inci gibidir. Teni kar gibi beyaz, ayakları ise yeşildir."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Cibrîl'in iki omuzu arasındaki mesafe, hızlı uçan bir kuşun beş yüz yılda aşacağı kadar bir mesafedir. "

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebih'e, Cibrîl'in şemaili sorulunca, iki omuzu arasındaki mesafenin bir kuşun yedi yüz yılda aşacağı kadar bir mesafe olduğunu söyledi.

İbn Sa'd ve Beyhakî, Delâil'de Ammâr b. Ebî Ammâr'dan bildirir: Hamza b. Abdilmuttalib:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana Cibrîl'i kendi süretinde göster" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Senin onu görmeye gücün yetmez" buyurdu. Hamza:

“Gücüm yeter, onu bana göster" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Otur" buyurdu. Hamza oturunca, Cibrîl, Kâbe'de, müşriklerin tavaf ettiği zaman elbiselerini astığı bir direğe indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başını kaldır ve bak" buyurunca, Hamza başını biraz kaldırarak baktı ve Cibrîl'in ayağının zeberced gibi yeşil olduğunu görüp bayıldı.

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de, İbn Şihâb'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibril'den, kendi suretiyle görünmesini isteyince, Cibrîl:

“Buna gücün yetmez" dedi; ama Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendi sûretinle görünmeni istiyorum" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dolunayın olduğu bir gece Mescid'e çıkınca, Cibrîl kendi sûretiyle geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görünce bayıldı, sonra kendine gelince Cibrîl onu bir eliyle göğsüne dayadığı, diğer elini de omzuna koydu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yaratılmışlardan hiçbir şeyin böyle olacağını düşünmemiştim" deyince Cibrîl şöyle karşılık verir:

“Ya bir de İsrâfîl'i görsen nasıl yaparsın? Onun on iki kanadı vardır ve biri Doğu'da, diğeri Batıda'dır. Arş ise omuzlarındadır. Buna rağmen bazen Allah'ın azameti karşısında o kadar küçülür ki, küçük bir kuş gibi olur ve Arş'ı da ancak O'nun azameti taşır."

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhif te, Ebû Câfer'den bildirir:

“Ebû Bekr, Cibrîl'in Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşmasını duyar, ama onu göremezdi."

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Cibril'i gördüğüm zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi:

“Peygamberler dışında, Cibrili kim gördüyse gözleri kör olmuştur. Sen gördün, ama senin de gözlerin ömrünün sonunda kör olacaktır" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, Ebû Saîd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cennet'te öyle bir nehir vardır ki, Cibrîl ona her girip çıktığında silkelenince, Allah, dağılan her damla sudan bir melek yaratır."

Ebu'ş-Şeyh, Alâ b. Hârûn'dan bildirir:

“Cibrîl her gün bir defa Kevser nehrine batıp çıkar ve silkelenir. Silkelenirken düşen her damladan da bir melek yaratılır."

İbn Merdûye bildirir: İbn Abbâs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cibrîl bana, yakutlarla süslenmiş elbiseyle, kişinin dostunun yanına gelişi gibi gelir. Başı hâreli, saçları mercan gibi, teni kar gibi beyaz, güzel yüzlü berrak dişlidir. Üzerinde çizgiler halinde incilerle süslenmiş iki kemer, kanatları yeşil ve ayakları da yeşildir. Gerçek sûreti Doğu ile Batı arasını kaplar." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Rûhu! Seni gerçek süretinle görmek istiyorum" deyince, Cibrîl gerçek sûretiyle göründü ve Doğu ile Batı arasını doldurdu.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibril'e:

“Rabbini görüyor musun?" diye sorunca, Cibrîl:

“Aramızda ateşten veya nurdan yetmiş perde vardır. Eğer bu perdelerin en alttakini görecek olsam yanardım" cevabını verdi.

Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de zayıf isnâdla Ebû Hureyre'den bildiriyor: Yahudilerden bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek:

“Ey Allah'ın Resûlü! Allah ile yaratıkları arasında göklerden başka bir perde var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:

"Evet, Onunla Arş'ın etrafında olan melekler arasında nurdan yetmiş, ateşten yetmiş, karanlıktan yetmiş, kalın atlastan yetmiş, ince ipekten yetmiş, beyaz inciden yetmiş, kırmızı inciden yetmiş, sarı inciden yetmiş, yeşil inciden yetmiş, ışıktan yetmiş, kardan yetmiş, sudan yetmiş, doludan yetmiş ve Allah'ın bildirmediği azametinden de yetmiş perde vardır." Adam:

“Bana, Allah'a en yakın olan meleği bildir" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona en yakın melek, İsrafil'dir. Sonra Cibrîl, Sonra Mîkâîl, sonra ölüm meleğidir" buyurdu.

Ahmed, Zühd'de, Ebû İmrân el-Cevnî'den bildiriyor: Kendisine bildirildiğine göre Cibrîl ağlayarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince:

“Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Cibrîl:

“Neden ağlamayayım ki? Vallahi! Allah ateşi yarattığı zamandan bu yana, Ona isyan ederimde beni ateşe atar korkusuyla gözyaşım hiç kurumadı" cevabını verdi.

Ahmed, Zühd'de, Rabâh'tan bildiriyor: Bana ulaştığına göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e:

“Ne zaman bana geldiysen kaşlarının çatılmış olduğunu görüyorum" deyince Cibrîl:

“Cehennem yaratıldığı zamandan bu yana hiç gülmedim" karşılığını verdi.

Ahmed, Müsned'de ve Ebu'ş-Şeyh'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril'e:

“Neden Mîkâîl'in güldüğünü hiç göremiyorum?" diye sorunca, Cibrîl:

“Mîkâîl, ateş yaratıldığı zamandan bu yana gümedi" cevabını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, Abdulaziz b. Ebî Revvâd'dan bildirir: Yüce Allah, ağlamakta olan Cibrîl ve Mîkâîl'e bakıp:

“Benim, sizi ateşten kurtardığımı bildiğiniz halde neden ağlıyorsunuz?" diye sorunca, "Ey Rabbimiz! Azabından emin değiliz" karşılığını verdiler. Allah:

“İşte böyle yapınız. Allah'ın azabından ancak ziyana uğrayan kişi emin olur" buyurdu.

Ebu'ş-Şeyh, Leys'in tarikiyle, Hâlid'den, o da Saîd'den bildiriyor:

“İsrâfîl sema ehlinin müezzinidir. Gece on iki, gündüz on iki saat ezan okur. Her saat başında bir ezan okur ve ezanını, insanlar ve cinler dışında, yedi gök ve yedi kat yerdekiler duyar. Sonra meleklerin en büyüğü gelip onlara namaz kıldırır. Bize bildirildiğine göre Mîkâîl, Beytu'l-Ma'mûr'da onlara imamlık yapar."

Hakîm et-Tirmizî, Zeyd b. Rufey'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) misvak kullanırken yanına Cibrîl ve Mîkâîl girince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) misvakı Cibril'e uzattı. Cibrîl:

“Büyükten başla" dedi. Tirmizî der ki:

“Yani Mîkâîl daha büyüktür, misvakı önce ona ver."

Ebu'ş-Şeyh, İkrime b. Hâlid'den bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yaratılmışlardan hangisi Allah katında daha üstündür?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilmiyorum" cevabını verdi. Cibrîl gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cibril! Yaratılmışlardan hangisi Allah katında daha üstündür?" diye sordu. Cibrîl:

“Bilmiyorum" deyip semaya çıkıp indi ve şöyle dedi:

“Allah katında en üstün olanlar: Cibrîl, Mîkâîl, İsrâfîl ve ölüm meleğidir. Cibrîl, savaşlardan ve peygamberlerden sorumludur. Mîkâîl, düşen her damladan, biten ve düşen her yapraktan sorumludur. Ölüm meleği karada veya denizde olan her kulun canını almakla sorumludur. İsrâfîl ise Allah'ın, diğer meleklerle arasındaki emînidir."

Ebu'ş-Şeyh'in, Câbir b. Abdilah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yaratılmışlardan Allah'a en yakın olanlar, Cibril, Mîkâîl ve israfil'dir. Bunlarla Allah arasındaki mesafe de elli bin yıllık mesafedir. Cibril, sağında, Mîkâîl solunda, İsrâfîl ise ikisinin arasındadır."

Ebu'ş-Şeyh, Hâlid b. Ebî İmrân'dan bildirir: Cibrîl, Allah'ın resullerine gönderdiği eminidir. Mîkâîl, insanların yapmış olduğu amellerin yazılı olduğu kitaplardan sorumludur. İsrâfîl ise teşrifatçı gibidir.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İsrâfîl, Sûr'dan sorumludur. Cebrâil (Yüce Allah'ın) sağında, Mîkâîl ise solundadır." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâîl derken (.....) harfinden sonra hemzeyi de söylemiştir. Mîkâîl'i de hemzeli söylemiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb (b. Münebbih) der ki: Yüce Allah'a en yakın melek Cibrîl, sonra Mîkâîl'dir. Allah bir kulu güzel ameliyle zikredip:

“Falan oğlu falan olan kulum Benim için şöyle amel yaptı. Selamım üzerine olsun" buyurur. O zaman Mîkâîl, Cibrîl'e:

“Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorar. Cibrîl:

“Falan oğlu falan güzel ameliyle zikredildi ve Allah ona selam etti. Allah'ın selamı o kişinin üzerine olsun" cevabını verir. Sonra Mikail sema ehlinin hepsine:

“Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorar. Onlar da:

“Falan oğlu falan güzel ameliyle zikredildi ve Allah ona selam etti. Allah'ın selamı o kişinin üzerine olsun" cevabını verir. Bu durum bütün semalarda yeryüzüne kadar böyle devam eder. Allah bir kulu kötü ameliyle zikredip:

“Falan oğlu falan olan kulum Bana şöyle şöyle isyan etti. Lanetim onun üzerine olsun" buyurur. Sonra Mîkâîl, Cibril'e:

“Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorar. Cibril:

“Falan oğlu falanı en kötü ameliyle zikretti. Allah'ın laneti bu kişinin üzerine olsun" der. Mikâîl aynı şekilde bütün semalarda bu soruyu sorar ve bütün semalardakiler bu kişiye lanet ederler. Bu, yeryüzüne inene kadar böyle devam eder."

Hâkim, Ebû Saîd'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Gökyüzündeki vezirlerim Cibrîl ve Mîkâîl'dir. Yeryüzündeki vezirlerim ise Ebû Bekr ve Ömerdir. "

Bezzâr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah beni dört vezirle desteklemiştir. Bunların ikisi sema ehlinden olan Cibrîl ve Mikail, ikisi de yeryüzünden olan Ebû Bekr ve Ömer'dir. "

Taberânî, hasen isnâdla Ümmü Seleme'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Semada, biri şiddetle diğeri yumuşaklışka emreden iki melek vardır ve ikisi de isabet etmektedir." İbrâhîm(-i Nehaî) de buna benzer bir rivâyette der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Benim de biri yumuşaklıkla diğeri şiddetle emreden iki dostum vardır ve ikisi de isabet etmiştir" buyurup Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer'i zikretti.

Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Büyük bir topluluk Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Bekr, iyiliklerin Allah'tan, kötülüklerin ise kullardan olduğunu, Ömer ise, iyiliklerin de kötülüklerin de Allah'tan olduğunu iddia edince, bir kısım insan birini başka bir grup öbürünü destekledi" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Aranızda, İsrâfil'in, Cibrîl ve Mîkâîl arasında hüküm verdiği gibi hüküm vereceğim. Mîkâîl, Ebû Bekr'in, Cibril ise Ömer'in görüşünü savununca, Cibrîl, Mîkâil'e: «Biz sema halkı ihtilafa düştüğümüzde yer halkı da ihtilafa düşer. İsrâfîl'e gidelim aramızda o hüküm versin» dedi ve İsrâfîl'e gidip muhakeme oldular. İsrafil: «Hayrın da şerrin de, acının da tatlının da Allah'tan olduğuna hükmetti» dedi." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Eğer Allah kendisine isyan edilmesini istemese îblis'i yaratmazdı" buyurunca, Ebû Bekr:

“Allah ve Resûlü doğru söylüyor" dedi.

Hâkim, İbn Melîh'ten, o da babasından bildiriyor: İbn Melîh'in babası sabah namazının iki rekatını Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber ona yakın bir yerde kıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kısa iki rekat namaz kıldı ve namaz kılarken:

“Ey Cibril'in, Mîkâîl'in, İsrafil'in ve Muhammed'in Rabbi olan Allahım! Cehennem ateşinden sana sığınırım" duasını üç defa söyledi.

Ahmed, Zühd'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başı Hazret-i Âişe'nin kucağındayken kendinden geçince, Hazret-i Âişe başını meshedip şifa bulması için dua etmeye başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendine gelince:

“Hayır, ben Refiku'l-A'lâ'ya (Yüce Allah'a), Cibril'e, Mîkâîl'e ve İsrafil'e kavuşmayı diliyorum" buyurdu.

99

Bkz. Ayet:101

100

Bkz. Ayet:101

101

"And olsun kî, sana apaçık âyetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar inkar eder. Onlar, her ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa içlerinden bir takımı onu bozmamış mıdır? Zaten onların çoğu inanmazlar. Yanlarındakini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı nı arkalarına attılar."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: İbn Sûriyâ Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Muhammed! Sen bize bildiğimiz birşey getirmedin. Allah sana apaçık bir âyet (mucize) indirmedi ki o âyet sebebiyle biz de sana uyalım" deyince, Allah:

“And olsun ki, sana apaçık âyetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar inkar eder"' âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), gönderilip onlardan misak alındığı ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında onlara ahit olunan şey zikredildiği zaman Mâlik b. es-Sayf:

“Vallahi! Bizim Kitabımızda bizden ne Muhammed'e iman etmek diye bir söz alınmıştır, ne de başka her hangi bir söz" deyince, "Onlar, her ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa içlerinden bir takımı onu bozmamış mıdır? Zaten onların çoğu inanmazlar" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, Dahhâk'ın tarikiyle bildirir: İbn Abbâs, "And olsun ki, sana apaçık âyetler indirdik. Onları sadece yoldan çıkmışlar inkar eder" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Sen onlara âyetleri sabah akşam durmadan okuyor ve kendilerine âyetleri bildiriyorsun. Hâlbuki onlara göre sen okumayı bilmeyen bir ümmi olmana rağmen kitaplarında bulunan şeyleri kendilerine bildiriyorsun. Bunda onlar için ibret ve haklı olduğuna delil, eğer anlasalar, onlar için de hüccet vardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, âyetteki (.....) kelimesini (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "...Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yeryüzünde yaptıkları bütün ahidleri bozdular. Bu gün ahid verseler, yarın bu ahidlerini bozarlar. Abdullah, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur."

İbn Cerîr, Süddî'nin, "Yanlarındakini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi,

Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Muhammed gönderildiği zaman ona Tevrat'la itiraz ettiler. Kur'ân ve Tevrat birbirine uyunca, sanki Tevrat'ta Hazret-i Muhammed'in gönderileceği ve ona uyup tasdik etmeleri gerektiği bildirilmemiş gibi Tevrât'ı bir kenara attılar ve Âsaf'in kitabı ile Hârut ve Mârût'un sihir kitabını aldılar."

102

"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetlî insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, «Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme» demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın âhirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!"

Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Şeytanlar, gökyüzünden gizlice meleklerin konuştuklarını dinler ve duydukları bir söze bin yalan katarak anlatırlardı. Bu sözler insanların hoşuna gider ve bu sözleri kitap haline getirirlerdi. Allah bu kitapları Süleyman b. Dâvud'a (aleyhisselam) gösterdi ve Süleyman bu kitapları alıp tahtının altına gömdü. Süleyman vefat edince Şeytan yolda durup:

“Sizlere, Süleyman'ın kendisiyle sizlere hükmettiği ve hiç kimsede bulunmayan hazineyi göstereyim mi?" dedi. İnsanlar:

“Evet" deyip hazineyi çıkardıklarında hazinenin sihir kitapları olduğunu gördüler ve herkes bu kitapların bir nüshasını çıkardı. Bunun üzerine Allah, Süleyman'ın, söylediklerinden berî olduğunu ve sihirle alakası olmadığını bidiren:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!"' âyetini indirdi.'

Nesâî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Âsaf, Hazret-i Süleyman'ın katibiydi ve İsm-i Â'zam'ı biliyordu. Yazdığı her şeyi Süleyman'ın emriyle yazıp, tahtının altına gömüyordu. Süleyman vefat ettiği zaman Şeytanlar bu kitapları oradan çıkarıp her satır arasına sihir ve küfrü gerektiren şeyleri yazdılar ve:

“Süleyman bunlarla amel ediyordu" dediler. Bunun üzerine cahiller Hazret-i Süleyman'ı tekfir edip ona sövdüler. Âlimler ise hiçbirşey yapmadılar. Yüce Allah, "Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi.

Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!" âyetini indirinceye kadar cahiller Hazret-i Süleyman'a sövmeye devam ettiler.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Süleyman'ın mülkü gidince, cinlerden ve insanlardan çok kalabalık bir topluluk irtidad edip nefsanî isteklerine tâbi oldular. Hazret-i Süleyman'a mülkü tekrar verilince ve insanlar dinlerine tekrar dönünce, Hazret-i Süleyman ellerindeki kitapları alıp tahtının altına gömdü. Hazret-i Süleyman vefat edince, insanlar ve cinler bu kitapları ele geçirip:

“Bu, Yüce Allah'ın Süleyman'a gönderdiği ve onun da bizden gizlediği kitaptır" diyerek kitaptakileri bir din haline getirdiler. Bu konuyla ilgili olarak Allah:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!" âyetini indirdi. Şeytanların okumuş oldukları şeylerden kasıt: Şeytanın insanlara vesveseyle sevdirdiği çalgılar oyun ve Allah'ı zikretmekten alıkoyan her şeydir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der: Hazret-i Süleyman tuvalete gireceği zaman veya hanımlarından birisiyle beraber olacağı zaman, yüzüğünü hanımı Cerâde'ye verirdi. Allah, Süleymân'ı imtihana tâbi tutacağı zaman, Süleyman yüzüğünü hanımına verdi ve Şeytan Cerâde'ye, Süleyman'ın suretinde gelip:

“Yüzüğümü ver" dedi ve yüzüğü alıp taktı.

Şeytan yüzüğü takınca şeytanlar cinler ve insanlar ona boyun eğdi. Süleyman, Cerâde'ye gelip:

“Yüzüğümü ver" deyince, Cerâde:

“Yalan söylüyorsun. Sen Süleyman değilsin" karşılığını verdi. O zaman Süleyman bunun bir imtihan olduğunu anladı. Şeytanların serbest kaldığı günlerde içinde sihir ve küfür olan kitaplar yazdılar ve Süleyman'ın tahtının altına gömdüler. Sonra onları çıkarıp insanlara okuyarak:

“Süleyman insanlara bu kitaplarla hükmediyordu" deyince, insanlar Hazret-i Süleyman'ı inkar edip tekfir ettiler. Bu Hazret-i Muhammed gönderilip:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı..."' âyeti nazil oluncaya kadar böyle devam etti.

İbn Cerîr, Şehr b. Havşeb'in şöyle dediğini bildirir: Yahudiler:

“Muhammed'e bakın, hakkı batıl ile karıştırıyor. Süleyman'ı peygamberler arasında sayıyor. O rüzgarlara binen bir sihirbazdı" deyince Allah:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Yahudiler bir müddet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'tan sorular sordular. Ne zaman bir soru sorsalar, Allah o konuda âyet indiriyordu ve bundan dolayı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara galip geliyordu. Yahudiler bunu görünce:

“Bu, bize indirilen kitabı bizden daha iyi biliyor" dediler. Yahudiler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sihirle ilgili sorup onunla mücadeleye kalkışınca, Allah:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!'" âyetini indirdi. Şeytanlar bir kitaba sihir kehanet ve benzeri şeyler yazmışlar ve onu Süleyman'ın oturduğu tahtın altına gömmüşlerdi. Süleyman, gaybı bilmezdi. Süleyman vefat edince şeytanlar bu sihri çıkardılar ve onunla insanları aldatarak:

“Bu, Süleyman'ın, kıskançlığından dolayı insanlardan gizlediği bir ilimdir" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere bunu anlatınca zelil ve delilleri çürümüş bir şekilde onun yanından çıktılar.

Saîd b. Mansûr, Husayf'tan bildiriyor: Hazret-i Süleyman, bir bitki bittiği zaman:

“Sen hangi hastalığın ilacısın?" diye sorar, bitki de:

“Falan hastalığın ilacıyım" derdi. Harnup (keçiboynuzu) ağacı bitip, Hazret-i Süleyman:

“Sen ne için bittin?" diye sorunca, harnup ağacı:

“Mescidini bozmak" için cevabını verdi. Fazla geçmeden Hazret-i Süleyman vefat edince şeytanlar bir kitap yazdılar ve Hazret-i Süleyman'ın mabedine koyup:

“Biz, sizlere Süleyman'ın neyle tedavi ettiğini gösteririz" dediler. Gidip o kitabı çıkarınca içinde sihir ve efsun olduğunu gördüler. Bu konuda Yüce Allah:

“Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söylediklerine uydular. Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Babil'de, melek denilen Harut ve Marut'a bir şey indirilmemişti. Bu ikisi «Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme» demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, faydalı olmayacak şeyler öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın âhiretten bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi!" âyetini indirdi. Bu âyet, Ubey'in kıraatinde, (.....) şeklindedir. Hârût ve Mârût onlara yedi defa (büyü yapmak suretiyle) inkara düşmemelerini söylüyor, eğer kişi buna rağmen öğrenmekte ısrar ediyorsa ona sihri öğretiyorlardı. Bu kişi sihri öğrenince içinden semaya doğru bir nur çıkardı. Aynı zamanda bildiği doğrular da kendisinden çıkıp giderdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Miclez der ki: Hazret-i Süleyman, her canlıdan bir söz almıştı, bir adam, yakalandığı zaman o söz sorulur ve sonra bırakılırdı. İnsanlar alınan bu söze (muska) yazmayı ve sihri ekleyip:

“Süleyman'ın yaptığı şey buydu" dediler. Bunun için Allah, bu konuda:

“Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı" buyurmaktadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, bu âyetteki (.....) kelimesinin, tâbi olmak manasında olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, Atâ'nın, (.....) âyetini açıklarken:

“Bize göre bundan, Şeytanların konuştuğu şeyler kastedilmiştir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Cüreyc, (.....) sözünden kasıt, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurduklarıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde (.....) sözünü açıklarken şöyle dedi: Bu şey, Süleyman'ın kendi görüşüyle ve rızasıyla yapılmadı. Bu, şeytanların, Hazret-i Süleyman'ın rızası dışında yaptıkları bir şeydir. Âyette belirtilen sihir iki türlüdür: Şeytanların öğrettiği sihir ve Hârût ile Mârût'un öğrettiği sihir.

İbn Cerîr, Süddî'nin (.....) âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bu, kendisiyle mücadele ettikleri başka bir sihir şeklidir. Melekler kendi aralarında konuşurken insanlar (şeytanlar aracılığıyla) bu sözü öğrenip onlarla sihir yaparlardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Sihir, şeytanların öğrettikleridir. Hârût ile Mârût ise erkekle hanımını birbirinden ayırmayı öğretiyordu."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyeti hakkında, "İki meleğe indirilen şey, erkekle hanımını arasını ayıracak (büyüleri içeren) şeylerdi" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın (.....) âyetini açıklarken, "Allah, Hârût ve Mârût'a sihir indirmemişti" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, Hârût ve Mârût'un, gökyüzünün meleklerinden iki melek olduğunu söyledi.

İbn Merdûye başka bir kanalla Hazret-i Ali'den bunu merfu olarak nakletmiştir.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Abdurrahman b. Ebzâ, bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk, bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve:

“Bunlar Bâbil halkından iki kafir(kral)dı" demiştir.

Buhârî, Tarih'te ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs (.....) âyetini açıklarken:

“Buradaki iki melekten maksat, Cibrîl ve Mîkâîl'dir. Bâbil'de Hârût ve Mârût insanlara sihri öğretiyorlardı" dediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ, (.....) âyetini açıklarken "Cibrîl ve Mîkâîl'e indirilen sihir kastedilmiştir" dedi.

Bâbil

Ebû Dâvûd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Sevdiğim Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bâbil toprağında namaz kılmamı yasakladı ve oranın lanetlenmiş olduğunu söyledi."

Dîneverî, el-Mücâlese'de ve İbn Asâkir, Ganem b. Sâlim'den -ki hadis uydurmakla itham edilmiştir- Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini bildirir: Allah insanları Bâbil'de toplayacağı zaman onlara doğudan, batıdan, kıbleden ve denizden rüzgar gönderip onları Bâbil'de topladı. İnsanlar toplanıp neden burada bir araya getirildiklerin sebebini öğrenmeye çalışırken bir münadi:

“Batıyı sağına, doğuyu soluna alıp yüzünü Kâbeye çevirene sema ehlinin sözleri verilecek" diye seslendi. Bunun üzerine Ya'rub b. Kahtân kalkınca, kendisine:

“Ey Ya'rub b. Kahtân b. Hûd! Sen o'sun" denildi. İlk Arapça konuşan kişi bu şahıstır. Münadi insanlar yetmiş iki dili konuşan fırkalara ayrılıncaya kadar:

“Şunu yapana şu verilecek" diye seslenmeye devam etti. Sonunda bütün diller dağıtılınca oraya Bâbil adı verildi. O zaman konuşulan dil, Bâbilceydi. O zaman, hayır ve şer melekleri, hayâ ve iman melekleri, sıhhat ve bedbahtlık melekleri, zenginlik melekleri, şeref melekleri, yiğitlik melekleri, katılık melekleri, cehalet melekleri, savaş melekleri ve kötülük melekleri inip Irak'a varınca, birbirlerine, "Artık birbirinizden ayrılın!" dediler. İman meleği:

“Ben, Medine ve Mekke'de ikamet edeceğim" deyince, Hayâ meleği:

“Ben de seninle beraberim" dedi. Bedbahtlık meleği:

“Ben çöllerde ikamet edeceğim" deyince, sıhhat meleği:

“Ben de seninle beraberim" dedi. Katılık meleği:

“Ben Mağrib'de ikamet edeceğim" deyince, Cahillik meleği:

“Ben de seninle beraberim" dedi. Savaş meleği:

“Ben Şam'da ikamet edeceğim" deyince, kötülük meleği:

“Ben de seninle beraberim" dedi. Zenginlik meleği:

“Ben burada (Irak'ta) ikamet edeceğim" deyince, yiğitlik meleği:

“Ben de seninleyim" dedi. Şeref meleği:

“Ben de sizinleyim" deyip Irak'ta ikamet edince, zenginlik, yiğitlik ve şeref melekleri Irak'ta ikamet ettiler.

İbn Asâkir, aralarında meçhul olanların da bulunduğu bir isnâdla Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah dört şeyi yarattı ve onun peşinden dört şeyi de yarattı: Kuraklığı yarattı ve peşinden zühdü yaratıp Hicaz'da ikamet etirdi. İffeti yarattı ve peşinden gafleti yaratıp Yemen'de ikamet etirdi. Rızkı yarattı, peşinden veba hastalığını yaratıp Şam'da ikamet ettirdi. Fücûr'u yarattı, peşinden parayı yaratıp Irak'ta ikamet ettirdi."

İbn Asâkir, Süleymân b. Yesâr'dan bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Ka'bu'l- Ahbâr'a yazarak:

“Bana menzillerden birini beğen" diye yazınca, Ka'b şöyle cevap yazdı:

“Her şey bir araya geldiği zaman, cömertlik:

“Ben Yemen'i istiyorum" deyince güzel ahlak:

“Ben de seninleyim" dedi. Katılık:

“Ben Hicaz'ı istiyorum" deyince, fakirlik:

“Ben de seninleyim" dedi. Kötülük:

“Ben Şam'ı istiyorum" deyince, savaş:

“Ben de seninleyim" dedi. İlim:

“Ben Irak'ı istiyorum" deyince, akıl:

“Ben de seninleyim" dedi. Zenginlik:

“Ben Mısır'ı istiyorum" deyince, zillet:

“Ben de seninleyim" dedi. Ey müminlerin emiri! Bunlardan birini seç." Mektup Ömer'e ulaşınca:

“O zaman Irak'ı tercih ederim" dedi.

İbn Asâkir, Hakîm b. Câbir'den bildirir: Bana ulaştığına göre İslam:

“Ben, Şam diyarına gideceğim" deyince, ölüm:

“Ben de seninleyim" dedi. Mülk:

“Ben Irak'a gideceğim" deyince, kati:

“Ben de seninleyim" dedi. Açlık:

“Ben Mağrib'e gideceğim" deyince, sıhhat:

“Ben de seninleyim" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Dağfel der ki: Mal:

“Ben Irak'ta ikamet edeceğim" deyince, ihanet:

“Ben de seninle ikamet edeceğim" dedi. İtaat:

“Ben Şam'da ikamet edeceğim" deyince, katılık:

“Ben de seninle ikamet edeceğim" dedi. Yiğitlik:

“Ben Hicaz'da ikamet edeceğim" deyince, fakirlik:

“Ben de seninleyim" dedi.

Hârût ve Mârût

Daha önce, İbn Abbâs'ın rivâyetinden, Hazret-i Âdem'in kıssası geçmişti. Diğer hadisleri şimdi sunacağız:

Suneyd, İbn Cerîr ve Hatîb, Tarih'te bildirir: Nâfi der ki: İbn Ömer ile bir seferdeyken gecenin sonunda iki veya üç defa:

“Ey Nâfi! Bak bakalım, kızıl yıldız doğmuş mu?" diye sordu. Ben her defasında:

“Hayır" dedim ve sonuncuda:

“Doğdu" cevabını verdim. İbn Ömer, ona:

“Ne ehlen ve sehlen, ne de merhaba" deyince, ben, "Sübhânallah, bu, Allah'ın emrine boyun eğen, itaatkâr bir yıldızdan başka bir şey değildir" dedim. İbn Ömer şöyle karşılık verdi: Ben sana, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğumu söyledim. O, şöyle buyurdu :

“Melekler:

“Ey Rabbımız, Sen Âdemoğullarının günah ve suçlarına karşı nasıl böyle sabırlı davranıyorsun?" diye sorunca, Allah:

“Ben, onları imtihan ettim, sizi ise rahat bıraktım" cevabını verdi. Melekler:

“Biz âdemoğlunun yerinde olsaydık sana hiç isyan etmezdik" deyince, Allah:

“Öyleyse, içinizden iki melek seçin" buyurdu. Onlar iki adayı seçmekte zorluk çekmediler. Hârût ve Mârût'u aralarından seçtiler. Allah, Hârût ve Mârût'a Şabek'i verdi." (İbn Ömer der ki: Ben, "Şebak nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şehvettir" cevabını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti:

“Yanlarına Zühre denilen bir kadın geldi ve onlar bu kadını sevdiler. İkisi de birbirinden kadına olan hislerini gizliyordu. Sonra birisi diğerine:

“Benim kalbime düşen şey senin kalbine de düştü mü?" diye sorunca, diğeri:

“Evet" dedi ve ikisi de gidip kadını istediler. Kadın:

“Bana, onunla gökyüzüne çıkıp indiğiniz sözü öğretmedikçe sizinle birlikte olmam" deyince, ikisi de bunu kabul etmediler. Sonra aynı şeyi bir defa daha teklif ettiklerinde kadın aynı şartı ileri sürüp kabul etmedi. Bunun üzerine onlar kadının istediğini ona öğrettiler. Kadın bu sözleri söyleyip gökyüzüne yükselince Allah onu bir yıldıza çevirdi ve Hârüt ile Mârüt'un da kanatlarını kesti. Hârüt ve Mârût, Allah'tan bağışlanma dileyince onları:

“İsterseniz sizi eski halinize çevireyim, buna karşılık kıyamet günü size azab ederim. Eğer bunu istemezseniz size dünyada azab ederim ve kıyamet günü eski halinize çeviririm" buyurarak muhayyer bırakınca, biri diğerine:

“Dünya azabı biter ve yok olur" dedi ve dünya azabını tercih ettiler. Allah, onlara Bâbil'e gitmelerini vahyetti ve Bâbil'de yok oldular. Onlar yerle gök arasında, kıyamet gününe kadar azab görecektir. "

Saîd b. Mansûr, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Ömer ile bir seferdeyken, bana:

“Şu yıldıza bak, çıktığında beni uyandır" dedi. Yıldız çıkıp onu uyandırdığımda, doğrulup oturdu ve yıldıza bakıp ona ağır bir şekilde sövmeye başladı. Ben:

“Allah sana merhamet etsin ey Abdurrahman'ın babası! Dinleyip itaat eden bir yıldıza neden sövüyorsun?" diye sorunca, "Bu yıldız, İsrailoğulları arasında yaşamış bir azgındı. İki melek uğradıkları akibete bunun sebebiyle uğradılar" cevabını verdi.

Beyhakî, Şuabül-îman'da, Mûsa b. Cübeyr'den, Mûsa b. Ukbe'den, Sâlim'den,

İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Melekler dünyaya bakıp Ademoğullarının isyan ettiğini görünce:

“Ey Rabbimiz! Bunlar ne kadar cahil. Bunlar Senin azametin konusunda ne kadar az bilgi sahibi!" deyince, Allah:

“Eğer onların yerinde olsaydınız, sizler de isyan ederdiniz" buyurdu. Melekler:

“Biz, Seni hamdinle tesbih edip takdis ederken bu nasıl olur?" diye sorunca, Allah:

“İçinizden iki melek seçiniz" buyurdu. Melekler, Hârüt ve Mârüt'u seçtiler ve bu iki melek yeryüzüne indirilip Âdemoğlunda bulunan nefsani arzular bunlara da verildi. Sonra karşılarına bir kadın çıkarınca, bunlar dayanamayıp onunla birlikte olup günah işlediler. Yüce Allah, Hârüt ile Mârüt'a:

“Dünya veya âhiret azabından birini seçin" buyurunca, birbirlerine bakıp, birisi:

“Ne dersin? Sen seç" dedi. Diğeri:

“Dünya azabı biter, ama âhiret azabı bitmez" dedi ve dünya azabını tercih ettiler. Bu ikisi, Yüce Allah'ın (.....)  ayetinde zikrettiği meleklerdir. "

Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, el- Ukûbât'ta, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da, Sevrî—Mûsa b. Ukbe—Sâlim—İbn Ömer kanalıyla Ka'b'dan bildirir: Melekler, Âdemoğlunun amellerini ve işledikleri günahları zikredince, meleklere:

“Eğer siz onların yerinde olsaydınız, aynı günahları işlerdiniz. Aranızdan iki kişi seçiniz" denildi. Melekler Hârût ve Mârût'u seçince, ikisine:

“Ben Âdemoğularına peygamberler gönderiyorum. Benimle sizin aranızda ise peygamber olmayacaktır. Yeryüzüne ininiz, orada Bana hiçbir şeyi ortak koşmayınız, zina yapmayınız, içki içmeyiniz" denildi. Ka'b der ki: Vallahi, daha aynı gün akşam olmadan kendilerine yasaklanan bütün günahları işlediler.

Hâkim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Ömer:

“Kızıl yıldız çıktı mı?" diye sorardı ve onu görünce:

“Ne ehlen ve sehlen, ne de merhaba" deyip şöyle devam ederdi:

“Meleklerden olan Hârût ve Mârût, Allah'tan kendilerini yeryüzüne indirmesini istedi. Yeryüzüne indiklerinde ikisi de insanlar arasında hüküm vermeye başladılar. Akşam olduğu zaman ise bazı kelimeleri söyleyip tekrar semaya çıkarlardı. Kendilerine, insanların en güzellerinden bir kadın musallat edilip şehvet te verildi. Hârût ile Mârût, kadına karşı nefislerinde bir arzu duymaya başladıkları için onun davasını erteliyorlardı. Kadının davasını bekletmeleri üzerine kadın onlarla anlaşıp anlaştıkları zamanda onlarla buluştu ve: «Bana, semaya çıkarken söylediğiniz kelimeleri öğretin» dedi ve onlar da bu kelimeleri kendisine öğretince, kadın bunları söyleyip semaya çıktı. Kadının şekli değiştirilip gördüğünüz kızıl yıldız şekline dönüştü. Akşam olup semaya çıkmak için o sözleri söylediler, ama çıkamadılar. Kendilerine: «İster âhiret azabını tercih edin, isterseniz, kıyamet kopup Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar sürecek dünya azabını tercih ediniz. Allah'ın huzuruna varınca da ister size azab eder, ister merhamet edip affeder» denildi.

Birbirlerine baktılar ve biri: «Bir milyon kat daha fazla da olsa dünya azabını tercih ederiz» dedi. Hârût ve Mârût, kıyamet gününe kadar azab görmektedirler."

İshâk b. Râhûye, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Ukûbât'ta, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Hâkim bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib der ki: Zühre'ye, Araplar, Zühre derken, Acemler, Enâhîz derlerdi. İki melek yeryüzünde insanlar arasındaki davalara bakıyorlardı. Meleklerden ikisi de, diğerinden habersiz Zühre'yi istiyordu. Biri, diğerine:

“Kardeşim, içimde olan bir şeyi sana anlatmak istiyorum. Benim içimden geçen, senin de içinden geçmiş olabilir" dedi ve bu konuda aynı duyguyu paylaştıklarını anladılar. Kadın onlara:

“Onları söyleyerek semaya çıktığınız ve indiğiniz kelimeleri bana söyler misiniz?" deyince, onlar:

“Allah'ın İsm-i Â'zamıyla" cevabını verdiler. Kadın:

“Bu ismi bana öğretmeden size istediğinizi vermem" deyince, biri diğerine:

“İsmi ona öğret" dedi; ama öbürü:

“Öğretecek olursak Allah'ın şiddetli azabı karşısında ne yaparız?!" karşılığını verdi. Diğeri:

“Allah'ın rahmetinin genişliğini ümit ederiz" deyince İsm-i Â'zamı kadına öğrettiler. Kadın bu ismi söyleyip semaya uçunca semadaki bir melek onu görerek korktu ve başını eğdi. O melek hala başı eğik durumdadır. Allah o kadını Zühre yıldızına çevirdi.

İbn Râhûye ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah Zühre'ye (yıldızına) lanet etsin. Hârût ve Mârût'u fitneye düşüren odur."

Abd b. Humeyd ve Hâkim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Zühre yıldızı, kavmi içinde Bîzuht adında bir kadındı."

Abdürrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İki meleği fitneye düşürmesi sebebiyle meshedilen (sûreti dönüştürülen) kadın şu kızıl yıldız olan Zühre yıldızıdır."

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor: Bir yolculukta Abdulah b. Ömer'in yanında konaklamıştım. Bir gece hizmetçisine dedi ki: Kızıl yıldızın çıkıp çıkmadığına bak. Ona ne merhaba, ne de ehlen ve sehlen. Allah onu yaşatmasın, çünkü o iki meleğin arkadaşıdır. Melekler demişlerdi ki:

“Ey Rabbimiz, haram yere kan akıtan, senin yasaklarını çiğneyen ve yeryüzünde fesâd çıkaran günahkârları niçin hâlâ bırakıyorsun?" Allah:

“Ben onları imtihan ediyorum. Eğer onları imtihan ettiğim gibi sizi de imtihan etseydim onların yaptıklarının aynısını siz de yapardınız" buyurdu. Onlar:

“Hayır" dediler. Bunun üzerine Allah:

“En hayırlılarınızdan iki kişiyi seçin" buyurdu. Onlar da Hârût ve Mârût'u seçtiler. Allah onlara:

“Ben sizi yeryüzüne indireceğim, şirk koşmamak, zina etmemek ve hiyânet etmemek üzere sizden söz alacağım" buyurdu. Hârût ve Mârût yeryüzüne indirildiler ve üzerlerine de kadın sevgisi indirildi. Allah, Zühre'yi güzel bir kadın şeklinde onlar için yeryüzüne indirdi. Zühre onlara görününce, onu elde etmek istediler; ama o:

“Ben öyle bir dinin mensubuyum ki, ancak o dine bağlı olanlar bana yaklaşabilirler" dedi. Hârût ve Mârût:

“Senin dinin nedir?" diye sorunca, Zühre:

“Mecusîliktir" cevabını verdi. Onlar:

“Şirk mi! böyle bir şeye biz yaklaşamayız" dediler. Zühre, Allah'ın dilediği sürece onlardan uzak kaldıktan sonra bir daha karşılarına çıkınca yine onunla beraber olmak istediler, Zühre yine:

“İstediğiniz gibi olsun, ama benim bir kocam var. Onun bu durumu bilmesinden ve rezil olmaktan korkarım. Eğer dinimi kabul ederseniz ve sizinle beraber beni de semaya çıkarırsanız dediğinizi kabul ederim" dedi. Bunun üzerine onun dinini kabul ettiler ve onunla birlikte olduktan sonra beraberlerinde semaya çıkardılar. Zühre semaya çıkınca onlardan çekilip alındı ve Hârût ile Mârût'un da kanatları kesilip korku içinde, ağlayarak ve pişman bir şekilde yeryüzüne düştüler. Yeryüzünde iki Cuma arasında Allah'a dua eden bir peygamber vardı ve Cuma günü duasına icabet edilirdi. Hârût ve Mârût:

“Falana gitsek te tövbemizin kabulü için dua etse" deyip peygamberin yanına gittiler. Peygamber:

“Allah size merhamet etsin. Yeryüzü halkından olan bir kişi gökyüzü halkı için neler isteyebilir ki!" deyince onlar:

“Biz imtihan olunduk" karşılığını verdiler. Peygamber:

“Cuma günü yanıma geliniz" deyince, Cuma günü geldiler. Peygamber:

“Sizinle ilgili duama icabet edilmedi. İkinci Cuma tekrar geliniz" deyince, ikinci Cuma geldiler. Peygamber:

“Dilediğinizi seçin. Dünyada bağışlanıp âhirette azaba uğramakla, dünyada azaba uğrayıp kıyamet günü Allah'ın hükmüne razı olmak arasında tercihte bulunun" dedi. Birisi:

“Dünyadan az bir zaman geçmiştir" deyince, diğeri:

“Yazıklar olsun sana! İlkinde sana uydum, şimdi sen bana uy. Sonu olan azab, sonsuz azab gibi değildir. Kıyamet günü Allah'ın vereceği hükme razı olalım" karşılığını verdi. Diğeri:

“Bize azab etmesinden korkuyorum" deyince, öbürü:

“Hayır. Eğer Allah dünya azabını âhiret azabına tercih ettiğimizi bilirse, bize iki defa azab etmez" dedi ve Dünya azabını tercih ettiler. Bunun üzerine demirden bir çıkrıkla içi ateş dolu bir kuyuya baş aşağı indirildiler.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İnsanlar, Âdem'den sonra düştükleri isyan ve küfür üzerine melekler:

“Ey Rabbimiz! Sana ibadet ve itaat etsinler diye yarattığın bu âlem günah işleme, küfür, adam öldürme, haram yeme, zina, hırsızlık ve içki içme gibi isyanlara düştüler" deyip insanlara beddua etmeye ve mazur görmemeye başladılar. Meleklere:

“Aranızda en faziletli olan iki meleği seçiniz. Onlara emirler verip bazı şeyleri yasaklayacağım" denilipte, melekler, Hârût ve Mârût'u seçince, ikisi de yeryüzüne indirildi ve onlara insanlarda olan nefsani arzular verildi. Allah onlara, kendisine ibadet etmelerini, hiç bir şeyi ortak koşmamalarını, haksız yere hiçbir cana kıymamalarını, haram yememelerini, zina yapmamalarını, çalmamalarını ve içki içmemelerini emretti. Bir müddet insanların davalarında adaletle hükmettiler. Bu olay Hazret-i İdrîs zamanında vaki olmuştur. O zaman kadınlar arasında, Zühre yıldızının diğer yıldızlardan daha güzel olması gibi güzel olan bir kadın vardı. Hârût ve Mârût bu kadına gidip onunla konuştular ve beraber olmak istediklerini söylediler, ancak kadın, kendisine boyun eğmeleri ve dinine girmeleri şartıyla tekliflerini kabul edeceğini söyledi. Ona hangi dinden olduğunu sorunca, kadın bir put çıkarıp:

“Buna tapıyorum" dedi. Onlar:

“Biz buna ibadet etmeyiz" deyip gittiler. Bir müddet sonra tekrar gelip onunla beraber olmak istediklerini söylediler. Kadın daha önce söylediklerini tekrarlayınca, yine gittiler ve bir müddet sonra tekrar gelip onunla beraber olmak istediklerini söylediler. Kadın, onların puta tapmayı kabul etmeyeceklerini görünce:

“Şu üç şeyden birini seçin. Ya bu puta ibadet edin veya şu canı öldürün, ya da içki için" dedi. Onlar içkiyi içince sarhoş oldular ve kadınla beraber oldular. Sonra öldürmelerini istediği kişinin bunu insanlara anlatmasından korkarak onu öldürdüler. Sarhoşlukları gidipte düştükleri hatayı anlayınca semaya çıkmayı istediler ama çıkamadılar. Semayla aralarına bir engel konuldu ve semayla aralarındaki perde kaldırılıp meleklerin kendilerini görmesi sağlandı. Melekler, Hârût ve Mârût'un yaptıklarını görünce çok şaşırdılar ve gaybde olanın daha az korktuğunu anlayıp yeryüzündekiler için bağışlanma dilemeye başladılar. Bu konuda, "...Melekler Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar...'" âyeti nazil oldu. Hârût ve Mârût'a:

“Dünya azabı ile âhiret azabından birini tercih ediniz" denilince, "Dünya azabı biter ve sonu vardır; ama âhiret azabı kesilmez" deyip dünya azabını tercih ettiler. Bunun üzerine Bâbil'e getirildiler ve (şimdi) orada azaba uğramaktalar.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Sema ehli, yeryüzündekilere bakıp onların günah işlediklerini görünce:

“Ey Rabbimiz! Yeryüzü halkı günah işliyorlar" dediler. Yüce Allah:

“Sizler benimlesiniz. Onlar ise Beni görmüyorlar" buyurdu ve meleklere:

“Aranızdan üç kişiyi seçiniz" denildi. Melekler, yeryüzüne inip insanlar arasında hüküm vermek üzere üç kişiyi seçtiler ve kendilerine insanda olan nefsani arzular verildi. Bu üç kişiye, içki içmemeleri, kimseyi öldürmemeleri, zina yapmamaları ve puta secde etmemeleri emredildi. İçlerinden biri inmemek için izin isteyince kendisine izin verildi ve iki kişi yeryüzüne indi. İndiklerinde yanlarına insanların en güzellerinden, Ehânîz adında bir kadın geldi. İkisi de kadını arzuladılar ve evine gidip onunla olmak istediklerini söylediler. Kadın:

“İçki içmeden, komşumu öldürmeden ve putuma secde etmeden olmaz" deyince, ikisi:

“Secde etmeyiz" dedikten sonra içki içtiler, sonra kadının komşusunu öldürdüler ve puta secde ettiler. Gökyüzü ahalisi onların bu halini gördüler. Kadın onlara:

“Semaya çıkmak için söylediğiniz o-kelimeyi bana öğretiniz" deyince, kadına bu kelimeyi öğrettiler ve kadın bu kelimeyi söyleyip semaya çıkınca kor ateşe çevrildi. İşte bu kor ateşi Zühre yıldızıdır. İki meleği ise Süleymmân b. Dâvud çağırıp dünya azabı veya âhiret azabı arasından birini tercih etmelerini söyledi. Onlar dünya azabını tercih ettiler ve bu iki melek hâla yerle gök arasında asılı durmaktadır.

İbn Cerîr, Ebû Osmân en-Nehdî' kanalıyla, İbn Mes'ûd ile ve İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İnsanlar çoğalıp günah işleyince melekler, yeryüzü ve dağlar onlara beddua edip:

“Ey Rabbimiz! Onlara mühlet verme!” dediler. Allah meleklere:

“Ben, sizin kalbinizden şehvet ve şeytanı çıkarmışım, eğer siz de insanlar gibi bırakılsaydınız aynı şeyi yapardınız” diye vahyedince melekler, içlerinden eğer böyle bir şeyle karşılaşsalar günah işlemeyeceklerini geçirdiler. Bunun üzerine Allah onlara:

“En hayırlılarınızdan iki melek seçiniz” buyurdu. Melekler, Hârût ve Mârût’u seçtiler ve bu iki melek yeryüzüne indirildi. Karşılarına Zühre yıldızı, Fârisilerden, Bîzuht adında bir kadın suretinde çıkarıldı ve Hârût ve Mârût onunla ilişkiye girmek sûretiyle günah işlediler. İman edenler için istiğfar eden melekler Hârût ve Mârût’un bu günahını görünce yeryüzündeki herkes için istiğfar etmeye başladılar. Hârût ve Mârût, dünya azabı veya âhiret azabı arasından birini tercih etmeleri söylenince, dünya azabını tercih ettiler.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Zührî’den, Ubeydullah b. Abdillah'ın, bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Meleklerden ikisi insanların davalarına bakmak için yeryüzüne indirildiler. Bunun sebebi de, meleklerin, insanların verdiği hükümle alay etmesidir. Bir kadın bu iki meleğe hüküm vermeleri için bir davayla gelince onun aleyhinde hüküm verdiler. Sonra semaya çıkmak istediklerinde çıkmaları engellendi ve dünya azabı veya âhiret azabı arasından birini tercih etmeleri söylenince, dünya azabını tercih ettiler.”

Saîd b. Mansûr, Husayf’tan bildirir: Mücâhid’le beraberken yanımıza Kureyşten bir adam uğradı. Mücâhid, adama:

“Bize, babandan duyduğun bir şey anlat” deyince, Kureyşli şöyle anlattı: Babamın söylediğime göre Melekler insanların amellerine ve işledikleri günahlara bakıp -ki melekler, insanların amellerini görebiliyordu- birbirlerine:

“Âdemoğullarına bakınız nasıl da şöyle şöyle ameller yapıyor. Allah’a karşı ne kadar cüretkârlar!” deyip insanları ayıplamaya başladılar. Yüce Allah meleklere:

“Âdemoğulları hakkında söylediklerinizi duydum. Yeryüzüne indirmek ve onlara isanlara verdiğim şehveti vermek için aranızdan iki melek seçiniz” buyurunca, melekler Hârût ile Mârût’u seçtiler ve:

“Ey Rabbimiz! Bu ikisi gibisi aramızda yoktur” dediler. Hârût ve Mârût yeryüzüne indirilip kendilerine insana verilen nefsanî arzular verildi. Sonra Zühre yıldızı kendilerine bir kadın sûretinde gösterildi ve onu gördüklerinde nefislerine hâkim olamayıp onunla ilişkiye girdiler. Semaya çıkmak istediklerinde ise çıkamadılar ve yanlarına bir melek gelip:

“İşlediniz günahı işlediniz. Dünya azabı veya âhiret azabından birini tercih ediniz” dedi, biri, diğerine:

“Sen ne dersin?” diye sorunca, öbürü:

“Benim için dünyada azaba uğramak, sonra bir daha azaba uğramak, âhirette bir saat azaba uğramaktan daha sevimlidir” dedi. Şimdi bu iki melek zincirlerle asılmışlar ve insanlara imtihan vesilesi yapılmışlardır.

İbn Cerîr’in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah, meleklerin, insanların amellerini görmeleri için semayı açınca, melekler insanların günah işlediklerini gördüler ve:

“Ey Rabbimiz! Bunlar, kendi elinle yarattığın, melekleri kendilerine secde ettirdiğin ve her şeyin ismini öğrettiğin Âdemoğullarıdır ve günah işliyorlar” dediler. Yüce Allah:

“Eğer siz onların yerinde olsaydınız aynı günahları işlerdiniz” buyurunca melekler:

“Seni tesbih ederiz. Biz böyle bir şey yapmayız” karşılığını verdiler. Bunun üzerine yeryüzüne indirilmeleri için iki melek seçmeleri istendi ve melekler Hârût ile Mârût’u seçtiler. Hârût ve Mârût yeryüzüne indirildiler ve Allah’a ortak koşmalaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, içki içmeleleri, haksız yere kimseyi öldürmemeleri emredilip bunun dışında bazı şeyler helal kılındı. Bütün güzelliğin yarısı kendisine verilen Bîzuht adında bir kadın karşılarına çıkınca onu gördüler ve beraber olmak istediler. Kadın:

“Allah’a ortak koşmadan, içki içmeden, bir canı öldürmeden ve şu puta secde etmeden isteğinizi kabul etmem” deyince, ikisi:

“Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız” dediler. Meleklerden biri diğerine:

“Kadının yana geri dön” dedi ve döndüğünde kadın bu sefer:

“İçki içmezseniz isteğinizi kabul etmem” dedi. Melekler içkiyi içip sarhoş oldular, yanlarına bir dilenci girince onu öldürdüler. Kadınla ilişkiye girdiklerinde Allah, semayı meleklere açtı ve melekler Hârût ve Mârût’un yaptıklarını görüp:

“Seni tesbih ederiz. Sen en iyi bilensin” dediler. Allah, Süleyman b. Dâvud’a, Hârût ile Mârût'u, dünya ve âhiret azabı arasında tercihte bulunmalarını vahyedince, dünya azabını tercih ettiler. Bunun üzerine Horasan develeri gibi ökçelerinden boyunlarına bağlandılar ve Bâbil’e atıldılar.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmu'd-Dünyâ'da ve Beyhakî, Şuabül-îman'da, Ebu'd- Derdâ'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Dünyadan sakınınız. Çünkü onun sihri, Hârût ve Mârût'tan daha tesirlidir."

Hatîb, er-Ruvât an Mâlik'te, İbn Ömer'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kardeşim İsa (akyhisselam) şöyle dedi:

“Ey havariler! Dünya'nın sizi büyülemesinden sakının. Vallahi, onun sihri Hârût ve Mârût'tan daha tesirlidir. Bilin ki, dünya arkasını dönmüş gitmekte, âhiret ise gelmektedir ve her ikisinin de çocukları vardır. Sizler, dünyanın değil, âhiretin çocukları olunuz. Bugün amel vardır, ama hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, ama amel yoktur."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, Abdullah b. Busr el-Mâzinî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Dünyadan sakının. Canım elinde olana yemin ederim ki onun sihri, Hârût ve Mârût'tan (kinden bile) daha tesirlidir. "

İbn Cerîr, Rabî'den bildirir: İnsanlar, Hazret-i Âdem'den sonra günah işleyip Allah'ı inkar edince semadaki melekler:

“Ey Rabbimiz! Sen insanoğlunu, Sana ibadet etsinler ve taatte bulunsunlar diye yarattın; ama onlar küfrü gerektiren ameller işlediler, haram olan cana kıydılar, haram yediler, hırsızlık yaptılar ve içki içtiler" diyerek, insanları mazur görmeyip onlara beddua etmeye başladılar. Bunun üzerine meleklere:

“Aranızdan iki melek seçin, onlara emirlerimi ve yasaklarımı bildireyim" denilince, melekler, Hârüt ve Mârût'u seçtiler ve bu iki melek yeryüzüne indirildi. Kendilerine, insana verilen nefsanî arzular verildi, Allah'a ibadet etmeleri, Ona hiçbir şeyi ortak koşmamaları emredilip, Allah'ın haram kıldığı canı öldürmeleri, haram yemeleri, hırsızlık yapmaları, zina yapmaları ve içki içmeleri yasaklandı. Bir müddet yeryüzünde insanların davalarında adaletle hâkimlik yaptılar. Bu olay Hazret-i İdrîs (aleyhisselam) zamanında olmuştur. O zaman, Zühre yıldızının diğer yıldızlardan daha güzel olması gibi diğer kadınlardan daha güzel olan bir kadın vardı. Bu kadın, Hârût ve Mârût'a gelince, onlar kadınla edalı bir şekilde konuşup kendisiyle birlikte olmak istediler. Kadın, kendi dinine girmedikleri müddetçe kabul etmeyeceğini söyleyince, ona hangi dinden olduğunu sordular. Kadın bir put çıkararak:

“Ben buna tapıyorum" cevabını verince, onlar:

“Biz buna tapmayız" diyerek bir müddet kadından uzak durdular, sonra tekrar gelip onunla edalı bir şekilde konuşarak kendisiyle birlikte olmak istediklerini söylediler. Kadın:

“Benim dinimi kabul etmezseniz olmaz" karşılığını verince, onlar:

“Biz senin dinini kabul etmeyiz" dediler. Kadın, onların puta tapmayacaklarını anlayınca:

“Şu üç şeyden birini tercih ediniz: Ya puta taparsınız veya birini öldürürsünüz ya da şu içkiyi içersiniz" dedi. Onlar:

“Bunların hepsini yapamayız; ama bunların en hafifi içki içmektir" dediler ve kadın onlara içkiyi içirdi. Sarhoş olduklarında kadınla birlikte oldular ve bu sırada bir kişi yanlarından geçip onları görünce gördüklerini başkalarına anlatmasından korkarak onu öldürdüler. Sarhoşlukları gidip ayıldıkları zaman düştükleri hatayı anladılar ve semaya çıkmak istediler, ama çıkamadılar. Sema ehliyle Hârût ve Mârût arasındaki perde açılıp melekler onları görünce, gaybde olanın huşusunun daha az olacağını anladılar ve yeryüzündekiler için istiğfar etmeye başladılar. Hârût ve Mârût işledikleri günahtan sonra kendilerine:

“Dünya veya âhiret azaplarından birini tercih ediniz" denildi. Onlar:

“Dünya azabı bitip gider, ama âhiret azabı bitmez" deyip dünya azabını tercih ettiler ve Bâbil'e atıldılar. Şimdi orada azap görmekteler.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Hârût ve Mârût yeryüzüne indirildikleri zaman, yanlarına sihir öğrenmek için geleni bundan şiddetle nehyediyor ve:

“...Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme..."diyorlardı. Onlar, hayrı ve şerri, küfür ile imanı biliyorlardı. Sihrin küfürden olduğunu biliyorlardı. Yanlarına sihir öğrenmek için gelene:

“Falan yere git" diyorlardı. Adam, Hârût ve Mârût'un tarif ettiği yere gidince de şeytan kendisine sihir öğretiyordu. Sihri öğrenen bu kişiden iman nuru çıkıyor, bu kişi nurun semaya doğru yükseldiğini görüyordu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildiriyor: Hazret-i Âişe der ki: Dûmetü'l-Cendel halkından bir kadın Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra geldi ve içine sürüklendiği bizzat kendisinin yapmadığı bir sihir hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşmak istediğini söyleyerek şöyle anlattı:

Kocamın yanımda olmadığı bir zamanda yanıma bir kadın gelince, ben kocamla ilgili kadına dert yandım. Kadın:

“Eğer dediklerimi yaparsan ben onu sana getiririm" dedi ve gece olunca yanıma iki siyah köpekle geldi. Köpeklerden birine o, birine ben bindik ve kendimizi Bâbil'de bulduk. Orada iki adamın ayaklarından asılmış olduğunu gördüm. Adamlar bana:

“Neden geldin?" diye sorunca, ben:

“Sihir öğrenmek için geldim" cevabını verdim. Onlar bana:

“Bizler ancak bir imtihan vasıtasıyız, inkâra düşme, geri dön" dediler; ama ben ısrar ettim ve:

“Hayır dönmüyorum" dedim. Bunun üzerine bana:

“Git şu tandıra idrarını yap" dediler. Tandıra gittim, fakat korktum bir şey yapmadan onların yanına döndüm. Bana "Yaptın mı?" diye sordular. Ben de "Evet" cevabını verince, bana:

“Bir şey gördün mü?" diye sordular. Ben:

“Hayır bir şey görmedim" karşılığını verince, Onlar:

“O halde sen idrarını yapmamışsın, dön memleketine git, inkara düşme" dediler. Ben dönmeyi kabul etmeyince:

“Git o tandıra idrarını yap" dediler. Ben yine gittim, korkumdan bir şey yapamadım ve geri döndüm. Onlar sorduklarında da "Yaptım" diye cevap verdim. Onlar bana:

“Bir şey gördün mü?" diye sorunca yine "Hayır" cevabını verdim. Onlar yine bana "O zaman idrarını yapmamışsın. Memleketine dön. İnkârcılığa düşme. Zira sen daha işin basındasın" dediler. Ben yine dönmeyi kabul etmeyince, onlar:

“Git şu tandıra idrarını yap" dediler. Bu defa gidip oraya idrarımı yapınca, yüzüne demirden yaşmak çekmiş olan bir süvarinin içimden çıkıp göğe doğru yükseldiğini sonra gökte kaybolduğunu gördüm. O iki kişinin yanına dönüp:

“Dediğinizi yaptım" deyince, bana:

“Ne gördün?" diye sordular. Ben:

“Yüzüne demirden yaşmak çekmiş olan bir süvarinin içimden çıkıp göğe doğru yükseldiğini sonra gökte kaybolduğunu gördüm" cevabını verince, onlar:

“Şimdi doğru söyledin. Bu senin imanındı. Senden çıkıp gitti. Şimdi git" dediler. Ben dönüp ihtiyar kadına:

“Vallahi, ben bir şey anlamadım. O iki adam da bana bir şey söylemedi" deyince, kadın:

“Evet, söylediler. İstediğin her şey artık olacak. Şu buğdayları al ve ek" karşılığını verdi. Ben buğdayları ekip, onlara:

“Bitin!" deyince, buğdaylar bittiler. "Biçilin" deyince biçildiler, "Tanelere ayrılmış haline gelin!" deyince ise tanelere ayrıldılar. "Kuruyun!" dediğimde kumdular, sonra "Un haline gelin!" dedim, un haline geldiler, sonra "Pişin!" deyince ekmek haline geldiler. İstediğim her şeyin olduğunu gördüğümde pişman oldum. Vallahi, ey müminlerin annesi! Ben şimdiye kadar (sihir namına) hiçbir şey yapmadım. Şimdiden sonra da asla yapmayacağım." Hazret-i Âişe, sahabeden birçoğuna bu meseleyi sorup kadının durumunu (hükmünü) öğrenmek istedi, ama hiç biri ona bir şey diyemedi. Sadece İbn Abbâs veya yanında olan biri:

“Eğer baban sağ olsaydı bunun cevabını verirdi" dedi.

İbnu'l-Münzir, Evzâî tarikiyle Hârûn b. Riâb'dan bildiriyor: Abdulmelik b. Mervân'ın yanına girdim, yanında yastığa yaslanmış bir adamın olduğunu gördüm. O adam için:

“Bu, Hârût ve Mârût ile karşılaşmıştır" dediler. Ben:

“Bu mu?" diye sorunca, "Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine adama:

“Allah sana merhamet etsin, bize onlardan bahset" deyince, adam gözyaşlarına hâkim olamayarak şöyle anlattı: Küçük bir çocuktum, o zaman babam vefat etmişti, annem bana ihtiyacım olan parayı veriyor, ben bu parayı harcayıp israf ediyordum. Annem bana parayı nereye harcadığımı sormuyordu. Bu halim böyle devam edip ben de büyüyünce, bu parayı annemin nereden elde ettiğini öğrenmek istedim ve bir gün:

“Bu parayı nereden elde ettin?" diye sordum. Annem:

“Ye ve nereden geldiğini sorma. Böylesi senin için daha hayırlıdır" cevabını verince ben öğrenmek için İsrar ettim. Bunun üzerine annem beni içinde çok para olan bir eve soktu ve şöyle dedi:

“Ey oğul! Ye ve nereden geldiğini sorma. Böylesi senin için daha hayırlıdır" dedi. Ben ısrar edince şöyle dedi:

Baban sihirbazdı ve bu parayı sihir sayesinde toplamıştır." Ben maldan harcayabildiğimi harcadım ve bir müddet geçtikten sonra:

“Bu para yakında biter. Benim sihir öğrenmem ve babamın yaptığı gibi mal toplamam gerekir" deyip anneme:

“Babamın yakın dostu kimdi?" diye sordum. Annem:

“Falan kişidir" deyip başka bir bölgede olan birini söyledi. Adamın yanına gidip selam verince, adam:

“Sen kimsin?" diye sordu. Ben:

“Dostun olan falanın oğluyum" cevabını verince, adam:

“Hoş geldin, geliş sebebin nedir? Baban sana, hiç kimseye muhtaç olmayacağın kadar para bıraktı" dedi. Ben:

“Sihir öğrenmek için geldim" deyince, adam:

“Ey oğul! Onu öğrenme, çünkü sihirde hayır yoktur" karşılığını verdi. Ben:

“Mutlaka öğreneceğim" deyince adam ısrar edip öğrenmekten vazgeçmem için uğraştı, ama ben öğrenmekte ısrar ettim. Bunun üzerine adam:

“Eğer öğrenmeden geri dönmeyi kabul etmiyorsan şimdi git, falan gün yanıma gel" dedi. Adamın dediği zaman ve yerde onunla buluşunca adam Allah'ın adını vererek bundan vazgeçmem için yine ısrar etmeye başladı ve:

“Sihir öğrenmekten vazgeç, çünkü bunda hayır yoktur" dedi. Benim öğrenmekte kararlı olduğumu görünce:

“Seni bir yere sokacağım. Sakın orada Allah'ı anma" deyip beni yerin altında bir dehlize soktu. Üç yüzden fazla merdiven inmeme rağmen gün ışığını hala görüyordum. Dehlizin dibine varınca Hârût ve Mârût'un, zincirlerle havada asılı olduklarını gördüm. Gözleri kalkan gibi, başları ise -(ravi der ki: şu an aklımda olmayan bir şeyi zikreti- gibiydi. İkisinin de kanatları vardı. Onlara bakıp:

“Lâ ilahe illallah" deyince, bir saat kanatlarını kuvvetli bir şekilde çırpıp feryad ettiler ve sustular. Sonra bir daha:

“Lâ ilahe illallah" deyince, aynı şeyi yaptılar. Üçüncü defa:

“Lâ ilahe illallah" deyince yine aynı şeyi yaptılar. Sonra onlar da ben de sustum ve bana bakıp:

“Sen insan mısın?" dediler. Ben:

“Evet" cevabını verip:

“Neden Allah'ı zikrettiğim zaman böyle yaptınız?" diye sonunca:

“Çünkü Arş'ın altından çıktığımız zamandan bu yana bu ismi duymadık" cevabını verip:

“Sen, kimin ümmetindensin?" diye sordular. Ben:

“Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetindenim" cevabını verince, onlar:

“O, gönderildi mi?" diye sordular. Ben:

“Evet" karşılığını verince, onlar:

“Onun ümmeti bir kişi etrafında mı toplandılar, yoksa ihtilafa mı düştüler?" diye sordular. Ben:

“Bir kişinin etrafında toplandılar" cevabını verince, buna üzüldüler ve:

“Araları nasıl?" diye sordular. Ben:

“Araları kötü" deyince sevinerek:

“Binalar, Taberiyye gölüne kadar ulaştı mı?" diye sordular. Ben:

“Hayır" cevabını verince üzüldüler ve sustular. Onlara:

“İnsanların, bir kişi etrafında toplandığını söylediğimde üzülmenizin sebebi nedir?" diye sorunca:

“İnsanlar, bir kişinin etrafında toplandığı müddetçe kıyamet saati yaklaşmamış demektir" cevabını verdiler. Ben:

“İnsanların arasının kötü olduğunu söylediğimde neden sevindiniz?" diye sorunca:

“Kıyamet saatinin yaklaşmış olmasını ümid ettik" cevabını verdiler. Ben:

“Binaların, Taberiyye gölüne ulaşmadığını söylediğimde neden üzüldünüz?" diye sorunca:

“Çünkü binalar Taberiyye gölüne ulaşmadan kıyamet kopmaz" cevabını verdiler. Ben:

“Bana nasihatte bulunun" deyince:

“Eğer yapabilirsen uyuma, çünkü iç ciddidir" dediler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Mücâhid der ki: Hârût ve Mârût'un olayı şöyledir: Melekler, insanlara peygamberler, kitaplar ve deliller gelmesine rağmen zulmetmelerinden dolayı hayrete düşünce Yüce Allah onlara şöyle buyurdu:

“Aranızdan, insanlar arasında hüküm vermeleri için yeryüzüne indireceğim iki melek seçiniz." Melekler, Hârût ve Mârût'u seçtiler ve Allah onları yeryüzüne indireceği zaman:

“İnsanların, kendilerine peygamber ve kitaplar gelmesine, size ise bunlar gelmemesine rağmen, insanların yaptıkları zulüm ve isyanlara hayret mi ettiniz. Şunları yapın, şunları ise yapmayın" buyurup iki meleğe bazı şeyleri yasakladı, bazılarını ise emretti. Hârût ve Mârût kendilerine emir ve yasaklar bildirildikten sonra yeryüzüne indiklerinde, yeryüzünde onlardan daha çok Allah'a itaat eden yoktu. Gündüz insanlar arasında adaletle hüküm veriyorlar, akşam olduğunda ise semaya meleklerin yanına çıkıyorlardı. Bu durum, Zühre yıldızının, en güzel kadın sûretinde yanlarına, davasına bakmaları için gelinceye kadar böyle devam etti. Zühre yıldızının aleyhinde hüküm verdikten sonra Zühre yıldızı kalkınca ikisi de onu arzuladılar ve biri diğerine:

“Benim hissettiğimi sen de hissettin mi?" diye sordu. Öbürü:

“Evet" cevabını verince, ona haber gönderip:

“Gel de senin lehinde hüküm verelim" dediler. Zühre döndüğünde lehine hüküm verdiler ve:

“Yanımıza gel" dediler. Yanlarına gidince de avretlerini açıp ona gösterdiler. Hârût ve Mârût'un nefsanî arzuları insanların nefsanî arzuları gibi değildi. Kadını elde edip onunla birlikte olunca Zühre yıldızı uçup olduğu yere döndü. Akşam olduğunda semaya çıkmak istedikleri zaman azarlandılar ve kanatları kendilerini semaya çıkaramadı. İnsanlardan bir kişiden yardım istemek için gittiler ve:

“Bizim için Rabbine dua et" dediler. Adam:

“Yeryüzü ehlinden olan biri sema ehlinden olanlara nasıl şefaatçi olur?" karşılığını verince, onlar:

“Rabbinin, seni semada hayırla zikrettiğini duyduk" dediler. Bunun üzerine adam kendilerine belirli bir günde dua edeceğini söyledi ve o gün dua edince adamın duasına icabet edildi. Hârût ve Mârût, dünya azabı ve âhiret azabından birini tercih etmekte serbest bırakılınca, biri diğerine bakıp:

“Allah'ın, âhiretteki azabının şiddetli ve devamlı olduğunu biliyoruz" dedi. Diğeri:

“Evet, dünyadaki azabın yedi kat olmasını âhiret azabına tercih ederiz" dedi. Bunun üzerine Bâbil'e gitmeleri emredildi ve şu an oradadırlar. İddia edildiğine göre şimdi onlar, iki büklüm şeklinde demirle asılmışlar ve kanatlarını çırpıp duruyorlar.

Zübeyr b. Bekkâr, el-Muvaffakiyyât'ta, İbn Merdûye ve Deylemî, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) meshedilmişler (sûretleri döndürülenler) sorulduğunda, şöyle buyurdu:

“Meshedilmişler on üçtür: Fil, ayı, domuz, maymun, yılan balığı, kertenkele, yarasa, akrep, larva, örümcek, tavşan, Süheyl yıldızı ve Zühre yıldızıdır." "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar neden meshedildi?" diye sorulunca ise şöyle cevap verdi:

“Fil, Lût kavminden zorba bir adamdı ve yeryüzünde yaş veya kuru hiçbir şey bırakmıyordu. Ayı, dişiydi ve erkekleri kendisiyle zina için çağırırdı. Domuz, Hazret-i İsa'dan (aleyhisselam) sofra indirmesini isteyen Hıristiyanlardandır. Yılan balığı, erkekleri hanımına çağıran bir deyyustu. Kertenkele, hacıların eşyalarını çalan bir bedeviydi. Yarasa, ağaçlardan meyve çalan biriydi. Akreb, herkesin aleyhinde konuşurdu ve kimse dilinden kurtulamazdı. Larva, dostları birbirinden ayırmak için uğraşan koğucuydu. Örümcek, kocasına sihir yapan bir kadındı. Tavşan hayızdan sonra gusledip temizlenmeyen bir kadındı. Süheyl yıldızı, Yemen'de vergi tahsildarıydı. Zühre yıldızı, Hârût ve Mârût'un imtihan edildiği, İsrailoğulları kralarından birinin kızıydı. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, zayıf senetle, Ömer b. el-Hattâb'dan şöyle bildirir: Cibrîl, gelmesi alışılmadık olan bir zamanda Resûlullah'a gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu karşılayıp:

“Ey Cibrîl! Renginin değişmiş olduğunu görüyorum" deyince, Cibrîl şöyle cevap verdi:

“Sana geldiğim şu saatte Allah, Cehennem körüklerine üflenmesini emretmiştir." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cibrîl! Bana cehennemin vasıflarını anlat" buyurunca, Cibrîl şöyle dedi:

“Allah, Cehennemi yarattığı zaman yakılmasını emretti ve Cehennem bin yıl süreyle yakılıp akkor haline geldi. Sonra tekrar yakılması emredildi ve bin yıl yakılıp kıpkırmızı oldu. Sonra tekrar yakılması emredildi ve bin yıl yakılıp simsiyah oldu. Cehennem zifiri karanlık bir haldedir. Ne yalazı, ne de koru hiç sönmez. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer Cehennemden iğne ucu kadar bir delik açılsa, tüm dünya halkı son ferdine varıncaya kadar delikten sızacak hararetin etkisi ile yanıp kül olurdu. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer Cehennemliklere giydirilen elbiselerden biri yer ile gök arasına asılsa bu elbisenin yayacağı yüksek hararetin etkisi ile tüm dünya halkı ölüverirdi. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Cehennem bekçilerinden biri dünya halkına baksa, çirkinliğinden ve kötü kokusundan dolayı tüm dünya halkı ölürdü. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Kitab'ında bildirdiği Cehennem zincirinden bir tanesi, bir dağın tepesine konsa koca dağ yedi kat yerin dibine kadar eriyiverirdi." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yeter anlattığın ey Cibrîl!" deyip ağlamakta olan Cibril'e baktı ve:

“Ey Cibrîl! Allah katındaki mevkiine rağmen sende mi ağlıyorsun?" diye sordu. Cibrîl:

“Neden ağlamayayım? Kim bilir belki ben, Allah'ın ilminde şimdiki durumumdan başka bir durumda olurum. Kimbilir benimde başıma İblis'in başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da meleklerdendi. Kimbilir Harut ile Marut'un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de Cibrîl ile beraber ağladı ve:

“Ey Muhammed ve ey Cebrail! Allah kendine asi gelmekten sizi emin kıldı" diye seslenilinceye kadar ağlamaya devam ettiler.

İbn Cerîr, Hasan ve Katâde'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hârût ve Mârût insanlara sihir öğretiyorlardı. Onlara:

“Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkâr etme" demedikçe hiç kimseye sihir öğretmemeleri emredildi." '

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, âyete geçen (.....) kelimesinin imtihan manasında olduğunu söyledi.

Bezzâr ve Hâkim bildiriyor: Abdullah b. Mes'ûd der ki:

“Kâhine veya sihirbaza gidip onun dediğini tasdik eden, Hazret-i Muhammed'e indirileni inkar etmiş demektir."

Bezzâr, İmrân b. Husayn'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“(Bir şeyi) uğursuzluk sayan veya kendisi için uğursuzluk saydıran, kehânette bulunan veya kendisi için kehânette bulunduran, büyü yapan veya yaptıran bizden değildir. Kim, bir kâhine gider de (ona bir şeyi sorar) söylediğini tasdik ederse, Muhammed'e indirileni (Kur'anı) inkâr etmiş olur."

Abdürrezzâk, Safvân b. Süleym'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Az olsun, çok olsun sihirden bir şey öğrenenin sonu yüce Allah ile irtibatını kesmiş olur."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "...Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Kadın, kocasının kendisinden başkasıyla ilişkiye girmesini engelleyecek ve karı kocanın birbirinden nefret etmesini sağlayacak sihirler yapıyorlardı."

İbn Cerîr bildirir: Süfyân, (.....) sözünden kastedilenin, Allah'ın takdir etmesi olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde (.....) sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Kitab ehli, Allah'ın kitabında ve kendilerinden alınan sözde sihirbazın, kıyamet günü Allah katında hiçbir nasibinin olmadığını biliyorlardı."

Müslim, Câbir b. Abdillah'tan, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Şeytan tahtını suya koyar ve ordularını insanların arasına salar. Bunların ona derece itibariyle en yakın olanı, en büyük fitne çıkaranıdır. Bunlardan biri gelerek: «Falan kişiyi şu şeyleri söylemeden bırakmadım» deyince, İblis: «Vallahi, sen hiçbir şey yapmamışsın» der. Bir başkası gelip: «Musallat olduğum kişiyi hanımından ayırmadan bırakmadım» deyince, İblis onu kendisine yaklaştırır has adamlarından sayar ve: «Sen ne iyisin» der."

Ebu'l-Ferec el-lsbehânî, el-Eğânî'de, Amr b. Dînâr'dan bildirir: Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib, Zerîh Ebî Kays'a şöyle dedi:

“Neden Kays ile Lubeyy'i birbirinden ayırdın? Ömer b. el-Hattâb'ın: «Koca ile hanımına birbirinden ayırmakla, onların üzerinde kılıçla yürümek arasında fark görmem» dediğini duymadın mı?"

İbn Mâce, Ebû Ruhm'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Evlenme işi için iki kişi arasında aracı olmak, en faziletli aracılıklardandır. "

İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, âyette geçen (.....) kelimesinin, azık manasında olduğunu bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) kelimesinin, nasib manasında olduğunu söyledi.

et-Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi b. el-Ezrak, kendisine, (.....) kelimesinin manasını sorunca, İbn Abbâs:

“Nasib demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Araplar bu kelimeyi kullanır mıydı?" diye sorunca ise İbn Abbâs:

“Evet, Yoksa Ümeye b. Ebi's-Salt'ın:

Onlar Veyl'de çağırıp dururlar ama hiçbir nasipleri yoktur

Ancak katrandan gömlek ve zırhları vardır.

dediğini duymadın mı?" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) kelimesinin, nasib manasında olduğunu söyledi.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'nin, âyette geçen (.....) kelimesinin, din manasında olduğunu bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirir: Süddî âyette geçen (.....) kelimesinin, satmak manasında olduğunu söylemiştir.

103

"Onlar inanıp» Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, Allah katından olan sevab daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi!"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Kur'ân'da "Eğer" diye başlayan her söz, o şeyin hiçbir zaman olmayacağını gösterir.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen (.....) kelimesinin manasının sevap olduğunu söylemiştir.

104

"Ey Mü’minler! Peygamber e, «Bizi de dînle» (=râîna; kötü anlama gelebilecek söz) demeyin, «Bizi gözet» (=unzurna) deyin ve dinleyin, inkar edenlere elem verici azab vardır."

İbnu'l-Mübârek, Zühd'de, Ebû Ubeyd, Fadâil'de, Saîd b. Mansûr, Sünen'de, Ahmed, Zühd'de, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Bir adam kendisine gelip:

“Bana tavsiyede bulun" deyince, İbn Mes'ûd:

“Yüce Allah'ın, «Ey iman edenler» âyetini duyduğun zaman onu dinle. Çünkü ya bir hayrı emretmekte veya bir şerri yasaklamaktadır" karşılığını verdi.

Abdürrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Hayseme'den bildirir: Kur'ân'da "Ey iman edenler!" diye okuduğunuz hitap şekli, Tevrat'ta:

“Ey miskinler" şeklinde geçmektedir.

Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hayseme der ki:

“Kur'ân'da «Ey iman edenler!» diye okuduğunuz hitap şekli, Tevrat ve İncîl'de:

“Ey miskinler" şeklinde geçmektedir."

Ebû Nuaym, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudi lisanı ile «Râina», çirkin bir küfür sözüdür. Yahudiler, gizlice bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylüyorlardı. Bu kelimeyi ashabının da Peygamberimize açıkça söylediklerini işitince, Yahudiler de açıktan söylemeye başladılar. Yahudiler bu kelimeyi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) söylüyorlar ve kendi aralarında gülüşüyorlardı. Bunun üzerine Allah, "Ey Mü’minler! Peygamber'e, «Bizi de dinle» (râina; kötü anlama gelebilecek söz) demeyin, «Bizi gözet» (unzurna) deyin ve dinleyin, inkâr edenlere elem verici azab vardır" âyetini indirdi.

Ebû Nuaym, Delâil'de, İbn Abbâs'ın (.....) âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: (Râinâ) Sözü Yahudilerin çirkin bir küfür sözü olduğundan dolayı Allah, "Bizi dinle manasında olan (=Unzurnâ) sözünü söylemelerini emretmiştir. Bundan sonra müminler:

“Râina sözünü söyleyeni duyduğunuz kişinin boynunu vurunuz" deyince, Yahudiler bu sözü söylemekten vaz geçtiler.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî bildirir: İbn Abbâs (.....) âyetiyle ilgili olarak der ki:

“Yahudiler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bize kulak ver» derlerdi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildirir: Yahudilerden, Mâlik b. es-Sayf ve Rîfâa b. Zeyd, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştıklarında onunla konuşurken:

“Bize kulak ver, dinle, dinlenilmeyesi" derlerdi. Müslümanlar, bu sözleri Ehl-i kitabın peygamberlerine hürmet ettikleri bir söz zannettiler ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileri de aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Allah:

“Ey Mü’minler! Peygamber'e, «Bizi de dinle» (raina; kötü anlama gelebilecek söz) demeyin, «Bizi gözet» (unzurna) deyin ve dinleyin, inkâr edenlere elem verici azab vardır'" âyetini indirdi.'

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebu's-Sahr'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasını dönüp gideceği zaman, Müslümanlardan onunla işi olan:

“Bize kulak ver" derdi. Allah, Resulüne böyle denmesini istemedi ve Müslümanlara, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) saygılı olmak için:

“Bizi dinle" demelerini emretti.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Delâil'de, Katâde'nin (.....) âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bildirir:

“Bu sözü alay etmek için söylüyorlardı. Allah, müminlerin, Yahudilerin söylediği bu sözü Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylemelerini kerih gördü."

İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Delâil'de bildirir: Atiyye, (.....) âyetiyle ilgili olarak der ki: Yahudilerden bazıları:

“Bize kulak ver" derlerdi ve onları duyan Müslümanlardan bazıları da aynı şeyi söylemeye başlayınca, Allah Yahudilerin söylediği bu sözü kerih gördü.

İbn İshâk ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'ın, (.....) âyetinin manasının, "Bize kulak ver" demek olduğunu bildirir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'in, (.....) âyetinden kastedilenin, muhalif söz söylememek olduğunu bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: (.....) âyetinin manası:

“Sen bizi dinle, biz de seni dinleyelim" demeyiniz, "Bize anlat ve açıkla" deyiniz" demektir.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Arap müşrikler birbirleriyle konuşunca "Bana kulak ver" derlerdi. Bu âyetle (Müslümanların) böyle yapmaları (bu ifadeyi kullanmaları) yasaklandı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Nehhâs, Nâsih'te, Atâ'dan, (.....) âyetiyle ilgili şöyle dediğini bildirir: Râinâ, sözü, Cahiliye döneminde Ensar'ın kullandığı bir sözdü. Allah onların böyle demesini yasakladı ve:

“Bizi gözet" (=unzurna) deyin ve dinleyin" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin, bu âyeti (.....) şeklinde okuyup, "Bu söz, alay etmek maksismiyle söylenen bir sözdür" dediğini bildirir.

İbn Cerîr, Süddî'den, âyette ğeçen (.....) sözünün, "Size söyleneni dinleyin" manasında olduğunu bildirir.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah'ın indirdiği «Ey iman edenler» hitabıyla başlayan ayetlere muhatab olanların hepsinin başında Ali vardır ve Ali onların emiridir." Ebû Nuaym der ki:

“Bu hadisi, sadece Ebû Hayseme'den merfu olarak naklettik. Başkaları ise bunu mevkuf (yani İbn Abbâs'ın sözü) olarak nakletmişlerdir.

105

"Kitap ehlinden ve Allah'a eş koşanlardan inkar edenler, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini istemezler. Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyiîk nimet sahibidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen "...Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder..." sözünden kastedilenin, Kur'ân ve İslam olduğunu söyledi.

106

"Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?"

İbn Ebî Hâtim, Hâkim, el-Kunâ'da, İbn Adiyy ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy, çoğu zaman gece iner, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), gündüz onu unuturdu. Bunun üzerine yüce Allah:

“Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?" âyetini indirdi.

Taberânî, İbn Ömer'den bildiriyor: Ensâr'dan iki kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine öğrettiği bir sureyi okurlardı. Bir gece kalktılar, namaz kıldılar, ancak bu sûrenin bir harfini bile okuyamadılar. Sabahleyin erkenden Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek durumu anlattılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O neshedilmiş veya unutturulmuş ayetlerdendir. Ondan vazgeçin" buyurdu. Zührî, bu âyeti (.....) (cezm dolayısıyla hemzeden ötreyi hazf ederek sükun) şeklinde okurdu."

Buhârî, Nesâî, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'tan, Hazret-i Ömer'in şöyle dediğini bildirir:

“Kur'ân'ı en iyi bilenimiz Ubey, en iyi hüküm veren Ali'dir. Buna rağmen Ubey'in kıraatinden bazısını bırakıyoruz. Çünkü Ubey:

Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğum hiçbir şeyi bırakmam derken, yüce Allah: «Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?»buyurmaktadır."

Abdürrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvûd, en-Nâsih'te, İbn Ebî Dâvûd, el- Mesâhifte, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim bildiriyor: Sa'd b. Ebî Vakkâs, bu âyeti (.....) "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya sen unutursan" şeklinde okudu. Kendisine:

“Saîd b. el-Müseyyeb bu âyeti (.....) "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak" şeklinde okuyor denilince, Sa'd:

“Kur'ân, ne İbnü'l-Müseyyeb'e, ne de onun sülalesine inmemiştir. Yüce Allah, (Sana Kur'ân'ı Biz okutacağız ve asla unutmayacaksın) , (...Unuttuğun zaman da Allah'ı an...) buyurmaktadır" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildiriyor: İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde okumuş ve şu manayı vermiştir:

“Bir âyeti değiştirdiğimiz veya kaldırdığımız zaman muhakkak sizin için daha faydalı ve uygulaması daha kolay bir âyet indiririz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Ömer bize hutbe verdi ve hutbesinde bu âyeti (.....) "...geciktirirsek" şeklinde okudu.

İbnu'l-Enbârî, Mücâhid'in, bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

Ebû Dâvûd, Nâsih'te Mücâhid'den bildirir: Bu âyet, Ubey'in kıraatinde (.....) şeklindedir.

Âdem b. Ebî İyâs, Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Mücâhid'in, İbn Mes'ûd'un arkadaşlarından şöyle dediğini bildirir: İbn Mes'ûd bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve:

“Lafzını bırakır, hükmünü değiştirirsek veya nüzulünü geciktirirsek" manasını vermiştir.

Âdem, İbn Cerîr ve Beyhakî, Ubeyd b. Umeyr'in, (.....) âyetini açıklarken:

“Onun lafzını bırakıp hükümlerini değiştirecek olursak veya onu neshetmeyip hükmünü aynen bırakacak olursak" anlamını vermiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, Dahhâk'tan bildirdiğine göre bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) şeklindedir.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvûd, Nâsih'te ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki:

“Âyetler birbirini neshederdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) âyeti ve sûreleri okur, sonra bu âyet veya sûre neshedilince Allah onu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) unuttururdu. Allah, bunu Peygamberine "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?'" âyetiyle açıklamıştır. Neshedilen âyetin yerine inen daha hayırlısını veya aynısını indirmesinin manası, hüküm olarak daha kolay, içinde ruhsat olan, bazı emirleri ve nehiyleri içeren âyet veya sûrenin nazil olmasıdır.

Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbn Abbâs'tan bildirir: Allah, "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?" buyurduktan sonra, "Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, "Sen sadece uyduruyorsun" derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler" ve "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır" buyurmuştur.

Ebû Dâvûd ve İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Yüce Allah, "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz..."' âyetini, Kur'ân'da emredip sonra hükmünü neshettiği konular hakında indirmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) (.....) sözü hakkında şöyle dedi:

“Peygamberinize Kur'ân(dan bazı âyet ve sûreler) okutuldu, sonra unutturuldu. Şu an Kur'ân'da sizin okuduklarınızdan neshedilen bir şey yoktur."

Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte ve Ebû Zer el-Herevî, Fadâil'de, Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten bildirir: Bir adam gece namazı için kalkınca ezberinde olan sûreyi okuyamadı. Başka birisi aynı sûreyi okumak istedi yine okuyamadı. Üçüncü kişi de aynı sûreyi okumak isteyip okuyamadı ve sabah olunca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip olanları kendisine anlattılar. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

“Bu sûre dün gece neshedildi" buyurdu.

Ebû Dâvûd, Nâsih'te ve Beyhakî, Delâil'de başka bir kanalla Ebû Umâme'den bildiriyor:

“Ensâr'dan bir gurubun bildirdiğine göre bir adam gece namazında bildiği bir sûreyi okumak istedi, ama Besmele dışında bir şey okuyamadı. Bu kişinin arkadaşları da aynı durumla karşılaşınca sabahleyin bu sûreyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müddet onlara cevap vermedi ve sonra:

“Bu sûre dün gece neshedildi" buyurdu. Âyetin neshedilmesi sebebiyle bu sûreyi ezbere bilen herkes unutmuştu."

İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nâsih'te, İbn'u'd-Durays, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve Beyhakî, Delâil'de, Enes'ten bildirir: Yüce Allah, Bi'r-i Maûne'de öldürülenler hakkında "Kavmimize haber verin ki, Biz Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu; biz de ondan razı olduk" âyetini indirdi ve bu âyetleri neshedilinceye kadar okuduk.

Müslim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Beyhakî, Delâil'de, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir:

“Uzunluk ve şiddet bakımından Tevbe Sûresine benzettiğimiz bir sûre okurduk, bu sûre bana unutturuldu. Sadece aklımda:

"Şayet Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur" âyeti kaldı. Yine Müsebbihât sûrelerine benzettiğimiz ve baş kısmı (.....) ile başlayan bir sûre vardı, bu sûre de bana unutturuldu. Sadece aklımda "Ey iman edenler! neden yapmadığınız şeyi söylersiniz. Yapmadığınız şeyi söylemeniz, sizin boynunuza şahitlik olarak yazılır ve ondan hesaba çekilirsiniz" âyeti kaldı.

Ebû Ubeyd, Fadâil'de ve İbn'u'd-Durays, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirir: Şiddet yönünden Tevbe Sûresine benzeyen bir sûre nazil oldu, sonra neshedildi. Neshedilen bu sûreden aklımda kalan:

“Allah bu dini (İslam'dan) hiçbir nasibi olmayanlarla destekleyecektir" âyetidir.

İbn'u'd-Durays'ın lafzında sûre şöyledir:

“Muhakkak ki Yüce Allah bu dini, âhiretten hiçbir nasipleri olmayan adamlarla destekleyecektir. Şayet Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder. Allah, mağfiret edici ve merhametlidir."

Ebû Ubeyd, Ahmed, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da, Ebû Vâkid el-Leysî'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy geldiği zaman yanına giderdik ve gelen vahyi bize öğretirdi. Bir gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde şöyle dedi: Yüce Allah şöyle buyurur:

“Biz malı, namaz kılmak ve zekat vermek için indirdik. Şayet Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsaydı, ikinci bir vadiyi isterdi. Şayet iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder."

Ebû Ubeyd, Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Taberânî, Zeyd b. Erkam'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında şu âyeti okurduk:

“Şayet Âdemoğlunun iki vadi dolusu altın ve gümüşü olsa üçüncü bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder.'"

Ebû Ubeyd ve Ahmed bildirir: Câbir b. Abdillah der ki: Şu âyeti okurduk:

“Şayet Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikinci bir vadiyi ister, insanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder."

Ebû Ubeyd, Buhârî ve Müslim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum:

“Şayet Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa ikinci bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder." İbn Abbâs der ki: Bu sözün Kur'ân'dan olup olmadığını bilmiyorum.

Bezzâr ve İbn'u'd-Durays, Bureyde'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda şu âyeti okuduğunu duydum:

“Şayet Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci bir vadiyi ister. Kendisine ikinci vadi verilse, bu sefer üçüncüyü ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder."

İbnu'l-Enbârî, Zir'den bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde, "Şayet Âdemoğluna iki vadi dolusu verilse üçüncü bir vadiyi ister. İnsanoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur. Ancak Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder" şeklindedir.

İbn'u'd-Durays, İbn Abbâs'tan bildirir: Şu âyeti okurduk:

“Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz) çünkü o bir küfürdür."

Abdürrezzâk, Ahmed ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Allah, Muhammed'i hak dinle gönderdi ve onunla Kitab'ı indirdi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) inen âyetlerden biri de recim âyetidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zina edeni recmetti, ondan sonra biz de recmettik. (Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında) şu âyeti okurduk:

"Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz) çünkü o bir küfürdür.'"

Tayâlisî, Ebû Nuaym ve Taberânî, Ömer b. el-Hattâb'dan bildirir: Kur'ân'dan okuduklarımız arasında şu âyet te vardı:

"Babalarınızdan yüzçevirmeyiniz (kendinizi başkalarına nisbet etmeyiniz) çünkü o, bir küfürdür." Sonra Ömer, Zeyd'e:

“Ey Zeyd, böyle değil mi?" diye sorunca, Zeyd:

“Evet öyledir" karşılığını verdi.

İbn Abdi'l-Berr, et-Temhîd'de, Adiyy, b. Adiyy b. Amîre b. Ferve'den, o da babasından, o da dedesi Amîre'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Ubey'e: Allah'ın Kitab'ında okuduklarımız arasında,

"Kendinizi babanızdan başkasına nisbet etmeniz küfürdür" ayetini okumuyor muyduk?" deyince, Ubey:

“Evet" karşılığını verdi. Sonra Ömer:

"Çocuk, doğduğu yatağa aittir. Zina edene ise recm vardır" diye okumuyor muyduk?" diye sorunca, Ubey yine:

“Evet okuyorduk" cevabını verdi.

Ebû Ubeyd, Misver b. Mahreme'den bildirir: Hazret-i Ömer, Abdurrahman b. Avf'a:

“Bize indirilenler arasında, "ilk önce cihad ettiğiniz gibi şimdi de cihad ediniz" âyetini görmedin mi? Şimdi onu göremiyoruz" deyince, Abdurrahmân:

“Bu âyet, Kur'ân'dan neshedilenler arasındadır" karşılığını verdi.

Ebû Ubeyd, İbn'u'd-Durays ve İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, İbn Ömer'den bildirir:

“Hiçbiriniz, «Kur'ân'ın hepsini öğrendim» demesin. Kur'ân'ın birçok âyeti neshedildiği halde bu kişi hepsinin ne kadar olduğunu nereden bilecek? Eğer diyecekse: «Kur'ân'ın bilinen kısmını ezberledim» desin."

İbn Ebî Şeybe, Musannef te, İbnu'l-Enbârî ve Beyhakî, Delâil'de, Abîde es- Selmânî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği yıl kendisine arzedilen kıraat, Hazret-i Osmân'ın toplamış olduğu ve insanların icma ettiği Kur'ân'dır.

İbnu'l-Enbârî ve İbn Eşte, el-Mesâhifte, İbn Sîrîn'den bildirir:

“Cibrîl, her yıl Ramazan ayında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile mukabele okurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği yıl onunla iki defa mukabele okudu. Âlimler, elimizdeki Kur'ân'ın son mukabelede okunan Kur'ân olduğu görüşündedir."

İbnu'l-Enbârî, Ebû Zabyân'dan bildirir: İbn Abbâs bize:

“İki kıraatten hangisine öncelik veriyorsunuz?" diye sorunca, biz:

“İlk önce Abdullah'ın kıraati, sonra ise bizim kıraatimiz" cevabını verdik. İbn Abbâs şöyle dedi: Cibrîl, her Ramazan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir defa mukabele okurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edeceği yıl ise iki defa mukabele okudu. Abdullah (b. Mes'ûd), son mukabeleye şahid olup değiştirilen ve neshedilen âyetleri öğrendi."

İbnu'l-Enbârî, Mücâhid'den bildirir: İbn Abbâs:

“İki kıraatten hangisine öncelik veriyorsunuz?" diye sorunca, biz:

“İlk önce Abdullah'ın kıraati, sonra ise bizim kıraatimiz" cevabını verdik. İbn Abbâs şöyle dedi:

“Cibrîl, her Ramazan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir defa mukabele okurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edeceği yıl ise iki defa mukabele okudu. Abdullah'ın kıraati, son mukabelede okunan kıraattir."

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Cibrîl, her Ramazan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İle bir defa mukabele okurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edeceği yıl ise iki defa mukabele okudu. Benim aldığım kıraat son mukabelede okunan kıraattir."

İbnu'l-Enbârî bildirir. İbn Mes'ûd der ki:

“ Eğer Kur'ân'ın son mukabelede okunan şeklini benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilsem ona giderdim."

Hâkim, Semure'den bildirir:

“Kur'ân Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa arzolundu. Bizim kıraatimizin, Kur'ân'ın son arzedilen şekli olduğu söylenir."

Ebû Câfer en-Nehhâs, Nâsih'te, Ebu'l-Bahteri'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib, Mescid'e girince, bir adamın insanları korkuttuğunu görüp:

“Bu nedir?" diye sordu. "İnsanlara hatırlatmada bulunan bir kişi" cevabı verilince, Ali:

“Bu insanlara hatırlatmada bulunmuyor. Bu kişi, «Ben falan oğlu falanım beni iyi tanıyın» diyor" deyip adamı çağırdı ve:

“Sen, nâsih ve mensuhu biliyor musun?" diye sordu. Adam:

“Hayır" cevabını verince, Ali:

“Mescidimizden çık ve bir daha onunla hatırlatmada bulunma" dedi.

Ebû Dâvûd, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta ve en-Nehhâs, en-Nâsih ve'l- Mensûh'ta, Beyhakî, Sünen'de, Ebû Abdurrahman es-Sülemî'den bildirir: Hazret-i Ali, kıssalar anlatan bir adamın yanından geçerken:

“Sen, nasih ve mensuhu biliyor musun?" diye sordu. Adam:

“Hayır" cevabını verince, Ali:

“O zaman helak oldun ve (seni dinleyenleri) helak ettin" dedi.

Nehhâs ve Taberânî, Dahhâk b. Muzâhim'den bildirir: İbn Abbâs, kıssalar anlatan birinin yanından geçerken onu ayağıyla dürttü ve:

“Sen, nâsih ve mensûhu biliyor musun?" diye sordu. Adam:

“Hayır" cevabını verince, İbn Abbâs:

“O zaman helak oldun ve (seni dinleyenleri) helak ettin" dedi.

Dârimî, Müsned'de ve en-Nehhâs bildirir: Huzeyfe der ki:

“İnsanlara fetva veren, şu üç sınıftan birine girer: Nâsih ve mensûhu bilen kişi. Hazret-i Ömer bu sınıftandır . Hüküm vermek zorunda olan ve kendi kendine bu sorumluluğu yüklenen ahmak kişi. Ben ilk iki sınıftan değilim. Üçüncü sınıftan olmayı de sevmem."

107

(Yine) bilmedin(iz) mi ki, göklerin ve yerin mülkü (mülkiyeti, hükümranlığı, idâresi) şüphesiz Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de (size gelebilecek bir azâba engel olacak) bir yardımcı vardır.

108

Bkz. Ayet:110

109

Bkz. Ayet:110

110

"Yoksa, daha önce Mûsa'nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? İmanı inkarla değiştiren, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur. Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir. Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Râfi b. Hureymile ve Vehb b. Zeyd, Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Ey Muhammed! Bize semadan inen bir kitap getir, biz onu okuyalım veya bize nehirler aç, sana tabî olup, tasdik edelim" deyince, Allah:

“Yoksa, daha önce Mûsa'nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? İmanı inkarla değiştiren, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur" âyetini indirdi. Huyey b. Ahtab ve Ebu Yâsir b. Ahtab, Yahudilerin Araplara haset edeni bakımından en şiddetlisi idiler. Allah, Peygamberini Arapların içinden çıkarınca, bu iki kişi insanların İslam'a girmesini engellemek için en fazla çalışanlardan oldular. Bunun üzerine Allah:

“Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Bizim günahlarımızın kefareti İsrailoğullarının günahlarının kefareti gibi olsaydı" deyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah size ne verdiyse hayırdır. İsrailoğullarından birine bir hata isabet etse, o hatayı ve onun kefaretini kapısına yazılmış bulurdu. Eğer onun kefaretini yerine getirirse bu onun için dünyada bir ceza olurdu. Eğer kefaretini yerine getirmez ise âhirette bir ceza olurdu. Allah, size bundan daha hayırlısını verdi. Allah:

“Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmederse...'" buyurdu. Beş vakit namaz, namaz arasındakilere, Cuma, gelecek cumaya kadar olacaklara kefarettir." Bunun üzerine:

“Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor:

“Araplar, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ı kendilerine göstermesini isteyince bu âyet nazil oldu."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildirir: Katâde, "Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Hazret-i Mûsa'dan istenen şey, İsrailoğullarının: «Bize Allah'ı göster» demeleridir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: Kureyş, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa tepesini altın yapmasını isteyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tamam, bu size îsrailoğullarına inen sofra gibi olur. Eğer altın yapıldığı halde inkârınıza devam ederseniz, Allah'ın, Yahudilere dediği gibi «Âlemlerden hiçbir kimseye yapmayacağı azapla» sizi cezalandırır" buyurdu. Bunun üzerine teklifi yapanlar ondan vazgeçtiler ve Allah:

“Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyetini indirdi. İsrailoğulları, Hazret-i Mûsa'dan, kendilerine Allah'ı apaçık göstermesini istemişlerdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "...İmanı inkarla değiştiren..."âyetini açıklarken, "İmandan kasıt, rahatlık, inkardan kasıt ise zorluktur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Süddî, (.....) âyetini açıklarken "Doğru yoldan sapmıştır" dedi.

Ebû Dâvûd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de, Ka'b b. Mâlik'ten bildiriyor: Müşrikler ve Medineli Yahudiler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret ettiğinde ona ve ashabına çok eziyet ediyordu. Allah'ın ona ve ashabına bu eziyete sabretmelerini ve onları afetmelerini emretti. Allah şu âyetleri onlar hakkında indirmiştir:

“And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir.""Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir.""

Buhârî, Müslim, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de, Usâme b. Zeyd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve sahabe, Allah'ın emrettiği üzere müşrikleri affediyor ve eziyetlere sabrediyorlardı. Yüce Allah:

“And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir." "Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyetlerini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine savaş için izin verilinceye kadar, müşriklerin bu ezasına aldırış etmedi. Savaş izni verildikten Allah, sonra Kureyş ileri gelenlerinden birçoğunu öldürdü.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr, Zührî ve Katâde'den bildirir:

“Kitap ehlinin çoğu..." âyetinde kastedilen kişi, Ka'b b. el-Eşref'tir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes, "Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler..." âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“İçlerinde olan kıskançlıktan dolayı, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hak Peygamber olduğu açıkça belli olmasına rağmen inkar ettiler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, "...hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hak Peygamber olduğu, Tevrat ve İncil'de açıkça yazılmasına, Allah'ın onun vasıflarını bildirip Peygamber olacağını haber vermesine, Muhammed'in bildirmiş olduğu Allah'ın dininin İslam olduğunu bilmelerine rağmen kıskançlıklarından dolayı inkar ettiler. Allah, Peygamberine Allah'ın emri gelinceye kadar, onları affetmesini ve görmezlikten gelmesini emretmiştir. Daha sonra Allah, Tevbe Sûresinde, "Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" âyetini indirerek, Bakara Sûresinin 109. Âyetini neshetti. Kitab ehli Müslüman oluncaya veya cizye vermeyi kabul edinceye kadar onlarla savaşılmasını emretti.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de bildirir: İbn Abbâs "... Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir" ve "...puta tapanlara aldırış etme" âyetiyle ilgili olarak şöyle dedi: Bunlara benzeyen ve müşrikleri affetmekten bahseden âyetler:

“Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" ve "...puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ..." âyetiyle neshedilmiştir.

İbn Cerîr ve en-Nehhâs, en-Nâsih' te, Süddî'den bildiriyor:

“...Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, görmezden gelin..." âyeti, "Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın" âyetiyle neshedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, "... kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız..." âyetinde kastedilen hayrın, dünyadaki hayırlı ameller olduğunu söyledi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Ebu'l-Âliye, "...Allah katında bulacaksınız..." âyetinde kastedilen, Allah katında sevabını bulmaktır, dedi.

111

Bkz. Ayet:112

112

"Yahudi veya Hıristiyan olmayan Kimse elbette Cennete girmeyecek, dediler; bu onların kuruntularıdır. De ki: «Sözünüz doğru ise delillerinizi getirin.» Hayır, öyle değil; iyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin ecri, Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den, «Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimse elbette Cennete girmeyecek» dediler; bu, onların kuruntularıdır. De ki:

“Sözünüz doğru ise delillerinizi getirin.» Hayır, öyle değil; iyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildiriyor: Yahudiler:

“Sadece Yahudi olanlar cenete girecek" Hıristiyanlar da:

“Sadece Hıristiyan olanlar Cennete girecek" dediler. Bu, onların Allah'a haksız yere isnâd ettikleri kuruntulardır. Eğer doğru söylüyorlarsa, onlardan delilerini getirmelerini söyle. Hâlbuki Cennete sadece samimiyetle Allah'a teslim olanlar girecektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen burhandan kastın delil olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Saîd b. Cübeyr, "Hayır, öyle değil; iyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin ecri, Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir" âyetinde kendini Allah'a vermekten kastın, dininde samimi olmak olduğunu söyledi.

113

"Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel özerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da «Yahudiler bir temel özerinde değil» dediler; oysa onlar kitaplarını da okuyorlar. Bilgisizler de tıpkı onların söylediklerini söylemiştir. Allah, kıyamet gönü, anlaşmazlığa düştükleri şeylerde onların arasında hüküm verecektir."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Necrân Hıristîyanları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince Yahudi hahamları da geldiler ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda tartıştılar. Râfi b. Hureymile:

“Siz bir şeye sahip değilsiniz" deyip Hazret-i İsa'yı ve İncil'i inkar etti. Necranlılardan bir kişi de Yahudilere:

“Siz bir şeye sahip değilsiniz" deyip Hazret-i Mûsa'nın peygamberliğini ve Tevrat'ı inkar etti. Bunun üzerine Allah:

“Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel üzerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da «Yahudiler bir temel üzerinde değil» dediler; oysa onlar kitaplarını da okuyorlar..."' âyetini indirdi. Yani iki tarafta inkar ettiği şeyi elindeki kitabın tasdik ettiğini biliyor."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel üzerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da «Yahudiler bir temel üzerinde değil» dediler; oysa onlar kitaplarını da okuyorlar..." âyetinde kastedilenlerin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanındaki kitap ehli olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Yahudiler «Hıristiyanlar bir temel üzerinde değil» dediler, Hıristiyanlar da "Yahudiler bir temel üzerinde değil" dediler; oysa onlar kitaplarını da okuyorlar...'" âyetiyie ilgili olarak şöyle dedi: İlk Hıristiyanlar (ortak) bir şey üzereydiler ama sonraları bidatler çıkarıp tefrikaya düştüler. İlk Yahudiler de (ortak) bir şey üzereydiler, ama onlar da sonraları bidatler çıkarıp tefrikaya düştüler.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Cüreyc der ki: Atâ'ya:

“Âyette bahsedilen bilgisizler kimlerdir?" diye sorduğumda, "Yahudi ve Hıristiyanlardan önceki topluluklar" cevabını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, âyette geçen bilgisizlerin:

“Muhammed (ortak) bir şey üzere değildir" diyen (müşrik) Araplar olduğunu söyledi.

114

"Allah'ın mescidlerinde O nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır."

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kureyş, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'nin yanında namaz kılmasını engelleyince, Allah:

“Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır'" âyetinde kastedilenlerin Hıristiyanlar olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır" âyetinde kastedilenlerin, Beytu'l-Makdis'e pislik atıp halkın ibadet etmesine engel olan Hıristiyanlar olduğunu söyledi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilenler Bizanslılardır. Onlar, Beytu'l-Makdis'i harab etmek isteyen Buhtanassar ordusuna yardım etmişlerdir. Bugün yeryüzünde hiçbir Hıristiyan, öldürülme korkusu yaşamadan veya cizye vermeden Beytu'l-Makdis'e giremez. Bunların dünyada rezil olmaları ise, Mehdi gönderilip Kostantiniyye fethedileceği zaman onları öldürmesidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Âyette kastedilenler, Allah'ın düşmanı olan Bizanslılardır. Yahudilere duydukları kin, onları Babilli ateşperest Buhtnassar'a Beytü'l Makdis'i yıkması için yardımcı olacak noktaya kadar götürdü."

İbn Ebî Hâtim, Ka'b'dan bildiriyor:

“Hıristiyanlar Beytu'l-Makdis'i ele geçirince yaktılar. Allah, Hazret-i Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince, kendisine:

“Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır" âyetini indirdi. Şu an yeryüzünde, Beytu'l- Makdis'e korkmadan girebilen Hıristiyan yoktur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd, âyet hakkında şöyle dedi:

“Âyette kastedilenler, Hudeybiye günü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'yi ziyaret etmesini engelleyen müşriklerdir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Sâlih'ten bildiriyor:

“Müşrikler korkmadan Mescid-i Haram'a giremezler."

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "... Dünyada rezillik onlaradır, âhirette büyük azab da onlaradır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Dünyadaki rezillikleri, alçalmış olarak cizye vermeleridir."

Ahmed ve Buhârî, Tarih'te, Busr b. Ertea'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Bütün işlerde sonumuzu hayır eyle. Dünya rezilliğinden ve âhiret azabından koru" diye dua ederdi.

115

"Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir."

Ebû Ubeyd, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kur'ân'da ilk neshedilen âyet, kıble ile ilgilidir. Allah:

“Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyeti inince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l-Makdis'e doğru yönelerek namaz kılmaya başladı. Sonra Allah onun Beytu'l-Atîk'e yönelerek namaz kılmasını emredip "Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu, Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz'" âyetini indirerek önceki âyeti neshetti.

İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd ve sahabeden bazılarından, "Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“İnsanlar, Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılıyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince on sekiz ay Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kıldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken (Kâbe'ye yönelerek namaz kılmayı isteyip Allah'a yalvarıyor ve) göğe bakıyordu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretinden on sekiz ay sonra bu âyet neshedilip, Kâbe'ye yönelerek namaz kılması emredildi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, en-Nehhâs, en-Nâsih'te, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) nafile namazlarını bineğinin üzerindeyken yüzü hangi tarafa olursa olsun namaz kılardı. Sonra İbn Ömer:

“Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın vechi orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyetini okuyup:

“Bu âyet, işte bu konuda nazil olmuştur" dedi.

Buhârî ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Enmâr gazvesinde bineğinin üzerinde doğuya yönelerek nafile namaz kıldığını gördüm."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Beyhakî bildiriyor: Câbir b. Abdillah der ki:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğinin üzerinde doğuya yönelerek namaz kılardı. Farz namazı kılacağı zaman ise bineğinden inip kıbleye yönelirdi."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculukta nafile namaz kılacağı zaman devesini kıbleye doğru çevirir, namaza başlayınca devesi hangi yöne dönerse, o yöne doğru namaz kılardı."

Ebû Dâvûd, Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ukaylî, Dârakutnî, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirir: Âmir b. Rabîa der ki: Karanlık bir gecede Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberken, bir yerde konakladık ve kıblenin nerede olduğunu bilemedik. Bizden her bir kişi kendi kanaatine göre bir tarafa dönüp namaz kıldı. Sabahı edince bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatıp:

“Ey Allah'ın Resûlü! Gece, kıbleye dönemeden namaz kıldık" dedik. Bunun üzerine, "Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyeti nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazınız caiz olmuştur" buyurdu.

Dârakutnî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), aralarında benim de bulunduğum bir askeri birlik gönderdi. Karanlıkta kaldık ve kıbleyi bilemedik. Bizden bir grup:

“Biz kıbleyi biliyoruz, güney tarafı burasıdır" deyip namazını o yöne kılarak bir çizgi çizdiler. Bazımız:

“Kuzey bu taraftır, kıble burasıdır" deyip namaz kıldı ve bir çizgi çizdi. Sabah olup güneş doğunca durum incelendi ve çizgilerin kıble tarafında olmadığı anlaşıldı. Seferden döndükten sonra durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduk, Rasûlullah cevap vermedi. Bunun üzerine:

“Doğu da, Batı da Allah'ındır..." âyeti indi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ der ki: Bir topluluk kıbleyi bulamayınca her biri bir yöne doğru namaz kıldıktan sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlattılar. Bunun üzerine:

“Doğu da, Batı da Allah'ındır..." âyeti indi.

İbn Merdûye, zayıf senetle, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir askeri birlik gönderdi ve bu birlik karanlıktan dolayı kıbleyi bilemeyince, başka yöne doğru namaz kıldılar. Güneş doğduğunda kıblenin hangi yönde olduğunu anladılar ve döndüklerinde durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiler. Bunun üzerine:

“Doğu da, Batı da Allah'ındır..." âyeti indi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kardeşiniz (Necâşi) vefat etti. Onun cenaze namazını kılınız" buyurunca, sahabe:

“Müslüman olmayan birinin cenaze namazını mı kılacağız?" diye sordu. Bunun üzerine:

“Kitap ehlinden Allah'a huşu duyarak inanıp, Allah'ın ayetlerini az bir değere değişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rablerinin katındadır. Şüphesiz Allah'ın hesabı çabuktur"  âyeti indi. Sahabe:

“Necâşî kıbleye yönelerek namaz kılmazdı" deyince ise, "Doğu da, Batı da Allah'ındır..." âyeti indi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Rabbiniz:

“Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak Cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur" âyeti nazil olunca, sahabe:

“Hangi yöne dönerek dua edeceğiz?" diye sordu. Bunun üzerine, "Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır. Doğrusu Allah her yeri kaplar ve her şeyi bilir" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Doğu olsun, batı olsun hangi yöne dönersen Allah'ın kıblesi orasıdır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî ve Beyhakî, Sünen'de, Mücâhid'in (.....) âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Bundan kasıt, Allah'ın kıblesidir. Doğu olsun, batı olsun nereye dönerseniz Allah'a yönelmiş olursunuz."

Abd b. Humeyd ve Tirmizî'nin bildirdiğine göre Katâde, bu âyetin, "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyetiyle neshedildiğini söyledi.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Doğu ile batı arası kıble sayılır."

İbn Ebî Şeybe, Dârakutnî ve Beyhakî, İbn Ömer'den aynı hadisi nakletti.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Hazret-i Ömer'in:

“Kâbe'ye yöneldiğin takdirde, doğu ile batı arası kıble sayılır" dediğini bildirir.

116

"Allah, çocuk edindi" dediler. O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ındır. Hepsi O'na boyun eğmiştir.

Buhârî, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Yüce Allah şöyle buyurdu: Böyle bir şeye kalkışmaması gerektiği halde Âdemoğlu Beni yalanladı. Yine böyle bir işe kalkışmaması gerektiği halde Âdemoğlu Bana sövdü. Onun Beni yalanlaması şudur: O Benim evvelde olduğu gibi kendisini yeniden yaratacağıma kadir olamayacağımı ileri sürdü. Onun Bana sövmesi ise Benim oğlumun olduğunu söylemesidir. Ben eş ya da bir oğul edinmekten münezzehim."

Buhârî ve İbn Merdûye, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini bildirir:

“Allah buyurur ki: Böyle bir şeye kalkışmaması gerektiği halde Âdemoğlu Beni yalanladı. Yine böyle bir işe kalkışmaması gerektiği halde Âdemoğlu Bana sövdü. Onun Beni yalanlaması: «Allah, beni yarattığı gibi diriltmeyecek» demesidir. Benim insanı diriltmem, ilk yaratışımdan zor değildir. Onun Bana sövmesi ise, Ben, Tek olan, her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaç olan, doğurmamış, doğmamış, Kendisine hiçbir denk olmayan Allah olmama rağmen: «Allah oğul edindi» demesidir. "

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Mûsa el- Eş'arî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İşittiği bir eziyete Allah'dan daha çok sabreden hiç kimse yoktur. Kulların rızkını verdiği ve onlara sıhhat ihsan ettiği halde onlar Kendisi için çocuk isnad ederler. "

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Gâlib b. Acrad'dan bildirir: Şam halkından bir kişi şöyle der: Bana bildirildiğine göre Allah yeryüzünü yaratıp üzerindeki ağaçları yaratınca, Âdemoğlu uğradığı her ağaçtan faydalandı. İnsanoğlu:

“Allah oğul edindi" deyince yeryüzü ürperdi ve ağaçlardaki dikenler oluştu.

Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildirir:

“Onlar Allah oğul edindi..." deyince Yüce Allah onların bu bühtanından münezzeh olduğunu söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve el-Mehâmilî, el-Emâlî'de, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) sözünden maksat, Allah'ın, kendinin kötülüklerden uzak olduğunu bildirmesidir.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Mûsa b. Talha'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) sözünün manası sorulunca:

“Allah'ın, kötülüklerden uzak olması demektir" başka bir lafızda ise "Allah'ı kötülüklerden tenzih etmektir" buyurdu. Hadis mürseldir.

İbn Cerîr, Deylemî, Hatîb, el-Kifâye'de, başka bir tarikle mevsûl olarak Mûsa b. Talha b. Abdillah'tan, o da babasından bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! (.....) sözünün manası nedir?" diye sorduğumda:

“Allah'ı kötülüklerden tenzih etmektir" cevabını verdi.

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Talha b. Yahyâ b. Talha'dan, babasından, o da dedesi Talha b. Ubeydillah'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) sözünün manasını sorduğumda:

“Allah'ın her türlü kötülükten uzak olduğunu söylemektir" cevabını verdi.

İbn Merdûye, Süfyân es-Sevrî tarikiyle Abdullah b. Ubeydillah b. Mevhib'den bildirir: Tahla der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) sözünün manası sorulunca:

“Allah'ın her türlü kötülükten uzak olduğunu söylemektir" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Meymûn b. Mihrân'dan bildirir: Kendisine, (.....) sözünün manası sorulunca:

“Allah'ın yüceliğini ikrar eden ve kötülüklerden uzak olduğunu bildiren bir isimdir" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: İbnu'l-Kevvâ, Hazret-i Ali'ye, (.....) sözünün manasını sorunca, Hazret-i Ali:

“Allah'ın, Kendisi için söylenmesini istediği bir sözdür" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: (.....) sözü, insanların söylemekten vazgeçemeyeceği bir sözdür.

Abd b. Humeyd, Zeyd b. el-Esam'dan bildirir: Bir kişi, İbn Abbâs'a gelip:

“Lâ ilahe illalah'ın, Allah'tan başka ilah olmadığı manasında, Elhamdulillah'ın nimeti Allah'tan bilmek ve bundan dolayı Allah'a hamd etmek manasında olduğunu, Allahu Ekber'in, Allah'tan daha büyük bir şeyin olmadığı manasında olduğunu biliyoruz. Peki, Sübhanallah'ın manası nedir?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Bu sözün neyini garipsiyorsun? Bu söz, Allah'ın Kendisi için söylenmesini istediği, meleklere de söylemelerini emrettiği ve yarattıklarından hayırlı olanların sığındığı bir sözdür" karşılığını verdi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'te, İbn Hibbân, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ebû Nasr es- Siczî, el-İbâne'de, Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Diyâul-Makdisî, el-Muhtâra'da, Ebû Saîd el-Hudrî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Kur'ân'da Kunût'tan bahseden her söz, itaat manasındadır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) sözünden kastedilenin itaat etmek olduğunu söyledi.

et-Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildirir: Nâfi b. el-Ezrak ona, âyette geçen (.....) sözünün manasını sorunca, İbn Abbâs:

“İkrar etmek demektir" cevabını verdi. Nâfi:

“Peki, Araplar bu sözü bilir miydi?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Tabi ki! Adiy b. Zeyd'in:

Affını umarak Allah 'ı(n varlığını ve birliğini) ikrar eder

Kul, yaptıklarını inkar edemeyeceği gün " dediğini duymadın mı?

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime, (.....) sözünün manasının, kulun, kulluğunu ikrar etmesi olduğunu söyledi.

İbn Cerîr bildiriyor: Katâde, (.....) sözünün manasını açıklarken:

"Allah'ı Rab ve yaratıcı olarak kabul edip Ona itaat etmektir" dedi.

117

"Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak «ol» der ve olur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tır..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah gökleri ve yeri yoktan var etti ve bunları yaratırken hiç kimse Allah'a ortak olmadı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Allah gökleri ve yeri yoktan var edip yarattı. Bunlardan önce göklere ve yere benzer bir şey yaratılmamıştı."

İbn Ebî Şeybe, İbn Bâsıt'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir kişi şöyle dua etti:

“Allahım! Senden başka ilah olmayan adınla, Rahmân ve Rahîm, gökleri ve yeri yoktan var eden, bir şeyin olmasını istediğinde «ol» deyince olan isminle Sana dua ediyorum." Bunu duyan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neredeyse Allah'ın îsm-i A'zam'ıyla dua edecektin" buyurdu.

118

"Bilmeyenler: «Allah bizimle konuşmalı veya bize bir âyet gelmeli değil mıydı?» dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetleri açıklamışızdır."

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Râfi, b. Hureymile Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Muhammed! Eğer iddia etiğin gibi Allah katından gönderilen bir Peygamber isen, Allah'a söyle de bizimle konuşsun. Biz de onun sözünü işitmiş olalım" deyince, Allah:

“Bilmeyenler: «Allah bizimle konuşmalı veya bize bir âyet gelmeli değil miydi?" » dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetleri açıklamışızdır"' âyetini indirdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Bilmeyenler:

“Allah bizimle konuşmalı veya bize bir âyet gelmeli değil miydi?" dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetleri açıklamışızdır" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Âyette kastedilenler, Araplardan olan kafirlerdir. Onlar:

“Allah bizimle konuşmalı" dediler. Yahudiler ve Hıristiyanlar da aynı şeyi söylemişlerdi. Araplarla Yahudiler ve Hıristiyanların ve aynı istekte bulunan başkalarının kalpleri bu konuda birbirine benzemiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Bilmeyenler: «Allah bizimle konuşmalı veya bize bir âyet gelmeli değil miydi?» dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetleri açıklamışızdır" âyetini açıklarken, "Allah'ın kendileriyle konuşmasını isteyenler, Hıristiyanlardır. Öncekiler ise Yahudilerdir" dedi.

119

"Doğrusu Biz, seni hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, Cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın."

Vekî, Süfyân b. Uyeyne, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l- Münzir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Keşke (ölen) anne babama ne şekilde muamele edildiğini bir bilebilsem" deyince, "Doğrusu Biz, seni hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, Cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın" nazil olmuştur. Bu âyet nazil olduktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) artık vefat edene kadar anne babasından bahsetmedi. Hadis mürseldir ve senedi zayıftır.

İbn Cerîr, Dâvûd b. Ebî Âsım'dan bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün:

“Annem ve babam nerede (Âhiretteki durumları nedir)?" deyince, bu âyet nazil oldu. Derim ki: Bu hadisin de senedi mu'daldır ve ne bu, ne de önceki hadis hücet kabul edilemez.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre A'rec, bu âyeti, (.....) şeklinde okudu ve muhatabın Hazret-i Muhammed olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten, (.....) sözünün manasının, ateşin büyüğü demek olduğunu söyledi.

120

"Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmayacaklardır. De ki: «Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur» Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun kî, Allah'tan sana ne bîr dost ve ne de bir yardımcı olur."

Sa'lebî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Medine Yahudileri ile Necran Hıristiyanları Peygamber'in kendi kıblelerine doğru namaz kılmasını umuyorlardı. Allah kıbleyi Kâbe'ye çevirince bu onların çok ağırlarına gitti ve Hazret-i Peygamber'in dinleri üzerine kendilerine uyum sağlamasından ümit kestiler. Bu konuda Allah:

“Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnud olmayacaklardır. De ki: «Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur- Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur"' âyetini indirdi."

121

"Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir."

Abdürrezzâk der ki: Katâde, "Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir" âyetinde kastedilenlerin Yahudi ve Hıristiyanlar olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyetten geçen "...Gereğince okuyanlar..." sözünden kastedilenin, Kitabın helal kıldığını helal, haram kıldığını haram sayan ve kelimelerin yerlerini değiştirmeyen kişiler olduğunu söyledi.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Herevî, Fadâil'de bildiriyor: İbn Abbâs, "...Gereğince okuyanlar..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Kapsadığı hükümler gereğince amel ederek ona hakkıyla uyarlar." Sonra "Arkasından ona uyduğu zaman aya (yemin olsun)" buyruğunda da aynı kelimenin kullanıldığını söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, "...Gereğince okuyanlar..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Cennetten bahseden âyeti okuyunca, Allah'tan Cenneti ister, Cehennemden bahseden âyeti okuyunca, Cehennemden Allah'a sığınır."

Hatîb, er-Ruvât an Mâlik'te, içinde meçhullerin olduğu bir senetle, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "...Gereğince okuyanlar..." sözünü açıklarken:

“Kapsadığı hükümler gereğince amel ederek ona hakkıyla uyarlar" buyurdu.

Abdürrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'üd, "...Gereğince okuyanlar..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Helalini helal, haramını haram bilip onu Allah'ın indirdiği şekliyle okumak ve sözlerinin yerini değiştirmemek, münasip olmayan bir şekilde te'vil etmemektir." Bir lafızda ise:

“Ona hakkıyla tâbi olmaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Zeyd b. Eşlem, "...Gereğince okuyanlar..."sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Onu indirildiği gibi insanlara anlatırlar ve onu gizlemezler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Allah'ın âyetlerine iman ve tasdik eden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bu âyetin kapsadığı kişilerdendir. Bize bildirildiğine göre İbn Mes'ûd şöyle derdi:

“Vallahi, Kitabı gereğince okumak, helalini helal, haramını haram bilip onu Allah'ın indirdiği şekliyle okumak ve sözlerinin yerini değiştirmemek, münasip olmayan bir şekilde te'vil etmemektir." Yine bildirildiğne göre Ömer b. el-Hattâb:

“İsrailoğulları geçmiştir. Duyduğunuz âyetin muhatabı sizden başkası değildir" dedi.

Vekî ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildirir:

“...Gereğince okuyanlar..."sözünün manası, "Muhkemi ile amel ederler, müteşâbihine inanırlar, bilinmesi kendileri için zor olanı da, bilene bırakırlar" demektir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "...Gereğince okuyanlar..."sözünün manasını açıklarken "Ona hakkıyla uyarlar" dedi.

122

122. Ey İsrâil (Ya’kûb) oğulları, size verdiğim nimeti (atalarınızı Fir’avun’un zulmünden kurtarıp onlara daha birçok nimetler verdiğimi) ve sizi(atalarınızı) âlemlere (yaşadıkları zamanda başkalarına) üstün kıldığımı (bana itâatle şükrederek) hatırlayın.

123

123. Bir de öyle bir (hesap) gün(ün)den korkun ki, o günde (kıyâmette) hiç kimse (bir mü’min veya bir kâfir), hiç kimsenin (bir mü’minin veya bir kâfirin) cezasını çekmez (borcunu ödemez); (azaptan kurtulmaları için kimseden) bir fidye (bedel ve karşılık) kabul edilmez; kimseye bir şefaat (mü’minlerden kâfirlere veya kâfirlerden kâfirlere bir yardım veya aracılık) fayda vermez. (O kâfirlere) yardım da olunmaz.

124

"Rabbi, İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti.."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildirir: İbn Abbâs, "Rabbi İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, Seni insanlara önder kılacağım demişti. O soyumdan da deyince, zalimler benim ahdime erişemez buyurmuştu" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah, Hazret-i İbrâhim'i taharet ile imtihan etmişti. Bunların beş tanesi başta, beş tanesi de bedendedir. Başta olanlar: Bıyıkları kesmek, mazmaza, istinşak, misvak kullanmak ve saçı ortadan ayırmak. Bedende bulunanlar ise: Tırnakları kesmek, etek traşı yapmak, sünnet olmak, koltuk altı kıllarını yolmak ve büyük abdest ile küçük abdestin yerlerini su ile yıkamaktır."

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah'ın, İbrâhim'i denediği ve onun da bunları yerine getirdiği imtihan şudur: Hazret-i İbrâhim Allah adına kavminden ayrılmıştır. Nemrut'la tartıştığı zaman onun karşısında sebat etmiştir. Nemrûd onu ateşe atıp Allah uğrunda yakmak istemiş, İbrâhim buna dayanmıştır. Sonra Allah kendisine yurdundan çıkmasını emredince vatanından ve ülkesinden Allah adına hicret etmiştir. Yine Allah onu canıyla ve malıyla imtihan etmiş, konuklar hâdisesinde onun durumunu ve tahammülünü ölçmüştü. Allah oğlunu kesmesini emretmiş, o da bu imtihanda başarı göstererek oğlunu kesmeye koyulmuştur. Bütün bunlardan sonra her şeyiyle Allah adına yola koyulup imtihanda başarı gösterince, Allah ona 'Teslim ol" demiş, o da "ben âlemlerin Rabbına teslim oldum" demişti."'

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İbrâhim'in denendiği kelimeler on tanedir. Altısı insandadır. Dördü ise haccdadır. İnsanda olanlar; etek altını temizlemek, koltuk altını temizlemek - veya sünnet-, tırnakları kesmek, bıyıkları kesmek, misvak ve cuma günü yıkanmaktadır. Haccda olan dört şey ise tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y, şeytân taşlamak ve Arafat'tan inmektir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir bildirir: İbn Abbâs:

“Bu dinde imtihan edilip, denendiği her şeyi yerine getiren sadece İbrâhim'dir" deyip:

“Rabbi İbrâhim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, seni insanlara önder kılacağım demişti. O soyumdan da deyince, zalimler benim ahdime erişemez buyurmuştu"' âyetini okudu. Kendisine:

“Bu kelimeler nedir?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi:

“İslâm'ın şer'î hükümleridir. Bunlar da otuz ayrı bölümdür. Bu otuz bölümün on tanesi Tevbe Sûresi'nde:

“Allah'a tövbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda gezen, rüku ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele" buyruğunda; on tanesi Muminûn Sûresinde:

“Müminler saadete ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler. Ayrıca onlar, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler'" ve:

“Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar" buyruğunda, on tanesi Ahzâb Sûresinde:

“Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır" buyruğunda dile getirilmektedir. Hazret-i İbrahim bunları yerine getirince Allah kendisine beraat yazdı. Allah bu konuda:

“Ve görevini titizlikle yerine getiren ibrâhim'e inmiş olan kutsal sayfaların içeriğinden haberdar olmadı mı?" buyurmaktadır.

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Rabbi İbrâhim'i bir takım emirlerle denemiş..." âyetinde bahsedilen, Hazret-i İbrâhim'in denendiği şeylerden bazıları Hac menâsikidir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i İbrâhim'in imtihan edildiği sözler arasında şunlar da vardı:

“Muhakkak ki ben seni insanlara imâm kılacağım." Ayrıca bunlar arasında "Hani İbrâhim Kabe'nin temellerini İsmâîl ile birlikte yükseltiyordu..." âyeti de vardı. Hazret-i İbrâhim'e verilen Makâm ve burada yapılan hacca ait davranışları anlatan âyetler de bu kelimeler arasındadır. Allah'ın evinin sâkinlerine verilen rızıklar da bunlar arasındadır. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem). İbrâhim ve İsmâîl'in zürriyetinden gönderilmiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid, "Rabbi, İbrâhim'i bir takım emirlerle denemiş..." âyetinde bahsedilen denemenin, sonraki âyetlerde zikredilenler olduğunu söyledi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki:

“Hazret-i İbrâhim'in imtihan edilip yerine getirmesi emredilen şeylerden biri de sünnet olmaktır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: Hasan(-ı Basrî) der ki:

“Allah, Hazret-i İbrâhim'i yıldızlarla denedi ve ondan hoşnûd oldu. Ay'la denedi ve ondan hoşnüd oldu. Güneşle denedi ve ondan hoşnûd oldu. Hicretle denedi ve ondan hoşnûd oldu. Sünnetle denedi ve ondan hoşnûd oldu. Oğluyla denedi ve ondan hoşnûd oldu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ, (.....) kelimesinin manasının, yerine getirmek olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“İstinca (taşla silinmek) ve parmak boğumlarını yıkamak, Hazret-i İbrâhim'den gelen sünnetlerdendir."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te Mücâhid'den bildirir:

“Altı şey, Hazret-i İbrâhim'in sünnetindendir: Bıyıkları kısaltmak, misvak kulanmak, saç ve sakalı taramak, tırnakları kesmek, istinca, etek tıraşı olmak. Bunlardan üçü başta, üçü ise bedendedir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Fıtrat beştir -veya Beş şey fıtrattandır- Sünnet olmak, etek traşı yapmak, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek ve koltuk altlarını yolmak. "

Buhârî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Etek tıraşı olmak, tırnakları kesmek ve bıyıkları kısaltmak, fıtrattandır. "

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“On şey fıtrattandır: Bıyıkları kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, istinşak, tırnakları kesmek, parmak boğumlarını yıkamak, etek tıraşı olmak ve istinca." Mus'ab der ki:

“Onuncusunu unuttum ama galiba mazmazaydı (ağız çalkalamaktı)."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce bildiriyor: Ammâr b. Yâsir, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mazmaza, istinşak, misvak kullanmak, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak, etek tıraşı olmak parmak boğumlarını yıkamak, taharetlendikten sonra cinsel organa su serpmek ve sünnet olmak, fıtrattandır. "

Bezzâr ve Taberânî bildiriyor: Ebu'd-Derdâ, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Temizlik şu dört şeydedir: Bıyıkları kısaltmak, etek tıraşı olmak, tırnakları kesmek ve misvak kullanmak. "

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce bildiriyor: Enes b. Mâlik der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bıyıklarımızı kısaltmayı, tırnakları kesmeyi, etek tıraşı olmayı ve koltuk altı kıllarını yolmayı kırk günden fazla bırakmamamızı emretti.

Ahmed ve Beyhakî, Şuabül-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cibrîl yanına gelmekte gecikti" denilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz etrafımdayken ve misvak kullanmaz, tırnaklarınızı kesmez, bıyıklarınızı kısaltmaz ve parmak mafsallarınızı temizlemezken neden gecikmesin ki" buyurdu.

Tirmizî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bıyıklarını kısaltır ve:

“Allah'ın Halili İbrâhim böyle yapardı" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve Nesâî, Zeyd b. Erkam'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Bıyığını kısaltmayan bizden değildir. "

Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Sakalı uzatınız ve Bıyıkları kısaltınız.'"

Bezzâr'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bıyıklarınızı kısaltıp sakalınızı uzatarak Mecusilere muhalefet ediniz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den bildirir: Mecusilerden, sakalını kazıyıp bıyıklarını uzatmış olan bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu nedir?" diye sordu. Adam:

“Bizim dinimizde bu vardır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama bizim dinimizde, bıyıkları kazıyıp sakalı uzatmak vardır" buyurdu.

Bezzâr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bıyıkları uzamış bir kişiyi görünce:

“Bana makas ve misvak getirin" buyurdu. Makas ve misvak getirilince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) misvağı adamın üst dudağına koydu ve bıyığın altta kalan kısmını kesti.

Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da hasen isnâdla Ebû Hureyre'den şöyle nakleder: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günü namaza çıkmadan önce tırnaklarını keser ve bıyıklarını kısaltırdı.

İbn Adiy, zayıf isnâdla Enes'in şöyle dediğini bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin kırk günde bir etek tıraşı olmasını, koltuk altı kıllarını çıktığı zaman yolmasını, bıyıklarını uzatmamasını ve tırnaklarını her Cuma kesmesini emretti."

İbn Asâkir, zayıf isnâdla Câbir b. Abdillah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Tırnaklarınızı kesiniz. Şeytan et ile tırnak arasında dolaşır."

Taberânî, zayıf senetle, Vâbise b. Ma'bed'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) her şeyi, hatta tırnaklarda oluşan kirleri bile sordum, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seni şüphelendiren şeyi bırak da şüphe vermeyen şeye bak" buyurdu.

Bezzâr, İbn Mes'ûd'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Nasıl şüpheye düşmeyeyim ki; tırnaklarınızı kısaltmıyorsunuz ve vücudunuzun kirli yerlerine dokunuyorsunuz, böylece tırnak arasına kirler doluyor. "

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Kays b. Ebî Hâzım'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken (kıraatte) şüpheye düşünce, bunun sebebi soruldu. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tırnaklarınızın altı kirle doluyken neden şüpheye düşmeyeyim!" buyurdu.

İbn Mâce ve Taberânî'nin zayıf senetle, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Misvak kullanınız; çünkü misvak, ağzı temizler ve Rabbi razı eder. Cibrîl her gelişinde bana misvakı tavsiye etti. Hatta misvakın bana ve ümmetime farz olmasından korktum. Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilsem misvak kullanmalarını farz kılardım. Ben o kadar misvak kullanıyorum ki ağzımın öndeki dişlerimin etlerini köklerinden gidereceğimden korktum."

Taberânî zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kullanmak ağzı temizler, Rabbi razı eder ve gözleri kuvvetlendirir. "

İbn Adiy ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kulanınız. Çünkü o, ağzı temizler, Rabbi razı eder, melekleri sevindirir, sevapları arttırır ve sünnettendir. Aynı zamanda misvak gözleri kuvvetlendirir, dişlerdeki sararmayı giderir, diş etlerini kuvvetlendirir, balgamı yok eder ve ağız kokusunu güzelleştirir."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her namazda misvak kullanmalarını emrederdim"

Ahmed, hasen senetle, Ebû Hureyre'den Allah'ın Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“"Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her namaz için abdest almalarını ve her abdest alışlarında misvak kullanmalarını emrederdim. "

Bezzâr, Ebû Ya'lâ ve Taberânî zayıf isnâdla Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) misvakı o kadar tavsiye etti ki hakkında âyet inmesinden korktuk.

Ahmed, Hâris b. Ebî Usâme, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, Dârakutnî, Hâkim, Ebû Nuaym, Kitâbu's-Sivâk'ta ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Hazret-i Âişe'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat daha üstündür. "

Bezzâr ve Beyhakî zayıf isnâdla bildirir: Hazret-i Âişe, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kullanarak kılınan iki rekat namaz, misvak kullanmadan kılınan yetmiş rekattan daha hayırlıdır."

Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın ceyyid isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kulanmam o kadar emredildi ki, misvak hakkında bana âyet veya vahiy ineceğini zannettim. "

Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Taberânî'nin, zayıf isnâdla İbn Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında misvak olmadan yatmazdı. Uyandığı zaman misvakla dişlerini fırçalardı.

Taberânî hasen isnâdla Ümmü Seleme'den Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Cibrîl bana misvakı o kadar tavsiye etti ki dişlerime bir şey olmasından korktum. "

Bezzâr, Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da Melîh b. Abdillah el-Hatmî'den, babasından, o da dedesinden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Şu beş şey peygamberlerin sünnetindendir: Hayâ, yumuşaklık, hacamat, misvak ve güzel koku. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gece uyumadan önce ve uyandığı zaman mutlaka misvak kullanırdı.

Taberânî hasen isnâdla Zeyd b. Hâlid el-Cuhenî'den bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) misvak kullanmadan namaz kılmak için evinden çıkmazdı.

İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvûd'un zayıf isnâdla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) gece veya gündüz her uykudan kalkışında mutlaka abdestten önce ağzını misvaklardı (fırçaladı)."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eve girince ilk önce ne yapardı?" diye sorulunca, "Eve girdiğinde ilk olarak misvak kullanırdı" cevabını verdi.

İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki:

“Ağızlarınız Kur'ân'ın yollarıdır. Onu misvakla temizleyiniz."

Ebû Nuaym, Kitabu's-Sivâk'ta Hazret-i Ali'den aynı hadisi merfu olarak nakletti.

İbnu's-Sünnî, et-Tıbbu'n-Nebevî ve Ebû Nuaym, et-Tıbbu'n-Nebevî'de Ebû Hureyre'den Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

"Misvak kullanmak, kişinin konuşmasını güzelleştirir."'

İbnu's-Sünnî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki:

“Kur'ân okumak ve misvak kullanmak balgamı yok eder."

Ebû Nuaym, Ma'rifetu's-Sahabe'de bildirir: Meymûne der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hiçbir gece misvak kullanmadan uyumadı."

İbn Ebî Şeybe, el-Mesâhifte ve Ebû Nuaym, Kitâbu's-Sivâk'ta zayıf isnâdla Ebû Atîk'ten bildirir: Câbir, yatağına girdiği, gece uyandığı, namaza çıktığı zaman misvak kullanırdı. Kendisine:

“Nefsine ağır yük yüklüyorsun" deyince, Câbir:

“Usâme bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu misvakı kullandığını haber verdi" karşılığını verdi.

Ebû Nuaym, hasen isnâdla Abdullah b. Amr'dan, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım, seher vakitleri misvak kullanmalarım emrederdim."

Taberânî, M. el-Evsat'ta hasen senetle, Hazret-i Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her abdest alışlarında misvak kullanmalarım emrederdim. "

Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyler buyurdu:

“Misvak kullanmak ağzı temizler ve Rabbi razı eder."

Ahmed, Taberânî, M. el-Evsat'ta hasen senetle, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kulanınız. Misvak kullanmak, sğız kokusunu güzelleştirir ve Rabbi razı eder. "

Ahmed zayıf senetle, Kuşem veya Temmâm b. Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğimizde bize şöyle dedi:

“Neden yanıma dişleriniz sararmış ve misvak kullanmadan geliyorsunuz? Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım abdesti farz kıldığım gibi kendilerine misvakı da farz kılardım."

Taberânî, Câbir'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tıpkı yazı yazanın kulağının üstünde kalemi taşıdığı gibi misvakı kulağının üzerinde taşırdı."

Ukaylî, ed-Duafâ'da ve Ebû Nuaym, Kitabu's-Sivâk'ta zayıf isnâdla bildirir: Hazret-i Âişe der ki:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sefere çıkacağı zaman yanında misvak, tarak, sürmelik, sürahi ve ayna bulundururdu."

Ebû Nuaym, zayıf senetle, Râfi b. Hadîc'den merfu olarak şöyle bildirir:

"Misvak kullanmak vaciptir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Misvak kullanmamız o kadar emredildi ki, bu konuda vahiy ineceğini zannettik."

İbn Ebî Şeybe, Hassân b. Atiyye'den merfu olarak bildirir:

“Abdest imanın yarısıdır. Misvak kullanmak abdestin yarısıdır. Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım her namaz vakti misvak kullanmalarını emrederdim. Misvak kullanarak kılınan iki rekât namaz, misvak kullanmadan kılınan yetmiş rekâttan daha hayırlıdır. "

İbn Ebî Şeybe, Süleyman b. Sa'd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Misvak kullanın, temizlenin ve (yıkarken) bunu tek sayıda yapınız; çünkü Allah tektir ve teki sever. "

İbn Adiy, Enes'ten bildirir:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest alırken parmak boğumlarının iyice temizlenmesini emretti. Çünkü orası çok çabuk kirlenir."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, Abdullah b. Busr'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Tırnaklarınızı kesiniz ve kesilen tırnakları gömünüz. Parmak boğumlarını da temizleyiniz."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Şemail'de, Nesâî ve İbn Mâce, İbn Abbâs'tan bildirir: Kitab ehli saçlarını alınlarına salıverirler, müşrikler ise ikiye ayırırlardı. Peygamber Efendimiz kendisine emir gelmeyen konularda Ehl-i kitaba uymaktan hoşlanırdı, (onun için) o da başının önündeki saçları (alnına) salıverirdi. Ama daha sonra saçlarını ortadan ayırdı.

İbn Mâce ve Beyhakî ceyyid isnâdla bildirir: Ümmü Seleme der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) temizleneceği zaman etek temizliğini bizzat kendi eliyle yapardı."

Beyhakî zayıf isnâdla Enes'ten bildirir:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hamam otu kullanmazdı, kılar çoğaldığı zaman keserek temizlerdi."

Beyhakî, Şeddâd b. Evs'ten merfu olarak şöyle bildirir:

“Sünnet olmak erkekler için bir sünnet, kadınlar için de bir ikramdır."

Taberânî, Müsned eş-Şâmiyyîn'de, Ebu'ş-Şeyh, el-Akîka'da ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan aynısını nakletmiştir.

Ebû Dâvûd, Useym b. Kuleyb kanalıyla, babasından, o da dedesinden bildirir: O (Useym b. Kuleyb'in dedesi) Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ben müslüman oldum" deyince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendinden küfür kıllarını at" yani "tıraş ol" buyurdu. Useym der ki: Başka birinin bana bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) dedemle olan başka birine:

“Kendinden küfür kıllarını at ve sünnet ol" buyurmuş.

Beyhakî, Zührî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim Müslüman olursa sünnet olsun" buyurduğunu nakleder.

Ahmed ve Taberânî, Osman b. Ebi'l-Âs'tan bildirir: Kendisi bir sünnete davet edilince:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında sünnete çağrılmadan giderdik" dedi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Şu yedi şey çocuk için sünnettir: Yedinci gününde isim verilmesi, sünnet edilmesi, temizlenmesi, akika kurbanı kesilmesi, başının tıraş edilmesi, kendisi için kesilen akika(nın kanın)dan üzerine sürülmesi ve saçının ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilmesi."

Ebu'ş-Şeyh, Kitâbu'l-Akika' da ve Beyhakî, Câbir'den bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hasan ve Hüseyin yedi günlükken onlar için akika kurbanı kesti ve sünnet etti."

Beyhakî, Mûsa b. Ali b. Rabâh'tan bildirir:

“Hazret-i İbrâhîm, İshâk'ı yedi günlükken, İsmâil'i ise büluğ çağına gelince sünnet etti."

İbn Sa'd, Huyey b. Abdillah'tan bildiriyor:

“Bana ulaştığına göre Hazret-i İsmâîl on üç yaşında sünnet olmuştur."

Ebu'ş-Şeyh, el-Akika'da, Mûsa b. Ali b. Rabâh'tan babasından bildirir: Hazret-i İbrâhim seksen yaşındayken sünnet olması emredilince hemen keserle sünnet oldu. Bu sebeple ağrısı artınca Allah'a acısını azaltması için dua etti. Allah ona:

“Sana hangi aletle sünnet olacağını vahyetmeden, sen acele edip keserle sünnet oldun" diye vahyedilince Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbim! Emrini geciktirmeyi kerih gördüm" karşılığını verdi.

Buhârî ve Müslim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hazret-i İbrâhim seksen yaşında, keserle sünnet oldu.'"

İbn Adiy ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i İbrâhim, ilk sünnet olan kişidir. Yüz yirmi yaşındayken keserle sünnet oldu. Ondan sonra da seksen yıl yaşadı. "

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb tarikiyle bildirir: Ebû Hureyre der ki:

“Hazret-i İbrâhim, yüz yirmi yaşındayken keserle sünnet oldu. Ondan sonra da seksen yıl yaşadı." Saîd der ki:

“Hazret-i İbrâhim ilk sünnet olan ve başında ilk beyaz saç gören kişidir. Başında beyaz saçı görünce:

“Ey Rabbim! Bu nedir?" diye sordu. Yüce Allah:

“Bu vakardır ey İbrâhim" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbim! Vakarımı arttır" dedi. İlk misafir ağırlayan, bıyıklarını ilk kısaltan, ilk tırnaklarını kesen ve ilk etek tıraşı olan kişi Hazret-i İbrahim'dir."

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İlk misafir ağırlayan, ilk bıyıklarım kısaltan, başında ilk beyaz saç gören, tırnaklarını ilk kesen ve keserle ilk sünnet olan Hazret-i İbrâhim'dir. "

Beyhakî bildiriyor: Hazret-i Ali der ki: Hacer, Sâre'nin cariyesiydi ve onu Hazret-i İbrâhim'e verdi. İsmâil ve İshâk yarışıp İsmâîl, İshak'ı geçerek Hazret-i İbrâhim'in kucağına oturunca Sâre:

“Vallahi ondan (Hacer'den) üç şeyi değiştireceğim" dedi. Hazret-i İbrâhim, Sâre'nin, Hacer'in burnunu kesmesinden veya kulaklarını yarmasından korktu ve:

“Bir şey yapıp yeminini getirmek ister misin? Kulaklarını delip onları eksiltirsin." Dedi. İnsandan ilk eksiltilen parça budur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne der ki:

“Hazret-i İbrâhim, Rabbine Sâre'nin kötü huyundan çektiği sıkıntıyı şikâyet edince, kendisine:

“Ey İbrahim! Dini konusunda bir kusuru olmadığı müddetçe onun bu huyuna sabret" diye vahyedildi."

Vekîn'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre şöyle der:

“İlk şalvar giyen, ilk saçlarını ortadan ayıran, ilk etek tıraşı olan, ilk sünnet olan, ilk misafir ağırlayan ve ilk saçları ağaran kişi Hazret-i İbrâhim'dir."

Vekî, Ebû Uyeyne'nin azatlısı Vâsil'den bildirir: Yüce Allah, Hazret-i İbrahim'e:

“Ey İbrahim! Benim için yeryüzündeki en üstün kişi sensin. Secde ettiğin zaman avretini yeryüzüne gösterme" diye vahyedince, Hazret-i İbrahim şalvar giymeye başladı.

Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Gökyüzünden iki parmağı arasında beyaz bir saç olan bir el çıktı ve yavaş yavaş Hazret-i İbrâhîm'in başına yaklaşmaya başladı. Sonra saçı onun başına bıraktı ve:

“Vakarla ağar" dedi. Sonra Allah ona temizlenmesini emretti. Saçları ilk ağaran ve ilk sünnet olan Hazret-i İbrâhim'dir. Allah. Hazret-i Muhammed'e indirdiği:

“Allah'a tövbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda gezen, rüku ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele" "Müminler saadete ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler. Onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Namazlarına riayet ederler. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır. (Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar", "Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır", "Onlar ki, namazlarına devam ederler. Onlar ki, mallarında belli bir hak vardır. Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için." Ceza (ve hesap) gününün doğruluğuna inananlar ve onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. Doğrusu Rablerinin azabından kimse güvende değildir. Onlar ki ırzlarını korurlar. Ancak karılarına ve sahibi bulundukları cariyelere başka, çünkü bundan dolayı kınanmazlar. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte onlar, aşırı gidenlerdir. Emanetlerini ve sözlerini yerine getirenler, Şahidliklerini gereği gibi yapanlar' âyetleri Hazret-i İbrâhim'e de indirdi. Bu âyetlerin gereğini sadece Hazret-i Muhammed ve Hazret-i İbrâhim yerine getirmiştir.

İbn Sa'd, Tabakât'ta Selmân'dan bildirir: Hazret-i İbrâhim Rabinden hayır isteyince başındaki saçların üçde biri ağardı. Hazret-i İbrâhim:

“Bu nedir?" diye sorunca, kendisine:

“Dünyada ibret, âhirette ise hayırdır" cevabı verildi.

Ahmed, Zühd'de, Selmân el-Fârisî'den bildiriyor:

“Hazret-i İbrâhim yatağına girince Rabbinden hayır istedi. Sabah olup başındaki saçların üçte birinin ağardığını görünce üzüldü. Kendisine:

“Üzülme! Bu, dünyada ibret, âhirette ise senin için nurdur. Saçları ilk ağaran, Hazret-i İbrâhim'dir."

Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Saçlarını kına ve rastık otuyla ilk boyayan kişi, Hazret-i İbrahim'dir.'"'

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yahudi ve Hıristiyanları saçlarını boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz (ve saçlarınızı boy ayınız)"

Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Zer el-Gifârî'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Saçın beyazlığını giderdiğiniz en güzel şey kına ve rastık otudur. "

Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Saçlarınızdaki beyazları (boyayarak) değiştirin ve (onları beyaz bırakarak) Yahudilere benzemeyin. "

Bezzâr, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Sakalınızı onların sakalı gibi bırakarak Acemlere benzerneyiniz. "

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Bezzâr, Saîd b. İbrâhim'den, babasının şöyle dediğini bildirir:

“Minberde ilk hutbe veren kişi Hazret-i İbrahim'dir."

Bezzâr ve Taberânî zayıf senetle, Muâz b. Cebel'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer ben minber edindiysem babam İbrâhim de minber edinmişti. Eğer ben asa tuttuysam babam İbrâhim de asa tutmuştu."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Câbir der ki:

“Allah yolunda ilk savaşan, Hazret-i Lût Rumlar tarafından esir edildiği zaman savaşmış olan Hazret-i İbrâhim'dir. Hazret-i İbrâhim onlarla savaşmış ve Hazret-i Lût'u kurtarmıştı."

İbn Asâkir bildiriyor: Hassân b. Atiyye der ki:

“Savaşta ilk defa askerleri sağ kanat, sol kanat ve merkez olarak konuşlandıran kişi Hazret-i İbrâhim'dir. Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Lût'u esir alanlarla savaştığı zaman orduyu bu şekilde düzene koymuştu."

İbn Ebî Şeybe, Yezîd b. Ebî Yezîd'den, o da ismini verdiği birinden şöyle bildirir:

“İlk sancak kullanan kişi Hazret-i İbrâhim'dir. Bir topluluğun Hazret-i Lût'a saldırıp onu esir aldıklarını öğrenince sancak yapıp köleler ve azatlılarıyla peşlerinden giderek Hazret-i Lût ve ailesini kurtarmıştı."

İbn Ebi'd-Dünyâ, er-Remiy adlı eserinde İbn Abbâs'tan bildirir:

“İlk para basan kişi Hazret-i İbrâhim'dir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“İlk misafir ağırlayan Hazret-i İbrâhim'dir"

İbn Sa'd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirir: İkrime der ki:

“Hazret-i İbrâhim'e misafirin babası denirdi. Oradan geçen hiç kimsenin uğramadan gitmemesi için Hazret-i İbrâhim'in köşkünün dört kapısı vardı."

Beyhakî, Atâ'dan bildirir:

“Hazret-i İbrâhim yemek yiyeceği zaman kendisiyle beraber yiyecek birini bulmak için bir mil kare'de misafir arardı."

İbn Ebi'd-Dünyâ, el-İhvân'da, Hatîb, Tarih'te, Deylemî, Müsned el- Firdevs'te, Ğasûlî, el-Cüz'de Temîm ed-Dârî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin, biriyle karşılaştığı zaman kucaklaması sorulunca şöyle cevap verdi:

“Bu, ümmetlerin selamlaşma şekliydi" Bir lafızda ise şöyledir:

“Bu, iman ehlinin selamlaşma ve birbirlerine sevgilerini gösterme şekliydi. Birini ilk kucaklayan kişi Hazret-i İbrâhim'dir. Bir gün hayvanlarını Beytu'l- Makdis dağlarında otlatmak için çıkınca, birinin Allah'ı takdis ettiğini duydu ve ona dalıp hayvanları otlatmayı bırakıp sese doğru gitti. On sekiz arşın boyunda sık saçlı bir ihtiyarın Allah'ı tevhid ettiğini gören Hazret-i İbrâhim:

“Ey ihtiyar! Rabbin kimdir?" diye sordu. Adam:

“Gökte olandır" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Yeryüzünün Rabbi kimdir?" diye sordu. Adam:

“Gökteki" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Gökte ondan başka Rab var mı?" diye sordu. Adam:

“Ondan başka Rab yoktur ve o tek ilahtır" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Kıblen ne taraftır?" diye sordu. Adam:

“Kâbe" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim, adama ne yediğini sordu. Adam:

“Yazın şu meyveleri topluyorum ve kışın yiyorum" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Kavminden senden başka kalan var mı?" diye sorunca, adam:

“Hayır" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Evin nerede?" diye sorunca, adam:

“Şu mağaradır" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Haydi bizi evine götür" deyince adam:

“Ev ile aramda geçilemeyecek su ile bir vadi vardır" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Peki, sen nasıl geçiyorsun?" diye sorunca, adam:

“Suyun üzerinde yürüyerek gidip geliyorum" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Haygi gidelim. Belki suyu sana boyun eğdiren bana da boyun eğdirir" dedi ve gidip beraber suyun üzerinden geçtiler. İkisi de birbirinin haline taaccüp ediyordu. Mağaraya girdiklerinde adamın kıblesinin Hazret-i İbrâhim'in kıblesiyle aynı olduğu görüldü ve Hazret-i İbrâhim:

“Allah'ın yarattığı en zor gün hangisidir?" diye sordu. İhtiyar:

“Allah'ın, kulları hesaba çekmek için kürsüsünü koyacağı, Cehennemin tutuşturulacağı, secdeye kapanmayan ne mukarreb melek, ne de peygamberin kalmayacağı gündür" cevabını verince, Hazret-i İbrahim:

“Ey ihtiyar! Allah'ın, beni ve seni o günün şiddetinden emin kılması için dua et" dedi. İhtiyar:

“Otuz yıldır yapmış olduğum bir duam hâlâ gökte bekletilmekteyken duamı ne yapacaksın?" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Duanı bekleten şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi?" diye sordu. İhtiyar:

“Evet" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Allah bir kulunu sevdiği zaman onun sesini sevdiğinden dolayı isteğini bekletir. Sonra onun her isteği için hiçbir insanın aklına bile gelmeyecek mükâfatlar saklar. Allah bir kula buğzettiği zaman ise bu kişinin sesini kesmek için hemen onun ihtiyacını verir veya kalbine ümitsizliği koyar. Gökyüzünde bekletilen duan nedir?" diye sordu. İhtiyar şöyle cevap verdi:

“Otuz yıl önce buradan başından kâkülleri sarkan bir genç geçti. Gencin yanında koyun vardı. Kendisine:

“Bu koyunlar kimin?" diye sorduğumda, genç:

“Allah'ın halili İbrâhim'indir" cevabını verdi. Bunun üzerine ben:

“Allahım! Yeryüzünde Senin halilin varsa, ben ölmeden önce onu bana göster" diye dua ettim." Hazret-i İbrâhim:

“Duan kabul edildi" deyip birbirleriyla kucaklaştılar. Selamlamanın kucaklaşma şeklinde olması o zaman başlamıştır. Daha önce insanlar birbirine secde ederek selamlaşırlardı. Sonra İslam'la selamlaşma tokalaşma şeklinde oldu. Secde ve kucaklaşma terk edildi. Tokalaşanların parmakları birbirinden ayrılmadan tokalaşanların günahları affedilir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de Ka'b('ul- ahbâr)'dan bildiriyor: Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbim! Yeryüzünde benden başka Sana ibadet edeni görmemek beni üzüyor" deyince, Allah kendisiyle namaz kılmaları için melekler gönderdi.

Ahmed ve Ebû Nuaym, Nevf el-Bikâlî'den bildirir: Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbim! Yeryüzünde benden başka Sana ibadet eden yoktur" deyince, Allah ona üç bin melek gönderdi ve Hazret-i İbrâhim onlara üç gün namaz kıldırdı.

İbn Sa'd, el-Bikâlî'den bildirir:

“İlk misafir ağırlayan, ilk tirit yapan, saçı ilk ağaran Hazret-i İbrâhim'dir. Hazret-i İbrâhim'e çok mal ve hizmetçi verilmiştir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Süddî der ki:

“İlk tirit yapan Hazret-i İbrahim'dir."

Deylemî'nin Nubayt b. Şerît'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İlk Mubalkes ekmeğini yapan kişi, Hazret-i İbrâhim'dir."

Ahmed, Zühd'de Mutarrif'ten bildirir: Kavmiyle ilk ayrılan kişi, Hazret-i İbrahim'dir. Hazret-i İbrâhim kavminden ayrılarak, "Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin" diye dua etmişti.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî bildirir: İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde ilk giydirilecek olan İbrâhim'dir."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de bildiriyor: Ubeyd b. Umeyr der ki:

“İnsanlar yalınayak ve çıplak bir şekilde haşrolunur ve Yüce Allah:

“Dostumu çıplak görmeyeyim" buyurur ve Hazret-i İbrâhim'e beyaz bir elbise giydirilir. Kıyamet gününde ilk giydirilecek olan İbrâhim'dir."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de bildirir: Abdullah b. el-Hâris der ki:

“Kıyamet gününde ilk giydirilecek kişi, kendisine Mısır elbiselerinden iki tane giydirilecek olan İbrâhim'dir. Sonra Arş'ın sağında olan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) çizgili Yemen hüllesi giydirilecektir."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî, Enes'ten bildirir:

“Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek:

“Ey yaratılmışların en hayırlısı!" diye hitab edince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O kişi İbrâhim'dir" karşılığını verdi."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Sâlih'ten bildiriyor: Hazret-i İbrahim yiyecek bulmak için çıktı ama bir şey bulamayınca bir düzlükten kırmızı toprak alıp ailesine döndü. Kendisine:

“Bu nedir?" diye sorduklarında:

“Kırmızı buğday" cevabını verdi. Torbayı açtıklarında içindeki toprağın kırmızı buğdaya dönüştüğünü gördüler. Bu buğdayı ektiklerinde kökünden baş kısmına kadar buğday taneleriyle dolu başak oluyordu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Selmân el- Fârisî'den bildiriyor: Hazret-i İbrahim'e aç iki aslan gönderildiğinde aslanlar onu yalayıp kendisine secde ettiler.

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Rabbim bana Kur'ân'ı bir harf üzere okumamı emretti. Ben:

“Ey Rabbim! Ümmetime kolaylaştır" deyince, Rabbim, ikinci defada iki harf üzere okumamı emretti. Ben:

“Ey rabbim! Ümmetime kolaylaştır" deyince, Rabbim, üçüncü defada yedi harf üzere okumamı emretti ve:

“Hem sana verdiğim her cevapla birlikte benden isteyeceğin bir isteğin de verilecektir" buyurdu. Ben:

“Allahım! Ümmetimi bağışla, Ümmetimi bağışla" dedim ve üçüncü isteğimi Hazret-i îbrâhim dâhil bütün insanların beni dileyeceği güne sakladım. "

Ahmed, Zühd'de ve Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Ka'b(u'l-ahbâr)'dan bildiriyor: Hazret-i İbrâhim misafir ağırlar, miskinlere ve yolculara merhamet ederdi. Bir müddet misafirleri gelmeyince bundan şüpheye düştü ve misafir bulmak için yola çıkıp oturdu. Bu sırada ölüm meleği bir adam süretinde gelip selam verince, Hazret-i İbrâhim selamı alıp:

“Sen kimsin?" diye sordu. Melek:

“Ben yolcuyum" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Ben burada senin gibiler(i davet etmek) için oturdum diyerek elinden tuttu ve:

“Yürü" diyerek evine götürdü. İshâk Ölüm meleğini görünce tanıdı ve ağlamaya başladı. İshâk'ın ağladığını gören Sâra da ağlamaya başladı. Hazret-i İbrâhim, Sâra'nın ağladığını görünce kendisi de ağladı. Hazret-i İbrâhim'in ağladığını gören ölüm meleği de ağladı. Sonra melek semaya çıkınca, Hazret-i İbrâhim sinirlenerek:

“Misafirimin yanında ağladınız ve bu sebeple gitti" dedi. İshâk:

“Babacığım, beni kınama. Ölüm meleğinin seninle olduğunu gördüm ve ecelinin geldiğini anladım. Ailene vasiyette bulun" dedi. Hazret-i İbrâhim'in içinde ibadet ettiği bir odası vardı. Odadan çıktığında onu kapatır ve kimse odaya giremezdi. İbrâhim gelip ibadet ettiği odayı açınca oturan bir adam gördü ve:

“Seni kim buraya soktu? Kimin izniyle girdin?" diye sordu. Adam:

“Evin sahibinin izniyle" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Evin sahibi evde daha çok hak sahibidir" deyip odanın bir kenarına çekilerek her zaman yaptığı gibi namaz kılıp dua etti. Ölüm meleği semaya çıkınca kendisine:

“Ne gördün?" diye soruldu. Ölüm meleği:

“Ey Rabbim! Yeryüzünde ondan sonra hayır olmayan bir adamın yanından geldim" cevabını verince, "Ondan ne gördün?" diye soruldu. Ölüm meleği:

“Yarattıkların için dininde ve yaşamında hayır için dua etmedik kimse bırakmadı" dedi.

Sonra Hazret-i İbrâhim, Allah'ın dilediği bir süre geçtikten sonra kapısını açtığında odada oturmakta olan bir adam gördü ve:

“Sen kimsin?" diye sordu. Adam:

“Ölüm meleğiyim" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Eğer doğru söylüyorsan, ölüm meleği olduğunu gösteren bir delil göster" dedi. Bunun üzerine ölüm meleği:

“Yüzünü başka yöne çevir ey İbrâhim!" dedi. Hazret-i İbrâhim yüzünü başka yöne döndükten sonra tekrar ölüm meleğine bakınca, onu müminlerin canını alırkenki suretinde, sadece Allah'ın bilec eği bir nur ve aydınlık gördü. Sonra ölüm meleği:

“Yüzünü çevir" dedi, Hazret-i İbrâhîm yüzünü başka yöne çevirdikten sonra Ölüm meleği:

“Bu tarafa bak" dedi. Hazret-i İbrâhim dönüp baktığında ölüm meleğini kafirlerin ve facirlerin canını alırkenki haliyle gördü ve o kadar korktu ki karnı yere yapışarak neredeyse canı çıkacaktı. Hazret-i İbrâhim:

“Neden geldiğini biliyorum sana emredileni yerine getir" deyince ölüm meleği semaya çıktı. Kendisine:

“İbrâhim'e yumuşak davran" denildi ve Hazret-i İbrâhim üzüm bağındayken ölüm meleği yanına bir ihtiyar süretinde geldi. Hazret-i İbrâhim onu görünce acıdı ve bir kap alarak bağa girerek üzüm topladı. Üzümle doldurduğu kabı getirip ölüm meleğinin önüne koydu ve:

“Ye" dedi. Ölüm meleği ihtiyar suretindeki eline aldığı üzümleri sakalına ve göğsüne sürünce Hazret-i İbrâhim adamın bu haline şaşırıp:

“Yaşlılık sende bir şey bırakmamakış. Kaç yaşındasın?" diye sordu. Ölüm meleği Hazret-i İbrâhim'in yaşını hesaplayıp o yaşta olduğunu söyleyince, kendisi de:

“Ben de bu yaştayım. Ben de senin gibi olmayı bekliyorum. Allahım! Beni yanına al" diye dua etti. Bunun üzerine ölüm meleği onun canını aldı.

Hâkim'in bildirdiğine göre Vâkidî der ki: Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Âdem'in yaratılışından bin yıl sonra doğdu.

Deylemî, İbn Mes'ûd'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i İbrahim, Zilhicinin ilk gününde doğdu."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle der: Hazret-i İbrâhim, Şamd'da Kâsiyûn dağında olan Berze adlı bir köyde doğdu.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebu's-Seken el-Hecerî'den bildirir:

“Hazret-i İbrâhim ansızın vefat etti. Hazret-i Dâvûd da ansızın vefat etti. Süleymân b. Dâvûd ve diğer salih kişiler de ansızın vefat ettiler. Bu ölüm şekli, müminler için kolaylık, kâfirler içinse zorluktur."

...Rivâyet edildiğine göre ölüm meleği Hazret-i İbrâhim'e canını almak için gelince, Hazret-i İbrâhim:

“Ey ölüm meleği! Dost, hiç dostunun canını alır mı?" diye sordu. Ölüm meleği semaya çıkıp Rabbine bu sözleri aktarınca, Yüce Allah şöyle buyurdu:

“Ona de ki:

“Hiç dost, dostuyla buluşmayı istemez mi?" Ölüm meleği geri dönüp bu sözü Hazret-i İbrâhim'e söyleyince, Hazret-i İbrâhim:

“Canımı şimdi al" dedi.

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Allah, ölüm meleğini peygamberlere açıkça gönderirdi. Allah ölüm meleğini Hazret-i İbrâhim'e güzel yüzlü bir genç sûretinde gönderdi. İbrâhim kıskanç biri olduğu için ölüm meleği geldiğinde onu kıskandı ve:

“Ey Allah'ın kulu! Neden evime girdin?" diye sordu. Ölüm meleği:

“Beni eve sahibi soktu" karşılığını verince, Hazret-i İbrâhim adamın gelişinde bir sır olduğunu anladı. Melek:

“Ey İbrâhim! Canını almam emredildi" deyince, Hazret-i İbrâhim:

“Ey ölüm meleği! Oğlum İshâk yanıma girene kadar izin ver" dedi. İshâk girince birbirlerine sarıldılar. Bunu gören ölüm meleği onlara acıyıp Rabbinin huzuruna geri döndü ve:

“Ey Rabbim! Halilinin ölümden korktuğunu gördüm" dedi. Allah:

“Ey ölüm meleği! Halilime uyurken git ve canını al" buyurdu. Bunun üzerine ölüm meleği Hazret-i İbrâhim uyurken gelip canını aldı.

Ahmed, Zühd'de, el-Mervezî, Cenâiz'de İbn Ebî Muleyke'den bildirir:

“Hazret-i İbrâhim, Rabbine kavuşunca kendisine:

“Ölümü nasıl buldun?" diye soruldu. Hazret-i İbrâhim:

“Canımın dikenli bir dalla söküldüğünü hissettim" cevabını verince, ona:

“Biz sana bu işi kolaylaştırdık" denildi."

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Azâ'da, İbn Ebî Dâvûd, el-Ba's'ta, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, el-Ba's'ta, Ebû Hureyre'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Müminlerin çocukları Cennette bir tepededir. Onlar, kıyamete kadar İbrâhim (aleyhiselam) ile zevcesi Sâra'nın terbiyesi altındadırlar."

Saîd b. Mansûr'un, İkrime'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Müminlerin zürriyetleri Cennette yeşil renkte kuşlardadır. Onların terbiyesini babaları Hazret-i İbrâhim üstlenmiştir. "

"...Allah, «Seni insanlara önder kılacağım» demişti. O «soyumdan da» deyince, «Zalimler benim ahdime erişemez» buyurmuştu."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "...Allah, «Seni insanlara önder kılacağım» demişti. O «Soyumdan da» deyince, «Zalimler benim ahdime erişemez» buyurmuştu" âyetinin manasını açıklarken şöyle dedi:

“Senin dinine, gösterdiğin yola ve sünnetine tâbi olunur." Hazret-i İbrâhim:

“Zürriyetimden başkalarının da insanlara önder olmasını nasib et" deyince, yüce Allah:

“Zalimlerin dinine, gösterdikleri yola ve sünnetlerine tâbi olunmasını nasib etmem" buyurdu."

Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde şöyle dedi:

“Âyette zikredilen vaadden maksat, âhirette eman verme vaadidir. Zalimler, âhirette Allah'ın vereceği eman vaadine erişemeyeceklerdir. Dünyada ise zalimler yiyip içip, emin olarak yaşayabilirler. Kıyamet günü olunca Allah sadece dostlarına eman verecektir.

İbn Cerîr bildiriyor: Rabî, "...Allah, «Seni insanlara önder kılacağım» demişti. O «Soyumdan da» deyince, «Zalimler benim ahdime erişemez" buyurmuştu» âyetini açıklarken şöyle dedi: İnsanlar seni imam kabul edecek ve uyacak. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim:

“Zürriyetimden de kendisine uyulacaklar olsun" dedi.

Firyâbî ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'e:

“Seni insanlara önder kılacağım" buyurunca, Hazret-i İbrâhim:

“Soyumdan da" deyip kendi soyundan gelenlerin de önder olmasını istedi. Yüce Allah onun bu istediğini kabul etmedi ve:

“Zalimler benim ahdime erişemez" buyurdu.

Ve kî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Zalimler benim ahdime erişemez" sözünü açıklarken:

“Kendisine uyulacak zalim önder yapmam" manasındadır, dedi.

İbn İshâk ve İbn Cerîr bildirir: Mücâhid, "Zalimler benim ahdime erişemez" sözünü açıklarken:

“Kendisine uyulacak zalim önder yapmam" manasındadır, dedi.

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyetin manasıyla ilgili şöyle dedi:

“Allah, Hazret-i İbrâhim'e, zürriyetinden kendisine uyulmayacak kişilerin olacağını ve ona yönetimle ilgili bir şeyin teslim edilemeyeceğini bildirmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Zalimler benim ahdime erişemez" sözünü açıklarken:

“Allah'a masiyeti emreden kişiye itaat etme konusunda verilen söz geçerli değildir" dedi.

Vekî ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), "Zalimler benim ahdime erişemez" sözünü açıklarken:

“Sadece iyi hususlarda itaat vardır" buyurduğunu nakleder.

Abd b. Humeyd, İmrân b. Husayn'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'a isyan olan konuda yaratılmışa itaat yoktur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhim:

“Peygamberlerden başkasına, farz olan itaat yoktur" dedi.

125

"Hani, o evi insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık..."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem, âyette geçen Beyt'ten kastın Kâbe olduğunu söyledi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık..." sözünden kastedilenin, orada toplanmaları, sonra dağılmaları olduğunu söyledi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs "...insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık..." sözü hakkında:

“Oraya gelme isteklerini dindiremezler. Oradan ailelerine döner, sonra tekrar oraya gelirler" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ, "Hani o evi insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık..." âyetiyle ilgili olarak:

“Her yerden gelip onda toplanırlar" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: Mücâhid, "...insanlar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık..." sözü hakkında şöyle dedi:

“Devamlı olarak dönülüp kendisine gidilen ve kendisine gitmekle doyulmayan, hac edilip dönülen yer demektir. Oraya giren kişi de güven içinde olur ve hiçbir şeyden korkmaz."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âyette geçen "Emin" sözünden kasıt insanların orada güvende olmasıdır."

İbn Cerîr bildiriyor: Ebu'l-Âliye, âyette geçen "Emin" sözü hakkında şöyle dedi:

“Orası düşmandan emîn bir yerdir. Orada silah taşınmaya gerek kalmaz. Araplar câhiliye devrinde birbirlerini yerken, onlar bu evde emniyet içerisinde bulunuyorlardı."

"...Siz de İbrâhim'in Makâmmdan bir namazgâh edinin..."

Abd b. Humeyd bildiriyor: Ebû İshâk der ki:

“Abdullah'ın öğrencileri bu âyeti (.....) şeklinde (.....) kelimesini emir şeklinde okuyorlardı."

Abd b. Humeyd, Abdulmelik b. Süleymân'dan bildiriyor: Saîd b. Cübeyr'in, bu âyeti (.....) şeklinde, (.....) harfini esreli olarak okuduğunu duydum.

Said b. Mansûr, Ahmed, el-Adenî, Dârimî, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, el- Hilye'de, Tahavî, İbn Hibbân, Dârakutnî, el-Efrâd'da ve Beyhakî, Sünen'de, Enes b. Mâlik'ten, Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini bildirir:

“Üç yerde Rabbime muvafakat ettim" -veya "Üç yerde Rabbim bana muvafakat etti"-

Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makâm-ı İbrâhim'i namaz kılınan yer yapsak" deyince, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin...'" âyeti nazil oldu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Hanımlarınızın yanına iyi ve kötü insanlar giriyor, onlara örtünmelerini emretseniz" deyince örtünme âyeti nazil oldu. Kıskaçlıkta hanımları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine gidince ben onlara:

“Eğer o sizi boşarsa umulur ki Rabbi sizden daha hayırlı zevceler verir" dedim, Tahrim sûresinin beşinci âyeti benim dediğim şekilde nazil oldu."

Müslim ve İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, İbn Abbâs'tan, Hazret-i Ömer'in şöyle dediğini bildirir; "Üç şeyde Rabbime muvafakat ettim. Örtünme, Bedir esirleri ve Makâm-ı İbrâhim konusunda."

Müslim, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvûd, Ebû Nuaym, el-Hilye'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirir: Câbir der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üç şavt remel yaptı, dört şavt da normal yürüyerek tavafı bitirdi. Sonra Makâm'a yöneldi ve Makâm'ın ardında iki rekat namaz kıldı. Sonra:

“...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyetini okudu.

İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye bildiriyor: Câbir der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethedildiği gün Makâm-ı İbrâhim'in yanında durdu. Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu, yüce Allah'ın:

“...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." buyurduğu yerdir" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi.

Taberânî ve Hatîb, Tarih'te, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makâm-ı İbrâhim'i namaz kılınan yer yapsak" deyince, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu.'

Abd b. Humeyd ve Tirmizî'nin bildirdiğine göre Enes şöyle der: Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makamın ardında namaz kılsak" deyince, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Dâvûd'un bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Makâm, Kâbe'ye yapışıktı. Ömer b. el-Hattâb:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makâmı Kâbe'den biraz uzaklaştırsan da insanlar ona doğru namaz kılsa" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun dediği gibi yaptı. Bunun üzerine, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Dâvûd ve İbn Merdûye, Mücâhid'den bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makâmın ardında namaz kılsak" deyince, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu. Daha önce Makâm Kabe'nin yanındaydı. Sonra Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onu şimdiki yerine koydu. Mücâhid der ki:

“Hazret-i Ömer bir görüş ortaya atardı ve bu konuda âyet inerdi."

İbn Merdûye, Amr b. Meymûn'dan bildirir:

“Hazret-i Ömer Makâm-ı İbrâhim'in yanından geçip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Rabbimizin dostunun Makâmında durmuyor muyuz? Burasını namazgâh edinsek" dedi. Bunun üzerine"...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu."

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de ve Dârakutnî, el-Efrâd'da Ebû Meysere'den bildirir: Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Burası Rabbimizin dostunun Makâmıdır. Burasını namazgâh edinsek" dedi. Bunun üzerine, "...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âyette zikredilen Makâm-ı İbrâhim, Mescidde bulunan Makâmdır. Makâm-ı İbrâhim çoktur. Hac menasikinin yapıldığı bütün yerler Makâm-ı İbrâhim sayılır."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs:

“Haremin tamamı Makâm-ı İbrâhim sayılır" demiştir.

İbn Sa'd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki:

“Makâm-ı İbrâhim, semadan indirilmiştir."

İbn Ebî Hâtim ve Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki:

“Makâm, Cennet yakutundandır ve onun nuru söndürülmüştür. Eğer öyle olmasaydı gökle yer arasını aydınlatırdı. Rükün de aynı şekildedir."

Tirmizî, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Ömer'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rükün ve Makâm Cennetin yakutlarından iki yakuttur ki Allah onların nurunu almıştır. Eğer onların nurunu almamış olsaydı onlar Doğu ile Batı arasını aydınlatırlardı."

Hâkim, Enes'ten, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rükün ve Makâm Cennetin yakutlarından iki yakuttur."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“Hicr, Hazret-i İbrâhim'in Makâmıdır. Allah rahmetiyle onu Hazret-i İbrâhim'e yumuşattı. Hazret-i İbrâhim onun üzerinde durur ve İsmail ona Kâbe'yi inşa ettiği taşları verirdi."

Beyhakî, Şuabu'l-îman' da, İbn Ömer'den Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Rükün ve Makâm Cennetin yakutlarından iki yakuttur. Eğer insanların günahları onlara temas etmeseydi doğu ile batı arasını aydınlatırlardı ve onlara temas eden hastalar şifa bulurdu."

Beyhakî, İbn Ömer'den merfu olarak şöyle bildirir:

“Eğer Cahiliye pislikleri ona değmeseydi, Makam'a dokunan her hasta şifa bulurdu. Yeryüzünde ondan başka Cennetten olan bir şey yoktur."

el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de bildirir: Saîd b. el-Müseyyeb der ki:

“Rükün ve Makâm, Cennet taşlarındandır."

el-Ezrakî, Târihu Mekke'de ve el-Cenedî, Mücâhid'den bildiriyor:

“Kıyamet günü Haceru'l-Esved ve Makâm, her biri Uhud dağı büyüklüğünde, her birinde iki göz ve iki dudakla gelirler ve yüksek sesle kendilerine hak üzere istilamda bulunanlar lehine şahitlik yaparlar."

İbn Ebî Şeybe bildiriyor: İbnu'z-Zübeyr, Makâm'a el süren bir topluluk görünce onlara:

“Size böyle yapmanız emredilmedi, onun yanında namaz kılmanız emredildi" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî bildiriyor: Katâde, "...Siz de İbrâhim'in Makamından bir namazgâh edinin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Onlara, Makâm'a el sürmeleri değil, yanında namaz kılmaları emredildi. Ne yazık ki bu ümmet başka ümmetlerin daldığı tekellüflere dalmıştır. Bir kısım insanlar bize, Hazret-i İbrâhim'in Makâmında bulunan taşta Hz İbrâhimin ayağının ökçesinin ve parmaklarının izini gördüklerini fakat bu ümmetin ona ellerini sürerek bu izlerin silindiğini söylemişlerdir."

el-Ezrakî, Nevfel b. Muâviye ed-Deylemî'den bildirir:

“Abdulmuttalib zamanında Makâm'ın beyaz bir boncuk gibi olduğunu gördüm."

el-Ezrakî bildiriyor: Ebû Saîd el-Hudrî der ki: Abdullah b. Selâm'a Makâm'daki izi sorduğumda şöyle dedi:

“Bu taş günümüzde olduğu gibi kalmıştır. Ancak Allah, Makâm-ı İbrâhim'i bir mucize yapmak istemiştir. Hazret-i İbrâhim'e insanları hac için çağırmasını emredince, Hazret-i İbrâhim Makâm'da durdu ve Makam Yükselip en büyük dağların yüksekliğinde oldu. Böylece Hazret-i İbrâhim aşağıda kalan insanları gördü:

“Ey insanlar! Rabbinize icabet ediniz" diye seslendi. İnsanlar, Rablerinin davetine icabet edip:

“Buyur Allahım buyur!" dediler. Bu esnada Allah'ın dilemesi ile Hazret-i İbrâhim'in ayaklarının izleri taşın üzerinde kalmış oldu. Hazret-i İbrâhim taşın üzerine çıkınca sağa, sola dönerek:

“Rabbinizin davetine icabet edin" diyordu. Çağrısını tamamlayınca Makâm-ı İbrâhim'i kıble yaptı. Hazret-i İbrâhim kapı cihetinde oraya doğru namaz kıldı. Makâm-ı İbrâhim, Allah'ın dilediği zamana kadar kıble olarak kaldı. Hazret-i İbrâhim'den sonra oğlu Hazret-i İsmâil de Kâbe'nin kapısı yönünde cna doğru namazını kılıyordu. Sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılması emredildi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmeden önce ve hicret ettikten sonra Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kıldı. Sonra Allah, onu razı olduğu ve peygamberlerinin de yönelmelerini istediği kıbleye çevirdi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'deyken oluğun bulunduğu tarafa yönelerek namaz kılıyırdu. Mekke'ye gelince ise orada bulunduğu müddetçe Makâm'a doğru namaz kıldı.

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, (.....) âyetini açıklarken, (.....) kelimesinin manasının dua edilecek yer olduğunu söyledi.

el-Ezrakî, Kesîr b. Kesîr b. el-Muttalib b. Ebî Vedâe es-Sehmî'den, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Ömer, Kâbe'nin üst tarafına bend yaptırmadan önce sel suları Mescid-i Harâm'a Benî Şeybe kapısından giriyordu ve bazen Makâm-ı İbrâhim'i başka yere sürüklüyor, bazen Kâbe'ye doğru yaklaştırıyordu. Ömer b. el-Hattâb'ın hilafeti zamanında Ümmü Neşhel seli (Ümmü Nehşel adlı hanımın evine kadar ulaştığı için bu adı almıştı) Makâm'ı yerinden alıp götürdü ve onu Mekke'nin alt taraflarında buldular. Makâm'ı getirip Kâbe'nin örtülerine bağladılar ve Hazret-i Ömer'e yazıp durumu bildirdiler. Hazret-i Ömer, Ramazan ayında geldiğinde sel sularının Makâm'ın yerini yok ettiğini görünce halkı toplayıp:

“Makâm'ın yerini bilen kişinin Allah için söylemesini istiyorum" dedi. Muttalib b. Ebî Vedâa:

“Ben bilirim ey müminlerin emiri! Böyle bir şeyin olmasından korktuğum için Makâm ile Rükün arasını, Makâm ile Hicr'in kapısının arasını, Makâm ile Zemzem arasını bir iple ölçmüştüm. O ip evimdedir" deyince, Hazret-i Ömer:

“Yanımda otur ve ipi getirt" buyurdu. Muttalib Hazret-i Ömer'in yanında oturup birini göndererek ipi getirtti ve ölçerek şimdiki yerini tesbit ettiler. Hazret-i Ömer halka sorup onlarla istişare edip:

“Evet, yeri burasıdır" görüşünü bildirince Makâm'ı getirtti ve altına bir yapı yapıp üzerine de Makâm'ı yerleştirdi. Şimdi Makâm, o zaman yerleştirildiği yerde durmaktadır.

el-Ezrakî, Süfyân b. Uyeyne tarikiyle Habîb b. Ebi'l-Eşras'tan bildirir: Hazret-i Ömer, Mekke'nin üst tarafında bendi yapmadan önce Ümmü'l-Eşhel seli olmuş ve Makâm'ı yerinden sökmüştü. Kimse Makâm'ın yerini tam olarak bilmiyordu. Hazret-i Ömer gelince:

“Makâm'ın yerini kim biliyor?" diye sordu. Muttalib b. Ebî Vedâa:

“Ben biliyorum ey müminlerin emiriî Böyle bir şeyin olmasından korktuğum için Hicr, Rükün ve Kâbe ile arasını bir iple ölçüp yerini tesbit etmiş" cevabını verince, Hazret-i Ömer:

“İpi getir" dedi. Muttalib ipi getirip Makâm'ın yerini tesbit ettiler ve şimdiki yerine yerleştirdiler. O zaman Hazret-i Ömer (Mekke'nin üst tarafına) bend yaptı. Süfyân der ki:

“Hişâm b. Urve, babasından şöyle bildirdi: Makâm, Kâbe'nin yanındaydı. Makâm'ın asıl yeri şimdiki yeridir. Bundan başka bir yerde olduğunu söyleyenler yanlış söylemiştir."

el-Ezrakî bildiriyor: İbn Ebî Muleyke der ki:

“Makâm'ın yeri, şimdiki bulunduğu yerdir. Cahiliye döneminde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer zamanında da aynı yerdeydi. Ancak Hazret-i Ömer zamanında sel onu yerinden sökünce onu Kâbe'nin içine koydular, Hazret-i Ömer gelince insanların da bulunduğu bir ortamda onu tekrar yerine koydu.

Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Makâm, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Hazret-i Ebû Bekr zamanında Kâbe'ye yapışıktı. Daha sonra Hazret-i Ömer onu geri çekti."

İbn Sa'd, Mücâhid'den bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Makâm'ın olduğu yeri kim biliyor?" diye sorunca, Ebû Vedâa b. Dubayra es-Sehmî:

“Ben biliyorum. Kapı, Hicr, Haceru'l-Esved ve zemzem ile arasını ölçüp yerini tesbit etmiştim" cevabını verdi. Hazret-i Ömer:

“O zaman onu veriniz" deyip Makâm'ı alarak Ebû Vedâa'nın tarif ettiği ve bu gün de bulunduğu yere yerleştirdi.

el-Cenedî ve İbnu'n-Neccâr, Câbir b. Abdillah'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kabe'yi yedi şavt tavaf edip Makâm'ın ardında iki rekat namaz kılan ve zemzem suyundan içenin günahları ne kadar olursa olsun, Allah günahlarını bağışlar."

el-Ezrakî, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden, (İbn Amr'dan) Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kişi, tavaf yapmak için çıktığında rahmete garkolmaya yönelmiş olur. Mescid-i Haram'a girince rahmete garkolmuş olur. Sonra her adım atışında Allah ona beş yüz sevap yazar, beş yüz günahını siler, makamı da beş yüz derece yükseltilir. Tavafı bitirip, Makâm-ı İbrâhim'in arkasında iki rekat namaz kılarsa, günahları silinip annesinden doğduğu günkü gibi olur, Hazret-i İsmâil'in soyundan olan on köleyi azad etmiş gibi sevap alır ve Rükün'de onu bir melek karşılayıp: «Kalan zamanında amel yapmaya devam et. Geçen zamanda yeterli derecede amel yaptın» der. Aynı zamanda bu kişi ailesinden yetmiş kişiye şefaatçi olur."'

Ebû Dâvûd'un bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü Mekke'ye girdiği zaman Kâbe'yi tavaf etti ve Makâm'ın ardında iki rekat namaz kıldı."

Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ebî Evfâ der ki:

“Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) umre yaptığı zaman Kâbe'yi tavaf etti ve Makâm'ın ardında iki rekat namaz kıldı."

el-Ezrakî, Talk b. Habîb'den bildiriyor: Hicr'de Abdullah b. Amr b. el-Âs ile beraber otururken gölge çekildi ve oturanlar kalktılar. Bu sırada Benî Şeybe kapısından erkek bir yılanın çıktığını gördük. İnsanlar yılanı seyretmeye başladı ve yılan Kâbe'yi yedi şavt tavaf etti, Makâm'ın ardında iki rekat namaz kıldı. Bir onun yanına gidip:

“Ey umre yapan! Umre vazifeni yerine getirdin. Buralarda köleler ve kötü insanlar bulunmaktadır. Onların sana bir zarar vermesinden korkarız" dedik. Yılan, başıyla toprak yığıp kuyruğunu onun üzerine koydu ve gökyüzüne yükselip gözden kayboldu.

el-Ezrakî, Ebu't-Tufayl'dan bildiriyor: Cahiliye döneminde cinlerden bir kadın Zû Tuvâ denilen yerde ikamet ediyordu. Bu kadının sadece bir oğlu vardı ve kadın bu çocuğu çok seviyordu. Çocuk kavmi arasında değer verilen biriydi. Bu çocuk evlenip hanımının yanına gitti. Yedi gün sonra annesine:

“Anneciğim! Yedi gün Kabe'de tavaf yapmak istiyorum" deyince, annesi:

“Oğulcuğum! Kureyş'in sefihlerinin sana zarar vermesinden korkarım" karşılığını verdi. Çocuk:

“Bana birşey olmamasını umarım" deyince annesi ona izin verdi ve çocuk cin sûretinde Tavaf yapılan yere geldi. Yedi şavt tavaf yapıp Makâm'ın arkasında iki rekat namaz kıldı ve geri dönmek için yola çıktı. Yolda karşısına Sehm kabilesinden bir genç çıkıp onu öldürdü. Mekke'de öyle bir toz çıktı ki dağlar bile görünmez oldu. Ebu't-Tufayl der ki:

“Bize bildirildiğine göre bu tozun sebebi, cinlerden büyük birinin öldürülmesi sebebiyle olmuştu." Bu olaydan sonra Sehm kabilesinden, cinler tarafından öldürülmüş birçok kişi yataklarında ölü bulundu. Öldürülenler arasında, gençler dışında yetmiş tane beli bükülmüş ihtiyarda vardı.

el-Ezrakî bildiriyor: Hasan el-Basrî der ki:

“Allah'ın, Mekke dışında, oraya yönelerek namaz kılınmasını emrettiği bir şehir olduğunu bilmiyorum. Allah:

“...Siz de İbrâhim'in Makâmından bir namazgâh edinin..." buyurmaktadır. Denildiğine göre: Mekke'de, şu on beş yerde yapılan dua kabul olunur: Mültezem'in yanında, Altın oluğun altında, Rüknu'l-Yemânî'nin yanında, Safâ'da, Merve'de, Safâ ile Merve arasında, Rükün ile Makâm arasında, Kâbe'nin içinde, Minâ'da, Cem'de (Müzdelife), Arafât'ta ve Cemrelerin atıldığı (şeytanların taşlandığı) üç yerde."

"...Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrâtıim ve İsmail'e ahd verdik."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ, âyette geçen (.....) kelimesinin manasının emretmek olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs, "...Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrâhim ve İsmâil'e ahid verdik" âyetini açıklarken:

“Kabe'yi temiz tutmaktan maksat, onu içindeki putlardan temizlemektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "...Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrâhim ve İsmâil'e ahid verdik" âyetini açıklarken:

“Kabe'yi temiz tutmaktan maksat, onu içindeki putlardan, şüpheli şeylerden, kötülükten ve pislikten temizlemektir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "...Evimi ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye İbrâhim ve İsmâil'e ahid verdik" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Putlardan, şirkten ve yalan sözden temizlemek kastedilmiştir. Rüku ve secde edenlerden kasıt ise namaz kılanlardır."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Kişi ayaktaysa tavaf edenlerden, oturmuşsa kendini ibadete vermişler, namaz kılıyorsa rüku ve secde edenler sınıfına girer."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Sâbit'ten bildiriyor: Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'e:

“Valiye gidip Mescid'ul-Harâm'da yatanları engelemesini söyleyeceğim çünkü uyuyanlar ihtilam oluyor veya konuşuyorlar. Bu konuda ne dersin?" diye sorduğumda, Abdullah şöyle dedi:

“Yapma! Bunların durumu İbn Ömer'e sorulduğunda: «Bunlar kendini ibadete verenlerdendir» karşılığını verdi."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr b. Ebî Mûsa'dan bildiriyor: İbn Abbâs'a namazın mı, yoksa tavafın mı daha faziletli olduğu sorulunca, İbn Abbâs:

“Mekke halkı için namaz daha faziletlidir. Başka şehirlerden gelenler içinse tavaf daha faziletlidir" cevabını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki:

“Bana göre, dışardan gelenlerin tavaf yapması, namaz kılmasından daha sevimlidir."

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'in "Mekke halkı için namaz daha faziletlidir. Başka şehirlerden gelenler içinse tavaf daha faziletlidir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Haccâc der ki: Bu meseleyi Atâ'ya sorduğumda, "Sizin tavaf yapmanız, Mekke halkının ise namaz kılması daha, faziletlidir" cevabını verdi."

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildiriyor:

“Hacdan sonra tavaf yapmak, umre yapmaktan daha faziletlidir." Bir lafızda ise şöyle demiştir:

“Bana göre, Kâbe'yi tavaf etmen, umre için (mikata) çıkmandan daha sevimlidir."

126

"İbrâhim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap."

Ahmed, Müslim, Nesâî ve İbn Cerîr'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hazret-i İbrahim, Mekke'yi haram kıldı. Ben de Medine'nin iki taşlık arasını haram kılıyorum. Buranın av hayvanları avlanmaz ve ağaçları kesilmez. "

Müslim ve İbn Cerîr, Râfi b. Hadîc'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i İbrâhim Mekke'yi haram kıldı. Ben de Medine'nin iki taşlık arasını haram kılıyorum. "

Ahmed'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldıktan sonra Harre'de sucuların evlerinin yanındaki Sa'd'ın tarlasında namaz kıldı ve şöyle dua etti:

“Allahım! Halilin, kulun ve Peygamberin İbrâhim Mekke halkı için Sana dua etti. Kulun ve peygamberin Muhammed olan ben de Hazret-i İbrâhim'in Mekke halkı için yaptığı duayı Medine için yapıyorum. Onların sâ'ına, müdd'üne (ölçeklerine) ve meyvelerine bereket ver. Allahım! Bize Mekke'yi sevdirdiğin gibi Medine'yi de sevdir. Onun vebasını Humm denilen yere taşı. Allahım! Senin, İbrâhim'in diliyle Mekke'yi harem kıldığın gibi ben de Medine'nin iki taşlık arasını harem kıldım."'

Buhârî ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye bakıp şöyle dedi:

“Allahım! Hazret-i İbrâhim'in Mekke'yi harem kıldığı gibi ben de Medine'nin iki taşlık arasını harem kıldım. Allahım! Onların müdd'üne ve sâ'ına (kullandıkları öçlüklere) bereket ver."

Müslim, Ebû Hureyre'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allahım! İbrâhim, Seninkulun, Halilin ve Peygamberindir. Ben de kulun ve Peygamberinim. O, Mekke için Sana dua etti. Ben de onun Mekke için yaptığı duayı yapıyorum ve Bana, ona verdiğinin iki katını vermeni istiyorum."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ali b. Ebî Tâlib'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allahım! Kulun ve halilin İbrâhim, Mekke halkına bereket vermen için Sana dua etti. Kulun ve peygamberin Muhammed olan ben de Medine halkı için dua ediyorum. Mekke halkının sâ'ına ve müdd'üne bereket verdiğin gibi onlarında sâ'ına ve müdd'üne iki kat bereket ver. "

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in, Abdullah b. Zeyd b. Âsim el-Mâzinî'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İbrâhim, Mekke'yi harem kıldı ve onun için dua etti. Ben de, İbrâhim'in Mekke'yi harem kıldığı gibi Medine'yi harem kıldım ve İbrâhim'in yaptığı gibi onun müdd'üyle sâ'ı için dua ettim. "

Buhârî ve el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua ettiğini bildirir:

“Allahım! Kulun ve Peygamberin İbrâhim Mekke halkı için Sana dua etti. Ben de Hazret-i İbrâhim'in Mekke halkı için yaptığı duayı Medine için yapıyorum. "

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dua etti:

“Allahım! Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını Medine'ye ver. "

el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de ve el-Cenedî bildiriyor: Muhammed b. el-Esved der ki:

“Harem'in sınır taşlarını ilk diken Hazret-i İbrâhim'dir. Cibrîl kendisine onları nereye dikeceğini göstermişti."

el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Mekke'nin Harem bölgesini kadar gökte de Harem vardır."

el-Ezrakî, Taberânî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Şu altı kişiye hem ben lanet ettim, hem duası kabul edilen bütün peygamberler lanet ettiler: Allah'ın Kitab'ına ilave yapana, Allah'ın kaderini yalanlayana, Allah'ın zelil kıldığını aziz, aziz kıldığını zelil yapmak için zorbalık yapana, sünnetimi terk eden, ailemden, Allah'ın kendisine haram kıldığını helal kabul edene ve Allah'ın harem bölgesini helal kabul edene. "

Buhârî ve İbn Mâce, Safiyye binti Şeybe'den bildirir: Fetih yılı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle hutbe verdiğini duydum:

“Ey insanlar! Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke'yi harem kıldı ve orası kıyamet gününe kadar haramdır. Oranın ağaçları kesilmez av hayvanları da ürkütülmez, buluntu da sadece sahibini bulmak için alınır." Abbâs:

“İzhir otunu koparılmayacak bitkilerin dışında tut. Çünkü onu evlerin yapımı ve mezarlarda kullanıyoruz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Izhır müstesna" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve el-Ezrakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethedildiği gün şöyle buyurdu:

“Allah, gökleri, yeri, Güneş'i ve Ay'ı yarattığı gün bu beldeyi harem kılıp bu iki taşlığını koydu. Burası Allah'ın kutsal kılmasıyla kıyamet gününe kadar harem kılınmıştır. Burada benden önce hiç kimseye savaşmak helal değildi, benden sonra da kimseye helal değildir. Benim için de sadece bir saat helal kılınmıştır. Artık Allah'ın kutsal kılmasıyla kıyamet gününe kadar burası haramdır. Yaş otu koparılmaz, ağacı kesilmez; avı ürkütülmez, ilân edenden başkası, onda bulduğu eşyayı alamaz (sahiplenme)". Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Izhır otunu koparılmayacak bitkilerin dışında tut. Çünkü onu evlerin yapımı ve mezarlarda kullanıyoruz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Izhır müstesna" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethetmeyi nasib ettiği zaman, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Fil Ordusunun Mekke'ye girmesini engellemiş, fakat Resulü ile müminleri Mekke'ye girmeye muzaffer kılmıştır. Allah Mekke'yi sadece bana mahsus olmak üzere, gündüzün bir saatinde helâl kılmıştır. Sonra O (yine) kıyamete kadar haram kılınmıştır. Ağacı kesilemez ve avı ürkütülmez. İlân edenden başkası, onda bulduğu eşyayı alamaz. Bir yakını öldürülen kişinin iki tercihi vardır. Ya affedecek veya kısas yapılmasını isteyecektir." Bunun üzerine Yemen halkından Ebû Şâh adında bir kişi kalkarak:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bunu bana yazınız" buyurunca, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu Ebû Şâh için yazınız" buyurdu. İbn Abbâs:

“Izhır otunu koparılmayacak bitkilerin dışında tut. Çünkü onu mezarlarımızda ve evlerimizin yapımında kullanıyoruz" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Izhır müstesna" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Mekke, Allah'ın kutsal saydığı haramdır. Evlerinin satılması ve kiralanması caiz değildir. "

el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de bildiriyor: Zührî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbrâhim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap..." âyetini açıklarken şöyle buyurdu:

“Mekke'yi insanlar değil Allah haram kıldı ve bu belde kıyamet gününe kadar haramdır. Allah katında insanlar içinde en çok haddini aşan kişi Harem bölgesinde birini öldüren, yakınını öldürenden başkasını öldüren ve Cahiliye döneminden kalma düşmanlıkları devam ettirendir. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Harem bölgesi üstten de Arş'a kadar haram kılınmıştır."

el-Ezrakî, Mücâhid'den bildirir:

“Harem bölgesi, yedi kat gökten, yerin yedi kat altına kadar olan bölümüyle haram kılınmıştır. Bu ev (Kâbe) de on dört evin ortasındadır. Her semada ve yerin her katında bir ev vardır. Eğer bunlar düşecek olsa birbirinin üzerine düşerlerdi."

el-Ezrakî, Hasan(-ı Basrî)'nin şöyle dediğini nakleder:

“Kâbe, Beytu'l- Ma'mur'un hizasındadır. İkisi arası yedinci semaya kadar ve alttan da yerin yedinci katına kadar haram sayılır."

el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Semadaki Beytu'l-Ma'mûr'a, ed-Durâh denir ve tam Kabe'nin üstündedir. Onu hergün daha önce ziyaret etmemiş yetmiş bin melek ziyaret eder. Mekke'deki Harem bölgesinin üstü, yedi kat semaya kadar haremiır. "

İbn Sa'd ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Harem'in sınır taşlarını ilk diken Hazret-i İbrâhimdir. Cibrîl kendisine onları nereye dikeceğini göstermişti. Fetih günü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Temîm b. Esed el- Huzâî'yi gönderdi ve bu taşlardan eskiyenleri yeniledi."

el-Ezrakî, Hasan b. el-Kâsım'ın şöyle dediğini bildirir: İlim ehlinden birinin şöyle dediğini duydum:

“Hazret-i Âdem, kendi nefsi için şeytandan korkunca Allah'a sığındı. Allah melekleri gönderdi ve melekler Mekke'yi her tarafından kuşatıp etrafında durdular. Allah meleklerin kuşatmış olduğu yeri harem kıldı. Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbimiz! Bize menasikimizi göster" deyince Cibrîl inip onu götürerek Harem sınırında durdurdu. Cibrîl, Hazret-i İbrahim'e Harem'in sınırını gösteriyor, Hazret-i İbrâhim de üst üste taşlar koyarak işaret koyuyor ve bu taşların üzerine toprak atarak gömüyordu." Hasan b. el-Kâsım der ki:

“Bana bildirildiğine göre Hazret-i İsmail'in koyunları Harem sınırının içinde otlar ve bu sınırdan dışarıya çıkmazdı. Sınıra geldiklerinde tekrar geriye dönerlerdi."

el-Ezrakî, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den bildirir: Cibrîl, Hazret-i İbrâhim'e Harem'in sınırlarını gösterdi; o da sınıra işaretler koydu. Kusayy zamanına kadar bu sınır taşları yerinde durdu. Kusayy bunları yeniledi. Kusayy'ın koyduğu taşlar da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yenilendi. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) fetih yılı Temîm b. Esed el-Huzâî'yi yollayarak sınır taşlarını yeniletti.

Bezzâr ve Taberânî, Muhammed b. el-Esved b. Haleften, o da babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine Harem'in sınır taşlarını yenilemesini emrettiğini bildirir.

el-Ezrakî, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın şöyle dediğini nakleder:

“Ey insanlar! Bu ev (Kâbe) Rabbine kavuşacak ve Rabbiniz ona sizleri soracak. Rabinizin, bu eve sizin hakkınızda soracağı şeylere dikkat ediniz. Biliniz ki bu Ev'in sakinleri, orada kan dökmez ve koğuculuk yapmazlardı."

Bezzâr, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'nin gölgesinde oturan bir grup Kureyşlinin yanından geçerken onlara:

"Burada yaptıklarınıza dikkat ediniz. Kabe'ye sizden sorulacak ve Kâbe yaptıklarınızdan haber verecektir. Bilin ki onun sakinleri faiz yemeyen ve koğuculuk yapmayan kişilerdir,"

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ebû Necih der ki:

“Sel olduğu zaman Harem'deki büyük balıklar küçük balıkları yemezlerdi."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmu'l-Melâhi'de, Cüveyriye b. Esmâ'dan, amcasının şöyle dediğini nakleder: Bir toplulukla hacca gittim ve yanımızda bir kadınla bir yerde konakladık. Kadın yattıktan sonra uyanınca göğsünün üzerinde bir yılanın çöreklenmiş olduğunu gördü. Biz bundan korkup yolumuza devam ettiğimizde yılan kadının göğsünde kaldı ve ona bir zarar vermedi. Harem sınırlarına girince yılan çekip gitti. Mekke'ye girip hac vazifesini yerine getirip geri dönerek yılanın kadının göğsüne çöreklendiği yere geldiğimizde kadın tekrar uyudu ve uyandığında yılanın göğsünün üzerine çöreklenmiş olduğunu gördü. Sonra yılan tısladı ve vadiden bu yılana benzeyen birçok yılan çıkıp gelerek, sadece kemikleri kalıncaya kadar kadını parçalamaya başladılar. Ben, onun olan bir cariyeye:

“Bize bu kadınla ilgili bilgi ver" deyince, cariye:

“Bu kadın üç defa zina etti ve her seferinde çocuğu oldu. Doğurduğu çocukları da yaktığı bir tandıra attı" karşılığını verdi.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Zaruret olmadan bir müslümanı Kâbe'nin gölgesinden çıkaranı, kıyamet günü Allah Arş'ın gölgesinden çıkarır."

İbn Ebî Şeybe ve el-Ezrakî bildiriyor: Abdullah b. ez-Zübeyr der ki:

“İsrailoğullarından bir topluluk Mekke'ye geldikleri zaman Zû Tuvâ'ya vardıklarında, Harem'e olan saygılarından dolayı ayakkabılarını çıkarırlardı."

Ebû Nuaym, el-Hilye'de, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“İsrailoğullarından yüz bin kişi hac ederdi ve Harem sınırına geldiklerinde ayakkabılarını çıkarıp Harem'e yalınayak girerlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Peygamberler, Harem sınırına geldiklerinde ayakkabılarını çıkarırlardı."

el-Ezrakî ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Havariler hac yaptıkları zaman Harem sınırına girince, Harem'e olan saygılarından dolayı (bineklerinden inerek) yola yürüyerek devam ettiler."

el-Ezrakî, Abdurrahman b. Sâbit'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gitmek istediği zaman Haceru'l-Esved'i istilam etti ve Mescid'in ortasında durup Kâbe'ye dönerek şöyle dedi:

“Biliyorum ki; Allah yeryüzüne, Kendisi için senden daha sevimli bir ev koymamıştır. Yeryüzünde senden daha sevimli bir belde de yoktur. Senden çıkışım seni istemediğimden değildir. Beni senden çıkaran küfre girenlerdir. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkarıldığı zaman şöyle dedi:

“Vallahi! Senden çıkıyorum ama biliyorum ki Allah katında beldelerin en sevimlisi ve en üstünüsün. Eğer sakinlerin beni çıkarmasaydı senden çıkmazdım."

Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye hitaben şöyle dediğini nakleder:

“Ne kadar güzel bir memleketsin, bana ne kadar da sevimlisin. Benim kavmim beni senden çıkarmış olmasaydı, senden başkasında oturmazdım."

İbn Sa'd, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, el-Ezrakî ve el-Cenedî, Abdullah b. Adiyy b. el-Hamrâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin üzerinde Hazvere'de, Mekke'ye hitaben şöyle dediğini duydum:

“Ey Mekke! Vallahi sen yeryüzünün en hayırlı ve Allah'a en sevimli oları ülkesisin, senden çıkarılmış olmasaydım çıkmazdım. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs anlatıyor: Mekke'de Amâlika denilen bir kabile vardı. Bunlar izzet ve büyük bir servet içinde yaşıyorlardı. Bunların çok sayıda atları, develeri ve sürüleri vardı ve bunları Mekke'nin etrafında, Zahrân vadisi, Na'mân vadisi ve çevresinde otlatırlardı. Nehirleri akar, baharda bol yağmur yağar vadilerde devamlı su akardı. (Hayvanlarını otlatmaları için) etrafları dikenli ağaçlarla çevriliydi ve toprak bereketliydi. Bolluk içinde yaşıyorlardı. Taşkınlık, israf, birbirlerine zulmetme, açıktan günah işleme ve yakınlarında olanlara zulümleri o kadar arttı ki Allah kendilerinden yağmuru kesip kuraklık göndererek bu nimetleri çekip aldı. Bunlar Mekke'de gölgelikleri kiraya verir, suyu satarlardı. Allah onlara küçük ve kırmızı renkte karıncalar göndererek kendilerini Harem bölgesinden çıkardı. Sonra Allah onların önüne bir bulut koydu ve bulut hareket ettikçe onlar da yağmur yağar umuduyla peşinden gittiler. Sonunda atalarının gömülü olduğu yere geldiler. Bunlar Himyer'den olan Araplardı. Yemen'e girdiklerinde dağılıp helak oldular. Sonra Allah onların yerine Curhum kabilesini getirdi, onlar da taşkınlık yapıp Harem'e saygısızlık yaptıkları için helak olana kadar Harem bölgesinde yaşadılar.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Sabit şöyle derki:

“Cahiliye döneminde insanlar hac mevsiminde Mekke'den çıkarlardı ve şehirde hiç kimse kalmazdı. Bir defasında bir hırsız Mekke'de kalıp (Kâbe'nin içinden) bir altın parçası çaldı. Sonra bir parça daha almak için girmek istedi ve başını içeriye sokunca, başı içeride, gövdesi dışarıda kalacak şekilde Kâbe kendisini sıkıştırdı. İnsanlar gelip onu bu durumda görünce onu köpeklerin önüne attılar ve Kâbe'yi tamir ettiler."

el-Ezrakî ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Huvaytib b. Abdiluzza der ki:

“Cahiliye döneminde Kâbe'nin gölgesinde otururken, bir kadın kocasından sığınmak için Kâbe'ye geldi. Kocası gelip kadına elini uzatınca adamın eli kurudu. Müslüman olduktan sonra da adamı gördüğümde çolaktı."

el-Ezrakî, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir. Hatîm-, Rükün, Makâm, Zemzem ve Hicr arasındadır. İsâf ve Nâile bir kadın ve erkekti. Bunlar Kâbe'ye girdi ve adam kadını öptü. Bunun üzerine ikisi de taş kesildiler ve Kâbe'den çıkarıldılar. İnsanların ibret alması ve böyle bir şey yapmamaları için bunlardan biri Zemzem'in bulunduğu yere, diğeri de Kâbe'nin karşısına konuldular. İnsanlar bu yerde yemin ettikleri ve mazlumun zalime yaptığı beddua kabul olduğu için bu yere, Hatîm adı verildi. Orada zalime beddua edip te bedduası kabul edilmeyen, orada yalan yere yemin edip (Allah tarafından) hemen cezalandırılmayan çok azdır. Hatîm'in bu özelliği insanların zulmetmesine ve yalan yere yemin etmesine engel oluyordu. Bu durum, Allah'ın İslam dinini göndermesine kadar devam etti. İslam geldikten sonra Allah, bu kişilerin cezasını âhiret gününe erteledi.

el-Ezrakî bildiriyor: Eyyûb b. Mûsa der ki:

“Cahiliye döneminde bir kadının, bakımını üstlendiği küçük bir amcası oğlu vardı. Kadın çocuğa:

“Ey oğul! Ben seni yalnız bırakıyorum, bu sırada bir zalimin sana zulmetmesinden korkuyorum. Ben gittikten sonra yanına bir zalim gelecek olursa, Mekke'de hiçbir eve benzemeyen, fesatçıların yaklaşamadığı ve üzerinde örtüler olan bir ev var. Eğer bir gün bir zalim sana zulmedecek olursa o eve sığın. O evin, seni duyacak bir sahibi vardır" dedi. Bir adam gelip çocuğu alarak köle yaptı. Çocuk Kâbe'yi görünce amcasının kızının yaptığı tariften tanıdı ve koşarak ona tutundu. Efendisi gelip onu almak için elini uzatınca adamın eli kurudu. Diğer elini uzatınca, diğeri de kurudu. Cahiliye döneminde bundan kurtulmanın yolunu sorunca, kendisine kuruyan her eli için bir deve kesmesini söylediler. Adam develeri kesince elleri iyileşti ve bunun üzerine çocuğu serbest bıraktı.

el-Ezrakî, Abdulmuttalib b. Rabîa b. el-Hâris'ten bildiriyor: Cahiliye döneminde, Huzeyl kabilesinin Benî Kinâne kolundan bir adam amcasının oğluna saldırarak ona zulmedip işkence etti. Amcası oğlu Allah ve akrabalık bağları hakkı için kendisini bırakmasını istediyse de o zulmüne devam etti. Bunun üzerine zulme uğrayan Harem'e gidip şöyle dua etti:

“Allahım! Çaresiz birinin duasıyla dua ediyorum. Amcam oğlu olan falan kişi tarafından zulme uğradım. Ona devası olmayan bir hastalık ver." Adam dua edip geri dönünce amcasının oğlunun karnından rahatsız olduğunu gördü. Adamın karnı şişip su tulumu gibi oldu ve sonunda karnı patladı. Abdulmuttalib devamla der ki: Bu olayı İbn Abbâs'a anlattığımda:

“Ben, bir kişinin amcası oğlunun kör olması için dua ettiğini ve adamın da kör olduğunu gördüm" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Hazret-i Ömer şöyle dedi:

“Ey Mekke halkı! Şu Hareminizde Allah'tan korkunuz. Sizden önce bu Harem'de kimin oturduğunu biliyor musunuz? Daha önce burada falan topluluk vardı, burada yapılması yasak olanları helal saydıkları için helak oldular. Falan topluluk burada oturdu. Onlar da burada yapılması yasak olanları helal saydıkları için helak oldular." Hazret-i Ömer daha birçok topluluğun adını saydıktan sonra:

“Vallahi! Başka yerde on günah işlemem, benim için Mekke'de bir günah işlememden daha sevimlidir" dedi.

el-Cenedî, Tâvus'un şöyle dediğini bildirir:

“Cahiliye döneminde insanların Harem'de işledikleri günahın cezası hemen verilirdi. Aynı şeyin tekrar gelip cezanın hemen verilmesi yakındır."

el-Ezrakî, el-Cenedî ve İbn Huzeyme'nin bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb, Kureyşlilere şöyle dedi:

“Sizden önce bu Ev'in sorumlusu Tasam'lılardı. Bu eve karşı yapmaları gerekeni hafife aldılar ve ona karşı yapmamaları gereken şeyleri helal sayıp yapmaya başladılar. Bunun üzerine Allah onları helak etti, sonra yerlerine Curhumluları gönderdi. Bunlar da Ev'e karşı yapmaları gerekeni hafife aldılar ve ona karşı yapmamaları gereken şeyleri helal sayıp yapmaya başladılar. Bunun üzerine Allah onları da helak etti. Onu hafife almayın ve gerekli saygıyı gösterin."

el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki:

“Necd'de (Mekke'den uzakta) yetmiş günah işlemem, benim için Mekke'de bir günah işlememden daha sevimlidir."

el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Mekke'deki sevapların kat kat olduğu gibi günahların cezası da kat kattır."

el-Ezrakî, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir:

“Bana bildirildiğine göre Mekke'de işlenen bir günah yüz günah gibidir. Sevap ta aynı şekildedir."

Ebû Bekr el-Vâsıtî, Fadâilu Beytu'l-Makdis'te, Hazret-i Âişe'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mekke, Allah'ın değerli kıldığı ve kutsal saydığı bir şehirdir. Allah Yeryüzünde bir şey yaratmadan bin yıl önce Mekke'yi yaratmış ve meleklerle kuşatmış, sonra Medine'yi yaratmış, Medine'den sonra da Beytu'l-Makdis'i yaratmıştır. Bin yıl sonra da yeryüzünün hepsini bir defada yaratmıştır."

"...halkından, Allah'a ve âhiret gönüne inananları ürünlerle rızıklandır, demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu."

el-Ezrakî'nin, Muhammed b. el-Münkedir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah, Harem'i yarattığı zaman, Tâifi Filistin'den söküp oraya yerleştirdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Müslim et-Tâifî'den bildirir:

“Bana bildirildiğine göre, Hazret-i İbrâhim Harem için:

“...halkından, Allah'a ve âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır..." şeklinde dua ettiği zaman, Allah, Tâif'i Filistin'den söküp oraya yerleştirdi.

İbn Ebî Hâtim ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Zührî der ki:

“Hazret-i İbrâhim'in dua etmesi üzerine Allah, Şam köylerinden birini söküp Tâife yerleştirdi."

el-Ezrakî, Saîd b. es-Sâib b. Yesâr'ın şöyle dediğini bildirir: Nâfi b. Cübeyr b. Mut'im'in oğlundan ve başkalarından şöyle dediklerini duydum:

“Hazret-i İbrâhim, Allah'a, Mekke halkını ürünlerle rızıklandırması için dua edince, Allah, Tâif'i Şâm'dan söküp Harem halkına rızık olması için şimdiki yerine yerleştirdi."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Hazret-i İbrâhim müminler için dua etti ve kafirler için bir istekte bulunmadı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç" buyurdu.

Süfyân b. Uyeyne, Mücâhid'in, "...halkından, Allah'a ve âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır..." âyetiyle ilgili olarak şöyle dedi:

“Hazret-i İbrâhim, Allah'a ve âhiret gününe iman edenler için rızık isteyince, yüce Allah: «İnkar edene de Ben rızık veririm» buyurdu."

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye bildiriyor: İbn Abbâs:

“... halkından, Allah'a ve âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır..." âyetiyle ilgili olarak şöyle dedi:

“Hazret-i İbrâhim, duasını sadece müminler için yapınca Yüce Allah: «İnkar edene de, tıpkı müminlere verdiğim gibi rızık veririm. Ben yarattıklarımı rızıksız bırakır mıyım? Onlara az bir müddet geçindirir, sonra da azaba uğratırım» buyurdu." İbn Abbâs bunları dedikten sonra:

“Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir" âyetini okudu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye ve Ubey b. Ka'b, âyette geçen (.....) sözünün Yüce Allah'a ait olduğunu söylerken, İbn Abbâs:

“Bu söz Hazret-i İbrâhim'indir. Hazret-i İbrâhim: «İnkar edeni de az bir müddet geçindir» diye dua etmiştir" dedi.

Derim ki: İbn Abbâs, bu âyeti (.....) şeklinde emir kipiyle okurdu. Bu sebeple bu sözün Hazret-i İbrâhim'e ait olduğunu söylemiştir.

127

"İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, âyette geçen (.....) sözünden kastedilenin, Kâbe'nin temelleri olduğunu söyledi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Ebî Hâtim, el-Cenedî, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Saîd b. Cübeyr:

“Ey gençler! Bana istediğinizi sorunuz; çünkü aranızdan ayrılmam yakındır" deyince, insanlar ona birçok şey sordular. Bir adam:

“Allah seni ıslah etsin. Sence Makâm bizim dediğimiz gibi mi?" diye sorunca, İbn Cübeyr:

“Sen Makâm hakkında ne diyorsun ki?" karşılığını verdi. Adam şöyle dedi:

“Hazret-i İbrâhîm Mekke'ye gelince, Hazret-i İsmâil'in hanımı ona inmesini teklif etti. Hazret-i İbrâhim kabul etmeyince, Hazret-i İsmail'in hanımı kendisine bu taşı getirdi" derdik." İbn Cübeyr şöyle dedi: Mesele dediğin gibi değildir. İbn Abbâs der ki: Kadınlar arasında uzun eteği ilk kullanan kişi, Hazret-i İsmâil'in annesidir. Hazret-i İsmâil'in annesi kemer kuşanarak Sâra'nın kendi izini bulmasını engellemek istemiştir. Sonra İbrâhim onu ve oğlu îsmâîl (a.s.)'ı emzikli iken getirip Mescid'in üst tarafındaki Zemzem kuyusunun üstündeki büyük bir ağacın yanına koydu. O gün Mekke'de kimse yoktu ve orada su da bulunmuyordu. İbrâhîm her ikisini oraya yerleştirdi ve içinde hurma olan bir torbayı ve su bulunan bir kabı yanlarına bıraktı. Sonra Hazret-i İbrâhim oradan ayrıldı. İsmâil'in annesi O'nun peşine düştü ve:

“Ey İbrâhim! Hiçbir insanın ve eşyanın bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?" Bu sözünü defalarca tekrar etmesine rağmen Hazret-i İbrâhim ona hiç bakmıyordu. Hâcer:

“Bunu sana Allah mı emretti?" deyince Hazret-i İbrâhim:

“Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Hâcer:

“Öyleyse O bizi helak etmez" deyip geri döndü. Hazret-i İbrâhim (aleyhisselam) onların göremeyecekleri bir yere varınca yüzünü Kâ'be'ye doğru çevirerek elini kaldırıp şu duayı okudu:

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır.'" İsmâil'in annesi çocuğunu emziriyor ve kırbadaki sudan da içiyordu. Kırbadaki su bitip kadın ve çocuk susayınca, kadın susuzluktan tepinmekte olan çocuğa bakıp, bir şey yapmadan başucunda durmayı istemediğinden gidip en yakınında olan Safâ tepesine çıktı. Sonra vadiye dönüp kimseyi görebilir miyim diye baktı, ama kimseyi göremedi. Safâ'dan inip vadiye ulaştığında elbisesinin bir kenarını kaldırdı. Sonra bitkin insanların koşması gibi koştu ve vadiyi geçerek Merve'ye gelip orada durdu. Sonra kimseyi görebilir miyim diye baktı, ama kimseyi göremedi. Safâ ile Merve arasında böylece yedi defa gidip geldi." İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu sebeple insanlar Safâ ile Merve arasında sa'y ederler" buyurmuştur. Kadın Merve'ye çıkınca bir ses duydu ve kendini kastederek:

“Sessiz ol"! dedi. Sonra dinleyince aynı sesi bir daha duydu ve:

“Eğer yardım edebileceksen sesini duyurdun" dedi ve baktığında Zemzem'in bulunduğu yerde bir meleğin olduğunu gördü. Melek topuğuyla -veya kanismiyle- toprağı eşeleyip suyu çıkardı. Bunun üzerine kadın eliyle havuz yapıp suyun dağılmasını engellemeye çalışarak kırbasına su dolduruyor, o avuçladığı kadar yerden fışkırıyordu.. İbn Abbâs der ki: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah îsmâil'in annesine merhamet etsin. Eğer Zemzem'i kendi haline (akmaya) bıraksaydı yahut avuçlamasaydı, Zemzem şimdi ırmak haline gelirdi" buyurmuştur. Hacer zemzemden içti ve çocuğunu emzirdi. Melek ona:

“Yok oluruz diye korkma! Şurada Allah'ın bir evi (Beyt) vardır. İşte bu çocukla babası onu bina edecekler. Allah, o işin ehlini asla zayi etmiyecektir" dedi. O zamanlar Beyt, yerden küçük bir tepe gibi yüksekte idi. Sağından solundan seller gelip akardı. Uzun zamandır böyle idi. Hacer böyle yaşıyorken nihâyet Cürhümlülerden bir grup ya da bir aile Kedâ yolundan sükûn edip (Mekke'ye) geldiler. Mekke'nin alt kısmında konakladılar. Havada bir kuşun bir yer üzerinde uçtuğunu görünce, "Mutlaka buralarda su vardır, oysa daha önce burada su yoktu" dediler ve oraya doğru bir ya da iki kişi gönderdiler. Onlar gidip su olduğunu görünce geri dönüp onlara bildirdiler. Hep birden suyun yanına geldiklerinde İsmâil'in annesiyle karşılaştılar ve:

“Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" diye bir teklifte bulundular. Hâcer:

“Evet, konaklayabilirsiniz, ama suda mülkiyet hakkınız yoktur" karşılığını verince onlar:

“Tamam" dediler. İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“İsmail'in annesi buna sevinmişti, çünkü o insanlarla ünsiyet kurmayı severdi" buyurdu. Nihâyet orada konaklayıp ailelerine haber saldılar; onlar da gelip orada konakladılar ve orasını kendilerine vatan edindiler. Hazret-i İsmâil büyüyüp, Cürhümlülerden Arapça'yı öğrenince, ondan hoşlandılar ve kendilerinden olan bir kızla onu evlendirdiler. Daha sonra İsmâil'in annesi öldü. Nihâyet Hazret-i İbrâhim geride bıraktıklarını görmeye geldi. Hazret-i İsmâil'i bulamayınca hanımına nerede olduğunu sordu, hanımı:

“Rızkımızı temin etmek için gitti" cevabını verince, ona burada nasıl yaşadıklarını ve neler yaptıklarını sordu. Kadın:

“Durumumuz kötü, şiddetli darlık ve sıkıntı içinde yaşıyoruz" diyerek şikâyette bulununca, Hazret-i İbrâhim:

“Kocan geldiği zaman benden ona selâm ilet ve kapısının eşiğini değiştirmesini de söyle!" deyip oradan ayrıldı. İsmail dönünce, bir şeyler hissetti ve:

“Buraya kimse geldi mi?" diye sordu. Hanımı:

“Evet, yaşlı bir adam geldi, seni sordu ve nasıl yaşadığımızı ve geçindiğimizi sordu. Ona sıkıntıda olduğumuzu söyledim" cevabını verince, Hazret-i İsmâil:

“Peki sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Hanımı:

“Evet, sana selam söylememi ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi" cevabını verince, Hazret-i İsmâil:

“O, benim babamdır. Bana seni boşamamı emretmiştir. Haydi, ailene dön" dedi ve onu boşayıp aynı kabileden başka bir kadınla evlendi.

Hazret-i İbrâhim onlara uzun bir süre sonra tekrar geldi, fakat yine İsmâil'i bulamadı ve hanımına nerede olduğunu sordu. Hanımı:

“Rızkımızı temin etmek için gitti" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Geçiminiz nasıl gidiyor?" diye sordu. Hanımı:

“Allah'a şükür iyi gidiyor. Hiçbir sıkıntımız yoktur, gâyet rahatız" cevabını verince Hazret-i İbrâhim:

“Yemeğiniz nedir?" diye sordu. Kadın:

“Et" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“İçeceğiniz nedir?" diye sordu. Kadın:

“Su" cevabını verince, Hazret-i İbrâhim:

“Allahım! Onların etlerine ve sularına bereket ver!" diye dua etti.

Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zamanlarda hububat yoktu. Eğer hububat olsaydı İbrâhim onun da artması için dua ederdi" buyurmuştur.

Hazret-i İbrâhim'in duası bereketiyle et ile su, Mekke'den başka bir yerde oradaki kadar hiç kimsenin sıhhatine o denli yaramazdı. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'in hanımına:

“Kocan geldiği zaman, benden ona selâm ilet ve kapısının eşiğini sağlam tutmasını söylediğimi bildir" dedi.

Hazret-i İsmâil gelince:

“Yanınıza gelen oldu mu?" diye sordu. Hanımı:

“Evet, yaşlı bir adam geldi. Güzel yüzlü idi, seni sordu. Ben de senin nerede olduğunu bildirdim. Yaşantımızın nasıl olduğunu sordu, ben de gâyet iyi yaşadığımızı söyledim" karşılığını verince, Hazret-i İsmâil:

“Peki sana herhangi bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Hanımı:

“Evet, sana selâm söylememi, bir de kapının eşiğini sağlam tutmanı tavsiye etti" cevabını verince, Hazret-i İsmâil:

“O, benim babamdır. Eşik te sensin ve seni değiştirmememi emretti" dedi.

Hazret-i İbrâhim onlardan bir müddet daha ayrı yaşadıktan sonra tekrar döndü ve Hazret-i İsmâil'in Zemzem'e yakın bir yerde büyük ağacın altında kendisine ait bir oku sivriltmekte olduğunu gördü. Hazret-i İsmâil babasını görünce kalkıp çocuğun babaya ve babanın da çocuğa davrandığı gibi sarılıp Müsafaha ettiler. Sonra Hazret-i İbrâhim:

“Ey İsmâil! Allah bana bir şey emretti" deyince, Hazret-i İsmâil:

“O halde Allah'ın emrini yerine getir!" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Sen de bana yardım eder misin?" diye sorunca, Hazret-i İsmâil:

“Tabiî ederim" karşılığını verdi. Hazret-i İbrâhim:

“Allah bana burada bir Beyt yapmamı emretti" deyip etrafındaki yüksekçe bir yeri gösterdi. İşte böylece Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin temellerini yükseltti. Hazret-i İsmâil ona taş taşıyor, Hazret-i İbrâhim de binayı yapıyordu. Bina yükselince bu taşı (Haceru'l-Esved'i) getirip bulunduğu yere koydu. Sonra üzerine çıkıp binayı tamamlamaya başladı. O binayı inşa ediyor, Hazret-i İsmâil ise taş taşıyor ve ikisi de şöyle diyorlardı:

“Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin."

Ma'mer der ki: Bir adamın:

“Hazret-i İbrâhîm, onların yanına geldiğinde Burak'la geliyordu" dediğini duydum. Başka bir kişinin de:

“Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İsmâil buluştukları zaman o kadar ağladılar ki, kuşlar da onların ağlamasına katıldılar.

İbn Sa'd, Tabakât'ta Ebû Cehm b. Huzeyfe b. Ğânim'den bildiriyor:

“Allah, Hazret-i İbrâhim'e vahyederek Harem bölgesine gitmesini emredince, Hazret-i İbrâhim, Burak'a binip iki yaşındaki Hazret-i İsmâil'i önüne, Hâcer'i arkasına bindirdi. Beraberinde, ona Kâbe'nin yerini göstermesi için Cibrîl de vardı. Mekke'ye geldiklerinde Hazret-i İsmâil'i ve annesini Beyt'in yanında indirdi, sonra Şam'a gitti. Sonra Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesini emretti. O zaman Hazret-i İbrâhim yüz yaşında, İsmâil ise otuz yaşındaydı ve binayı beraber inşa ettiler. Hazret-i İsmâil, babasından sonra vefat etti ve Kâbe'nin önünde Hicr'de annesinin yanına defnedildi. Babasından sonra Kâbe'nin sorumluluğunu da, dayıları olan Cürhümlülerle oğlu Nâbit aldı."

Deylemî'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ibrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetiyle ilgili şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, başı bulunan bir bulut gönderdi. Buluttaki bu baş: «Kabe'yi, benim gölgemin düştüğü yere veya benim kapladığım yere yap" dedi ve Hazret-i İbrâhim ve İsmâil Kâbe'yi bulutun gölgesinin düştüğü yere yaptılar.»

İbn Ebî Şeybe, İshâk b. Râhûye, Müsned'de, Abd b. Humeyd, Hâris b. Ebî Usâme, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, el-Ezrakî, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de Hâlid b. Ar'ar tarikiyle Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor: Bir adam ona:

“Bana Kâbe'den bahseder misin? Kâbe yeryüzünde yapılan ilk yapı mı?" diye sorunca, Hazret-i Ali şöyle cevap verdi:

“Hayır. Ama insanlar için yapılan ilk evdir. Onda bereket, hidâyet ve Hazret-i İbrâhim'in Makâmı vardır. Ona giren emniyette olur." Sonra Hazret-i Ali, Hazret-i İbrâhim'den bahsederek şöyle devam etti: Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesi emredilince onu nasıl yapacağını bilemedi. Allah ona iki başlı bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar Kabe'nin etrafını süpürdü. Kendilerine rüzgarın durduğu yerde Kâbe'yi yapmaları emredildi. Hazret-i İbrâhim inşaya başlayıp Haceru'l-Esved'in konulacağı yere gelince Hazret-i İsmâil'e:

“Git ve buraya koymam için bir taş ara" dedi. Hazret-i İsmâil oraya uygun taşı bulmak için dağlarda dolaşmaya başlayınca Cibrîl inerek Haceru'l-Esved'i yerine koydu. Hazret-i İsmâil dönüp taşı görünce:

“Bu taş nereden geldi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Senin ve benim inşa etmemize tevekkül etmeyen biri getirdi" cevabını verdi. Allah'ın dilediği bir müddet geçtikten sonra Kâbe yıkılınca onu Amâlika denilen kavim inşa ettiler. Sonra yine yıkılınca Cürhümlüler inşa ettiler. Sonra bir daha yıkılınca Kureyşliler inşa ettiler. Kureyşliler Haceru'l- Esved'i yerine yerleştirecekleri zaman onu kimin koyacağı konusunda kimse diğerine bu hakkı vermek istemedi ve sonunda:

“Şu kapıdan çıkıp gelen ilk kişi bu taşı yerine yerleştirsin" dediler. Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Şeybe kapısından girince, bir elbise istedi ve getirilen elbiseyi açıp taşı üzerine koyarak. Kureyş'in her kolundan bir kişinin elbisenin bir kenarından tutup kaldırmasını istedi. Elbiseyi kaldırdıklarında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Haceru'l-Esved'i kendisi alıp yerine yerleştirdi.'

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Ezrakî ve Hâkim, Saîd b. el-Müseyyeb tarikiyle Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i İbrâhim yanında rüzgarla Ermeniya'dan geldi, rüzgar kendisine tıpkı örümceğin ağını ördüğü gibi Kâbe'nin inşa edileceği yeri gösteriyordu. Hazret-i İbrâhim Rüzgar'ın işaret ettiği yerin altını kazarak temelleri attı. Temelde kullandığı taşları ancak otuz adam yerinden oynatabilirdi. Ravi der ki; ben "Ey Muhammed'in babası! Allah: «İbrâhim ve İsmâil, Kabenin temellerini yükseltiyordu...» buyuruyor" deyince:

“Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in inşası daha sonra olmuştur" cevabını verdi.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Ciibeyr'den bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetini açıklarken:

“Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in yükselttiği temeller daha önce inşa edilmiş olan Kâbe'nin eski temelleridir" dedi.

Abdürrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve el-Cenedî, Atâ'nın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Neden meleklerin sesini duymuyorum?" deyince, Allah:

“İşlediğin günahın yüzünden. Yeryüzüne inip Benim için bir ev yap, sonra meleklerin, semadaki evimin etrafında döndüğünü gördüğün gibi sen de onun etrafında dön" buyurdu. İnsanlar, Hazret-i Âdem'in, Beytullah'ı şu beş dağdan yaptığı kanaatındedirler. Hira, Lübnan Tûru Zeytâ, Tûr-u Sinâ, ve Cûdî dağlarıdır. Hazret-i Âdem'in Kâbe'yi inşa etmesinden sonra, birkez daha onu inşa eden Hazret-i İbrâhim'dir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten indirdiği zaman:

“Seninle beraber, Arş'ımın etrafında tavaf yapıldığı ve yanında namaz kılındığı gibi etrafında tavaf yapılıp namaz kılınan bir Ev indireceğim" buyurdu. Tufan olduğu zaman Beytullah göğe çekildi. Hazret-i Nuh'tan sonra gelen Peygamberler Kâbe'nin bulunduğu civarda hac yapıyorlar; ama Kâbe'nin yerini tam olarak bilemiyorlardı. Nihâyet Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'nin yerini bildirdi. Hazret-i İbrâhim de Kâbe'yi beş dağdan (taşıdığı taşlarla) yaptı. Bu dağlar, Hira, Lübnan, Sebîr, Tur ve Hamr dağlarıdır. Hamr dağı, Beytu'l-Makdis'in bulunduğu dağdır."

İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Allah, Kâbe'yi dünya yaratılmadan iki bin yıl önce suyun rükünlerinden dört rüknün üzerine kondurdu. Sonra yeryüzü, Kâbe'nin altında yuvarlandı."

Abdürrezzâk, el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid şöyle dedi:

“Allah, yeryüzünden hiçbir şey yaratmadan iki bin yıl önce Kâbe'nin yerini yarattı. Kâbe'nin temelleri, yerin yedinci katına kadar inmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İlbâ b. Ahmar der ki: Zu'l-Karneyn Mekke'ye gelip Hazret-i İbrâhim ve İsmâil'in beş dağdan getirdikleri taşlarla Kâbe'yi inşa ettiklerini görünce:

“Benim toprağımdan neden taş alıyorsunuz" diye sordu. Onlar:

“Biz kuluz. Bize Bu Kâbe'yi inşa etmemiz emredildi" cevabını verdiler. Zu'l-Karneyn:

“İddia ettiniz şeyin doğru olduğunu gösteren delil getirin" deyince, Kâbe'nin duvarına konmuş olan beş tane taş:

“Biz İbrâhim ve İsmâil'in doğru söylediğine, Kâbe'yi inşa etmekle emrolunduklarına şahitlik ederiz" deyince, Zu'l-Karneyn:

“Peki razı oidum ve kabul ettim" deyip gitti.

İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki: Bize bildirildiğine göre Harem'in üstü, Arş'a kadar haremdir. Kâbe, Hazret-i Âdem yeryüzüne indirildiği zaman onunla beraber indirildi ve yüce Allah:

“Seninle beraber, Arş'ımın etrafında tavaf edildiği gibi etrafında tavaf edilecek Ev'imi indiriyorum" buyurdu. Hazret-i Âdem ve ondan sonra gelen Müslümanlar Kâbe'nin etrafında tavaf yaptılar. Nûh tufanı olduğu zaman Allah, Hazret-i Nûh'un kavmini helak etti ve Kâbe'yi semaya çekti ve Kâbe sele maruz kalmadı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin yerini araştırıp bulduktan sonra eski temelleri üzerine tekrar inşa etti.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Kâbe, dört dağdan getirilen taşlarla inşa edildi. Bu dağlar: Hira, Zeytâ, Sinâ ve Lübnan dağlarıdır."

Beyhakî, Delâil'de, Süddî'den bildiriyor: Hazret-i Âdem Cennetten, bir elinde taş, diğerinde kâğıtla çıktı. Kâğıdı Hindistan'a attı. Orada gördüğünüz güzel kokuların sebebi budur. Taş ise ışık saçan beyaz bir yakuttu. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi taşın olduğu yere kadar örünce İsmâil'e:

“Buraya koymam için bana bir taş getir" dedi. Hazret-i İsmâil kendisine dağdan bir taş getirince, Hazret-i İbrâhim:

“Bundan başkasını getir" deyip, getirdiği taşları defalarca kabul etmeyerek geri çevirdi. Hazret-i İsmâil'in taş bulma için gittiği bir sırada Cibrîl, Hazret-i Âdem'in Cennetten çıkarken yanında çıkardığı taşı Hindistan'dan getirdi ve yerine koydu. Hazret-i İsmâil gelip:

“Bu taşı kim getirdi?" diye sorunca, Hazret-i İbrâhim:

“Senden daha zinde olan biri getirdi" cevabını verdi.

Sa'lebî, Ebu'l-Kâsım el-Hasan b. Muhammed b. Habîb'den, Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kattân el-Belhî'nin -Kur'ân'ı iyi bilen biriydi- şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim, Süryanice, Hazret-i İsmâil ise Arapça konuşurdu. İkisi de birbirinin dediğini anlar, ama karşı tarafın diliyle konuşamazdı. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'e:

“Hel lî Kebîben (Bana taş ver)" der, Hazret-i İsmâil de:

“İşte taş al" karşılığını verirdi. Kâbe'de bir taşın yeri kalınca, Hazret-i İsmâil oraya koyacak taş aramaya başladı. Bu sırada Cibrîl semadan bir taş getirdi. Hazret-i İsmâil dönüp Hazret-i İbrâhim'in taşı yerleştirdiğini görünce:

“Babacığım! Buraya koyduğun taşı kim getirdi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Taşı, senin inşa etmene tevekkül etmeyen biri getirdi" cevabını verdi ve Kâbe'nin yapımını tamamladılar. Yüce Allah'ın:

“İbrâhim ve İsmâil, Kâbe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyeti buna işaret etmektedir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Şihâb anlatıyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ergenlik çağındayken bir kadın Kâbe'yi tütsülerken bir ateş parçası Kâbe'nin örtüsüne sıçradı ve Kâbe'yi yaktı. Bunun üzerine Kâbe'yi yıkıp yeniden yapmaya başladılar. Rükn'ün konulduğu yere yetiştiklerinde Kureyşliler Rükn'ü kimin yerleştireceğinde ihtilafa düştüler, bunun üzerine:

“Gelin, yanımıza ilk geleni hakem tayin edelim" dediler. O zaman bir çocuk olan Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), üzerinde çizgili bir örtüyle yanlarına gelince onun hakem olmasını istediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) rüknü kaldırılıp bir giysi üzerine konulmasını emretti. Daha sonra her bir kabile başkanına emrederek elbisenin bir tarafını tutturdu. Arkasından kendisi duvarın üzerine çıktı. Rüknü ona doğru kaldırdılar ve rüknü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yerine yerleştirdi. Kureyşliler onun herkesi razı edecek doğru bir yol bulmasından dolayı memnun oldular. Kureyş Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz vahiy gelmeden, kendisine "el-Emîn (Güvenilir)" adını vermişlerdi. Bu olaydan sonra artık her deve kesmelerinde onu çağırıyorlar ve onun dua etmesini istiyorlardı.

Ebu'l-Velîd el-Ezrakî, Tarihu Mekke'de, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Ka'bu'l-Ahbâr der ki:

“Allah gökleri ve yeri yaratmadan kırk yıl önce Kâbe su üzerinde köpük halindeydi. Yeryüzü o köpükten döşenmiştir."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah, yeryüzünde hiç bir şey yaratmadan önce Kâbe'yi yaratmıştır" dedi.

el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Allah, gökleri ve yeri yaratmadan önce Arş suyun üzerindeyken, Allah hızlı esen bir rüzgar gönderdi. Rüzgar suyu sürünce Kâbe'nin yerinde ortaya kubbe şeklinde bir tepe çıktı. Allah yeryüzünü onun altından döşedi ve yeryüzü yayıldıkça yayıldı. Allah yeryüzünü dağlarla sabitleştirdi. Yeryüzüne yerleştirilen ilk dağ Ebû Kubeys dağıdır. Bu sebeple Mekke'ye Ümmu'l-Kurâ denildi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Kâbe suda dört rükün üzerindeydi. Yeryüzü onun altından döşenmeye başlamıştır" dedi.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre bir adam Ali b. Hasan'a:

“Bu Ev'in etrafında tavaf etmek ne zaman başlamıştır ve neden tavaf yapılır?" diye sorunca, Hasan şöyle cevap verdi:

“Bu Ev'i tavaf etmeye şöyle başlanmıştır: Yüce Allah Meleklere:

“Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım..." buyurduğu zaman, melekler:

“Ey Rabbimiz! Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan akıtacak, birbirlerini kıskanacak, birbirlerine buğzedecek, birbirlerine azgınlık yapacak bir halife mi yaratacaksın? Ey rabbimiz! O halifeyi bizden kıl. Biz yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayız, kan dökmeyiz, birbirimize buğzetmeyiz, birbirimizi kıskanmayız ve birbirimize karşı azgınlık yapmayız. Biz Seni hamd ile tesbih eder ve Seni takdis ederiz, Sana itaat eder, isyan etmeyiz" dediler. Bunun üzerine yüce Allah:

“...Ben, sizin bilmediğinizi bilirim" buyurdu. Melekler, söyledikleri sözlerin Rablerine cevap vermek anlamına geldiğini ve Rablerinin kendilerine gazaplandığını zannederek Arş'a sığındılar ve başlarını kaldırıp parmaklarıyla işarette bulunarak Allah'tan af dilemeye başladılar. Arş'ın etrafında üç saat tavaf yaptıktan sonra Allah onlara nazar edip rahmetini indirdi. Sonra Allah Arş'ın altında kırmızı yakutlarla süslenmi zeberced'den dört köşeli bir ev yerleştirdi ve bu evin adını ed-Durâh koydu. Sonra meleklere:

“Arş'ı bırakın ve bu Ev'in etrafında tavaf yapın" buyurunca, melekler Arş'ın etrafında dönmeyi bırakıp bu evi tavaf etmeye başladılar. Bu onlar için daha kolay oldu. Bu ev Yüce Allah'ın zikrettiği el-Beytu'l- Mâmûr'dur. Her gündüz ve gecede bu eve bir daha geri gelmemek üzere yetmiş bin melek girer. Sonra Allah meleklerini gönderip:

“Benim için yeryüzünde bunun gibi ve aynı boyda bir ev yapın" buyurup yeryüzündekilere, sema ehlinin el-Beytu'l-Mâmûr'un etrafında tavaf yaptıkları gibi bu Ev'in etrafında tavaf yapmalarını emretti.

el-Ezrakî, Leys b. Muâz'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Bu ev, on beş evin on beşincisidir. Yedisi gökte, yedisi de yerin en alt tabakasına kadar olan yerdedir. En yukardaki Arş'tan sonra olan el-Beytu'l-Mâmür'dur. Bu evin haram bölgesi olduğu gibi, bu evlerden her birinin haram bölgesi vardır. Eğer bu evlerden biri düşecek olsa diğerlerinin üzerine düşer. Bu evi imar edenler olduğu gibi diğer evlerin de her birinin yeryüzü ve gökyüzü halkından imar edenleri vardır. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Yesâr el-Mekkî:

“Bana bildirildiğine göre Allah, meleklerinden birini herhangi bir şey için yeryüzüne göndereceği zaman, o melek Kâbe'yi tavaf etmek için Rabbinden izin alır ve tehlil getirerek yeryüzüne iner" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî bildirir: Vehb b. Münebbih der ki: Allah, Hazret-i Âdem'in tövbesini kabul ettiği zaman, ona Mekke'ye gitmesini emretti. Allah, semaları ve yeri onun için dürünce Hazret-i Âdem, her kat semayı bir adımda gitmeye başladı. Allah yeryüzünün geçitlerini veya denizlerini birer adım yaptı, Hazret-i Âdem, Mekke'ye varıncaya kadar her adım attığı yer mamur ve bereketli oldu. Daha önce Hazret-i Âdem işlediği hata sebebiyle çok üzülmüş ve ağlamıştı. Hatta melekler bile onun bu haline üzülüp ağlamışlardı. Allah ona Cennet çardaklarından birini Mekke'ye Kâbe'nin bulunduğu yere yerleştirdi.

O zaman Kâbe henüz orada değildi. Bu çardak Cennetin kırmızı yakutlarından yapılmıştı. Çardakta altından üç kandil vardı ve bu kandillerin ışığı Cennet nurundandı. O zaman bu çardakla beraber Rükün de inmişti. O zaman Rükün, Cennetin ortasında beyaz bir yakuttu. Hazret-i Âdem'in üzerinde oturduğı bir kürsüsü vardı. Hazret-i Âdem Mekke'ye gelince Allah onu ve Mekke'yi meleklerle korudu. Melekler, Mekke'yi yeryüzü sakinlerine karşı koruyorlardı. O zaman yeryüzünün sakinleri cinler ve şeytanlardı ve onların Cennet'ten herhangi bir şeye bakmaları yasaktı. Çünkü Cennet'ten bir şey görene o gördüğü şey vacip olurdu. O zaman yeryüzü temiz, güzel, kirlenmemiş, üzerinde kan dökülmemiş ve günah işlenmemişti. Bu sebeple Allah orayı melekler için mesken yapıp onları gökyüzünde tesbih ettikleri gibi yeryüzünde de tesbih edenler yaptı. Şu âyet buna işaret etmektedir:

“Gece ve gündüz, bıkmadan tesbih ederler." Melekler, Harem'in nişanlarının yanında bir saf halinde durmuşlardı. Hill arkalarında, Harem'in tamamı ise önlerindeydi. Hiçbir cin veya şeytan onları geçip Harem'e giremezdi. Meleklerin orada durması sebebiyle Harem şimdiye kadar kutsal kabul edilmiş ve sınır işaretleri olarak ta meleklerin durduğu yerler kabul edilmiştir. Allah, Havva'ya, Cennette işlediği hata sebebiyle Harem'e girmeyi ve Hazret-i Âdem'in çardağına bakmayı yasaklamıştı. Havva vefat edene kadar kendisine yasaklanan bu şeylere bakmadı. Hazret-i Âdem herhangi bir gece onunla çocuk yapmak için buluşmak istediğinde harem bölgesinin dışına çıkar onunla öyle buluşurdu. Hazret-i Âdem vefat edene kadar çardağı orada durmuştur. Âdem vefat edince Allah çardağı semaya çekmiştir. Sonra Âdemoğulları onun yerine çamurdan ve taştan bir ev yapmışlardır. Bu ev Hazret-i Nûh zamanına kadar vardı. Tufan olunca sular evi yok etti ve yerini kimse bilmez oldu. Allah, Hazret-i İbrâhim'i gönderince Hazret-i Âdem'in çocuklarının çardağın yerine yaptıkları evin temellerini araştırdı ve temelleri bulana kadar toprağı kazdı. Hazret-i İbrâhim temeli bulunca Allah evin yerini bir bulutla gölgeledi. Bu bulut Hazret-i İbrâhim temelleri yükseltinceye kadar evin üzerinde gölge etmeye devam etti ve temeller yükselince bulut gitti. Şu âyet:

“Hani İbrâhim'e Beytullah'ın yerini gösterdik..." Hazret-i İbrâhim'e gölge ederek Kâbe'nin yerini gösteren buluta işaret etmektedir. Allah'a hamd olsun ki bu ev, Hazret-i İbrâhim'in inşa ettiği zamandan bu yana hâlâ mâmur olarak durmaktadır. Vehb b. Münebbih der ki:

“Kâbe'den bahseden eski kitaplardan birinde şöyle okudum:

“Allah yeryüzüne gönderdiği her meleğe Kâbe'yi ziyaret etmesini emretmiştir. Melek Arş'ın yanından ihrama girerek iner ve Haceru'l-Esved'i istilam eder, sonra yedi şavt tavaf eder, Kâbe'nin içinde iki rekat namaz kılar ve sonra semaya yükselir."

el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de, Vehb b. Münebbih'in:

“Allah bir meleği veya bulutu bir yere gönderdiği zaman, bunlar mutlaka Kâbe'ye uğrayıp tavaf ettikten sonra emredildikleri yere giderler" dediğini bildirir.

Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Amr b. el-Âs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Âdem ve Havva'ya Cibril'i gönderip: «Benim için bir ev yapın» buyurdu. Cibrîl onlara evin nereye yapacağını çizerek işaret edince Hazret-i Âdem kazmaya, Havva da toprağı taşımaya başladı. Suya ulaşınca altından: «Yeter ey Âdem!» diye seslenildi. Hazret-i Âdem evi yapınca Allah ona evi tavaf etmesini emretti ve Âdem'e: «Sen insanların ilkisin, bu da ilk evdir» denildi. Sonra nesiller geçti ve Hazret-i Nûh evi ziyaret etti. Sonra nesiller geçti ve Hazret-i İbrâhim onu temellerinden bir daha inşa etti. "

İbn İshâk, el-Ezrakî ve Beyhakî, Delâil'de bildiriyor: Urve der ki:

“Kâbe'yi, Hûd ve Sâlih dışında ziyaret etmeyen hiçbir peygamber yoktur. Hazret-i Nûh da Kâbe'yi ziyaret etmiştir. Tufan olduğu zaman yeryüzünün diğer bölgeleri gibi Kâbe de bundan etkilenmişti. Kâbe kırmızı bir tepe şeklindeydi. Allah Hazret-i Hûd'u gönderdiği zaman Hazret-i Hûd kavmiyle meşgul oldu ve Kâbe'yi ziyaret edemeden vefat etti. Sonra Allah, Hazret-i Sâlih'i gönderdi, o da kavmiyle meşgul oldu ve Kâbe'yi ziyaret edemeden vefat etti. Allah, evi Hazret-i İbrâhim'e inşa ettirdiği zaman, Hazret-i İbrâhim onu ziyaret etti ve ondan sonra hac etmeyen peygamber kalmadı."

Ahmed, Zühd'de, Mücâhid'in:

“Kâbe'yi yetmiş peygamber ziyaret etmiştir. Bunlar arasında, üzerinde pamuktan yapılmış kısa iki tane aba olan Hazret-i Mûsa ve:

“Ey sıkıntıyı gideren buyur!" diyen, Hazret-i Yûnus da vardır" dediğini bildirir.

el-Ezrakî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Asâkir bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten yeryüzüne indirdiği zaman, başı gökte ayakları ise yerdeydi. Melekler ondan korkunca Allah onun boyunu altmış arşına kadar düşürdü. Hazret-i Âdem meleklerin sesini ve tesbihlerini duyamayınca: «Ey Rabbim! Neden meleklerin sesini duyamıyorum ve onlarla konuşamıyorum» diye sordu. Yüce Allah: «Bu, işlediğin hata sebebiyledir. Git, benim için bir ev yap ve meleklerin, Arş'ımın etrafında yaptığını gördüğün gibi sen de o evi tavaf et, onun etrafında beni zikret» buyurdu. Hazret-i Âdem yürümeye başlayınca yeryüzü kendisine dürüldü. Allah ondaki geçitleri ve denizleri onun için bir adımlık mesafe yaptı. Hazret-i Âdem'in bastığı yerler mâmur ve bereketli oldu. Mekke'ye varıp Kâbe'yi inşa etti. Cibrîl kanismiyle yere vurdu ve yerin yedi kat altına kadar giden bir temel ve en alttaki yedinci arzın üzerinde sapasağlam duran bir temel ortaya çıktı. Melekler ona kayaları getirip bıraktı. Bir tanesini otuz kişi dahi kaldıramazdı. Hazret-i Âdem, Kâbe'yi beş dağdan taşınan taşlarla yaptı. Bu dağlar: Lübnan dağı, Zeytâ dağı, Sina dağı, Cûdi dağı ve Hira dağı. Kâbe yapılınca onu ilk tavaf eden ve namaz kılan kişi Hazret-i Âdem'dir. Allah, gazap olarak verilen tufanı gönderince, tufanın gittiği yere Hazret-i Âdem'in de kokusu gitti. Tufan, Sind ve Hind diyarına yaklaşmadı. Tufan, Kâbe'nin yerini de yok etmişti. Sonunda Allah Hazret-i İbrâhim'i ve İsmâil'i gönderdi ve ikisi Kâbe'yi inşa ettiler. Daha sonra Kureyşliler tekrar inşa ettiler. Kâbe, el-Beytu'l-Mâmûr'un hizasındadır. Eğer el-Beytu'l-Mâmûr düşecek olsa Kâbe'nin üzerine düşerdi."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Allah, Hazret-i Âdem'i yeryüzüne indirdiği zaman Kâbe'nin bulunduğu yere indirdi. Hazret-i Âdem, yeryüzüne indirildiği zaman (dalgalarda sallanan) gemi gibi titriyordu. Sonra beyazlığından dolayı parlayan Haceru'l-Esved'i indirdi. Hazret-i Âdem, yalnızlığını gidermek için onu yanına aldı. Sonra Allah Hazret-i Âdem'e asa'yı indirdi ve Hazret-i Âdem'e:

“Yürü ey Âdem!" denildi. Hazret-i Âdem yürüyünce Hind ve Sind diyarına geldi ve orada bir müdet kaldı. Sonra Rükn'ü özleyince kendisine:

“Hac yap!" denildi. Hazret-i Âdem hac yapınca melekler kendisini karşılayıp:

“Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ebân der ki:

“Kâbe, tek parça bir yakut veya inci olarak indirildi."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs:

“Kâbe, kırmızı bir yakuttu. Onun yeşil zümrüt olduğu da söylenir" dedi.

el-Ezrakî, Atâ b. Ebî Rabâh'ın şöyle dediğini bildirir: İbnu'z-Zübeyr, Kâbe'yi inşa edeceği zaman işçilere, temele kadar yıkmalarını emretti. Temele indiklerinde gebe deve büyüklüğünde kayalar çıktı. İbnu'z-Zübeyr:

“Daha kazın" deyince daha derine indiler ve ateş gibi bir havayla karşılaştılar. İbnu'z-Zübeyr:

“Ne oldu?" diye sorunca, işçiler:

“Daha fazla kazamayız. Büyük bir şey gördük" cevabını verdiler. Bunun üzerine İbnu'z-Zübeyr:

“Kazdığınız temeller üzerine inşa etmeye başlayın" dedi. Atâ der ki:

“İnsanlar o kayaların, Hazret-i Âdem'in Kâbe'yi inşa ederken koyduğu taşlar olduğu görüşündedir."

el-Ezrakî, Ubeydullah b. Ebî Ziyâd'dan bildirir: Allah, Hazret-i Âdem'i Cennetten yeryüzüne indirdiği zaman:

“Ey Âdem! Benim için, Semadaki evim hizasında bir ev yap. Meleklerin Arş'ımın etrafında ibadet ettikleri gibi sen ve çocukların onun etrafında ibadet edersiniz" buyurdu. Melekler yeryüzüne indi ve Hazret-i Âdem, yerin yedinci katına yetişinceye kadar temel kazdı. Temeller yeryüzünün seviyesine doluncaya kadar melekler onları kayalarla doldurdular. Hazret-i Âdem yeryüzüne, yakuttan ve içi boş olan dört beyaz rükünle inmişti. Hazret-i Âdem, bunları temele koydu ve bu rükünler Hazret-i Nûh zamanındaki tufana kadar orada kaldılar.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Sâc der ki: Bana anlatıldığına göre Hazret-i Âdem yola çıkıp Mekke'ye varınca, Kâbe'yi inşa etti ve bitirince:

“Ey Rabbim! Her işçinin bir ücreti vardır. Benim de ücretim var mı?" diye sordu. Yüce Allah:

“Evet! Benden iste" buyurunca, Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Beni çıkardığın yere (Cennete) iade et" dedi. Yüce Allah:

“Evet, bu isteğin olacaktır" buyurunca, Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Zürriyetimden bu evi ziyaret için yola çıkan ve benim günahımı itiraf ettiğim gibi günahlarını itiraf edenleri de bağışla" dedi, Allah:

“Evet, bu isteğin olacaktır" buyurdu.

el-Ezrakî ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Muhammed b. Ka'b'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem, gökyüzünden indirildiği zaman yaptığı ilk şey Kâbe'yi tavaf etmekti. Melekler onu karşılayıp:

“Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler."

el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'ın şöyle dediğini bildirir: Saîd'in söylediğine göre Hazret-i Âdem, yürüyerek yetmiş defa hac yaptı. Melekler de onu Mâzemîn'dekarşılayıp:

“Allah hacını kabul etsin ey Âdem! Biz senden bin yıl önce burada hac yapmıştık" dediler.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mukâtil, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! İşlediğim günahı biliyorum, ama Nûrundan, kendisine (yönelip de) ibadet edilen hiçbir şey göremiyorum" deyince, Allah, ona Kâbe'nin genişliğinde olan Beytu'l-Mâmûr'u indirdi. Onun yeri Cennet yakutlarından, boyu ise gökle yer arası kadardır. Allah Hazret-i Adem'e onun etrafında tavaf yapmasını emretti ve böylece Hazret-i Âdem'in üzüntüsünü giderdi. Sonra bu ev, Hazret-i Nûh zamanında semaya çekildi. "

el-Ezrakî, İbn Cüreyc kanalıyla Mücâhid'den bildiriyor: Bana anlatıldığına göre Allah gökleri ve yeri yarattığı zaman, yeryüzüne ilk koyduğu şey Beytu'l- Harâm'dır. O zaman Beytu'l-Harâm içi boş kırmızı yakuttandı ve iki kapısı vardı. Kapıların biri doğuda, diğeri ise batı tarafındaydı. Allah Kâbe'yi Beytu'l- Mâmûr'un karşısına yapmıştı. Tufan olduğu zaman Kâbe iki ipek kumaş içerisinde semaya çekildi ve kıyamet gününe kadar orada kalacaktır. Allah Rüknü, Ebû Kubeys dağına koydu." İbn Abbâs der ki:

“Kâbe altındandı ve tufan olduğu zaman semaya çekildi." İbn Cüreyc ise, Cuveybir'in:

“Beytu'l- Mâmûr Mekke'deydi ve tufan zamanı gökyüzüne çekildi. Şimdi oradadır" dediğini bildirir.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Urve b. ez-Zübeyr der ki: Öğrendiğime göre Allah, Kâbe'yi, tavaf yapması ve yanında ibadet etmesi Hazret-i Âdem'e, tavaf yapması ve yanında ibadet etmesi için koymuştur. Hazret-i Nûh da tufandan önce Kâbe'ye gelip hac yapmıştı. Tufan olup Hazret-i Nûh'un kavmi helak olunca, yeryüzünün uğradığı akibete Kâbe de uğramıştı. Tufandan sonra Kâbe'nin yeri kırmızı bir tepe şeklindeydi ve yeri belliydi. Allah, Hazret-i Hûd'u, Âd kavmine peygamber olarak gönderdiğinde, Hud, kavmiyle olan meşguliyetinden dolayı hac etmeden vefat etti. Sonra Allah, Hazret-i Sâlih'i, Semûd kavmine gönderdi. Hazret-i Sâlih te kavmiyle meşgul olduğundan hac etmeden vefat etti. Sonra Allah, Kâbe'yi Hazret-i İbrâhim'e yerini gösterdi. Hazret-i İbrâhim hac yaptı ve kendisine hac menâsiki öğretilip insanları hac için davet etmesi söylendi. Sonra Hazret-i İbrâhîm'den sonra gelen bütün peygamberler Kâbe'yi ziyaret edip hac ettiler.

el-Ezrakî, Ebû Kılâbe'den bildiriyor: Yüce Allah, Hazret-i Âdem'e:

“Seninle beraber evimi de indireceğim ve Arş'ımın etrafında tavaf yapıldığı ve namaz kılındığı gibi onun da etrafında tavaf yapılacak ve namaz kılınacaktır" buyurdu. Kâbe, tufan oluncaya kadar yeryüzünde kaldı ve tufan olunca semaya çekildi. Sonra yeri Hz İbrâhim'e gösterildi ve İbrâhim onu beş dağdan getirdiği taşlarla inşa etti. Bu dağlar: Hira, Sebîr, Lübnân, Tûr ve Ahmar dağlarıdır.

el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Ma'mer der ki:

“Hazret-i Nûh'un gemisi Kâbe'nin etrafında yedi defa döndü ve Allah, Nûh kavmini tufanla helak ettiği zaman Kâbe'yi semaya çekip sadece temeli yeryüzünde kaldı. Allah onun yerini Hazret-i ibrâhim'e gösterdi ve İbrâhim onu inşa etti. "ibrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyeti buna işaret etmektedir. Allah, (Nuh tufanında) Rükn'ü, Ebû Kubeys dağına koydu. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken, Ebû Kubeys dağı ona seslenerek:

“Ey İbrâhim! Bu, rükündür" dedi. Hazret-i İbrâhim Ebû Kubeys dağına gidip kazarak Rükn'ü çıkardı ve Kâbe'deki yerine yerleştirdi.

el-lsbehânî, Terğîb'de ve İbn Asâkir, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah, Hazret-i Âdem'e:

“Ey Âdemi Sana bir şey olmadan önce bu evi ziyaret et" diye vahyetti. Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Bana ne olabilir ki?" diye sorunca ise Yüce Allah:

“Bilmediğin bir şey yani ölüm" cevabını verdi. Hazret-i Âdem:

“Ölüm nedir?" diye sorunca, Allah:

“İleride onu tadacaksın" buyurdu. Hazret-i Âdem:

“Ailemi, kime bırakayım?" diye sorunca, Allah:

“Bunu, göklere, yere, dağlara" arzet" buyurdu. Hazret-i Âdem ailesini göklere emanet etmeyi teklif edince, gökler kabul etmedi. Yeryüzüne teklif edince o da kabul etmedi. Dağlara aynı şeyi teklif edince, dağlar da bu teklifi reddetti. Ailesinin sorumluluğunu yüklenmeyi, kardeşini öldüren oğlu kabul etti. Hazret-i Âdem, hac için Hindistan'dan yola çıktı ve nerede konaklayıp yiyip içtiyse orası daha sonra mamur ve meskûn olunan yer oldu. Mekke'ye geldiğinde melekler kendisini Bathâ'da karşıladılar ve:

“Allah'ın selamı üzerine olsun ey Âdem! Allah haccını kabul etsin. Biz bu evi senden iki bin yıl önce haccettik" dediler." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu:

“O zaman Kabe, içi boş olan kırmızı yakuttandı ve iki kapısı vardı. Kâbe'yi tavaf edenler, onun içindekileri görürlerdi, Kâbe'nin içindekiler de tavaf edenleri görürlerdi. Hazret-i Âdem hac vazifesini bitirince Allah, ona:

“Ey Âdem! Haccını yerine getirdin mi?" diye vahyetti. Hazret-i Âdem:

“Evet ey Rabbim!" cevabını verince, Yüce Allah:

“Bana istediğini söyle, istediğin verilecektir" buyurdu. Hazret-i Âdem:

“Benim ve çocuklarımın günahını bağışlamanı istiyorum" deyince, Yüce Allah:

“Ey Âdem! Senin günahını, henüz işlediğin zaman affettik. Çocuklarının günahına gelince, Beni bilip iman eden, peygamberlerimi ve Kitabımı tasdik edenlerin günahlarını bağışladık" buyurdu."

İbn Huzeyme, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Deylemî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hazret-i Âdem, Hindistan'dan, yaya olarak ve hiçbir şeye binmeden Kâbe'ye bin defa gelmiştir. Bunlardan üç yüzü hac için, yedi yüzü ise umre içindir. Hazret-i Âdem, ilk baççında Arafât'ta dururken Cibrîl gelerek:

“Ey Âdem! Allah haccını kabul etsin. Biz bu evi, sen yaratılmadan elli bin yıl önce tavaf ettik" dedi."

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Kâbe'yi ilk olarak melekler tavaf etti. Hicr ile Rüknu'l-Yemânî arasında peygamberlerin mezarları vardır. Bir peygambere kavmi eziyet ettiği zaman onlardan ayrılır ve ölene kadar Kâbe'de Allah'a ibadet ederdi."

el-Ezrakî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem yeryüzüne indirildiği zaman, dünyanın genişliğini gördü ve onda kendisinden başka kimseyi göremeyince yalnızlık çekip:

“Ey Rabbim! Burada, benden başka Seni tesbih edecek ve yüceltecek kimse yok mu?" diye sordu. Yüce Allah ona şöyle cevap verdi:

“Yeryüzünde, senin zürriyetinden, Beni hamd ile tesbih edecek ve yüceltecek kimseleri yaratacağım. Onda Beni zikretmek için inşa edecekleri evler yapacağım. Bu evlerde kullarım Beni tesbih edecekler. Sana Kendim için seçtiğim bir evi göstereceğim. O evi ismimle bütün dünyadaki evlerden üstün tutacağım ve o eve benim evim adını vereceğim. Onu azametimle tanzim edecek, hürmetimle kuşatacağım. Bu evde beni zikretmeyi, bütün evlerdeki zikirlerden daha üstün tutacağım. Bu evi, Kendim için seçtiğim mübarek bir yerde koyacağım. Bu evin yerini, yerleri ve gökleri yarattığım zaman seçtim. Gökleri ve yerleri yaratmadan önce burası benim istediğim, şimdi ise diğer evlerden kendime seçtiğimdir. Ben o evde ikamet etmeyeceğim, zaten Ben evlerde ikamet etmekten münezzehim ve hiçbir ev beni taşıyamaz. O evi sen ve senden sonrakiler için harem ve emniyet yeri yapacağım. Onun hürmetiyle, onun üstünü ve altını da harem kılacağım. Kim Benim hürmetime onu kutsal sayarsa Beni ta'zîm etmiş olur. Kim onda haram olan şeyleri helal sayarsa Bana saygısızlık yapmış olur. Kim ailesini oraya teslim ederse, Benim güvencem altında olur. Onları korkutan, bana verdiği ahdi bozmuş olur. Beyt'ime saygı gösteren, gözümde büyür. Onu önemsemeyen ise gözümde küçülür. Her kralın bir korusu vardır. Mekke'nin ortası da Kendim için korumaya aldığım yerdir. Ben oraya Bekke adını verdim. Onun ehli, benim ve evimin komşularıdır. Onu imar edenler ve ziyaret edenler, Benim misafirimdir ve Benim korumam altındadır. Bu beyti insanlar için yapılan ilk ev kıldım ve onu sema ve yer ehline inşa ettirdim. İnsanlar ona saçları başları toz içinde topluluklar halinde, her bineğin üzerinde uzaktan yakından gelirler. Yüksek sesle tekbir getirip telbiyelerle yeri göğü inletirler. Sadece benim rızam için gelip umre yapan beni ziyaret etmiş, misafirim olmuş ve yanımda konaklamış olur. Benim de cömertliğimle bu kişiye ikramda bulunmam haktır. Cömert olanın, misafirlerine ikramda bulunması ve her ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermesi haktır. Ey Âdem! Sen sağken onu imar edersin. Senden sonra gelen nesiller, peygamberler, ümmet ümmet, nesil nesil onu imar edecekler. Sonunda, çocuklarından bir peygamber olan ve adına Muhammed denilen son peygamberi, onu imar edenler, orada ikamet edenler, himaye edenler ve ziyaretçilerinin sorumluluğunu yüklenenlerden yapacağım. Bu kişi hayatta olduğu müddetçe orada Benim eminim olacaktır. Vefat ettiği zaman, kendisine çok sevap ve yüksek Makamlar verdiğimi görecek. O evin adını, zikrini, şerefini ve mehdini çocuklarından bir peygamber olan ve son peygamberden önce gelen ve onun atası olan Hazret-i İbrâhim'e nisbet edeceğim. Evi onun eliyle inşa edeceğim, sikâyeyi ona verecek ve evin etrafındaki harem bölgenin sınırlarını ona göstereceğim. Ona haccın menasikini öğretecek ve tek başına onu, Bana boyun eğen, emrimi yerine getiren ve Benim yoluma davet eden bir ümmet yapacağım. Onu doğru yola yönelteceğim. Onu imtihan ettiğimde sabredecek, beladan kurtardığımda ise şükredecektir. Emrettiğimde yapacak, Bana adakta bulunduğunda adağını yerine getirecek, söz verdiğinde sözünde duracaktır. Ben de onun, kendisinden sonra gelecek çocukları için yaptığı duasını kabul edecek ve kendisini olara şefaatçi kılacağım. Onun çocuklarını, bidatler çıkarıp dinin hükümlerini değiştirene kadar bu evin ehli, oradakilere su vermekten sorumlu, ziyaretçilere hizmet eden ve evin bekçiliğini yapan kişiler yapacağım. Onlar bidatler çıkarıp dinin hükümlerini değiştirince, Benim de onların yerine başkalarını getirmeye hakkıyla gücüm yeter. İbrâhim'i o evin imamı ve o şeriatın sahibi yapacağım. O yerlere gelenler kendisine uyacak ve onun tavaf ettiği yeri tavaf edecekler, onun hac yaptığı şekilde hac yapacaklar. İbrâhim'in yaptığı gibi hac yapanların haccı kabul edilecek ve sevaba kavuşacak, onun yaptığı gibi yapmayanlar ise hac yapmamış olacak, sevaptan mahrum kalacak ve adağını yerine getirmemiş olacaktır. O gün o yerlerde benim nerede olduğumu soranlar bilsinler ki Ben oradaki saçı başı toz içinde olan, hac vazifesinin gereklerini yerine getiren, onların açıkladıklarını da gizlediklerini de bilen Rablerine yönelen toplulukla beraberim."

el-Cenedî, İkrime ile Vehb b. Münebbih'ten, onlar da İbn Abbâs'tan merfu olarak aynı hadisi nakletmiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Enes b. Mâlik'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Âdem zamanında Kâbe'nin yüksekliği bir karıştı. Hazret-i Âdem'den önce melekler onu ziyaret ederlerdi. Sonra Hazret-i Âdem, Kâbe'yi ziyaret edince melekler onu karşıladılar ve:

“Ey Âdem! Nereden geliyorsun?" diye sordular. Hazret-i Âdem:

“Hac yaptım" cevabını verince, melekler:

“Melekler, senden iki bin yıl önce Kâbe'yi ziyaret edip hac yaptılar" dedi."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ der ki: Hazret-i Âdem Hindistan'a indirildiğinde:

“Ey Rabbim! Neden, Cennette olduğu gibi meleklerin sesini duyamıyorum?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Günahın sebebiyle ey Âdem. Git ve Benim için bir ev yaparak meleklerin tavaf ettiğini gördüğün gibi sen de tavaf et" buyurdu. Hazret-i Âdem Mekke'ye gidip Kâbe'yi inşa etti. Hazret-i Âdem'in bastığı her yer köy, nehir ve binalarla doldu. Adımlarının arası ise geçit oldu. Hazret-i Âdem Hindistan'dan hac yapmak için kırk yıl Mekke'ye gidip geldi.

Beyhakî, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor:

“Allah, Hazret-i Âdem'in tövbesini kabul ettiği ve Mekke'ye gitmesini emrettiği zaman, Hazret-i Âdem için yeryüzü dürüldü. Hazret-i Âdem Mekke'ye varınca melekler kendisini Ebtah'ta karşıladılar ve onu selamlayıp:

“Ey Âdem! Bizi de seni bekliyorduk. Allah haccını kabul etsin. Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Allah Cibrîl'e emretti ve Cibrîl, Hazret-i Âdem'e haccın menasikini ve haccın yapıldığı yerleri gösterdi. Onu alıp Arafat'ta, Müzdelife'de, Minâ'da ve cemrelerin atıldığı yerde durdurdu. Allah, Hazret-i Âdem'e namazı, zekatı, orucu ve cünüplükten dolayı gusletmeyi emretti. Hazret-i Âdem zamanında Kâbe, Cennetten getirilen ve yıldızlar gibi ışık saçan kırmızı bir yakuttandı. Onun doğuda ve batıda olmak üzere saf Cennet altınından iki kapısı, ışık saçan üç kandili vardı. Kapısı Cennetten olan beyaz yakutlarla süslenmişti. O zaman Rükün de Cennetten gelmiş beyaz yakuttandı. Bu durum Hazret-i Nûh zamanındaki tufana kadar böyle devam etti. Tufan olduğunda Kâbe çekilip Arş'ın altına konuldu ve yeryüzü bin yıl harabe bir şekilde kaldı. Hazret-i İbrâhim zamanında Allah kendisine Kâbe'yi inşa etmesini emretti. Şanı yüce Allah başı bulunan, insan yüzü gibi yüzü olan ve konuşan bir bulut gönderdi. Buluttaki bu baş:

“Ey İbrâhim! Gölgem kadar bir yere Kâbe'yi yap. Yaptığın gölgemden ne büyük, ne de küçük olsun" dedi. Hazret-i İbrâhim bulutun gölgesi kadar bir yere oğlu İsmâil ile beraber Kâbe'yi inşa etti ve tavanını yapmadı. İnsanlar Kâbe'nin içine süslerini ve eşyalarını atarlardı. Kâbe'nin içi dolmak üzereyken beş kişi içindekileri çalmak istediler ve dört kişi birer köşede durup beşincisi girmek için davrandı, ama başaşağı düşüp öldü. O zaman Allah, başı ve kuyruğu siyah olan beyaz bir yılan gönderdi. Bu yılan beş yüz yıl Kâbe'yi korudu ve Kâbe'ye (kötü niyetle) yaklaşanı öldürdü. Bu durum, Kureyş'in Kâbe'yi tekrar inşa etmesine kadar böyle devam etti."

el-Ezrakî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ der ki: Ömer b. el-Hattâb Ka'b(u'l-ahbâr)'a:

“Bana Kâbe hakkında bilgi ver" deyince, Ka'b şöyle cevap verdi:

“Allah, bu evi, Hazret-i Âdem ile içi boş bir yakut olarak indirdi ve:

“Ey Âdem! Bu Benim evimdir. Meleklerin, Arş'ımın etrafında tavaf yapıp namaz kıldıklarını gördüğün gibi sen de bunun etrafında tavaf yapıp namaz kıl" buyurdu. Hazret-i Âdem ile beraber melekler de inip temellerini taşla yükselttiler ve Kâbe bu temeller üzerine konuldu. Allah, Nûh kavmine tufanı gönderdiği zaman onu semaya çekti ve yerde sadece temelleri kaldı."

Beyhakî, Atâ b. Ebî Rabâh tarikiyle, Ka'bu'l-Ahbâr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Kâbe, Rabbine şikâyette bulunup ağlayarak: «Ey Rabbim! Ziyaretçilerim azaldı ve insanlar benden uzaklaştı» deyince, Yüce Allah, ona: «Sana öyle bir güzellik vereceğim ve öyle ziyaretçiler göndereceğim ki, tıpkı güvercinin yumurtalarına olan şefkati gibi sana şefkat gösterecekler» buyurdu.

el-Ezrakî ve Beyhakî, Abdurrahman b. Sâbit kanalıyla, Abdullah b. Damra es-Selûlî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Makâm, Rükün, zemzem kuyusu ve Hicr arasında, hac için gelip orada vefat ederek defnedilen yetmiş yedi peygamberin mezarı vardır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Tubba', Kâbe'yi yıkmak için gelirken Kurâu'l-Ğamîm denilen yere ulaşınca Allah ona bir rüzgar gönderdi ve bu rüzgar ayağa kalkmak isteyeni devirdi. Rüzgar onları kımıldamayacak duruma getirince Tubba' âlimlerinden iki tanesini çağırdı ve:

“Bize gönderilen bu şey nedir?" diye sordu. Onlar:

“Söyleyeceğimiz şeyden sonra bize eman verecek misin?" karşılığını verince, Tubba':

“Tamam, emniyettesiniz" dedi. Bunun üzerine onlar:

“Sen, kendisine saldıracaklara karşı Allah tarafından korunan bir eve saldırıyorsun" dediler. Tubba:

“Bu rüzgârdan nasıl kurtulurum?" diye sorunca ise âlimler: Sadece iki elbiseyle kalıp:

“Buyur, buyur!" dersin, sonra bu eve girip tavaf edersin ve oradaki kimseyle savaşmazsın" dediler. Bunun üzerine Tubba':

“Eğer bunları yaparsam bu rüzgar gider mi?" diye sordu. Onlar:

“Evet" karşılığını verince Tubba ihrama girip telbiye getirdi." İbn Abbâs der ki:

“Tubba' böyle yapınca, karanlık gecenin aydınlanması gibi rüzgar da çekilip gitti."

Beyhakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye bakınca:

“Merhabe ey Kâbe! Sen ne büyüksün ve kudsiyetin ne büyüktür. Müminin Allah katındaki kudsiyyeti senden daha büyüktür" buyurdu.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'ye bakıp:

“Allah seni ne kadar üstün, hürmetli ve kudsî yapmış. Müminin Allah katındaki kudsiyeti ise, senden daha büyüktür" buyurdu.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Câbir'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman ona dönüp:

“Sen Haremsin. Sen ve senin kudsiyetin ne büyük, kokun ne güzeldir. Müminin Allah katındaki kudsiyeti senden daha büyüktür" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve el-Ezrakî, Mekhûl'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdiğinde Kâbe'yi görünce, ellerini kaldırıp:

“Allahım! Bu evin şerefini, yüceliğini, saygınlığını ve heybetini arttır. Hac ve umre yaparak evine hürmet ve ta'zimde bulunanların şerefini, saygınlığını ve iyiliğini de arttır" diye dua etti.

Şâfiî, el-Umm'da, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'yi gördüğünde ellerini kaldırır ve:

“Allahım! Bu evin şerefini, saygınlığını, yüceliğini ve heybetini arttır. Hac ve umre yaparak evine hürmet ve ta'zimde bulunanların şerefini, saygınlığını ve iyiliğini de arttır" diye dua ederdi.

Taberânîn'in M. el-Evsat'ta, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kabe'nin dili ve iki dudağı vardır. Kâbe, şikayette bulunup: «Ey Rabbim! Bana gelip ziyaret edenler azaldı» deyince, Yüce Allah: «Allah'tan korkan, Ona secde eden ve tıpkı bir güvercinin yumurtalarına şefkat göstermesi gibi sana şefkat gösteren insanlar yaratacağım» diye vahyetti."

el-Ezrakî'nin, el-Cezerî'den bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr veya Selmân el- Fârisî Kâbe'nin gölgesinde oturup şöyle dedi:

“Kâbe, etrafına dikilen putlar ve yanında çekilen fal okları sebebiyle Rabbine şikâyette bulununca, Yüce Allah ona:

“Bir nur indirecek ve beşer yaratacağım. Bunlar tıpkı bir güvercinin yumurtalarına şefkat göstermesi gibi sana şefkat gösterecekler ve kuşlar gibi sana doğru gelecekler" diye vahyetti." Bir kişi:

“Kâbe'nin dili var mı?" diye sorunca ise:

“Evet, iki kulağı ve iki dudağı da vardır" cevabını verdi.

el-Ezrakî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Cibrîl, beraberinde yeşil renkte ve üzerleri tozlu olan bir grupla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında durunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yanındakilerin üzerindeki bu tozlar da nedir?" diye sordu. Cibrîl:

“Kâbe'yi ziyaret ettim. Melekler Rükn'ün yanında izdiham oluşturdu. Bu gördüğün tozlar izdiham sırasında meleklerin kanatlarının çıkardığı tozdur" cevabını verdi.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Hazret-i Âdem hac edince:

“Ey Rabbim! Her amel edenin bir ecri vardır" dedi. Yüce Allah:

“Ey Âdem! Senin ecrin, günahını bağışlamamdır. Zürriyetin ise hac edip günahlarını itiraf ettikleri takdirde onların günahlarını da bağışlarım" buyurdu. Hazret-i Âdem hac yaptığı zaman melekler kendisini Redm'de karşılayıp:

“Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem:

“Evin etrafında dönerken ne diyorsunuz?" diye sorunca, melekler:

“Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür." diyoruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem de Kâbe'yi tavaf ederken aynı şeyi söylüyordu. Hazret-i Âdem, yedi hafta gece, beş hafta da gündüz tavaf ediyordu.

el-Ezrakî, el-Cenedî ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i Âdem hac yapıp Ev'i yedi şavt tavaf edince melekler ona tavaf ederken uğrayıp:

“Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz, senden iki bin yıl önce bu evde hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem:

“Evin etrafında dönerken ne diyorsunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyoruz" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem:

“Söylediklerinize: (.....) "Güç ve kuvvet Allah'a aittir" sözünü de ekleyin" deyince melekler tavaf yaparken Hazret-i Âdem'in dediğini de söylemeye başladılar. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ettikten sonra hac yapınca melekler tavaf anında ona uğrayıp selam verdiler. Hazret-i İbrâhim:

“Sizler tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler:

“Baban Âdem'den önce «Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür.» Diyorduk. Bunu kendisine söylediğimizde, bize: «Güç ve kuvvet Allah'a aittir» sözünü de ekleyin" dedi. Biz de onun dediği gibi yaptık" cevabını verdiler. Hazret-i İbrâhim:

“Söylediklerinize (.....) "Yüce ve büyük" sözünü de ekleyiniz" deyince, melekler onun dediği gibi yaptılar.

el-Cenedî ve Deylemî, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Âdem yeryüzüne indirilmeden önce Kâbe Cennet yakutlarından bir yakuttu. Onun biri doğuda, diğeri batıda olmak üzere yeşil zümrütten iki kapısı vardı. İçinde Cennet kandilleri vardır. Semadaki Beytu'l- Mâmür'u günde yetmiş bin melek ziyaret eder ve kıyamete kadar da bir daha geriye dönmezler. Beytu'l-Mâmür, Kâbe'nin üst hizasındadır. Yüce Allah, Hazret-i Âdem'i Kâbe'nin bulunduğu yere indirdiği zaman, Hazret-i Âdem korkudan (dalgalarda sallanan) gemi gibi titriyordu. Sonra ona beyaz bir inci gibi parlayan Haceru'l-Esved'i indirdi. Hazret-i Âdem, yalnızlığını gidermek için onu yanına aldı. Sonra Allah Âdemoğullarından ahid aldı; onu Haceru'l-Esved'e koydu. Sonra Hazret-i Âdem'e asayı indirdi ve:

“Ey Âdem! Adım at" diye emretti. Hazret-i Âdem adımını atınca kendini Hindistan'da buldu. Orada bir müddet kalıp Kâbe'yi özleyince kendisine:

“Ey Âdem! Hac ibadetini yap" denildi. Bunun üzerine Hazret-i Âdem hac etmek için yola çıktı ve bastığı her yer, köy, adımlarının arası ise geçit oldu. Mekke'ye yetişince melekler kendisini karşılayıp:

“Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Biz senden iki bin yıl önce hac yaptık" dediler. Hazret-i Âdem:

“Tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem, Kâbe'yi tavaf ederken bu sözleri söylüyordu. O, yedi hafta gece, üç hafta da gündüz tavaf ediyordu. Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Zürriyetimden, bu evi imar edecek kişiler yap" deyince, Allah:

“Onu, zürriyetinden ismi İbrâhim olan bir peygamber imar edecektir. Onu dost edineceğim ve Ev'i onun eliyle inşa edeceğim. Hac için gelenlerin su ihtiyacını karşılama gürevini ona vereceğim, harem sınırını kendisine gösterecek ve haccın menasikini ve yapıldığı yerleri kendisine öğreteceğim" diye vahyetti." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hazret-i Âdem:

“Ey Rabbim! Zürriyetimden hac edip Sana ortak koşmadan ölenleri Cennette benim yanıma koymanı istiyorum" deyince, Yüce Allah:

“Ey Âdem! Allah'a ortak koşmadan haremde öleni, kıyamet günü emniyet içinde diriltirim" buyurdu."

el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Hazret-i Âdem, Kâbe'yi tavaf edince melekler onu karşılayıp mâsafaha ederek selam verdiler ve:

“Allah haccını kabul etsin ey Âdem! Bu evi tavaf et. Biz, bu evi senden iki bin yıl önce tavaf ettik" dediler. Hazret-i Âdem:

“Tavaf yaparken ne diyordunuz?" diye sorunca, melekler: (.....) "Allah'ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Hamd, Allah'adır. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür" diyorduk" karşılığını verdiler. Hazret-i Âdem:

“Ben de, bu söylediklerinize:

“ (.....) "Güç ve kuvvet Allah'a aittir" sözünü ekleyeceğim" dedi."

el-Ezrakî bildiriyor: Mücâhid der ki:

“Kâbe'nin yeri tufandan sonra Hazret-i Nûh ve Hazret-i İbrâhim zamanı arasında belli değildi. Onun yeri kırmızı bir tepeydi ve seller oraya yetişemezdi; ancak insanlar evin o tepede olduğunu biliyordu; ama yerini tam olarak tesbit edemiyorlardı. Yeryüzünün değişik yerlerinden mazlumlar oraya gelip sığınıyor, sıkıntıda olanlar orada dua ediyordu. Orada dua edip duası kabul edilmeyen pek azdı. Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'nin yerini bildirinceye kadar insanlar o tepeyi ziyaret ettiler. Allah, Kâbe'nin imarını, dininin açıklanıp hac yerlerinin insanlar tarafından bilinmesini istediği zamana kadar, Hazret-i Âdem'in yeryüzüne indirilişinden Hazret-i İbrâhim zamanına kadar gelen her ümmet Kâbeye gerekli saygıyı gösterip orayı kutsal kabul etti. Daha önce melekler de Kâbe'yi ziyaret edip hac yapıyorlardı."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Sâc şöyle der: Bize bildirildiğine göre Hazret-i İbrâhim, semaya çıkarıldığı zaman, yeryüzünün doğusuna ve batısına bakıp Kâbe'nin yerini seçti, melekler. "Ey Allah'ın Halili! Allah'ın yeryüzündeki haremini seçtin" dediler. Sonra Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi yedi dağdan getirdiği taşlarla inşa etti. Beş dağdan olduğu da söylenmektedir, melekler, o dağlardan Hazret-i İbrâhim'e taşları getiriyorlardı.

el-Ezrakî, Mücâhid'den bildiriyor:

“Hazret-i İbrâhim, sekinet (bulut), göçeğen kuşu ve Şam'dan olan mülkle gelince, sekinet:

“Ey İbrâhim! Ev'i benim üzerime inşa et" dedi. Bu sebeple Kâbe'yi tavaf eden zorba bir kral olsun, kaba bir bedevi olsun orada sükûnet ve vakar içinde olur."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Bişr b. Âsim şöyle der:

“Hazret-i İbrâhim, yanında sekinet (bulut), mülk ve göçeğen kuşunu kılavuz olarak almış Ermenistan'dan dönmüş, tıpkı örümceğin evine sığındığı gibi Kâbe'ye sığındı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken ancak otuz kişinin kaldırabileceği bir kayayı kaldırdı. Sekinet:

“Kâbe'yi benim üzerime inşa et" dedi ve Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi onun üzerine inşa etti. Bu sebeple Kâbe'yi tavaf eden kaba bir bedevi olsun veya bir zorba olsun, orada onun sükûnet ve vakar içinde olduğunu görürsün."

el-Ezrakî bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib der ki: Hazret-i İbrâhim, yanında mülk, sekinet (bulut) ve göçeğen kuşunu kılavuz olarak almış, tıpkı örümceğin evine sığındığı gibi Kâbe'ye sığındı. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi inşa ederken ancak otuz kişinin kaldırabileceği deve büyüklüğünde kayalar çıktı. Sonra Allah ona:

“Kalk ve bana bir ev inşâ et!" diye vahyetti. Hazret-i İbrâhim:

Rabbi, nereye inşâ edeyim?" diye sorunca Allah dili olup konuşan bir bulut gönderdi ve:

“Ey İbrâhim! Rabbin sana bu bulutun ölçüsünü almanı emrediyor" dedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim buluta bakıp ölçüsünü aldı; işlem bitince bulut:

“Ey İbrâhim! Ölçüyü aldın mı?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Evet" cevabını verince, bulut (sekîne) yükseldi ve sağlam zemine oturan bir temel açıldı. İbrâhim de Ev'i bu temelin üstüne inşâ etti.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Kâtâde, "İbrâhim ve İsmâil, Kabe'nin temellerini yükseltiyordu..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bize bildirildiğine göre Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi beş dağdan getirdiği taşlarla inşa etti.

Bu dağlar: Tûr, Zeytâ, Lübnân, Cûdî ve Hira dağlarıdır. Temellerine konan taşların ise Hira dağından getirildiği bildirildi.

el-Ezrakî, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i İbrâhim'e Kâbe'yi inşa etmesi emredilince, onu örmeye başlayıp Haceru'l-Esved'in konacağı yere ulaşınca Hazret-i İsmâil'e:

“İnsanların oradan tavafa başlamaları için işaret olacak bir taş getir" dedi. Hazret-i İsmâil bir taş getirince Hazret-i İbrâhim onu kabul etmedi ve kendisine bu taş getirildi. Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil'e:

“Bu taşı, beni senin getireceğin taşa muhtaç bırakmayan getirdi" dedi.

el-Ezrakî ve Taberânî, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i İbrâhim'e, Haceru'l-Esved'i Cennetten getiren Cibril'dir ve taşı gördüğünüz yere koyan odur. Bu taş yerinde durduğu hayır üzeresiniz demektir. Gücünüz yettiğince ona sahip çıkınız. Cibrîl'in gelip bu taşı getirdiği yere tekrar götürmesi yakındır."

Tirmizî ve İbn Huzeyme'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haceru'l-Esved, sütten daha beyaz bir şekilde Cennetten inmiştir. İnsanların günahları onu karartmıştır" buyurdu.

Bezzâr, Enes'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haceru'l-Esved, Cennet taşlarındandır" buyurduğunu nakletmiştir.

el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Rükün Cennetten indirilmiştir. Eğer Cennetten olmasaydı yok olurdu."

el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Eğer, Rükn'e cahiliye pislikleri, zalimlerin ve günahkârların elleri değmemiş olsaydı, onun hürmetine her hastalıktan şifa istenirdi ve Allah'ın kendisini yarattığı günkü gibi beyaz kalırdı. İnsanlar Cennetin süsüne bakmasınlar diye Allah onun rengini değiştirmiştir. O, Cennetin beyaz yakutlanndandır. Allah, Hazret-i Âdem'i yeryüzüne henüz Kâbe yokken onun yerine indirdiği zaman Allah, Rüknü Hazret-i Âdem'le indirmiştir. O gün yeryüzü temizdi ve üzerinde henüz günah işlenmemiş, onu kirletecek kimse yoktu. Allah, Harem'i yeryüzündeki cinlerden korumaları için onun etrafında bir saf halinde melekler dizmişti. O gün yeryüzünün sakinleri cinlerdi ve Rükn Cennetten indiği için ona bakmaları caiz değildi. Çünkü Cennetten olan bir şeye bakan Cennete girerdi. Bugün o melekler hâlâ haremin sınırını çevirmiş onu korumaktadır. "

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah'ın Hazret-i Âdem'e yaptırdığı ev kırmızı yakuttandı ve biri doğuda diğeri batıda iki kapısı vardı. İçinde kandiller vardı ve bu kandillerin ışığı Cennet nurundandı. Kandiller altındandı ve Cennetin beyaz yakutlarıyla süslenmiş yıldız gibi parlıyordu. Rükün de o zaman bu yıldızlardandı. Allah, haremi korumaları için etrafına saf şeklinde melekler dizmişti. Çünkü Rükün, Cennettendi ve ona sadece Cennete girmeye hak kazanan bakabilirdi. Ona bakan da Cennete girerdi. Oraya Harem denmesinin sebebi, cinlerin ona yaklaşamamalarıdır. Allah, Hazret-i Âdem'e Kâbe'yi indirdiği zaman yeryüzü temizdi, üzerinde günah işlenmemişti ve onu pisletecek kimse yoktu. O zaman yeryüzünün sakinleri cinlerdi. "

el-Cenedî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Haceru'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etmeye yetişemeyip Haceru'l-Esved'i istilam eden Allah'a ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etmiş sayılır."

el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Haceru'l-Esved Allah'ın, kullarıyla tokalaştığı sağ elidir" dedi.

el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Yeryüzünde, Cennetten sadece Haceru'l-Esved ve Makam vardır. Onlar cennet mücevherlerindendir. Eğer şirk ehli onlara dokunmasaydı, Allah onlara dokunan her hastaya şifa verirdi."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki:

“Rükün indirildiği zaman gümüşten daha beyazdı. Eğer cahiliye pislikleri ona dokunmamış olsaydı, ona dokunan her hasta şifa bulurdu."

el-Ezrakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu taşı çokça istilam ediniz. Onu kaybetmeniz yakındır. İnsanlar bir gece onun etrafında tavaf ederken sabah bakacaklar ki Haceru'l-Esved yoktur. Allah, kıyamet gününden önce Cennetten indirdiği her şeyi tekrar Cennete iade edecektir" buyurmuştur.

el-Ezrakî bildiriyor: Yûsuf b. Mâhek der ki:

“Allah, İsrailoğulları için sofrayı bayram yaptığı gibi Rüknü bu kıble ehlinin bayramı yaptı. Haceru'l-Esved aranızda olduğu müddetçe hayır üzeresiniz demektir. Onu şimdi bulunduğu yere Cibrîl yerleştirmiştir."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki:

“Allah, kıyamet gününden önce insanların kalbinden Kur'ân'ı ve yeryüzünden Haceru'l-Esved'i kaldıracaktır."

el-Ezrakî, Mücâhid'in:

“Kur'ân kalplerinizden silinerek çekilip semaya çıkarıldığı ve Haceru'l-Esved'in yeryüzünden çekildiği zaman haliniz nice olur!" dediğini bildirir.

el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'dan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yeryüzünden ilk çekilecek şey Rükün, Kur'ân ve Peygamberi rüyada görmektir" buyurduğunu nakleder.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki:

“Bu evi ziyaret ediniz ve bu taşı selamlayınız. Vallahi! Bu taş ya yeryüzünden çekilecek veya semadan başına bir iş gelecektir. Eğer Cennetten iki taş indirildiyse ve bunlardan biri semaya çekildiyse, diğeri de çekilecektir. Eğer dediğim gibi olmazsa, kabrime uğrayan kişi: «Bu, yalancı olan Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın mezarıdır» desin."

Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Ömer'den bildiriyor: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Haceru'l-Esved'e dönüp onu istilam ettikten sonra onu öperek uzun süre ağladı. Sonra dönüp baktığında Hazret-i Ömer'in ağladığını gördü ve:

“Ey Ömer! İşte burada gözyaşı dökülür" buyurdu.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haceru'l-Esved, Cennet taşlarındandır. Yeryüzünde ondan başka Cennetten indirilen yoktur. O, billur gibi beyazdı. Eğer Cahiliye pislikleri ona dokunmamış olsaydı, ona dokunan her hasta şifa bulurdu" buyurdu.

Taberânî, İbn Ömer'den bildirir:

“Haceru'l-Esved, beyaz bir billur gibi semadan indirilip Ebû Kubeys dağına konmuştur. Orada kırk yıl kaldıktan sonra Hazret-i İbrâhîm'in yükselttiği temeller üzerine konmuştur."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İkrime der ki: Rükn, Cennet yakutlarından bir yakuttur ve sonunda Cennete dönecektir. İbn Abbâs:

“Eğer cahiliye elleri ona dokunmasaydı ona dokunan körler ve alaca hastalığına yakalananlar iyileşirdi, dedi"

el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Allah, Rükn ve Makâm'ı Hazret-i Âdem ile beraber indirmiştir. Hazret-i Âdem indirildiği gece, Rükn ve Makâm'ın şimdi bulunduğu yere inmiştir. Sabah olup uyandığında Rükn ve Makâm'ı görüp onları tanıyarak onları bağrına basıp yalnızlığını giderdi."

el-Ezrakî, Ubey b. Ka'b'dan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haceru'l- Esved'i semadan bir melek indirdi" dediğini bildirir.

el-Ezrakî, İbn Abbâs'ın:

“Allah, Haceru'l-Esved'i Çenetten, beyazlığından dolayı parlar bir şekilde indirdi. Hazret-i Âdem onu alıp bağrına basarak yalnızlığını giderdi" dediğini bildirir.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Hazret-i Âdem, Cennetten indiği zaman Haceru'l-Esved'i de koltuğunun altında indirmişti. Haceru'l- Esved o zaman Cennet yakutlarından bir yakuttu. Eğer Allah onun ışığını söndürmüş omasaydı ona kimse bakamazdı. Aynı zamanda Hazret-i Âdem yeryüzüne inerken beraberinde saban ve hurma ağacını indirmiştir."

el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Ubey b. Ka'b'a Haceru'l-Esved'i sorunca, Ka'b:

“Cennet mermerlerindendir" cevabını verdi.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Eğer hayız olan kadınlar ve cünüpler farkında olmadan Haceru'l-Esved'e dokunmasaydı, cüzamlı ve alaca hastalığı olan ona dokununca iyileşirdi."

el-Ezrakî bildiriyor: Amr b. Şuayb, babasından, dedesinin şöyle dediğini bildirir:

“Haceru'l-Esved süt gibi beyazdı ve boyu en uzun kişinin arşını kadardı. Onun siyah olmasının sebebi müşriklerdir. Müşrikler ona ellerini sürerlerdi. Eğer öyle olmasaydı, ona dokunan her hasta iyileşirdi."

el-Ezrakî, Osmân b. Sâc'dan bildirir: İbn Nubeyh el-Hacebî, annesinin şöyle dediğini söyledi: Babamın anlattığına göre o, Haceru'l-Esved'i yangından önce beyaz renkteyken gördü. Kişi ona baktığında kendini görüyordu." Osmân der ki: Züheyr bana şöyle dedi:

“Bana ulaştığına göre Haceru'l-Esved, Cennet yakutlarından bir çakıldır. Haceru'l-Esved, beyaz ve parlaktı. Onu müşriklerin pislikleri karartmıştır. Sonunda eskiden olduğu gibi beyaz olacaktır. Haceru'l-Esved, kıyamet günü Ebû Kubeys'in büyüklüğünde olacaktır. Onun iki gözü ve iki dudağı vardır. Ona, hak üzere istilamda bulunanları lehine, batıl üzere istilam edenlerin ise aleyhinde şahitlik yaparlar."

İbn Huzeyme, İbn Abbâs'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Haceru'l-Esved, Cennetin beyaz yakutlarından bir yakuttur. Onu müşriklerin günahları karartmıştır. Haceru'l-Esved kıyamet günü Uhud dağı büyüklüğünde gelecek ve dünya da onu istilam edip öpenlerin lehine şahitlik yapacaktır."

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, kıyamet günü Haceru'l-Esved'i, göreceği iki göz, konuşacağı dille haşredecek ve Haceru'l-Esved, onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî der ki:

“Rükn, Cennet taşlarındandır. Selmân'ın canı elinde olana yemin ederim ki; Haceru'l-Esved, kıyamet günü iki göz, dil ve iki dudağı olduğu halde gelecek ve onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir."

el-Ezrakî bildiriyor: İbn Abbâs der ki:

“Rükün, Allah'ın yeryüzündeki, onunla kullarıyla tokalaştığı sağ elidir. Canım elinde olana yemin ederim ki, Allah, onun yanında kendisinden bir şey isteyen kulun istediğini mutlaka verir."

İbn Mâce, Atâ b. Rabâh'tan bildirir: Atâ'ya, Haceru'l-Esved sorulunca, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini söyledi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona (Haceru'l-Esved'e) yönelen Rahmân'a yönelmiş demektir" buyurduğunu işittim."

Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu Haceru'l-Esved'in dili ve iki dudağı vardır. Kıyamet günü onu hak üzere istilam edenlere şahitlik edecektir" buyurduğunu nakleder.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's- Sifât'ta, Abdullah b. Amr'dan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Rükn Ebû Kubeys dağından daha büyük olarak gelir, onun dili ve iki dudağı vardır. Rükn halis niyetle onu istilam edenlerin lehinde konuşur. Rükn, Allah'ın yarattıklarıyla tokalaştığı sağ elidir. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu Haceru'l-Esved'i hayırlı şeylere şahit tutunuz. Çünkü bu, kıyamet günü şefaatçi olacak ve şefaati kabul edilecektir. Onun dili ve iki dudağı vardır ve kendisini istilam edenlerin lehine şahitlik edecektir" buyurdu.

el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib'in tarikiyle, Muhammed b. Sâbit'in şöyle dediğini bildirir:

“Rükn, Makâm, Zemzem arasında doksan dokuz peygamberin mezarı vardır. Hazret-i Hûd, Şuayb, Sâlih ve İsmâil'in mezarları da oradadır."

el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib'in tarikiyle, Muhammed b. Sâbit'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peygamberlerden herhangi birinin ümmeti helak olunca Mekke'ye gider ve orada yanındakilerle beraber vefat edinceye kadar ibadet ederdi. Hazret-i Nuh, Hûd, Sâlih ve Şuayb orada vefat etmiştir. Mezarları ise Zemzem ile Hicr arasındadır" buyurduğunu nakleder.

el-Ezrakî ve el-Cenedî, Atâ b. es-Sâib tarikiyle, Abdurrahman b. Sâbit'ten Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Mekke'de, kan döken, faizle iş yapan tacir, halkın içinde koğuruculukla dolaşan kimseler ikamet edemez. Yeryüzü Mekke'den döşenmeye başladı. Melekler Kâbe'yi tavaf ederlerdi ve Mekke, içinde tavaf edilen ilk yerdir. Yine Mekke, Yüce Allah'ın:

“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..." buyruğunda kasdettiği yerdir. Peygamberlerden herhangi birinin kavmi helak olduğu zaman o ve yanındaki salihler Mekke'ye sığınır, vefat edene kadar orada Allah'a ibadet ederlerdi. Hazret-i Nûh, Hûd, Şuayb ve Sâlih'in mezarları, Zemzem, Rükn ve Makâm arasındadır. "

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Hazret-i Mûsa, kırmızı bir deve üzerinde hac ederken Ravhâ'ya üzerinde pamuktan iki aba ile uğradı. Bunlardan birini izar, diğerini ise rida olarak kullanmıştı. Kâbe'yi tavaf ettikten sonra Safâ ile Merve arasında sa'y yaptı. Safâ ile Merve arasında telbiye getirip sa'yederken semadan bir sesin: «Buyur ey kulum! Ben seninleyim» diye seslendiğini duyunca hemen secdeye kapandı."

el-Ezrakî bildiriyor: Mukâtil der ki:

“Mescidu'l-Harâm'da, Zemzem ve Rükn arasında yetmiş peygamberin mezarı vardır. Hazret-i Hûd, Sâlih, İsmâil bunlardandır. Hazret-i Âdem, İbrâhim, İshâk, Yâkûb ve Yûsuf'un mezarları ise Beytu'l-Makdis'tedir."

el-Ezrakî ve el-Cenedî, İbn Abbâs'ın:

“Kâbe'ye bakmak imandandır" dediğini bildirir.

el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb:

“İnanarak ve tasdik ederek Kâbe'ye bakan, annesinden doğmuş gibi bütün günahlarından arınır" dedi.

el-Ezrakî ve el-Cenedî, Züheyr b. Muhammed tarikiyle, Ebu's-Sâib el- Medenî'nin şöyle dediğini bildirir:

“İnanarak ve tasdik ederek Kâbe'ye bakanın günahları, ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökülür. Tavaf edip namaz kılmasa da Mescidu'l-Haram'da oturup Kâbe'ye bakan kişi, evinde namaz kılıp Kâbe'ye bakmayan kişiden daha faziletlidir."

İbn Ebî Şeybe, el-Ezrakî, el-Cenedî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Atâ'nın:

“Kâbe'ye bakmak ibadettir. Kâbe'ye bakan, namaz kılan, oruç tutan ve Allah yolunda cihad eden gibidir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Tâvus:

“Kâbe'ye bakmak, devamlı oruç tutup namaz kılan ve Allah yolunda cihad edenin ibadetinden üstündür" dedi.

el-Ezrakî, el-Cenedî, İbn Adiyy, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve el-lsbehânî, et-Terğîb'de, İbn Abbâs'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her gün ve gecede Allah'ın yüz yirmi rahmeti bu eve inmektedir. Bunlardan altmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi ise Kâbe'yi seyredenlere" buyurduğunu nakleder.

el-Ezrakî, İbrâhim en-Nehaî'nin:

“Kâbe'ye bakan, başka yerde devamlı ibadet eden gibidir" dediğini bildirir.

İbn Ebî Şeybe ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kâbe'ye bakmak ibadettir" dedi.

el-Cenedî, İbn Mes'ûd'un:

“Kâbe yeryüzünden çekilip insanlar yerini unutmadan Kâbe'yi çokça tavaf ediniz" dediğini bildirir.

Bezzâr, Müsned'de, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim, İbn Ömer'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu Ev'den gereği gibi faydalanınız. Bu Ev iki defa yıkıldı, üçüncüsünde ise semaya çekilecektir" buyurduğunu nakleder.

el-Cenedî bildiriyor: Zührî der ki: Kıyamet günü yüce Allah, Kâbe'yi Beytu'l- Makdis'e kaldıracak. Kâbe, Medine'deki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mezarına uğrayıp: «Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!» diyecek. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi seninde üzerine oldun ey Allah'ın Kâbe'si! Ümmetimin hali nasıldır?" diye karşılık verecek. Kâbe:

“Ey Muhammed! Ümmetinden beni ziyaret için yola çıkanın durumuyla ben ilgileneceğim. Bana gelmek için yola çıkmayanların durumlarıyla ise sen ilgilen" diyecek.

Ebû Bekr el-Vâsıtî, Fadâil Beyti'l-Makdis'te, Hâlid b. Ma'dân'dan şöyle bildirir:

“Kâbe, (Beytu'l-Makdis'teki) kaya için gelin gibi süslenmedikçe kıyamet kopmaz. Bütün hac ve umre yapanlar ona asılacak ve kaya onu görünce: «Merhaba ey ziyaret eden ve ziyaret edilen!» diyecek."

Vâsıtî'nin bildirdiğine göre Ka'b der ki:

“Beytu'l-Harâm, Beytu'l-Makdis için süslenmedikçe kıyamet kopmaz. Onlar ehliyle beraber Cennete çekilecekler. Amellerin arzedilmesi ve hesap Beytu'l-Makdis'te olacaktır."

İbn Merdûye, el-lsbehânî, et-Terğîb'de ve Deylemî, Câbir'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kıyamet günü Kâbe mezarım için süslenir ve: «Allah'ın selamı üzerine olsun ey Muhammed!» der. Ben: «Allah'ın selamı senin de üzerine olsun ey Allah'ın Ev'i! Benden sonra ümmetim sana ne yaptı?» karşılığını veririm. Kâbe: «Ey Muhammed! Beni ziyaret edene ben yeterim ve ona şefaatçi olurum. Beni ziyaret etmeyene ise sen yetersin ve şefaatçi olursun» der. "

el-Ezrakî, İbn İshâk'tan bildirir: Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi inşa ederken, yüksekliğini dokuz, Rüknü'l-Esved'den (Hacerü'l- Esved'den), Hicr'in bulunduğu Rüknü'ş-Şâmî'ye kadar olan genişliğini otuz iki, Rüknü'ş- Şâmî'den Rüknü'l-Garbî'ye kadar olan genişliğini yirmi iki, Rüknü'l-Garbı ile Rüknü'l-Yemanî arasındaki genişliğini otuz bir, Rüknü'l-Esved ile Rüknü'l- Yemânî arasındaki Yemânî Tavanı'nı ise yirmi arşın yaptı. Küpe benzediği için ona Kâbe denmiştir. Hazret-i Âdem'in de Kâbe'yi inşa ederken esas aldığı ölçü budur. Hazret-i Âdem girişini zeminle aynı seviyede yaptı ve kapı yerleştirmedi. Tubba'a b. Esad el-Himyerî, ona kapı ve kilit koydu ve üzerini örtüyle kapattı, yanında kurban kesti. Hazret-i İbrâhim, Kâbe'nin yanına misvak ağacından bir gölgelik yaptı. Bu çardakta Hazret-i İsmâil'in koyunları kalıyordu. Hazret-i İbrâhim, girişin sağ tarafına depo mahiyetinde bir kuyu açtı. İnsanlar Kâbe'ye hediye olarak getirdikleri şeyleri onun içine attılar. Allah, tufan olduğu zaman Haceru'l-Esved'i Ebû Kubeys dağına koymuş ve dağa:

“Halilimin evimi inşa ettiğini gördüğün zaman onu çıkar ve kendisine getir" buyurdu. Kâbe inşa edilirken Cibrîl onu getirip yerine yerleştirdi ve Hazret-i İbrâhim onun üzerine duvarı yükseltti. Haceru'l-Esved o zaman beyazlığından dolayı ışık saçıyordu ve ışığı harem sınırlarına yetişiyordu. Şimdi onun çok siyah olmasının sebebi, cahiliye ve İslam zamanında defalarca yangına maruz kalmasıdır.

Mâlik, Şâfiî, Buhârî, Müslim ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Görmüyor musun kavmin Kâbe'yi inşa ettikleri zaman Hazret-i İbrâhim'in (aleyhi ve sellem) temellerini dışarıda bırakarak yapmışlar" buyurunca, ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sen Kâbe'yi Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhi ve sellem) yaptığı temeller üzerine tekrar yapmayacak mısın?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasaydı bunu yapardım" buyurdu. Abdullah b. Ömer şöyle der: Hazret-i Peygamber'in (s.a.v), Hacer'ul- Esved'den sonra gelen iki rüknü istilam etmemesini, Kâbe'nin Hazret-i İbrâhîm'in inşa ettiği temeller üzerine yapılmamasına hamlederim."

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: İbnu'z-Zübeyr Kâbe'yi, Hazret-i İbrâhim'in yaptığı ölçüde inşa etti ve:

“Kâbe, küp şeklindedir. Bu sebeple ona Kâbe denmiştir" dedi. (İbn Cüreyc) der ki:

“Hazret-i İbrâhim, Kâbe'yi kuru balçıktan değil taşlarla örmüştür."

el-Ezrakî, İbnu'l-Murtefi'den bildirir: İbnu'z-Zübeyr ile beraber Haceru'l- Esved'in yanındayken, (Haccâc tarafından) mancınıkla atılan ilk taş Kâbe'nin üzerine düştü. O zaman Kâbe'nin, hastanın inlemesi gibi:

“Ah, ah!" diye inlediğini duyduk.

el-Cenedî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Rüyamda Kâbe'nin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşup:

“Ey Muhammed! Eğer ümmetin günah işlemeyi bırakmayacak olursa silkinip her taşımı bir yere fırlatacağım" dediğini gördüm.

el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Vuheyb b. el-Verd der ki:

“Ben ve Süfyân b. Saîd es-Sevrî tavaf yaparken, Süfyân geri döndü ve ben tavafa devam ettim. Tavaftan sonra Hicr'e girip oluğun altında namaza durdum. Secdedeyken, Kâbe'nin örtüsü ve taşlar arasından bir sesin:

“Ey Cibrîl! Etrafımda tavaf edenlerin yaptıklarını, şakalaşmalarını, bağırmalarını ve uğursuzluklarını önce Allah'a sonra sana şikâyet ediyorum" dediğini duydum, Ben bu sesi, Kâbe'nin, Cibrîl'e şikâyette bulunması olarak tevil ettim.

"...Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin."

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iftar ettiği zaman:

“Allahım! Senin için oruç tuttuk, Senin rızkınla iftar ettik. Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir, hem bilirsin" diye dua ederdi.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte bildirir: A'meş, bu âyeti (.....) şeklinde okudu.

128

"Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira, tövbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin."

İbn Ebî Hâtim bildirir: Abdulkerim, âyette geçen (.....) sözünün "Bizi Sana karşı muhlis olanlardan kıl" demek olduğunu söyledi.

İbn Ebî Hâtim, Selâm b. Ebî Mutî'nin bu âyet hakkında:

“Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İsmâil müslümandı; ama yüce Allah'tan İslam üzere sabit kalmaları için dua etti" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî, âyette geçen ümmetten kastedilenin Araplar olduğunu söyledi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim ve el-Ezrakî, Mücâhid'den bildiriyor: Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbimiz! Bize ibadet usullerimizi öğret" deyince, Cibrîl gelip onu Kâbe'ye götürdü ve:

“Kâbe'nin duvarlarını örüp yükselt" dedi. Hazret-i İbrâhim duvarları örüp bitirince, Cibrîl elinden tutup Safâ tepesine götürdü ve:

“Bu, Allah'ın şeairindendir" dedi. Sonra Merve tepesine götürüp:

“Bu da Allah'ın şeairindendir" dedi. Sonra onu Mina tarafına götürdü ve Akabe'ye vardıklarında İblis'in ağacın yanında olduğunu gördüler. Cibrîl:

“Tekbir getir ve ona taş at" dedi. Hazret-i İbrâhim tekbir getirip taş atınca İblis kalkıp orta cemreye gitti. Cibrîl ve Hazret-i İbrâhim onun hizasına gelince, Cibrîl:

“Tekbir getir ve ona taş at" dedi. Hazret-i İbrâhim tekbir getirip taş atınca İblis kalkıp küçük cemreye gitti. Cibrîl, Hazret-i İbrâhim'e:

“Tekbir getir ve ona taş at" deyince, Hazret-i İbrâhim tekbir getirip taş attı. Bunun üzerine İblis gitti. İblis, hac usullerine bir şeyler sokuşturmak istedi, ama yapamadı. Cibrîl Hazret-i İbrâhim'in elinden tutarak onu Maş'aru'l-harâm'a götürdü ve:

“Burası Maş'aru'l-Harâm'dır" dedi. Sonra onu Arafat'a götürdü ve üç defa:

“Bildin mi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Evet" cevabını verince, Cibrîl:

“İnsanları hac için çağır" dedi. Hazret-i İbrâhim:

“Nasıl çağırayım?" diye sorunca, Cibrîl:

“Üç defa: «Ey insanlar! Rabbinize icabet ediniz» diye seslen" cevabını verdi. Hazret-i İbrâhim böyle deyince kullar:

“Buyur ey Rabbim buyur!" diye cevap verdiler. O gün bu şekilde cevap veren her kişi hacı olacaktır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Müseyyeb'den, Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi inşa etmeyi bitirince:

“Bitirdim ey Rabbim! Bize haccın usullerini göster, açıkla ve öğret" dedi. Bunun üzerine Allah ona Cibrîl'i gönderdi ve Cibrîl Hazret-i İbrâhim'e haccı öğretti."

Saîd b. Mansûr ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hazret-i İbrâhim ve Hazret-i İsmâil yaya olarak hac yaptılar" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir:

“Makâm, Kâbe'nin içindendi. Hazret-i İbrâhim onun üzerine çıkınca Ebû Kubeys ve Arafat'a kadar olan etrafındaki dağlar ondan fışkırmıştır. Hazret-i İbrâhim'e hac usulleri gösterilip Arafat'a varınca:

“Bildin mi?" diye soruldu. O da:

“Bildim (Araftu)" cevabını verince oraya Arafat adı verildi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Miclez, "Bir zamanlar İbrâhim, İsmâil ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, şöyle diyorlardı..." âyetinin manasını açıklarken dedi ki: Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi inşa edip bitirince, Cibrîl gelip nasıl tavaf yapacağını, Safâ ile Merve arasında nasıl sa'y edeceğini gösterip onu Akabe'ye götürdü. Şeytan karşılarına çıkınca Cibrîl yedi çakıl tanesi aldı ve Hazret-i İbrâhim'e de yedi çakıl tanesi verdikten sonra Şeytana taş atarak tekbir getirdi. Hazret-i İbrâhim'e de:

“Taş at ve tekbir getir" dedi. Hazret-i İbrâhim, şeytan gidinceye kadar taş atıp her atışında tekbir getirdi. Sonra orta cemreye geldiklerinde Şeytan yine karşılarına çıktı. Cibrîl yedi çakıl tanesi aldı ve Hazret-i İbrâhim'e de yedi çakıl tanesi verdikten sonra Şeytana kaçıncaya kadar taş attı ve her taş atışında tekbir getirdi. Sonra küçük cemreye geldiklerinde Şeytan yine karşılarına çıktı. Cibrîl yedi çakıl tanesi aldı ve Hazret-i İbrâhim'e de yedi çakıl tanesi verdikten sonra:

“Taş at ve tekbir getir" dedi. İkisi de Şeytana kaçıncaya kadar taş attı ve her taş atışında tekbir getirdi. Sonra Minâ'ya geldiler ve Cibrîl:

“İnsanlar başlarını burada tıraş ederler" dedi. sonra Cem'e (Müzdelife'ye) geldiler ve Cibrîl:

“İnsanlar burada namazlarını cemederek kılarlar" dedi. Sonra Arafat'a vardılar ve Cibrîl:

“Bildin mi?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Bildim (Araftu)" cevabını verdi. Bu sebeple oraya Arafat adı verilmiştir.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Züheyr der ki: Hazret-i İbrâhim Kâbe'yi inşa edip bitirince:

“Ey Rabbim! Kâbe'yi bitirdim. Bize hac usulerini göster" dedi. Allah,

Cibrîl'i gönderdi ve Cibrîl, Hazret-i İbrâhim'le hac yaptı. Kurban bayramı günü gelince İblis karşılarına çıktı. Cibrîl:

“İblis'e ufak taşlar at" deyince Hazret-i İbrâhim, İblis'e yedi tane küçük taş attı. Ertesi gün ve üçüncü gün de böyle oldu. Daha sonra Hazret-i İbrâhim, Sebîr (Mekke ile Mina arasında Mekke'ye giderken sağda kalan bir dağ) üzerine çıkarak:

“Ey Allah'ın kulları! Rabbinize icabet ediniz" diye seslendi. Züheyr der ki: (O günden bu yana) hep yeryüzünde en az yedi müslüman ve daha fazla müslüman bulunagelmiştir. Bu olmasa yer ve onun üzerindekiler helak edilir. Onun çağrısını ilk kabul edenler ise Yemenliler olmuştur.

el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid, âyette geçen (.....)sözünden manasının "Bize kurban keseceğimiz yerleri göster" demek olduğunu söyledi.

el-Cenedî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah, Hazret-i İbrâhim'e:

“Kalk ve Benim için bir ev yap" buyurunca, Hazret-i İbrâhim:

“Ey Rabbim! Nereye yapayım?" diye sordu. Allah:

“Sana haber vereceğim" buyurup kendisine başı olan bir bulut gönderdi. Bulut:

“Ey İbrâhim! Rabbin sana bu bulutun ölçüsünü almanı emrediyor" dedi. Bunun üzerine Hazret-i İbrâhim buluta bakıp ölçüsünü aldı ve işlem bitince bulut:

“Ölçüyü aldın mı?" diye sordu. Hazret-i İbrâhim:

“Evet" cevabını verince bulut yükseldi ve Hazret-i İbrâhim sağlam zemine oturan bir temel açtı ve Ev'i inşâ etti. Bitirince:

“Ey Rabbim! Ev'i inşa ettim. Bize haccın usullerini göster" dedi. Allah ona hac yaptırması için Cibrîl'i gönderdi. Kurban bayramı günü gelince İblis karşısına çıktı. Cibrîl:

“Ona taş at!" deyince Hazret-i İbrâhim ona yedi taş attı. İkinci, üçüncü ve dördüncü gün de İblis karşısına çıkınca Hazret-i İbrâhim aynı şeyi yaptı. Sonra Cibrîl:

“Sebîr dağına çık!" deyince Hazret-i İbrâhim Sebir'e çıktı ve:

“Ey Allah'ın kulları! İcabet ediniz. Ey Allah'ın kulları! İtaat ediniz" diye seslendi. Denizler ötesinde kalbinde zerre ağırlığı kadar iman bulunan herkes onun bu çağrısını işitti ve:

“Buyur Allahım buyur! Sana itaat ettik. Allahım! Sana itaat ettik" dediler. Bu söz, Allah'ın Hazret-i İbrâhim'e hac esnasında söylemesini emrettiği sözlerden birisidir. O günden bu yana hep yeryüzünde en az yedi müslüman ve daha fazla müslüman bulunagelmiştir. Bu olmasa yer ve onun üzerindekiler helak edilir.

İbn Huzeyme, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan merfu olarak şöyle bildirir: '"Hazret-i İbrâhim hac vazifesini yerine getirmek için gittiğinde Akabe'de Şeytan karşısına çıkınca ona yedi taş attı ve şeytan yerin dibine girdi. Sonra şeytan ikinci cemrenin yanında karşısına bir daha çıktı ve Hazret-i İbrâhim ona yedi taş atınca şeytan yerin dibine girdi. Sonra üçüncü cemrenin yanında karşısına bir daha çıktı. Hazret-i İbrâhim orada da Şeytana yedi taş attı ve şeytan yerin dibine girdi." İbn Abbâs der ki:

“Siz Şeytanı taşlamakla babanız İbrâhim'e tâbi olmaktasınız."

Tayâlisî, Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Hazret-i İbrâhim'e nasıl hac yapacağı gösterilince, Safâ ile Merve arasında karşısına şeytan çıktı. Hazret-i İbrâhim onunla yarışıp kendisini yendi. Sonra Cibrîl Hazret-i İbrâhim'i götürüp Minâ'yı gösterdi ve:

“Burası insanların develerini çökerttiği yerdir" dedi. Akabe cemresine geldiklerinde karşısına Şeytan çıktı. Hazret-i İbrâhim ona yedi taş atınca ise gitti. Sonra orta cemreye gelince şeytan yine karşısına çıktı. Hazret-i İbrâhim ona yedi taş atınca ise gitti. Sonra küçük cemreye gelince şeytan yine karşısına çıktı. Hazret-i İbrâhim ona yedi taş atınca ise gitti. Sonra Cibrîl kendisini Cem' (Müzdelife) denilen yere götürdü ve:

“Burası Meş'aru'l-Harâm'dır" dedi. Sonra kendisini Arafat'a götürdü ve Hazret-i İbrâhim:

“Burasını bildim" dedi. Cibrîl:

“Burayı bildin mi?" diye sorunca, Hazret-i İbrâhim:

“Evet" cevabını verdi. Bu sebeple oraya Arafat denmiştir. Telbiyenin nasıl olduğunu biliyor musun? Hazret-i İbrâhim'e, insanlara hac etmeleri için seslenmesi emredilince dağlara emredildi ve dağlar eğildiler, köyler yükseldiler ve Hazret-i İbrâhim insanlara, hac etmeleri için seslendi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, âyette geçen:

“...bize ibadet usullerimizi göster..." sözünü açıklarken şöyle dedi:

“Allah onlara, Arafatta vakfe yapmayı, Cem'den ifâda yapmayı, şeytan taşlamayı, Kâbe'yi tavaf etmeyi ve Safâ ile Merve arasında sa'yetmeyi öğretti."

129

"Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin."

Ahmed, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de, İrbâd b. Sâriye'den, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Hazret-i Âdem balçık olarak yatarken ben peygamberlerin sonuncusuydum. Size bunun başlangıcını haber vereyim. Atam İbrahim'in duası benim, İsa'nın müjdesi benim, annemin gördüğü rüya da benim. Bütün peygamber anaları böyle rüya görürler."

Ahmed, İbn Sa'd, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Senin ilk yaratılışın nasıldır?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben, atam İbrâhim'in duası ve İsa'nın müjdesiyim. Annem, (beni dünyaya getirirken) kendisinden Şam saraylarını aydınlatan bir ışığın çıktığını gördü" buyurdu.

İbn Sa'd, Tabakât'ta ve İbn Asâkir Cuveybir tarikiyle Dahhâk'tan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Ben atam İbrahim'in duasıyım. Hazret-i İbrahim, Kâbe'nin temellerini yükseltirken: «Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin» demişti. "

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, âyette geçen "...onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder..." sözünü açıklarken şöyle dedi: Burada kastedilen Hazret-i Muhammed'in ümmetidir. Hazret-i İbrâhim'e:

“Duan kabul edilmiştir. Bu peygamber kıyamete yakın gelecektir" diye cevap verildi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, âyette geçen "...onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder..." sözünde gönderilmesi istenen peygamberden kastın Hazret-i Muhammed olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre "...onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder..." âyetinde geçen kitaptan kasıt Kur'ân, hikmetten kasıt ise sünnettir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki:

“...onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder..." âyetinde geçen hikmetten kasıt sünnettir. Allah, Hazret-i İbrâhim'in duasını kabul etmiş ve onlara içlerinden, ismini ve nesebini bildikleri, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkaracak ve doğru yolu gösterecek bir peygamber göndermiştir.

Ebû Dâvûd, Merâsil'de, Mekhûl'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah bana Kur'ânı ve onun iki katı kadar da hikmeti gönderdi" buyurduğunu nakleder.

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün manası, şirkten temizlemek ve kurtarmaktır.

İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden, Yüce Allah'ın, intikam almada aciz olmadığı ve yapmak istediklerinde hikmet sahibi olduğu kastedilmiştir.

130

"Kendini bilmezden başkası İbrâhim'in dininden yüz çevirmez. And olsun ki, dünyada onu seçtik, şüphesiz o, âhirette de iyilerdendir."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor, Ebu'l-Âliye, "Kendini bilmezden başkası İbrâhim'in dininden yüz çevirmez. And olsun ki, dünyada onu seçtik, şüphesiz o, âhirette de iyilerdendir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hazret-i İbrâhim'in din ve şeriatinden yüzçevirip Allah'tan gelmemiş bir bid'at olarak yahudiliği ve hıristiyanlığı din diye kabul ettiler. Bu sebeple Yüce Allah, Hazret-i Muhammed'i İbrâhim'in diniyle gönderdi."

Abd b. Humeyd, Katâde'den aynı yorumu rivâyette bulundu.

İbn Cerîr'in, İbn Zeyd'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünden kastedilen, saadetten payı olmamaktır.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'in âyette geçen (.....) sözünden kastedilenin seçmek olduğunu söylediğini bildirir.

131

(Hazret-i) İbrâhîm’e Rabbi:

“Kendini teslim et (dininde ihlâslı ol).” dediği zaman (o şöyle) demişti:

“Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.”

132

"İbrâhîm bunu oğullarına vasiyet etti. Yakub da: «Oğullarım! Allah dini size seçti, sîz de ancak O na teslim olmuş olarak can verin» dedi."

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, Ebû Esîd b. Yezîd'den bildirir:

“Bu âyet Hazret-i Osmân'ın mushafında (.....) şeklinde değil, (.....) şeklinde şeddesizdir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "İbrâhim bunu oğullarına vasiyet etti..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hazret-i İbrâhim oğullarına Müslüman olmayı vasiyet etti. Hazret-i Yâkûb da oğullarına aynı şeyi vasiyet etmişti."

Sa'lebî'nin, Fudayl b. İyâd'dan bildirdiğine göre, âyette geçen "...ancak O'na teslim olmuş olarak can verin'" sözünden, Allah hakkında hüsnüzanda bulunarak ölmek kastedilmiştir.

İbn Sa'd Kelbî'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hazret-i İbrâhim'in çocukları şunlardır: İsmâil, en büyük oğludur ve annesi Hacer'dir. Hâcer Kıptî'dir. İshâk'ın, annesi Sâre'dir. Meden, Medyen, Yekşân, Zimrân, Eşbak, Şûh, bunların annesi Âribe Araplardan olan Kantûrâ'dır. Yekşân, mekke'ye doğru gitmiş, Medyen, Medyen'de ikamet etmiş ve buraya kendisinin adı verilmiştir. Diğerleri başka memleketlere gitmişler ve Hazret-i İbrâhim'e:

“Ey babamız! İsmâil ve İshâk'ı yanında bıraktın, bizim ise gurbette yalnız kalmamızı emrettin" dediler. Hazret-i İbrâhim:

“Bana öyle emredildi" dedi ve onlara Allah'ın isimlerinden bazılarını öğretti. Çocukları, bu isimlerle Allah'tan yardım isterlerdi.

133

"Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O, oğullarına: «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?» dîye sormuştu; Onlar da: «Senin Tanrına ve ataların İbrâhim, İsmâil, İshak'ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur» demişlerdi."

İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette kitab ehli kastedilmiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin, "Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O, oğullarına: «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?» diye sormuştu; Onlar da: «Senin Tanrına ve ataların İbrâhim, İsmâil, İshâk'ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur» demişlerdi" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Ne Yahudiler, ne Hıristiyanlar, ne de insanlardan başkası, Hazret-i Yâkûb vefat anında oğullarından Allah'tan başkasına tapmamaları konusunda ahid aldığı zaman orada değildi. Buna rağmen Hazret-i Yâkûb'un onlardan ahit aldığına ve oğullarının da Allah'a ibadet edeceklerini Müslüman olduklarını ikrar ettiklerine şahitlik ettiler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dede, baba gibidir" der ve:

“...Onlar da: «Senin Tanrına ve ataların İbrâhim, ismâil, İshâk'ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur» demişlerdi" âyetini okurdu.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'in bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: Yüce Allah'ın Hazret-i İbrâhim'in çocuklarını sayarken Hazret-i İsmâil'den başlaması onun en büyükleri olması sebebiyledir" denirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Bu âyette amcadan (Hazret-i İsmâil) baba olarak bahsedilmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b:

“ dayı ve amca, baba gibidir" deyip:

“...Onlar da: «Senin Tanrına ve ataların İbrâhim, İsmâil, İshâk'ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, bizler O'na teslim olmuşuzdur» demişlerdi" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyeti (.....) şeklinde "Babaların" yerine "Baban" olarak okurdu.

134

"Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz."

İbn Ebî Hâtim'in Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette geçen ümmetten kasıt, Hazret-i İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkûb ve Sıbtlar ("Torunlar")'dır.

135

«Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız» dediler. De ki:

“Hayır, muvahhid olarak İbrâhim'in dinine (uyarız),- o şirk koşanlardan değildi."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Abdullah b. Sûriyâ el-A'var, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hidâyet bizim üzerinde bulunduğumuz yoldan başkası değildir. Ey Muhammed, sen bize uy ki hidâyete eresin" dedi. Hıristiyanlar da aynı şeyi söyleyince, «Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız» dediler. De ki:

“Hayır, muvahhid olarak İbrâhim'in dinine (uyarız); o şirk koşanlardan değildi" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün manası "Hac yapan" demektir.

İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ka'b'dan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün manası "doğru yol" demektir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir:

“Âyette geçen (.....) sözünün manası "Tâbi olan" demektir.

İbn Ebî Hâtim, Husayf'tan, hanif sözünün manasının muhlis olduğunu söylediğini bildirir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini bildirir:

“Hanif, bütün peygamberlere iman eden kişidir."

İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildirir:

“Kur'ân'da geçen her (.....) sözünün manası Müslüman, sözünün manası ise hac eden Müslümanlardır."

Ahmed, Ebû Umâme'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben müsamahakâr olan hanif dinle gönderildim" buyurduğunu nakleder."

Ahmed, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! Allah katında hangi dinler daha sevimlidir?" diye sorulunca, "Hanif ve müsamahakâr olan (îslam) dinidir" cevabını verdi.

Ubey en-Nersî, el-Ğarâib'de, Hâkim, Târih'te, Ebû Mûsa el-Medîynî, Mu'cem es-Sahâbe'de ve İbn Asâkir, Esad b. Abdillah b. Mâlik el-Huzâî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hanif ve müsamahakâr olan (İslam) dinidir" buyurduğunu nakleder.

136

"Deyin ki:

“Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İs-hak'a, Yakub'a ve Esbat'a indirilene, Mûsa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlardan birini diğerinden ayırdetmeyiz. Biz ona teslim olmuşuzdur."

İbn Ebî Hâtim, Ma'kil b. Yesâr'dan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tevrata, Zebûr'a ve İncîl'e iman edin ve Kur'ân sizin için yeterli olsun" buyurduğunu nakleder.

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhakî, Sünen'de bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazının birinci rekât (sünnet)inde, "Biz Allah'a ve bize indirilene iman ettik..." âyetini, ikinci rekatta da, "...Biz Allah'a iman ettik, şahid ol ki, biz Müslümanlarız" âyetini okurdu.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazının birinci rekât (sünnet)inde, "Deyin ki: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrâhim'e, İsmâil'e, İshak'a, Yakub'a ve Esbat'a indirilene, Mûsa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlardan birini diğerinden ayırdetmeyiz. Biz ona teslim olmuşuzdur" âyetini, ikinci rekatta da, "De ki: «Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin». Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim müslüman olduğumuza şahid olun» deyin" âyetini okurdu."

Vekî'nin bildirdiğine göre Dahhâk şöyle der: Hanımlarınıza, çocuklarınıza ve hizmetçilerinize Kur'ân'da adı geçen peygamberlerin ismini öğretiniz ki onlara iman etsinler. Çünkü Allah onlara iman edilmesini emretmişti ve:

“Deyin ki: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrâhim'e, İsmâil'e, ishak'a, Yakub'a ve Esbat'a indirilene, Mûsa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlardan birini diğerinden ayırdetmeyiz. Biz ona teslim olmuşuzdur" buyurmuştur."

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs:

“Esbât, Yâkûb'un oğullarıdır. Bunlar on iki kişiydi ve her birisinin soyundan bir ümmet gelmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir:

“Esbât, Yâkub'un oğulları: Yûsuf, Bünyamîn, Rûbil, Yahûda, Şem'un, Levi, Dân, Kahâs, Kûz ve Bâliyûn'dur."

Taberânî, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Abdullah b. Abdissumâlî'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder:

“Eğer şu on iki kişi olan Hazret-i İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkûb, Esbât, Mûsa, İsa ve Meryem dışında, ümmetimin bir kısmından önce Cennete kimse giremeyecektir diye yemin etsem doğru yemin etmiş olurum. "

137

"Eğer onlar da sîzin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse hidâyet bulurlar. Ve eğer yüzçevirirlerse onlar ancak muhalefettedirler. Onlara karşı Allah sana yeter. O hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirir: İbn Abbâs der ki: (.....) "Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse hidâyet bulurlar" demeyiniz. Çünkü Allah'ın benzeri yoktur. Siz (.....) "Eğer onlar sizin iman ettiğinize iman ederlerse hidâyet bulurlar" deyiniz.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte ve Hatîb, Tarih'te Ebû Cemre'den bildiriyor: İbn Abbâs, bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in, Ebu'l-Âliye'den bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün manası ayrılıktır.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Otururken, Hazret-i Osmân gelince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Osmân! Bakara Sûresini okurken öldürüleceksin ve kanından bir damla (.....) ayetine düşecektir" buyurdu. Zehebî, el- Müstedrek'in muhtasarında:

“Bu kesinlikle yalandır. Senedinde Ahmed b. Muhammed b. Abdilhamid el-Cu'fî vardır ve o da hadis uydurmakla itham edilmiştir" dedi.

İbn Ebî Dâvûd, el-Mesâhifte, Ebu'l-Kâsım b. Bişrân, el-Emâlî'de, Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de ve İbn Asâkir, Benî Esed'in azatlılarından Ebû Sa'id'den bildirir: Mısırlılar Hazret-i Osman'ın yanına girdiklerinde mushaf önünde duruyordu. Ellerine kılıçla vurduklarında kanı (.....) âyetinin üzerine aktı. Bunun üzerine Hazret-i Osmân ellerini uzatıp:

“Vallahi! Mufassal sûreleri ilk olarak bu el yazmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Nâfi b. Ebî Nuaym'ın şöyle dediğini bildirir: Halifelerden birisi bana Osmân b. Affân'ın mushafını gönderince:

“İnsanların söylediğine göre Hazret-i Osmân öldürüldüğünde mushaf kucağındaydı ve kanı (.....) âyetinin üzerine düşmüştü" dedim. Nâfi der ki:

“Bu âyetin üzerindeki kanı gözlerimle gördüm."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde, Amra binti Erta'a el- Adevıyye'den bildirir: Hazret-i Osmân'ın öldürüldüğü yıl, Hazret-i Âişe ile beraber Mekke'ye gitmek için yola çıktım. Medine'ye uğradık ve Hazret-i Osmân öldürülürken kucağında olan Mushafı gördük. Kanının ilk damlası (.....) âyetinin üzerine düşmüştü. Daha sonra Hazret-i Osmân'ı öldürenlerden hiç biri normal ölümle ölmedi.

138

"Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin)"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen boya'dan kasıt, Allah'ın dinidir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen boya'dan kasıt, Allah'ın insanları yarattığı İslam fıtratıdır.

İbn Merdûye ve Diyâu'l-Makdisî'nin, el-Muhtâra'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İsrailoğulları:

“Ey Mûsa! Rabbin boya yapar mı?" diye sorunca, Hazret-i Mûsa:

“Allah'tan korkunuz" bcevabını verdi. Bunun üzerine yüce Allah:

“Ey Mûsa! Onlar, "Rabbin boyar mı?" diye soruyorlar, onlara:

“Evet boyar" de. Ben, bütün renkleri boyarım. Kırmızı, beyaz, siyah hepsi de benim boyamamladır" buyurdu." Bu konuda Yüce Allah Peygamberine:

“Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin)" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de İbn Abbâs'tan aynı hadisi mevkuf olarak naklettiler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Yahudiler çocuklarını Yahudi boyasıyla ve Hıristiyanlar çocuklarını (vaftiz ederek) boyuyorlardı. Allah'ın boyası ise İslam'dır. Allah'ın İslam boyasından daha güzeli ve temizi yoktur. İslam, Allah'ın Hazret-i Nûh'u ve ondan sonra gelen peygamberleri kendisiyle gönderdiği dindir."

İbnu'n-Neccâr, Tarih Bağdâd'da İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyette geçen Allah'ın boyasından kastedilen beyaz renktir."

139

Bkz. Ayet:141

140

Bkz. Ayet:141

141

"De kî: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O na gönülden bağlananlarız. Yoksa siz, İbrâhim, İsmâil, tshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyete geçen (.....) sözünün manası, tartışmaktır.

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) sözünün manası, mücadele etmektir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet, Yahudilerin, Hazret-i İbrâhim, İsmâil ve onlarla zikredilen kişiler için:

“Bunlar Yahudi veya Hırıstiyandı" deyince, Yüce Allah, onların yalancı olduğunu bildiğinden:

“Eğer yanınızda buna dair şahit varsa onu gizlemeyiniz" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin, "Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Âyette bahsedilen kişiler, Kitab ehlidir. Onlar İslamın Allah'ın dini olduğunu bildikleri halde bunu gizlediler. Hazret-i Muhammed'in, Allah'ın Resûlü olduğunu bildikleri halde bunu gizleyip Yahudiliği ve Hıristiyanlığı seçtiler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Onların yanında, peybamberlerinin Yahudilik ve Hıristiyanlıktan uzak olduğunu gösteren şehitler vardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ve Rabî:

“Onlar bir ümmetti; gelip geçti..." âyetinde kastedilenlerin, Hazret-i İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkûb ve Esbât olduğunu söylediler.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûyeh'nin Ebu'l-Melîh'ten bildirdiğine göre bir topluluğun ümmet olabilmesi için sayılarının en az kırk ile yüz arasında olması gerekir.

142

"İnsanlardan bîr kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir"

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, en- Nâsih ve'l-Mensûh'de, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Hibbân ve Beyhakî, Sünen'de, Berâ b. Âzib'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında Medine'ye geldiği zaman ilk önce Ensâr'dan dayılarının yanında kaldı. Hicretten sonra on altı veya on yedi ay boyunca kıble olarak Beytu'l- Makdis'e doğru namaz kıldı. Ancak kıblenin Kabe'ye doğru çevrilmesini ve oraya doğru namaz kılmayı da çok istiyordu. Kabe'ye doğru ilk kıldığı namaz da bir ikindi namazı idi. Müslümanlardan bir grupla birlikte yeni kıbleye doğru namaz kılmıştı. Onunla birlikte namazı kılan biri mescitten çıktıktan sonra başka bir mescitte ikindi namazını kılan bir cemaatle karşılaştı. Henüz rükûda idiler. Onlara:

“Allah da şahit olsun ki Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Kabe'ye doğru namaz kıldım" deyince, cemaat namazını bozmadan Beytu'l- Makdis'ten Kâbe'ye doğru döndü.

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l-Makdis'e doğru namazı kılması Yahudiler ile Ehli kitabın çok hoşuna gidiyordu. Ancak kıble, Kâbe'ye doğru değiştirilince bu durumu beğenmeyip hoş karşılamadılar.

Kıble değişmeden önce, önceki kıbleye göre namaz kılan, daha önceleri şehit düşmüş kişiler vardı. Onların kıldıkları namaz konusunda ne diyeceğimizi bilmiyorduk. Bunun üzerine:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder" âyeti nazil oldu.

İbn îshâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Berâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önceleri Beytu'l-Makdis'e doğru namazını kılardı. Ancak göğe doğru çokça bakıp Yüce Allah'ın kıbleyi Kabe'ye doğru çevirmesini temenni eder ve bu yöndeki emri bekler dururdu. Sonunda:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyeti nazil oldu.

Müslümanlardan bazıları:

“Kıblenin değişmesinden önce vefat eden Müslümanların durumu ile daha önce Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığımız namazların hükmünü bilmeyi isterdik" deyince:

“... Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder" âyeti nazil oldu.

Aklı kıt bazı kimseler (Ehl-i kitâb'dan olanlar):

“Daha önceki kıblelerini değiştirmelerine sebep olan ne ki?" diye söylenmeye başlayınca da:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir" âyeti nazil oldu.

Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî ve Beyhakî, Berâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretten sonra on altı veya on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Ancak Kabe'ye doğru namaz kılmayı arzu eder ve bu yönde bir emrin gelmesi beklentisiyle yüzünü göğe çevirirdi. "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyeti nazil olunca da namazlarda yönünü Kâbe'ye doğru çevirmeye başladı.

Aklı kıt bazı kimseler (Yahudiler):

“Daha önceki kıblelerini değiştirmelerine sebep olan ne ki?" diye söylenmeye başlayınca da:

“... De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih ve'l- Metısûh'de ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kur'ân'da ilk neshedilen hüküm, kıble konusundaki hükümdür. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman Medine ahalisinin çoğu Yahudi idi. Yüce Allah'ın, namazlarda kıble olarak Beytu'l-Makdis'e doğru yönelmeyi emretmesi Yahudileri çok sevindirmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu emir üzerine on küsur ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı. Ancak Hazret-i İbrâhim'in kıblesine (Kâbe'ye) doğru namaz kılmayı arzu ederdi. Bunun için de Allah'a dua eder, bu yönde bir emrin inmesi için de göğe bakıp dururdu. Sonrasında:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin..." âyeti nazil oldu.

Ancak Yahudiler bu yeni emirden rahatsız oldular ve:

“Daha önceki kıblelerini değiştirmelerine sebep olan ne ki?" diye söylenmeye başladılar. Bunun üzerine:

“...De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir" âyeti nazil oldu. Yüce Allah bu konuda yine:

“...Nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır.,." buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, en-Nehhâs ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'deyken, Kâbe hemen yanı başında olmasına rağmen namazları Beytu'l-Makdis'e doğru kılardı. Medine'ye hicretten sonra da on altı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaya devam etti. Sonrasında Yüce Allah onu Kabe'ye doğru yöneltti."

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân'da ilk neshedilen hüküm kıble konusundaki hükümdür. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önceleri namazında, Yahudilerin de kıblesi olan Beytu'l-Makdis'teki kayaya doğru yöneliyordu. Yahudiler, gönderildiği dine iman etsinler, kendisine tabi olsunlar ve ümmi olan Arapları (kıbleye yönelik tartışmalardan yana) rahat bıraksınlar diye hicretten sonra on yedi ay boyunca yine aynı yöne doğru namazlarını kıldı. Sonrasında bu konuda:

“Doğu da, batı da Allah'ındır, nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır" âyeti ile:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyeti nazil oldu."

Aynı rivayeti İbn Cerîr de İkrime'den mürsel olarak zikretmiştir.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) semaya doğru baktı ve Cebrâil'e (aleyhisselam):

“Yüce Allah'ın beni Yahudilerin kıblesinden başka bir kıbleye yöneltmesini isterdim" buyurdu. Cebrâil de (aleyhisselam):

“Ben de senin gibi bir kuldan öte değilim. Bu konuda bana emredilenden başka sana yardımda bulunamam. Ama Rabbine dua et ve bunu O'ndan dile!" karşılığını verdi. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dilediği konuda Cebrâil (aleyhisselam) bir emir getirir diye semaya bakıp durmaya devam etti. Bunun üzerine:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyeti nazil oldu ki âyetle:

“Dilediğin konuda yeni bir şey gelir diye devamlı olarak göğe bakıp duruyorsun. O halde namazlarında yönünü Mescid-i Haram'a (Kâbe'ye) doğru çevir. Yeryüzünde her nerede olursanız olun namazlarınızda yönünüzü Kâbe'ye doğru çevirin" deniliyordu.

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kıblenin Şam (Beytu'l-Makdis) tarafından Kâbe'ye doğru çevrilmesi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden on yedi ay sonra, Receb ayında gerçekleşti. Kıblenin değişmesinin ardından Rifâ'a b. Kays, Kurdum b. Amr, Kab b. el-Eşref, Nâfi' b. Ebî Nâfi', Ka'b b. el-Eşref'in müttefiki Haccâc b. Amr, Rabî' b. Ebi'l-Hukayyik ve Kinâne b. Ebi'I-Hukayyik, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip:

“Ey Muhammed! Daha önceki kıbleyi değiştirmenin sebebi nedir? Hâlbuki sen İbrahim'in dini ve yolu üzerinde olduğunu iddia ediyordun! Önceki kıbleye geri dön ki bunu yaparsan getirdiğin dini tasdik eder sana tabi oluruz" dediler. Bu istekleriyle de aslında Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) dininde fitneye sürüklemek istiyorlardı.

Bunun ardından şu âyetler nazil oldu:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir. Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için sizi mutedil bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahit ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırt etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder. Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir. Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler. Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma!"

Bu âyetlerle de Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olanlar ile ondan yüz çevirecekleri deneyip belirlemek için böylesi bir değişikliğe gidildiği, Yüce AH ah tarafından ayakları bu yolda sabit kılınanların dışında kalan kişiler için böylesi bir değişikliğin ağır geleceği ifade edilmiştir. Yine daha önceki kıbleye doğru kılınan namazların, bu yönde Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) tasdik edip ona tabi olmanın heba edilmeyeceği ve hepsinin de mükâfatının verileceği bildirilmiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Berâ'dan bildiriyor:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler.." âyetinde söz konusu olan insanlar, Yahudi'lerdir."

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, Mücâhid'den naklen İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildiriyor:

“Kur'ân'da ilk neshedilen hüküm, kıble konusundaki hükümdür. Ardından nazil olan âyetle ilk tutulan oruç şekli (Aşure orucu) neshedildi,"

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberindeki Müslümanlar hicretten sonra on altı ay boyunca Beytu'l- Makdis'e doğru namazlarını kıldılar. Sonrasında kıble, Kâbe'ye doğru değiştirildi."

Beyhakî, Delâil'de Zührî'den bildiriyor: Kıble, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye çıkışından on altı ay sonra Receb ayında Beytu'l- Makdis'ten Mescid-i Harâm'a (Kâbe'ye) çevrildi. Öncesinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kılardı ancak kıblenin Kâbe'ye doğru çevrilmesini temenni eder ve göğe bakıp durarak bu yönde bir emrin gelmesini beklerdi. Kıblenin Kâbe'ye doğru çevrilmesinden sonra Yüce Allah:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir" âyeti ile sonraki âyetleri indirdi.

Kıblenin değişmesinden sonra Yahudiler, Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) kastederek:

“Adam memleketini, babasının evini ve geride bıraktıklarını çok özlemiş ki sonunda kıblesini de o tarafa doğru değiştirdi. Nasıl oluyor da bazı zamanlar bir yöne bazı zamanlar da başka bir yöne doğru namaz kılıyorlar?" demeye başladılar.

Sahabeden de bazıları:

“Daha önce Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılan ve bu şekilde vefat edenlerin namazlarının durumu ne olacak?" diye sormaya başlayınca müşrikler buna sevindi ve birbirlerine:

“Muhammed yeni dininde tereddüt etmeye ve karıştırmaya başladı. Sizin dininize geri dönmesi pek yakındır" demeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah söz konusu âyetleri indirdi.

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarda kıble olarak Beytu'l-Makdis'ten Mescid-i Haram'a (Kâbe'ye) yönelmesi emri inince bu konuda insanlar üç farklı tavırla karşılık verdiler. Münafıklar:

“Bunlara ne oluyor? Bir süredir yöneldikleri kıbleyi bırakıp şimdi faklı bir yönü seçtiler" dediler. Müslümanlar da:

“Keşke eski kıbleye doğru namazlarını kılmış ve bu şekilde vefat etmiş kardeşlerimizin durumlarını bilseydik. Acaba Yüce Allah bizlerin ve onların kıldığı namazları kabul etti mi, etmedi mi?" dediler.

Yahudiler:

“Muhammed memleketini, doğup büyüdüğü yerleri özlemiş olmalı! Şayet bizim kıblede kalmış olsaydı belki de çok zamandır beklediğimiz peygamberimiz kendisi olabilirdi" dediler. Mekke müşrikleri ise:

“Muhammed dini konusunda şaşkınlık içinde. Kıblesini sizlere doğru çevirdi. Sizin ondan daha doğru bir yolda olduğunuzu anladı. Dininize girmesi de pek yakındır" demeye başladılar.

Bunun üzerine Yüce Allah, münafıklar konusunda:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir. Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için sizi mudetil bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırt etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder" âyetlerini indirdi. Diğerleri için de bundan sonraki âyetleri indirdi.

Mâlik, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr ve Beyhâkî, Delâil'de Saîd b. el- Müseyyeb'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden sonra on altı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Bedir savaşına iki ay kala da kıble Kâbe'ye doğru çevrildi."

İbn Adiy ve Beyhakî, Sünen ve Delâil'de Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın şöyle dediğini işittim:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicretinden sonra on altı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Bedir savaşına iki ay kala da kıble Mescid-i Haram'a doğru çevrildi."

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de Saîd b. Abdilazîz'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretten sonra Rabiulevvel ayından diğer yılın Cemaziyelahir ayına kadar (on altı ay) Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı."

İbn Cerîr, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor:

“Ensâr, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Medine'ye gelmeden üç yıl öncesinden Beytu'l- Makdis'e doğru namazlarını kılarlardı. Hazret-i Peygamber de (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra on altı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı."

İbn Cerîr, Muâz b. Cebel'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra on üç ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı."

İbn Cerîr, Enes'ten bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra dokuz veya on ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı. Bir defasında Medine'de öğle namazını kılıyordu. İlk iki rekatını Beytu'l-Makdis'e doğru kıldırdıktan sonra (son iki rekatında) Kâbe'ye doğru döndü. Bunun üzerine Yüce Allah'ın da bildirdiği gibi sefihler:

“...Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?" demeye başladılar."

Buhârî'nin bildirdiğine göre Enes:

“Her iki kıbleye doğru namaz kılanlardan, benden başka hiç kimse hayatta kalmadı" demiştir.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî, Sünen'de Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kılıyorlardı. "...Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..."âyeti nazil olduktan sonra Müslümanlardan biri Seleme oğullarının mescidinde Beytu'l-Makdis'e doğru sabah namazını kılan bîr cemaatle karşılaştı. Bunun üzerine rükûda olan cemaate iki defa:

“Haberiniz olsun! Kıble Kâbe'ye doğru çevrildi" dedi. Onlar da namazlarını bozmadan rükûda iken yönlerini Kâbe'ye doğru çevirdiler.

Mâlik, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve Nesâî, İbn Ömer'den bildiriyor: Müslümanlar Kubâ'da sabah namazını kılarken yanlarına biri geldi ve:

“Gece vakti Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indi. İnen vahiyde de namazlarda kıble olarak Kâbe'ye doğru yönelmesi emredildi. Onun için siz de Kâbe'ye doğru dönün" dedi. O sırada cemaat Şam'a (Beytu'l- Makdis) doğru namazını kılmaktaydı. Bu sözün ardından namazlarını bozmadan Kâbe'ye doğru döndüler.

Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l-Medine'de Osmân b. Abdirrahman'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalkacağı zaman önce kıble konusunda yeni bir emrin gelip gelmeyeceğini görmek üzere az bir beklerdi. Bunun yanında ehli kitabın âdetlerinden olan ve haklarında herhangi bir emir veya yasak bulunmayan bazı şeyleri de yapardı. Bir defasında Mescid'inde öğle namazını kılarken, iki rekatı kıldıktan sonra Cebrail (aleyhisselam) geldi ve Kâbe'ye doğru namazını kıl, anlamında ona işarette bulundu. Cebrâil de (aleyhisselam) Kâbe'ye doğru namaz kıldı. Ardından:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rgb'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir"' âyeti nazil oldu.

Bu değişimin ardından münafıklar:

“Muhammed memleketini ve kavmini çok özlemiş" dediler. Müşrikler de:

“Muhammed Kâbe'yi kendisine kıble, bizi de bu işte bir aracı kılmak istiyor. Zira bizim dinimizin onun dininden daha doğru olduğunu anladı" dediler. Yahudiler ise:

“Mûsa'nın, Yâkub'un ve diğer peygamberlerin kıblesi olan kıbleyi bırakıp da Mekke'yi kıble olarak edinmenize sebep olan şey nedir? Vallahi siz yolunuzu şaşırmışsınız!" dediler.

Müminler de:

“Bizlerden önce vefat eden Müslümanlar vardı. Ancak onlarla aynı kıbleye doğru yönelip yönelmediğimizi bilmiyoruz" demeye başlayınca Yüce Allah bu konuda:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?» diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir. Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için sizi mûtedil bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder" âyetlerini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor: Kıble konusunda Yüce Allah insanları bir bakıma sınadı ve doğru olanı ortaya çıkardı. Ensâr, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye henüz gelmeden iki yıl boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldılar. Allah Resûlü de hicretinden sonra on altı ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı. Sonrasında Yüce Allah kıbleyi Kâbe'ye, Beytu'l-Harâm'a doğru çevirdi.

Kıblenin bu şekilde değişmesinden sonra bazıları:

“Önceki kıbleyi bırakıp da yeni bir kıble edinmelerinin sebebi ne ki? Herhalde adam (Muhammed) doğup büyüdüğü yerleri özledi" dediler. Cevap niteliğinde Yüce Allah:

“... De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir" âyetini indirdi.

Bazıları da:

“Eski kıble değiştirilip Beytu'l-Harâm'a doğru çevrildi. Peki, ilk kıbleye doğru yaptığımız ibadetlerin durumu ne olacak?" diye sormaya başlayınca, Yüce Allah:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir" âyetini indirdi.

Yüce Allah da samimi bir şekilde kendisine iman edenlerin, takdirlerine teslimiyet gösterenlerin belirlenmesi noktasında kullarını dilediği emirlerle sınayabilir. Kimlerin verdiği emre itaat edeceğini, kimlerin de bu emirlere karşı geleceğini ortaya çıkarabilir.

İbn Sa'd ile İbn Ebî Şeybe, Umâra b. Evs el-Ensârî'den bildiriyor: Yatsı namazlarından birini kılarken mescidin kapısına adamın biri gelip durdu ve:

“Namazın Kâbe'ye doğru kılınması farz kılındı" dedi. Bunun üzerine bize namazı kıldıran imam Kâbe'ye doğru döndü. Ardından erkekler, kadınlar ve çocuklar da namazlarını bozmadan Kâbe'ye doğru döndüler.

İbn Ebî Şeybe ile Bezzâr, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Namaz kıldığımız sırada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) münadisi geldi ve:

“Kıble Kâbe'ye doğru değiştirildi" dedi. İmam namazın iki rekatını kıldırmıştı. Bu sözün ardından cemaat olarak Kâbe'ye doğru döndük ve kalan iki rekatı oraya doğru kıldık.

İbn Sa'd, Muhammed b. Abdillah b. Cahş'tan bildiriyor:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte her iki kıbleye de namaz kıldım. Öğle namazını kıldığımız sırada kıble Kâbe'ye doğru çevrildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken Kâbe'ye doğru yönelince biz de arkasında oraya doğru döndük."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

“...O dilediğini doğru yola iletir" âyetinde doğru yola iletmekten kasıt, dilediği kimselere, şüphelerden kurtaracak, dalâlete düşmekten alıkoyacak ve fitnelere maruz kalmaktan koruyacak bir çıkış yolu göstermesidir."

Ahmed ve Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Âişe'den naklen bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ehli Kitab, onların heba edip bizlere ihsan edilen Cuma namazı, onların heba edip bizlere ihsan edilen kıble ve imamımızın ardında «Amin» dememiz konusunda bizleri kıskandıkları kadar hiç bir şey için kıskanmazlar" buyurmuştur.

Taberânî, Osmân b. Huneyf'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret etmeden önce Mekkelileri herhangi bir amelle mükellef kılmadan sadece söz ile Allah'a imana, kendisini tasdike, kıble olarak da Beytu'l-Makdis'i kabul etmeye davet ederdi. Ancak yanımıza, Medine'ye hicret ettikten sonra farzlar nazil oldu. Medine dönemi Mekke'nin sözle iktifa edilen dönemini neshetti. Kıble olarak da Beytu'l-Harâm, Beytu'l-Makdis'in geçerliliğini neshetti. Bu şekilde iman hem söz, hem de amelden müteşekkil oldu."

Bezzâr ile Taberânî, Amr b. Avf'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman bizler yanındaydık. On yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namazlarını kıldı. Daha sonra kıble Kâbe'ye doğru çevrildi."

143

"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık..."

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, el-İsmâilî, Sahîh'inde ve Hâkim, Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“..Sizi mûtedil bir ümmet kıldık.." âyetini açıklarken:

“Adalet üzere bir ümmet" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Sizi mûtedil bir ümmet kıldık..." âyetini açıklarken:

“Adalet üzere bir ümmet" buyurmuştur.

İbn Cerîr bildiriyor: İbn Abbâs:

“...Sizi mûtedil bir ümmet kıldık..." âyetini açıklarken:

“Adalet üzere bir ümmet" demiştir.

İbn Sa'd, Kâsım b. Abdirahman'dan bildiriyor: Adam'ın biri İbn Ömer'e:

“Siz kendinizi ne olarak adlandırıyorsunuz?" diye sorunca, İbn Ömer:

“Siz bizim için ne diyorsunuz?" dedi. Adam:

“Biz sizin için subt (kol, boy) diyoruz ancak siz kendiniz için vust (mûtediller) diyorsunuz" karşılığını verince, İbn Ömer:

“Sübhânallah! Subt dediğiniz İsrâil oğullarında olan bir şeydi. Vust ise Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinin hepsini kapsamaktadır" dedi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Kıyamet gününde Nûh (aleyhisselam) huzura çağrılır ve kendisine:

“Risaleti tebliğ ettin mi?" diye sorulur. Nûh:

“Tebliğ ettim" karşılığını verir. Bunun üzerine kavmi huzura çağrılır ve:

“Gerçekten de sizlere tebliğ etti mi?" diye sorulur. Onlar:

“Bize bir uyarıcı gelmedi. Tebliğde bulunacak hiç kimse gelmedi" karşılığını' verirler. Nuh'a:

“Tebliğ ettiğine dair kim şahitlik eder?" diye sorulunca, Nûh:

“Muhammed ile ümmeti bu konuda bana şahitlik ederler" karşılığını verir. İşte Yüce Allah'ın:

“...Sizi mûtedil bir ümmet kıldık..." âyeti da bu anlamdadır. Âyette "Vust" ile kastedilen adalettir. Sonrasında sizler huzura çağırılır ve hakkıyla tebliğ ettiğine dair Nûh'a (aleyhisselam) şahitlik edersiniz. Ben de sizin için şahitlikte bulunurum.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Şu'ab'da Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Kıyamet gününde her bir peygamber sırayla huzura çıkar. Kiminin, taraftarı olarak yanında bir kişi, kiminin iki kişi, kiminin de daha fazla kişi bulunur. Sonra her bir peygamberin kavmi huzura çağrılıp:

“Size gönderilen peygamber tebliğini yaptı mı?" diye sorulur. Onlar da:

“Hayır, etmedi" karşılığını verirler. O peygambere:

“Kavmine tebiliğini yaptın mı?" diye sorulunca:

“Evet, ettim" karşılığını verir. Ona:

“Tebliğ ettiğine dair kim şahitlik eder?" diye sorulunca:

“Muhammed ile ümmeti bu konuda bana şahitlik ederler" karşılığını verir. Bunun üzerine ümmetimle beraber huzura çağrılırız. Ümmetime:

“Bu peygamber kavmine tebliğini yaptı mı?" diye sorulunca:

“Evet, yaptı" derler. Onlara:

“Tebliğ ettiğin nereden biliyorsunuz?" diye sorulunca:

“Bize gönderilen Hazret-i Peygamber önceki elçilerin tebliği hakkıyla ifa etiklerini bize bildirdi" derler. Yüce Allah'ın:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık..."buyruğuyla kastedilen budur. Âyetteki vasat'tan kasıt da itidal ve adalettir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde ümmetimle beraber tüm mahlûkatın görebileceği yüksek bir tepenin üzerinde olacağız. Oradakilerden her biri bizden biri olabilmeyi temenni edecektir. Kavmi tarafından yalanlanan her bir peygambere de tebliğini hakkıyla ifa ettiğine dair şahitlikte bulunacağız."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Saîd:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ümmetin şahitliği önceki peygamberlerin tebliğlerini hakkıyla ifa ettikleri üzerinedir. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şahitliği de ümmetin amellerine yönelik bir şahitliktir."

İbnu'l-Münzir ile Hâkim, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Seleme oğullarından birinin cenazesine katıldı. Ben de yanında bulunuyordum. Cenazede bulunanlardan biri:

Resûlallah! Çok iyi bir adamdı. İffetli dürüst bir müslümandı. Şöyleydi, böyledi" diyerek vefat eden adamı iyi bir şekilde yâd etti. Allah Resûlü adama:

“Sence öyle biri midir?" diye sorunca, adam:

Resûlallah! Gördüğümüz kadarıyla öyle biriydi. Fakat içindekileri, hakikatte nasıl bir olduğunu ancak Allah bilir" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat eden kişi için:

“(Cennet) vacip oldu!" buyurdu.

Yine bir defasında Hârise oğullarından birinin cenazesinde Allah Resûlü ile beraberdik. Adamın biri:

“Tanıdığımız en kötü adamdı! Sertti, kabaydı. Şöyleydi böyleydi" diyerek adamı kötü bir şekilde yâd edince, Allah Resûlü adama:

“Sence öyle biri midir?" diye sordu. Adam:

Resûlallah! Hakikatte nasıl bir olduğunu ancak Allah bilir ama gördüğümüz kadarıyla öyle biriydi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat eden kişi için:

“(Cehennem) vacip oldu!" buyurdu. Sonrasında:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık.. ," âyetini okudu.

Tayâlisî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l- Usûl'de Enes'ten bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından bir cenaze geçti. Oradakiler vefat eden kişiyi hayırla yâd edince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vacip olduî Vacip oldul Vacip oldu" buyurdu. Başka bir defasında yine bir cenaze geçti. Oradakiler vefat eden adamı kötü bir şekilde yâd edince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Vacip oldul Vacip oldu!' Vacip oldu" buyurdu. Ömer neden böyle dediğini sorunca da:

“Hayırla yâd ettiğiniz kişiye Cennet vacip oldu. Kötülüğüyle yâd ettiğiniz kişiye ise Cehennem vacip oldu" karşılığını verdi ve:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık..." âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Tirmizî ve Nesâî, Hazret-iÖmer'den bildiriyor: Bir defasında kendisinin (Ömer'in) yanından bir cenaze geçti. Orada bulunanlar vefat eden kişiyi hayırla yâd edince Ömer:

“Vacip oldu! Vacip oldu!" dedi. Sonrasında bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar vefat eden kişiyi kötü bir şekilde yâd edince Ömer yine:

“Vacip oldu!" dedi. Ebu'l-Esved ona:

“Vacip olan ne?" diye sorunca, Ömer şöyle karşılık verdi:

“Ben de bunu Allah Resûlünden işittiğimde aynı şeyi sordum. Bana:

“Dört kişinin, hayırlı olduğu konusunda şahitlik ettiği bir müslümanı Yüce Allah Cennete sokar" karşılığını verdi. Ona:

“Peki, üç kişi şahitlik ederse?" diye sorduğumuzda:

“Üç kişinin şahitliğiyle de olur" buyurdu. "Ya iki kişi şahitlik ederse?" diye sorduğumuzda yine:

“îki kişinin şahitliğiyle de olur" karşılığını verdi. Bir kişinin şahitliğini de artık sormadık.

Ahmed, İbn Mâce, Taberânî, Bağavî, Hâkim, Müstedrek ile el-Kunâ'da, Dârakutnî, Efrâd'da ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Züheyr es-Sekafî'den bildiriyor: Nebâvet'te Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İçinizden kimlerin iyi, kimlerin de kötü olduğunu ayırt etmemiz çok da zor değildir" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Nasıl ayırt edebiliriz?" diye sorduklarında:

“Kimin iyilikle; kimin de kötülükle anıldığına bakmak suretiyle. Zira sizler Yüce Allah'ın (birbirinize karşı) yeryüzündeki şahitlerisiniz" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını kıldırması için bir cenaze getirildi. Cenazeye katılanlar:

“Ne iyi bir insandı" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Cennet) vacip oldul" buyurdu. Başka bir cenaze getirildiğinde bu kez oradakiler:

“Ne kötü bir adamdı" demeye başladılar. Allah Resûlü onun için de:

“(Cehennem) vacip oldu!" buyurdu. Ubey b. Ka'b:

“Neden böyle dedin?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çünkü Yüce Allah:

“...İnsanlığa şahitler olmanız için..." buyurur" karşılığını verdi.

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Hâkim, Ebû Nuaym, Hilye'de, Beyhakî, Şu'abu'l-îmân'da ve Diyâ'nın, el-Muhtâre'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir Müslüman ölüp de yakın komşularından dört aile (kişi) kendisinden hayırdan başka bir şey görmediklerine dair şahitlik ettikleri zaman, Yüce Allah: «Bu şahitliğinizi kabul ettim ve onun, sizin de bilmediğiniz günahlarını da affettim» buyurur."

İbn Ebî Şeybe, Hennâd, İbn Cerîr ve Taberânî, Seleme b. el-Ekva'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından Ensarlı birinin cenazesi geçti. Yanındakiler onun hakkında hayırla konuşunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vacip oldu!" buyurdu. Sonrasında başka bir cenaze daha geçti. Oradakiler geçen cenazeyi ilkinden daha az hayırla anınca Allah Resûlü yine:

“Vacip oldu!" buyurdu. Ashab:

Resûllalah! Vacip olan ne?" diye sorduklarında, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın gökteki şahitleri meleklerdir. Yüce Allah'ın yeryüzündeki şahitleri de sizlersiniz" karşılığını verdi.

Hatîb'in, Târih'te Enes'ten naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir Müslüman vefat edip de yakın komşularından iki tanesi: «Allah için ondan hayırdan başka bir şey görmedik» diye hakkında şahitlik ederlerse, Yüce Allah meleklere: «Siz de şahit olun ki bunların şahitliklerini kabul ettim ve onun bilmedikleri günahlarını da affettim» buyurur.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Ka'b'dan bildiriyor: Bu ümmete üç haslet verildi ki, bu hasletler sadece peygamberlere verilmiştir. Yüce Allah her bir peygambere:

“Tebliğini yap, sana bir güçlük yüklemeyeceğiz! Sen kavminin şahidisin! Dua et sana icabet edeyim!" buyururdu. Bu ümmete de şöyle buyurmuştur:

“...Dinde size bir güçlük de yüklemedi..." "...İnsanlığa şahitler olmanız için.." "...Bana dua edin, duânıza cevap vereyim..."

İbn Cerîr, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor:

“İnsanlar kıyamet gününde Yüce Allah'ın, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine yaptığı ihsanları gördüklerinde:

“Neredeyse bu ümmetin her bir ferdi peygamber olacakmış" demeye başlarlar."

İbnu'l-Mübârek'in, Zühd'de ve İbn Cerîr'in, Hibbân b. Ebî Cebele'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah kıyamet gününde tüm kullarını topladığı zaman huzura ilk olarak İsrâfîl (aleyhisselam) çağırılır. Yüce Allah kendisine:

“Sözümü ne yaptın? Onu yerine ulaştırdın mı?" diye sorunca, İsrâfîl:

“Evet, ey Rabbim! Onu Cebrâîl'e ulaştırdım" karşılığını verir. Bunun üzerine Cebrâîl (aleyhisselam) çağrılır ve ona:

“îsrâfîl sana sözümü ulaştırdı mı?" diye sorulur. Cebrâîl:

“Evet, ulaştırdı" karşılığını verince İsrafil'in gitmesine izin verilir ve Cebrâîl'e:

“Sen sözümü yerine ulaştırdın mı?" diye sorulur. Cebrâîl:

“Evet, elçilerine sözünü ulaştırdım" karşılığını verince, elçiler çağırılır ve:

“Cebrâîl sizlere sözlerimi ulaştırdı mı?" diye sorulur. Elçiler:

“Evet, ulaştırdı" deyince, Cebrail'in (aleyhisselam) gitmesine izin verilir ve elçilere:

“Siz sözlerimi tebliğ ettiniz mi?" diye sorulur. Elçiler:

“Evet, ümmetlere (insanlara) bu sözlerini aktarıp tebliğimizi yaptık" dediklerinde bu kez ümmetler çağırılır. Onlara:

“Elçiler sözlerimi sizlere ulaştırdı mı?" diye sorulunca kimisi böylesi bir tebliğin yapılmadığını, kimisi de yapıldığını söyler.

Bunun üzerine elçiler:

“Bu konuda şahitlerimiz var" derler. Onlara:

“Kimler?" diye sorulunca: elçiler:

“Muhammed'in ümmeti" derler. Muhammed'in ümmeti çağrılarak onlara:

“Elçilerimin sözlerimi ümmetlerine tebliğ ettiğine dair şahitlik eder misiniz?" diye sorulunca:

“Evet, ederiz" derler. Ancak diğer, ümmetler:

“Rabbimiz! Bizim zamanımızda yaşamayanlar aleyhimizde nasıl şahitlikte bulunabilirler ki?" diye sorarlar. Yüce Allah, Muhammed ümmetine:

“Onların zamanında yaşamadığınız halde aleyhlerinde nasıl şahitlikte bulunuyorsunuz?" diye sorunca: Muhammed ümmeti:

“Rabbimiz! Bize bir Resul gönderdin. Yanında bir de kitap indirdin. İndirdiğin kitapta da elçilerinümmetlerine tebliği hakkıyla yaptığım anlattın. Biz de bu sözlerine dayanarak böylesi bir şahitlikte bulunuyoruz" karşılığını verir. Bunun üzerine Rabbimiz:

“Doğru söylüyorlar!" buyurur. Yüce Allah'ın:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık..." buyruğuyla kastedilen işte budur. Âyetteki vasat'tan kasıt da itidal ve adalettir.

İbn Ebî Hâtîm, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Ubey b. Ka'b bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kıyamet gününde insanlığa şahitlik etme kastedilmektedir. Zira Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kıyamet gününde Nuh'un (aleyhisselam), Hûd'un (aleyhisselam), Salih'in (aleyhisselam), Şuayb'ın (aleyhisselam) ve diğer peygamberlerin kavimleri konusunda, elçilerin tebliği hakkıyla ifa ettiği, ancak kavimlerinin onları yalanladığına dair şahitlik edecektir."

Ebu'l-Âliye der ki: Ubey'in kıraatinde bu âyet: (Sizin, kıyamet gününde insanlığa şahitler olmanız...) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Resûlün de size şahit olması için..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem), kendilerine geldiği zaman onun hak olarak gönderildiğine inandıkları, kendisini kabul ve tasdik ettiklerine dair ümmetinin lehinde şahitlik etmesidir."

Abd b. Humeyd, Ubeyd b. Umeyr'den bildiriyor:

“Kıyamet gününde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece ümmetiyle birlikte huzura çıktığında ümmeti, hakkıyla tebliğini ifa ettiğine dair fehinde şahitlik edecektir."

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Kıyamet gününde huzura çıkarılan Nûh'a (aleyhisselam):

“Ey Nûh! Tebliğini. yaptın mı?" diye sorulur. Nûh (aleyhisselam):

“Rabbim! Evet, yaptım" der. Yüce Allah ona:

“Bunu yaptığına dair sana kim şahitlik eder?" diye sorunca, Nûh (aleyhisselam):

Ahmed,(sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmeti ederler" der. Bu şekilde huzura çıkarılan ve ümmeti tarafından tebliği yaptığı konusunda yalanlanan her bir peygambere Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti tebliği yaptığına dair şahitlik eder. Bu ümmetin de görevlerini yerine getirip getirmediği konusu sorulacağı, zaman, da sadece Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulur.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de Hibbân b. Ebî Cebele'den bildiriyor:

“Bana bildirilene göre kıyamet gününde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti Yüce Allah'ın huzuruna yüksek bir tepenin üzerinde çıkar. Sonrasında kavimlerine tebliği hakkıyla ifa ettiklerine dair Resûllerin lehine şahitlikte bulunurlar. Ancak bu şahitliği sadece Müslüman kardeşine karşı içinde kin bulunmayan kişiler yapacaktır."

Müslim, Ebû Dâvud ve Hakîm et-Tirmizî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çokça lanet okuyanlar kıyamet gününde ne şahit ne de şefaatçi olabilecektir" buyurmuştur.

"...Kendisine yöneldiğin kıbleyi, Resule tâbi olanlarla, ondan yüz çevirip geri dönenleri ayırt etmek için değiştirdik. Allâh'ın hidâyet ettiklerinin dışındakilere bu olay çok ağır gelecektir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Kendisine yöneldiğin kıbleyi, Resûle tâbi olanlarla, ondan yüz çevirip geri dönenleri ayırt etmek için değiştirdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendisine yönelinen kıble Beytu'l-Makdis'tir. Bunu değiştirmedeki hedefin de verilen bu yeni emre kimin itaat edip teslimiyet göstereceğini ortaya çıkarmak olduğu ifade edilmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs dedi ki:

“...Ayırt etmek için..." âyetini açıklarken:

“Yakini bir iman taşıyanlar ile şüphe içinde olanları ortaya çıkarmak için bunun yapıldığı ifade edilmiştir" demiştir. "...Allâh'ın hidâyet ettiklerinin dışındakilere bu olay çok ağır gelecektir..." âyetini açıklarken de:

“Kıblenin değiştirilmesinin şüphede olanlar için ağır geleceği belirtilmiştir".

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Bana bildirilene göre kıblenin değişmesinden sonra bazı müslümanlar:

“Bir bu tarafa, bir öbür tarafa..." diyerek Müslümanlıktan geri çıkmışlardır."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bu olay çok ağır gelecektir..." âyetini açıklarken:

“Burada ağır geleceği belirtilen şey, kıblenin Beytu'l-Makdis'ten Kâbe'ye doğru değiştirilmesidir" demiştir.

Vekî', Firyâbî, Tayâlisî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarında artık yeni kıbleye doğru yönelmesi emredilince, ashab:

Resûlallah! Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılıp o şekilde vefat edenlerin durumu ne olacak?" diye sordular. Bunun üzerine:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir..." âyeti nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Berâ b. Âzib:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir..." âyetini açıklarken:

“Beytu'l-Makdis'e doğru kılınan namazlar kastedilmektedir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kıblenin Kâbe'ye doğru çevrilmesinden önce kılınan namazlar kastedilmektedir. Zira müminler bir önceki kıbleye doğru kıldıkları namazların kabul görmemesinden endişe etmişlerdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Doğrusu Allah Raûf'tur..." âyetini açıklarken:

“Bu konuda Yüce Allah'ın sizlere karşı şefkatle yaklaşacağı ifade edilmiştir" demiştir.

144

"Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir."

İbn Mâce, Berâ'dan bildiriyor: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte on sekiz ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldık. Medine'ye girişinden iki ay sonra da kıble Kâbe'ye doğru çevrildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Beytu'l- Makdis'e doğru namaz kılacağı zaman kıble konusunda yeni bir emir gelecek mi diye göğe bakıp dururdu. Yüce Allah da Peygamberinin kalbinde kıblenin Kâbe'ye doğru çevrilmesi arzusunun olduğunu biliyordu. Bu konudaki isteğini bildirmek üzere Cebrâîl (aleyhisselam) göğe doğru yükselince Allah Resulü de nasıl bir emir ile geri geleceğini beklemeye koyuldu. Sonunda:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyeti nazil oldu.

Kıblenin bu şekilde değişmesinden sonra Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cebrâîl! Daha önce Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığımız namazlar ne olacak?" diye sorunca:

“...Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir..."âyeti nazil oldu.

Taberânî, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Daha sonra Yüce Allah:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyetiyle namazlarda yönünü artık Kâbe'ye doğru çevirmesini emretti.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını kılıp selamını da verdikten sonra (kıble konusunda yeni bir emrin beklentisi içinde) başını göğe doğru kaldırıp bakardı."

Nesâî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Ebû Saîd b. el-Muallâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Mescid'in yanından geçerken girer namaz da kılardık. Bir defasında yine uğrayıp içeriye girdiğimizde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberin üzerinde oturmuş olduğunu gördük. Bunu görünce ben içimden:

“Mutlaka yeni bir şey olmuştur" dedim. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyetini okudu. Ben yanımdaki arkadaşıma:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden inmeden gel iki rekat namaz kılalım da yeni kıbleye doğru ilk namaz kılanlar biz olalım" dedim. Aceleyle de her birimiz iki rekat namaz kıldık. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden indi ve o günü öğle namazını Kâbe'ye doğru kıldırdı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ayetin inişinden önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılıyordu; ancak kalbinden de Mescid-i Harâm'a doğru namaz kılmayı da arzu ediyordu. Bunun üzerine Yüce Allah, kalbinden geçirdiği ve arzuladığı kıbleye doğru, yani Mescid-i Haram yönüne doğru dönüp namazlarını kılmasını emretti."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Yahudiler:

“Muhammed bize muhalif davranıyor; ama bizimle aynı kıbleyi kullanıyor" diyorlardı. Bundan dolayıdır ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'a dua ediyor ve kıblenin değişmesini arzuluyordu. Sonunda:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir.. ." âyeti nazil oldu. Kıble Beytu'l-Makdis'ten Kâbe'ye doğru değişince Yahudilerin bu konudaki sözleri kesildi. Kıblenin değişmesiyle de Mescid'de yer olarak erkekler kadınların, kadınlar da erkeklerin yerini aldı.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Mansûr, Ahmed b. Menî', Müsned'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, el-Kebîr'de ve Hâkim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“...Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz..." âyetini açıklarken:

“Buradaki kıbleden kasıt, Kâbe'nin oluğuna (Mîzâb'a) doğru olan İbrahim'in (aleyhisselam) kıblesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Berâ:

“...Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyetini açıklarken:

“Mescid-i Haram'ı önüne alacak şekilde dön, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dîneverî, el- Mücâlese'de, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“...Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyetini açıklarken:

“Mescid-i Haram'ı önüne alacak şekilde dön, anlamındadır" demiştir.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs âyetteki (.....) ifadesini açıklarken:

“Mescid-i Haram yönüne doğru, anlamındadır" demiştir.

Âdem, Deynûrî, el-Mücâlese'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru (şatr) çevir..."âyetindeki "Şatr" ifadesini açıklarken:

“Mescid-i Haram yönüne doğru, anlamındadır" demiştir.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Deynûrî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Mescid-i Haram'a doğru çevir..." âyetini açıklarken:

“Mescid-i Haram'in bulunduğu tarafa doğru dön, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Rufey'den bildiriyor:

“Âyette geçen (.....) ifadesi Habeş dilindedir ve yön, taraf anlamına gelmektedir."

Ebû Bekr b. Ebî Dâvud, eî-Mesâhifde, Ebû Rezîn'den bildiriyor:

“Abdullah'ın kıraatinde bu âyet: (.....) şeklindedir."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kabe'nin tümü kıbledir. Kâbe'nin kıblesi de kapısıdır."

Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrmuştur:

“Kabe, Mescid-i Haram'ın içinde bulunanların kıblesidir. Mescid-i Haram da Harem bölgesinde bulunanların kıblesidir.

Harem bölgesi de yeryüzünün doğu ve batısında bulunan bütün insanların kiblesidir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Doğrusu Kitap verilenler..."âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt Yahudilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler..." âyetini açıklarken:

“Buradaki gerçekten kasıt kıbledir" demiştir.

Ebû Dâvud'un, en-Nâsih'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler..."âyetini açıklarken:

“Ehl-i kitâb Kâbe'nin, İbrâhim (aleyhisselam) ve diğer peygamberlerin kıblesi olduğunu biliyorlardı. Ancak kasıtlı olarak bu kıbleyi bıraktılar" demiştir. "...Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler" âyetini açıklarken de:

“Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sıfatları ile kıble konusunu gizler, örtbas ederler" demiştir.

145

"Andolsun, sen kendilerine kîtap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar..." âyetini açıklarken:

“Ne Yahudiler Hıristiyanların kıblesine uyar, ne de Hıristiyanlar Yahudilerin kıblesine uyar" demiştir.

146

"Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle İken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendilerine kitap verilenler Yahudi ile Hıristiyanlardır. Bunlar kitaplarında belirtilen sıfatlarına göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olduğunu çocuklarını tanıyıp bildikleri gibi bilirler."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar..." âyetini açıklarken:

“Beytu'l-Harâm'ın kıble olduğunu bilirler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar..." âyetini açıklarken:

“Beytu'l-Harâm'ın kendilerine emredilen kıble olduğunu bilirler" demiştir. "...Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler" âyetini açıklarken de:

“Kıble gerçeğini gizlerler" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler" âyetini açıklarken:

“Bir kısım kimselerden kasıt kitap ehlidir. Bunlar, ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı olduğu halde Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak geçtiği gerçeğini gizlerler" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar..."  âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Medine'de sonradan Müslüman olan Ehl-i kitâb'dan bazılarının şöyle dediği söylenir:

“Allah'a yemin olsun ki kitaplarımızda bahsedilen sıfatlarından Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olduğunu çocuklarımızı bildiğimizden daha iyi bilirdik. Daha iyi bilirdik; zira bizim arkamızdan kadınlarımızın neler çevirdiğini bilemeyiz."

Sa'lebî, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla İbn Cüreyc'den, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman Ömer b. el- Hattâb, Abdullah b. Selâm'a:

“Ey Abdullah! Yüce Allah, Peygamberine:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar..." âyetini indirdi. Bahsedilen bu tanıma konusunda ne dersin?" diye sordu. Abdullah şöyle dedi:

“Ey Ömer! Kendi çocuğumu çocukların arasındayken nasıl tanıyıp biliyorsam, onu da ilk gördüğümde öyle tanıyıp bildim. Ayrıca ben Muhammed'i kendi çocuğumdan daha iyi tanıyorum." Ömer:

“Bu nasıl olabilir?" diye sorunca, Abdullah:

“Allah'ın Resûlü olduğuna ve hak bir peygamber olarak gönderildiğine şehadet ederim. Zira Yüce Allah Kitab'ımızda onun sıfatlarını anlattı. Çocuğuma gelince ise kadınlarımızın bizim arkamızdan neler çevirdiğini bilemeyiz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer ona:

“Ey İbn Selâm! Allah seni muvaffak kılsın!" dedi.

Taberânî, Selmân el-Fârisî'den bildiriyor:

“Hak olan dini aramaya çıktığım süreçte Ehl-i kitâb'dan olan bazı rahiplerle birlikte oldum. Yüce Allah:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar.." buyurur. İşte onlarla kaldığım süre İçinde: «Bu zaman bir Peygamberin çıkma zamanıdır. Arapların bölgesinden çıkacaktır. Peygamberliğine dair bazı işretleri taşımaktadır ki bunlardan biri de iki omuzu arasında bulunan yuvarlak bir bendir» derlerdi."

147

"Gerçek olan Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma!"

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Yüce Allah:

“Gerçek olan Rabbinden gelendir. O halde sakın şüphe edenlerden olma" âyetinde Peygamberine şöyle buyurur:

“Ey Muhammed! Kâbe'nin kıblen olduğu konusunda sakın şüpheye düşme ki senden önceki peygamberlerin de kıblesiydi."

148

"Herkesin yöneldiği bir yön vardır..."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Herkesten kasıt, herhangi bir dine mensup olan kimselerdir. Her bir dine mensup olanın bir kıblesi vardır. Müminler de hangi yöne yönelirlerse yönelsinler orası Allah'a çıkar."

İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs âyetteki (.....) ifadesini mudâf olarak: (.....) şeklinde okumuş ve açıklarken şöyle demiştir:

“Her iki yön de Allah'a çıkar. Bunun için bazen Beytu'l-Makdis'e doğru, bazen de Kâbe'ye doğru namazını kılabilirsiniz, denilmiştir."

Ebû Dâvud'un, en-Nâsih'de bildirdiğine göre Katâde:

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır..." âyetini açıklarken:

“Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru kıldıkları namazlar ile Kâbe'ye doğru kılınan namazlardır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhif de Mansûr'dan bildiriyor:

“Biz bu âyeti: (Herkese, hoşnut olacağı bir kıble kıldık) lafzıyla okurduk.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Herkesin yöneldiği bir yön vardır..." âyetini açıklarken:

“Her bir peygamber (ve ümmetin)in yöneldiği bir kıblesi vardır" demiştir.

Ebû Dâvud'un, en-Nâsih'de bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) âyetini açıklarken demiştir ki:

“Yahudilerin bir kıblesi vardır ve bunu onlara belirleyen Allah'tır. Hıristiyanların da kendi kıbleleri vardır ve bunu da Yüce Allah kendilerine belirlemiştir. Size de ey Muhammed ümmeti, Yüce Allah şimdiki kıbleyi kıble olarak belirlemiştir."

İbnu'l-Enbârî'nin, el-Mesâhif de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (Herkesin, yönü Allah'a çıkan bir kıblesi vardır) lafzıyla okurdu.

"Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadirdir"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın..." âyetini açıklarken:

“Kıblenizle üstünlük taslayıp kendinizi bırakmayın, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın..." âyetini açıklarken:

“Hayırlı işlerden kasıt, salih amellerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın..." ifadesini açıklarken:

“İyi ve güzel İşlerde müminlerin birbirleriyle yarışmalarıdır" demiştir. "...Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadîr'dir" âyetini açıklarken de:

“Bir araya toplanmadan kasıt, kıyamet günündeki toplanmadır" demiştir.

Buhârî, Nesâî ve Beyhakî'nin, Sünen'de Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiklerimizden yerse bilin ki o bir müslümandır. Böylesi bir kişi, Allah'ın zimmeti ile Resulünün himayesi altındadır. Onun için Allah'ın vermiş olduğu öyle bir zimmete ihanet etmeyin!"

150

"(Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram'a doğru çevirin ki, zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece sîze nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulaşınız."

İbn Cerîr, Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve ashabdan bazıları şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Beytu'l- Makdis'e doğru namaz kılarken yönünün Kâbe'ye doğru çevrilmesinden sonra bazı Mekkeli müşrikler:

“Muhammed dini konusunda şaşkınlık içinde. Kıblesini sizlere doğru çevirdi. Sizin ondan daha doğru bir yolda olduğunuzu anladı. Dininize girmesi de pek yakındır" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“(Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. (Ey mü'minler!) Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram'a doğru çevirin ki, zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulaşınız" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Buradaki insanlardan kasıt kitap ehlidir. Zira Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarda yönü Beytu'l-Makdis'ten Beytu'l-Harâm'a, Kâbe'ye doğru çevrilince:

“Anlaşılan adam babasının evine (memleketine) ve kavminin dinine özlem duyuyor" demeye başlamışlardı."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Buradaki kozdan (hüccet'ten) kasıt, ehli kitabın, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim kıblemize doğru yöneliyorsun yönündeki sözleridir."

en-Nâsih'de Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde ile Mücâhid:

“...Zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın..."âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: Burada zalimlerden kasıt müşrik Araplardır. Zira kıblenin değişmesinden sonra birbirlerine:

“Sizin kıblenize geri döndü. Dininize de girmesi yakındır" demeye başlamışlardır.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ayette bahsedilen zalimler, Kureyş müşrikleridir ki Müslümanlara karşı kıblenin değişimini bir koz olarak kullanacakları bildirilmiştir. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kıblenin değişimiyle Beytu'l- Harâm'a doğru yönelmesi üzerine bu kozu kullanmışlar ve:

“Muhammed kıblemize döndüğü gibi dinimize de geri dönecektir!" demeye başlamışlardı. Bu yöndeki tüm şeylere karşılık:

“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir" âyeti nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Zalimlerin dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın..." âyetini açıklarken:

“Burada insanlardan kasıt, Ehl-i kitâb'dan olanlardır. Zalimlerden kasıt da Kureyşli müşriklerdir" demiştir.

151

"Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Nitekim kendi aranızdan... bir peygamber gönderdik" âyetini açıklarken:

“Buradaki peygamberden kasıt Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada Yüce Allah:

“Bunu yapmama karşılık sizlerde beni zikredin" demek istemiştir."

152

"Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin,"

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, itaat ederek beni zikredin ki ben de mağfiretimle sizleri zikredeyim, buyurmuştur."

Ebu'ş-Şeyh ile Deylemî, Cübeybir vasıtasıyla Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..." âyetini okudu ve:

“Yüce Allah: «Kullarım! İtaat ederek beni zikredin ki ben de mağfiretimle sizleri zikredeyim!» demek istemiştir" buyurdu.

İbn Lâl, Deylemî ve İbn Asâkir, Ebû Hind ed-Dârî'den bildirdiklerine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“ Yüce Allah: «İtaat ederek beni zikredin ki, ben de mağfiretimle sizleri zikredeyim. Her kim emirlerime itaat ederek beni zikrederse tarafımdan bağışlanarak zikredilmeyi hakeder. Her kim de emirlerime karşı çıkarak beni zikrederse, o da tarafımdan öfke ile zikredilmeyi hakeder» buyurur.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: İbn Abbâs:

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, benim sizi zikretmem, sizin beni zikretmenizden daha hayırlıdır, demek istemiştir."

M. el-Evsat'ta Taberânî ve Ebû Nuaym'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Ey Âdemoğlu! Şayet beni zikredersen bana şükretmiş olursun. Ancak beni unutursan bana nankörlük etmiş olursun» buyurur."

İbn Ebi'd-Dünya, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Mûsa (aleyhisselam):

“Rabbim! Sana nasıl şükredeceğimi bana öğret" deyince, Yüce Allah:

“Beni zikredip unutmazsın. Şayet beni zikredersen bana şükretmiş olursun. Ancak unutursan bana nankörlük etmiş olursun" karşılığını vermiştir.

Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dört şeyi yapan karşılığında dört şeyi elde eder. Bunun da açıklaması Allah'ın Kitab'ında vardır. Yüce Allah'ı zikredeni Allah da zikreder. Zira:

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..." buyurur. Yüce Allah'a dua eden kişinin duasına icabet edilir. Zira Yüce Allah:

“...Bana dua edin, duânıza cevap vereyim..."buyurur. Yüce Allah'a şükreden kişiye daha fazla nimet ihsan edilir. Zira Yüce Allah:

“...Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım..."buyurur. Yüce Allah'tan bağışlanma dileyen kişi de bağışlanmaya mazhar olur. Zira Yüce Allah:

“...Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır" buyurur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ı zikreden her bir kul mutlaka Allah tarafından zikredilir. Mümin O'nu zikrettiği zaman Yüce Allah da onu rahmetiyle zikreder. Kafir O'nu zikrettiği zaman da Yüce Allah onu azabıyla zikreder."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs demiştir ki: Yüce Allah, Dâvud'a (aleyhisselam) şöyle vahyetti:

“Zalimlere söyle beni anmasınlar! Zira beni anan kişiyi ben de anarım. O zalimleri anmam da ancak onları lanetleyerek olur."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e:

“Birinin canına kıyan, içki içen, hırsızlık yapan Ve zina eden kişinin Allah'ı zikretmesi konusunda ne dersin? Zira Yüce Allah:

“Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim..."buyuruyor" diye sorulunca şöyle karşılık vermiştir:

“Böylesi bir kişi Yüce Allah'ı zikrettiği zaman susması için Allah da onu lanetleyerek zikreder."

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da Hâlid b. Ebî İmrân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah'a itaat eden kişi, namazı, orucu ve Kur'ân okuması az olsa da O'nu zikretmiş olur. Allah'a karşı çıkan kişi de namazı, orucu ve Kur'ân okuması çok olsa da O'nu unutmuş sayılır."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki:

“Ben kuluma, benden beklentisine göre muamele ederim. Beni zikrederse yanında olurum. Beni içinden zikrederse, ben de onu kendi kendime anarım. Beni bir topluluk içinde zikrederse ben de onu onlardan daha hayırlı olan (meleklerden) bir topluluk içinde zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim."

Ahmed ve Beyhakî, el-Esmâ ves-Sifât'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğlu! Şayet beni içinden zikredersen ben de seni kendi kendime zikrederim. Sen beni bir topluluk içinde zikredersen ben de seni onlardan daha hayırlı olan (meleklerden) bir topluluk içinde zikrederim. Sen bana bir karış yaklaşırsan ben sana bir arşın yaklaşırım. Sen bana bir arşın yaklaşırsan ben sana bir kulaç yaklaşırım. Sen bana yürüyerek gelirsen ben sana koşarak gelirim."

Taberânî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki: Beni kendi kendine zikreden kişiyi ben meleklerimden bir topluluk içinde zikrederim- Beni bir topluluk içinde zikredeni ise ben refîk-i âlâ'da (en yüksek makamlarda bulunan peygamberler topluluğu içinde) zikrederim. "

İbn Ebi'd-Dünya, Kitâb'ul Zikr'de, Bezzâr, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah buyurur ki:

“Ey Âdemoğlu! Sen beni tek başına olduğun bir zamanda zikredersen, ben de seni kendi kendime zikrederim. Sen beni bir topluluğun içinde zikredersen ben seni, beni içinde zikrettiğin o topluluktan daha hayırlı ve daha kalabalık olan bir topluluğun içinde zikrederim."

İbn Mâce, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki:

“Kulum beni anmaya başlayıp dudaklarım hareket ettirmeye başladığı anda ben kulumla beraber olurum. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhâkî, Abdullah b. Büsr'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! İslâm'ın şeriatleri (nafileler) bana ağır gelmeye başladı. Bana devamlı yapabileceğim basit bir şey söyle" deyince, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dilinden Allah'ın zikri eksik olmasın" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Bezzâr, İbn Hibbân, Taberânî ve Beyhakî, Mâlik b. Yahâmir'den bildiriyor: Muâz b. Cebel bize dedi ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın en sevdiği ameller hangisidir?" diye sorduğumda:

"Ölürken bile dilinin Allah'ın zikriyle hareket ediyor olmasıdır" karşılığını verdi. İşte Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberliğimde en son konuşmamız buydu."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Ebu'l-Muhârik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İsrâ gecesi götürüldüğümde Arş'ın nuruna gark olmuş birini gördüm. «Bu kimdir? Melek midir?» diye sorduğumda:

“Hayır!" denildi. «Peygamber midir?» diye sorduğumda, yine: «Hayır!» denildi. «O zaman kim bu?» diye sorduğumda da: «Bu kişinin, dünyada iken dilinden Allah'ın zikri düşmezdi. Kalbi, gönlü her daim mescitlere bağlıydı. Anne-babasına da hiçbir zaman kötü sözler söylemezdi» denildi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Sâlim b. Ebi'l- Ca'd'den bildiriyor: Ebu'd-Derdâ'ya:

“Adamın biri yüz köle azat etti" denilince şöyle karşılık verdi:

“Kişinin malından yüz köle azat etmesi elbette ki büyük bir şeydir. Ancak bundan daha üstünü vardır ki o da kişinin gece ve gündüz sahip olduğu imanın gereklerini yerine getirmesi ve dilinin her dem Allah'ın zikri ile meşgul olmasıdır."

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünya, Hâkim ve Beyhakî, Ebu'd- Derdâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizin için en hayırlı olan ameli, Allah katında daha değerli ve yanındaki derecenizi daha fazla yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmenizden, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanızdan veya onların sizin boynunuzu vurmasından .daha değerli olanını söyleyeyim mi?" diye sorunca, ashâb:

“Tabi ki söyle" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her dem Allah'ı zikretmektir" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her şeyin bir cilası vardır. Kalplerin cilası da zikrullah'tır. Zikrullah gibi insanı Allah'ın azabından.kurtaracak daha iyi bir şey yoktur" buyurdu. Kendisine:

“Bu konuda Allah yolunda cihattan da mı iyidir?" diye sorulunca:

“Kişinin Allah yolunda kılıcı kırılıncaya kadar savaşmasından bile iyidir" karşılığını verdi.

Bezzâr, Taberânî ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Geceleri ibadete kalkamayan, cimrilik edip malını infak edemeyen ve düşman karşısında korkup savaşamayan kişi (bunlar yerine) çokça Allah'ı zikretsin."

Taberânî, M. el-Evsat'ta Câbir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanoğlu, zikrullah gibi kendisini Allah'ın azabından kurtaracak daha iyi bir amelde bulunamaz" buyurdu. Kendisine:

“Bu konuda Allah yolunda cihattan da mı iyidir?" diye sorulunca:

“Kişinin Allah yolunda kılıcı kırılıncaya kadar savaşması dışında bu konuda Allah yolunda cihattan da.daha iyidir?" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Şükr'de, Taberânî ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dört şey vardır ki bir kişiye verildiği zaman dünya ve âhiretin tüm hayırları kendisine verilmiş demektir. Bunlar da şükreden bir kalp, zikreden bir dil, musibetlere sabreden bir beden ve hem namusu, hem de malında kişiye ihanette bulunmayan bir hanımdır" buyrmuştur.

İbn Hibbân'ın Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünyada serili rahat yataklar üzerinde Allah'ı zikreden kullar da olur ki Yüce Allah onları, katında yüksek makamlarla ödüllendirecektir" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ı zikreden ile zikretmeyen kişi arasındaki fark ölü ile diri arasındaki fark gibidir "buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her bir gün ve gecede Yüce Allah'ın, kullarından dilediğine bahşettiği bir sadakası vardır. Yüce Allah'ın, kuluna, kendisini zikretmesini ilham etmesinden daha değerli bir şey de yoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Hâlid b. Ma'dân'dan bildiriyor:

“Yüce Allah her gün bir sadakada bulunur. Kuluna verdiği en güzel sadaka ise kendisini zikretmesini ihsan etmesidir."

Taberânî'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kişi kucağında durmadan dirhem (para) dağıtsa, bir diğeri de Allah'ı zikretse, Allah'ı zikreden kişi, dirhem dağıtan kişiden daha değerli sayılır" buyurmuştur.

Taberânî ve Beyhakî'nin Muaz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet ahalisi sadece dünyada iken Allah'ı zikretmeden geçirdikleri anlar için pişmanlık duyup üzülürler" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanoğlu kıyamet gününde dünyada iken Yüce Allah'ı zikretmeden geçirdikleri her bir an için pişmanlık duyup üzülecektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebû Hureyre ile Ebû Saîd'den bildiriyor: Şehadet ederiz ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir topluluk Allah'ı zikretmek üzere oturduğu zaman melekler onlarla beraber olur. Yüce Allah rahmetiyle onları kuşatır, onlcıra huzuru indirir ve katında bulunanların yanında onları anar" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Hureyre ve Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ı zikredenler dört şeye nail olurlar. Sükûnet ve huzura kavuşurlar. Allah'ın rahmetiyle kuşatılırlar. Melekler etraflarını çevirip yanlarında olur. Yüce Allah onları katındaki ileri gelenlerin yanında anar" buyurmuştur.

Hâkim, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah şöyle buyurur:

“Kulum beni anmaya başlayıp dudaklarını hareket ettirmeye başladığı anda ben kulumla beraber olurum" buyurduğunu işittim.

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah şöyle buyurur:

“Kulum! Benden beklentine göre sana muamele ederim. Beni zikrettiğin müddetçe de yanında olurum" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te İbn Ömer'den bildiriyor:

“Sabah akşam Yüce Allah'ı zikretmek, Allah yolunda kılıcı kırılacak kadar cihad etmekten ve bolca mal infak etmekten daha değerlidir."

İbn Ebî Şeybe, Muâz b. Cebel'den bildiriyor:

“İki kişiden biri Allah yolunda mücahitlere teçhizat ve binekler tedarik etse bir diğeri de Yüce Allah'ı zikretse, Allah'ı zikreden kişi, hem amel, hem de ecir bakımından diğerinden daha üstün sayılır."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd.'de Selmân el-Fârisî'den bildiriyor:

“İki kişiden biri köle ve cariye azat ederek, bir diğeri de Kur'ân'ı okuyarak veya Allah'ı zikrederek sabahı etse, Allah'ı zikreden kişinin daha üstün olduğu görülecektir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Amr'dan bildiriyor:

“Biri doğudan, biri de batıdan iki adam yola çıksa, aynı noktada buluşana kadar biri yanında taşıdığı altınları hak yolda infak etse bir diğeri Yüce Allah'ı zikretse, Allah'ı zikreden kişi. diğerinden daha üstün sayılır."

Buhârî, Müslim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sifât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah'ın yollarda gezinen ve zikir eden kulları arayan melekleri vardır. Allah'ı zikreden bir toplulukla karşılaştıkları zaman:

“Gelin, aradıklarınız burada!" diye birbirlerini çağırırlar. Sonrasında yerden göğe kadar kanatlarıyla onların etrafında dolaşırlar. Topluluk zikri bitirip dağılınca melekler de semâya çıkarlar. Rableri onlara:

“Nereden geliyorsunuz?" diye sorar ki aslında cevabını onlardan daha iyi biliyordur. Melekler:

“Yeryüzünde seni tesbîh eden, tekbirler getiren, lâ İlâhe illallah diyen ve sana hamdeden bir topluluğun yanından geliyoruz" derler. Yüce Allah:

“Beni gördüler mi ki?" diye sorunca:

“Hayır" derler. Yüce Allah:

“Peki, ya beni görselerdi ne yaparlardı?" diye sorunca, melekler:

“Şayet seni görselerdi sana ibadet etmeye daha sıkı sıkıya sarılırlardı. Seni daha fazla ulular, daha fazla tesbih ederlerdi" derler.

Yüce Allah:

“Peki, ne istiyorlar?" diye sorunca, melekler:

“Senden Cenneti istiyorlar" derler. Yüce Allah:

“Cenneti gördüler mi ki?" diye sorunca, melekler:

“Hayır!" derler. Yüce Allah:

“Peki, ya Cenneti görselerdi ne olurdu?" diye sorunca, melekler:

“Cenneti görselerdi onu elde etmek için daha fazla çabalar, onu daha fazla talep edip isterlerdi" derler. Yüce Allah:

“Peki, neyden sakınıyorlar?" diye sorunca, melekler:

“Cehennem azabından" derler. Yüce Allah:

“Cehennemi gördüler mi ki?" diye sorunca, melekler:

“Hayır!" derler. Yüce Allah:

“Peki, ya Cehennemi görselerdi ne olurdu ?" diye sorunca, melekler:

“Cehennemi görselerdi ondan daha fazla uzak durmaya çalışırlar ve bu yönde ondan daha fazla korkarlardı" derler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“O zaman siz de şahit olun ki onları bağışladım" buyurur. Meleklerden biri:

“Ancak içlerinde onlardan olmayan, bir iş için orada bulunan biri var" deyince, Yüce Allah:

“Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan kişi de kötü biri olamaz" karşılığını verir?

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Tirmizî ve Nesâî,; Muâviye'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabından oluşan bir halkanın yanına geldi ve:

“Oturup ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Ashabı:

“Yüce Allah'ı zikretmek, bizi hidayete erdirip, ihsanlarda bulunduğu için O'na hamdetmek üzere oturduk" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadece bunun için oturduğunuza dair Allah'a adına yemin eder misiniz?" diye sorunca:

“Allah'a yemin olsun ki sadece bunun için oturduk" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yemin ettirmen size inanmadığımdan dolayı değil! Ancak Cebrail geldi ve Yüce Allah'ın meleklerine karşı sizinle övündüğünü bildirdi."

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde Yüce Allah:

“Bugün burada toplananlar kerem sahibi kişilerin kim olduğunu görecek" der" buyurunca, ashab:

Resûlallah! Kerem sahibi kişiler de kim?" diye sordular. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zikir meclislerinde bulunanlar" karşılığını verdi.

Ahmed, Enes'ten bildiriyor: Abdullah b. Revâha Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biriyle karşılaştığı zaman:

“Gel de biraz Allah'a iman edelim" derdi. Yine bir defasında birine böyle deyince, adam kızdı ve Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! İbn Revâha'ya baksana! Senin imanından yüz çevirip bir anlık imanın peşinden koşuyor" dedi. Allah Resûlıi (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, İbn Revâha'ya merhamet etsin! Meleklerin bile övündüğü meclislerde bulunmayı pek seviyor" karşılığını verdi.

Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ ve Taberânî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûllulah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir topluluk sırf Allah rızası için oturup da Allah'ı zikrettiği zaman mutlaka gökten bir ses: «Kalkın, bağışlandınız! Kötülüklerinizi de iyiliklere çevirdim» diye seslenir."

Taberânî'nin Sehl b. el-Hanzaliyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir topluluk Yüce Allah'ı zikretmek üzere bir yerde oturduklarında, kalkacakları zaman bir ses onlara: «Kalkın! Yüce Allah günahlarınızı bağışladı! Kötülükleriniz de iyiliklere çevrildi» diye seslenir."

Beyhakî'nin Abdullah b. Muğaffel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir topluluk Yüce Allah'ı zikretmek üzere bir araya geldiği zaman gökten bir ses: «Kalkın, bağışlandınız! Kötülüklerinizi de iyiliklere çevirdim» diye seslenir. Bir topluluk da bir arada oturup Yüce Allah'ı zikretmeden dağıldıkları zaman kıyamet gününde mutlaka bundan dolayı bir pişmanlık ve üzüntü duyarlar."

Ahmed, Muâz b. Cebei'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanoğlu, zikrullah gibi kendisini Allah'ın azabından kurtaracak daha iyi bir amelde bulunamaz" buyurdu. Yine:

“Sizin için en hayırlı olan ameli, Allah katında daha değerli ve yanındaki derecenizi daha fazla yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmenizden, düşmanla karşılaşıp boyunlarım vurmanızdan ve onların sizin boynunuzu vurmasından daha değerli olanım söyleyeyim mi?" diye sorunca, ashâb:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her dem Allah'ı zikretmektir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak Ebû Berze el-Eslemî'den bildiriyor:

“Bir kişi kucağında durmadan dinar (para) dağıtsa bir diğeri de Allah'ı zikretse, Allah'ı zikreden kişi dinar dağıtan kişiden daha üstün sayılır."

Abdullah b. Ahmed, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Her taşın, her ağacın ve her tepenin yanında Yüce Allah'ı zikret. Rahatken Allah'ı zikret ki dara düştüğünde o da seni zikretsin."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Dili her dem Allah'ın zikri ile meşgul olanlardan biri Cennete gireceği zaman gülerek girer."

Ahmed, Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Yüz defa tekbîr getirmem benim için sadaka olarak yüz dinar vermemden daha iyidir."

Abdullah b. Ahmed, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor:

“Bir topluluk bir araya gelip Yüce Allah'ı zikrettikleri zaman Allah onları kendilerinden daha hayırlı bir topluluğun önünde zikreder. Bir topluluk da bir arada oturup Yüce Allah'ı zikretmeden dağıldıkları zaman kıyamet gününde mutlaka bundan dolayı bir pişmanlık ve üzüntü duyarlar."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ömer:

“Bir defa tekbîr getirmek, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanoğlu, zikrullah gibi kendisini Allah'ın azabından kurtaracak daha iyi bir amelde bulunamaz" buyurdu. Kendisine:

Resûlallah! Bu konuda Allah yolunda cihattan da mı iyidir?" diye sorulunca:

“Yüce Allah yolunda cihattan da; kişinin Allah yolunda kılıcı kırılıncaya kadar çarpışmasından, sonra çarpışıp bir daha kılıcının kırılmasından, sonra yine çarpışıp yine kılıcının kırılmasından da iyidir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Muâz b. Cebel'den bildiriyor:

“Sabah namazının ardından güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikretmem, benim için sabah namazından güneş doğuncaya kadar Allah yolunda cihad için askerlere at temin etmemden daha iyidir."

İbn Ebî Şeybe, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor:

“Sabah namazından güneş doğana kadar Allah'ı zikreden bir topluluğun içinde olmam, benim için sabah namazından güneş doğana kadar at sırtında Allah yolunda cihad etmemden daha iyidir. Aynı şekilde ikindi namazından güneş batana kadar Allah'ı zikreden bir topluluğun içinde olmam benim için ikindi namazından güneş batana kadar at sırtında Allah yolunda cihad etmemden daha iyidir."

İbn Ebî Şeybe, Selmân'dan bildiriyor: Kişi hem rahatken hem de dardayken Yüce Allah'a hamdediyorsa, sıkıntıya düştüğü zaman dua edince, melekler:

“Sıkıntıya düşmüş, sesi tanıdık bir adam" derler ve sıkıntısının giderilmesi için ona aracı olurlar. Ancak kul sadece dara düştüğü zaman aklına gelip Allah'ı zikrediyorsa, rahatken Allah'a hamdetmiyorsa, sıkıntıya düşüp dua ettiği zaman, melekler:

“Tanımadığımız birinin sesi" derler.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Cafer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En ağır ameller, her halükârda Allah'ı zikretmek, samimi bir şekilde hakkı gözetmek ve mal konusunda ihsanlarda bulunmak, olmak üzere üç tanedir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Yeryüzündeki insanların, yıldızların ışığını ve parıltısını görmesi gibi gökyüzü ahalisi de zikir edilen evlerden öylesi bir ışığın çıkıp parıldadığı görür."

Bezzâr'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah'ın, yeryüzünde dolaşıp zikir halkalarını arayıp bulan melekleri vardır. Bu melekler böylesi bir halkayla karşılaştığı zaman etraflarını sararlar. Sonra izzet sahibi Rabbin huzuruna içlerinden birini gönderip:

“Rabbimiz! Kullarından, nimetlerinle seni tazim eden, kitabını okuyan, Peygamberine salavâilar getiren ve hem âhir etleri hem de dünya hayatları için senden hayırlar dileyen bir topluluğun yanına geldik" derler. Yüce Allah da onlara:

“Orada bulunanların hepsini rahmetimle kuşatın. Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan kişi de kötü biri olamaz" buyurur.

Ahmed, İbn Ömer'den bildiriyor: Allah Resûlüne:

Resûlallah! Zikir meclislerinden elde edilecek ganimet nedir?" diye sorduğumda:

“Zikir meclisleriyle elde edilecek ganimet Cennettir" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünya, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, ed- Da'avât'ta Câbir'den bildiriyor: Bir defasında Resûlullah'(sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıktı ve:

“İnsanlar! Yüce Allah'ın zikir meclislerinde duran meleklerden orduları vardır. Onun için siz de Cennet bahçelerinden faydalanmaya çalışın" buyurdu. Ashab:

“Cennet bahçeleri nerededir ki?" diye sorduğunda, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):"Cennet bahçeleri zikir meclisleridir. Allah'ı zikrederek gelip gidin. Kendinizi Allah'a hatırlatın. Kişi Allah katındaki değerini bilmek istiyorsa Allah'ın kendi yanındaki değerine baksın! Zira Yüce Allah'ın kuluna verdiği değer, kulun kendisine verdiği değer kadardır" karşılığını verdi.

Ahmed ve Tirmizî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet bahçelerine uğrarsanız meyvelerinden yiyin" buyurdu. Ashab:

“Cennet bahçeleri de nedir?" diye sorduğunda:

“Zikir halkalarıdır" karşılığını verdi.

Taberânî, Amr b. Abese'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rahmân (olan Allah)ın sağında -ki her iki tarafı da sağdır- peygamber veya şehit olmayan bazı kişiler durur. Yüzlerindeki parlaklık bakanların gözlerini alır. Yüce Allah'a olan yakınlıklarına ve yanındaki değerlerine peygamberler ile şehitler bile gıpta eder" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Onlar kim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Değişik kabilelerden Yüce Allah'ı zikretmek için bir araya gelen kişilerdir. Bunlar meclislerinde, kişi yemek için hurmanın güzelini seçtiği gibi konuşurken en güzel ve temiz sözleri seçerler" karşılığını verdi.

Taberânî, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kıyamet gününde huzura, inciden minberler üzerinde, yüzleri nurlu, tüm insanların kendilerine gıpta edeceği ancak peygamber veya şehitlerden olmayan bazı kişileri çıkaracaktır" buyurdu. Bedevinin biri:

Resûlallah! Bize sıfatlarını söyle de kim olacaklarını bilelim" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar farklı belde ve farklı kabilelerden olan, Allah için birbirlerini seven ve Allah'ı zikretmek için bir araya gelen kimselerdir" buyurdu.

Harâitî, Şükr'de, Halîd el-Asarî'den bildiriyor:

“Her evin bir süsü vardır. Mescidin süsü de içinde Allah'ı zikreden kişilerdir."

Beyhakî, ed-Da'avât'ta Ebu Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize:

“Güzel bir dua etmek ister misiniz?" diye sordu. "Evet, isteriz" dediğimizde, Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“Dua ederken: «Allahım! Seni zikretmede, sana şükretmede ve en güzel şekilde ibadet etmede bize yardımcı ol!" deyin.»

Ahmed, Zühd'de Amr b. Kays'tan bildiriyor: Yüce Allah, Dâvud'a (aleyhisselam) şöyle vahyetti:

“Şayet beni zikredersen ben de seni zikrederim. Beni unutursan da seni kendi haline bırakırım. Ancak sakın sana nazar etmediğim bir anını görmeyeyim!"

Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak Muâviye b. Kurra'dan bildiriyor: Babam bana şöyle dedi:

“Oğulcuğum! Şayet Allah'ı zikreden bir mecliste oturuyorsan ve bir iş için kalkmak zorundaysan kalkacağın zaman onlara selam ver. Böyle yapman halinde oturdukları sürece alacakları sevaplara sen de ortak olursun."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Câfer'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın katında zikir ve şükürden daha sevimli bir şey yoktur."

"...Bana şükredin, nankörlük etmeyin."

İbn Ebi'd-Dünya, Şükr'de, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da,. Muhammed b. el- Münkedir'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından biri de:

"Allahım! Seni zikretmede, sana şükretmede ve en güzel şekilde ibadet etmede bana yardımcı ol!" şeklindeydi.

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünya, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da Muâz'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki:

“Seni severim! Her namazın ardından: «Allahım! Seni zikretmede, sana şükretmede ve en güzel şekilde ibadet etmede bana yardımcı ol!» diye dua etmeyi bırakma."

Ahmed, Zühd'de, İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Ebu'l-Celd'den bildiriyor: Mûsa'nın (aleyhisselam) Yüce Allah'tan dileği konusunda okuduğuma göre:

“Rabbim! Jüm amelim bana ihsan ettiğin en küçük nimeti dahi karşılayamazken sana hakkıyla nasıl şükredebilirim?" diye sorunca, kendisine:

“Ey Mûsa! İşte şimdi (bunu itiraf etmenle) bana şükrünü eda etmiş oldun!" diye vahiy geldi.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Süleyman et-Teymî'den bildiriyor:

“Yüce Allah kendi kudreti miktarınca kullarına nimetler ihsan etmiş, kendi güçleri nispetince de onları bunun şükründen sorumlu tutmuştur."

İbn Ebi'd-Dünya, Abdulmelik b. Mervân'dan bildiriyor:

“Allah katında, kulun:

“Bize nimetler veren ve hidayete erdirip Müslüman kılan Allah'a hamdolsun" demesinden daha güzel ve özlü bir şükür yoktur."

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Asbağ b. Nubâte'den bildiriyor: Hazret-i Ali, helâya girdiği zaman:

“Koruyan ve helak edebilen Allah'ın ismiyle" diyerek girerdi. Çıkacağı zaman da elleriyle göbeğini sıvazlar ve:

“Ne büyük bir nimettir bu! İnsanlar bunun farkında olsalardı şükrederlerdi" derdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan'dan bildiriyor:

“Yüce Allah kullarını dilediği kadar nimetlerden faydalandırır. Kul bunlara şükretmezse Allah bu nimetleri azaba dönüştürür."

İbn Ebi'd-Dünya, Şükr'de, Harâitî, Şükr'de, Hâkim, Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah bir kula nimet verdiği zaman kul bunun Allah'tan geldiğini ikrar ederse, buna henüz hamdetmeden önce şükretmiş gibi amel defterine yazılır. Yüce Allah kulunun bir günahtan dolayı pişman olduğunu gördüğü zaman kul bağışlanma dilemeden Allah kulun o günahını bağışlar. Kişi dinarla (parayla) aldığı bir giysiyi giyerken Allah'a hamdettiği zaman, giysi henüz dizlerine ulaşmadan (üzerine oturmadan) Allah o kulunun günahlarını bağışlar."

Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da Hazret-i Ali'den bildiriyor: Kişi sabahı bulduğunda:

“Gecemizi ve geceyi geçirmemizi güzel kılan Allah'a hamdolsun. Güzel bir sabaha kavuşmamızı da ihsan eden Allah'a hamdolsun" dediği zaman gecesinin ve gündüzünün şükrünü ifa etmiş olur.

İbn Ebî Şeybe, Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor: Musa (aleyhisselam):

“Rabbim! Sana nasıl şükür etmemiz gerekiyor?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Dilin her dem benim zikrimle ıslak kalsın" buyurdu. Musa (aleyhisselam):

“Ancak bazı durumlarda oluyoruz ki öylesi durumlarda seni, anmaktan tenzih ederiz" deyince, Yüce Allah:

“Hangi durumlar?" diye sordu. Mûsa (aleyhisselam):

“Helâda olduğumuz, cünub olduktan sonra yıkandığımız veya abdestli olmadığımız zamanlarda" deyince, Yüce Allah:

“Yine de zikrimden uzak durmayın!" buyurdu. Mûsa (aleyhisselam):

“Rabbim! Peki, böylesi durumlarda ne diyeyim?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Böylesi durumlarda şöyle de:

“Allahım! Seni her türlü eksiklikten tenzih eder, sana hamdederim. Senden başka ilah yoktur. Eziyet verecek şeylerden beni uzak tut. Hamdin ile seni tesbih ederim. Senden başka ilah yoktur. Eziyet veren şeylerden beni koru!"

İbn Ebi'd-Dünya ile Beyhakî, İshâk b. Abdillah b. Ebî Talha'dan bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip selam verirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Nasılsın?" dîye sorduğu zaman adam:

“Allah'a hamdediyorum! Allah'a hamdederim" derdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de adama hayır duada bulunurdu. Yine bir defasında geldiğinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Nasılsın ey filan!" diye sordu. Adam:

“Şükredersem iyi olurum" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) herhangi bir karşılık vermeyip sustu. Adam:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Daha önceleri halimi sorduğunda bana hayır dualarda da bulunurdun. Oysa bugün halimi sormana rağmen bana duada bulunmadın" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Daha önce halini sorduğumda şükrederdin. Oysa bugün sorduğumda şükür konusunda tereddüt ettin" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Ebû Kılâbe:

“Şükretmeniz halinde dünya (nimetleri) size herhangi bir zarar veremez" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk dua ederken:

“Allahım! Her şeyde bana verecek nimetleri tamamlamanı, bunlara karşı razı olacağın şekilde şükretmemi, sonradan da benden razı olmanı diliyorum" derdi.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre adamın biri Ebû Hâzim'a:

“Gözlerin şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hazım:

“Gördüğün hayırlı şeyleri açıklaman, gördüğün kötü şeyleri ise gizli tutmandır" dedi. Adam:

“Kulakların şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hâzım:

“Duyduğun hayırlı şeyleri iyice anlaman, duyduğun kötü şeyleri de saklı tutmandır" dedi. Adam:

“Ellerin şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hâzım:

“Hakları olmayan şeyleri onlarla almaman, Yüce Allah'ın onlar üzerindeki hakka da engel olmamandır" dedi. Adam:

“Gövdenin şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hâzım:

“Altını (mideyi) yemeğe, üstünü (başını) da ilme ayırmandır" dedi.

Adam:

“Avret yerinin şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hâzım şöyle karşılık verdi:

“Yüce Allah'ın buyurdu gibidir ki şöyledir:

“Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır." Adam:

“Ayakların şükrü nedir?" diye sorunca, Ebû Hâzım şu karşılığı verdi:

“Gıpta edilecek yaşayan birini gördüğün zaman onun peşinden gider ayaklarını onun amellerinin aynısını yapmakta kullanırsın. Öfke duyulacak ölü biriyle karşılaştığın zaman da onun yaptığı amellerin aynısını yapmamak için ayaklarını onun yolundan alıkoyarsın. Bu şekilde de şükrünü ifa etmiş olursun. Diliyle şükredip diğer azalarıyla şükretmeyen kişi de giysisini yanında taşıyan, ancak giymeyen kişi gibidir. Bu giysi de onu ne sıcaktan, ne soğuktan, ne kardan, ne de yağmurdan koruyabilir."

Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Ali b. el-Medînî'den bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne'ye:

“Zühd'ün (alt) sınırı nedir?" diye sorulunca:

“Bolluk zamanında şükreden, sıkıntı anında sabreden biri olmaktır. Kişi bunu yaptığı zaman zâhid biri olur" dedi. Kehdisine:

“Şükür nedir?" diye sorulunca:

“Yüce Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak durmaktır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Ömer b. Abdilazîz'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın nimetlerini kendisine şükrederek sağlamlaştırıp daimi kılın. Yüce Allah'a şükür de günahlardan uzak durmaktır."

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Muhammed b. Lût'tan bildiriyor:

“Şükür, günahlardan uzak durmaktır, denilirdi."

İbn Ebi'd-Dünya, Mahled b. Hüseyn'den bildiriyor:

“Şükür, günahlardan uzak durmaktır, denilirdi."

Beyhakî, Cüneyd'den bildiriyor: Bir gün es-Serî bana:

“Şükür nedir?" diye sordu. "Bana göre şükür, günah işlemekte Allah'ın verdiği hiçbir nimeti kullanmamaktır" karşılığını verdim.

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Süfyân b. Uyeyne'den bildiriyor: Zührî'ye:

“Zâhid kimdir?" diye sorulunca:

“Sabrı taşıp günaha bulaşmayan, nimetler içine dalıp şükrü unutmayandır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den bildiriyor:

“Şükür, hamdin hem bedenini, hem özünü, hem de parçalarını kapsar. Kişi; kulak, göz, el, ayak gibi Yüce Allah'ın bedeninde kıldığı nimetler üzerinde düşünmelidir. Bütün bunların kendisi için birer nimet olduğunu görecektir. O halde kul, bedeninde kılınan bu nimetleri kullanarak Yüce Allah'a itaatte bulunmalıdır. Diğer bir nimet çeşidi de rızıktaki nimetlerdir. Kul aynı şekilde rızık olarak kendisine verilen bu nimetleri kullanarak Yüce Allah'a itaat etmelidir. Verilen bu nimetleri bu şekilde kullanan kişi şükrün hem bedenini, hem özünü, hem de parçalarını elinde tutar."

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, Âmir'den bildiriyor:

“Şükür imanın yarısıdır. Sabır da imanın yarısıdır. Ancak yakîn imanın tamamıdır."

Beyhakî, Abdurrahman es-Sülemî'den bildiriyor: Üstad Ebû Sehl Muhammed b. Süleyman es-Su'lûkî'ye şükrün mü, yoksa sabrın mı daha üstün olduğu sorulduğunda:

“İkisi birbirine denktir; zira şükür rahat ve bollukta olanın vecibesi, sabır da sıkıntıda olanın farzıdır" karşılığını vermiştir.

Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yiyip de şükreden kişiye; oruç tutup sabreden kişinin sevabı kadar sevap vardır" buyurmuştur.

Beyhakî, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Yüce Allah'ın nimetlerini sadece yiyecek ve içeceklerinde gören kişinin ilmi az, azabı da yakındır."

Beyhakî, Fudayl b. İyâd'dan bildiriyor:

“Şükretmekten geri durmayın! Zira Yüce Allah'ın nimetini ellerinden kaybettikten sonra geri kazanabilen topluluk pek nadirdir."

Beyhakî, Umâra b. Hamza'dan bildiriyor:

“Nimetin bir ucu size ulaştığı zaman şükür azlığıyla kalan kısmını kendinizden kaçırmayın!"

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dindarlıkta kendisinden üstte olanlara, dünyalıklarda ise kendisinden aşağıdakilere bakan kişiyi Yüce Allah sabreden ve şükreden kullarından biri olarak yazar. Dindarlıkta kendisinden aşağılarda olanlara, dünyalık konusunda ise kendisinden üstte olanlara bakan kişiyi Yüce Allah sabreden ve şükreden biri olarak yazmaz."

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden naklen der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“îki haslet var ki bunlara sahip olan bir kişiyi Yüce Allah sabreden ve şükreden biri olarak yazar. Bu iki hasleti üzerinde taşımayan kişiyi de sabreden ve şükreden biri olarak yazmaz. Her kim dindarlık konusunda kendisinden üstün olana bakar ve ona tabi olursa, dünyalıklar konusunda da kendisinden aşağıda olanlara bakar ve içinde bulunduğu ihsanlardan dolayı Allah'a hamdederse Yüce Allah da onu sabreden ve şükreden biri olarak yazar. Ancak dindarlık konusunda kendisinden daha aşağıda olanlara, dünyalıklar konusunda da kendisinden daha iyi durumda olanlara bakar ve sahip olamadığı mallar için üzülürse Yüce Allah onu sabreden ve şükreden biri olarak yazmaz. "

Müslim ile Beyhakî'nin Suheyb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müminin durumu hayret vericidir; zira her halükarda hayırdadır. Rahatlığa kavuşup da buna şükrettiği zaman kendisi için hayırlı olur. Dara düşüp de sabrettiği zaman da yine bu kendisi için hayırlı olur."

Nesâî ile Beyhakî'nin Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrumuştur:

“Müminin durumuna hayret ediyorum. Kendisine bir nimet verildiği zaman:

“Elhamdülillah" deyip şükreder. Bir belaya maruz kaldığı zaman yine:

“Elhamdülillah" deyip sabreder. Mümin her hali için sevap alır, lokmasını ağzına götürürken bile. "

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrmuştur:

“Üç hasleti taşıyan kişiyi Yüce Allah rahmetiyle kuşatır, sevgisini gösterir ve himayesine alır. Bunlar; kişinin nimet verildiğinde şükretmesi hakkını almaya muktedir olduğu zaman karşıdakini bağışlaması ve öfkelendiği zaman öfkesine hakim olmasıdır,

Hâkim ile Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç haslet vardır ki kişi bunları taşıdığı zaman Yüce Allah onu himayesine alır; rahmetiyle kusurlarını gizler ve sevgisine mazhar eder" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Bunlar nedir?" diye sorunca:

“Bunlar kişinin nimet verildiğinde şükretmesi hakkını almaya muktedir olduğu zaman karşıdakini bağışlaması ve öfkelendiği zaman öfkesine hakim olmasıdır" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünya, Şükrde, Firyâbî, Zikr'de, Ma'merî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Taberânî, Dua'da, İbn Hibbân, Beyhakî, ed- Da'avât'ta ve el-Mustağfirî, ed-Da'avât' ta, Abdullah b. Ğannâm'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her kim sabahladığı zaman: «Allahım! Benimle birlikte sabahı bulan bütün nimetler ve mahlûkatlar sadece ve bir tek sendendir ve senin ihsanınladır. Senin hiçbir ortağın yoktur. Hamd ve şükür ancak sanadır» derse, o günün şükrünü ifa etmiş olur. Akşam vakti aynı şeyi diyen kişi de gecesinin şükrünü ifa etmiş olur."

İbn Ebi'd-Dünya, Serî b. Abdillah'tan bildiriyor: Kendisi Tâif'te iken yağmur yağdı. Bunun üzerine şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Size verdiği rızıklardan dolayı Yüce Allah'a hamdedin. Zira bana ulaşana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kul, kendisine verdiği nimetten dolayı Allah'a hamdettiği zaman o nimetin şükrünü ifa etmiş olur» buyurmuştur."

İbn Ebi'd-Dünya, Şükr'de, Harâitî, Şükr'de ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi, belaya maruz kalan birini görüp de: «Sana verdiği beladan beni afiyette tutan ve hem senden hem de diğer kullarından bu konuda beni üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediği zaman içinde bulunduğu nimetin (durumun):şükrünü ifa etmiş olur."

İbn Ebi'd-Dünya, Ka'b'dan bildiriyor:

“Yüce Allah dünyada iken bir kuluna nimet verdiğinde kul buna şükredip nimete karşı mütevazı olursa Allah dünyada kulunu o nimetten faydalandırır, kıyametteki derecesini de yükseltir. Ancak Allah dünyada iken bir kuluna nimet verdiği zaman kul buna şükretmez ve nimet karşısında tevazu göstermezse, Allah dünyada kulunu o nimetin faydasından mahrum bırakır. Ateşe doğru ona bir kapak açar. Artık dilerse onu cezalandırır, dilerse de affeder."

İbn Ebi'd-Dünya, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kul temiz bir suyu içtiği zaman şayet rahat bir şekilde içiyor ve (idrar olarak) rahat bir şekilde çıkarıyorsa buna şükretmesi vacip olur."

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünya ve Hâkim, Ebû Bekre'den bildiriyor:

“Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini sevindiren bir haber geldiği zaman secdeye kapanır, Allah'a şükrederdi."

İbn Ebi'd-Dünya'nın Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrâîl'le (aleyhisselam) buluştuğumda bana şöyle dedi:

“Yüce Allah:

“Sana salavât getirene ben de hayırlar ihsan ederim. Sana selâm edene ben de selamet veririm" buyuruyor." Bu haber üzerine ben de secdeye kapanıp Allah'a şükrettim."

Harâitî, Şükr'de, Câbir'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber, (sallallahü aleyhi ve sellem) belaya maruz kalmış birini gördüğü zaman kendi hali için (şükür olarak) secdeye kapanırdı."

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe ve Harâitî, Şükr'de, Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 'İnsanlar altın ile gümüş biriktirmeye başladıkları zaman sizler de şu dört sözü çokça tekrar edip biriktirin:

“Allahım! Bana işlerimde sebatı, doğru yolda gitmede azimeti ver. Nimetlerine şükretmeyi ve sana en güzel şekilde ibadet etmeyi ihsan et. Kalbimi selim, dilimi doğru kıl Senden, bildiğin tüm şeylerin hayrım diler, bildiğin tüm şeylerin şerrinden sana sığınırım. Bildiğin tüm günahlarımı-bağışla. Sen ki kimselerin bilemeyeceği şeyleri bilensin. "

Harâitî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En üstün zikir «Lâilâhe illallah», en üstün şükür de «Elhamdülillâh»tır" buyurmuştur.

Harâitî ve Beyhakî, ed-Da'avât'ta, Mansûr b. Safiyye'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bana hidayet verip İslam'la şereflendiren ve Muhammed ümmetinden biri kılan Allah'a hamdolsun" diyen bir adamla karşılaşınca ona "Çok büyük bir şükürde bulundun" buyurdu.

Harâitî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî:

“Ey insanlar! İki şeyi hiçbir zaman elden bırakmayın. Biri, size nimet verene şükür, diğeri de ihlaslı bir imandır" demiştir.

Harâitî, Ebû Amr eş-Şeybânî'den bildiriyor: Mûsa (aleyhisselam) Tûr dağına çıktığında:

“Rabbim! Yaptığım ibadetler senin ihsanınladır. Verdiğim sadakalar senin ihsanınladır. Şayet risaleti hakkıyla tebliğ etmişsem yine senin ihsanınladır. Böylesi bir durumda sana ne ile şükür edebilirim?" deyince, Yüce Allah:

“İşte şimdi şükrünü ifa ettin" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Harâitî ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, ashaptan biri olan Abdullah b. Kurt el-Ezdî'nin:

“Nimet ancak onu verene şükür etmekle kalıcı ve daimi olabilir" dediğini bildirir.

Harâitî, Câfer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor:

“Sana nimeti verene şükür et ki şükrü edilen bir nimet tükenmez.

Nankör davranıp şükredilmediği zaman da verilen nimet elde durmaz. Şükür nimeti arttırır, kıskançlıktan korun"

Harâitî, Hâlid er-Rabaî'den bildiriyor:

“Denilirdi ki, cezası en çabuk verilen ameller emanete ihanet etme, akrabayla ilişkileri kesme ve yapılan iyiliğe nankörce davranmadır."

Harâitî, Ka'bu'l-Ahbâr'ın:

“En kötü söz, küfür (tecdîf) ifade eden sözdür" dediğini bildirir.

153

"Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir."

Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de, İbrâhim b. Abdirrahman b. Avf'tan bildiriyor:

“Hastalığı sırasında Abdurrahman b. Avf kendinden öyle bir geçti ki yanındakiler onun vefat ettiğini düşündüler ve üzerini örtüp yanından çıktılar. Hanımı ve Ukbe'nin kızı olan Ümmü Gülsüm de âyette belirtildiği gibi sabır ve namazla Allah'tan yardım dilemek üzere mescide gitti. Fazla bir zaman geçmeden de Abdurrahman kendine geldi."

154

"Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz."

İbn Mende, Ma'rife'de, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla Kelbî'den, o da Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Temîm b. el-Humâm, Bedir savaşında öldürüldü. "Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz" âyeti de onun ve diğer öldürülenlerin hakkında nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin..." âyetini açıklarken:

“Allah'a itaat yolunda müşriklerle savaşırken öldürülenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre Ebu'l Âliye:

“Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz" âyetini açıklarken der ki:

“Onlar diridirler ve yeşil kuşlar suretinde (içinde) Cennette dilediklerince dolaşırlar, diledikleri şeylerden yerler."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz" âyetini açıklarken der ki:

“Şehitlerin ruhları, bembeyaz kuşlar gibi Cennette uçuşurlar."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr'de, Ka'b'dan bildiriyor:

“Cennetu'l-Mevâ'da yeşil kuşlar vardır. Şehitlerin ruhları bu yeşil kuşlar içinde yükselir ve Cennette dilediğince dolaşır."

Hennâd b. es-Serî, Zühd'de Hüzeyl'den bildiriyor:

“Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içinde, Müslümanların henüz ergenliğe ermeden vefat eden çocukları da Cennet kuşlarından bir kuş olarak Cennette dolaşır ve dilediklerinden yerler."

Abdurrezzâk b. Ma'mer, Katâde'den bildiriyor: Bize ulaşana göre şehitlerin ruhları beyaz kuşlar suretinde Cennet nimetlerinden dilediklerince yerler. Kelbî'nin de bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Şehitlerin ruhları) beyaz kuşlar suretinde Arş'a asılı kandillerin üzerine konarlar" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîrîn bildirdiğine göre Katâde:

“Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize ulaşana göre şehitlerin ruhları, beyaz kuşlar suretinde dolaşıp Cennet nimetlerinden yerler. Meskenleri de sidre ağacıdır. Yüce Allah kendi yolunda cihad eden kişiye üç haslet vermiştir: Allah yolunda öldürülen kişi diri kalıp rızıklandırılır. Düşmanı yenip zafer elde edeni büyük ecirlerle mükâfatlandırır. Allah yolunda iken ölen kişiye de Yüce Allah güzel rızıklar ihsan eder."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Zira onlar diridirler..."ifadesini açıklarken:

“Cennette olmadıkları halde Cennet meyvelerinden rızıklandırılır, bu meyvelerin kokusunu alırlar" demiştir.

Ahmed, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ka'b b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şehitlerin ruhları, beyaz kuşlar içinde (dolaşır) Cennet meyvelerine (veya ağaçlarına) konarlar" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef’te Abdullah b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şehitlerin ruhları, Allah tarafından kıyamet gününde tekrar çağrılana kadar, yemyeşil kuşlar suretinde Cennetteki kandillerde asılı dururlar" buyurmuştur.

Nesâî ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Cennet ahalisinden olan bir kişi huzura çıkarılır. Yüce Allah ona:

“Ey Âdemoğlu! Yerini nasıl buldun?" diye sorunca:

“Rabbim! Olabilecek en güzel yer" karşılığını verir. Yüce Allah:

“Benden dile ve iste" buyurunca, o kişi:

“Rabbim! Senden daha ne isteyebilir ve hangi temennide bulunabilirim ki" karşılığını verir. Sonrasında şehitlikle kendisine verilenleri düşünüp:

“Beni on defa dünyaya geri döndürmeni ve yolunda tekrar savaşıp öldürülmeyi diliyorum" der?

155

"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele" âyetini açıklarken şöyle der: Yüce Allah âyette dünya hayatının imtihan yurdu olduğunu ve bu yönde kendilerini sınayıp imtihan edeceğini müminlere bildirir. Sonrasında bunlar karşısında sabretmelerini emretmiş ve:

“...Sabredenleri müjdele" buyurarak bu konuda sabır gösterenlerin mükâfatını vereceğini müjdelemiştir. Yine Allah'ın emirlerine riayet eden ve musibete maruz kaldığında "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" teslimiyetini gösterenlere üç hayırlı hasleti vereceğini bildirmiştir. Ki bunlar da Yüce Allah'ın mağfireti, rahmeti ve doğru yolu bulmadır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Musibete maruz kaldığında «innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» diyen kişinin Yüce Allah o musibetini giderir, akıbetini güzel kılar ve onu içinde bulunduğu durumdan daha hayırlı bir duruma getirir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele" âyetini açıklarken:

“Denenecek olanlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıdır" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da Cübeybir'den bildiriyor: Adamın biri Dahhâk'a bir mektup yazıp, "Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman: «Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz» derler" âyetinin kişiye özel mi yoksa genel mi olduğunu sordu. Dahhâk:

“Ayet takvaya tutunan ve farzları yerine getiren herkesi muhatap almaktadır" cevabını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman: «Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz» derler. İşte Rableri katından mağfiret ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır" âyetlerini açıklarken der ki:

“Burada denenecek kişilerden kasıt müminlerdir. Böylesi musibetlere sabreden kişilerin de Cennetle müjdelendiği ifade edilmiştir. Musibetler anında Allah'ın emir ve takdirlerine sabreden kişilerin de Rableri tarafından bağışlanacakları, Allah'ın merhametiyle Cehennem azabından emîn olacakları bildirilmiştir. Musibet anlarında Allah'a ait olduklarını ve tekrar O'na döneceklerini ikrar edip teslimiyet gösterenlerin de doğru yolda oldukları dile getirilmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Recâ b. Hayve:

“...Ürünlerden eksilterek deneriz..." âyetini açıklarken:

“Öyle bir zaman gelir ki her bir hurma ağacı ürün olarak sadece bir tane hurma vermeye başlar" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Recâ b. Hayve kanalıyla Ka'b'dan benzerini zikreder.

Taberânî ile İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetime daha önce hiçbir ümmete verilmeyen bir şey verildi. O da bir musibet karşısında «înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» demeleridir" buyurmuştur.

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Bu ümmete daha önce hiçbir peygambere verilmeyen bir şey verildi. Daha önce verilecek olsaydı Yâkub'un (aleyhisselam): «...Vah! Yûsuf'a vah!» dediği anda verilirdi. O da: «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (=Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz)» sözüdür."

Beyhakî'nin lafzı ise şöyledir: Bu ümmet dışında önceki hiçbir ümmete istircâ' verilmiş değildir. Baksana Yâkub (aleyhisselam) bu, söz yerine:

“...Vah! Yûsuf'a vah!" demiş.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman: «Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz» derler. İşte Rableri katından mağfiret ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır" âyetlerini açıklarken şöyle der:

“Bir musibetle karşılaştığı zaman Yüce Allah tarafından kendisine üç şeyin, yani mağfiret, rahmet ve doğru yolun verilmesini haketmek isteyen kişi «Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz» demekten geri durmasın. Zira Allah'a dayanmayan hiçbir güç ve kuvvet olamaz. Kişinin, Yüce Allah'ın kendisine vaat ettiği bir hakkı olduğu zaman Allah'ın bu hakkı mutlaka vereceğini de görecektir."

Vekî', Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâu'de, İbnu'l- Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb:

“Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman: «Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz» derler. İşte Rableri katından mağfiret ve merhamet onlaradır..."  âyetlerini okuduktan sonra:

“(Sabra karşı mükâfatta) Bu ne güzel denkliktir!" dedi. Ardından âyeti:

“...Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır" diyerek tamamladı ve:

“Bu ne güzel ilavedir!" dedi.

İbn Ebi'd-Dünya ile Beyhakî, Amr b. Şuayb'tan, o babasından, o da Abdullah b. Amr'dan bildiriyor:

“Dört haslet var ki bunlara sahip olan kişiye Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder. Birincisi kişinin tüm işlerinin başı ve özünün "Lâilâhe illalah" olmasıdır. İkincisi başına bir musibet geldiği zaman "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (=Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz)" demesidir. Üçüncüsü kendisine bir nimet verildiği zaman "Elhamdülillah" demesidir. Dördüncüsü de bir günah işlediği zaman:

“Estağfirullah" demesidir."

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâu'de Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)". "Uğradığı musibete sabredip en güzel bir şekilde onu bertaraf eden kişiye Yüce Allah, katında üç yüz derece yazar. Her iki derece arası da yer ile gök arası kadardır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâu'de Yûnus b. Yezîd'den bildiriyor: Rabîa b. Ebî Abdirrahman'a:

“Sabrın üst seviyesi nedir?" dîye sorduğumda:

“Kişinin musibete maruz kalmış halinin, musibete maruz kalmadan önceki hali gibi olmasıdır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, î'tibâr'da Ömer b. Abdilazîz'den bildiriyor: Süleymân b. Abdilmelik, oğlunun vefatı üzerine bana:

“Mümin maruz kaldığı musibetin acısını hissedemeyecek derecede sabredebilir mi?" diye sorunca:

“Ey müminlerin emiri! Elbette ki sevdiğin şeyler ile hoşlanmadığın şeyler yanında bir olmayacaktır. Ancak sabır, müminin dayanağıdır" karşılığını verdim.

Ahmed, İbn Mâce ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Hüseyn b. Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, başından bir musibet geçip de daha sonra onu hatırladığında «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» diyen kişiye, musibetin üzerinden hayli zaman geçmiş olsa dahi başına geldiği günkü gibi bir ecir verir" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr ile Ukayiî, ed-Du'afâ'da Hazret-i Âişe'den benzerini zikreder.

Hakîm et-Tirmizî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi bir nimeti, çok önceden verilmiş olsa dahi sonradan tekrar anıp onun için Allah'a hamdettiği zaman Yüce Allah onun sevabını yeni baştan verir. Yine kişi bir musibeti, çok önceden başına gelmiş olsa dahi sonradan tekrar anıp «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» dediği zaman Yüce Allah onun ecir ve sevabını yeni baştan verir. "

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâu'de, Saîd b. el-Museyyeb'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim bir musibete kırk yıl sonrasında bile «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» derse, sanki yeni başına gelmiş gibi Yüce Allah onun ecir ve sevabını verir" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya, Ka'b'dan bildiriyor:

“Kim bîr musibeti kırk yıl sonrasında bile andığı zaman «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» derse, sanki yeni başına gelmiş gibi Yüce Allah onun sevabını yeniden verir."

Ahmed ile Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ümmü Seleme'den bildiriyor: Bir defasında Ebû Seleme yanıma geldi ve şöyle dedi:

“Allah Resûlü'nden (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim şu söz beni çok sevindirdi:

“Bir Müslüman musibete uğradığı zaman «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» deyip: «Allahım! Bu musibete sabrımın ecrini ver ve daha hayırlı bir durum ihsan et» diye dua ettiği zaman Allah mutlaka bu dileğini yerine getirir."

Ebû Seleme'nin bu sözünü aklımda tuttum. Daha sonra vefat ettiğinde "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" deyip:

“Allahım! Bu musibete sabrımın ecrini ver ve ondan (Ebû Seleme'den) daha hayırlı birini ihsan et" diye dua ettim. Sonra kendi kendime Ebû Seleme'den daha hayırlı birini nereden bulacağım, diye düşündüm. Ancak Yüce Allah, Ebû Seleme'den daha hayırlı birini, Allah Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana eş olarak ihsan etti.

Müslim, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir Müslüman musibete uğradığı zaman. «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn! Allahım! Bu musibete sabrımın ecrini ver ve daha hayırlı bir durum ihsan et» diye dua ettiği zaman Allah mutlaka bu musibetten dolayı ecrini verir ve daha hayırlı bir durum ihsan eder" buyurduğunu işittim. Kocam Ebû Seleme vefat ettiği zaman Allah Resûlü'nün buyurduğu gibi dua ettim. Bunun üzerine Yüce Allah, Ebû Seleme'den daha hayırlı birini, Allah Resûlü'nü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana eş olarak ihsan etti.

Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Bir kulun çocuğu vefat ettiği zaman, Yüce Allah meleklere:

“Kulumun çocuğunun ruhunu teslim aldınız mı?" diye sorar. Melekler:

“Evet, aldık" derler. Yüce Allah:

“Onun kalbinden bir parçayı mı kopardınız?" diye sorunca, melekler:

“Evet!" derler. Yüce Allah:

“Peki, kulum bunun karşısında ne dedi?" diye sorunca, melekler:

“Sana hamdetti ve innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, dedi" derler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“O zaman bu kuluma Cennette bir ev inşa edin ve adını "Hamd evi" olarak koyun" buyurur.

Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ölüm kişiyi üzer. Onun için bir kardeşinizin vefat haberi geldiği zaman:

“Biz Allah'a aidiz ve tekrar ona döneceğiz. Dönüp dolaşıp yine Rabbimize varacağız" deyin."

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâüde Ebû Bekr b. Ebî Meryem'den bildiriyor: Hocalarımızdan işittiğime göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Musibete maruz kalmış kişileri bir üzüntü kaplar ve halleri görünüşleri bozulur. Ancak bazıları musibete maruz kalmış bu kişilerin yanına uğrar da «Biz Allah'a aidiz ve tekrar ona döneceğiz» derler. Bunu dedikleri için de musibete maruz kalmış kişilerden daha fazla ecir kazanırlar."

Taberânî zayıf bir senedle Ebû Umâme'den bildiriyor: Bir defasında Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakkabısının bağı kopunca:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Yanında olanlar:

Resûlallah! Bu bir musibet midir ki?" diye sorunca:

“Müminin başına gelen hoşlanmadığı her bir şey musibettir" karşılığını verdi.

Bezzâr zayıf bir senedle ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Birinizin ayakkabısının bağı koptuğu zaman bile «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» desin. Zira bu da bir musibettir" buyurmuştur.

Bezzâr, zayıf bir senedle Şeddâd b. Evs'ten merfû Hâdis-i şerif olarak aynısını zikreder.

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâu'de, Şehr b. Havşeb'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayakkabısının bağı kopan kişi de «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» desin. Zira bu da bir musibettir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Ebi'd-Dünya, Avn b. Abdillah'tan bildiriyor: İbn Mes'ûd yürürken ayakkabısının bağı kopunca:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Ona:

“Böylesi bir şey için bile istircâ' mı ediyorsun?" diye sorulunca:

“Bu da bir musibettir" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abdullah b. Ahmed, ez- Zühd'e zevâid olarak, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre bir defasında Ömer b. el-Hattâb'ın ayakkabısının bağı kopunca:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Kendisine:

“Ne oldu?" diye sorulunca:

“Ayakkabımın bağı koptu ki hoşuma gitmedi. Kişinin hoşuna gitmeyen bir şey de onun için bir musibettir" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Kısar el-Emel'de ve Deylemî, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakkabısına demirden bir kıbal (parmak halkası) alan birini görünce:

“Emellerini bayağı uzun tutmuşsun. Birinizin ayakkabı bağı koptuğu zaman «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» derse Rabbinin mağfiretini hidayetini ve merhametini hakkeder ki bir kişi için bunlar; dünyadaki tüm şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâüde, İkrime'den bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) lambası sönünce:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Yanındakiler:

Resûlallah! Bu da bir musibet midir ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet! Müslümana eziyet veren her şey bir musibettir ve kişi bundan dolayı ecrini alır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Abdulazîz b. Ebî Revvâd'dan bildiriyor: Bana ulaşana göre lambası sönen Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) istircâ' etti ve:

“Kişiye eziyet veren her şey bir musibettir" buyurdu.

Taberânî ile Semmûyeh, Fevâid'de, Ebû Umâme'den bildiriyor: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) yürüdüğümüz bir sırada ayakkabısının bağı koptu ve:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Adamın biri:

“Bir bağ için mi (bunu söylüyorsun)?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu da bir musibettir" karşılığını verdi.

İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, Ebû İdrîs el-Havlânî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte yürürken ayakkabısının bağı koptu ve:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Yanındakiler:

“Bu da bir musibet mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)::

“Evetl Mümine eziyet veren her şey bir musibettir" karşılığını verdi.

Deylemî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte yürürken ayak başparmağına bir diken battı. Bunun üzerine istircâ' etmeye ve parmağını üflemeye başladı. Bu şekilde istircâ' ettiğini işitince yanına yaklaşıp baktım. Ancak basit bir şey olduğunu görünce güldüm ve:

Resûlallah! Anam babam sana feda olsun! Bütün bu istircâ'Iar bu diken için miydi?" diye sordum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti. Sonra göğsüme vurarak:

“Ey Âişe! Yüce Allah dilerse küçük bir şeyi büyük bir şeye, büyük bir şeyi de küçük bir şeye dönüştürebilir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Hasan'dan bildiriyor:

“Cemaatle bir vakit namazını kaçırdığın zaman istircâ' et; zira bu senin için bir musibettir."

Abd b. Humeyd, Sevvâr b. Dâvud'dan bildiriyor:

“Bir defasında Saîd b. el- Müseyyeb mescide geldi, ancak cemaatle namazı kaçırmıştı. Bundan dolayı istircâ' etmeye başladı ki sesi mescidin dışından duyulabiliyordu."

Abdurrezzâk, Musannef’te ve Abd b. Humeyd'in Hasan'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Asıl sabrın, musibetle ilk karşılaşıldığında gösterilmesi gerekir. Ancak yine de insanoğlu gözyaşına hakim olamaz, kişi kardeşi için üzülebilir" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Hayseme'den bildiriyor: Abdullah b. Mes'ûd'a kardeşi Utbe'nin vefat haberi geldiği zaman gözleri yaşardı ve:

“Bu (gözyaşı) Yüce Allah'ın ihsan ettiği bir rahmettir. İnsan da ona hakim olamaz" dedi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğu için ağlayan bir kadınla karşılaşınca ona:

“Allah'a karşı takvalı ol ve sabret" buyurdu. Ancak kadın:

“Sen benim çektiğimi nereden bileceksin?" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrılınca, kadına:

“O kişi Allah Resûlüydü" denildi. Kadın bunu duyunca ölecek gibi oldu ve Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) peşinden gitti. Evine geldiğinde kapıda kimseler yoktu. Yanına girdi ve:

Resûlallah! Seni tanıyamadım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona:

“Asıl sabrın, musibetle ilk karşılaşıldığında gösterilmesi gerekir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman bir anne babanın henüz ergenlik çağına ermeyen üç çocuğu vefat ederse; bu çocuklar Cehennem ateşine karşı anne-babalarına sağlam bir kale gibi olurlar" buyurdu. Ebû Zer:

Resûlallah! Benim bu şekilde iki çocuğum vefat etti" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki çocuk için de aynı durum geçerlidir" buyurdu. Kur'ân hafızlarının başı olan Ebu'l-Münzir:

Resûlallah! Benim de bu şekilde bir çocuğum vefat etti" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir çocuk için de aynı durum geçerlidir ancak bu, vefatın ilk anında gösterilen sabır içindir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Kureyb b. Hassân'dan bildiriyor: Bizlerden bir adam vefat edince babası vefatına aşırı bir şekilde üzüldü. Bunun üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından Havşeb adında biri adama şöyle dedi: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberken şahit olduğum öylesi bir hadiseyi size anlatayım. Adamın biri oğluyla beraber Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelirdi. Bir gün oğlu vefat edince ona aşırı bir şekilde üzüldü. Onun yokluğunu fark eden Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Filan adama ne oldu?" diye sorunca:

Resûlallah! Yanına gelirken beraberinde getirdiği oğlu vefat etti" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamla karşılaşınca ona:

“Ey filan! Oğlunun diğer bütün çocuklardan daha sağlam olmasını istemez misin ? Oğlunun diğer bütün çocuklardan daha canlı olmasını istemez misin? Oğlunun orta yaşlılar içinde en iyi kişi olmasını istemez misin? Veya sana: «Senden alınan bu oğluna karşılık Cennete gir" denilmesini istemez misin?» buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabül-îman'da, Muâviye b. Kurra'dan, o da babasından bildiriyor: Adamın biri oğluyla birlikte Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelirdi. Bir gün Allah Resûlü, adama:

“Oğlunu seviyor musun?" diye sordu. Adam:

Resûlallah! Onu sevdiğim gibi Allah da seni sevsin" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süre adamın gelmediğini fark edince:

“Filanın oğluna ne oldu?" diye sordu. Ashab:

“Öldü" karşılığını verdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuğun babasıyla karşılaşınca ona:

“Cennet kapılarından birinin açılmasını istediğin zaman bu çocuğunun sana kapıyı açmak için koşmasını istemez miydin?" buyurdu. Oradakiler:

Resûlallah! Bu durum sadece onun için midir yoka bizim için de geçerli midir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilakis hepiniz için geçerlidir" karşılığını verdi.

Buhârî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah şöyle buyurur:

“Dünyada iken sevdiği birinin ruhunu aldığımda sabredip karşılığını benden bekleyen kuluma katımda vereceğim mükâfat Cennetten başkası değildir" buyurmuştur.

Mâlik, Muvattâ'da ve Beyhakî, Şuabu'l-'İman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“M«mm, Yüce Allah'ın huzuruna tüm günahları silinmiş, tertemiz bir şekilde çıkana kadar dünyada iken çocukları ve sevdiklerinden yana devamlı olarak musibetlere maruz bırakılır" buyurmuştur.

Ahmed ile Taberânî'nin Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Çocuklarından üç tanesinden (ölümle) mahrum bırakılan kişi, sabredip bunun karşılığını Allah'tan beklediği müddetçe Cenneti hakeder" buyurmuştur.

Bezzâr ve Hâkim, Bureyde'den bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken Ensar'dan bir kadının oğlunun öldüğü ve kadının buna çok üzüldüğü haberi getirildi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte kadının yanına gitti. Yanına girip:

“Bana üzgün olduğunu söylediler" buyurdu. Kadın:

“Kimsem yokken ve doğan bütün çocuklarım ölüyorken nasıl üzülmeyeyim!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Asıl kimsesi olmayanlar, çocukları hayatta kalanlardır! Çocuklarından üç tanesi ölüp de sabredip karşılığını Allah'tan bekleyen kadın Cenneti hakeder" buyurdu. Orada bulunan Ömer:

“Peki, ya iki çocuğu ölürse?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki çocuk için de aynı şey geçerlidir" karşılığını verdi.

Mâlik, Muvattâ'da Ebu'n-Nadr es-Sülemî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanlardan birinin üç çocuğunun ölmesi durumunda sabreder ve bunun karşılığını Allah'tan beklerse bu çocuklar Cehennem ateşine karşı onun kalkanı olurlar" buyurdu. Kadının biri:

“Ya iki çocuğu?" diye araya girince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Veya iki çocuğu ölürse..." karşılığını verdi.

Ahmed ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Câbir'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç çocuğu ölüp de sabrdip karşılığını Allah'tan bekleyen kişi Cennete girer" buyurduğunu işittim. " Resûlallah! Peki, iki çocuğu ölen kişi?" diye sorduğumuzda:

“İki çocuğu ölen kişi için de aynı şey geçerlidir" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâüde, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç çocuğu ölüp de sabredip karşılığını Allah'tan bekleyen kişi Cennete girer" buyurdu. Kadının biri:

“Peki, iki çocuğu ölen kişi?" diye sorunca:

“İki çocuğu ölen kişi için de aynı şey geçerlidir" karşılığını verdi.

Ahmed, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç çocuğu ölen Müslüman bir anne babayı, Yüce Allah onlara merhametinden dolayı Cennetine sokar" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Peki, ya iki çocuğu ölenler?" diye sorunca:

“İki çocuğu ölenler için de aynı şey geçerlidir" buyurdu. "Peki, ya bir çocuk?" dediklerinde, yine:

“Bir çocuk için de geçerlidir" karşılığını verdi. Sonra şöyle buyurdu:

“Canım elinde olana yemin olsun ki çocuğunu düşüren bir anne şayet sabreder ve karşılığını Allah'tan beklerse, çocuk göbek bağıyla onu Cennete doğru çeker. "

Taberânî, Câbir b. Semure'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç çocuğunu toprağa veren ve sabredip karşılığını Allah'tan bekleyen kişi Cenneti hakeder" buyurdu. Ümmü Eymen:

“Ya iki çocuğunu toprağa veren?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki çocuğu ölen kişi için de aynı şey geçerlidir" buyurdu. "Peki, ya bir çocuk?" deyince, yine:

“Bir çocuk için de geçerlidir" buyurdu.

Ahmed, İbn Kâni', Mu'cemu's-Sahâbe'de ve İbn Mende, Ma'rife'de Havşeb el-Himyerî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çocuğu ölüp de sabreden ve karşılığını Allah'tan bekleyen kişiye: «Senden aldığımıza karşılık Cennete gir» denilir" buyurmuştur.

Nesâî, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Selmâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Lâ ilahe illallah, Allahu Ekber, Sübhânallah, Elhamdülillah demek ile sâlih çocuğu vefat eden bir müminin Allah rızasını umarak buna sabretmesi Mizan'da ağır gelmeleri bakımından öylesine güzeldirler kil"

İbn Ebi'd-Dünya, el-Azâü de ve Beyhakî, En es'ten bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn'un bir oğlu ölünce ona çok üzüldü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Cennetin sekiz, Cehennemin de yedi kapısı vardır. Bu kapılardan hangisine gelsen vefat eden bu oğlunun yanında olmasını ve kemerinden tutup Allah katında sana şefaatçi olmasını istemez misin?" buyurunca, Osmân:

“Tabi ki isterim" dedi. Oradaki Müslümanlar:

Resûlallah! Bizim de ölen çocuklarımız var. Osmân için bu söylediklerin bizim için de olacak mı?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabreden ve karşılığını Allah'tan bekleyenler için tabi ki olacak" karşılığını verdi.

Nesâî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, insanlardan en sevdiği yakınlarını aldığı zaman sabreden ve karşılığını Allah'tan bekleyenler için mükâfat olarak Cennetten daha aşağısını vermez" buyurmuştur.

Ebû Nuaym, Hilye'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç haslet vardır ki bu üçünü taşıyan kişi akıllı kişidir. Taşımayan kişi de akıllı biri değildir. Bu üç şey de Allah'ı en güzel şekilde tanımak, Allah'a en güzel şekilde itaat etmek ve Allah rızası için en güzel şekilde sabretmektir. "

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Mutarrif b. Abdillah b. eş-Şıhhîr, oğlu Abdullah öldüğü zaman dışarıya güzel giysilerini giymiş bir şekilde çıktı. Oğlu öldüğü halde neden böyle yaptığı sorulunca da şöyle karşılık verdi:

“Yüce Allah bu musibetime karşı bana üç hasleti vaat etti ki her biri benim için tüm dünyadan daha iyidir. Yüce Allah:

“Onlar, başlarına bir musibet geldiği zaman:

“Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz" derler. İşte Rableri katından mağfiret ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır" buyurur. Böyle iken kendimi musibete teslim mi edeceğim!"

156

Onlara bir belâ geldiği zaman (teslimiyet göstererek):

“Bizler (mülk ve kullar olarak) Allah içiniz (Sâhibimiz Allah’tır. Bizi ve işlerimizi yaratan ve belâyı, musîbeti gönderen O’dur.) ve bizler (öldükten sonra da hesap vermek üzere) O’na döneceğiz.” derler.

157

İşte onlar (teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar) üzerine, Rablerinden salâvât (mağfiret) ve rahmet (lütuf ve ihsan) vardır. İşte onlar, hidâyete (cennete ve sevaba) ermiş olanlardır.

158

"Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..."

Mâlik, Muvattâ'da, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifte, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Urve, Hazret-i Âişe'ye:

“Safa ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyetine göre kişinin Safâ ile Merve arasında tavaf etmemesinde bir sakınca yoktur" dediğinde, Hazret-i Âişe şöyle karşılık verdi:

“Ey kardeşimin oğlu! Ne fena bir söz söyledin! Şayet bu âyet senin yorumladığın şekilde olsaydı, âyetin lafzı: (Bu ikisini tavaf etmemesinde bir beis yoktur) şeklinde olurdu. Bu âyet Müslüman olmadan önce Ensâr hakkında inmişti. Çünkü onlar, (Müşellel'de bulunan ve) kendisine taptıkları azgın Menât putu için ihrama girerlerdi. Ensâr'dan bu şekilde ihrama girenler (kendi putları karşısında dikili olan) Safâ ile Merve (de bulunan putlar) arasında sa'yetmeyi sakıncalı görüyorlardı. Müslüman olduktan sonra Allah Resûlüne:

Resûlallah! Cahiliyedeyken Safâ ile Merve arasında tavaf etmeyi sakıncalı görürdük" deyip say'etmenin hükmünü sordular. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." âyetini indirdi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Safâ ile Merve arasında sa'yetmeye başlamıştır. Onun için bu ikisi arasında tavafı terketmek kimseye caiz değildir."

Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Seken ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes'e Safâ ile Merve arasında say'etmenin etme konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Onları cahiliyye döneminin iki sembolü olarak görürdük. Müslüman olduktan sonra da onlardan uzak durduk. Sonrasında da bu konuda:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyeti nazil oldu."

Hâkim ile İbn Merduye, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Bu âyet Ensarlı Müslümanlar hakkında nazil oldu. Cahiliye döneminde ihrama girdikleri zaman Safâ ile Merve arasınsa sa'yetmeyi kendilerine caiz görmezlerdi. Medine'ye hicret ettikten sonra bu konuyu Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Bunun üzerine:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Cahiliye döneminde şeytanlar (müşrikler) gece boyu Safâ ile Merve arasında ses çıkarır, müzik çalarlardı. Zira burada putlardan ilahları bulunuyordu. Ancak İslam dini gelince Müslümanlar:

Resûlallah! Safâ ile Merve arasında artık sa'yetmeyeceğiz çünkü bu, cahiliyye döneminde yaptığımız şeylerden biriydi" dediler. Bunun üzerine:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyeti nazil oldu. Âyetle de bunu yapmanın günah olmayacağı, aksine bundan dolayı sevap alacakları bildirildi."

Taberânî, M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ensâr:

“Safâ ile Merve arasında sa'yetmek, Cahiliye adetlerindendir" deyince, Yüce Allah:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Amr b. Hubşî'den bildiriyor: İbn Ömer'e:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." âyetini sorduğumda bana:

“İbn Abbâs'a git ve ona sor. Zira Kur'ân âyetleri konusunda hayatta kalanların en alimi kendisidir" dedi. İbn Abbâs'a gidip sorduğumda şöyle cevap verdi:

“Bu iki tepede önceden putlar vardı, insanlar Müslüman olduklarında ikisi arasında sa'yetmeyi bıraktılar. Sonunda da: «Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse, bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur...» âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bazı Müslümanlar bu ikisi arasında sa'yetmeyi sakıncalı bulunca, âyetle bunların Yüce Allah'ın nişanelerden olduğu ve ikisi arasında sa'yetmenin Allah'ın sevdiği bir şey olduğu bildirildi. Bu şekilde de ikisi arasında sa'yetme uygulaması başladı.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Âmir eş- Şa'bî'den bildiriyor: Safâ'da İsaf, Merve'de de Nâile adında bir put bulunurdu. Cahiliye devri insanları Kâbe'yi tavaf edecekleri zaman bu iki tepe arasında sa'yeder ve burada bulunan putlara el sürerlerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince:

Resûlallah! Safâ ile Merve arasında üzerlerinde bulunan putlar için tavaf edilirdi. İkisi arasında sa'yetme de Allah'ın nişânelerinden değildir" dediler. Bunun üzerine:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur.." âyeti nazil oldu. Üzerindeki putun erkek olması dolayısıyla Safâ tepesi müzekker siygasıyla, üzerindeki putun dişi olması dolayısıyla da Merve tepesi müennes siygasıyla zikredilmiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Ensar:

“Bu iki taş (tepe) arasında sa'yetmek, Cahiliye âdetlerindendir" deyince, Yüce Allah:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir" âyetini indirdi. Bu âyetle de ikisi arasında sa'yetmede herhangi bir sakıncanın olmadığı hatta hayırlı sayılacağı bildirildi. Bunun içindir ki gönlünden koparak böylesi bir hayra kalkışan kişi elbetteki kendi lehine bunu yapar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir hayra yönelmiş ve bu şekilde ikisi arasında sa'yetmek sünnetleşmiştir.

Atâ da bu konuda:

“Safa ile Merve arasında sa'yetmek istemeyen kişi dilerse onun yerine Kâbe'nin etrafında ondört defa döner" demiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Tihâme ahalisinden bazıları Cahiliye döneminde Safâ ile Merve arasında sa'yetmezlerdi. Sonrasında:

“Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir" âyeti nazil oldu. İkisi arasında sa'yetmek de İbrâhim (aleyhisselam) ile İsmâil'in (aleyhisselam) sünnetlerindendi."

Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Zührî kanalıyla Urve'den bildiriyor: Hazret-i Âişe şöyle dedi: Cahiliye döneminde (Mekke ile Medine arası bir yerde bulunan) Menât putu için ihrama giren Ensâr'dan bazıları:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Menat putuna saygımızdan dolayı eskiden Safâ ile Merve arasında say'etmezdik. Şimdi ikisi arasında sa'yetsek bir sakıncası olur mu?" diye sorunca:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir" âyeti nazil oldu.

Hazret-i Âişe'ye:

“Safâ ile Merve arasında say'etmememde herhangi bir sakınca görmem. Zira Yüce Allah: «...Bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur...» buyuruyor" dediğimde ise:

“Yeğenim! «Safâ ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir...» buyurduğunu görmüyor musun!" karşılığını verdi.

Ravi Zührî der ki: Bu hadisi Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm'a zikrettiğimde:

“Bilmek işte böyle bir şeydir!" karşılığını verdi. Ebû Bekr yine şöyle dedi:

“İlim ehli olan bazı adamların şöyle dediğini işittim: Yüce Allah Kâbe'yi tavaf etme konusunda vahiy gönderince Safâ ile Merve arasında tavaf edilmesi konusunda bir vahiy indirmemişti. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) :"Cahiliye döneminde Safâ ile Merve arasında tavaf ederdik. Yüce Allah da Kâbe'nin tavaf edilmesini zikretmiş; ama Safâ ile Merve arasında tavaf edilmesini zikretmem iştir. Onları tavaf etmememizde bir sakınca var mı?" diye sorduklarında Yüce Allah şu âyeti indirdi:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir" Ebû Bekr devamen:

“Bu âyetin her iki fırka hakkında yani bu ikisini tavaf edenler ile etmeyenler hakkında nazil olduğunu işittim" dedi.

Vekî', Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Müslim, İbn Mâce ve İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Ömrüme yemin olsun ki Yüce Allah, Safâ ile Merve arasında sa'yetmeyen kişinin haccını ve umresini tamamlanmış saymaz. Zira:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." buyurmuştur."

Abd b. Humeyd ve Müslim, Enes'ten bildiriyor:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse bu ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir" âyeti nazil olana kadar Ensâr, Safâ ile Merve arasında sa'yetmeyi kerih görürlerdi. Bu âyetle de ikisi arasında sa'y işi tercihe bağlı bırakıldı.(.....) (Bu ikisini tavaf etmemesinde bir beis yoktur) lafzıyla yazıldığını gördüm.

İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) (Bu ikisini tavaf etmemesinde bir beis yoktur) lafzıyla okurdu.

Taberânî, M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) şeklinde okumuş ve kişinin bu ikisini tavaf etmemesinde bir sakıncanın olmayacağı şeklinde yorumlamıştır.

Saîd b. Mansûr ve Hâkim'in bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Sa'y yaparken önce Safâ'dan mı, yoksa Merve'den mi başlamalıyım? Namazı tavaftan önce mi, yoksa sonra mı kılmalıyım? Kurbanı kesmeden önce mi yoksa sonra mı tıraş olmalıyım?" diye sordu. İbn Abbâs da şöyle cevap verdi:

“Bunların cevabını bizzat Allah'ın Kitab'ından öğrenin ki akılda kalması daha kolay olur. Yüce Allah:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." buyurur. Buradan Safâ'nın Merve'den önce geldiğini anlıyoruz. Yine:

“...Kurban kesilinceye kadar başlarınızı tıraş etmeyin..." buyurur. Buradan da kurbanı kesmenin tıraştan önce geldiğini anlıyoruz. Yine:

“...Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle..." buyurur. Buradan da tavafın namazdan önce olduğunu anlıyoruz."

Vekî', Sa'îd b. Cübeyr'den bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“Sa'y yapmaya neden Merve'den değil de Safâ'dan başlanmıştır?" diye sorduğumda:

“Çünkü Yüce Allah:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." buyurur (arak Safâ'yı daha önce zikreder)" karşılığını verdi.

Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Câbir'den bildiriyor: Hac esnasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ'ya yaklaştığı zaman:

“Yüce Allah:

“Safâ ile Merve, Allah'ın belirlediği nişanelerdendir..." buyurur. Siz de sa'yetmeye Allah'ın başladığı yerden başlayın" buyurdu ve Safâ tepesine çıkmaya başladı.

Şâfiî, İbn Sa'd, Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Kâni' ve Beyhakî, Habîbe binti Ebî Ticrât'tan bildiriyor: Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ ile Merve arasında sa'yederken gördüm. İnsanlar önünde kendisi de arkalarındaydı. Sa'yini hızlı yapmasından dolayı dizleri görünüyordu. İzan ayaklarına dolanıyor, bir yandan da:

“Sa'yedin! Yüce Allah sa'yetmenizi emretti" buyuruyordu.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Haccettiği yıl Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) remel (tavafta hızlı ve çalımlı yürüme) konusu sorulunca:

“Yüce Allah sa'yetmenizi emretti, siz de sa'yedin!" karşılığını verdi.

Vekî', Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vâsile'den bildiriyor: İbn Abbâs'a Safâ ile Merve arasında sa'yetme konusunu sorduğumda:

“İbrahim (aleyhisselam) sa'yederdi" karşılığını verdi.

Taberânî ile Beyhakî, Ebu't-Tufeyl'den bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“Bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ ile Merve arasında sa'yettiğini ve bunun sünnet olduğunu söylüyorlar" dediğimde; "Doğru söylüyorlar. İbrâhim'e (aleyhisselam) hac menâsikini ifa etmesi emredildiği zaman sa'y yerinde Şeytan karşısına çıktı. İkisi bir yarışa girince İbrâhim (aleyhisselam) onu yendi" karşılığını verdi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Safâ ile Merve arasında sa'yeden Müslümanları görünce:

“Bu, İsmâil'in (aleyhisselam) annesinden size kalan bir mirastır" dedi.

Hatîb, Tâlî Talhîsi'l-Müteşâbih'te Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İbrâhim, yanında Hazret-i Hâcer ve oğlu Hazret-i İsmâil'i getirip şimdi Kabe'nin bulunduğu yere koydu. Hazret-i Hâcer ona:

“Bunu yapmanı Allah mı emretti?" diye sorunca, İbrâhim (aleyhisselam):

“Evet!" dedi. Sonrasında küçük bir çocuk olan Hazret-i İsmâil susadı. Hazret-i Hâcer etrafına bakınınca en yakın tepenin Safâ tepesi olduğunu gördü. Koşarak üzerine tırmandı; ancak su namına bir şey göremedi. Oradan yine etrafına bakındı. Oraya en yakın tepenin Merve tepesi olduğunu gördü. Oraya da koşarak gitti, ancak yine bir şey bulamadı. Bu şekilde Safâ ile Merve tepeleri arasında ilk sa'yeden kişi o olmuştur. Sonra önünde bir hışırtı sesi işitti. "Sesini işitiyorum. Şayet suyun varsa buraya gel!" deyince Cebrâil karşısına çıktı. Topuğuyla şimdiki Zemzem kuyusunun bulunduğu yere vurmaya başlayınca oradan su fışkırdı. Yanında bulunan deri torbaya suyu doldurmak için uğraşmaya başlayınca, Cebrâil ona:

“Susuz kalmaktan mı endişe ediyorsun? Oysa burası Allah'ın misafirleri olanların beldesidir ve onlar susuz kalmaktan endişe etmezler" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kâbe'yi tavaf, Safâ ile Merve arasında say' ve şeytan taşlama, Yüce Allah'ın zikrini ikame etmekten başka bir şey değildir" buyurmuştur.

Ezrakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Safâ ile Merve arasında sünnet olan tavaf Safâ tepesinden inildikten sonra vadinin orta yerine gelene kadar yürünmesi, oradan vadiyi aşana kadar sa'yedilmesi, oradan da Merve'ye ulaşana kadar yürünmesidir."

Ezrakî, Mesrûk'tan bildiriyor: İbn Mes'ûd, Safâ tepesine çıktı. Bir yarığın üzerinde durup telbiye getirmeye başladı. Ona:

“Bazıları burada yüksek sesle telbiye getirmenin (ihlâlin) yasak olduğunu söylüyorlar" dediğimde şöyle karşılık verdi:

“Ama ben yükseltmeni söylüyorum! Telbiye nedir biliyor musun? Musa'nın (aleyhisselam)Rabbinin emrine icabet etmesidir. Zira bu vadiye geldiği zaman çalımlı ve hızlı bir şekilde yürümeye ve:

“Rabbim! Beni bağışla ve merhamet et! Sen ki yüceler yücesi ve kerem sahibisin!" demeye başladı."

Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Safâ tepesindeki yarığın üzerinde durdu ve:

“Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki işte burası Bakara Sûresi'nin nazil olduğu yerdir!" dedi.

"...Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse.."

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde, A'meş'ten bildiriyor:

“Abdullah'ın kıraatinde bu âyetin lafzı: (.....) şeklindedir."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Ömer, Safâ ile Merve üzerinde dua ederdi. Dua ederken üçerli olarak yedi defa tekbir getirir ve şöyle derdi:

“Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortaksızdır. Mülk ve hamd onundur ve her şeye kadirdir. Allah'tan başka ilah yoktur ve sadece ona ibadet ederiz. Kâfirler hoşlanmasalar da din olarak sadece onu (n dinini) kabul ederiz."

Ravi der ki: Bazen öyle çok uzun dua ederdi ki biz genç olmamıza rağmen ona yetişemezdik. Dualarından biri de şöyledir:

“Allahım! Beni dininle, sana ve Resûlüne itaatle koru. Beni yasaklarını çiğnemekten uzak tut. Allahım! Seni, meleklerini, elçilerini ve salih kullarını seven kişilerden biri kıl beni. Allahım! Beni kendine sevdir. Meleklerine, elçilerine ve salih kullarına sevdir. Allahım! Beni zor olandan uzaklaştırıp kolaylıklara yönlendir. Dünyada ve âhirette mağfiretini benden esirgeme. Beni muttâkilerin imamlarından ve Cennet bahçelerine nail olanlardan biri kıl. Kıyamet gününde günahlarımı ve kusurlarımı bağışla. Allahım! Sen ki:

“...Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim..." buyurdun, Ve sen verdiğin sözleri daim yerine getirirsin. Allahım! Bana hidayet verip İslam diniyle müşerref kıldıktan sonra onu içimden çekip alma! Benden razı bir şekilde, Müslüman olarak canımı alıncaya kadar da beni bu yoldan ayırma. Allahım! Azabımı erken kılma ve kötü bir fitneye bulaşacak kadar hayatta bırakma!"

Saîd b. Mansûr ile İbn Ebî Şeybe, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Biriniz hac için geldiği zaman ilk önce Kâbe'ye gelip yedi defa dönsün. Ardından Mâkâm-ı İbrahim'de iki rekat namaz kılsın. Sonra Safâ tepsine çıkıp Kâbe'ye doğru dönsün ve yedi defa tekbir getirsin. Her iki tekbir arasında da Allah'a hamdu senalarda bulunsun. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) salât selam etsin. Kendisi için de bir şeyler dilesin. Aynı şeyi Merve tepesinde de yapsın."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Eller, namazlara durulduğunda, (hacda) Kâbe görüldüğünde, Safâ ile Merve tepelerine çıkıldığında, Arafat'ta ve Müzdelife'de durulduğunda ve Şeytan taşlamalarında olmak üzere yedi yerde kaldırılır."

Şafiî, el-Ümm'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eller namazda, Kâbe görüldüğünde, Safâ ile Merve'de, Arafat'ta vakfede, Müzdelife'de, her iki cemrede (şeytan taşlamada) ve cenaze namazında kaldırılır" buyurmuştur.

"...Şûphesiz Allah, mükâfatını veren ve her şeyi bilendir"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bir iyiliği mükâfatlandırmada ve en iyi şekilde karşılığını vermede Yüce Allah'ın üzerine yoktur" demiştir.

159

"İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler"

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Seleme oğullarına mensup olan Muâz b. Cebel, Eşhel oğullarına mensup olan Sa'd b. Muâz ve Hâris b. el-Hazrec oğullarına mensup olan Hârice b. Zeyd, Yahudi bilginlerinden bir gruba Tevrat'ta bulunan bazı şeyleri sordular. Yahudi bilginler bu konuda Tevrat'ta bulunan şeyleri gizleyip açıklamak istemeyince:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya ,mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya..." âyetini açıklarken:

“Bunları gizleyenlerden kasıt, Ehl-i kitâb'dır" demiştir.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya.f." âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt, Ehl-i kitâb'dır. Ellerinde bulunan Tevrat ve İncil'de yazılı olduğunu gördükleri halde Allah'ın dini olan İslâm'ı ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem)peygamberliğini gizledik" demiştir. "...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken de:

“Bunlardan kasıt, Yüce Allah'ın melekleri ve müminlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyete muhatap olanlar, Ehl-i kitâb'dır. Ellerindeki kitaplarda Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sıfatlarının yazılı olduğunu gördükleri halde haset ve öfkelerinden dolayı bunu gizlemişlerdir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bazılarının dediğine göre Yahudilerden bir adamın Ensâr'dan Sa'lebe b. Ğaneme adında bir arkadaşı vardı. Ensarlı olan, Yahudiye:

“Sizin kitabınızda Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sıfatları ve peygamberliği konusünda bir şey var mı?" diye sorunca, Yahudi:

“Hayır, yok" demiştir. Âyette bahsedilen apaçık delillerden kasıt, Muhammed'dir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken:

“Cinler, insanlar ve bütün canlılar lanet ederler" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken der ki:

“Kuraklık olup da hayvanlar susuz kalınca günahkâr insanlara beddua eder ve:

“Onların günahları yüzünden yağmurdan mahrum bırakılıyoruz" derler."

Saîd b. Mansûr ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kuraklık ve kıtlık olduğu zaman hayvanlar:

“Bütün bunlar insanlardan isyankâr olan kişiler r yüzündendir! Allah isyankâr insanlara lanet etsin!" diyerek beddua ve lanet ederler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar akrep, böcek gibi hayvanlardır ve: «İnsanların günahlarından dolayı yağmurdan mahrum bırakıldık!» diyerek beddua ve lanet ederler."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Her şey onlara lanet eder. Hatta akrep ve böcekler bile: «İnsanların günahlarından dolayı yağmurdan mahrum bırakıldık!» diyerek beddua ve lanet ederler."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Cafer:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken:

“Her şey, hatta böcekler bile onlara lanet eder" demiştir.

İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Berâ b. Âzib'ten bildiriyor: Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cenazede iken şöyle buyurdu:

“Kâfirin (mezarda) alnının ortasına öyle bir darbe İndirilir ki insanlar ve cinler dışında kalan bütün canlılar onun feryadını işitirler. Sesini işiten bütün hayvanlar da ona lanet ederler. İşte: «...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler»âyetiyle de kastedilen yeryüzündeki tüm hayvanlardır. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Berâ b. Âzib bu konuda dedi ki:

“Kafir mezarına konulduğu zaman yanına, gözleri bakımdan iki kazan gibi olan ve elinde demirden sütun bulunan bir mahluk gelir. Sırtının ortasına öyle bir darbe indirir ki feryadını duyan herkes ona lanet eder. İnsanlar ve cinler dışında da bütün mahlûkat onun bu feryadını işitir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kafir mezarına konulduğu zaman balyozla kendisine öyle bir vurulur ki insanlar ve cinler dışında feryadını herkes işitir. Onun bu sesini işiten her şey de ona lanet eder."

Beyhakî, Şuabül-îmanfda bildirdiğine göre Abdulvehhâb b. Atâ:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kelbî'nin bu konuda:

“Bunlar Yahudilerdir" dediğini işittim. Yine şöyle dedi:

“Kişi haketmeyen birine lanet ettiği zaman bu lanet bir Yahudinin üzerine gider. İşte: «...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler»âyetinden kasıt da budur."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, Muhammed b. Mervân'dan bildiriyor: Kelbî'nin, Ebû Sâlih'ten naklen bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bir kişi hakettiğini düşünerek birine lanet ettiği zaman bu lanet hızla semaya çıkar. Ancak kendisine edildiği kişiyi bulamayınca bunu edene geri döner. Ancak döndüğünde laneti eden kişinin de bunu haketmediğini görünce gidip bir Yahudinin üzerine düşer. İşte: «...Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler» âyetinden kasıt da budur. Ancak bunlardan tövbe edenlerin üzerinden bu lanet kalkar ve diğer Yahudilerin üzerine gider. «Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır...» âyeti de bunu ifade etmektedir."

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kim kendisine bir şey sorulduğu, zaman bildiğini gizlerse kıyamet gününde kendisine ateşten bir gem vurulur" buyurmuştur.

İbn Mâce ve el-Murhibî, Fadlu'l-İlm'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Din konusunda insanlara faydası dokunacak bir ilmi, bilgiyi saklayan, insanlardan esirgeyen kişiye kıyamet gününde ateşten bir gem vurulur" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ümmetin son nesillerinden olanlar ilk nesilden olanlara lanet okuduğu bir zamanda bildiği bir hadisi insanlardan gizleyen kişi Allah'ın âyetlerini gizlemiş gibi olur" buyurmuştur.

Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul, Yüce Allah'ın kendisine verdiği ilmi gizler ve diğerlerinden esirgerse kıyamet gününde huzura ateşten bir gem ile gemlenmiş bir şekilde çıkar" buyurmuştur.

Ebû Ya'la ve Taberânî'nin sahîh bir senedle İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim kendisine bir şey sorulduğu zaman bildiğini gizlerse kıyamet gününde huzura ateşten bir gem ile gemlenmiş bir şekilde çıkar" buyurmuştur.

Taberânî, İbn Ömer ile İbn Amr'dan benzerini zikreder.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlim öğrenip de bunu başkalarına anlatmayan ve aktarmayan kişi para biriktirip de ondan hiç harcamayan kişiye benzer" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ile Ahmed, Zühd'de Selmân'ın:

“Başkalarına aktarılmayan ilim, içinden hiç harcama yapılmayan hazine gibidir" dediğini bildirir.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Yüce Allah'ın Kitab'ındaki bir âyet olmasaydı hiç kimseye hiçbir hadis aktarmazdım" dedi ve:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" âyetini okudu.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yüce Allah:

“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler" buyurdu. Sonrasında bir istisnada bulunup:

“Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ:

“Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lanetlen mekten) kurtulmuşlardır..."  âyetini açıklarken:

“Böyle yapmaları daha önce takındıkları tavrın kefâreti olur" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Durumlarını düzeltmekten kasıt, Yüce Allah'la aralarını düzeltmeleridir. Gerçeği açıklamaları da Yüce Allah'tan kendilerine geleni gizlemeden ve inkar etmeden açıklayıp ortaya koymalarıdır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim...." âyetini açıklarken:

“Cezadan muaf tutar, günahlarını bağışlarım, anlamındadır" demiştir.

160

"Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim"

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Hilye'de, Ebû Zur'a b. Amr b. Cerîr'den bildiriyor: İlk yazılan şey:

“Ben tövbeleri çokça kabul edenim. Dilediğimin de tövbesini kabul ederim" ifadesidir.

161

Bkz. Ayet:162

162

"Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lânetî onların üstünedir. Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Ne azapları hafifletilir ve ne de kendilerine mühlet verilir"

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

“Kıyamet gününde kafir huzurda durdurulur. Önce Yüce Allah sonra melekler sonra da tüm insanlar ona lanet ederler."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...İşte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir..." âyetini açıklarken:

“Tüm insanlardan kasıt müminlerdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“İki mümin veya iki kafir karşılıklı lanetleşirken biri diğerine:

“Allah zalim olana lanet etsin!" dediği zaman bu lanet gider kafiri bulur. Çünkü kafir kişi zalim biridir ve mahlukatın her bir ferdi ona lanet eder."

Abd b. Humeyd, Cerîr b. Hâzım'dan bildiriyor:

“Hasan(-ı Basrî)'nin bu âyeti: (.....) lafzıyla okuduğunu işittim."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar..." âyetini açıklarken:

“Lanet içinde Cehennemde ebedi olarak kalırlar" demiştir. "...Ne de kendilerine mühlet verilir" âyetini açıklarken de:

“Mazeret sunmak veya hatalarını düzeltmek için cezaları bekletilmez" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ne de kendilerine mühlet verilir" âyetini açıklarken:

“Kendilerine yeni bir mühlet verilip cezaları ertelenmez" demiştir.

163

"Sîzin ilâhınız bir tek ilâhtır. O ndan başka ilâh yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Ebû Müslim el-Keccî, Sünen'de, İbnu'd-Durays, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Esma binti Yezîd b.es-Seken'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın İsm-i A'zamı:

“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir" âyeti ile: «Elif lâm mîm. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyûmdur» âyetinin içindedir. "

Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Azmış cinler için, Bakara Süresindeki, "Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir" âyetinden daha ağır gelen bir şey yoktur. "

İbn Asâkir, İbrâhim b. Vesîme'den bildiriyor: Bazı âyetler var ki kişiyi delilikten korur. Bunları her gün okuyan kişiye Yüce Allah şifa verir. Bunlar:

“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir" âyeti, Âyetul-kürsî, Bakara Sûresi'nin son âyetleri, "Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arşa hükmeden, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; güneşi, ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah Yüce'dir. Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır" âyetleri ve Haşr Sûresi'nin son âyetleridir. Bize bildirilene göre bunlar, Arş'ın köşelerine yazılmış âyetlerdir. Bu âyetleri korku ve deliliğe karşı çocuklarınıza yazın."

164

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır"

İbn Ebî Hâtim ile İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kureyşliler, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a dua et de düşmanlarımıza karşı güçlü olmamız için Safâ tepesini bizim için altın yapsın" dediklerinde, Yüce Allah vahiyle:

“Onların istediklerini verir, Safâ tepesini altına dönüştürürüm. Ancak buna rağmen yine küfürlerinde devam ederlerse onları hiç kimseye yapmadığım bir şekilde cezalandırırım" karşılığını verdi. Buna karşılık Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Rabbim! Beni kavmimle baş başa bırak. Ben onları gün be gün İslam'a davet ederim" buyurdu. Bunun üzerine:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır" âyeti nazil oldu. Bu âyetle Yüce Allah:

“Safâ tepesinin altına dönüşmesinden daha büyük deliller varken hâlâ nasıl Safâ tepesine yönelik böylesi bir istekte bulunurlar" demek istemiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Kureyşliler, Yahudilere:

“Musa'nın gösterdiği mucizelerden bahsedin" dediklerinde, Yahudiler Mûsa'nın (aleyhisselam) asası ve elinin görenlere ışık saçması (yed-i beydâ) mucizelerini anlattılar. Hıristiyanlara da îsa'nın (aleyhisselam) gösterdiği mucizeleri sorduklarında da Hıristiyanlar, Allah'ın izniyle anadan doğma körlerin gözünü açtığından, alaca hastalarını iyileştirdiğinden ve ölüleri dirilttiğinden bahsettiler. Bunun üzerine Kureyşliler Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a dua et de yakînimizin artması ve düşmanlarımıza karşı güçlü olmamız için Safâ tepesini bize altın yapsın" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbinden bunu istediğinde, Yüce Allah:

“Bu isteklerini yerine getiririm, ancak yine yalanlamaya devam ederlerse onları hiç kimseye yapmadığım bir şekilde cezalandırırım" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Beni kavmimle baş başa bırak. Ben onları gün be gün İslam'a davet ederim" buyurdu. Bunun üzerine:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır" âyeti nazil oldu. Burada, göklerin ve yerin yaratılması, gece ile gündüzün biribiri peşinden gelmesi Safâ tepesinin altına dönüştürülmesinden daha büyük bir mucize olduğu ifade edilmiştir.

Vekî', Firyâbî, Âdem b. Ebî İyâs, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebu'd-Duhâ'dan bildiriyor:

“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir" âyeti nazil olduğunda müşrikler:

“Muhammed, "Sizin ilahınız bir tek ilahtır..." diyor! Şayet doğru söylüyorsa bize bir mucize göstersin" dediler. Bunun üzerine:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır" âyeti nazil oldu. Yüce Allah bu sayılanların düşünenler için yeteri kadar delil teşkil ettiğini vurgulamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Atâ'dan bildiriyor: Medine'de:

“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir" âyeti nazil olduğunda Mekke'de müşrikler:

“Tek bir ilah bütün insanlara nasıl yeter?" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır" âyeti nazil oldu. Bu âyetlerle de insanların ilahının tek bir ilah olduğu, her şeyin ilahı olduğu gibi her şeyin yaratıcısı da olduğu bildirilmiştir.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, "...Gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde..." âyeti konusunda Seimân'dan bildiriyor:

“Geceden Şerâhîl adında bir melek sorumludur. Gece vakti geldiği zaman elindeki siyah bir boncuğu batı tarafından salar. Güneş bu siyah boncuğu gördüğü zaman göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kaybolur. Kendisine de bu siyah boncuğu görmeden de batmaması emredilmiştir. Bu siyah boncuk Herâhîl adında diğer bir melek gelinceye kadar havada asılı durur. Herâhîrin de elinde beyaz bir boncuk bulunur. Elindeki bu beyaz boncuğu doğu tarafına asar. Şerâhîl beyaz boncuğu görünce kendi siyah boncuğunu geri çeker. Güneş de beyaz boncuğu görür görmez doğar. Ki beyaz boncuğu görmeden doğmaması emredilmiştir. Güneş doğunca da gündüz gelmiş olur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...İnsanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde ,.." âyetini açıklarken:

“Metinde geçen 'fulk'ten kasıt gemidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında..." âyetini açıklarken:

“Yaymadan kasıt yaratmadır" demiştir.

Hâkim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“El ayak çekildiği zaman (gece) dışarıya çıkmalarınızı azaltın. Zira Yüce Allah mahlûkatından dilediklerini bu vakitlerde ortalığa yayar" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Rüzgârları yönlendirmesinde..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah dilerse bunları yağmur getiren rahmet rüzgarları kılar. Dilerse de ceza olarak yağmura sebep olmayan şiddetli rüzgarlar kılar."

İbn Ebî Hâtim, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor:

“Kur'ân'da rüzgar, (.....) şeklinde çoğul siygasıyla geçtiği yerlerde rahmeti ifade der. (.....) şeklinde tekil siygasıyla geçtiği yerlerde ise azabı ifade der."

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor: Rüzgara sövmeyin; zira rüzgar Yüce Allah'ın esintilerinden bir esintidir. Yüce Allah:

“...Rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır" buyurur, Bunun yerine rüzgarı gördüğünüz zaman şöyle deyin:

“Allahım! Senden bu rüzgarın hayırlarını, getirdiği ve gönderildiği şeylerin hayırlısını dileriz. Bu rüzgarın şerrinden, getirdiği ve gönderildiği şeylerin de şerrinden sana sığınırız."

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Şeddâd b. el-Had'den bildiriyor:

“Rüzgar, Yüce Allah'ın esintilerinden bir esintidir. Onun için rüzgarla karşılaştığınız zaman Yüce Allah'tan hayrını dileyin ve şerrinden de O'na sığının."

İbn Ebî Hâtim, Abde'den, o da babasından bildiriyor:

“Bazı rüzgarlar rahmet, bazı rüzgarlar da azab getirir. Rüzgar çıktığını gördüğünüz zaman:

“Allahım! Bu rüzgarı rahmet rüzgarları kıl! Azab rüzgarları kılma!" diye dua edin."

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Su ile rüzgar Allah'ın ordularından iki ordudur. Ancak rüzgar Yüce Allah'ın en büyük ordusudur."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Rüzgarın iki kanadı ve kuyruğu vardır" demiştir.

Ebû Ubeyd, İbn Ebi'd-Dünya, Kitâbül-Matar'da, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de İbn Amr'dan bildiriyor:

“Rüzgarlar dördü rahmet dördü de azab rüzgarları olmak üzere sekiz çeşittir. Rahmet olanlar nâşirât (yayan), mubeşşirât (müjdeleyen), murselât (gönderilen) ve zâriyat (esip savuran) rüzgarlardır. Azab olanları ise akîm (bereketsiz), sarsar (uğultulu), âsıf (fırtına) ve kâsıf (kasırga) rüzgarlarıdır. Bunlardan akîm ile sarsar karada, âsıf ile kâsıf ise denizde esen rüzgarlardır."

İbn Ebi'd-Dünya ile Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Rüzgarlar dördü rahmet, dördü de azab rüzgarları olmak üzere sekiz çeşittir. Rahmet rüzgarları münşirât, mubeşşirât, murselât ve rehâ rüzgarlarıdır. Azab rüzgarları ise âsıf, kâsıf, akîm ve sarsar rüzgarlarıdır. Bunlardan âsıf ile kâsıf denizde, akîm ile sarsar ise karada esen rüzgarlardır."

Ebu'ş-Şeyh, îsa b. îsa el-Hayyât'tan bildiriyor:

“Bize bildirilene göre rüzgarlar sabâ, debûr, cenûb, şimâl, nekbâ, harûk ve kâim olmak üzere yedi çeşittir. Sabâ rüzgarı doğudan, debûr batıdan, cenûb kıblenin solundan, şimal kıblenin sağından, nekbâ sabâ ile cenûb arasından, harûk şimâl ile debûr arasından eser. Kâim ise mahlukatm nefeslerinden oluşan bir rüzgar çeşididir."

Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Rüzgarın yönleri Kâbe'nin konumuna göre ayarlanmıştır. Yönlerini bilmek istersen sırtını Kâbe'nin kapısına daya. Şemâl rüzgarı solunda kalacaktır ki o da Hicr tarafına denk gelir. Cenub rüzgarı sağında kalacaktır ki o da Hacer-i Esved tarafına denk gelir. Sabâ rüzgarı karşında kalacaktır ki karşıdan Kâbe'nin kapısına denk düşer. Debûr rüzgârı ise durduğun konum itibariyle Kâbe'nin arkasında kalacaktır."

İbn Ebî Hâtim, Hüseyn b. Ali el-Cu'fî'den bildiriyor: İsrail b.Yûnus'a:

“Rüzgar yönleri neye göre belirlenip isimlendirilmiştir?" diye sorduğumda şöyle karşılık verdi:

“Kâbe (kıble)nin konumuna göre belirlenip isimlendirilmiştir. Buna göre Kâbe'nin kuzeyinden gelen rüzgara şimâl (kuzey) rüzgarı, güneyinden gelen rüzgara cenûb (güney) rüzgarı, karşısından gelen rüzgara sabâ, arkasından gelen rüzgara da debûr rüzgarı denilmiştir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Damra b. Habîb'ten bildiriyor:

“Debûr batıdan, kabûl doğudan, şimâl güneyden, yemân kıbleden, nekbâ da dört bir yönden esen rüzgardır."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Şimâl rüzgarı, kuzey yıldızı ile güneşin doğduğu yer arasından esen rüzgardır. Cenûb (güney rüzgarı), güneşin doğduğu yer ile Süheyl yıldızı arasından esen rüzgardır. Sabâ, güneşin battığı yer ile kuzey yıldızı arasından esen rüzgardır. Debûr de güneşin battığı yer ile Süheyl yıldızı arasından esen bir rüzgardır."

Ebu'ş-Şeyh'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cenub (güney rüzgarı), Cennet rüzgarlarından bir rüzgardır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya, el-Matarves-Sehâb'ta, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cenûb (güney rüzgarı) Cennetten gelen bir rüzgardır ve beraberinde insanlar için bir çok faydalar getirir. Şimal (kuzey rüzgarı) ise Cehennemden gelen bir rüzgardır. Cehennemden çıktıktan, sonra Cennete uğrar. Cennette de ona hafif bir serinlik bulaşır. Şimâl'in (kuzey rüzgarı) getirdiği serinlik de işte bu yüzdendir."

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, İbn Râhuye, Müsned'de, Buhârî, Târih'de, Bezzâr ve Ebu'ş-Şeyh'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: t(Yüce Allah bir rüzgarın ardından yedi yıl sonra bir rüzgar daha yaratmıştır. İkisi arasında da kapalı bir kapı vardır. Size gelen rüzgarlar da bu kapının boşluklarından sızan rüzgardır. Bu kapı açılacak olsa gökte ve yerde ne varsa hepsi savrulup uçardı. Aradan sızan bu rüzgar Allah'ın katında Ezîb diye anılır. Siz ise buna Cenûb (güney) rüzgarı diyorsunuz. "

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Cenûb (güney) rüzgarı ruhların efendisidir ve Allah katındaki ismi Ezîb'tir. Bu rüzgarın önünde de kapalı olan yedi kapı vardır. Size gelen rüzgarlar da bu kapıların aralıklarından sızan rüzgarlardır. Bu kapılardan bir tanesi dahi açılacak olsa gökte ve yerde ne varsa hepsi savrulup uçardı."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ne zaman bir güney rüzgarı esip coşsa siz görseniz de görmeseniz de bir vadiyi sel basıp taşar."

Ebu'ş-Şeyh, Kays b. Ubâde'den bildiriyor:

“Şimâl (kuzey) rüzgarı toprağın tuzu gibidir. Esmeyecek olsa yerden hiçbir şey bitmez."

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd'e zevâid olarak ve Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de, Ka'b'dan bildiriyor:

“Şayet rüzgar üç gün boyunca tutulacak olsa yerde ve gökte ne varsa hepsi kokuşup çürürdü."

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. el-Mübârek'ten bildiriyor:

“Rüzgarın kanatları, Ay'ın da sudan bir kılıfı vardır."

Ebu'ş-Şeyh, Osmân el-A'rac'dan bildiriyor:

“Rüzgarların meskeni, Kerrûbiyyîn denilen ve Arş'ı taşıyan meleklerin kanatlarının altıdır. Orada coşunca düşüp güneşin yörüngesine girerler. Melekler de sürüklenmesine yardım eder. Güneşin yörüngesinde de coşunca denize düşerler. Denizden coşunca dağların zirvelerine çıkarlar. Dağların başında da coşunca oradan yere inerler.

Şimâl (kuzey) rüzgarı gelirken Adn Cennetinin içinden geçer. Geçerken en güzel kokularını da içine katar. Şimâl rüzgarı güneşin doğduğu yer ile küçük ayı arasında olan yönden eser. Debûr rüzgarı güneşin battığı yer ile Süheyl yıldızı arasında olan yönden eser. Cenûb (güney) rüzgarı Süheyl yıldızının doğduğu yer ile güneşin doğduğu yer arasında olan yönden eser. Sabâ rüzgarı da güneşin doğduğu yer ile Küçük Ay'ı arasında olan yönden eser. Hiçbir rüzgar da sınırını aşıp bir diğer rüzgarın alanına girmez."

Şafiî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildiriyor: Müslümanlar hacca giderken Mekke yolunda rüzgara yakalandılar. Başlarında da Hazret-i Ömer vardı. Rüzgar şiddetini arttırınca Hazret-i Ömer:

“Rüzgar hakkında Allah Resûlü'nden bir şeyler işittiniz mi?" diye sordu. Şöyle dedim:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Rüzgar, Yüce Allah'ın esintilerinden bir esintidir. Rahmetle de azabla da gelebilir. Onun için rüzgarla karşılaştığınız zaman ona sövmeyin. Allah'tan hayrını dileyin ve şerrinden de O'na sığının» buyurduğunu işittim."

Şafiî'nin, Safvân b. Süleym'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rüzgara sövmeyin, şerrinden Allah'a sığının" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Adamın biri rüzgara sövünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Rüzgara sövme; zira o da kendisine verilen emri ifa etmektedir. Kişi, hakketmediği bir şeye lanet ettiği zaman bu lanet geri kendisine döner" buyurdu.

Şâfiî, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ne zaman bir rüzgar esse Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mutlaka diz üstü çöker ve:

“Allahım! Bu rüzgarı bizlere rahmet kıl, azab kılma! Allahım! Bunu bize rüzgar (rıh) değil de rüzgarlar (riyâh) kıl!" diye dua ederdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde dua etmesini de şu âyetler açıklar:

“Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik.." "...Onlara, her şeyi kasıp kavuran bir fırtına göndermiştik." "Bir de aşılayıcı rüzgârlar gönderdik..."Son âyette rüzgar (duadaki gibi) çoğul siygasıyla gelmiş ve müjdeler getirmiştir.

Tirmizî, Nesâî ve Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Rüzgara sövmeyin; zira rüzgar Yüce Allah'ın esintilerinden bir esintidir. Bunun yerine rüzgarı gördüğünüzde Allah'tan bu rüzgarın hayırlarını, getirdiği ve gönderildiği şeylerin hayırlısını dileyin. Bu rüzgarın şerrinden, getirdiği ve gönderildiği şeylerin de şerrinden Allah'a sığının. "

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildiriyor: Rüzgar çıkınca bazı Müslümanlar ona sövdüler. Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Rüzgara sövmeyin! Zira rahmetle de azabla da gelir. Söveceğinize: «Allahım! Bu rüzgarı bize azab değil rahmet rüzgarı kıl» diye dua edin!" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ömer, rüzgar esip çoştuğu zaman:

“Tekbir getirin! Zira tekbîr rüzgarın şerrini defeder!" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Geceye, gündüze, güneşe, aya ve rüzgara sövmeyin. Zira bunlar bazı topluluklara azabla, bazı topluluklara ise rahmetle gönderilirler. "

"...Rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'de ve İbn Asâkir, Muâz b. Abdillah b. Hubeyb'den bildiriyor: İbn Abbâs'ın, K'ab(u'l- ahbâr)'ın üvey oğlu Tubey'a:

“Bulut konusunda Ka'b'ın bir şeyler dediğini işittin mi?" diye sorduğunu duydum. Tubey' şöyle karşılık verdi:

“Evet, işittim. Bir defasında:

“Bulut yağmurun eleği gibidir. Yağmur yağdığı zaman şayet bulut olmasaydı yerde yağmurun değdiği her şey bozulurdu" dediğini işittim. Yine Ka'b'dan işittiğime göre yer bir yıl bir tür bitki verirken, diğer yıl farklı bir bitki türü verebilir. Yine:

“Tohum yağmurla birlikte iner ve yerden öyle biter." Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Doğru söylüyorsun, ben de Ka'b'ın böyle söylediğini işittim" dedi.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildirdiğine göre Atâ:

“Bulut yeryüzünden (göğe) çıkar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ile Ebu'ş-Şeyh, Hâlid b. Ma'dân'dan bildiriyor:

“Cennettte meyve olarak bulut veren bir ağaç vardır. Olgunlaşıp siyah renk alan meyve yağmur taşırken, henüz olgunlaşmamış ve beyaz renkte olan meyve ise yağmur taşımaz."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Siyah olan bulutta yağmur, beyaz olan bulutta ise çiğ vardır ki meyvelerin olgunlaşmasını sağlayan bulut da bu beyaz olanıdır."

Ebu'ş-Şeyh, Ebu'l-Musennâ'dan bildiriyor: Yer:

“Rabbim! Beni sula ancak tufanda (Yani Nûh tufanı) olduğu gibi suyu üzerime dökme" deyince, Yüce Allah:

“O zaman bulutu sana elek yapacağım!" karşılığını Verdi.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya, el-Matar'da ve Ebu'ş-Şeyh'in' el-Ğifârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bir rüzgar yarattığı zaman bu rüzgar en güzel bir şekilde konuşur (gürler) ve en güzel bir şekilde güler (şimşek çakar)" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Denizden bir rüzgar çıkıp da Şam tarafına yöneldiği zaman o yıl yağmuru bol bir yıl olacak demektir" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Hazret-i Ali'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın en güçlü yaratıkları on tanedir. Birincisi dağlardır. İkincisi demirdir ki dağları yontar. Üçüncüsü ateştir ki demiri eritir. Dördüncüsü sudur ki ateşi söndürür. Beşincisi yer ile gök arasında bulunan buluttur ki suyu taşır. Altıncısı rüzgardır ki bulutları sürükler. Yedincisi insandır ki önlemini alıp rüzgardan korunur ve ondan faydalanır. Sekizincisi sarhoşluktur ki insana hakim olup onu yener. Dokuzuncusu uykudur ki o da sarhoşluğu bertaraf eder. Onuncusu da derttir ki uykuyu yok eder. Yüce Allah'ın yarattıkları içinde en güçlü ve etkilisi de derttir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), buluta baktığı zaman:

“Vallahi bu bulutun içinde sizin için rızıklar var; ancak günahlarınızla bu rızıklardan mahrum bırakılıyorsunuz" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ufukta yaklaşan bir bulut gördüğü zaman, bulut gidene kadar namazda olsa dahi her ne yapıyorsa o işi bırakır ve:

“Allahım!

Bu bulutun gelişindeki kötü şeylerden sana sığınırız" derdi. Şayet yağmur yağarsa iki veya üç defa:

“Allahım! Bunu faydalı bir yağmur kıl" diye dua ederdi. Şayet yağmur yağmadan bulut dağılıp giderse bundan dolayı Yüce Allah'a hamdederdi.

165

Bkz. Ayet:167

166

Bkz. Ayet:167

167

"İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp da O'na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah'ı severcesine severler. Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bîr sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah'ın olduğunu ve Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Uyanlar şöyle derler: «Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.» Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp da O'na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah'ı severcesine severler..." âyetini açıklarken:

“Hakka karşı çıkarak ve kendi ortak koştuklarıyla diğerlerine karşı övünerek severler" demiştir.

"...Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir..." âyetini açıklarken de:

“Müminlerin Yüce Allah'a olan sevgisi, kafirlerin kendi putlarına olan sevgisinden daha şiddetli ve güçlüdür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp da O'na ortak koşanlar vardır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar müşriklerdir. Ortak koştukları şeyler de Allah'ı bırakıp kendilerine taptıkları putlardır. Bu putları müminlerin Yüce Allah'ı sevmesi gibi severler" demiştir. "...Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir..." âyetini açıklarken de:

“Müminler, bu müşriklerin kendi putlarına olan sevgisinden daha şiddetli ve güçlü bir şekilde Yüce Allah'ı severler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, söz konusu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada ortak koşulanlardan kasıt bazı adamlardır. Zira bu adamlara Allah'a itaat eder gibi itaat ederler. Allah'a isyan edip bu adamların verecekleri emirlere itaat edebilirler."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: (.....) lafzı için:

“Bunlar Allah'a ortak koşulan şeylerdir" demiştir. "...Onları, Allah'ı severcesine severler. Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Ayette ifade edildiğine göre müşrikler edindikleri bu ortakları müminlerin Allah'ı sevmesi gibi severler. Ancak müminler, bu müşriklerin kendi putlarına olan sevgisinden daha şiddetli ve güçlü bir şekilde Yüce Allah'ı severler."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onları, Allah'ı severcesine severler. Mü'minlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Müşrikler ortak koştukları bu putları Allah'ı sever gibi severler. Ancak müminler, bu müşriklerin kendi putlarına olan sevgisinden daha şiddetli ve güçlü bir şekilde Yüce Allah'ı severler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî': (=Zulmedenlerin nasıl bir azaba maruz kalacaklarını görseydin...) ifadesini açıklarken şöyle demiştir:

“Ey Muhammed! Kendi kendilerine zulmedip benden başka ilahlar edinenlerin, onları bana ortak koşanların, onları beni sever gibi sevenlerin kıyamet gününde kendileri için hazırladığım azaba nasıl maruz kaldıklarını görseydin, bütün güç ve kuvvetin sadece bana has olduğunu daha iyi bilirdin. Ayrıca ortak koştukları put ile ilahların hiçbir gücünün olmadığını, orada kendilerine hiçbir faydalarının dokunamayacağını, maruz kalacakları azabtan onları kurtaramayacaklarını da görürdün. O zaman beni inkar edip bana ortak koşanlara karşı azabımın ne çetin olduğunu daha iyi anlardın."

Ebû Nuaym, Hilye'de, Cafer b. Muhammed'den bildiriyor:

“Babamın yüzüğünde nakış olarak:

“ (=Güç ancak Allah'ındır) ifadesi vardı."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendilerine uyulanlar, zalim ve müşrik zorbalar, komutanlar ve liderlerdir. Kendilerine uyanlar da onlara tabi olan zayıf kimselerdir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar..." âyetini açıklarken:

“Kendilerine uyutanlardan kasıt şeytanlardır ki o gün insanlardan uzaklaşıp onlardan berî olduklarını söylerler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Bu bağlardan kasıt, sevgi bağlarıdır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Aralarındaki makam, mevki, mertebe ilişkisi kesilecektir" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Aralarındaki akrabalık bağı kopacaktır" demiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Hilye'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Dünyadayken aralarında bulunan her türlü bağ ve sevgidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“...Bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Bağlardan kasıt amellerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken:

“Aralarındaki makam, mevki, mertebe ilişkisi kopup yok olacaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Aralarındaki bütün bağlar kopacaktır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kıyamet gününde pişmanlıkları bir işe yaramayacak, yaptıklarının bir telafisi olamayacaktır. Bunun yanında dünyada onları birbirlerine yakın tutan her türlü akrabalık ve sevgi bağlan kopacak, birbirlerine lanet etmeye başlayacaklardır."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Uyanlar şöyle diyecek:

“Keşke bir şansımız daha olsaydı da..." âyetini açıklarken:

“Dünyaya bir daha dönme şansımız olsaydı, diyecekler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Dünyadayken yaptıkları pis işler, kıyamet gününde bu şekilde onların pişmanlıklarına sebep olacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Onlar ateşten çıkacak da değillerdir" âyetini açıklarken:

“Çıkamazlar, zira asıl Cehennem ahalisi işte bunlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Evzaî'den bildiriyor: Sâbit b. Ma'bed'in şöyle dediğini işittim:

“Cehennem ahalisi gün gelip Cehennemden çıkacaklarını umuyorlardı. Fakat bu beklentilerine karşı: «...Onlar ateşten çıkacak da değillerdir» âyeti nazil oldu."

168

Bkz. Ayet:169

169

"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve tenuz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, sîze ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder"

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında:

“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır" âyeti okununca Sa'd b. Ebî Vakkâs kalktı ve:

Resûlallah! Yüce Allah'a dua et de beni duası kabul olunan kişilerden kılsın" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi:

“Ey Sa'd! Yiyeceğine haram karıştırma ki duaların kabul olsun. Muhammed'in can elinde olana yemin olsun ki kişi midesine haram bir lokma indirdiği zaman kırk gün boyunca amelleri kabul görmez. Haram para ve faizle büyüyüp gelişen birinin hakettiği yer de Cehennem ateşidir. "

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine,göre İbn Abbâs:

“...Şeytanın izinden yürümeyin..." âyetini açıklarken:

“Şeytanın amellerini yapmayın" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân'ın emir ve hükümlerine muhalif olan her şey, şeytanın izindendir."

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Şeytanın izinden yürümeyin.." âyetini açıklarken:

“Şeytanın düştüğü hataya siz de düşmeyin" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre îkrime:

“...Şeytanın izinden yürümeyin..." âyetini açıklarken:

“Şeytanın vesveselerine, kışkırtma ve tahriklerine kanmayın" demiştir.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Şeytanın izi.." ifadesini açıklarken:

“Şeytanın günahları süsleyip kişiye güzel göstermesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yüce Allah'a karşı her türlü isyan ve günah, şeytanın izinde olmak demektir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Öfke anında edilen yeminler ile yapılan adaklar şeytana ayak uydurmaktandır. Bunun kefâreti de yemîn kefâretidir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a yemek olarak hayvan memesi (eti) ile tuz getirdiler. İbn Mes'ûd yanındakilerle birlikte yemeğe başlayınca içlerinden biri bir kenara çekildi. İbn Mes'ûd:

“Arkadaşınıza da verin" deyince, adam:

“İstemiyorum" karşılığını verdi. İbn Mes'ûd:

“Oruçlu musun?" diye sorunca, adam:

“Hayır!" dedi. İbn Mes'ûd:

“Peki, neyin var?. Neden yemiyorsun?" diye sorunca, adam:

“Yemin edip meme yemeyi kendime haram ettim!" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd:

“Bu yaptığın şeytana ayak uydurmaktır! Gel bundan ye ve yeminin için kefâret ver" dedi.

Abd b. Humeyd ile Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“...Şeytanın izinden yürümeyin..."âyetini açıklarken:

“Allah'a isyan olan konularda adak adamaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, îsa b. Abdirrahman es-Sülemî'den bildiriyor: Adamın bîri Hasan'ın yanına geldi ve:

“Şöyle şöyle yapamazsam emekleyerek hacca gitmeye yemin ettim!" dedi. Ben de Hasan'ın yanımdaydım. Bunun üzerine Hasan:

“Bu yaptığın, şeytana ayak uydurmaktır! Hacca bineğine binerek git ve yeminin içinde kefâret öde" dedi.

Abd b. Humeyd, Osmân b. Ğiyâs'tan bildiriyor: Câbir b. Zeyd'e, burnuna altın bir halka takacağına dair yemin eden kişinin durumunu sorduğumda:

“Bu yaptığı şeytana ayak uydurmaktır! Bunu yaptığı sürece de Allah'a isyan ediyor demektir. Ettiği bu yemini bozup kefâretini ödesin" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Şeytan'a, Allah'tan uzaklaştığı ve başkalarını da Allah'tan uzaklaştırdığı için şeytan denilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder" âyetini açıklarken:

“Ayette şeytanın kişiyi, Allah'a isyan etmeye ve zinaya teşvik ettiği ifade edilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr de:

“...Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder" âyetini açıklarken der ki:

“Cahiliye döneminde bahîra, sâibe, vasîle, hâmiye adı altında bazı hayvanların etlerini putlara adar, yenilmesini haram sayar ve bunu Allah'ın haram kıldığını iddia ederlerdi (inanırlardı). Âyet, bunu şeytanın yönlendirmesi ile yaptıklarını ifade etmiştir."

170

"Onlara: «Gelin Allah'ın indirdiği buyruklara tâbi olun!» denildiğinde: «Hayır, biz babalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak ona uyarız.» derler. Babaları bir şeye akıl erdirememîş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?"

İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudileri İslâm'a davet etti. Bu yönde onlara teşviklerde bulundu, Yüce Allah'ın azabı ve öfkesine karşı onları uyardı. Ancak Râfi' b. Hârice ile Mâlik b. Avf:

“Ey Muhammed! Atalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak biz de aynı inanç üzerinde devam ederiz; zira onlar bizden daha bilgili ve daha hayırlı idiler" dediler. Bunun üzerine:

“Onlara: «Gelin Allah'ın indirdiği buyruklara tâbi olun!» denildiğinde: «Hayır, biz babalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak ona uyarız.» derler. Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?" âyeti nazil oldu.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“(Atalarımızı) bulduğumuz, gördüğümüz şekilde" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki! Zübyân oğullarından olan şair Nâbiğa'nın:

"Söylendiği gibi olduğunu buldular hesapladıklarında

Tam doksan dokuz parça, ne bir eksik ne bir fazla" dediğini bilmez misin?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' ile Katâde: (.....) ifadesini açıklarken:

“(Atalarımızı) bulduğumuz, gördüğümüz şekilde, anlamındadır" demişlerdir.

171

"İnkâra sapıp küfür üzere kalanların hali, bağırıp çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer, çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnkâra sapıp küfür üzere kalanların hali, bağırıp çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar sığır, eşek ve koyun gibidirler ki bu hayvanlara bir şey söylediğin zaman ne dediğini anlamaz, ancak söylediklerini ses olarak işitir. Kafir de aynı şekildedir. İyi bir şey yapmasını istesen veya kötü bir şeyden sakındırsan veya ona nasihatlerde bulunsan ne dediğini anlamaz, ancak söylediklerini sadece bir ses olarak işitir, algılar."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bağırıp çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer..."âyetini açıklarken:

“Koyun ve benzeri hayvanlar gibidirler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs söz konusu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bir hayvana seslenildiği zaman nasıl sesi işitir de kendisine söylenen şeyi algılayamazsa, aynı şekilde kafir de kendisine söylenen sözü sadece ses olarak işitir, ancak anlayıp algılayamaz."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetiyle ne kastediliyor, açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Burada Yüce Allah kafir ile münafıkların seslerini hayvanların seslerine benzetmiş, bir şey anlamadıklarını ifade etmiştir" demiştir. Nâfi':

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilirler mi ki?" diye sorunca da şöyle karşılık vermiştir:

“Tabi ki! Bişr b. Ebî Hâzım'ın:

"Zulmü sindiren bir yürek sıkıntı çekmez

Yularından çekilen hayvan gibi feryat etmez" sözünü işitmedin mi ki?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bağırıp çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada bağıran kişi çobana, duyup da anlamayanlar da deve, koyun gibi hayvanlara benzetilmiştir. Ki bunlar sesi duyar, ancak ne denildiğini akledemezler."

Vekî'nin bildirdiğine göre İkrime:

“...Bağırıp çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kafir kendisine söylenen gereçekler karşısında hayvan gibidir. Söyleyenin sesini duyar, ancak ne söylendiğini akledemez."

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Ata (b.ebî Rabâh) şu âyeti açıklarken bana şöyle demiştir:

“Bunlar, haklarında:

“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır. İşte onlar hidâyeti bırakıp dalaleti, mağfireti verip azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar dâ dayanıklı imişler!" âyetleri nazil olan topluluk Yahudilerdir."

172

"Ey îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin"

Ahmed, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah temizdir ve kullarından sadece temiz olan şeyleri sever. Yüce Allah müminlere emrettiği şeyleri peygamberlerine de emretmiştir. Peygamberlerine: «Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.» buyurmuştur. Mü'minlere de: «Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin» buyurmuştur." Allah Resûlü devamında şöyle buyurdu:

“Bir adam uzun bir yolculuğa çıkar, saçı başı dağınık ve toz içindedir. Bu şekilde ellerini kaldırıp: « Rab! Rab!» diye dua etmeye başlar. Oysa yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır. Haram içinde yetişip büyümüştür. Böylesi bir kişinin duasına nasıl icabet edilsin?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“... Rızıkların temiz olanlarından yiyin.." âyetini açıklarken:

“Helal olan rızıklardan yiyiniz" demiştir.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre bir defasında Ömer b. Abdilazîz:

“Dün gece nohut ile mercimek yedim de karnım şişti" dedi. Adamın biri ona:

“Ey müminlerim emiri! Yüce Allah: (.....) buyurup güzel yemeklerden yememizi emreder" deyince, Ömer b. Abdilazîz:

“Heyhat ki heyhat! Sen âyeti yanlış yorumlamışsın! Burada kastedilen güzel yemekler değil, helal kazançtan olan yiyeceklerdir" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Ey iman edenler..." ifadesini açıklarken:

“Yani, ey bu dine inanıp tasdik edenler, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr de:

“...Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin. Eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yani daha önce size haram kılmadığım halde kendinize haram kıldığınız sonradan bunları size helal kılmamla da helal olan yiyecek ve içecekleri yiyip için. Rızık olarak verdiği ve size helal kıldığı şeylerden dolayı da Yüce Allah'a layıkıyla ve O'na yakışır bir şekilde şükranlarınızı sunun."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Umeyye:

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Temiz olan rızıklar için kişinin çocuğu ile malından daha helal ve temiz bir şey yoktur."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, bir şey yediği veya bir şey içtiği zaman kendisine hamdeden kulundan razı olur" buyurmuştur.

173

"Allah, sîze ancak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, başkasının hakkına el uzatmadan ve zaruret ölçüsünü aşmadan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir"

Ahmed, İbn Mâce, Dârakutnî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bize iki ölü hayvan eti ile iki kan helal kılınmıştır. Ölü hayvan etleri balık ile çegirgedir. Helal kılınan kanlar ise karaciğer ve dalaktır" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Kesilen, boğazlanan" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'tan başkası adına kesileni..." âyetini açıklarken:

“Tağutlar adına kesilenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken:

“Allah'tan başkası adına kesilen hayvandır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Allah'tan başkası adına kesileni..." âyetini açıklarken:

“Kesilirken Allah'tan başkasının adı anılan hayvandır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ama kim mecbur olur da, başkasının hakkına el uzatmadan ve zaruret ölçüsünü aşmadan yemek zorunda kalırsa.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Her kim haram olan bir şeyi yemek zorunda bırakılırsa bunda bir günahı olmaz. Ancak zorlanmadan haram olan bir şeyi yiyen kişi, Allah'a karşı gelmiş ve haddi aşmış olur."

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi için:

“Leş hükmünde olan hayvan konusunda başkalarına haksızlık etmemektir" demiştir, "ali ifadesi için de:

“Bunun etini yerken ölçüyü, haddi aşmamaktır" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Âdem b. İyâs, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, el-Ma'rife ve Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Başkasının hakkına el uzatmadan ve zaruret ölçüsünü aşmadan..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanların haklarına tecavüz etmeyecek ve bu yönde haddi aşmayacak bir durumda iken böylesi bir şeyi yemeye mecbur kalırsa bir günahı olmaz. Ancak akrabalık bağlarını koparmak, yol kesmek, fesat çıkarmak, cemaatten ayrılmak, cemaati bölmek veya Allah'a isyan olan bu yönde herhangi bir şey için yola koyulup da leş eti yemek zorunda bırakılan kişinin yemesi helal değildir."

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) buyruğunda: (.....) yol kesmek anlamındadır ki böylesi bir işi yaparken buna zorlanan kişinin yemesine ruhsat yoktur, (.....) Yani yemek zorunda kaldığı zaman yemesinin herhangi bir günahı olmaz, (.....) Yani kişinin, haram olan etten yemesini bağışlar, (.....) Yani Yüce Allah yemek zorunda kaldığı zaman yemesini helal kılarak merhamet etmiştir.

Vekî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) ile Şa'bî:

“Kişi leş eti yemek zorunda kalırsa sadece hayatta kalacak kadar yiyebilir" demişlerdir.

Vekî', Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh, Mesrûk'dan bildiriyor:

“Kim leş eti, kan ve domuz eti yemek zorunda kalır, ancak iğrendiği için veya başka bir sebeple uzak durup yemez veya içmez de bunun sonucunda ölürse Cehenneme girer."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada (.....) ifadesi, böylesi bir eti yemek konusunda aşırıya kaçılmaması ve bunun istismar edilmemesidir, "iti ifadesi ise kişinin, başka bir şeyi yeme seçeneği varken haram olanı helala katıp veya haram olanı helal sayıp yemesidir."

174

"Allah'ın indirdiği Kitap tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet gönü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azab vardır."

İbn Cerîr, İkrime'den bildiriyor:

“Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azab vardır" âyeti ile "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin, işte onların, âhirette bir payları yoktur. Allah onlara kıyamet günü hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir" âyeti, Yahudiler hakkında nazil olmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Kitaplarında bulunan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ismini az bir menfaat karşılığında gizlemişlerdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azab vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Ehl-i kitâb'dır zira kitaplarında Yüce Allah'ın indirmiş olduğu hakkı, hidayeti, İslam'ı ve Allah Resûlünün peygamberliğine dair bilgi ve işaretleri menfaat karşılığında gizlemişlerdir. Ancak Yüce Allah âyetin devamında bu gizlemeye karşılık aldıkları bu bedelin kıyamet gününde midelerinde bir ateş olacağını bildirmiştir."

Sa'lebî zayıf bir senedle İbn Abbâs'tan bildiriyor: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bisetinden önce Yahudi liderlerine:

“Tevrat'ta gönderilecek peygamber hakkında ne tür bilgiler var?" diye sordum. "Tevrat'ta anlatılanlara göre îsa Mesih'ten sonra Muhammed adında yeni bir peygamber çıkacak ve zinayı, içkiyi, eğlenceyi ve haksız yere kan akıtmayı yasaklayacak" karşılığını verdiler. Sonradan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilip de Medine'ye hicret edince Yahudi liderleri, bilginlerine:

“Kitabınızda peygamber olarak gönderileceği söylenen kişi bu mudur?" diye sorunca, bilginler liderlerin kendilerine verecekleri mallara tamah ederek:

“Kitabımızda gönderileceği söylenen kişi bu değildir" dediler. Bunu dedikleri için de liderler onlara mal vererek ödüllendirdiler. Yüce Allah da Yahudilerin bu sözlerini yalanlamak üzere bu âyeti indirdi.

Sa'lebî zayıf bir senedle İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Bu âyet Yahudilerin lider ve bilginleri hakkında nazil olmuştur. Halktan hediye ve yardım alır, gelecek peygamberin de onların içinden gönderilmesini beklerlerdi. Ancak Yüce Allah peygamber olarak onların dışından birini, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince halktan gelecek yardımların kesilmesinden ve liderliklerinin elden gitmesinden korktular. Bu endişe içinde kitaplarında Peygamberimizin sıfatlarını bildiren âyetleri değiştirdiler ve Yahudi ahaliye:

“Ahir zamanda gönderileceği söylenen peygamberin sıfatları ile Araplardan peygamber olarak gönderildiğini söyleyen kişinin sıfatlan birbirine uymuyor" dediler. Normal halktan olan Yahudiler de kitaplarında bulunan ve ahir zamanda çıkacağı bildirilen peygamberin sıfatları ile Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sıfatlarını karşılaştırdıklarında birbirine uymadığını gördüler. Böyle gördükleri için de O'na tabi olmadılar. Bunun üzerine:

“Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizlemede bulunup onu az bir değere değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azab vardır" âyeti nazil oldu."

175

Bkz. Ayet:176

176

"İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar! Bu da, Allah'ın Kitab'ı doğru olarak indirmesinden ileri geliyor. Kitap hakkında ayrılığa düşenler doğrusu derin bir çıkmazdadırlar"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar hidayet yerine dalâleti, mağfiret yerine de azabı seçmişlerdir. Kendilerini Cehenneme götürecek işleri yapmada ne kadar da cesur ve fütursuzlar!"

Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Hilye'de bildirdiğine göre Mücâhid:

"...Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!" âyetini açıklarken:

“Kendilerini Cehennem ateşine götürecek işleri yapıp dururlar" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!" âyetini açıklarken:

“Vallahi onlar Cehennem ateşine dayanabilecek güçte değiller; ancak burada Yüce Allah kendilerini Cehennem ateşine götürecek işleri yapmada ne kadar cesur ve fütursuzca davrandıklarını ifade etmiştir" demiştir. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar!"  âyetini açıklarken:

“Kendilerim Cehennem ateşine götürecek işleri yapmada ne kadar da cesur ve fütursuzlar!" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İfade istifham babındadır. Yani: «Onları bu şekilde Cehennem ateşine karşı sabırlı kılacak şey nedir ki?» denilmek istenmiştir." (.....) âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Kitap hakkında ihtilafa düşenlerden kasıt Yahudi ile Hıristiyanlardır. Bunların da Müslümanlara karşı derin bir düşmanlığın içinde oldukları ifade edilmiştir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye şöyle demiştir:

“Kur'ân üzerinde tartışanlar konusunda, "Allah'ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez..." âyeti ile, "...Kitap hakkında ayrılığa düşenler doğrusu derin bir çıkmazdadırlar" âyeti ne kadar ağır âyetlerdir."

177

"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir"

İbn Ebî Hâtim ile Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Zer, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) iman konusunu sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini sonuna kadar okudu. Ebû Zer bir daha sorunca, Allah Resûlü cevap olarak aynı âyeti okudu. Ebû Zer bir daha sorunca, Allah Resûlü aynı âyeti okudu ve:

“İmanlı olduğun zaman, bir iyilik yaptığında bunu kalbinden gelerek seversin. Bir kötülük yaptığın zaman da bundan kalpten nefret edersin" buyurdu.

İshâk b. Râhuye, Müsned'de, Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye, Kâsım b. Abdirrahman'dan bildiriyor: Adamın biri Ebû Zer'e geldi ve:

“İman nedir?" diye sordu. Ebû Zer de adama:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini okudu. Ebû Zer âyeti bitirince adam:

“Ben sana iyiliğin ne demek olduğunu sormuyorum!" dedi. Ebû Zer de adama şöyle karşılık verdi:

“Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve senin bana sorduğun soruyu sordu. Allah Resûlü cevap olarak ona bu âyeti okudu, ancak adam senin de yaptığın gibi böylesi bîr cevaba razı olmadı. Allah Resûlü adama:

“Yaklaşl" deyince, adam yanına yaklaştı. Sonrasında ona: «(İman etmiş) bir mümin iyilik yaptığı zaman buna sevinir ve sevabını Allah'tan umar. Bir kötülük yaptığı zaman da buna üzülür ve bundan dolayı cezalandırılmaktan korkar» buyurdu."

Abdurrezzâk, İbn Râhuye ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor: Ebû Zer, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iman konusunu sorunca, Allah Resûlü cevap olarak:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini okudu.

İbn Râhuye ile Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Hasan b. Ali'ye Şam dönüşünde iman konusu sorulunca cevap olarak:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini okudu.

Abdurrezzâk ile İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Yahudiler batı, Hıristiyanlar da doğu tarafına doğru namaz kılarlardı. Bunun üzerine: «Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir.. .» âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Buradan kasıt namazdır. Âyet peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret edip de farzlar ve hadler hakkında âyetlerin nazil olmasından sonra inmiştir. Burada Yüce Allah, amelsiz bir namazın kişinin iyi olmasına yetmeyeceğini bildirmiş, farzlar ile bunların gerektirdiği amellerin de yerine getirilmesi gerektiğini buyurmuştur."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir..." âyeti, Medine'de nazil olmuştur. Yüzü doğu veya batıya çevirmekten kasıt da namazdır. Burada Yüce Allah sadece namaz kılmak ile iyi olunamayacağını, asıl iyiliğin Allah'a itaatin ve bu yönde yapılan şeylerin kalbe nüfuz edip yerleşmesi olduğunu bildirmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize anlatıldığına göre adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) iyilik konusunu sormuş sonrasında Yüce Allah bu âyeti indirmiştir. Bu âyet inince de Allah Resûlü soruyu soran adamı çağırıp bu âyeti ona okumuştur.

Farzlarla ilgili âyetler nazil olmadan önce kişi Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna dair şehadet getirdikten sonra bu hal üzere öldüğü zaman Yüce Allah'ın kendisini bağışlaması, merhamet etmesi umulurdu. Sonrasında:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyeti nazil oldu.

Zira ibadet ederken Yahudiler batıya Hıristiyanlar da doğuya doğru yönelirlerdi."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

“Yahudiler batı, Hıristiyanlar da doğu tarafına doğru namaz kılarlardı. Bunun üzerine:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir..." âyeti nazil oldu."

Ebû Ubeyd, Fadâil'de ve Sa'lebî'nin Hârûn'dan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd ile Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) lafzıyla okurlardı.

Vekî', İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Ebû Meysere'den bildiriyor:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetiyle amel eden kişinin imanı kamil olur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid şöyle demiştir:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir..."

Asıl iyilik Allah'a itaatin ve bu yönde yapılan şeylerin kalbe nüfuz edip yerleşmesidir."

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor:

“Bizim kıraatimizde: (.....) lafzı yerine: (.....) lafzı vardır."

"...Lakin iyi olan, Allah'a, âhı'ret gününe, meleklere, Kitab a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır"

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim, el- Âcurrî, eş-Şeria'de, Lâlekâî, es-Sunne'de, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında otururken güzel yüzlü, düzgün saçlı, beyaz giysili bir adam yürüyerek çıkageldi. Adamı görünce birbirimize bakmaya başladık. Zira adamı tanımıyorduk ve hali yolcuyu da andırmıyordu. " Resûlallah! Yanına gelebilir miyim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gelebilirsin" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam yaklaştı ve dizlerini Allah Resûlü'nün dizlerinin dibine koyarak oturdu. Ellerini de Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerinin üzerine koyarak:

“İslam nedir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman ve Kâbe'yi haccetmendir" karşılığını verdi. Adam:

“İman nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, meleklerine, Cennet ile Cehenneme, ölümden sonra tekrar dirilmeye ve tamamıyla (hayır ve şerriyle) kadere inanmandır"' karşılığını verdi.

Adam:

“İhsân nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ı karşında görüyormuşçasına amel etmendir. Zira sen onu her ne kadar göremesen de o seni görür" karşılığını verdi. Adam:

“Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu konuda kendisine soru sorulan kişi soran kişiden daha bilgili değil" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, alametleri nelerdir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalınayak çıplak ve fakir koyun çobanlarının yüksek bina dikmede başkalarıyla yarışmaları ve kadınların kendi efendilerini doğurmalarıdır" karşılığını verdi. Adam kalkıp gittikten bir süre sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O adamı bana getirin" dedi ancak bütün aramalarımıza rağmen adam bulunamadı. Olayın üzerinden iki veya üç gün geçtikten sonra Allah Resûlü bana:

“Ey Hattâb'ın oğlu! Geçen gün şu şu soruları soran kişinin kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediğimde de:

“O Cebrail'di, dininizi size öğretmek için gelmişti" buyurdu.

Ahmed ve Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir mecliste otururken Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrail geldi ve önünde oturdu. Ellerini de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerinin üzerine koydu ve:

Resûlallah! Bana İslam'ı anlat" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam, Yüce Allah'a yönelmen, Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etmendir" karşılığını verdi. Cebrâil:

“Peki, dediğini yaparsam Müslüman olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): Bunu yaparsan Müslüman olursun" karşılığını verdi. Sonra:

Resûlallah! Bana imanı anlat" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İman; Allah'a, âhiret gününe, meleklere; kitaba, peygamberlere, ölüme ve ölümden sonra tekrar dirilmeye, Cennet ile Cehenneme, hesab ile mizana, hayrı ve şerriyle tümden kadere inanmandır" karşılığını verdi. Cebrâil:

“Peki, dediğini yaparsam iman etmiş olur muyum?" diye sorunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu yaparsan iman etmiş olursun" karşılığını verdi. Sonra:

Resûlallah! Bana ihsanı anlat" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ı karşında görüyormuşçasına amel etmendir. Zira sen onu her ne kadar göremesen de o seni görür" karşılığını verdi.

Bezzâr, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla bir mecliste otururken üzerinde yolcu giysisi olan bir adam yanına gelip hemen önünde oturdu. Ellerini de dizlerinin üzerine koydu ve:

“Ey Muhammed!

İslam nedir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğunar Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Ramazan ayını oruçlu geçirmek, imkan olduğu zaman da hacca gitmektir" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, bunları yapmam halinde Müslüman olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olursun" karşılığını verdi. Adam da:

“Doğru söyledin" dedi. Sonra:

“Ey Muhammed! İman nedir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere; ölüme ve ölümden sonra tekrar dirilmeye, hesaba çekilmeye, Cennet ile Cehenneme ve tümüyle (hayrı ve şerriyle) kadere iman etmektir" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, bunları yapmam halinde mümin olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olursun" karşılığını verdi. Adam da:

“Doğru söyledin" dedi.

Sonra:

“Ey Muhammed! İhsan nedir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ı karşında görüyormuşçasına amel etmendir. Zira sen onu her ne kadar göremesen de o seni görür" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, böyle yapmam halinde Muhsin (ihsan sahibi) biri olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olursun" karşılığını verdi. Adam da:

“Doğru söyledin" dedi. Sonra:

“Ey Muhammed! Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu konuda kendisine soru sorulan kişi soran kişiden daha bilgili değil" karşılığını verdi. Ardından adam çıkıp gitti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O adamı bana getirin" dedi, ancak bütün aramalarımıza rağmen adam bulunamadı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O Cebrâîl'di, dininizi size öğretmek için gelmişti" buyurdu.

İbn Merdûye, Ebû Hureyre ile Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah'Ia (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir mecliste oturuyorduk. Allah Resûlü ayaklarını giysisinin içine almış öyle oturmuştu. Bir ara bir adam çıkageldi. Çok güzel bir yüzü, çok hoş bir kokusu ve çok temiz bir giysisi vardı. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve:

“Ey Muhammed! İslam nedir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a kulluk edip ona hiçbir şeyi ortak koşmaman, namazı kılman, zekatı vermen, haccı ifa etmen ve Ramazan orucunu tutmandır" karşılığını verdi. Adam:

“Bunları yapmam halinde Müslüman olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olursun" karşılığını verdi. Adam:

“Doğru söyledin!" deyip:

“Ey Muhammed! Bana imanın ne olduğunu söyle" diye devam etti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, meleklerine; kitaba, peygamberlere ve tümüyle (hayrı ve şerriyle) kadere inanmandır" karşılığını verdi. Adam:

“Bunları yapmam halinde mümin olur muyum?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olursun" karşılığını verdi. Adam da:

“Doğru söyledin" dedi.

Ahmed ile Nesâî, Muâviye b. Hayde'den bildiriyor: Allah Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Yüce Allah seni ne ile gönderdi?" diye sorduğumda:

“Yüce Allah beni İslam'la gönderdi" karşılığını verdi. Ona:

“Peki, İslam nedir?" diye sorduğumda da:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılıp zekatı vermendir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken:

“Kişinin, malını sevmesine rağmen onu başkalarına (ihsan olarak) vermesidir" demiştir.

İbnu'l-Mubârek, Zühd'de, Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) âyetini açıklarken:

“Kişinin sağlıklıyken, mal konusunda hırslı iken, uzun bir hayat yaşamayı umup fakir düşme korkusu taşıyorken malını vermesidir" demiştir.

Hâkim, İbn Mes'ûd'dan merfû hadis-i şerif olarak bunun aynısını zikreder.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Muttalib'den bildiriyor: Allah Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! (.....) ifadesi ne anlama geliyor? Zira hepimiz malı severiz?" diye sorduklarında:

“Malını verirken içinden uzun yaşama ile fakir düşme korkusunun geçmesidir" karşılığını verdi.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En hayırlı sadaka; sıhhatli ve mal konusunda hırslı iken,, uzun bir hayat yaşamayı umup fakir düşmekten korkuyorken verdiğin sadakadır. Ömrünün sonuna kadar geciktirerek can boğaza dayandığı zaman: «Filan kişiye şu kadar, falan kişiye bu kadar veriyorum» diye vasiyet edip geciktirmemendir. Zira artık bu mal senin değil, zaten başkasının (mirasçıların) malı olmuştur."

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ölüm anında sadaka veren kişi,, ancak doyduktan sonra yemeğinden başkasına hediye eden kişi gibidir" buyurduğunu işittim."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken:

“Kişinin yakınları, akrabalarıdır" demiştir.

Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ukbe b. Ebî Muaty'ın kızı Ümmü Gülsüm'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlı sadaka kişinin kendisine (gizlice) kin güden akrabasına verdiği sadakadır" buyurduğunu işittim.

Ahmed, Dârimî ve Taberânî, Hakîm b. Hizâm'dan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) en üstün sadakanın hangisi olduğunu sorunca:

"Kişinin kendisine (gizlice) kin güden akrabasına verdiği sadakadır" karşılığını verdi.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Hibbân ve Hâkim, müminlerin annesi Meymûne'den bildiriyor: Bir cariyemi azat ettiğimde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Şayet onu (hizmetlerini görmesi için) dayılarına verseydin sevabın dahafazla olurdu" buy urdu.

Hatîb, Talî Talhîsi'l-Müteşâbih'te İbn Abbâs'tan bildiriyor: Meymûne bir cariyesini azat etmek için Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin isteyince ona:

"Sürüsünü yaymak için hz kardeşine Versen veya yakınlarından birine verip aranızdaki bağı güçlendirsen senin için daha hayırlı olur" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Fâtıma binti Kays:

Resûlallah! Bir miskal altınım var ne yapayım?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Akrabaların arasında dağıt" karşılığını verdi.:

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Selmân b. Âmir ed-Dabbî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yoksula verilen sadakaya bir sadaka sevabı verilir. Akrabaya verilen sadakaya ise hem sadaka, hem de akrabalık bağını ayakta tutma sevabı olmak üzere iki sadaka sevabı verilir" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce, Abdullah b. Mes'ûd'un hanımı Zeyneb'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadakamı kocam ve himayemde bulunan yetimler için harcasam sadakayı vermiş olur muyum?" diye sorduğumda:

“Hem sadaka vermen, hem de akrabalarını gözetmene karşılık sana iki sadaka sevabı verilir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Müslümanların misafiri olan (yabancı) kişidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

"Yolcu olarak sana uğrayıp yoluna devam edecek olan kişidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken:

“Senden bir şey (maddi yardım) isteyen kişidir" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud ve İbn Ebî Hâtim'in Hüseyn b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“At üzerinde gelse dahi senden bir şey isteyenin böylesi bir hakkı vardır" buyurmuştur.

İbn Adiy'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“At üzerinde olsa dahi sizden bir şey isteyenin bu isteğini karşılayın" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd'dan bildiriyor: îsa b. Meryem:

“Gümüş kemeri olan bir at üzerinde gelse dahi senden bir şey isteyenin böylesi bir hakkı vardır" demiştir.

İbn Sa'd, Tirmizî, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân, Abdurrahman b. Büceyd'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat edenlerden biri olan ninem Ümmü Büceyd bir defasında Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bazen birisi benden bir şey istemek üzere kapıma dikiliyor ancak ona verecek bir şey bulamıyorum" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yanmış bir hayvan paçasından başka bir şey bulamasan dahi bunu ona ver" karşılığını verdi.

İbn Huzeyme'nin lafzı ise:

“Bir hayvan paçası verecek olsan dahi yine de onu boş çevirme" şeklindedir.

Saîd b. Mansûr ile İbn Sa'd, Amr b. Muâz el-Ensârî'den, o da ninesi Havvâ'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yanık bir hayvan paçası verecek olsanız dahi sizden bir şey isteyeni boş çevirmeyin" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Humeyd b. Abdirrahman'dan bildiriyor:

“Denilirdi ki, keklik başı kadar bir şey verecek olsanız dahî sizden bir şey isteyeni boş çevirmeyin."

Ebû Nuaym, Sa'Iebî, Deylemî ve Hatîb, Ruvâtu Mâlik'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın mümin kuluna bir hediyesi de kapısına gelen dilencidir" buyurmuştur.

İbn Şâhîn, İbnu'n-Neccâr, Târih'te Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın, kullarına olan hediyelerini söyleyeyim mi?" diye sorunca, ashab:

“Tabi ki söyle" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fakir kullarıdır. Verilen yardımı, kabul etse de etmese de fakirler Yüce Allah'ın kullarına hediyeleridir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken:

“Köle azat etmektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken:

“Farz olan namazları tam olarak kılması, kendisine düşen zekat miktarını da ödemesidir" demiştir.

Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, Dârakutnî ve İbn Merdûye, Fâtıma binti Kays'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Malda zekat dışında da verilmesi gereken bazı haklar vardır" buyurdu ve:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini okudu.

Buhârî, Târih'te Ebû Hureyre'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Malda zekat haricinde verilmesi gereken başka haklar var mı?" diye sorulunca:

“Evet, vardır. Örneğin güçlü deveni binilmek üzere başkasına vermendir" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî'ye:

“Malı olan kişinin zekat dışında vermesi gereken başka haklar da var mı?" diye sorulunca:

“Evet, var" karşılığını vermiş ve:

“...Onun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ye ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" âyetini okumuştur.

Abd b. Humeyd, Rabîa b. Gülsüm'den o da babasından bildiriyor: Müslim b. Yesâr bana:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında iki tür namaz ile iki tür zekattan bahsedilir. Bu konuda sana âyet okuyayım mı?" deyince:

“Oku!" karşılığını verdim. Bunun üzerine şöyle dedi:

“Yüce Allah, Kitab'ında: '"Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren..." buyurur. Bunlar ve bunlardan daha aşağı olanlar nafiledir. Sonrasında:

“...Namaz kılan, zekat veren..." buyurur. Buradaki namaz ile zekat ise farzdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah adına söz verip de bundan cayan kişiyi Yüce Allah cezalandırır. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zimmetini verip de sonradan bu zimmete ihanet eden kişinin de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyamet gününde hasmı olur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler..." âyetini açıklarken:

“Kendi aralarında ve diğer insanlara karşı verdikleri sözler, yaptıkları ahitlerdir" demiştir.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesi fakirlik anlamına gelir. (.....) ifadesi de hastalık anlamındadır. (.....) ifadesi de savaş anı anlamına gelmektedir."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Aramızda (.....) ifadesinin darlık ve fakirlik, (.....) kelimesinin hastalık ve rahatsızlık, (.....) ifadesinin ise savaş anı, savaş alanı anlamına geldiğini konuşurduk."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: ifadesinin ne anlama geldiğini sorduğunda İbn Abbâs:

“Bolluk ve kıtlık anlamlarına gelir" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Peki Araplar bu kelimeleri biliyorlar mı ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Tabi ki bilirler! Şâir Zeyd b. Amr'ın:

"ilah azizdir, rahmeti geniş ve hikmet sahihidir

Kıtlık da bolluk da nimetler de onun elindedir" sözünü duymadın mı ki?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...İşte onlar doğru olanlardır..." âyetini açıklarken:

“Onlar'dan, kasıt Yüce Allah'ın bu âyette zikrettiği şeyleri yapanlardır ki doğru olanların ancak bunlar olduğu ifade edilmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...İşte onlar doğru olanlardır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Amelle desteklenmiş bir imanla konuşanlar işte Allah'a karşı doğru olanlar bunlardır. Hasan(-ı Basrî) de bu konuda şöyle derdi:

“Bunlar imana yönelik sözlerdir, ancak hakikati amele bağlıdır. Amel olmadıktan sonra imanı sözle ifade etmeninin bir değeri yoktur."

Hakîm et-Tirmizî, Ebû Âmir el-Eş'arî'den bildiriyor: Allah Resûlüne:

Resûlallah! İyiliğin kemale ermesi nasıl olur?" diye sorduğumda:

“Açıktan yaptığın şeyleri yalnız olduğunda da yapmanla olur" karşılığını verdi.

İbn Asâkir, İbrâhim b. Ebî Şeybân'dan bildiriyor: Zeyd b. Rufey'a:

“Ey Ebû Cafer! Haricilerin insanları tekfir etmesi konusunda ne dersin?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Yanılıyorlar! Zira Yüce Allah:

“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lakin iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" buyurur. Bunlara iman eden kişi mümin, bunları inkar eden kişi de kafirdir."

178

"Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa; kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Araplardan iki kabile henüz İslam gelmeden önce cahiliyye döneminde kavga ettiler. Bu kavgada birçok kişi öldü birçok kişi de yaralandı. Kavga esnasında kadınlar ile köleler dahi öldürüldü. Müslüman olana kadar da ölenlerin intikamı alınmadı. Müslüman olduktan sonra aralarındaki sürtüşme, karşılıklı olarak birbirlerinin mal ve eşyalarına el uzatmalar, zarar vermeler devam etti. Bir taraftan öldürülen her bir köle karşılığında karşı taraftan hür bir kişi, bir taraftan öldürülen her bir kadın karşılığında da karşı taraftan bir erkek öldürülmeden barışmayacaklarına dair de yeminler ettiler. "Ey Mü’minler.' Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın..." âyeti de işte bunlar hakkında nazil oldu. Buna göre de kısas olarak kadına karşılık erkeği öldürmemeye, erkeğe karşı erkeği veya kadına karşı kadını öldürmeye başladılar. Sonrasında Yüce Allah:

“...Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir..." âyetini indirerek kasıtlı öldürmelerde erkek olsun, kadın olsun hür olanları kendi aralarında eşit kıldı. Aynı şekilde kasıtlı öldürmelerde erkek olsun kadın olsun köleleri kendi aralarında eşit kıldı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Önceleri kısasta kadına karşılık erkeği öldürmez, erkeğe karşılık erkeği, kadına karşılık da kadını öldürürlerdi. Sonrasında Yüce Allah:

“...Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir..."âyetini indirerek kasıtlı öldürme ve yaralamalarda erkek olsun kadın olsun hür olanları kendi aralarında eşit kıldı. Aynı şekilde kasıtlı öldürme ve yaralamalarda erkek olsun kadın olsun köleleri kendi aralarında eşit kıldı.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Şâ'bî'den bildiriyor: Bu âyet, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında kavmiyetçilik davasıyla kavga eden Araplardan iki kabile hakkında nazil oldu. Kabilenin biri:

“Bizden öldürülen köleye karşılık (hür olan) filanın oğlu filanı, bizden öldürülen cariyemize karşılık (hür olan) filanın kızı filanı öldüreceğiz" dediler. Bunun üzerine:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın..." âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr ile İbn Merdûye, Ebû Mâlik'ten bildiriyor: Ensar'dan iki kabile kavgalıydı. Kabilenin birinin diğeri üzerinde kan hakkı vardı. Diğerinden daha fazla güçlü de olan bu kabile bedeli isterken olması gerekenden daha fazla isteyince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarını bulmak üzere geldi. Bunun üzerine:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın..." âyeti nazil oldu.

İbn Abbâs der ki:

“Bu âyetin hükmünü: «...Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir...» âyeti neshetti."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bizden önceki ümmetlerde öldürmelerde diyet meselesi yoktu. Öldürme halinde de katil ya öldürülürdü veya maktulün velileri tarafından affedilirdi. Bu âyet de sayıca herkesten daha kalabalık olan bir kabile hakkında nazil oldu. Zira bu kabileden bir köle öldürüldüğü zaman:

“Bu köle karşılığında karşı kabileden hür birinin kanını isteriz!" derlerdi. Bu kabileden bir kadın öldürüldüğü zaman yine:

“Bu kadın karşılığında karşı kabileden bir erkeğin kanını isteriz!" derlerdi. Bunun üzerine:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın..âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, Ebu'l-Kâsım ez-Zeccâcî, Amâlî'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye insanları isyankar ve şeytanın izinden giden insanlardı. Onun için kabileler arası kavgalarda daha güçlü ve sayıca daha fazla olan kabileden bir köle diğer bir kabilenin kölesi tarafından öldürüldüğü zaman, kendilerini diğerlerinden daha üstün ve daha asil ğördükleri için:

“Bu kölemize karşılık (kısas olarak) karşı taraftan hür birini öldüreceğiz!" derlerdi. Yine kendilerinden bir kadın öldürüldüğü zaman:

“Bizden öldürülen bu kadına karşılık (kısas olarak) karşı taraftan bir erkeği öldüreceğiz!" derlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Âyetle de kısas olarak köleye karşılık kölenin, hür kişiye karşılık hür kişinin, kadına karşılık da kadının öldürülebileceği bildirildi ve onları hadlerini aşmamaları uyarısı yapıldı. Ancak daha sonra bu konuda:

“Onda üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir..." âyeti nazil oldu.

en-Nehhâs, en-Nâsih'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın..." âyetinin hükmünü:

“Onda üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kutak, dişe diş kısas edilir..." âyeti neshetti.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada "bağışlanmak", kasıtlı olarak öldürmede mağdur tarafın diyeti kabul etmesi demektir. Yüce Allah'ın:

“...Örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek..." âyeti ise, mağdur tarafın Yüce Allah'ın istediği şekilde bir diyeti istemesi, karşı tarafın da bunu güzellikle ödemesi anlamına gelir. "...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." buyruğunda ise Yüce Allah böylesi bir hükmün daha önce İsrail oğullarına bu konuda farz kılınan hükümden daha kolay ve hafif olduğunu bildirmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada bağışlanma, diyet olarak belirlenen ve alınan miktardan katil tarafına bir miktarın geri verilmesi veya belirlenen diyetten bir miktarın düşülmesidir. Örfe uymadan kasıt da, mağdur tarafın diyet almayı kabul ettikten sonra bunu uygun bir şekilde talep ve tahsil etmesidir. Güzellikle diyeti ödemek de, katilin zorlama olmadan ve kendini savunma çabalarına girmeden bu diyeti ödemesidir. En sonunda da bu ümmete bir şefkat göstergesi olarak böylesi bir uygulamanın kılındığı bildirilmiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“İsrail oğulları zamanında kısas vardı, ancak diyet yoktu. Bu ümmete ise Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Ey Mü’minler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır."  Burada "bağışlanmak", kasıtlı olarak öldürmede mağdur tarafın diyeti kabul etmesi demektir. Yüce Allah'ın:

“...Örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek..." âyeti ise, mağdur tarafın Yüce Allah'ın istediği şekilde bir diyeti istemesi, karşı tarafın da bunu güzellikle ödemesi anlamına gelir. "...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." buyruğunda ise Yüce Allah böylesi bir hükmün daha önce İsrail oğullarına bu konuda farz kılınan hükümden daha kolay ve hafif olduğunu bildirmiştir. "...Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır" buyruğunda ise, diyetin kabulünden sonra yine katili öldürmek kastedilmektedir.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İsrâil oğullarında, birisi öldürüldüğü zaman kısas olarak katil öldürülür ve diyet almaları helal sayılmazdı. Ancak Yüce Allah bu ümmete diyeti helal kıldı. Mağdur tarafın uygun bir şekilde diyeti istemesini, katil tarafın ise bu diyeti güzellikle ödemesini emretti. "...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." buyurarak böylesi bir hükmün de daha önce İsrâil oğullarına bu konuda farz kılınan hükümden daha kolay ve hafif olduğunu bildirdi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsrâil oğullarında öldürmelerde kısas yapılırdı. Aynı şekilde yaralamalarda da kısas yapılırdı ve diyet caiz değildi. Yüce Allah'ın:

“Onda üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir..." âyeti de buna işaret etmektedir. Ancak Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine böylesi durumlarda hükmü kolaylaştırdı ve hem öldürme hem de yaralamalarda diyeti caiz kıldı. "...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." âyeti da bu anlamdadır.

İbn Cerîr ve ez-Zeccâcî, Amâlî'de bildirdiğine göre Katâde:

“...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Böylesi bir hüküm, bu ümmet için bir rahmettir; zira Yüce Allah diyeti alma ve yemeyi kendilerine helal kılmıştır. Daha önceki ümmetlere diyet helal değildi. Yahudiler böylesi durumlarda ya kısası uygularlar, ya da affederlerdi. Ancak diyet alamazlardı. Hıristiyanların ise bu durumlarda karşı tarafı affetmeleri emredilmişti. Bu ümmet için ise Yüce Allah kısas olarak öldürmeyi de, affetmeyi de istemeleri halinde diyet almayı da helal kıldı ki böylesi bir şey daha önceki ümmetlere helal kılınmamıştı."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Ebû Şureyh el-Huzâî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir yakını öldürülen veya yaralanan kişinin üç şeyden birini seçme hakkı vardır. Ya kısas yapar ya affeder veya diyeti alır. Bu üçünden farklı dördüncü bir şeyi yapmak isterse ona engel olun! Bu üçünden birini kabul ettikten sonra haddini aşıp ileriye giden kişi için, içinde ebedi olarak kalacağı Cehennem ateşi vardır. "

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Diyeti kabul edip aldıktan sonra yine katili öldüren kişi bunun karşılığında öldürülür ve diyet de ödenmez. Bize anlatılana göre bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Diyeti kabul edip aldıktan sonra yine katili öldüren kişiden diyet kabul etmem, öldürürüm" buyurmuştur.

Semmûyeh, Zevâid'de, Semure'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Diyeti kabul edip aldıktan sonra yine katili öldüren kişiden diyet kabul etmem, öldürürüm" buyurmuştur.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde birini öldüren bir kişi kabilesine sığınırdı. Kabilesi karşı tarafa gidip diyet üzerinde anlaşma yapar ve diyeti öderdi. Katil diyetin ödenmesi üzerine kendinden emin bir şekilde ortaya çıktığında diyeti alan taraf onu öldürür ve alınan diyet geri verilirdi. İşte tecavüzde bulunma ve haddi aşma budur."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime, diyeti almasına rağmen yine de katili öldüren kişi hakkında şöyle demiştir:

“Adam öldürülür! Yüce Allah'ın: «...Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır» buyurduğunu işitmedin mi?"

179

"Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat Vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız."

Abdurrezzâk ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır..." âyetini açıklarken:

“Kısasta hayat, caydırma ve ibret alma vardır. Kişi kısası aklına getirdiği zaman öldürmekten vazgeçer" demiştir.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor:

“Yüce Allah kısası akıl sahipleri için hayat ve ibret, cahil düşüncesiz olanlar için de bir öğüt vesilesi kıldı. Kaç kişi böylesi bir şeye kalkışmıştır ki kısastan korkup bu felaketin içine düşmekten korunmuştur. Yüce Allah kısasla kullarını birbirlerine karşı korumuştur. Yüce Allah bir şeyin yapılmasını emrettiği zaman o şeyde mutlaka insanın dünya ve âhiretinin ıslahı vardır. Bir şeyi yasakladığı zaman da mutlaka o işte insanların fesadı vardır. Yüce Allah mahlûkatının ıslahının ne ile olacağını elbette ki en iyi bilendir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kısasta sizin için hayat vardır..."âyetini açıklarken:

“İnsanların bekası vardır; zira ancak katil olanlar cinayetlerine karşılık öldürülürler" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kısasta sizin için hayat vardır..." âyetini açıklarken:

“İnsanların bekası vardır; zira insanları birbirlerine karşı korur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Kısasta sizin için hayat vardır..." âyetini açıklarken:

“İnsanların bekası vardır; zira insanları birbirlerine karşı korur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız" âyetini açıklarken:

“Karşılığında öldürüleceğini bilir de belki öldürmekten vazgeçersin, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Aklı olan her bir kişi öldürmeden önce bunun karşılığında kısasla öldürüleceğini hatırlar ve bundan vazgeçer. Bu şekilde belki kısastan çekinerek kan dökmekten sakınır."

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Cevzâ bu âyeti:

“Kısasta (Kur'ân'da) sizin için hayat vardır..." lafzıyla okumuştur.

Âdem ve Beyhakî, Sünen'de, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

“...Bundan sonra tecavüzde bulunana..." âyetinden kasıt, mağdur tarafın diyeti kabul edip aldıktan sonra katili öldürmesidir. "...Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir..." buyruğunda diyetin caiz kılınmasının ümmete bir rahmet olduğu bildirilmiştir. Zira Yahudiler böylesi durumlarda ya kısası uygularlar ya da affederlerdi. Ancak diyet alamazlardı. Hıristiyanların ise bu durumlarda karşı tarafı affetmeleri emredilmişti. Bu ümmet için ise Yüce Allah kısas olarak öldürmeyi de, diyeti de, affetmeyi de helal kılmıştır. "...Kısasta sizin için hayat vardır..." âyetinde Yüce Allah kısası insanlar için hayat kıldığını bildirmiştir. Zira birini öldürmek isteyen pek çok kişi, karşılığında kısas olarak öldürüleceğinden çekindiği için bundan uzak durmaktadır."

180

"Bîrinize ölüm geldiği zaman, eğer bîr mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Yani geriye mal bırakmışsa" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada hayr'dan kasıt, maldır" demiştir.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: (.....) ifadeleri Kur'an'da mal anlamında kullanılır. (...Eğer bir mal bırakacaksa...), (Ondaki mal hırsı pek şiddetlidir.), (...Ben, malı, Rabbimin zikrine vesile olduğu için seviyorum...), (...Eğer malları olduğunu bilirseniz...) âyetlerinde olduğu gibi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek..." âyetini açıklarken:

“Altmış dinar bırakmayan kişi, geriye mal bırakmamış demektir" demiştir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Urve'den bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib, ailenin azatlılarından birinin yanına girdi. Azatlı ölüm döşeğindeydi ve yedi yüz veya sekiz yüz dirhem malı vardı. "Vasiyette bulunayım mı?" diye sorunca, Hazret-i Ali şu karşılığı verdi:

“Hayır! Yüce Allah:

“...Eğer bîr mal bırakacaksa..." buyurur. Senin de fazla malın yok. Bu paraları varislerine bırak."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre adamın biri Hazret-i Âişe'ye:

“Vasiyette bulunmak istiyorum" deyince, Hazret-i Âişe:

“Ne kadar malın var?" diye sordu. Adam:

“Üç bin dirhem" karşılığını verince, Hazret-i Âişe:

“Ailen kaç kişi?" diye sordu. Adam:

“Dört kişi" deyince, Hazret-i Âişe:

“Yüce Allah:

“...Eğer bir mal bırakacaksa..." buyurur. Senin de az malın var. Bu paraları ailene bırakırsan daha iyi olur" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kişi geriye yedi yüz dirhem bırakacaksa vasiyette bulunmaz "demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“Geriye mal bırakacak kişi ancak vasiyette bulunur" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Zührî:

“Yüce Allah, az olsun, çok olsun geriye bırakılan mal için vasiyette bulunulmasını emretmiştir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir müslümanın vasiyeti hazır yanında olmaksızın üç gün geçirmesi doğru değildir" buyurduğunu işittim. Bundandır vasiyetim yanımda olmadan üç günüm asla geçmiş değildir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar! Kendinizi (cezaya karşı) Rabbinizden satın almaya bakın! Bilin ki insanoğluna baki kalan hiçbir şey yoktur! Zira Yüce Allah'ın, malı üzerindeki hakkı konusunda cimri davranan nice kimseler tanıdım ki ölüm anı geldiğinde malını şuraya buraya dağıtmaya başlamıştır" buyurdu.

Katâde şöyle devam eder:

“Yazık sana insanoğlu! Cimri ve eli sıkı idin, ancak ölüm anı geldiğinde malını sağa sola dağıtmaya'başladın. Ey insanoğlu! Allah'tan kork! Malının tasarrufu konusunda sağlıklıyken (cimri davranarak) ve ölüm anında (sağa sola dağıtarak) olmak üzere iki defa kötü bir tavır takınma! Sana varis olamayan yakınlarını da düşün ve aşırıya kaçmadan malından onlara vasiyette bulun."

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Basra kadısı Ubeydullah b. Abdillah b. Ma'mer'den bildiriyor:

“Kişi isim vererek birilerine bir şey vasiyet ettiği zaman söz konusu kişilere vasiyet edilen miktarı veririz. Ancak: «Vasiyetimi Yüce Allah'ın emrettiği bir şeyde harcayın» diye vasiyet ettiği zaman bu miktarı kendisine varis olamayan akrabalarına veririz."

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Kişi isim vererek birilerine bir şey vasiyet ettiği zaman söz konusu kişilere vasiyet edilen miktarı veririz" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvus:

“Kişi muhtaç durumda bulunan akrabalarını bırakıp da akrabası olmayan kişilere isim de vererek vasiyette bulunduğu zaman bunlara verilecek miktar, muhtaç olan akrabalarına verilir" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kişi akrabaları olmayan kişilere vasiyette bulunduğu zaman bunlara vasiyetin sadece üçte biri düşer. Kalan üçte ikisi de kendisine varis olamayan akrabalarına verilir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: İbn Abbâs bir hutbe vererek Bakara Sûresi'ni okudu ve içerdiği hükümleri açıkladı. "...Eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek..." âyetine geldiğinde:

“Bu âyetin hükmü neshedilmiştir" dedi.

Ebû Dâvud, en-Nehhâs, en-Nâsih'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri bu âyete göre kişiye çocukları varis olur, anne-baba ve akrabalara ise sadece vasiyetten pay verilirdi. Sonrasında: «Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir» ayetiyle hükmü neshedildi."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Önceleri yakınlara yapılan vasiyet dışında ölen kişiye anne babasından başkası mirasçı olamazdı. Sonrasında Yüce Allah mirasla ilgili âyeti indirdi ve anne babanın mirastaki paylarını belirledi. Aynı şekilde yakınlara yapılacak vasiyetin ölenin geriye bıraktığı malın üçtebiri içinden verilmesi uygulamasını onayladı."

Ebû Dâvud, Sünen ile en-Nâsih'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Vasiyet konusundaki bu uygulama, miras âyeti nazil olana kadar devam etti. Nazil olan miras âyetiyle de bu uygulama neshedilmiş oldu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Miras âyetiyle, ölene mirasçı olanlara vasiyette bulunma hükmü neshedildi, ancak ölene mirasçı olamayan yakınlara vasiyetin hükmü neshedilmeyip baki kaldı" demiştir.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e:

“...Eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur" âyeti sorulunca:

“Sonradan nazil olan miras âyeti, bu âyetin hükmünü neshetti" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Şurayh bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Kişi malının tümünü vasiyet edebilirdi. Sopradan nazif olan miras âyetiyle bu uygulama bırakıldı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Önceleri miras çocukların, vasiyet de anne-baba ile yakınların idi ki sonradan (miras âyetiyle) bu uygulama neshedildi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada (.....) ifadesinden kasıt maldır. Bunun miktarının bin dirhem ve üzeri olduğu söylenirdi. Bu âyetle, bu miktarda malı bulunan kişinin anne babasına ve mirasçısı olamayan akrabalarına vasiyette bulunması emredilmiştir. Ancak sonradan inen miras âyetiyle anne-baba vasiyet kapsamından çıkarıldı ve mirasçılardan her birinin mirastaki hakkı belirlendi. Mirasçı olanların vasiyetten pay alamayacakları belirlendikten sonra vasiyet sadece mirasçı olamayan yakınlar ve diğer kişilere kılındı."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Amr b. Hârice'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bineği üzerinde bizlere hitap etti ve:

“Yüce Allah herkese mirastaki payını belirledi. Bundan sonra mirasçı olan kişinin vasiyetten pay alması caiz değildir" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildiriyor: Veda haccında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde:

“Yüce Allah herkese (mirastaki) hakkını belirledi. Bundan sonra mirasçı olan kişiye vasiyet olmaz" buyurduğunu işittim.

Abd b. Humeyd'in Hasan'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Diğer mirasçıların izni olmadan bir mirasçıya vasiyet olmaz" buyurmuştur.

181

Bkz. Ayet:182

182

"Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günâh yoktur, Allâh bağışlayandır, esirgeyendir"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abâs:

“Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken:

“Sonradan bu vasiyet değiştirilse de başta onu vasiyet eden Allah'tan mükâfatını almış ve bu yöndeki görevini ifa etmiş olur" demiştir. "Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günâh yoktur, Allâh bağışlayandır, esirgeyendir" âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Ölen kişi yaptığı vasiyette hata etmişse veya haksızlıkta bulunmuşsa velilerin o hatayı düzeltmeleri, haksızlığı gidermelerinde bir sakınca olmaz."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse..." âyetini açıklarken:

“Birinin yaptığı vasiyeti bizzat duyduğu halde sonradan onu değiştiren kişi, bunun günahını yüklenir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günâh yoktur, Allah bağışlayandır, esirgeyendir" âyetlerini şöyle açıklamıştır:

“Adil olduğu ve haksızlık yapılmadığı halde bir vasiyeti, vasiyet eden kişi tarafından bizzat işiten, onun ölümünden sonra da değiştiren mirasçılar bunun günahını yüklenirler. Vasiyet eden kişi ise sorumluluğunu ifa etmiş olur. Zira Yüce Allah bu vasiyeti hakkıyla işitmiştir ve herkesten iyi bilendir. Ancak ölen kişinin vasiyetinde bir haksızlık veya bir adaletsizlik olduğunu gören kişinin hatalı olan kısmı doğru bir şekilde değiştirmesinde bir sakınca olmaz. Yüce Allah bu -değişikliği yapıp vasiyeti adil bir hale dönüştüren ve tarafların arasını bulan kişiye mağfiret eder. Ölen kişinin ettiği vasiyeti değiştirmesine ruhsat verdiği için de Yüce Allah pek merhametlidir."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a âyetteki "iliş."ifadesinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“Vasiyette hata ve adaletsizliktir" karşılığını verdi. Nâfi':

“Peki, Araplar böylesi bir ifadeyi biliyorlar mı ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki biliyorlar! Şair Adiy b. Zeyd'in:

"Ey Nûman! Annen de kardeşlerin konusunda

Yaptıklarıyla pek adaletsiz davranmakta" dediğini işitmedin mi?"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: (.....) hata, (.....) ifadesi ise kasıt anlamındadır" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Hata veya kasıt" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini:

“Haksızlık" olarak açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Vasiyette bulunacak kişinin ölüm anında gerçekleşen bir durumdur. Burada ölüm döşeğinde olan ve vasiyette bulunan kişi bu vasiyetinde haksızlık ettiği zaman yanındaki varisleri adil davranması konusunda onu uyarıp düzeltirler. Vasiyette birilerine haksızlık ettiği zaman da ona:

“Şöyle şöyle yap! Filana şu kadar ver!" gibisinden onu uyarırlar."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi vasiyetinde haksızlık veya adaletsizlik ettiği zaman öldükten sonra velisi durumunda olan kişilerin veya Müslümanların imamlardan herhangi birinin bu vasiyeti Yüce Allah'ın Kitab'ına ve Resulünün sünnetine göre düzeltme hakkı vardır."

Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'ın:

“Vasiyette adaletsiz olmak ve hak sahiplerine zarar vermek, büyük günahlardandır" demiştir.

Ebû Dâvud, Merâsil'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ölüm anında yaptığı vasiyette haksızlık edenin bu haksızlığı nasıl düzeltiliyorsa, aynı şekilde hayatta olanın verdiği sadakada yaptığı haksızlık da düzeltilir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Sevrî:

“Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize ulaşana göre kişi bir vasiyette bulunduğu zaman artık vasiyetin içeriği sonradan (varisler tarafından) değiştirilemez. Ancak: «Kim de vasiyyet edenin bir hatâ veya günâh işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günâh yoktur, Allâh bağışlayandır, esirgeyendir» âyeti nazil oldu ve hatalı bulunan bir vasiyetin hakkâni olması için değiştirilmesine ruhsat verdi."

183

Bkz. Ayet:184

184

"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Oruç günleri sayılıdır. Hasta veya yolcu olanlarınız, o günlerin sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar. Ama kim fazladan bir hayır işlerse, bu onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız ise, bir bilseniz, sizin için daha da hayırlıdır"

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmek olmak üzere beş temel üzerine bina edilmiştir" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Hem namaz, hem de oruç üç defa değişikliğe uğradı. Namaz konusundaki ilk değişiklik şöyle oldu: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Sonra Yüce Allah:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyetini indirdi. Bu âyetle de Yüce Allah kıbleyi Mekke tarafına doğru değiştirdi.

İkinci değişikliğe gelince; önceleri namazı cemaatle kılmak üzere toplanacakları zaman birbirlerine haber verirlerdi. Hatta teke tek haber vermek yerine namaz vaktini bildirmek için çan kullanmayı bile düşündüler. Sonrasında Ensar'dan Abdullah b. Zeyd adında biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Uyku ile uyanıklık arasında iken, hatta tamamen uyanıkken desem yeridir, rüyamda üzerinde iki parçalık yeşil giysi olan bir adam gördüm. Kıbleye doğru döndü ve şöyle dedi: Allahu Ekber! Allahu Ekber! Eşhedu enlâ ilahe illallah..." diyerek ezanın lafızlarını ikişer defa tekrarladı. Ensar'lı şöyle devam etti:

“Adam ezanı bu şekilde bitirdikten sonra az bir bekledi. Sonrasında aynı şeyleri bir daha tekrar etti. Ancak ikinci söylemesinde:

“Kad kâmeti's-salâtü! Kad kâmeti's-salâtü" sözlerini ekledi." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'Iı adama:

“Bu sözleri Bilâl'e de öğret namaz için çağrıyı (ezanı) bunlarla yapsın" buyurdu. Bu sözlerle de ezanı okuyan ilk kişi Bilâl oldu. Ezanı duyan Ömer b. el-Hattâb gelip:

“Ben de aynı şeyi görmüştüm; ancak Ensar'Iı benden hızlı davranmış" dedi.

Üçüncü değişiklik ise şöyle oldu: Ashab bazen namaza geldiklerinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza başlamış oluyordu. Sonradan gelen kişi de safta duran birine:

“Kaç rekat kıldı?" anlamında işaret eder, namazda olan kişi de artık bir veya iki, kaç rekat kılmışlarsa işaret ederek cevap verirdi. Bu şekilde sonradan gelen kişi kaçırdığı rekatları tek başına kılar sonra cemaate katılır onlarla namaza devam ederdi. Bu konuda Muâz:

“Ben de bu şekilde geç kalırsam Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl bulmuşsam katılıp öyle devam edeceğim, namaz bitimi de kalkıp kaçırdığım rekatları kaza edeceğim" dedi. Bir defasında Muâz namaza geldiğinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) başlamıştı. Muâz, Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durdu. Namaz bitince de kalkıp kaçırdığı rekatları kaza etti. Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu konuda Muâz size bir sünnet kıldı. Öylesi durumlarda siz de öyle yapın" buyurdu. Namaz konusundaki üç değişiklik işte böyle oldu.

Oruçtaki değişikliklere gelince, birincisi şöyledir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman her aydan üç gün oruç tutardı. Bunun yanında Âşure günlerinde de oruç tutardı. Sonrasında:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Oruç günleri sayılıdır. Hasta veya yolcu olanlarınız, o günlerin sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar. Ama kim fazladan bir hayır işlerse, bu onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız ise, bir bilseniz, sizin için daha da hayırlıdır" âyetleri nazil oldu ve oruç farz kılındı. Bu âyetlere göre de isteyen oruç tuttu, tutamayan da bunun yerine bir miskini doyurdu.

Ancak sonrasında:

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir" âyeti nazil oldu. Bu âyetle de Yüce Allah sağlıklı ve mukîm olanların orucu tutmalarını emretti. Hasta ve yolcu olanların (daha sonra tutmaları şartıyla) oruç tutmamalarına ruhsat verdi. Oruç tutmaya güç yetiremeyen ihtiyarlar için de oruç yerine fidye verilmesini sabit kaldı. Bu şekilde iki değişiklik oldu.

Üçüncü değişiklik ise şöyledir: Önceleri oruçlu olan kişi akşam vakti girdikten sonra uyumadıkları sürece yer, içer ve hanımıyla ilişkiye girerdi. Ancak uyuması halinde yeme içme ve ilişkiden artık uzak dururdu. Ensar'dan Sirma adında biri vardı. Gün boyunca oruçlu bir şekilde çalıştı. Akşam eve gelince de namazını kıldı ve bir şeyler yiyip içmeden uyudu. Uyandığında ikinci gün sabah olmuştu ve hâlâ oruçluydu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu aşırı bitkin bir şekilde görünce:

“Bakıyorum da bayağı yorgun ve bitkinsin, sebebi nedir?" diye sordu. Sirma:

Resûlallah! Dün gün boyu çalıştım, akşam da eve yorgun gelince iftarımı açmadan hemen uyudum. Uyandığımda da sabah olmuştu ve hâlâ oruçluydum" karşılığını verdi.

Ömer de akşam uyuyup geri uyandıktan sonra hanımıyla birlikte olmuştu. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumunu anlatınca:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Burada geçmiş ümmetlerden kasıt Ehl-i kitâb'dır" demiştir.

Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî şöyle demiştir:

“Bize farz kılındığı gibi Hıristiyanlara da oruç farz kılınmıştı. Sanırım yaz mevsiminde oruç tutmaları farz kılınmış, sonradan onu bir sonraki mevsime kaydırmışlar ve bir aydan elli güne çıkarmışlardı. "Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyeti de bu anlama gelmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bizden önceki ümmetlerden kasıt, Hıristiyanlardır. Onlara da Ramazan orucunu tutmaları farz kılınmış, bu ay boyunca akşam vaktinden sonra uyumaları halinde yeme içme ile hanımlarıyla ilişkiye girmeleri yasaklanmıştı. Ancak Ramazan orucunu tutmaları kendilerine ağır gelince toplanmış, bu orucu yaz ile kış arasında olan bir aya kaydırmışlar ve:

“Bu yaptığımız değişikliğin kefareti olarak oruca yirmi gün daha ekler elli güne çıkartırız" demişlerdir. Müslümanlar da oruçlarını Hıristiyanlar gibi tutmuşlardır. Ancak Kays b. Sirma ile Ömer b. el-Hattâb'ın başına gelen o olaylardan sonra Yüce Allah Müslümanların, şafak sökünceye kadar yeme içmelerini ve hanımlarıyla ilişkiye girmelerini helal kılmıştır" .

Buhârî, Târih'de, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Taberânî, Dağfel b. Hanzala'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Önceden Hıristiyanların da Ramazan orucunu tutmaları farzdı. Bir defasında kralları hastalanınca: «Yüce Allah ona şifa verirse otuz günlük oruca on gün daha ekleyeceğiz» dediler. Sonrasında kralları et yiyip ağzından rahatsızlandı. Yine: «Yüce Allah ona şifa verirse (kırk günlük) oruca yedi gün daha ekleyeceğiz» dediler. Bu kraldan sonra gelen başka bir kral: «Orucu bu şekilde eksik bırakmayız, o üç günü de tutacağız. Orucu da Ramazan ayından bahar aylarına kaydıracağız» dedi. Bu şekilde oruç tuttukları gün sayısını elliye çıkardılar. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Yatsıdan yatsıya oruç tutmaları farz kılınmıştı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Burada geçmiş ümmetlerden kasıt, Ehl-i kitâb'dır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Umulur ki korunursunuz" âyetini açıklarken:

“Önceki ümmetlerde olduğu gibi yemeden, içmeden ve kadınlarla ilişkiden uzak durmaktır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“Oruç, sayılı günlerdedir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ay ismi zikredilmeden her aydan üç gün oruç tutmaları farz kılınmıştı ki sayılı günlerden kasıt da budur. Ramazan ayı orucunun farz kılınmasından önce insanlar bu şekilde oruç tutardı. Sonradan Yüce Allah, Ramazan orucunu farz kıldı."

Saîd b. Mansûr, Ebû Câfer'den bildiriyor:

“Ramazan ayı orucunun farz kılınmasıyla daha önce tutulan tüm oruçların hükmü neshedildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“Oruç, sayılı günlerdedir..."âyetini açıklarken:

“Sayılı günlerden kasıt, Ramazan ayının otuz günüdür" demiştir. .

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri her aydan üç gün oruç tutulurdu. Ramazan ayı orucunun farz kılınmasıyla daha önce yatsıdan yatsıya tutulan oruç şekli neshedildi. Bu yeni nazil olan âyetle de oruç tutmamanın fidyesi olarak bir yoksulu doyurma getirildi. Buna göre yolcu olsun mukim olsun yoksulu doyuran kişi istedikten sonra oruç tutmayabilirdi. Bu, Yüce Allah'ın kendisine verdiği bir ruhsat idi. Ancak daha sonra:

“...Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." âyeti nazil oldu. Bu âyette de:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." ruhsatı yer almadı. Bu şekilde yeni âyetle fidye verip oruç tutmama hükmü neshedilmiş oldu. "...Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez..." buyruğuyla da yolcu olan kişiye oruç tutmama ruhsatı verildi ve tutamadığı gün sayısınca günü başka günlerde tutması emredildi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Farz kılınan bu oruç, Ramazan ayı orucudur. Yüce Allah bizden öndekilere de orucu farz kılmıştır. Onlar her aydan üç gün oruç tutar, sabah iki akşam da iki rekat namaz kılarlardı. Sonrasında Ramazan orucu farz kılındı."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildiriyor:

“İlk tutulan oruç şekli Hazret-i Nûh'tan itibaren tutulan oruç idi. Aynı orucu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı da tutmuşlardır. Bu oruç da her aydan üç gün yatsıya kadar tutulurdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı da Ramazan orucunun farz kılınmasından önce bu şekilde oruç tutarlardı."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah Ramazan ayı orucunu sizden önceki ümmetlere de farz kılmıştı" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Yüce Allah bize bir aylık orucu farz kılması gibi bizden önceki ümmetlere de orucu farz kıldı."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Orucun size farz kılınması gibi Hıristiyanlara farz kılınmıştı. Bunun delili de:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetidir. Hıristiyanlar:

“Hatalı başlamayalım" diyerek bir gün öncesinden tutmaya başladılar. Sonra:

“Hatalı tutmayalım" diyerek bir gün önceden başlayıp bir gün sonradan bitirmeye başladılar. En sonunda:

“On gün önceden başlayıp sonundan da on gün daha tutalım ki yanlış yapmayalım" dediler ve bu şekilde yoldan çıktılar.

İbn Ebî Hatim, İbn Ömer'den bildiriyor:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyeti nazil oldu. Önceki ümmetlere farz kılınan oruç şekline göre biri akşam namazını kıldıktan sonra uyuduğu zaman diğer günün akşamına kadar artık yemek yiyip bir şeyler içemez ve kadınlarla ilişkiye giremezdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Geçmiş ümmetlerden kişiye, akşam iftarını açmadan uyuduğu zaman diğer günün akşamına kadar yemek yiyemeyeceği ve kadınlarla ilişkiye giremeyeceği emredilmişti. Bu emir, onlar için bu şekilde devam etti, ancak size bu konuda ruhsat verildi."

Buhârî ile Müslim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Aşûra günü oruç tutulurdu. Ramazan orucu farz kılınınca Aşûre orucunu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı."

Süneyd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceki ümmetlerden kasıt, Ehl- i kitâb'dır. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına farz kılınış şekli de; kişi akşam iftarını açtıktan sonra yatsı namazını kılana veya uyuyana kadar dilediğince yer, içer ve hanımıyla ilişkiye girebilirdi. Ancak yatsı namazını kıldığında veya uyuduğunda diğer günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebet kendisine helal olmazdı. Bu uygulama da:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı..." âyetinin nazil olmasıyla neshedildi."

Abd b. Humeyd, İbn Sîrîn'den bildiriyor: İbn Abbâs hutbe verirken:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini okudu ve:

“Bu âyet neshedildi" dedi.

İbn Ebî Hatim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti nazil olduğunda ashaptan dileyen oruç tutar, dileyen de oruç tutmaz, ama buna mukabil fidye olarak her bir gün için bir yoksulu doyururdu. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.." âyetinin nazil olmasıyla fidye konusunda yaşlılar hariç bir önceki âyetin hükmünü neshetti. Yaşlı olanlar için de karşılığında her gün bir yoksulu doyurmak şartıyla dilerlerse oruç tutmamaları ruhsatını geçerli bıraktı."

Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“(Ashâbdan) yoksul doyurmak suretiyle fidye vermek isteyen kişi, bunu verir ve orucu da tamamlanmış olurdu. Sonra Yüce Allah bu konuda:

“...Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır..." Yine:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.. ." buyurdu."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Oruç konusunda oruç tutabilecek güçte olan yaşlı erkek ve kadınların oruç tutmamaları, bunun karşılığında fidye olarak tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmaları yönünde ruhsat vardı. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle bu uygulama neshedildi. Yeni nazil olan bu âyetle de sadece oruç tutamayacak kadar zayıf olan yaşlı erkek ve kadınların oruç tutmamalarına, bunun karşılığında fidye olarak tutmadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmalarına ruhsat tanındı. Aynı şekilde bebeğe veya kendisine zarar gelebilme endişesi taşıyan hamile veya emzikli kadınların da oruç tutmamalarına, bunun karşılığında fidye olarak tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmalarına ruhsatı tanındı ve tutmadıkları günleri kaza etmenin gerekmediği bildirildi."

Dârimî, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, Ebû Avâne, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Seleme b. el-Ekva'dan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar.." âyeti nazil olduğu zaman ashaptan isteyen oruç tutar, isteyen de tutmaz karşılığında söz konusu fidyeyi verirdi. Sonrasında nazil olan:

“...Sizden bu. ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle bu uygulama neshedildi.

İbn Hibbân, Seleme b. el-Ekva'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Ramazan ayında önceleri dileyen oruç tutar, dileyen de tutmaz bunun karşılığında fidye olarak tutmadığı gün sayısınca yoksulu doyururdu. "...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil olunca önceki uygulamaya son verildi."

Buhârî, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının bize bildirdiklerine göre Ramazan ayı orucu farz kılınınca kendilerine pek bir ağır gelmiş. Bunun içindir ki oruca gücü yetenler dahi günlük bir yoksulu doyuruyor ve o günü oruç tutmuyordu; zira bu yönde ruhsat vardı. Ancak:

“...Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti nazil oidu ve bu uygulamayı neshederek güç yetirenlerin oruç tutması emredildi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının bize bildirdiklerine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman ashabına nafile olarak her aydan üç gün oruç tutmalarını söyledi. Sonrasında da Ramazan orucunu farz kılan âyet nazil oldu. Oruca pek alışkın olmadıkları için de Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmek kendilerine ağır geldi. Bunun içindir ki oruç tutmayanlar, fidye olarak bir yoksulu doyuruyordu. Daha sonra da:

“...Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti nazil oldu. İnen bu âyet de sadece hasta ve yolcuya oruç tutmama ruhsatı verdi, diğer Müslümanların ise oruç tutmalarını emretti.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Âmir eş-Şa'bî'den bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti nazil olduğu zaman varlıklı kimseler oruç tutmayıp bunun yerine yoksul doyurdular. Orucu tutmak da fakirlere kaldı. Bunun üzerine:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil oldu ve herkes orucu tutmaya başladı.

Vekî' ile Abd b. Humeyd, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Ramazan ayında Atâ b. Ebî Rebâh'ın yanına girdiğim zaman yemek yiyordu. "Yemek mi yiyorsun?" diye sorduğumda şöyle karşılık verdi:

“Orucun farz kılınmasından sonra dileyen oruç tuttu, dileyen de orucu tutmadı; ancak oruç süresince her gün bir yoksulu doyurdu. "...Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir..." âyeti nazil olunca bu sefer oruç tutmayanlar günlük iki yoksulu doyurmaya başladılar. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil olunca hasta, yolcu veya benim gibi çok yaşlı kimseler dışında her müslümanın orucu tutması farz oldu. Benim gibi yaşlı olanlar ise tutmadıkları her gün için bir yoksulu doyururlar."

Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Musannef de, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer, bu âyeti:

“ (... Fidye olarak yoksulları doyururlar...) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Bu âyetin hükmü:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle neshedildi."

Vekî', Süfyân, Abdurrezzâk, Firyâbî, Buhârî, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifde, Taberânî, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (...Oruçla mükellef kılınıp tutmaya güç yetiremeyenler...) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Bu âyet neshedilmiş değildir. Burada oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı erkek ile yaşlı kadın kastedilmektedir. Bunlar her bir gün yerine bir yoksulu doyururlar ve tutmadıkları günleri kaza etmezler."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve âyeti şöyle açıklamıştır:

“Oruçla mükellef olup da tutamayanlar her gün için bir yoksulu doyururlar. Ancak kişi, fidye konusunda daha iyisini yapmak isterse o zaman bir yoksulu daha doyurur ki bu, onun için daha hayırlıdır. Ancak her halükarda oruç tutulması daha efdaldir. Bu âyet neshedilmiş değildir. Yoksul doyurup oruç tutmama ruhsatı da sadece oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlar ile müzmin hastalığı olanlar için verilmiştir."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

İbn Ebî Dâvud'un el-Mesâhifte bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Vekî', Abd b, Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve âyeti şöyie açıklamıştır:

“Bu ifadeden kasıt, oruçla mükellef olup da tutamayanlardır. Âyet neshedilmiş değildir. Tutmaya güç yetirenler tutar, mükellef olup da güç yetiremeyenler ise fidye verirler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ver "Bundan kasıt oruç tutmakla mükellef olanlardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve şöyle derdi:

“Lafız şayet (.....) şeklinde olsaydı zaten oruç tutabiliyor anlamında olurdu."

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar.." âyeti, oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlar hakkında nazil olmuştur. Kendilerine, tutmadıkları her bir gün için bir yoksulu doyurmaları ruhsatı verilmiştir."

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet neshedilmemiştir. Burada bahse konu olan kişi, oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kişidir. Bu kişi tutmadığı her bir gün için bir müddü yemek, bir müddü de katık olmak üzere bir yoksula yarım sâ' buğdayı sadaka verir."

İbn Sa'd, Tabakât'ta, Mücâhid'den bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti, efendim Kays b. es-Sâib hakkında nazil olmuştur. Âyet nazil olunca da oruç tutmamış ve tutmadığı her gün için bir yoksulu doyurmuştur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi ancak güçlükle oruç tutabiliyorsa, oruç tutmama ve tutmadığı her bir gün için de bir yoksulu doyurma ruhsatı vardır. Hamile, emzikli, yaşlı ve müzmin bir hastalığı olanlar için de aynı ruhsat vardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bundan kasıt oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlardır. Bunlar oruç tutmaz, ancak tutmadığı her bir gün için bir yoksulu doyurur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik ölmeden bir yıl önce oruç tutamayacak kadar zayıf düşünce tirit yemeği yapmış ve otuz yoksulu çağırıp yedirmiştir.

Taberânî, Katâde'den bildiriyor:

“Enes b. Mâlik ölmeden bir yıl önce oruç tutamayacak kadar zayıf düşünce otuz gün boyunca her gün bir yoksul doyurmuştur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, kendisine ait olan bir hamile veya emzikli ümmü veled'ine:

“Sen oruç tutmaya güç yetiremeyen kişiler konumundasın. Oruç tutmayabilirsin ve tutmadığın günleri kaza etmen gerekmez" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Dârakutnî, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer'in kızlarından biri, hamile iken oruç tutup tutmayacağını sormak üzere birini İbn Ömer'e gönderdi. İbn Ömer:

“Oruç tutmaz, tutmadığı her bir gün için de bir yoksulu doyurur" cevabını verdi.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Hamile kadın doğum yapacağı ayın içinde ise oruç tutmaz. Çocuğundan dolayı endişesi olan emzikli kadın da oruç tutmaz. Her ikisi de tutmadıkları her bir gün için bir yoksul doyururlar ve tutmadıkları günleri kaza etmeleri gerekmez."

Abd b. Humeyd, Osmân b. el-Esved'den bildiriyor: Karım hamile idi ve oruç tutmakta zorlanıyordu. Durumunu Mücâhid'e sorduğumda:

“Oruç tutmamasını söyle. Tutmadığı her gün için de bir yoksulu doyursun. Sağlığı yerine geldiği zaman da tutmadığı günleri kaza etsin" dedi.

Abd b. Humeyd, Hasan'dan bildiriyor:

“Emzikli kadın çocuğu konusunda endişeye düşerse oruç tutmaz, tutmadığı her gün için de bir yoksulu doyurur. Hamile kadın da sağlığından yana endişe ettiği zaman oruç tutmaz, ancak tutmadığı günleri kaza eder, zira hasta kişi konumundadır."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), hamile ile emzikli kadın konusunda:

“Oruç tutmazlar, ama tutmadıkları günleri sonradan kaza ederler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehâî:

“Hamile ile emzikli kadın sağlıkları konusunda endişe ettikleri zaman oruç tutmazlar, ancak tutmadıkları günleri sonradan kaza ederler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Kişi Ramazan ayında sağlığı konusunda endişeye düştüğü zaman oruç tutmasın" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Sîrîn'den bildiriyor:

“İbn Abbâs minber üzerine Bakara Sûresi'ni okudu. Bu âyete geldiğinde yoksul ifadesini çoğul olarak, (.....) şeklinde okudu."

Saîd b. Mansûr, Tâvus'tan bildiriyor:

“İbn Abbâs bu âyeti (.....) lafzıyla okumuştur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken:

“(Her gün için) bir yoksul doyururlar" demiştir.

Vekî'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken:

“Fidye olarak, Mekke ahalisinin kullandığı müd'den (ölçekten) bir müd verilir" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Annem susuz kalamıyor rahatsızlanıyordu. Bunun için de oruç tutamıyordu. Durumu Tâvus'a sorduğumda:

“Oruç tutmaz, tutmadığı her bir gün için de bir yoksula yarım müd buğday verir" dedi. "Hangi müd'lerden?" diye sorduğumda:

“Yaşadığın bölgede kullanılan müd'lerden" karşılığını verdi.

Dârâkutnî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Yaşlı olup da Ramazan orucunu tutamayan kişi, tutamadığı her bir gün için bir müd buğday verir" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süfyân:

“Sadaka ile kefaretler Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kullandığı müd (ölçek) ile verilir" demiştir.

Vekî'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..."  âyetini açıklarken:

“Yoksula bir sâ' tahıl (sadaka) vermesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..." âyetini açıklarken:

“İki yoksulu doyurmaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tavus:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..." âyetini açıklarken:

“Birden fazla yoksulu doyurmaktır" demiştir.

Vekî' ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Enes yaşli olduğundan dolayı Ramazan orucunu tutamamış, tutamadığı her bir gün için de dört yoksulu doyurmuştur.

Dârakutnî, Sünen'de Mücâhid'den bildiriyor: Kays b. es-Sâib'in şöyle dediğini işitim:

“Kişi Ramazan ayının orucunu tutamamasının fidyesini her bir gün için bir yoksulu doyurmak suretiyle verir. Siz benim.için günde iki yoksulu doyurun."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“...Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır"  âyetini açıklarken:

“Orucu tutmanız, tutmayıp fidye vermenizden daha hayırlıdır" demiştir.

Mâlik, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebu Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlu yaptığı her bir iyiliğin karşılığını on katından yediyüz katına kadar alır. Ancak Yüce Allah orucu bunun dışında tutup şöyle buyurur: «Kul orucunu benim için tutar ve bunun mükâfatını bizzat ben veririm. Kul yemeğinden, içeceğinden ve şehvetinden benim için uzak durur.» Oruçlunun, biri iftar vakti, biri de Rabbinin huzuruna çıktığı vakit olmak üzere iki sevinci vardır. Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir."

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre ile Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Oruç benim rızam için tutulur ve mükâfatını da ben vereceğim. Oruçlunun, biri iftar vakti biri de Rabbinin huzuruna çıkıp mükafatını aldığı vakit olmak üzere iki sevinci vardır» buyurur. Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. "

Ahmed ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Oruç, kulun kendini Cehennem ateşinden koruduğu bir kalkan gibidir. Oruç benim için tutulur, mükafatını da bizzat ben veririm»" buyurmuştur. Yine Allah Resûlünün:

“Oruç, kişiyi Cehennem ateşinden koruyan sağlam bir kalkandır" buyurduğunu işittim.

Beyhakî, Eyyûb b. Hassân el-Vâsitî'den bildiriyor: Adamın birinin Süfyân b. Uyeyne'ye:

“Ey Ebû Muhammed! Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'tan naklen rivayet ettiği: «İnsanoğlu tüm amellerini kendisi için yapar. Sadece orucu benim için tutar. Bundan dolayı bunun mükafatını bizzat ben vereceğim» sözü hakkında ne dersin?" diye sorduğunu işittim. İbn Uyeyne şu karşılığı verdi:

“Bu en güzel ve en hikmetli hadislerden biridir. Zira kıyamet gününde Yüce Allah kulunu hesaba çektiği zaman yaptığı tüm kötülükleri oruç dışındaki amellerinden karşılar. Oruç dışında başka bir ameli kalmadığı zaman da geriye kalan kötülüklerini oruçtan karşılar ve yine oruç dolayısıyla onu Cennete sokar."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Yüce Allah: «İnsanoğlunun, oruç hariç tüm amelleri kendisi içindir. Ancak orucu benim için tutar. Bunun içindir ki orucunun mükâfatını bizzat ben vereceğim. Oruç kişinin kalkanıdır» buyurur. Biriniz oruçlu olduğu zaman öfkelenip kötü laflar etmesin. Biri ona kötü bir laf ettiği veya onunla kavga etmek istediği zaman ona: «Ben oruçluyum» desin. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki oruçlu kişinin ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu kişinin iki sevinci olur. İftarını yaptığı zaman sevinir. Bir de Allah'ın huzuruna çıktığı zaman (alacağı mükâfat için) oruç tuttuğuna sevinir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Huzeymeve Beyhakî'nn Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennetin sekiz kapısı vardır. Reyyân adında bir kapısı vardır ki kıyamet gününde bu kapıdan çokça oruç tutanlardan başka kimseler giremez. Orada: «Oruç tutanlar nerede?» diye sorulur ve oruç tutanlar bu kapıdan içeriye girer. Son oruçlu da bu kapıdan girdiği zaman kapanır ve artık başkaları bu kapıdan giremez."

İbn Huzeyme kendi rivayetinde şu ziyadeyi yapar:

“Bu kapıdan içeriye giren kişi, kanana kadar Cennet içeceklerinden içer. Bunları içen kişi de artık bir daha susuzluk çekmez. "

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğini göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Oruçta riya olmaz. Yüce Allah: «Kul orucunu benim için tutar; bundan dolayı mükâfatını bizzat ben veririm. Zira benim için yiyeceğinden içeceğinden uzak durur» buyurur."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"İman ederek ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Razaman orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuştur.

Nesâî ve Beyhakî'nin, Amr b. Şuayb'tan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlu kişinin iftar vaktinde edeceği dualardan biri kabul görür" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun uykusu ibadet, suskunluğu tesbîh gibidir. Oruçluyken yaptığı amel kat kat karşılık görür, ettiği dualar kabul edilir ve günahları bağışlanır" buyurmuştur.

İbn Adiy, el-Kâmil'de, Ebû Hasan b. Ahmed b. Cumey' el-Gassânî, Ebû Saîd b.el-A'râbî ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir kul oruçlu bir şekilde sabahladığı zaman kendisi için semaya doğru bir (rahmet) kapısı açılır. Tüm uzuvları Yüce Allah'ı tesbih eder. Bu ameli Allah katına ulaşana kadar dünya semasında olan melekler ona bağışlanma diler. Oruçlu iken iki rekat namaz kıldığı zaman tüm gökler onun için ışıldar ve Cennette eşleri olacak huriler: «Allahım! Onu bizim yanımıza al, zira onu görmeyi çok özledik!» demeye başlarlar. Oruçlu iken «Lâ ilahe illallah» veya «Sübhânallah» veya «Allahu Ekber» demesi halinde Allah katına ulaşana kadar yetmiş bin melek bu sözünün sevabım yazıp dururlar. "

Beyhakî'nin, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, İsrail oğullarından bir peygambere: «Kavmine söyle! Benim rızam için bir gün oruç tutan kulunun bedenini sağlıklı, mükâfatını ise büyük kılarım» diye vahyetti. "

İbn Ebî Şeybe ile Beyhakî, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor: Bir gazvede deniz yolculuğunda iken bir sesin:

“Ey gemi yolcuları! Durun da sizlere bir şeyin haberini verelim!" diye seslendi. Ben:

“Rüzgar tam istediğimiz gibi esiyorken, yelkenlerimiz rüzgarla dolu iken ve gemimiz hızla denizde yol alıyorken nasıl duralım?" karşılığını verdim. Ses:

“Yüce Allah'ın kendine takdir edip sözünü verdiği bir şeyi sizlere haber vereyim mi?" diye sorunca, ben:

“Tabi ki ver" karşılığını verdim. Bunun üzerine ses:

“Yüce Allah, kendisi için dünyada bir gün susuz kalan kişiyi kıyamet gününde asla susuz bırakmayacağının garanti ve sözünü verdi" dedi.

Ahmed, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Umâme'den bildiriyor: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bana, Yüce Allah'ın faydasını göstereceği bir amel söyle" dediğimde:

“Oruçlu olmaya çalış; zira sevabı bakımından orucun dengi olan başka bir amel daha yoktur" buyurdu.

Beyhakî, Abdullah b. Rebâh'tan bildiriyor:

“Kıyamet gününde insanlar henüz hesapta iken çokça oruç tutanlar, kendileri için kurulan sofralardan yerler."

Beyhakî, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildiriyor:

“Kıyamet gününde bir münadi şöyle seslenir:

“Ahiret için çalışan kişinin bu çalışmasının mükâfatı ziyadesiyle verilir. Ancak çokça Kur'ân okuyan ile çokça oruç tutanların mükâfatları hesapsızca verilir."

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her amel sahibinin Cennette, ameline göre çağrılıp içeri gireceği bir kapısı olur. Çokça oruç tutanların ise Reyyân adında bir kapısı vardır" buyurmuştur.

Mâlik, Muvattâ'da, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç (kişiyi günahlardan ve Cehennem azabından koruyan) bir kalkandır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu:

“Rabbiniz: «Oruç bir kalkandır. Kulum oruçla kendini Cehennem ateşinden korur» buyurur. "

Ahmed ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç kişiyi Cehennem azabından koruyan bir kalkan, bir kaledir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Beyhakî'nin Osmân b. Ebi'l-Âs es-Sekafî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalkanın savaşta sizi koruması gibi oruç da kişiyi Cehennem ateşinden öyle korur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Huzeyme ve Beyhakî'nin Ebû Ubeyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Gıybet ve yalan ile) parçalamadıktan sonra oruç kişiyi (günaha bulaşmaktan) koruyan bir kalkandır" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Parçalanmadıktan sonra oruç kişiyi koruyan bir kalkandır" buyurdu. Kendisine:

“Peki, nasıl parçalanır?" diye sorulunca da:

“Yalan söyleyerek veya gıybet yaparak" karşılığını verdi.

Tirmizî ile Beyhakî, Süleym oğullarından bir adamdan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tuttu ve:

“Sübhanallah demek, Mizan'ın yarısını doldurur. Elhamdülillah demek, de Mizan'ın tümünü doldurur. Allahu Ekber demek, yerle gök arasını doldurur. Abdest, imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç, sabrın yarısıdır. Her şeyin bir zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur" buyurmuştur.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her şeyin bir zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur" buyurmuştur.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Ka'b'ın kızı Ümmü Umâre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdiği zaman önüne yemek koydum. Yemeği yerken bana:

“Sen de ye" buyurunca:

“Ben oruçluyum" karşılığını verdim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun yanında birileri yemek yediği zaman onlar yemeği bitirene veya bırakana kadar melekler oruçlu kişiye hayır dualarda bulunurlar" buyurdu.

İbn Mâce ve Beyhakî, Bureyde'den bildiriyor: Bilâl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiğinde öğle yemeğini yiyordu. Bilâl'i:

“Ey Bilal! Gel yemek ye" diye davet edince, Bilâl:

Resûlallah! Ben oruçluyum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biz rızkımızı yiyoruz. Bilâl'in rızkı ise bizimkinden daha iyi olan Cennet rızkı olacaktır. Ey Bilâl! Yanında yemek yenildiği sürece oruçlu kişinin kemiklerinin (uzuvlarının) Yüce Allah'ı tesbih ettiğini, meleklerin de ona bağışlanma dilediğini biliyor musun?" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer:

“Melekler, yanında yemek yenilen oruçlu kimseye bağışlanma dilerler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yanında yemek yenilen oruçlu kişinin tüm mafsalları (uzuvları) Allah'ı tesbih ederler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Yezîd b. Halîl'den bir öncekinin benzerini zikreder.

Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî'nin Seleme b. Kayser'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, sadece rızası için bir gün oruç tutan kişiyi Cehennem ateşinden, yavruyken yola çıkan bir karganın yaşlanıp ölene kadar uçabileceği bir mesafe kadar uzak tutar" buyurmuştur.

Ahmed ile Bezzâr, Ebû Hureyre'den naklen bir önceki hadisin aynısını zikrederler.

Bezzâr ile Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç kişinin duasına icabet edilir. Biri oruçlunun duasıdır. Diğeri yolcunun duasıdır. Bir diğeri de mazlumun duasıdır" buyurmuştur.

Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Bir defasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e geldiğinde içerde ashabından genç kişiler vardı. Onlara:

“İçinizden geçimini sağlayabilecek olanlar evlensin. İmkanı olmayanlar ise oruç tutsun, zira oruç kişinin şehvetini dindirir ve dizginler" buyurdu.

Tirmizî ile İbn Mâce'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Cennetin Reyyân denilen bir kapısı vardır. Bu kapıdan girmek için sadece çokça oruç tutanlar çağrılır. Bunlardan biri olan kişi bu kapıdan Cennete girer. Bu kapıdan giren kişi de artık asla susuzluk çekmez"- buyurmuştur.

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun iftarını yapacağı zaman reddedilmeyecek bir duası olur" buyurduğunu işittim.

Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun kıyamet gününde sadece çokça oruç tutanların içinden içebileceği bir havuzu olacaktır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya ve Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) deniz yoluyla Ebû Mûsa'yı bir gazveye gönderdi. Karanlık bir gecede yelkenleri açmış yol alırlarken üstlerinden bir ses:

“Ey gemi yolcuları! Durun da Yüce Allah'ın kendine takdir edip sözünü verdiği bir şeyin haberini vereyim!" diye seslendi. Ebû Mûsa:

“Varsa bu yönde bir haberin söyle!" karşılığını verince, üstten gelen ses:

“Sıcak bir yaz gününde Yüce Allah için kendisini susuz bırakan kişiyi herkesin susuz kalacağı bir günde (kıyamet gününde) susuzluğunu gidereceğinin garantisi ile sözünü verdi" dedi.

İbn Sa'd, Tirmizî, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin, ed-Da'avât'ta Hâris el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, Yahya b. Zekeriyya'ya beş şeyi yapmasını emretti ve İsrail oğullarının da bu beş şeyi yapmalarını söylemesini istedi. Yahya bu konuda biraz ağır davranır gibi olunca, îsa (aleyhisselam): «Yüce Allah beş şeyi yapmanı ve İsrail oğullarının da bunları yapmasını söylemeni emretmişti. Ya İsrail oğullarına bunları yapmaları için emir verirsin ya da bu emri onlara ben vereceğim!» dedi. Yahya (aleyhisselam) da: «Bu beş konuda beni geçersen yere batırılmaktan ve azaba maruz kalmaktam korkarım» karşılığını verdi ve insanları Beytu'l-Makdis'te topladı. Beytu'l-Makdis'in içi dolunca duvarları üzerine oturmaya başladılar.

Herkes toplandıktan sonra Yahya şöyle dedi:

“Yüce Allah beş şeyi yapmamı emretti. Sizin de bu beş şeyi yapmanız konusunda bana emir verdi. Birincisi, sadece Allah'a kulluk edip ona başka hiçbir şeyi ortak koşmamanızdır. Zira Allah'a ortak koşan kişi, kendi malı olan altın ve gümüşle bir köle satın aldıktan sonra ona: «İşte evim, bu da işim. Çalış ve üzerinde olan hakkımı öde» diyen, ancak kölesi çalışıp kazandığını efendisinden başkasına veren kişinin durumu gibidir. Hangi biriniz kölesinin bunu yapmasını ister?

İkinci olarak Yüce Allah size namaz kılmayı emretti. Namaz kıldığınız zaman da sağınıza solunuza bakmayın. Zira Yüce Allah, kulu namazında yüzünü sağa sola çevirmediği müddetçe yüzünü onun yüzünden çevirmez.

Üçüncü olarak oruç tutmanızı emretti. Oruç tutan kişi de, yanında misk dolu bir kap ile bir grubun arasında oturan kişiye benzer. Oradakilerin hepsi de bu kokuya hayran olur. Oruçlu kişinin kokusu da, Yüce Allah katında o misk kokusundan daha hoştur.

Dördüncü olarak, sadaka vermenizi emretmiştir. Sadaka veren kişinin durumu, düşmanları tarafından esir alınan, kolları boynuna bağlanıp boynu vurulmak üzere hazırlanan kişinin: «Ben az veya çok fidyeyi verip canımı elinizden kurtaracağım» demesine ve bedeli verip canını kurtarmasına benzer.

Beşinci olarak Yüce Allah, kendisini zikretmenizi emrediyor. Yüce Allah'ı zikreden kişinin durumu da, düşman tarafından hızlıca takip edilen ve gördüğü bir kaleye sığınıp kendini koruyan kişinin durumuna benzer. Aynı şekilde kul şeytanın şerrinden ancak Yüce Allah'ı zikredip onu anarak kurtulabilir.

Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gazalara katılın ki ganimet elde edesiniz. Oruç tutunuz ki sağlık bulaşınız. Yolculuklara çıkın ki varlıklı olasınız" buyurmuştur.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya, el-Cû'de, Taberânî ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Oruç ile Kur'ân, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olurlar. Oruç: «Rabbim! Ben onu yemekten ve şehvetten alıkoydum. Beni ona şefaatçi kıl!» der. Kur'ân da: «Rabbim! Ben onu gece uykusundan alıkoydum. Beni ona şefaatçi kıl!» der. Yüce Allah da onların bu şefaatini kabul eder ve kulu bağışlar. "

Ebû Ya'lâ ile Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi bir gün nafile oruç tutsa buna karşılık kendisine dünya dolusu altın verilse bu altın, hesap gününde tuttuğu o bir günlük orucun sevabını karşılayamaz" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kendisi için bir gün oruç tutan kişinin yüzünü, bu bir güne karşılık yetmiş yıl boyunca ateşten uzak tutar" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat ve M. es-Sağîr'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kendisi için bir gün oruç tutan kişiyle Cehennem ateşi arasında iki kenarının arası yerle gök arası kadar uzak olan bir hendek açar" buyurmuştur.

Taberânî'nin Amr b. Abese'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah için bir gün oruç tutan kişi ile Cehennemin arası yüz yıllık bir yolculuk mesafesi kadar açılır" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kendisi için bir gün oruç tutan kişinin yüzünü bu bir güne karşılık yetmiş yıl boyunca Cehennem ateşinden uzak tutar" buyurmuştur.

Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre .Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ Yüce Allah kendisi için bir gün oruç tutan kişiyle Cehennem ateşi arasında iki kenarının arası yerle gök arası kadar uzak olan bir hendek açar" buyurmuştur.

Ahmed, Tirmizî, îbn Mâce, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İftarını yapana kadar oruçlu olan kişinin, adaletli olan yöneticinin ve mazlumun olmak üzere üç kişinin duası geri çevrilmez. Yüce Allah mazlumun duasını bulutların üzerine çıkarıp göğün kapılarını açar ve: «İzzetime andolsun ki bir zaman sonra da olsa sana yardım edeceğim!» buyurur."

İbn Ebi'd-Dünya, el-Cû'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Oruçlu kişilerin ağızlarından misk kokusu yayılır. Kıyamet gününde de Arş'ın altında kendilerine özel bir sofra hazırlanır ve diğer insanlar hesapta sıkıntı içindeyken kendileri bu sofradan yerler. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah öyle bir sofra kurar ki içinde hiçbir gözün göremediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen çeşit ve güzellikte yemekler bulunur. Bu sofraya da sadece oruç tutanlar oturur" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Hibbân, es-Sevâb'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet günü geldiğinde oruç tutanlar mezarlarından çıkarlar. Oruç tutmalarından dolayı kendilerinden gelen güzel kokudan tanınırlar. Zira ağızları miskten daha hoş bir şekilde kokar. Miskle mühürlenmiş sofralar ve içeceklerle dolu ibriklerle karşılanırlar. Kendilerine: «Yiyin, zira aç kaldınız! İçin, zira susuz kaldınız! İnsanları bırakıp rahatınıza bakın, zira insanlar rahatken siz sıkıntı çekiyordunuz» denilir. İnsanlar susuz bir şekilde sıkıntılar içindeyken onlar yer, içer ve dinlenirler."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ehvâl'de Muğîs b. Sumey'den bildiriyor:

“Kıyamet gününde güneş insanların başının üzerinde birkaç arşınlık bir mesafeye kadar yaklaşır. Cehennemin de kapıları açılır. O yakıcı alevleri ve sıcağıyla insanların üzerine doğru eseri O zaman insanlar öyle bir terler ki terleri yerde leş kokusundan daha ağır bir koku saçarak akar. İnsanlar bu sıkıntılar içinde iken oruç tutanlar Arş'ın gölgesinde olurlar."

İsbehânî, et-Terğîb'de Ahmed b. Ebi'l-Havârî kanalıyla Ebû Süleyman'dan bildiriyor:

“Ebû Ali el-Asam yanıma geldiğinde dünyada duyduğum en güzel sözü bana aktardı ki şöyle dedi:

“Kıyamet gününde insanlar hesapta iken oruçlular, kendilerine özel kurulan sofrada yemek yerler. Diğer insanlar:

“Rabbim! Bizler hesap verirken onlar yemek yiyor" dediklerinde, Yüce Allah:

“Ama onlar oruç tutarken siz yemek yiyordunuz! Onlar gece ibadet yaparken sizler uyuyordunuz!" karşılığını verir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennette, içerden dışarısı, dışarıdan da içerisi görünen bir ev vardır. Yüce Allah bu evi yumuşak dilli olan, başkalarına yemek yediren, oruçlarını devamlı tutan ve insanlar uykudayken gece kıyamına duran kişiler için hazırlamıştır."

Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer şöyle derdi:

“Denilirdi ki, her oruçlu kişinin iftarını yapacağı zaman kabul gören bir duası vardır. Arttık ya dünyadayken duasının karşılığı kendisine verilir ya da âhirette verilmek üzere geciktirilir." Bundan dolayıdır ki İbn Ömer iftarını yapacağı zaman:

“Ey mağfireti geniş olan Allahım! Beni bağışla!" diye dua ederdi.

Ahmed, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün ashabına:

“Bugün kim bir cenazeye katıldı?" diye sordu. Ömer:

“Ben katıldım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki, bugün kim bir hastayı ziyaret etti?" diye sorunca, Ömer:

“Ben ziyaret ettim" dedi. Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):"Peki, bugün kim bir sadaka verdi?" diye sorunca, Ömer:

“Ben verdim" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bugün kim oruçlu sabahladı?", diye sorunca yine Ömer:

“Ben oruçluyum" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Cennet) vacip oldu! Vacip oldu!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abdulah b. Rebâh'tan bildiriyor: Muâviye'nin yanına giderken yolda bir zahidle karşılaştık. Bize:

“Kıyanhet gününde bir sofra kurulur ve bu sofradan ilk önce oruç tutanlar yemek yer" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Dârakutnî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayında bir ruhsatı veya hastalık durumu olmadığı halde orucunu bozan kişi, tüm yılını oruçlu geçirse o günün hakkını ödemiş olmaz" buyurmuştur.

Dârakutnî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Herhangi bir mazereti olmaksızın Ramazan'da orucunu bozan kişi bozduğu her bir gün için bir ay oruç tutar" buyurmuştur.

Dârakutnî, Recâ b. Cemîl'den bildiriyor: Rabîa b. Ebî Abdirrahman:

“Ramazan ayında bir gün orucunu bozan kişi bu günün yerine on iki gün oruç tutar. Zira Yüce Allah oruç için on iki ay içinden bir ayın tutulmasını istemiştir" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ramazan ayında bir gün orucumu bozdum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadaka ver ve Allah'tan bağışlanma dile. Bozduğun günün yerine de bir gün oruç tut" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kişi Ramazan ayında mazereti olmadan kasıtlı bir şekilde bir günün orucunu bozduğu zaman yılın tamamını oruçlu geçirse dahi o günün hakkını ödemiş olmaz."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iAli'den bildiriyor:

“Kişi Ramazan ayında mazereti olmadan kasıtlı bir şekilde bir günün orucunu bozduğu zaman yılın tamamını oruçlu geçirse dahi o günün hakkını ödemiş olmaz."

185

"Ramazan ayı, insanlara yol gösteriri, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda tıasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Adiy, Beyhakî, Sünen'de ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan demeyin bunu yerine Ramazan ayı deyin. Çünkü Ramazan, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir" buyurmuştur.

Vekî' ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Ramazan deme, zira Ramazan'ın ne olduğunu bilemezsin. Belki de Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunu yerine Yüce Allah'ın da dediği gibi «Ramazan ayı» de."

İbn Asâkir, Târih'te, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Ramazan ayına Ramazan denilmesin sebebi, içinde günahların yanıp kül olması (=Ramd) dolayısıyladır. Şevvâl ayına Şevval denilmesinin sebebi de devenin kuyruğunu kaldırması gibi bu ayda günahların sallanması, dökülüp gitmesi dolayısıyladır."

İbn Merdûye ve İsbehânî, et-Terğîb'de Enes'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İçinde günahlar yanıp kül olduğu içindir ki Ramazan ayına Ramazan ismi konulmuştur" buyurmuştur.

İbn Merdûye ve İsbehânî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Allah Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Ramazan nedir?" diye sorulunca:

“Yüce Allah bu ayda müminlerin günahlarını yakıp kül etmiş ve onları bağışlamıştır" karşılığını verdi. "Peki, Şevvâl nedir?" diye sorulunca:

“Bu ayda müminlerin günahları sallanmış, dökülüp gitmiştir. Bu ayda müminin bağışlanmadık tek bir günahı dahi kalmaz" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki bayram ayı vardır ki bunlar eksilmezler. Biri Ramazan, diğeri de Zilhicce ayıdır" buyurmuştur.

Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Enes'ten bildiriyor: Recep ayı girdiği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Recep ayı ile Şaban aylarını bize bereketli kıl! Bizi en güzel şekilde Ramazan ayına kavuştur" diye dua ederdi.

Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Talha b. Ubeydillah'tan bildiriyor: Saçı başı dağınık bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi Ve:

Resûlallah! Yüce Allah bana ne kadar namazı farz kıldı?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beş vakit namazı farz kıldı, ama istersen bunun yanında nafile namaz da kılabilirsin" karşılığını verdi. Bedevi:

“Yüce Allah'ın bana farz kıldığı oruç ne kadardır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayını oruçlu geçirmendir; ancak bunun yanında nafile oruç da tutabilirsin" karşılığını verdi. Bedevi:

“Yüce Allah'ın bana farz kıldığı zekât ne kadardır?" diye sorunca, Allah Resûlü zekâtla birlikte İslam'ın diğer emirlerini ona anlattı. Sonunda bedevi:

“Sana peygamberliği ihsan edene yemin olsun ki nafile olarak bir şey yapmam, ancak bana farz kılınanları eksiltmem!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dediğini yaparsa kurtuluşa erer!" veya:

“Dediğini yaparsa Cennete girer" buyurdu.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayı girdiği zaman Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincirlere vurulur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî ve Beyhakî, Arfece'den bildiriyor: Utbe b. Ferkad'ın yanında oturuyorduk. Utbe bize Ramazan hakkında bir şeyler anlatıyordu. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri içeri girince de sustu. Sonra gelene:

“Ey Ebû Abdillah! Ramazan hakkında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ne buyurduğundan bahset" deyince, sahabi şöyle dedi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Bu ayda Cennetin kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır ve azgın şeytanlar zincire vurulur. Her gece de bir ses: «Ey hayır olanı arayan kişit Hadi hayra koş! Ey kötülüğün peşinden koşan kişi! Bundan uzak dur!» diye seslenir.

Ahmed, Taberânî ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah her iftar vaktinde bazılarını Cehennem azabından azat eder" buyurmuştur.

Müslim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Büyük günahlardan uzak durulduğu sürece.kişinin kıldığı beş vakit namazdan her biri bir diğerine kadar, kıldığı Cuma namazı bir diğer Cuma namazına kadar, orucunu tuttuğu Ramazan ayı bir diğer Ramazan ayına kadar arada işledikleri günahlarına kefâret olur" buyurmuştur.

İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi Ramazan orucu tutup da günaha bulaşmaz ve üzerine düşen diğer görevleri de hakkıyla ifa ederse tuttuğu bu oruç, geçmiş günahlarının kefâreti olur" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Yüce Allah'ın Ramazan ayında her gün iftar vaktinde Cehennem ateşinden azat ettiği kulları olur" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Ramazan ayının ilk gecesinde azgın şeytanlar ile cinler zincirlere vurulur. Cehennemin kapıları kapatılır ve bu kapılardan hiçbiri açılmaz. Cennet kapıları da açılır ve bu kapılardan hiçbiri kapanmaz. Her gece de bir ses: «Ey hayır olanı arayan kişi! Hadi hayra koş! Ey kötülüğün peşinden koşan kişi! Bundan uzak dur!» diye seslenir. Yine Ramazan ayının her bir gecesinde Yüce Allah'ın Cehennem ateşinden azat ettiği kulları olur. "

İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına Ramazan ayının müjdesini verirken:

“Yüce Allah'ın size oruçlu geçirmenizi farz kıldığı mübarek Ramazan ayı geldi. Bu ayda göklerin kapıları açılır, Cehennem kapıları da kapanıp azgın şeytanlar zincire vurulur. Bu ayda bir gece de vardır ki bin aydan daha hayırlıdır ve bu gecenin hayrından mahrum kalan kişi, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir" buyurdu.

Ahmed, Bezzâr, Ebu'ş-Şeyh, es-Sevâb'da, Beyhakî ve İsbehânî, et- Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ramazan ayında ümmetime beş haslet verildi ki daha önceki ümmetlerin hiçbirine bunlar verilmiş değildir. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur. İftar edene kadar melekler oruçlu kişi için bağışlanma diler. Yüce Allah her gün Cenneti süsler ve: «Kullarımın sıkıntılarının ve çektikleri eziyetlerin bitip sana gelmesi pek yakındır» der. Yine Ramazan ayında şeytanlar zincirlere vurulur. Bu ay içinde elde ettikleri dereceleri de başka hiçbir ayda elde edemezler ve son gecesinde de günahları bağışlanır." Ashab:

Resûlallah! Bu gece Kadir gecesi midir?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Ancak işçi işini bitirmesiyle birlikte bunun karşılığını da alır" karşılığını verdi.

Beyhakî, İsbehânî, et-Terğîb'de Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ramazan ayında ümmetime beş haslet verildi ki daha önceki hiçbir peygamberin ümmetine verilmiş değildir. Birincisi, Ramazan ayının ilk gününde Yüce Allah oruçlu olan kullarına nazar eder ki Allah nazar ettiği kimselere azabı tattırmaz. İkincisi, oruç tutanların oruçlu iken ağız kokuları Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Üçüncüsü, Ramazan boyunca her bir gün ve gecede melekler onlar için mağfiret diler. Dördüncüsü, Yüce Allah, Cennete: «Kullarım için hazırlığını yapıp süslen! Dünyadaki yorgunluklardan kurtulup benim kerem dolu katıma gelmeleri pek yakındır» buyurur. Beşincisi de son gecede hepsinin birden günahları bağışlanır." Oradakilerden bir adam:

Resûlallah! Bu gece Kadir gecesi midir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Çalışan kişilerin işlerini bitirmeleriyle ücretlerini de aldıklarını görmez misin?" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şuab'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Ramazan ayının her bir gecesinde altıyüz bin kişiyi Cehennem ateşinden azat eder. Ramazan ayının son gecesinde ise ay boyunca azat ettiği kişi sayısınca kişiyi Cehennem ateşinden azat eder" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlulah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının ilk gecesinde Cennet kapıları açılır ve ay bitene kadar bu kapılardan hiçbiri kapanmaz. Yine bu ayın ilk gecesinde Cehennem kapıları kapanır ve ay bitene kadar bu kapılardan hiçbiri açılmaz. Azgın cinler de ay boyunca zincire vurulur. Ramazan ayının her bir gecesinde semadan bir münadi şafak şokene kadar: «Ey hayrın. peşinden giden kişi! Devam et ve buna sevin! Ey şerrin peşinden giden kişi! Bundan uzak dur ve sonunu düşün! Bağışlanma dileyen var mı, kendisini bağışlayalım? Tövbe eden var mı, tövbesini kabul edelim? Dua eden var mı, duasına karşılık verelim? Bir dileği olan var mı, isteğini ona verelim?» diye seslenir. Yüce Allah, Ramazan ayı boyunca her gün iftar sonrası bir gecede altmış bin kişiyi Cehennem ateşinden azat eder. Ramazan ayının bitmesi ile de ay boyunca azat ettiği kişi sayısının otuz katı kadar kişiyi Cehennem ateşinden azat eder. "

İbn Ebî Şeybe, İbn Huzeyme, Beyhakî ve İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“(Allah Resûlünün yemin ettiği gibi ben de) yemin ederim ki Resûllulah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının gölgesi üzerinize düştü, geldi çattı. Müslümanlar için bu aydan daha hayırlı bir ay gelmiş değildir. Münafıklar için de bu aydan daha kötü bir ay gelmiş değildir. Yüce Allah henüz Ramazan ayı gelmeden bu ayda elde edilecek sevap ve ecirleri yazar. Yine Ramazan ayı henüz gelmeden bu ayda yapılacak kötülükler ile sıkıntıları yazar. Zira mümin kişi bu ayda kendini ibadete vermek için önceden azığını hazırlar. Münafık olan kişi de müminlerin gıybetini yapmak ve kusurlarını araştırmak üzere hazırlığını yapar. Bundan dolayıdır ki bu ay müminler için ganimet ayıdır. Facirler için ise zarar ve hüsran ayıdır. "

Ukaylî, İbn Huzeyme, Beyhakî, Hatîb ve İsbehânî, et-Terğîb'de Selmân el- Fârisî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Şaban ayının son gününde bize bir hutbe verdi ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Pek değerli pek mübarek ve içinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan Ramazan ayının gölgesi üzerinize düştü, gelip çattı. Yüce Allah, bu ayda oruç tutmayı farz, gecelerinde ibadet etmeyi nafile kılmıştır. Kim bu ayda Allah'a yaklaşmak üzere nafile bir şey yaparsa bu ay dışında farz olan bir görevi ifa etmiş gibi sevap alır. Kim de farz olan bir görevi ifa ederse başka bir ayda yetmiş tane farzı ifa etmiş gibi .sevap alır. Bu ay sabır ayıdır ki sabrın karşılığı Cennettir. Bu ay paylaşma ayıdır, müminlerin rızıklarının arttığı bir aydır. Oruçlu birine iftar veren kişinin günahları bağışlanır ve Cehennem ateşinden azat edilir. İftar verdiği oruçlu kişinin alacağı sevabın da aynısını alır ve onun sevabında da herhangi bir eksilme olmaz."

Biz:

Resûlallah! Herkesin bir oruçluya iftar verecek imkanı yok!" dediğimiz de ise şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, oruçlu birinin bir yudum süt, bir hurma tanesi veya bir içimlik su ile iftarını yaptıran kişiye de sevabını verir. Oruçlu birini iftarda doyuran kişiye de Yüce Allah kıyamet gününde benim havuzumdan içirir ki Cennete girene kadar artık susuzluk çekmez. Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden azat olmaktır. Bu ay içinde kölesinin yükünü azaltan kişiyi Yüce Allah Cehennem ateşinden azat eder. Bu ay içinde dört şeyi çokça yapmaya özen gösterin. Bunlardan ikisiyle Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisine de zaten sizin ihtiyacınız vardır. Rabbinizi razı edeceğiniz iki şey şehâdet getirmek ve Allah'tan bağışlanma dilemektir. İhtiyacınız olan iki şey ise Yüce Allah'tan Cenneti istemeniz ve Cehennem ateşinden yine ona sığınmanızdır. "

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Abdurrahman b. Avf'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayından bahsetti ve:

“Yüce Allah Ramazan'ın orucunu size farz kıldı, ben de gecelerini ihya etmenizi tavsiye ediyorum. Zira iman ederek ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan ve gecelerini ihya eden kişi annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınır" buyurdu.

Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kılınan farz bir namaz bir sonraki namaza kadar, orucu tutulan Ramazan ayı bir sonraki Ramazan ayına kadar kişinin Allah'a şirk koşma, sünneti terk etme ve verilen söze ihanet etme olmak üzere üç şey dışında işlediği günahlara kefaret olur" buyurdu. " Resûlallah! Allah'a şirk koşmanın ne olduğunu biliyoruz da söze ihanet etme ile sünneti terk etme nedir?" diye sorduğumda şöyle buyurdu:

“Söze ihanet etme, elini sıkıp biat ettiğin kişiye karşı kılıç çekip savaşmandır. Sünneti terk etmen de cemaatten ayrılmandır. "

İbn Huzeyme, Beyhakî ve İsbehânî, Eneş b. Mâlik'ten bildiriyor: Ramazan ayı yaklaşınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sübhanallah! Neyi karşılamak üzere olduğunuzu, sizlere kimin geldiğini biliyor musunuz!" buyurdu. Ömer b. el- Hattâb:

“Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Vahiy mi indi? Yoksa üzerimize düşman mı geliyor?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Ramazan ayı geliyor. Yüce Allah, Ramazan ayının ilk gününde bu kıbleye yönelen herkesi bağışlar" buyurdu. Dinleyenler arasında başını sallayarak:

“Ne güzel! Ne güzel!" diyen bir adam vardı. Allah Resûlü, adama:

“Sanki bu duyduğundan dolayı için daraldı gibi!" buyurunca, adam:

“Vallahi değil yâ Resûlallah! Ama münafığın durumunu düşündüm" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Münafık nankör biridir. Nankör kişinin de bu mağfiretten bir nasibi yoktur" buyurdu.

Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberi inşa ettiği zaman onu üç basamaklı yaptı. Hutbe vermek üzere çıkarken de ilk basamağı çıktı ve:

“Amin" dedi. İkinci basamağı çıktı ve:

“Amin" dedi. Üçüncü basamağı da çıktıktan sonra:

“Amin" dedi. Müslümanlar:

Resûlallah! "Amin, Amin, Amin" dediğini işittik. Oysa yanında kimseleri göremedik" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi:

“Cebrail benden önce ilk basamağı çıktı ve: «Ey Muhammed!» diye seslendi.

«Buyur, emrindeyim» karşılığını verdiğimde: «Anne-babasına veya ikisinden birine yetişip de mağfirete nail olamamış kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun! Amin, de!» dedi. Ben de: «Amin» dedim. İkinci basamağa çıktığında: «Ey Muhammed!» diye seslendi «Buyur, emrindeyim» karşılığını verdiğimde: «Ramazan ayına ulaşıp gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçiren kişi öldüğünde bağışlanmaya nail olamamış ve Cehenneme gitmişse Allah'ın rahmetinden uzak olsun! Amin, de!» dedi. Ben de: «Amin» dedim. Üçüncü basamağa çıktığında: «Ey Muhammed!» diye seslendi. «Buyur, emrindeyim» karşılığını verdiğimde: «Yanında zikredildiğin zaman sana salavât getirmeyen kişi, öldüğünde bağışlanmaya nail olamamış ve Cehenneme gitmişse Allah'ın rahmetinden uzak olsun! Amin, de!» dedi. Ben de: «Amin» dedim. "

Hâkim, Sa'd b. İshâk b. Ka'b b. Ucre'den, o da babasından, o da babasından bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Minberin yanında toplanın!" buyurunca orada toplandık. Allah Resûlü ilk basamağı çıktı ve:

“Amin" dedi. ikinci basamağı çıktı ve:

“Amin" dedi. Üçüncü basamağı da çıktıktan sonra:

“Amin" dedi. Geri indiği zaman ona:

Resûlallah! Bu gün senden daha önce hiç duymadığımız bir şey duyduk" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi:

“İlk basamağı çıktığımda Cebrail karşıma çıktı ve: «Ramazan ayını idrak edip de yine bağışlanmaya nail olamayan kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin» karşılığını verdim. İkinci basamağa çıktığımda: «Yanında zikredildiğin halde sana salavât getirmeyen kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin!» karşılığını verdim. Üçüncü basamağa çıktığımda: «Anne babası veya ikisinden biri yanında yaşlandığı halde yine Cenneti elde edemeyen kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin!» karşılığını verdim."

İbn Hibbân, Hasan b. Mâlik b. el-Huveyris'ten, o da babasından, o da babasından bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkarken ilk basamakta:

“Amin" dedi. İkinci basamağı da çıktı ve:

“Amin" dedi. Üçüncü basamağı da çıktıktan sonra:

“Amin" dedi ve şöyle buyurdu:

“Cebrâîl yanıma geldi ve: «Ey Muhammed! Ramazan ayını idrak edip de yine bağışlanmaya nail olamayan kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin» karşılığını verdim. Sonra: «Anne babası veya ikisinden biri yanında yaşlandığı halde yine Cehenneme giden kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin!» karşılığını verdim. Sonra: «Yanında zikredildiğin halde sana salavât getirmeyen kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» dedi. Ben de: «Amin!» karşılığını verdim."

İbn Huzeyme ve İbn Hibbân, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkarken:

“Amin! Amin! Amin!" dedi. Resûlallah! Minbere çıkarken neden:

“Amin! Amin! Amin!" dedin?" diye sorulunca şöyle buyurdu:

“Cebrâîl yanıma geldi ve: «Ramazan ayını idrak edip de yine bağışlanmaya nail olamayan ve Cehenneme giren kişi Allah'ın rahmetinden uzak olsun! Amin, de!» deyince ben de: «Amin!» karşılığını verdim."

Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Ramazan ayı girdiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendini ibadete verir ve ay bitinceye kadar hanımlarıyla ilişkiye girmezdi."

Beyhakî ve İsbehânî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Ramazan ayı girdiği zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) rengi değişir, namazı çoğalır, kendini duaya verir ve çokça Allah'a yakarırdı."

Bezzâr ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ramazan ayı girdiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün esirleri salıverir ve kendisinden bir şey isteyen herkese isteğini verirdi."

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayında her gecenin ilk veya son üçtebirinde bir münadi şöyle seslenir:

“Bir şey isteyen yok mu, isteği kendisine verilsin? Bağışlanma dileyen yok mu, bağışlansın? Tövbe eden yok mu, tövbesi kabul edilsin?"

Beyhakî ve İsbehânî, Enes'ten bildiriyor: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! En değerli sadaka hangisidir?" diye sorulunca:

“Ramazan'da' verilen sadakadır" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennet her yıl Ramazan ayı girdiğinde süslenir. Cennet hurileri de her yıl Ramazan ayının girmesiyle süslenirler. Ramazan ayı geldiği zaman Cennet: «Allahım! Bu ayda kullarından bazılarını benim nasibim kıl!» der. Cennet hurileri de: «Allahım! Bu ayda kullarından bazılarını bize eş kıl!» derler. Bu ay içinde müslümana iftirada bulunmayan ve sarhoş edici bir şey içmeyen kişinin orucunu Yüce Allah günahlarının kefareti kılar. Ancak bir müslümana iftirada bulunan veya sarhoş edici bir şey içen kişinin o yıl içinde yaptığı tüm amellerini Yüce Allah boşa çıkarır. Onun içindir ki Ramazan ayında takvaya sarılın. Bu ay Allah'ın ayıdır. Yüce Allah onbir ayı yemeniz, içmeniz ve türlü lezzetleri almanız için kılmış, bu ayı da kendine ayırmıştır. Ramazan ayında takvaya sarılın. Bu ay Allah'ın ayıdır."

Dârakutnî, el-Efrâd'da, Taberânî, Ebû Nuaym, Hilye'de, Beyhakî ve İbn Asâkir'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennet her yıl Ramazan ayı için süslenip hazırlanır. Ramazan'ın ilk gününde Arş'ın altından Cennet yapraklarına doğru bir rüzgar eser. Bu rüzgarı hisseden huriler: «Rabbim! Kullarından bizlere huzur ve mutluluk getirecek, bizim de kendilerine huzur ve mutluluk vereceğimiz eşler ihsan et» derler. "

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Huzeyme, Ebu'ş-Şeyh, es- Sevâb'da, İbn Merdûye, Beyhakî ve İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Mes'ûd el- Ğifârî'den bildiriyor: Razaman ayı yaklaşırken bir gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kullar Ramazan ayının önemini bilseydi ümmetim tüm yılının Ramazan olmasını temenni ederdi" buyurduğunu işittim. Adamın biri:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Bize bundan bahset" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennet her yıl Ramazan ayı için süslenip hazırlanır. Ramazan'ın ilk gününde Arş'ın altından esen bir rüzgarla Cennetteki ağaçların yaprakları ses çıkarmaya başlar. Bunu gören huriler: «Rabbim! Bu ayda kullarından bizlere huzur ve mutluluk getirecek, bizim de kendilerine huzur ve mutluluk vereceğimiz eşler ihsan et» derler. Ramazan ayında bir gün oruç tutan her bir kişi inciden çadırlar içindeki hurilerden biriyle evlendirilir ki Yüce Allah onları:

“Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır" şeklinde nitelemiştir. Her bir hurinin üzerinde her biri değişik renkte yetmiş tane elbise bulunur. Her birinden değişik renk ve kokuda yetmiş tür koku çıkar. Her bir hurinin de hizmetini gören yetmiş bin kadın hizmetçi ile yetmiş bin erkek hizmetçi bulunur. Her bir hizmetçinin elinde altından bir sofra olur. Sofralardaki yemeklerin her bir lokması kişiye farklı bir tat verir. Her bir hurinin kırmızı yakuttan yetmiş tane yatağı olur. Her bir yatağın üzerinde astarı ipekten yetmiş kat yatak bulunur. Her bir yatakta da yetmiş tane yastık olur. Hurinin kocasına da aynı şeyler verilir. Onun da incilerle süslenmiş, altından iki şeriti olan kırmızı yakuttan bir yatağı olur. Bütün bunlar da kişinin yaptığı diğer iyilikler hariç sadece Ramazan ayında tuttuğu bir günlük orucun karşılığıdır. "

Beyhakî ile İsbehânî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının ilk gününde semanın kapıları açılır ve Ramazan ayının son günü de bitene kadar bu kapılardan hiçbiri kapanmaz. Kul bu gecelerden birinde namaz kıldığı zaman Yüce Allah her bir secdesine karşılık beş yüz iyilik sevabı yazar ve Cennette onun için kırmızı yakuttan bir bina inşa eder. Bu binanın altmış bin kapısı vardır. Aynı bina içinde kırmızı yakutla döşenmiş bir saray da bulunur. Kişi Ramazan ayının ilk günü oruç tuttuğu zaman bir önceki yılın Ramazan ayının ilk gününe kadar işlemiş olduğu tüm günahları bağışlanır. Yine Ramazan ayında her gün yetmiş bin melek sabah namazından ameli Allah katına ulaşana kadar ona bağışlanma dilerler. Kişi Ramazan ayında gündüz veya gece vakti kıldığı namazın her bir secdesi için kendisine Cennette öyle büyük bir ağaç dikilir ki bir yolcu bu ağacın gölgesinde beş yüz yıl boyunca yol alabilir. "

Bezzâr ile Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayların efendisi Ramazan, hürmeti en fazla olanı da Zilhicce ayıdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Mes'ûd:

“Ayların efendisi Ramazan ayı, günlerin efendisi de Cuma günüdür" demiştir.

Humeyd b. Zencûyeh ve Beyhakî, Ka'b'dan bildiriyor:

“Yüce Allah gece ile gündüzden belirli vakitleri seçip bunlarda farz namazları kıldı. Günler içinden de bir gün seçip bunu Cuma kıldı. Aylardan bir ay seçip bunu Ramazan ayı kıldı. Geceler içinden bir gece seçip bunu Kadir gecesi kıldı. Araziler içinden de belirli yerleri seçip bunları mescit eyledi."

Ebu'ş-Şeyh, es-Sçvâb'da, Beyhakî ve İsbehânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Cennet her yıl Ramazan ayının girmesiyle birlikte süslenip hazırlanır. Ramazan ayının ilk günü olduğu zaman Arş'ın altından adına Musîre denilen bir rüzgar eser. Bu rüzgarlar Cennetteki ağaçların yaprakları ile kapıların halkaları oynamaya başlar. Daha güzeli asla işitilmemiş bir ses çıkarırlar. Bunu duyan Cennet hurileri Cennetteki burçların üzerine çıkar ve: «Evlenmek üzere bizi Allah'tan isteyen yok mudur?» diye seslenirler. Ardından Cennetteki bekçilerin başı olan Rıdvan'a: «Ey Rıdvan! Bu günün özelliği nedir?» diye sorarlar. Rıdvan da karşılarına çıkıp: «Bu gün Ramazan ayının ilk günü. Muhammed'in ümmetinden oruç tutanlar için Cennetin kapıları açıldı» karşılığını verir. Yüce Allah da: «Ey Rıdvan! Muhammed'in ümmetinden oruç tutanlar için Cennet bahçelerinin kapılarını aç! Ey Mâlik! Sen de Muhammed'in ümmetinden oruç tutanlar için Cehennemin kapılarını kapat! Ey Cebrâîl! Yeryüzüne in ve azgın şeytanları zincirlere vur ve sevdiğim Muhammed'in ümmetinin oruçlarını bozmasınlar diye onları denizlere at» buyurur. Yine Yüce Allah Ramazan ayının her bir gecesinde bir münadinin üç defa: «Var mı benden bir şey isteyen, istediğini vereyim? Var mı tövbe eden tövbesini kabul edeyim? Var mı benden bağışlanma dileyen, kendisini bağışlayayım! İhtiyacı olmayana ve ödemesini en güzel yapana kim borç verir?» şeklinde seslenmesini emreder.

Vallahi Ramazan ayının her bir gününde iftar vakti Cehennemi hakeden bir milyon kişi Cehennem ateşinden azat edilir. Ramazan ayının son gününde de Yüce Allah, ilk gününden itibaren azat ettiği kişi sayısı kadar kişiyi Cehennem ateşinden azat eder. Kadir gecesi olduğu zaman da Yüce Allah'ın emriyle Cebrâîl meleklerden bir toplulukla birlikte yeryüzüne iner. Yanlarında getirdikleri yeşil bir sancağı Kabe'nin üzerine dikerler,. Cebrâîl'in altıyüz kanadı vardır ki bunlardan ikisini sadece Kadir gecesinde açıp kullanır. O gece bu iki kanadını açtığı zaman da batıdan doğuya kadar uzanırlar. Cebrail'in yönlendirmesiyle bu gecede melekler ayakta duran, oturan, namaz kılan, Allah'ı zikreden her bir kişiye selam verir, sarılır ve şafak sökene kadar ettikleri dualara amin derler. Şafak söktüğü zaman da Cebrâîl: «Ey melekler! Gitme zamanı geldi!» diye seslenir. Melekler:. «Ey Cebrâîl! Yüce Allah, Muhammed'in ümmetinin ihtiyaçları ve talepleri konusunda ne yaptı?» diye sorduklarında, Cebrâîl: «Yüce Allah bu gecede dört kişi hariç onlara nazar edip hatalarını affetti, günahlarını da bağışladı» karşılığını verir."

Biz:

Resûlallah! Bu dört kişi kimdir?" diye sorduğumuzda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Alkolik olan kişi, anne babasına asi olan kişi akrabalarıyla bağını koparan kişi ile müşâhin olan kişidir" karşılığını verdi. Biz:

“Müşâhin nedir?" diye sorduğumuzda:

“Düşmanlık ve hasımlıkta aşırı giden kişidir" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Ramazan ayının son gecesi, bayramın arefesi olan geceye de Caize gecesi denilmiştir. Bu gecenin sabahında da Yüce Allah melekleri yeryüzüne gönderir. Melekler yeryüzünün dört bir tarafına dağılırlar. Her bir yolun başında durur, cinler ve insanlar dışında tüm mahlûkatın duyacağı bir şekilde: «Ey Muhammed ümmeti! Cömert olan, bolca veren ve büyük günahları affeden Rabbinize doğru çıkın!» diye seslenirler. Müslümanlar bayram namazını kılmak üzere namazgâhlara geldiklerinde Yüce Allah meleklere: «Çalışan kişinin işini bitirmesinin karşılığı nedir?» diye sorar. Melekler:

“İlahımız! Efendimiz! Çalışmasının karşılığı ücretini vermendir" derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Meleklerim! Sizi de şahit tutarak, Ramazan ayı boyunca tuttukları oruç ve yaptıkları ibadetlere karşılık rızam ile mağfiretimi veriyorum» buyurur.

Yine Yüce Allah şöyle buyurur: «Kullarım! Dua edip benden isteyin! İzzetim ve celalim adına bugün bu toplanmanızla âhiretinize yönelik ne isterseniz size vereceğim! Dünyanıza yönelik bütün isteklerinizle de bizzat ilgileneceğim! İzzetime andolsun ki rızamı gözettiğiniz sürece kusurlarınızı gizli tutacağım! İzzetime andolsun ki sizde hakkı olanların önünde kusurlarınızı ifşa edip sizleri rezil etmeyeceğim! Gidin! Sizleri bağışladım. Siz beni razı ettiniz ben de sizden razı oldum!» Melekler bunu duyunca sevinir; birbirlerine Ramazan ayını bitirip bayrama çıkan Muhammed ümmetine yaptığı bu ihsanların müjdesini verirler."

Beyhakî, Şuab'da, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildiriyor: Yüce Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) şöyle vahyettti:

“Kullanma orucu farz kıldım ki o da Ramazan ayındaki oruçtur. Ey Mûsa! Kıyamet gününde amel defterinde on Ramazan ayı orucu tutmuş olarak gelen kişi abdallardan biri olur. Kıyamet gününde amel defterinde yirmi Ramazan ayı orucu tutmuş olarak gelen kişi alçak gönüllülerden biri olur. Kıyamet gününde amel defterinde otuz Ramazan ayı orucu tutmuş olarak gelen kişi benim yanımda şehitler içinde en fazla sevabı alan kişilerden biri olur. Ey Mûsa! Arşı taşıyan meleklere, Ramazan ayında bana ibadete ara vermelerini, bu ayda oruç tutan birinin ettiği dualara amin demelerini emrediyorum. Ey Mûsa! Ramazan ayında göklere, yere, dağlara, hayvan ve böceklere, bu ayda oruç tutanlar için bağışlanma dilemelerini ilham ediyorum. Ey Mûsa! Ramazan ayında oruç tutan kişilerden üç kişiyi bul ve onlarla birlikte namaz kıl, yiyip iç. Zira üzerinde Ramazan orucunu tutan üç kişinin bulunduğu bir bölgeye cezam ve intikamım dokunmaz. Ey Mûsa! Şayet yolcu isen geri dön. Hasta olup dönemiyorsan söyle seni taşıyıp geri götürsünler. Kadınlara, hayızlı olanlara ve küçük çocuklara söyle, Ramazan ayı bitimi bu ayda oruç tutanların çıktıkları yere onlar da çıksın. Şayet sema ile yere izin verilse idi bu oruç tutanlarla selamlaşır, konuşurlar ve onları nasıl bağışladığımın müjdesini kendilerine verirlerdi. Zira bu kullarıma şöyle derim:

“Ey Ramazan orucunu tutan kullarım! Çadırlarınıza geri dönün ki beni razı ettiniz. Oruç tutmanızın mükâfatı olarak sizleri Cehennem ateşinden azat ediyorum. Hesabınızı kolay kılıyorum. Kusurlarınızı affediyorum. Bu ayda yaptığınız harcamaları sizlere telafi edeceğim ve kimselerin önünde küçük düşürmeyeceğim. İzzetime andolsun ki Ramazan orucunu tuttuktan ve huzurumda bu şekilde durduktan sonra âhiretiniz konusunda benden istediğiniz şeyleri vereceğim. Dünyanız konusunda istediğiniz şeylerle de ilgileneceğim."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Beyhakî ve İsbehânî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ramazan ayında Allah'ı zikreden kişi bağışlanır. Yine bu ayda Allah'tan bir şey isteyen kişi boş çevrilmez" buyurduğunu işittim.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Şemâil'de, Nesâî ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların en - cömerdiydi. Ancak Ramazan ayında Cebrâil ile buluştuğunda her zamankinden daha fazla cömert olurdu. Cebrâil, Ramazan ayı boyunca her gece Allah Resûlü ile buluşup Kur'ân'ı okur mütalaa ederlerdi. Cebrâil ile görüştüğü zamanlarda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) esen rüzgârlardan bile daha fazla cömert olurdu."

İbn Mâce, Enes'ten bildiriyor: Ramazan ayı girince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ramazan ayına girmiş bulunuyorsunuz. Bu ayın içinde bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır ki bu geceden mahrum olan kişi (bin aylık) hayrın tümünden mahrum kalmış olur. Bu gecenin hayrından da ancak ahiretten nasibi olmayanlar mahrum kalır. "

Bezzâr'ın Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının her bir gün ve gecesinde Yüce Allah'ın Cehennem ateşinden azat ettiği kulları olur. Her bir müslümanın da bu ayın her bir gündüz ve gecesinde kabul gören bir duası olur."A

İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının ilk gününde Yüce Allah kullarına nazar eder. Allah da bir kuluna nazar ettiği zaman onu artık azaba maruz bırakmaz. Ramazan ayının bir gününde Yüce Allah bir milyon kulunu Cehennem ateşinden azat eder. Ramazan ayının yirmidokuzuncu gününde de birinci günden itibaren azat ettiği kişi sayısınca müslümanı Cehennem azabından azat eder. Bayram günü olduğu zaman da melekler sarsılır. Her ne kadar vasfedilemese de Yüce Allah nuruyla tecelli eder ve bayramı kutlayan meleklere: «Ey melekler! Çalışan kişinin işini bitirmesinin karşılığı nedir?» diye sorar. Melekler: «Ücretini vermektir» derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Siz de şahit olun ki onları bağışladım» buyurur.

Taberânî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Ramazan ayı geldiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bereket ayı gelmiş bulunmakta. Bu ayda Yüce Allah rahmetiyle sizi kuşatır; hatalarınızı siler ve dualarınıza icabet eder. Yüce Allah bu ayda hayırla birbirinizle yarışmanıza bakıp bu yönde meleklerine karşı övünür. Bunun için hayırlarda yarışarak Allah'a kendinizi gösterin. Bedbaht olan kişi bu ayda Allah'ın rahmetinden mahrum kalan kişidir."

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayı geldi. Bu ayda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur. Ramazan ayını idrak edip de bağışlanmaya nail otamadan ölen kişi, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!"

Ebu'ş-Şeyh, es-Sevâb'da, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayı ümmetimin ayıdır. İçlerinden biri hastalandığı zaman onu ziyaret ederler. Bir Müslüman oruçlu olduğu zaman yalan söylemez, gıybet yapmaz. Sadece temiz ve helal olan şeylerden yer. Farzlarım ifa edebileceği kuytu, sakin yerlere çekilir. Ay sonunda da yılanın derisinden çıkması gibi günahlarından sıyrılıp arınır. "

İbn Merdûye ve İsbehânî, et-Terğîb'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan orucunu tutup da üç şeyden selim olan kişi Cenneti garanti eder" buyurdu. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh:

Resûlallah! Bu üç şey dışında kalanlar sağlam olmasa bile mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu üç şey dışında kalanlar sağlam olmasa bile" karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Bu üç şey de kişinin dili, midesi ve cinsel organıdır.."

İsbehânî'nin bildirdiğine göre Zührî:

“Ramazan ayında yapılan bir tesbîhat, başka ayda yapılan bin tesbîhattan değerlidir" demiştir.

İsbehânî, Mualla b. el-Fadrdan bildiriyor:

“Öncekiler, altı ay boyunca Ramazan ayını idrak etmeleri için, altı ay da yaptıkları amellerin kabulü için Yüce Allah'a dua ederlerdi."

İsbehânî'nin, Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayında Cuma gününün diğer günlere olan üstünlüğü, Ramazan ayının diğer aylara olan üstünlüğü gibidir" buyurmuştur.

İsbehânî, İbrâhim en-Nehaî'den bildiriyor:

“Ramazanda tutulan bir günlük oruç, başka aylarda tutulan bin günlük oruçtan; Ramazan ayında yapılan bir tesbîhat, başka ayda yapılan bin tesbîhattan; Ramazan ayında kılınan bir rekat namaz, başka aylarda kılınan bin rekattan daha değerlidir."

İsbehânî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kişi Ramazan ayını (günahlardan uzak) sağ salim geçirdiği zaman bütün yılı sağ salim geçirir. Cuma gününü sağ salim geçirdiği zaman da haftanın diğer günleri sağ salim geçer" buyurmuştur.

İsbehânî, Evzaî kanalıyla Mekhûl, Kâsım b. Muhaymire ve Abde b. Ebî Lubâbe'den bildiriyor: Ebû Umâme el-Bâhilî, Vâsile b. el-Eska' ve Abdullah b. Busr'un bize bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet her yıl Ramazan için yeni baştan süslenip hazırlanır" buyurmuştur. Yine:

“Ramazan ayında nefsini ve dinini koruyup temiz tutan kişiyi Yüce Allah, Cennet hurileriyle evlendirir ve ona Cennet köşklerinden bir köşk verir. Her kim de Ramazan ayında bir kötülük yapar veya birine iftirada bulunursa veya sarhoş edici bir şey içerse, Yüce Allah o kişinin bir yıllık amelini boşa çıkarır" buyurmuştur. Yine:

“Ramazan ayında takvalı olun! Zira bu ay Allah'ın ayıdır. Bu ayda kendinizi (günahlardan) koruyun!" buyurmuştur.

İsbehânî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayını ihya edip ayakta tuttukları sürece ümmetim hüsrana uğramaz" buyurdu. Adamın biri:

“Ramazan ayını heba etmeleri halinde hüsranları nasıl olur ki?" diye sorunca, Allah Resûlü şu karşılığı verdi:

“Mahremiyet ve kutsalların çiğnenmesiyle olur. Bir kötülükte bulunan veya zina eden veya hırsızlık yapan kişinin Ramazan ayında yaptığı ibadetler kabul görmez ve diğer Ramazan ayına kadar Allah'ın ve meleklerin laneti üzerinde olur. Diğer Ramazan ayı gelmeden önce ölürse de Cehennem ateşine gireceğini bilsin. Ramazan ayında takvaya sarılın! Zira bu ayda yapılan iyilikler de, kötülükler de katıyla karşılık görür."

İsbehânî, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Ramazan ayı girdiği zaman ilk gününde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Yüce Allah'a hamdu senada bulunur ve şöyle buyururdu:

“İnsanlar! Yüce Allah cinlerden olan düşmanlarınızı bertaraf etmiş ve:

“...Bana dua edin, size icabet edeyim..." buyurarak yaptığınız dualara icabet edeceği sözünü vermiştir. Bilin ki Yüce Allah, her azgın şeytana karşı yedi melek görevlendirmiştir. Ramazan ayı bitene kadar bu melekler onu bırakmazlar. Bilin ki Ramazan ayının ilk gününden son gününe kadar semanın kapıları açık kalır. Bilin ki bu ayda yapılan dualar kabul görür." Ramazan ayının son on gününe girdiğimiz zaman da izarını kapalı tutar, evden çıkıp bu on günü itikafta geçirir, gecelerini ibadetle ihya ederdi."

Ravi der ki: Hazret-i Ali'ye:

“İzan kapalı tutmak ne demektir?" diye sorulunca, Hazret-i Ali:

“Bu son on günde hanımlarından uzak durur, onlarla ilişkiye girmezdi" dedi.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İshâk b. Ebî İshâk'tan bildiriyor: Ebû Hureyre, Ka'b'a:

“Ramazanı nasıl buluyorsunuz?" diye sorunca, Ka'b:

“Ramazan'la günahlarımızı döküp rahatlıyoruz" karşılığını vermiştir.

Ahmed, Bezzâr, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî, Amr b. Murra el-Cühenî'den bildiriyor: Kudâa kabilesinden bir adam Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah Resûlü olduğuna şehadet etsem, beş vakit namazı kılsam, Ramazan orucunu tutsam ve zekatımı da versem kimlerden olurum?" dedi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunları yaparak ölen kişi anne babasına asi olmadıktan sonra kıyamet gününde peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber şu şekilde olur" buyurdu ve parmaklarını birbirine geçirdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali, Ramazan ayı girdiği zaman bir hutbe verir, hutbesinde de şöyle derdi:

“Yüce Allah bu mübarek ayda oruç tutmayı farz kılmış, ancak gecelerini ibadetle geçirmeyi farz kılmamıştır. Kişi sakın:

“Filan kişi oruç tutarsa ben de tutarım! Filan kişi tutmazsa ben de tutmam!" demesin! Bilmelisiniz ki asıl oruç yemekten ve içmekten kesilmek, uzak durmak değildir. Asıl oruç yalandan, batıl ve boş şeylerden uzak durmaktır. Sakın Ramazan ayını karşılama babında birkaç gün öncesinden oruç tutmayın! Ramazan ayı hilalini gördüğünüzde oruca başlayın, bir daha gördüğünüzde de orucu bırakın. Şayet hava kapalı olur da hilali göremezseniz ayı otuza tamamlayın."

Ahmed, İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Beyhakî, Şuabu'l-îman'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de Vâsile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İbrahim'e sahifeleri Ramazan ayının ilk gününde nazil oldu. Tevrat, Ramazan ayının altıncı gününde nazil oldu. İncil, Ramazan ayının onüçüncü gününde nazil oldu. Zebur, Ramazan ayının onsekizinci gününde nazil oldu. Kur'ân da Ramazan ayının yirmidördüncü gününde nazil oldu. "

Ebu Ya'lâ ile İbn Merdûye, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

“Yüce Allah, İbrâhim'e (aleyhisselam) sahifeleri Ramazan ayının ilk gününde indirmiştir. Mûsa'ya (aleyhisselam) Tevrat'ı Ramazanın ayının altıncı gününde indirmiştir. Dâvud'a (aleyhisselam) Zebûr'u, Ramazan ayının onikinci gününde indirmiştir. İnciri îsa'ya (aleyhisselam) Ramazan ayının onsekizinci gününde indirmiştir. Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Furkân'ı da Ramazan ayının yirmidördüncü gününde indirmiştir."

İbnu'd-Durays, Ebu'l-Celd'den bildiriyor: İbrahim'e (aleyhisselam) sahifeleri Ramazan ayının ilk gününde nazil oldu. Tevrat, Ramazan ayının altıncı gününde nazil oldu. Zebûr, Ramazan ayının onikinci gününde nazil oldu. İncil, Ramazan ayının onsekizinci gününde nazil oldu. Kur'ân da Ramazan ayının yirmidördüncü gününde nazil oldu. Bize bildirilene göre de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Tevrat'ın yerine bana yedi uzun sûre verildi. İncil'in yerine Miûn sûreler verildi. Zebur'un yerine Fatiha Sûresi verildi. Bunlara ek olarak da kısa (mufassal) sûreler verildi."

Muhammed b. Nasr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“İlk sahifeler Razaman ayının ilk gününde indirildi. Tevrat, Ramazan ayının altıncı gününde indirildi. İncil, Ramazan ayının onikinci gününde indirildi. Zebur, Ramazan ayının onsekizinci gününde indirildi. Kur'ân da Ramazan ayının yirmidördüncü gününde indirildi."

İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, es-Salât'da, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da, Miksem'den bildiriyor: Atiyye b. el-Esved, İbn Abbâs'a:

“İçime bir şüphe düştü. Yüce Allah:

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır..." buyurur. Yine:

“Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik" buyurur. Yine:

“Biz onu mübarek bir gecede indirdik..." buyurur. Oysa Kur'ân âyetleri Şevvâl ayında da, Zilka'de ayında da, Zilhicce ayında da Muharrem ayında da, Rebîulevvel ayında da nazil olmuştur" deyince, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Toptan olarak Ramazan ayının mubârek bir gecesi olan Kadir Gecesi'inde indirilmiştir. Daha sonraları ise değişik aylar ve günlerde parça parça dünya semasına indirilmiştir."

Firyâbî, İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, Taberânî, İbn Merdûye, Hâkim, Beyhakî ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân, Zikir'den (Levh-i Mahfuz'dan) Ramazan ayının yirmidördünde ayrılıp dünya semasındaki Beytu'l-İzze'ye konuldu. Sonrasında Cebrâil parçalar halinde azar azar onu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirip okumaya başladı."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ramazan ayı, mübarek gece Kadir gecesi konusuna gelince, mübarek gece denilen Kadir gecesidir. Kadir gecesi de Ramazan ayındadır. Kur'ân, Zikir'den (Levhi Mahfûz'dan) toptan bir şekilde dünya semasında olan Beytü'l-Ma'mûr'a yani yıldızların mevkii'ne (Mevkiu'n-Nucûm) indirilmiştir. Bundan sonrasında ise emir ve yasaklar ile savaşlar konusunda Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) parça parça nazil olmuştur."

İbnu'd-Durays, Nesâî, Muhammed b. Nasr, İbn Cerîr, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân, toptan olarak Ramazan ayındaki Kadir gecesinde dünya semasına indirildi. Sonrasında Yüce Allah dünyada bir konuda düzenleme yapmak istediği zamanlarda parça parça onu indirmeye başladı ki bu şekilde de tamamlandı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kur'ân, Kadir gecesinde toptan olarak Cebrâîl'e indirildi. Sonrasında kendisine verilen emirlere binaen onu parça parça Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştırdı" demiştir.

İbnu'd-Durays, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Kur'ân, Ramazan ayının Kadir gecesinde toptan olarak indirilip Beytu'l-İzze'ye konuldu. Sonrasında insanların soru ve sorunlarına binaen yirmi üç senelik bir süre zarfında tamamı parça parça indirildi."

Ebû Ya'lâ ile İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali öldürüldüğü zaman Hasan b. Ali kalkıp bir hutbe verip şöyle dedi:

“Vallahi Kur'an'ın da indirildiği gece olan bir gecede birini öldürdünüz! Bu gecede îsâ b. Meryem göğe çekildi. Bu gecede Yûşa b. Nûh öldürüldü. Bu gecede İsrâil oğullarının tövbesi kabul edildi."

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Bana bildirilene göre her Kadir gecesinde Kur'ân'dan o yıl içinde indirilecek âyetler nazil olurdu. Vahiy kesilene ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar de bu böyle devam etmiştir. Bu şekilde bir yıllık vahiy yedinci kat semadan Cebrâîl'e inerdi. Cebrâîl de Yüce Allah'ın emirleri doğrultusunda Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarirdl."

Abd b. Humeyd ile İbnu'd-Durays, Dâvud b. Ebî Hind'den bildiriyor: Âmir eş-Şa'bî'ye:

“Yüce Allah: «Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır...» buyurur. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayı dışındaki diğer aylarda da vahiy nazil olur muydu?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Tabi ki inerdi. Ancak Cebrâîl yıl içinde nazil olan âyetleri Ramazan ayında Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) okur, mütalaa ederdi. Bu mütalaa esnasında da Yüce Allah nazil olan âyetler konusunda dilediği hükmü verir, dilediği hükümleri nesheder, dilediğini bırakır, dilediğini de unuttururdu."

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken:

“Kur'ân'da oruç tutulmasının farz kılındığı aydır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini açıklarken:

“İnsanların kendisiyle doğru yolu ve hidayeti bulacağı, helal, haram ve hadlerin açıklanıp belirtildiği kitaptır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Helal ile haramların açıklanmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ile Müslim, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Ramazan ayı orucu farz kılınmadan önce Aşure gününde oruç tutulurdu. Ramazan ayının orucu farz kılınınca Aşura gününün orucu bırakıldı."

İbn Ebî Şeybe ile Müslim, Câbir b. Semure'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Aşura gününde oruç tutmayı söyler, bu yönce Müslümanlara teşviklerde bulunur ve bu günde bizleri denetlerdi. Ramazan ayı orucunun farz kılınmasıyla Aşure gününde oruç tutulması veya tutulmaması konusunda bize herhangi bir şey demedi. Tutup tutmayanları da denetlemeyi bıraktı."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.." âyetini açıklarken:

“Kişinin evinde (mukîm iken) bu ayı idrak etmesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun..." âyetini açıklarken:

“Kişi yolcu iken şayet bulunduğu yerde ikamet ediyorsa oruç tutsun" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun..." âyetini açıklarken:

“Kişi şayet mukîm ise oruç tutmalıdır" demiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Âli'den bildiriyor:

“Mukîm iken Ramazan ayını idrak eden kişi sonradan yolculuğa çıktığı zaman orucu tutması gerekir. Zira Yüce Allah: «...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun...» buyurmuştur."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.." âyetini açıklarken:

“Kişi ailesinin yanında, mukîm iken Ramazan ayını idrak ettiğinde sonradan yolculuğa çıkmayı istersede orucu tutsun" demiştir.

Dârakutnî zayıf bir senedle Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Herkim mukîm olduğu halde Ramazan ayında bir günün orucunu bozarsa bir kurban kessin. İmkanı yoksa yoksullara otuz sâ' hurma dağıtsın."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan ile İbrâhim en-Nehaî:

“Kişi ayakta durarak namaz kılamıyorsa oruç da tutmaz" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildiriyor:

“Yolculukta orucun hükmü namazın hükmü gibidir. Namazı kısaltarak kıldığın zaman oruç tutmazsın. Namazı tam olarak kıldığın zaman da oruç tutarsın."

Süfyân b. Uyeyne, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Enes b. Mâlik el-Kuşeyrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır. Aynı şekilde hamile ve emziren kadından da orucu kaldırmıştır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a yolculukta oruç tutmanın hükmü sorulunca:

“Yolculukta oruç zorluktur, ancak Allah kolaylık göstermiştir. Sen kolay olanı (ruhsatı) seç" demiştir.

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Hamza el-Eslemî, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculukta oruç tutmanın hükmünü sorunca:

“Dilersen tutar, dilersen de tutmazsın" karşılığını verdi."

Dârakutnî, Hamza b. Amr el-Eslemî'den bildiriyor: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Yolculuk esnasında kendimde oruç tutma gücünü buluyorum. Tutmamın bir sakıncası olur mu?" diye sorduğumda:

“Yolculukta oruç tutmama Yüce Allah'ın verdiği bir ruhsattır. Bu ruhsatı kullanan kişi güzel olanı yapmış olur. Ancak tutmak isteyen kişi için de herhangi bir sakınca yoktur" karşılığını verdi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim, Hamza b. Amr el-Eslemî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculukta oruç tutmanın hükmünü sorduğumda:

“Oruç tutmak istiyorsan tut, istemezsen de tutmayabilirsin" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve Dârakutnî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculukta bazen oruç tutmuş, bazen tutmamıştır. Yine yolculukta bazen namazı kısaltmış, bazen de tam kılmıştır."

Hatîb, Tâli't-Talhîs'de, Muâz b. Cebel'den bildiriyor. "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculukta oruç tutmamaya ruhsat veren âyet nazil olduktan sonra da yolcu iken oruç tutmuştur."

Abd b. Humeyd, Ebû İyâd'dan bildiriyor: Hazret-i. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında yolculuğa çıktığında yolculara:

“Dileyen oruç tutsun, dileyen de tutmasın" diye seslenildi.

Ravi der ki: Ebû İyâd'a:

“Peki, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne yaptı?" diye sorulunca:

“Allah Resûlü oruç tuttu ki tutmaya herkesten daha layıktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yolculukta oruç tutanları kınamadığım gibi tutmayanları da kınamam" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb ile Âmir, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının Ramazan ayında yolculuğa çıktıkları zaman dileyenin oruç tuttuğu, dileyenin de tutmadığı, ne oruç tutanın tutmayanı, ne de oruç tutmayanın tutanı kınamadığı konusunda ortak görüş bildirmişlerdir.

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, Buhârî ile Ebû Dâvud, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor:

“Ramazan ayında Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculuğa çıkmıştık. Yolculuğa çıkanlardan bazıları oruç tutarken bazıları da tutmadı. Ancak ne tutanlar tutmayanları, ne de tutmayanlar tutanları böyle yaptığından dolayı kınamazdı."

Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında yolculuğa çıktığımızda kimimiz oruç tutar, kimimiz de tutmazdı. Ancak ne tutanlar tutmayanları, ne de tutmayanlar tutanları böyle yaptığından dolayı kınamazdı. Kendisini tutabilecek güçte bulup oruç tutanların iyisini yaptığını, kendini zayıf görüp tutmayanın da iyisini yaptığını düşünürlerdi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yolculukta oruç tutmak, istenen ibadetlerden değildir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ka'b b. Âsım'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yolculukta oruç tutmak, istenen ibadetlerden değildir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Ramazan ayında yolculuk sırasında oruç tutmamak benim için tutmaktan daha iyidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Yolculukta oruç tutmama ruhsatı Yüce Allah'ın, kullarına ihsan ettiği bir sadakadır" demiştir..

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e yolculukta oruç tutmanın hükmü sorulunca:

“Oruç tutmama gökten size gelen bir ruhsattır, dilerseniz bunu reddedin!" karşılığını vermiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e yolculukta oruç tutmanın hükmü sorulunca:

“Şayet birine bir sadaka versen ve verdiğin kişi bunu kabul etmese kızmaz miydin? Yolculukta oruç tutmama ruhsatı da Yüce Allah'ın size ihsan ettiği bir sadakadır" karşılığını vermiştir.

Nesâî, İbn Mâce ve İbn Cerîr'in Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yolcuyken oruç tutan kişi, mukîm iken oruç tutmayan kişi gibidir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yolculukta oruç tutmamak, kişinin kullanabileceği bir haktır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muharrer b. Ebî Hureyre, Ramazan ayında çıktığı bir yolculukta oruçlarını tutmuş, geri döndüğünde de Ebû Hureyre tuttuğu oruçları kaza etmesini söylemiştir.

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan bildiriyor:

“Hazret-iÖmer, Ramazan ayında çıktığı bir yolculukta oruç tutan bir adamın dönüşte tuttuğu oruçları yeniden tutmasını söyledi."

Vekî' ile Abd Humeyd'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz'e (Ramazan ayında) yolculuk sırasında oruç tutmanın hükmü sorulunca şöyle demiştir:

“Şayet tutmak sana güç gelmiyorsa orucunu tutarsın. Ancak tutmak size güç gelecekse tutmazsınız. Zira Yüce Allah: «... Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez...» buyurur."

Abd b. Humeyd, Nesâî ve İbn Cerîr, Hayseme'deh bildiriyor: Enes b. Mâlik'e yolculuk sırasında oruç tutmanın hükmünü sorduğumda:

“Kişi yolculukta oruç tutar" dedi. "O zaman:

“...Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." âyeti ne ifade ediyor?" diye sorduğumda da şu karşılığı verdi:

“Bu âyet nazil olduğunda yolculuklarımızı aç yapıyor ve konakladığımızda da tam olarak doyamıyorduk. Ancak şimdi tok karna yolculuk yapıyor ve konakladığımızda da istediğimiz kadar yemek yiebiliyoruz."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Enes'in:

“Yolculuk sırasında oruç tutmayan kişi bu yöndeki ruhsatı kullanmıştır. Oruç tutan kişi ise en iyisini yapmıştır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre yolculuk sırasında oruç tutma konusunda İbrâhim, Saîd b. Cübeyr ve Mücâhid'in:

“Dilersen oruç tutar dilersen de tutmazsın. Ancak tutman daha iyidir" demişlerdir.

Abd b. Humeyd'in, Avvâm b. Havşeb'den bildirdiğine göre Mücâhid şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında çıktığı yolculuklarda bazen oruç tutar bazen de tutmazdı. Ashabı da bu ayda yolculuk ettiği zaman genelde oruç tuttuğunu ve kendilerine: «Siz yiyin! Zira Rabbim beni yedirip içirmektedir» buyurduğunu söylemişlerdir."

Avvâm der ki: Mücâhid'e:

“Peki sen yolculuk durumunda oruç tutma hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda:

“Ramazan ayında yapılan yolculukta oruç tutmak, Ramazan ayı dışında yapılan bir yolculukta oruç tutmaktan daha İyidir" karşılığını verdi..

Abd b. Humeyd, Ebu'l-Bahterî'den bildiriyor: Abîde:

“Kişi Ramazan ayında oruca başladıktan sonra yolculuğa çıktığı zaman kalan günlerini oruçlu geçirsin" dedi ve:

“...Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun..." âyetini okudu. İbn Abbâs da bu konuda şöyle derdi:

“Ramazan ayında yolculuk sırasında kişi dilerse oruç tutar, isterse de tutmaz."

Abd b. Humeyd, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Abîde'ye:

“Ramazan ayında yolculuğa çıkayım mı?" diye sorduğumda:

“Hayır, çıkma" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd,Jbrâhim'den bildiriyor:

“Kişi mukîm iken Ramazan ayını idrak ettiği zaman ay bitene kadar yolculuğa çıkmasın. Bu ayda oruca başladıktan sonra çıkacaksa da yolculukta oruç tutsun. Zira Ramazan ayı içinde bu orucu tutmak, benim için başka bir ay içinde kaza etmekten daha iyidir."

Abd b. Humeyd, Ebû Miclez'den bildiriyor:

“Kişi mukîm iken Ramazan ayını idrak ettiği zaman ay bitene kadar yolculuğa çıkmasın. İlla çıkacaksa da yolculukta oruç tutsun."

Abd b. Humeyd, Abdurrahman b. el-Kâsım'dan bildiriyor: İbrâhim b. Muhammed, Ramazan ayında Hazret-i Âişe'ye gelip ona selam vermek istedi. Hazret-i Âişe:

“Nereye gidiyorsun?" diye sorunca, İbrâhim:

“Umreye gidiyorum" karşılığını verdi. Hazret-i Âişe:

“Ramazan ayı girene kadar oturdun, yola çıkmadın. Şimdi de çıkma!" deyince, İbrâhim:

“Ama arkadaşlarım ve hazırladığım eşya ile yüküm artık yola çıktı" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe:

“Olsun! Yük ile eşyalarını geri getirt ve Ramazan ayı bitene kadar yerinde kal!" dedi.

Abd b. Humeyd, Ümmü Zerre'den bildiriyor: Bir Ramazan ayında Hazret-i Âişe'nin yanındayken erkek kardeşimin elçisi oraya geldi. Hazret-i Âişe:

“Bu kim? Ne istiyor" diye sorunca:

“Kardeşimin elçisi! Kardeşim yolculuğa çıkmak istiyor" karşılığını verdim. Bunun üzerine Hazret-i Âişe:

“Ramazan ayı bitene kadar yolculuğa çıkmasın! Şayet ben yolculuktayken Ramazan ayını idrak etsem hemen bulunduğum yerde ikamet ederdim" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kişinin Ramazan ayında yolculuğa çıkmasında ve yolculuğu sırasında oruç tutmamasında bir sakınca yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Yüce Allah, Ramazan ayını insanlara (yerlerinde kalmaları için) bir bağ kılmış değildir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ:

“Ramazan ayını idrak eden kişinin yolculuğa çıkmasında ve yolculuğu sırasında oruç tutmamasında bir sakınca yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd ile Ebû Dâvud, Sinân b. Seleme b. Muhabbik el- Hüzelî'den, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendisini doyabileceği yere kadar götürebilecek bir bineğe sahip olan kişi Ramazan ayını idrak ettiği yerde orucunu tutsun" buyurmuştur.

İbn Sa'd'ın Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, ümmetime bir ihsan olarak Ramazan ayında hasta veya misafir olanın oruç tutmaması ruhsatını vermiştir" buyurmuştur.

Taberânî, Ka'b oğullarından biri olan Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir süvari birliği kabilemize baskın yapmıştı. Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğimde yemek yiyordu. "Otur, sen de yemeğimizden ye" diyerek beni davet edince:

Resûlallah! Ben oruçluyum" dedim. Bunun üzerine:

“Gel de sana namaz ve oruç hakkında bilgi vereyim. Yüce Allah yolcudan namazın yarısını kaldırdı. Yolcu, hamile ve emziren kadınlardan da orucu kaldırdı" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime:

“...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." âyetini açıklarken:

“Dileyen bu günleri aralıksız, dileyen de ayrı ayrı tutar" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ramazan ayında tutulmayan günlerin kaza edilmesi konusunda şöyle demiştir:

“Dileyen bu günleri aralıksız, dileyen de ayrı ayrı tutar. Zira Yüce Allah:

“'...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." buyurur."

İbn Ebî Şeybe ve Dârakutnî'nln bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ramazan ayında tutulmayan günlerin kaza edilmesi konusunda:

“Dilediğin gibi (ister aralıksız ister ayrı ayrı) tut" demiştir. İbn Ömer de:

“Bozduğun gibi (ard arda bozmuşsan aralıksız, ayrı ayrı bozmuşsan da ayrı ayrı) tutarsın" demiştir.

Mâlik ile İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Ramazan ayında hastalık veya yolculuk dolayısıyla oruç tutmayan kişi bunları kaza ederken ard arda tutar" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes'e, Ramazan ayında tutulamayan oruçların kaza edilmesi konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Yüce Allah:

“...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun.." buyurur. Sayıyı tamamladıktan sonra ayrı ayrı tutmasında bir sakınca olmaz."

İbn Ebî Şeybe, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'a, Ramazan ayında tutulamayan oruçların ayrı ayrı kaza edilmesi konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Yüce Allah, gerekli hallerde tutmama ruhsatı ve kolaylığını tutulmayan günleri kaza ederken zorluk çıkarmak için tanımamıştır. Onun için sayıyı tamamladıktan sonra kişi kaza edeceği günleri dilediği gibi tutabilir."

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Râfi' b. Hadîc:

“Sayıyı tamamladıktan sonra (kazayı) dilediğin gibi tutabilirsin" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ile Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebele'e, Ramazan ayında tutulamayan oruçların kaza edilmesi konusu sorulunca:

“Sayıyı tamamladıktan sonra (kazayı) dilediğin gibi tutabilirsin" demiştir.

Dârakutnî, Amr b. el-Âs'tan bildiriyor:

“Ramazan ayının kazasını tutacağın zaman ayrı ayrı tut. Zira Yüce Allah:

“...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." buyurmuştur."

Vekî' ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre kadının biri Ebû Hureyre'ye, Ramazan orucunun kazasını nasıl tutacağını sorunca, Ebû Hureyre:

“Sayıyı tamamladıktan sonra dilediğin gibi tut. Zira Yüce Allah sizin için zorluk değil kolaylık ister" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Dârakutnî ve Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Bu âyet: (Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde ard arda tutsun) şeklinde nazil oldu. Ancak daha sonra (ard arda) ifadesi neshedildi."

Dârakutnî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üzerinde Ramazan kazası olan kişi, bu günleri ayrı ayrı değil ard arda tutsun" buyurmuştur.

Dârakutnî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında tutulamayan oruçların kazasının nasıl tutulacağı sorulunca:

“Ard arda tutar, ancak ayrı ayrı tutması halinde de kaza borcunu ödemiş sayılır" buyurmuştur.

Dârakutnî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan orucunun kazası konusunda:

“Kişi dilerse ayrı ayrı, dilerse de ard arda tutar" buyurmuştur.

Dârakutnî, İbn Abbâs'tan bir öncekinin benzerini zikreder.

İbn Ebî Şeybe ile Dârakutnî, Muhammed b. el-Münkedir'den bildiriyor: Bana ulaştığına göre Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan orucu kazasının ayrı ayrı tutulması sorulunca:

“Bu şekilde tutulabilirsin. Birinizin bir borcu olsa ve bu borcu ikişer üçer dirhem vererek ödese, sonunda borcunu ödemiş sayılmaz mı? Yüce Allah da kulunu affetme ve bağışlamaya herkesten daha layıktır" karşılığını vermiştir.

Dârakutnî:

“İsnadı hasendir, ancak mürsel hadistir" demiş, başka bir yerde bu hadisi değişik bir kanalla Câbir'den mevsûl ve merfû olarak rivayet etmiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez..." âyetini açıklarken:

“Burada kolaylık yolculuk esnasında oruç tutmamaktır, zorluk ise yolculukta oruç tutmaktır" demiştir.

İbn Merdûye, Mihcen b. el-Edra'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. namaz kılan bir adamı görünce bir süre uzaktan onu izledi. Sonra bana:

"Sence bu adam namazında samimi midir?" diye sordu. Ben:

Resûlallah! Medine ahalisi içinde en fazla namaz kılan kişidir!" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu sözü ona duyurma ki onu helak edersinl" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Yüce Allah bu ümmeti için zorluğu değil kolaylığı istemiştir. "

Ahmed, bizzat işiten bir bedeviden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Dininizde en hayırlısı en kolay olanıdır! Dininizde en hayırlısı en kolay olanıdır!" buyurmuştur.

İbn Sa'd, Ahmed, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve İbn Merdûye, Urve el- Fukeymî'den bildiriyor: Müslümanlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şunu yapmamızın herhangi bir sakıncası var mı?" diye sorduklarında üç defa:

"İnsanlar! Yüce Allah'ın dini kolaylık dinidir!" buyurdu.

Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kolaylaştırın zorlaştırmayın! Rahatlatın ürkütmeyin!" buyurmuştur.

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu din (kolay olmasının yanında) ağır bir dindir, onun için (ibadetlerde) aşırıya kaçmadan ve kendinize fazla yüklenmeden ilerleyin" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu din (kolay olmasının yanında) ağır bir dindir; onun için (ibadetlerde) aşırıya kaçmadan ve kendinize fazla yüklenmeden ilerleyin. Zira yolda kalan kişi, artık ne yol katedebilir, ne de buna bir mecali kalır" buyurmuştur.

Ahmed'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam uysal bir binektir ve kendisine ancak şefkatle, yumuşak bir şekilde binilmelidir" buyurmuştur.

Buhârî, Nesâî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam dini kolaylık dinidir. Dinle yarışa giren (aşırıya kaçan) kişi elbetteki yenik düşecektir. Mutedil olun, iyi olanı yapmaya çalışın ve bundan dolayı sevinin. Bu konuda günün başlangıcından, sonundan ve biraz da geceden faydalanın" buyurduğunu işittim.

Tayâlisî, Ahmed ve Beyhakî, Büreyde'den bildiriyor:Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kolumdan tuttu ve beraber yürümeye başladık. Yürürken namaz kılan bir adamla karşılaştık. Bu adam rükû ve secdelerini çok uzun tutuyordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sence bu adam gösteriş mi yapıyor?" diye sorunca:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. Bunun üzerine kolumu bıraktı ve:

“Sizi hedefe ulaştıracak mutedil bir yol izleyin, zira bu dinle yarışa girecek kişi yenilir!" buyurdu.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu din (kolay olmasının yanında) ağır bir dindir, onun için (ibadetlerde) aşırıya kaçmadan ve kendinize fazla yüklenmeden ilerleyin. Allah'ın kullarını Allah'a ibadetten soğutmayın! Zira yolda kalan kişi, artık ne yol katedebilir, ne de buna bir mecali kalır" buyurmuştur..

Beyhakî'nin Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bu din (kolay olmasının yanında) ağır bir dindir, onun için (ibadetlerde) aşırıya kaçmadan ve kendinize fazla yüklenmeden ilerleyin. Kendini Rabbinin ibadetinden soğutma! Zira yolda kalan kişi artık ne yol katedebilir, ne de buna bir mecali kalır. Hiç ölmeyecekmiş gibi ibadet et, yarın ölecekmiş gibi de günahlardan sakın."

Taberânî ve Beyhakî, Sehl b. Ebî Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten, o da babasından, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İbadetler konusunda aşırıya kaçmayın! Zira sizden Öncekiler bu yönde aşırıya kaçmaktan dolayı helak olmuşlardır. Onlardan arta kalanları da şu an rahip olarak özel oda ve hücrelerde bulabilirsiniz. "

Beyhakî, Ma'bed el-Cühenî'den, o da sahabenin birinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İlim amelden daha üstündür. En hayırlı amel de mutedil olanıdır. Yüce Allah'ın dini aşırılık (ifrat) ile gevşeklik (tefrit) arasında bir dindir. İyilik de iki kötülük (iki uç) arasında bir yerdedir ki kişi, onu ancak Allah'ın inayetiyle elde edebilir. En kötü yolculuk da bineği nefes nefese koşturarak yapılan yolculuktur. "

Ebû Ubeyd ve Beyhakî, İshâk b. Süveyd'den bildiriyor: Abdullah b. Mutarrif dünyadan el etek çekip kendini ibadete verince Mutarrif ona:

“Ey Abdullah! İlim, amelden daha üstündür. İyilik de iki kötülük arasında bir yerdedir. İşlerin en hayırlısı mutedil olanıdır. En kötü yolculuk da bineği nefes nefese koşturarak yapılan yolculuktur" dedi.

Ebû Ubeyd ve Beyhakî, Temîm ed-Dârî'den bildiriyor:

“Ne dinden eksilt, ne de nefsine aşırı yüklen. İbadetlerde tahammül edebileceğin ve devamlı olarak yapabileceğin bir yolu tut."

Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah azimetinin (emirlerinin) yerine getirilmesini sevdiği gibi verdiği ruhsatının kullanımasını da sever" buyurmuştur.

Bezzâr, Taberânî ve İbn Hibbân'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah azimetinin (emirlerinin) yerine getirilmesini sevdiği gibi verdiği ruhsatının kullanılmasını da sever" buyurmuştur.

Ahmed, Bezzâr, İbn Huzeyme, ibn Hibbân, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah nasıl günah işlenmesinden hoşlanmaz ise karşılığında verdiği ruhsatının kullanılmasını da sever" buyurmuştur.

Buhârî, el-Edebu'l-Mufred'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi dinler Allah'a daha sevimlidir?" diye sorulunca:

"Tevhîdden ayrılmayan (hanîf) müsamahakâr dinler" karşılığını vermiştir.

Ahmed ile Taberânî'nin bildirdiğine göre adamın biri İbn Ömer'e:

“Yolculuk sırasında oruç tutmaya gücüm yetiyor, tutayım mı?" diye sorunca, İbn Ömer şu karşılığı vermiştir:

“Bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim Yüce Allah'ın tanıdığı ruhsatı kabul edip kullanmazsa Arafat dağları kadar günahı olur» buyurduğunu işittim."

Taberânî, Abdullah b. Yezîd b. Âdem'den bildiriyor: Ebu'd-Derdâ, Vâsile b. el-Eska', Ebû Umâme ve Enes b. Mâlik'in bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul nasıl Rabbinin kendisini bağışlamasını sever ise; Allah da verdiği ruhsatın kabul edilip kullanılmasını sever" buyurmuştur.

Ahmed, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Habeşlilerin oyunlarını izlemem için çenemi omzuna koydu. Usanıp ayrılana kadar da omzunun ardından oyunlarını seyrettim. O gün şöyle buyurmuştu:

"Yahudiler dinimizin kolaylık ve hoşgörü dini olduğunu görsün! Ben tevhîd ve hoşgörüye dayalı bir dinle gönderildim. "

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Yüce Allah'ın dini, gevşekliğin üstü ile aşırılığın altı olan bir yerde kılınmıştır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yolculukta oruç tutanı kınama! Aynı şekilde oruç tutmayanı da kınama. Kişi hangisi kendisine kolay geliyorsa onu yapar. Zira Yüce Allah:

“...Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez..." buyurur."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yolculuk esnasında oruç konusunda sana nasıl kolay geliyorsa öyle yap. Zira Yüce Allah kuluna kolaylıktan başka bir şeyi istemez" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Bu da sayıyı tamamlamanız..." âyetini açıklarken:

“Ramazan ayının günlerini tamamlamanız, anlamındadır" demiştir.

Ebû Dâvud, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve Dârakutnî, Sünen'de Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan hilalini görmeden veya (hava kapalı ise) Şaban ayını otuza tamamlamadan oruca önceden başlamayın. Oruca başladığınız zaman da bir daha hilali görene kadar veya orucunuz otuz güne tamamlanana kadar orucu bitirmeyin. "

Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hiç kimse Ramazan ayını birkaç gün önceden oruca başlayarak karşılamasın. Ancak bu günler kişinin mutad olarak tuttuğu oruca denk geliyorsa bir sakıncası olmaz. Hilâli görmeden de oruca başlamayın! Aynı şekilde bir daha görmeden de orucu bitirmeyin. Şayet hava kapalı olur da hilali göremezseniz Ramazan ayını otuza, tamamlayın, sonra orucu bırakın."

Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan hilalini gördüğünüzde oruca başlayın, bir daha gördüğünüzde de orucu bitirin. Hava kapalı olur da hilali göremezseniz Ramazan ayını (otuza) tamamlayın" buyurmuştur. Başka bir lafızda:

“...Ayı otuz gün üzerinden hesaplayın" şeklinde geçer.

Dârakutnî, Rafi' b. Hadîc'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şaban ayını otuza tamamlayın ve Ramazan'a Öncesinden oruca başlamayın. Ramazan hilalini gördüğünüzde de oruca başlayın. Bir daha gördüğünüzde orucu bırakın. Şayet hava kapalı olur da hilali göremezseniz Ramazan ayını otuza tamamlayın, sonra orucu bırakın" buyurdu. Sonra iki elini açıp parmaklarını göstererek:

“Bir ay şu şu ve şu kadar (yirmidokuz) gündür" buyurdu ve üçüncü deyişinde de başparmağını kapalı tuttu.

Dârakutnî, Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte bulunduk. Bize bildirdiklerine göre Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:

“Ramazan hilalini gördüğünüz zaman oruca başlayın. Bir daha gördüğünüzde de orucu bitirin. Şayet Ramazan ayının son gününde hava bulutlu olup da hilali göremezseniz orucunuzu otuz güne tamamlayın. Adalet sahibi iki kişinin hilali gördüklerine dair şahitlik etmeleriyle de oruca başlayıp orucu bitirebilir ve bu yönde diğer ibadetlerinizi yapabilirsiniz."

Dârakutnî, Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında otuzuncu güne (hilali göremedikleri için) oruçlu olarak başladı. Ancak iki bedevi gelip de Allah'tan başka ilah olmadığına ve önceki gece Şevval ayının hilalini gördüklerine dair şehadet edince Allah Resûlü Müslümanların oruçlarını bozmalarını emretti."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Bu da sayıyı tamamlamanız..." âyetini açıklarken:

“Hasta veya yolcu olan kişinin tutamadığı günleri tutup (Ramazan orucunu) tamamlaması için, manasındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Mervezî, el-îdeyn'de bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbîr etmeniz içindir..." âyetini açıklarken:

“Burada tekbîr, Ramazan bayramı günü tekbîr getirmektir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Müslümanların Şevvâl hilalini gördükleri zaman bayram vakti bitene kadar tekbir getirmeleri gerekir. Zira Yüce Allah:

“...Bu da sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbîr etmeniz içindir..." buyurur."

Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağîr'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bayramlarınızı tekbirlerle süsleyin" buyurmuştur.

Mervezî, Dârakutnî ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Abdirrahman es-Sülemî'den bildiriyor:

“Müslümanlar Ramazan bayramında Kurban bayramından daha fazla tekbir getirirlerdi."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Zührî'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan bayramında evden çıkar, namazgaha ulaşıncaya ve bayram namazını kılıncaya kadar tekbir getirirdi. Namazı bitirdikten sonra da tekbiri keserdi."

Beyhakî bu hadisi başka bir kanalla mevsûl olarak Zührî'den, o Sâlim'den, o da İbn Ömer'den nakleder ve zayıf olduğunu bildirir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Nâfi' kanalıyla Abdullah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her iki bayramda namazgâha çıkarken yükse sesle tekbîr getirir ve tehlîl (Lâ ilâhe illallah) ederdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ:

“Bayram günü tekbîr getirmek sünnettendir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Mervezî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd (bayramlarda) şöyle tekbîr getirirdi:

“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Lâ ilâhe illallahu vallahu Ekber! Allahu Ekberu ve lillâhil-hamd (Allah büyükler büyüğüdür! Allah büyükler büyüğüdür! Allah'tan başka ilah yoktur! Allah büyükler büyüğüdür! Allah büyükler büyüğüdür ve hamd ancak onadır)."

İbn Ebî Şeybe, Mervezî ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs (haramlarda) şöyle tekbîr getirirdi:

“Allahu Ekberu kebîra! Allahu Ekberu kebîra! Allahu Ekberu ve lillâhil-hamd! Allahu Ekberu ve Ecellu! Allahu Ekberu alâ mâ hedânâ! (=Allah büyüktür, büyükler büyüğüdür! Allah büyüktür, büyükler büyüğüdür! Allah büyüktür ve hamd ancak onadır! Allah büyükler büyüğü yüceler yücesidir! Bize verdiği hidayetle Allah, büyükler büyüğüdür)."

Beyhakî, Ebû Osmân en-Nehdî'den bildiriyor: Selmân bize tekbîr getirmeyi şu şekilde öğretirdi:

“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekberu kebîra! Allahumme ente a'Iâ ve ecellu min en yekûne leke sâhibetun ev yekûne leke veledun ev en yekûne leke şerîkun fil-mülki ev yekûne leke veliyyun minez-zülli! Vekebbirhu tekbîra! Allahume iğfir lenâ! Allahumme irhamnâ (=Allah büyüktür! Allah büyüktür! Allah büyüktür, büyükler büyüğüdür! Allahım! Sen, dostun, çocuğun, hükümranlığında ortağın ve yardımcın olamayacak kadar ulu ve yücesin! Allah'ı tazim et ve yücelt! Allahım! Bizi bağışla! Bize merhamet et)."

186

"Kullarım benî senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler"

İbn Cerîr, Bağavî, Mucem'de, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Sulb b. Hakîm kanalıyla Ensâr'dan bir adamdan, o da babasından, o da babasından bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Rabimiz bize yakın mı? Onunla fısıldaşarak mı konuşalım? Yoksa bize uzak mı? Yüsek sesle mi ona seslenelim?" diye sorunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve herhangi bir cevap vermedi. Bunun üzerine:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu. Bu âyetle Yüce Allah, dua etme emredildiği zaman dua eden kişiye icabet edeceğini bildirmiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Hasan'dan bildiriyor: Ashab, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Rabbimiz nerede?" diye sorunca:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu.

İbn Merdûye, Enes'ten bildiriyor: Bedevinin biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbimiz nerede?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Semada, Arş'ının üzerinde" karşılığını verdi ve:

“Rahmân, Arş'a kurulmuştur" âyetini okudu. Sonrasında Yüce Allah:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler"'. âyetini indirdi.

İbn Asâkir, Târih'te, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dua etmekten geri durmayın! Zira Yüce Allah bana: «Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler» âyetim indirdi."

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildiriyor:

“Rabbiniz şöyle dedi:

“Bana dua edin, duânıza cevap vereyim..."  âyeti nazil olduğu zaman, Müslümanlar:

“Keşke hangi zamanlarda dua edeceğimizi de bilsek" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu.

Süfyân b. Uyeyne, Tefsîr'de, Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak Süfyân kanalıyla Ubey'den bildiriyor:

“Müslümanlar:

Resûlallah! Rabbimiz bize yakın mı? Onunla fısıldaşarak mı konuşalım? Yoksa bize uzak mı? Yüsek sesle mi ona seslenelim?" diye sorunca:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize ulaştığına göre:

“Rabbiniz şöyle dedi:

“Bana dua edin, duânıza cevap vereyim..." âyeti nazil olduğu zaman, bazıları:

Nebiyyallah! Nasıl dua edelim?" diye sordular. Bunun üzerine:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Abdullah b. Ubeyd'den bildiriyor:

“Rabbiniz şöyle dedi:

“Bana dua edin, duânıza cevap vereyim..." âyeti nazil olduğu zaman, bazıları:

“Onunla nasıl buluşabiliriz ki dua edelim?" diye sordular. Bunun üzerine:

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyeti nazil oldu. Bu âyetin inmesiyle de:

“Rabbimiz doğru söylemiş, zira o her yerdedir" dediler.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Müslümanlar:

“Rabbimiz bize yakın mı? Onunla fısıldaşarak mı konuşalım? Yoksa bize uzak mı? Yüsek sesle mi ona seslenelim?" diye sorunca:

“...Dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler..." âyeti nazil oldu. Burada Yüce Allah, bana itaat etsinler ve bilsinler ki ben onlara pek yakınım. Bana dua eden kişinin duasına ben de icabet ederim, buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Denizlerin anahtarı gemiler, karanın anahtarı yollar, semanın anahtarı da duadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Ahmed, Zühd'de, Ka'b'dan bildiriyor: Hazret-i Mûsa:

“Rabbim! Yakın mısın, seninle fısıldaşarak mı konuşayım? Yoksa uzak mısın, yüksek sesle mi sana sesleneyim?" diye sorunca, Yüce Allah ona:

“Ey Mûsa! Ben, beni zikreden kişinin hemen yanındayımdır" karşılığını verdi. Hazret-i Mûsa:

“Rabbim! Ancak bazı durumlarda oluyoruz ki öylesi durumlarda seni anmaktan tenzih ederiz" deyince, Yüce Allah:

“Hangi durumlar?" diye sordu. Hazret-i Mûsa:

“Helada bulunduğumuz veya cünub olduğumuz zamanlarda" deyince, Yüce Allah:

“Beni herhalükârda zikredin!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir gazveye çıkmıştık. Çıktığımız her tepe ve indiğimiz her vadide yüksek sesle tekbirler getirdiğimizi gören Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza yaklaştı ve:

“İnsanlarl Kendinize gelin! Ne bir sağıra, ne de burada bulunmayan birine seslenmektesiniz! Aksine her şeyi işiten, gören, size bineklerinizin boynundan daha yakın olan Zat'a seslenmektesiniz" buyurdu.

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Ben kuluma bana karşı olan zannına göre muamele ederim. Bana dua ettiği zaman da yanında olurum» buyurur."

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's- Sifât'ta Selmân el-Fârisî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbiniz hayâ sahibi ve pek cömerttir. Kulu kendisine dua edip el açtığı zaman o elleri boş çevirmeye hayâ eder" buyurmuştur. Başka bir lafızda:

“Kulu kendisine dua edip hayırlı bir şey dilediği zaman, o elleri hüsrana uğramış bir şekilde geri çevirmeye hayâ eder" şeklinde geçer.

Beyhakî, Selmân'dan bildiriyor:

“Tevrat'ta şöyle yazılı olduğunu gördüm:

“Allah hayâ sahibi ve cömerttir. Kulu tarafından kendisine açılan ve hayır isteyen elleri hüsrana uğramış bir şekilde geri çevirmeye hayâ eder."

Abdurrezzâk ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah haya sahihi ve cömerttir. Kulu tarafından kendisine açılan elleri hüsrana uğramış bir şekilde ve hayırlarla doldurmadan geri çevirmeye haya eder"

Ebu Nuaym, Hilye'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah cömert ve kerem sahibidir. Müslüman kulu kendisine el açıp dua ettiği zaman onları boş olarak geri çevirmekten haya eder" buyurmuştur.

Taberânî'nin M.el-Kebîr'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah haya sahibi ve cömerttir. Kulu tarafından kendisine açılan elleri hayırlarla doldurmadan boş olarak' geri çevirmekten haya eder. Biriniz el açıp dua edeceği zaman üç defa: «Ey Hayy ve. Kayyûm olan Allahım! Senden başka ilah yoktur. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi!» diyerek dua etsin. Duasını bitirince de ellerine inen hayırları yüzüne silsin."

Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir topluluk ellerini açıp Yüce Allah'tan bir şey diledikleri zaman Allah mutlaka onlara istedikleri şeyleri verir" buyurmuştur.

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah haya sahibi ve cömerttir. Kulu tarafından kendisine açılan elleri (hayırlarla) doldurmadan boş olarak geri çevirmekten haya eder" buyurmuştur.

Taberânî, Kitâbu'd-Dua'da Velîd b. Abdillah b. Ebî Muğîs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz ellerini açıp dua ettiği zaman Yüce Allah açılan ellerine rahmet ve bereket indirir. Onun için dua eden kişi duasını bitirdikten sonra yüzüne de silmeden indirmesin. "

Bezzâr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanoğlu! Amellerin biri benim içi,n biri de kendin içindir; biri ikimizin arasında biri de seninle diğer kullar arasındadır. Benim için olan şey, yalnızca bana ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Kendin için olan şey de, herhangi bir amelde bulunman ve bunun karşılığını sana vermemdir. İkimizin arasında olan şey de senden dua, benden de buna icabettir. Seninle diğer kullarım arasında olan şey ise, ancak kendin için razı olacağın bir şeye onlar için razı olmandır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Edeb'de ve Hâkim, Ebû Saîd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi günah barındırmayan veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine sebep olmayan bir duada bulunduğu zaman Yüce Allah bu duasına üç şekilde karşılık verir: Ya duasının karşılığı dünyadayken verilir. Ya duası kabul edilir, ancak karşılığı âhirette verilmek üzere bekletilir. Ya da bu duaya icabet babından kendisinden bir kötülük defedilir" buyurdu. Ashâb:

“O zaman biz de dualarımızda daha fazla şeyler isteriz" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah isteyebileceklerinizden daha fazlasını vermeye kadirdir" karşılığını verdi.

Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“«Dua ettim ama kabul görmedi» deyip acele davranmadığınız sürece dualarınıza icabet edilir" buyurmuştur.

Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Takdir edilen bir şeyin karşısında önlem almanın hiçbir faydası olmaz. Dua da kişinin başına gelen ve gelecek olan her türlü belaya karşı faydalı olur. Zira bela inerken edilen dua onu karşılar ve kıyamet gününe kadar bir birbirlerini bertaraf etmek için uğraşırlar."

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim'in Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kaderi ancak dua değiştirir. Ömrü de ancak iyilik uzatır" buyurmuştur.

Tirmizî ve Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dua, kişinin başına gelen ve gelecek olan her türlü belaya karşı faydalı olur. Onun için ey Allah'ın kulları, duaya sarılın!" buyurmuştur.

Tirmizî, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kabul göreceğine inanarak dua edin! Bilinki Yüce Allah (yaptığı duadan) gafil ve meşgul olan bir kalbin duasına icabet etmez!" buyurmuştur.

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dua etmekten geri durmayın! Zira duayla birlikte hiç kimse helak olmaz!" buyurmuştur.

Hâkim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Yüce Allah mümin kulu çağırıp huzurunda durdurur. Sonra ona: «Kulum! Bana dua etmeni emretmiş, ettiğin dualara da icabet edeceğime dair söz vermiştim. Dünyadayken bana dua ediyor muydun?» diye sorar. Kul: «Evet, ediyordum ey Rabbim!» karşılığını verir. Yüce Allah: «Ben de ettiğin her duana icabet ettim. Şu şu günde bir sıkıntından dolayı, sıkıntını gidermem için bana dua etmiştin de bu sıkıntını giderip seni rahatlatmadım mı?» buyurunca, kul: «Evet, ettin ey Rabbim!» karşılığını verir. Yüce Allah: «İşte ettiğin o duanın karşılığını dünyadayken verdim. Yine şu şu günde bir sıkıntından dolayı, sıkıntını gidermem için bana dua etmiştin ancak sıkıntın gitmemişti, değil mi?» buyurunca, kul: «Evet, ey Rabbim!» karşılığını verir. Bunun üzerine Yüce Allah: «O duanın karşılığını Cennette şu şu şekilde vermek üzere ahir ete bırakmıştım» buyurur ve şöyle devam eder: «Yine bir ihtiyacını gidermek üzere bana dua etmiştin de...»"

Bu şekilde Yüce Allah, kulun ettiği bütün dualara nasıl karşılık verdiğini tek tek açıklar. Duasının karşılığını artık ya dünyadayken verir ya da bu karşılığı âhirettte vermek üzere saklar. Kul da bu şekilde huzurda durduğu zaman: «Keşke ettiğim hiçbir duanın karşılığı dünyadayken verilmeseydi» demeye başlar. "

Buhârî, Edebu'l-Mufred'de ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kul yüzünü Yüce Allah'a çevirip de dua ederek bir şey istediği zaman Allah kişinin o dileğine mutlaka karşılık verir. Duasının karşılığını artık ya dünyadayken Verir ya da bu karşılığı âhirette vermek üzere saklar."

Buhârî, Edebu'l-Mufred'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun "Kişi günah barındıran veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine sebep olan duada bulunmadıkça veya acele davranıp: «Dua ettim ama duama karşılık verilmedi» diyerek duayı bırakmadığı müddetçe ettiği dualara icabet edilir. "

Ahmed, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul acele davranmadığı müddetçe hayır üzeredir" buyurdu. Ashab:

“Nasıl acele davranır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dua ettim, ama Rabbim duama karşılık vermedi, diyerek" buyurdu.

Ahmed, Zühd'de , Mâlik b. Dînâr'dan bildiriyor:

“Yüce Allah, İsrâil oğullarından bir Peygamberin diliyle şöyle buyurur:

“İsrâil oğullarına söyle! Dilinizle bana dua ediyorsunuz ancak kalpleriniz benden uzak. Benden korktuğunuz yalan! Elleriniz kana (günahlara) bulanmış iken mi bana dua ediyorsunuz! Önce ellerinize bulaşmış kanı yıkayın sonra da gelip bana dua edin!"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriniz dua edeceği zaman istediği şeyi kesin ve net bir şekilde ifade etsin. «Allahım! Dilersen bana bunu ver" demesin. Zira bu konuda Yüce Allah'ı zorlayacak bir şey yoktur» buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Bînniz; «Allahım! Dilersen beni bağışla» şeklinde dua etmesin. Ne istiyorsa onu kesin ve net bir şekilde istesin. Zira bu konuda Yüce Allah'ı zorlayacak bir şey yoktur" buyurmuştur.

Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, günah barındıran veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine sebep olan duada bulunmadıkça yeryüzünde Müslüman kulunun ettiği duaya ya hemen karşılık verir veya bu duayla ondan bir kötülüğü defeder" buyurmuştur.

Ahmed, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, günah barındıran veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesine sebep olan duada bulunmadıkça kulunun ettiği duaya ya hemen karşılık verir veya bu duayla ondan bir kötülüğü defeder" buyurduğunu işittim.

İbn Merdûye'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kulunun duasına icabet etmek isterse dua etmesine izin verir" buyurmuştur.

Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz dua edip de bu duasına karşılık verildiğini gördüğü zaman: «Tüm iyi şeylerin izzet ve celâli ile tamamlandığı Allah'a hamdolsunl» desin. Duasının karşılığının geciktiğini gören kişi de: «Her hâlimiz için Allah'a hamdederiz» desin."

Hakîm et-Tirmizî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet Yüce Allah'ı hakkıyla tanımış olsaydınız dualarınızla dağlar yerinden oynardı!" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de, Ebû Zer'den bildiriyor:

“İyilik yapmanın yanında duanın yeri, yemekte tuzun yeri gibidir. Yemeğe ne kadarlık tuz yetiyorsa iyiliğin yanında da o kadarlık dua etmek yeterlidir."

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Şebîb'den bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb'in yanında akşam namazını kıldım. Dua ederken sesimi yükseltince:

“Allah'ın sana yakın olmadığını mı zannediyorsun?" diyerek beni azarladı.

İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kime dua kapıları açılmışsa ona bu dualara icabet kapıları da açılmıştır" buyurmuştur.

Tirmizî'nin ise lafzı şöyledir:

“Kime dua kapıları açılmışsa ona rahmet kapıları da açılmış demektir. Yüce Allah'tan, afiyetten daha değerli bir şey istenmiş değildir. "

İbn Ebî Şeybe, İbrâhim et-Teymî'den bildiriyor:

“Denilirdi ki, kişi duasına Yüce Allah'a hamdu sena ile başlarsa o duası kabul edilir. Ancak önce dua edip sonra Yüce Allah'a hamdu sena da bulunursa o duasının kabul görmesi umulur."

İbn Ebî Şeybe, Hilâl b. Yesâf'tan bildiriyor:

“Bana ulaşana göre Müslüman dua edip de bu duası kabul görmezse duasına karşılık kendisine bir iyilik sevabı yazılır."

İbn Ebî Şeybe, Selmân'dan bildiriyor:

“Yüce Allah, Âdem'i (aleyhisselam) yarattığı zaman ona şöyle demiştir:

“Ey insanoğlu! Amellerden biri benim için biri kendin içindir, biri de ikimizin arasındadır. Benim için olan şey yalnızca bana ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Kendin için olan şey ise herhangi bir amelde bulunman ve bunun karşılığını sana vermemdir. İkimizin arasında olan şey de senden dua, benden de buna icabettir."

İbn Merdûye, Nâfi' b. Ma'dikerib'den bildiriyor: Hazret-i Âişe'nin yanmdayken bana şöyle dedi: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):..Bana dua edenin duasına icabet ederim.." âyetinin ne anlama geldiğini sordum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim! Âişe'nin sorusuna cevap ver!" dedi. Bunun üzerine Cebrâîl (aleyhisselam) indi ve şöyle dedi:

“Yüce Allah, sana selam ediyor ve bu soruya şöyle cevap veriyor:

“Kulum, salih ve halis bir niyetle, takvalı bir kalple: «Rabbim!» dediği zaman: «Buyur!» karşılığını verir ve istediğini ona veriririm."

İbn Ebi'd-Dünya, Kitâbu'd-Duâ'da, İbn Merdûye, Beyhakî, el-Esmâu ve's- Sifat'ta, İsbehânî, et-Terğîb'de ve Deylemî, Ebû Sâlih vasıtasıyla İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildiriyor:

“Câbir b. Abdillah'ın bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kullarım beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler" âyetini okudu ve şöyle dua etti:

“Allahım! Sen dua etmemizi emrettin ve bu dualara icabet etmeyi üzerine aldın. Allahım! Sana itaate hazırım! Sana itaate hazırım! Sana itaate hazırım! Hiçbir ortağın yoktur, sana itaate hazırım! Hamd senindir; nimet senin, mülk senin! Senin ortağın yoktur. Allahım! Şehadet ederim ki teksin, birsin ve her şey sana muhtaçtır. Doğurmadın, doğrulmadın ve hiçbir şey sana denk değildir. Şehadet ederim ki vadin hak, huzuruna çıkmak hak; Cennet hak ve Cehennem haktır. Şüphesiz kıyamet kopacak ve kabirde olanları dirilteceksin!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes: (.....) âyetini:

“Bana dua etsinler ve bu dualarına icabet edeceğime de inansınlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Bana itaat etsinler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Recâ Atâ el-Horasânî: (.....) âyetini:

“Bana dua etsinler ve bu dualarına icabet edeceğime de inansınlar" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) âyetini açıklarken:

“Doğru yolu bulabilsinler, anlamındadır" demiştir.

187

"Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescîdlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın, Allah insanlara yasaklardan sakınsınlar dîye âyetlerini böylece apaçık bildirir."

Vekî', İbn Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, en-Nehhâs, en-Nâsih'de , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Berâ b. Âzib'den bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri oruçlu olduğu zaman, iftar vakti gelip de uyuyakaldığında, ikinci günün akşamına kadar bir şey yemezdi. Onlardan biri olan Kays b. Sirma el-Ensârî oruçluydu. Gün boyu tarlasında çalıştıktan sonra iftar vakti hanımının yanına gelip:

“Yanında yiyecek bir şeyler var mı?" diye sordu. Hanımı:

“Yok ama gidip bir yerden alır gelirim" dedi. Hanımı gidince de yorgunluktan gözleri kapandı ve uyuyakaldı. Hanımı gelip de onun uyuduğunu görünce:

“Sana yazık oldu! Uyudun mu!" dedi. İkinci gün, gün ortasında Kays bayıldı. Bu durum Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aktarılınca:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın..."âyeti nazil oldu. Müslümanlar bundan dolayı çok sevindiler.

Buhârî, Berâ'dan bildiriyor:

“Ramazan ayının orucunu farz kılan âyet nazil olduktan sonra Müslümanlar Ramazan ayı boyunca hanımlanyla ilişkiye girmezlerdi. Ancak bazıları dayanamayıp ilişkiye giriyordu. Sonunda:

“...Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz..." âyeti nazil oldu."

Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ka'b b. Mâlik'ten bildiriyor: Önceleri Ramazan ayında biri oruç tuttuğu zaman, iftardan sonra uyuması halinde artık diğer günün akşamına kadar yemek, içmek ve hanımıyla ilişkiye girmek kendisine haram olurdu. Bir gece Ömer b. el-Hattâb, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından evine dönünce hanımının uyumuş olduğunu gördü. Onu uyandırıp birlikte olmak istedi. Hanımı:

“Ama uyudum!" dedi, ancak Ömer:

“Hayır! Henüz uyumadın!" karşılığını verdi ve onunla ilişkiye girdi. Ben de hanımımla aynı şeyi yapmıştım. Sabah olunca Ömer, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu anlattı. Bunun üzerine:

“...Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Bu âyet nazil olmadan önce "Müslümanların yatsı namazını kıldıktan sonra diğer günün akşamına kadar bir şey yiyip içmeleri ve hanımlanyla ilişkiye girmeleri haram sayılırdı. Ancak Ömer b. el-Hattâb yatsı namazını kıldıktan sonra hanımıyla ilişkiye girdi. Sirma b. Kays da akşam namazını kıldıktan sonra henüz tam olarak doyamamışken uyuyakalmış Allah Resûlü yatsı namazını kıldırana kadar da uyanmamıştı. Yatsı namazından sonra uyanınca da yemek yedi ve bir şeyler içti. Sabah olunca Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumunu anlattı. Bunun üzerine:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." âyeti nazil oldu. Burada kadınlara yaklaşmaktan kasıt onlarla cinsel ilişkiye girmektir. Nefse güvenmemekten kasıt, kişinin sabredemeyip yatsıdan sonra hanımıyla ilişkiye girmesi, yemek yiyip bir şeyler içmesidir. Kadınlara yaklaşabilirsiniz, buyruğuyla yatsıdan sonra da kişinin hanımıyla birlikte olabileceği bildirilmiş, bu birliktelikten de çocuk bekleme âyette Yüce Allah'ın takdir ettiğini dileme olarak olarak ifade edilmiştir. Yüce Allah kularına merhameti ve mağfireti dolayısıyla da yatsıdan sonra da yiyip içmelerine müsaade etmiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Önceleri Ramazan ayında Müslümanların yatsı namazını kıldıktan sonra diğer günün akşamına kadar bir şey yiyip içmeleri ve hanımlarıyla ilişkiye girmeleri haram sayılırdı. Ancak içlerinde Ömer b. el-Hattâb'ın da bulunduğu bazı Müslümanlar yatsı namazından sonra yiyip içtiler ve hanımlarıyla ilişkiye girdiler. Durumdan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yakınınca:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz..."âyeti nazil oldu. Burada kadınlara yaklaşmaktan kasıt, onlarla ilişkiye girmektir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İslamiyetin ilk dönemlerinde Müslümanlardan biri oruç tutacağı zaman akşama kadar tutar, akşam olunca da yatsı namazına kadar dilediğince yer içerdi. Ancak yatsı namazı kılındıktan sonra artık diğer günün akşamına kadar yiyip içemez, hanımıyla da ilişkiye giremezdi. Bir defasında Ömer b. el-Hattâb yatsı namazını kılıp uyuduktan sonra dayanamadı ve hanımıyla birlikte oldu. Sonrasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Günahkâr olan bu nefsimin yaptığından dolayı Yüce Allah'tan ve senden özür diliyorum. Zira bana hoş gösterdi ve olmaması gereken bir vakitte hanımımla birlikte oldum. Bu konuda benim için bir ruhsat olabilir mi?" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ömer! Bunu yapmaya hakkın yoktu!" karşılığını verdi. Ömer evine dönünce Allah Resûlü onu geri çağırttı ve bu konuda âyetle inen ruhsatı kendisine bildirdi. Yüce Allah indirdiği bu âyeti de Bakara Sûresi'nin orta yerine koymasını emretti.

Nazil olan bu âyet şöyleydi:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." Âyette nefsine güvenmeme olarak ifade edilen durum,

Ömer'in yaptığı iştir. Ancak Yüce Allah bunu yapanları hemen akabinde affettiğini de bildirmiş ve sabah vakti girinceye kadar yeme, içme, cinsel ilişkiye girmeyi helal kılmıştır.

İbn Cerîr, Sâbit'ten bildiriyor:

“Ömer b. el-Hattâb, Ramazan günü akşam yatsıdan sonra hanımıyla birlikte oldu ve bundan dolayı da çok üzüldü. Bunun üzerine:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı..." âyeti nazil oldu."

Ebû Dâvud ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere, farz kılındığı gibi size de farz kılındı..."âyeti nazil olduktan sonra Müslümanlar yatsı namazını kılınca öbür günün akşamına kadar yeme, içme ve hanımlarıyla ilişkiye girme kendilerine haram olurdu. Ancak adamın biri dayanamadı ve yatsı namazını kıldıktan sonra karısıyla ilişkiye girdi. Bir şey yiyip içmeden de orucuna devam etti. Yüce Allah diğerleri için bir kolaylık sağlamak, bu yönde ruhsat verip faydalandırmak için:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Allah insanlara yasaklardan sakınsınlar diye âyetlerini böylece apaçık bildirir" âyetini indirdi. Bu şekilde de Yüce Allah bu yönde insanlara ruhsat verip kolaylık sağlamıştır.

İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için..." âyeti, Hazrec oğullarından biri olan Ebû Kays b. Sirma hakkında nazil olmuştur."

Vekî' ve Abd b. Humeyd, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildiriyor: Önceleri Müslümanlar oruç tuttuklarında akşam henüz iftarını açmadan uyudukları zaman artık diğer günün akşamına kadar bir şey yiyip içemezdi. İftardan sonra da hanımıyla ilişkiye girmeden uyuduğu zaman artık diğer günün akşamına kadar ilişkiye giremezdi. Bir defasında Ensar'dan Sirma b. Mâlik adında biri akşam vakti ailesinin yanına gitti. Oruçlu olduğu için evdekilere:

“Bana yemek koyun" dedi. Evdekiler de:

“Az bir bekle de yemeği ısıtalım, sıcak yemek ye" karşılığını verdiler. Onlar yemeği ısıtırlarken Sirma başını yastığa koyup uzandı, ancak gözleri kapandı ve uyudu. Ailesi yemeği getirip ona:

“Ye!" dediler. Ancak Sirma:

“Ama uyudum, yiyemem" karşılığını verdi ve yemeği yemedi. O gecesi açlıktan sağa sola dönüp kıvranarak sabahı etti. Sabah Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlattı. Orada bulunan Ömer b. el-Hattâb da kalkıp:

Resûlallah! Ben de dün gece vakti eşimle birlikte olmak istedim. Hanımım uyuduğunu söyledi, ancak ben bahane bulmak istiyor diye düşündüm ve onunla ilişkiye girdim. Daha sonra gerçekten uyumuş olduğunu bana söyledi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Sirma b. Mâlik hakkında:

“...Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için..." buyurdu. Ömer b. el-Hattâb hakkında da:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz..." buyurdu.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu..."  âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ramazan ayı orucunun farz kılınmasından önceki dönemi kast eden bir ifadedir. Zira o zamanlar Müslümanlar her aydan üç gün oruç tutarlar, namaz olarak da sabah iki, akşam da iki rekat kılarlardı. Bu şekilde ve Ramazan ayı orucunun farz kılınmasından sonra oruç tutanlar da iftar vaktinden sonra uyudukları zaman artık diğer günün akşamına kadar bir şey yiyip içemezler ve kadınlarla ilişkiye giremezlerdi. Ancak bazıları iftar vaktinden sonra uyumalarına rağmen yine de bir şeyler yer, içer ve kadınlarla birlikte olurlardı. Bu onların kendilerini tutamamaları ve sabredememeleri dolayısıyla idi. Bunun üzerine:

“...Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadartamamlayın..." âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Önceleri Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı Ramazan orucunu tuttukları zaman, kişi iftardan sonra dilediğini yer, içer ve kadınlarla birlikte olabilirdi. Ancak iftar sonra uyuması halinde artık diğer günün iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişki kendisine haram olurdu. Ancak buna dayanamayıp uyuduktan sonra da bir şeyler yiyip içen veya cinsel ilişkiye giren kişiler de oluyordu. Sonrasında Yüce Allah bu âyetle onların hatalarını affetti ve uyuma öncesi ve sonrasında gece boyunca bunları yapmayı kendilerine helal kıldı.

Abd b. Humeyd, İbrâhim et-Teymî'den bildiriyor:

“Önceleri Müslümanlar oruç konusunda ehli kitabın yaptıkları gibi yaparlardı. İftar vaktinden sonra biri uyuduğu zaman artık diğer günün iftar vaktine kadar bir şeyler iyip içemezdi. Sonrasında:

“Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemiyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Allah insanlara yasaklardan sakınsınlar diye âyetlerini böylece apaçık bildirir" âyeti nazil oldu."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bizim orucu ehli kitabın orucundan ayıran şey, sahur yemeğidir" buyurmuştur.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiklerine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi, cinsel ilişki anlamına gelir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'den bildiriyor: (.....) ifadesi, cinsel ilişki anlamına gelir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: (.....) ifadelerinin hepsi cinsel ilişki anlamlarına gelir. Yüce Allah da hayâ sahibidir ve cömerttir. Dilediği şeyi dilediği kinaye ile ifade eder."

Abdurrezzâk, Tâvus'tan bildiriyor: (.....) ifadeleri cinsel ilişki anlamlarına gelir. Oruç konusunda (.....) cinsel ilişkiyi ifade ederken, hac konusunda (.....) ise cinsel ilişkiye teşvik eden, sebep olan şeyler anlamında kullanılır."

Firyâbî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini şöyle açıklamıştır:

“Libâs'tan kinâye, huzur ve sükûnettir. Siz kadınlarda huzuru ve sükûneti bulursunuz, kadınlar da sizde huzur ve sükûneti bulurlar."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah'ın: (.....) âyeti ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, ibn Abbâs:

“Kadınlar sizler için, gece gündüz huzur ve sükûnet bulacağınız sığınaklardır, anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle dedi:

“Tabi ki, bilirler. Zübyân oğullarından biri olan şair en-Nâbiğa'nın:

"Yatak duygularını okşayıp kendine çektiğinde kadını

Yanaşır da senin huzurun ve sükûnetin olur" dediğini hiç işitmedin mi?"

Abdurrezzâk, Musannef’te Yahyâ b. Alâ vasıtasıyla İbn En'um'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Eşimin avret yerimi görmesinden hayâ ediyorum" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah sizi onlara, onları da size birer örtü kılmışken neden hayâ ediyorsun?" diye sorunca, Osmân:

“Görmelerinden hoşlanmıyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama eşlerim benim avret yerimi görüyor, ben de onlarınkini görüyorum" buyurunca, Osmân:

“Sen mi ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evetl" karşılığını verince, Osmân:

“Eğer sen bunda bir şey görmüyorsan diğerleri ne yapsın!" dedi. Osmân dönüp gidince de Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbn Maz'ûn pek hayâ sahibi ve iffetli biri" buyurdu.

İbn Sa'd, Sa'd b. Mes'ûd ile Umâra b. Ğurâb el-Yahsabî'den bir öncekinin aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Kendinize zulmettiğinizi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“İhanet edip günaha bulaştığınızı" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Kadınlarınızla ilişkiye girebilirsiniz, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî değişik kanallardan bildirdiklerine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Âyette geçen (.....) ifadesi cinsel ilişki anlamındadır. Ancak Yüce Allah hayâ sahibi, kerîm olduğu için kinayeli bir ifade kullanmıştır."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Allah'ın Kitab'ında geçen (.....) ifadeleri cinsel ilişki anlamına gelirler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin..." âyetini açıklarken:

“Burada takdir edilenden kasıt çocuktur" demiştir.

Abd b. Humeyd de Mücâhid, Katâde ve Dahhak'tan bir önceki yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin..." âyetini açıklarken:

“Burada takdir edilenden kasıt Kadir gecesidir" demiştir.

Buhârî, Târih'de bildirdiğine göre Enes:

“...Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin..." âyetini açıklarken:

“Burada takdir edilenden kasıt Kadir gecesidir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın bu yönde size tanıdığı ruhsatı kullanın, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildiriyor: İbn Abbâs'a: (.....) âyeti nasıl okunur? (.....) lafzıyla mı yoksa (.....) lafzıyla mı?" diye sorduğumda:

“İstediğin lafızla okuyabilirsin. Ama sen ilk lafızla oku!" karşılığını verdi.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayında gece eşiyle birlikte olup cünüp olarak sabahlar, sonra yıkanıp o günü oruç tutardı."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Ümmü Seleme'ye, cünüp olarak sabahlayan kişinin o günü oruç tutup tutamayacağı sorulunca, şöyle demiştir:

“Ramazan ayında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ihtilamdan dolayı değil, ilişkideh dolayı cünüp olarak sabahlar ve (yıkandıktan sonra) o günün orucunu tutardı."

Mâlik, Şafiî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Bazen cünüp olarak sabahlıyorum, ama o günü de oruç tutmak istiyorum" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bazen ben de cünüp olarak sabahlıyor ve oruç tutmak istiyorum.. Bu durumda yıkanıp o gün orucumu tutuyorum" karşılığını verdi. Adam:

Resûlallah! Ama sen bizim gibi değilsin; zira Yüce Allah senin gelmiş geçmiş tüm günahlarını bağışlamıştır" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdı ve:

“Vallahi ben, Allah'tan en çok korkanınız ve korktuğu şeyleri en iyi bileniniz olmayı umarım" karşılığını verdi.

Ebû Bekr b. el-Enbârî, el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Tastî'nin, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“...Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar..." âyetinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs:

“İplerden kasıt gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığıdır. Yani tan yerinin ağarması vaktidir" demiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki, bilirler. Şair Ümeyye'nin:

"Beyaz ip sabahın söken şafağının aydınlığıdır

Siyah ip de gecenin o her şeyi gizleyen karanlığıdır" dediğini hiç İşitmedin mi?"

Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de Sehl b. Sa'd'dan bildiriyor:

“...Beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için..." âyeti nazil olduğu zaman henüz (Tan yerinde) kaydı inmemişti. Bundan dolayı bazıları oruç tutmak istediğinde ayağına biri beyaz biri siyah olmak üzere iki ip bağlardı. Bu ikisi ayırtedildiği sürece de yiyip içerdi. Sonra Yüce Allah: (Tan yerinde...) kaydını indirince Müslümanlar siyah ip ile beyaz ipten kastın gece ile gündüz olduğunu öğrendiler.

Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Adiy b. Hâtim'den bildiriyor:

“...Beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için..." âyeti nazil olduğu zaman biri siyah biri de beyaz olmak üzere iki ip edindim ve bunları yastığımın altına koydum. Şafak söktümü onlara baktım, ama siyahı beyazından ayırdedemedim. Sabah Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma gittim Ve bu yaptığımı anlattım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böyle yaptığına göre yastığın da pek geniş olmalı. Onlardan kasıt gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Adiy b. Hâtim'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde bana İslâm'ı anlattı. Namazları da anlattı ve her namazı vaktinde nasıl kılmam gerektiğini öğretti. Sonra:

“Ramazan ayı geldiği zaman tan yerinde beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyip iç, sonrasında o günün akşamına kadar oruç tut" buyurdu. İpliklerle neyi kastettiğini de tam anlayamadım. Bunun üzerine biri beyaz biri de siyah olan iki ipi birbirine doladım ve tan yeri ağaracağı vakitte onlara baktım ancak ikisini de aynı gördüm. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve:

Resûlallah! Bana söylediğin her şeyi anladım ve aklımda tuttum. Ancak beyaz ip ile siyah ipi anlayamadım" dedim. Bana:

“Neden anlamadın ey İbn Hâtim?" diye sordu. Sorduktan sonra da yaptığımı anlamış gibi tebessüm etti. "Biri beyaz biri de siyah olan iki ipi birbirine doladım ve geceden bakmaya başladım, ancak ikisini de aynı gördüm ve ayırdedemedim" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) azı dişleri görünecek kadar güldü ve:

“Sana tan yerinde demedim mi ki? İpliklerden kasıt gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığıdır" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Buhârî ve İbn Cerîr, Adiy b. Hâtim'den bildiriyor: Allah Resulüne:

Resûlallah! Beyaz ip ile siyah ipten kasıt ne? Bildiğimiz ipler mi?" diye sorduğumda:

“Şayet bu iki ipi görebileceksen o zaman ensen bayağı kalındır demektir!" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Hayır! İplerden kasıt gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Câbir el-Cu'fî'ye:

“...Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar..." buyuruğunun ne anlama geldiği sorulunca şu karşılığı verdi:

“Saîd b. Cübeyr bunun ufuktaki kızıllık olduğunu söyledi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar..." âyetini açıklarken:

“Gece gündüzden ayırdedilinceye kadar" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib tan yeri ağarmaya başlayınca:

“İşte beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilme zamanı bu zamandır" demiştir.

Vekî', İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Sünen'de Ebu'd-Duhâ'dan bildiriyor: Adamın biri İbn Abbâs'a:

“Sahur yemeğini ne zaman bırakayım?" diye sorunca, orada bulunan bir adam:

“Vaktin girip girmediği konusunda şüpheye düştüğün anda yemeği bırakırsın" karşılığını verdi. Ancak İbn Abbâs:

“Vaktin girdiğine tam olarak emin olana kadar, şüphede kalsan dahi yemeye devam et" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İki tane fecir vardır. Biri gökte üstü parlak bir şekilde görülür ki böylesi bir fecir herhangi bir şeyi (namazı) helal veya (yeme içmeyi) haram kılmaz. Ancak dağların tepelerine doğru düşen fecir, oruçta yeme içmeyi haram kılar."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Cerîr'in Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilal'in ezanı okuması ile dikey bir şekilde beliren fecir sahurunuza engel olmasın. (Sahurunuzu bitirecek) asıl fecir ufukta enine yayılmış bir şekilde görülen fecirdir" buyurmuştur.

Buhârî ile Müslim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilal'in okuduğu ezan sahurunuza engel olmasın. Zira o henüz gece iken ezanı okumaktadır. İbn Ümmü Mektûm'un ezan sesini duyuncaya kadar yemeye içmeye devam edin. Zira İbn Ümmü Mektûm (asıl) fecir doğunca ezanı okumaktadır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin Talk b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ufukta kırmızı bir şekilde beliren asıl fecir çıkıncaya kadar yiyin için. Yukarıya doğru dikey bir şekilde beliren fecir sizi rahatsız etmesin, yemenize içmenize engel olmasın" buyurmuştur.

Ahmed'in lafzı ise şu şekildedir:

“Gerçek fecir ufukta dikey olarak görünen fecir değil, ufukta yatay ve kırmızı bir şekilde görülen fecirdir."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Dârakutnî ve Beyhakî'nin Muhammed b. Abdirrahman b. Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki çeşit fecir vardır. Ufukta kurdun kuyruğu gibi dikey olarak görülen fecir herhangi bir şeyi helal veya haram kılmaz. Ancak ufuğu kaplayan ve yatay olarak görülen fecir namazı helal, yeme içmeyi de haram kılar."

Hâkim de hadisi aynı tarikle mevsûl bir şekilde Câbir'den zikretmiştir.

Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki. çeşit fecir vardır. Birinin görünmesiyle yeme içme haram, namaz kılmak ise helal olur. Diğerinin görünmesiyle de namaz kılmak helal, yeme içme ise haram olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sahurunuzu yapınız, zira sahurda bereket vardır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç tutmak isteyen kişi az bir şeyle de olsa sahurunu yapsın" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin Hazret-iÖmer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gece şuradan gezip gündüz şuradan gittiği ve güneş battığı zaman kişinin orucunu bırakma zamanı gelmiştir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid, kişinin iftarını yaptıktan sonra güneşin hâlâ batmamış olduğunun görülmesi konusunda şöyle demiştir:

“Bu kişi o günü kaza eder. Zira Yüce Allah: «...Sonra orucu geceye kadar tamamlayın...» buyurur."

Hâkim'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Uyuyorken iki adam yanıma geldi ve kollarımdan tutarak dik bir dağın yanına getirdiler. Bana:

“Tırmanl" dediklerinde:

“Buna tırmanamaml" karşılığını verdim. Bana:

“Biz tırmanmanı kolaylaştıracağız" dediklerinde tırmanmaya başladım. Dağın tepesine vardığımda yüksek sesler duydum. "Bu sesler de ne?" diye sorduğumda:

“Cehennem ahalisinin bağrışlarıdır" dediler. Oradan beni alıp götürdüler. Topuklarından ters bir şekilde asılmış, parçalanmış yanaklarından kanlar akan bir toplulukla karşılaştım. "Bunlar kim?" diye sorduğumda:

“Henüz vakit girmemişken oruçlarını açıp iftarı yapanlardır" dediler.

Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Beşîr b. el- Hasâsiyye'nin hanımr olan Leylâ'dan bildiriyor:

“İki günü birleştirerek oruç (visal orucu) tutmak istedim, ancak kocam Beşîr bana engel oldu ve şöyle dedi:

“Bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu şekilde orucu Hıristiyanlar tutar. Siz ise Yüce Allah'ın size emrettiği şekilde oruç tutun. Sabahtan başlayın akşama kadar orucu tutun. Akşam olunca da iftarınızı yapın."

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Asâkir, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki gündüz bir gece olmak üzere iki günü birleştirerek oruç tuttu. Ancak Cebrâîl (aleyhisselam) geldi ve ona şöyle dedi:

“Yüce Allah iki günü birleştirerek tuttuğun orucu kabul etti, ancak senden sonra böylesi bir oruç şekli hiç kimseye helal değildir. Zira Allah:

“...Sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." buyurur.

İbn Ebî Şeybe ile Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor:

“Hazret-i Âişe "...Sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." âyetini okuyarak iki günü birleştirerek oruç tutmayı kerih gördüğünü ifade etti."

İbn Ebî Şeybe ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, yanında iki günü birleştirerek tutulan oruç (visal orucu) zikredilince şöyle demiştir:

“Yüce Allah gündüz vakti oruç tutmayı farz kılmış ve:

“...Sonra orucu geceye kadar tamamlayın..." buyurmuştur. Onun için akşam olduğu zaman bir şey yesen de yemesen de, senin orucun bitmiş olur."

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanlar vakti gelince iftarlarını geciktirmeyip hemen yaptıkları sürece bu din hep üstün kalacaktır. Yahudiler ve Hıristiyanlar iftarlarını geciktirirler" buyurmuştur.

Mâlik, Şafiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanlar vakti gelince iftarlarını geciktirmeyip hemen yaptıkları sürece hayır içinde olurlar" buyurmuştur.

Mâlik, Abdulkerim b. Ebi'l-Muharik'ten bildiriyor:

“Peygamberin izinden gitmenin bir göstergesi de iftarı hemen vaktinde, sahuru ise geç yapmaktır."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) visâl yaparak (iki günü birleştirerek) oruç tutmayı yasaklamak istedi. Ashab:

“Ama sen visal yapıyorsun" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben sizler gibi değilim. Bana (Allah katından) yedirilir ve içirilir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Buhârî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Orucu visal yaparak tutmayın!" buyurdu. Ashab:

“Ama sen visâl yapıyorsun" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben sizler gibi değilim. Bana (Allah katından) yedirilir ve içirilir" karşılığını verdi.

Buhârî ve Ebû Dâvud, Ebû Saîd'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki günü birleştirmek suretiyle, visâl yaparak oruç tutmayın. Visâl yapmak isteyen en fazla sehere (sahura) kadar tutsun" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Ama sen visâl yapıyorsun" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim durumum sizin durumunuza benzemez. Ben yiyip içmesem dahi bana yediren ve içiren biri vardır"" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara şefkatinden dolayı visâl yaparak oruç tutmalarını yasakladı.

Ashâb:

“Ama sen visal yapıyorsun" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben sizler gibi değilim. Zira Rabbim beni yedirip içirir" karşılığını verdi.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Nesâî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) visâl yaparak oruç tutmayı yasakladı. Müslümanlardan bir adam:

Resûlallah! Ama sen visâl yapıyorsun?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizler benim gibi misiniz? Ben yemek yemesem dahi Rabbim bana yedirir ve içirir" karşılığını verdi.

Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Oruç sadece yemeden içmeden kesilme değildir. Asıl oruç kötü sözlerden ve çirkin işlerden uzak durmadır. Biri sana kötü laflar ettiği veya. kaba davrandığı zaman ona: «Ben oruçluyum! Ben oruçluyum» de."

Buhârî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalanı, yalanla iş yapmayı ve cahilce davranışları bırakmayan kişinin (veya oruçlunun), yemeyi ve içmeyi bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nice gece ibadetine kalkan kişiler vardır ki geceyi uykusuz geçirmekten başka ellerine bir şey geçmez. Nice oruçlu da vardır ki orucundan kendisine açlıktan başka bir şey kalmaz" buyurmuştur.

Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Gıybet orucu yırtıp parçalar. İstiğfar da orucun yırtık yerlerini yamar. Kıyamet gününde huzura yamalı bir oruçla çıkma imkanı bulan kişi bundan geri durmasın."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

“Ortuç tuttuğun zaman kulakların, gözlerin ve dilin de yalana, haram olan şeylere karşı oruçlu olsun. Hizmetçine de kötü davranma! Oruçlu olduğun zaman üzerinde bir vakar, bir sükûnet olsun. Oruçlu olduğun günü oruçlu olmadığın gün gibi kılma."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Talîk b. Kays'tan bildirdiğine göre Ebû Zer:

“Oruçlu olduğun zaman elinden geldiği kadarıyla (günah olan şeylerden) korun" demiştir.

Ravi der ki:

“Bundan dolayıdır ki Talîk oruç tuttuğu günlerde evine kapanır ve sadece namaz için dışarı çıkardı."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Oruçlu kişi iki şeyden korunduğu zaman orucunu da korumuş olur. Bunlardan biri gıybet, biri de yalandır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Oruçlu kişi gıybete bulaşmadığı sürece ibadet halindedir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların etlerini yiyip duran (gıybet eden) kişi oruçlu değildir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Önceleri, yalanın orucu bozduğunu söylerlerdi."

Beyhakî, Ebû Bekre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İçinizden kimse Ramazan'ın tümünü oruçlu geçirdim veya Ramazan'ın her gecesini ibadetle geçirdim demesin" buyurdu. Ancak bunu demesinin sebebi, kişinin bu şekilde kendisini temize çıkarmaması mıdır, yoksa gece mutlaka uyku veya gaflet anının olabileceği midir, bilmiyorum.

Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın.." âyetini açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadelerinin hepsi cinsel ilişki anlamlarına gelir. Ancak Yüce Allah dilediği şeyi dilediği kinaye ile ifade eder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada söz konusu olan kişi, Ramazan ayı içinde veya başka bir ayda mescitte itikafa giren erkektir. Ki itikafı süresince gece veya gündüz kadınlarla ilişkiye girmesini Yüce Allah haram kılmıştır."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildiriyor:

“Önceleri Müslüman erkekler, itikafta oldukları zaman eşleriyle ilişkiye girerlerdi. Sonradan bu konuda:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor:, "Önceleri kişi itikafa girdiği mescitten dışarı çıktığı zaman eşiyle ilişkiye girebiliyordu. Sonradan nazil olan:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyeti ile böylesi bir ilişki haram kılındı."

İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor:

“Bazıları itikafta iken de hanımlanyla ilişkiye girerlerdi. Yüce Allah:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyetiyle bu tür bir ilişkiyi yasakladı."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Önceleri itikafta olan biri, helâ ihtiyacı için itikaf yerinden dışarıya çıktığı zaman eşiyle ilişkiye girer, sonra yıkanıp geri yerine dönerdi. Sonradan nazil olan:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyetiyle böylesi bir ilişki yasaklandı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Daha önce Ensâr'ın yaptığı gibi mescitte itikafta iken kadınlarla cinsel ilişkiye girme yasaklandı."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İtikafta olan kişi cinsel ilişkiye girdiği zaman itikafı batıl olur. İtikafa da baştan başlar" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), itikafta iken eşiyle ilişkiye giren kişi hakkında:

“İtikafına baştan başlar. Bu yaptığından dolayı tövbe eder, bağışlanma diler ve elinden geldiği kadarıyla Yüce Allah'a yaklaşmaya çalışır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid, itikafta iken eşiyle ilişkiye giren kişi hakkında:

“İki dinarı sadaka olarak verir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“İtikafta iken eşiyle birlikte olan kişi Ramazan ayında oruçlu iken eşiyle birlikte olan kişi gibidir. Ramazan'da böylesi bir şeyi yapması halinde kefâret olarak ne gerekiyorsa itikafta iken de böylesi bir şey yapması durumunda aynı şey gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî:

“İtikafta iken hanımıyla ilişkiye giren kişinin kefâreti, Ramazan ayında oruçlu iken hanımıyla ilişkiye giren kişinin kefâreti gibidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“İtikafta olan kişi öpüşemez ve cinsel ilişkiye giremez" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“İtikafta olan kişi bir şey satamaz ve satın alamaz" demiştir.

Dârakutnî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Zührî vasıtasıyla Saîd b. el- Müseyyeb'ten, o Urve'den, o da Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar Ramazan ayının son on gününü itikafta geçirirdi. Vefatından sonra eşleri de bu şekilde itikafa girmişlerdir. Sünnete göre itikafta olan kişi (helâ gibi) zarûri ihtiyaçları dışında itikafa girdiği yerden çıkamaz, cenazenin peşinden gidemez, hasta ziyaretinde bulunamaz, bir kadına dokunamaz, onunla ilişkiye giremez. İtikaf da ancak cemaat namazı kılınan bir mescitte yapılır. Yine sünnete göre itikafta olan kişi oruç tutar."

Beyhakî der ki:

Buhârî ile Müslim bu hadisi "Sünnete göre" lafzını kullanmadan zikretmişlerdir. Urve'nin sözü olduğunu söyleyenler de vardır."

Dârakutnî de:

“Rivayet Zührî'nin sözüdür. Zührî'yi ravi olarak zikredenler de hata etmiştir" demiştir.

İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) itikafa giren kişi hakkında:

“Mu'tekif kişi günahlardan uzak duran kişidir. Kendisine, bütün iyilikleri yapan kişiye verilen sevabın aynısı verilir" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hâkim, Beyhakî ve Hatîb, Târih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, Mescid-i Nebevî'de itikafta iken bir ihtiyaçtan dolayı yanına adamın biri geldi. İbn Abbâs kalkıp adamla birlikte gitti ve şöyle dedi:

“Şu kabirde yatan kişinin (Resûlullah'ın) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kişinin, ihtiyacı olan bir kardeşinin yanında durup elinden gelen yardımı yapması yirmi yıl boyunca itikafta kalmasından daha hayırlıdır. Kişi, Yüce Allah'ın rızasını umarak bir gün itikafta kaldığı zaman Allah, kendisiyle Cehennem arasında her biri batı ile doğu arası kadar geniş olan üç hendek açar. "

Beyhakî, Ali b. Hüseyn'den, o da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayında on gün itikafa giren kişi iki hac ile iki umre sevabı alır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“İtikafta olan kişi, her gün için bir hac sevabı alır" demiştir.

Beyhakî der ki:

“Hasan da bu konuda (dedesinden) bir şey işitmişse ancak böyle bir sözü söyler."

Beyhakî, Ziyâd b. es-Seken'den bildiriyor:

“Zübeyd el-Yâmî ile bir topluluk Nevrûz veya Mehrecân bayramlarında namazgahlarında itikafa girerler ve:

“Allahım! Onlar (mecûsiler) kendi dinlerine sarılıyorlar. Biz de imanımıza sarılıp itikafa giriyoruz. Bizi bağışla!" derlerdi.

Beyhakî, Atâ el-Horasânî'den bildiriyor:

“İtikafa giren kişi, ihrama giren kişi gibidir ki Yüce Allah'ın huzuruna çıkmış ve: «Beni bağışlamadan buradan ayrılmayacağım!» demiştir."

İbn Ebi'd-Dünya, Kadâu'l-Hevâic'de bildirdiğine göre Hasan b. Ali:

“Müslüman kardeşimin bir ihtiyacını gidermem benim için iki ay boyunca itikafta durmamdan daha iyidir" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Mihsan'dan bildiriyor: Adamın biri Hüseyn b. Ali'ye geldi ve bir iş için kendisiyle birlikte gitmesini istedi. Ancak Hüseyn:

“İtikattayım" dedi. Adam Hasan'a gidip bunu bildirince, Hasan:

“Seninle birlikte gitseydi bu kendisi için itikafından daha hayırlı olurdu. Vallahi bir ihtiyacın için seninle birlikte yürümem benim için bir aylık itikattan daha iyidir" dedi.

Neccâd, Cüzu't-Terâcim'de çok zayıf bir senedle İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir ihtiyacım gidermek üzere bir kardeşimle yürümek benim için bu Mescid'de bir ay boyunca itikafta durmamdan daha iyidir. Yüce Allah, Müslüman bir kardeşinin ihtiyacını giderene kadar yanında duran kişinin ayaklarını, ayakların kaydırıldığı o (kıyamet) günde sabit kılar"

Abdurrezzâk'ın Muhammed b. Vâsi' el-Ezdî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin Müslüman bir kardeşine bir gün yardım etmesi, bir ayı itikafta geçirmesinden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Dârakutnî, Huzeyfe'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İmamı ve müezzini bulunan her mescitte itikaf yapılabilir" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb:

“Mescitten başka bir yerde itikafa girmem!" demiştir.

Dârakutnî ve Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçsuz itikaf olmaz" buyurmuştur.

Mâlik, Kasım b. Muhammed ile İbn Ömer'in azatlısı Nâfi'den bildiriyor:

“Oruçsuz itikaf olmaz. Zira Yüce Allah:

“...Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın..." buyurmuş ve orucu itikaf la birlikte zikretmiştir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İtikafa giren kişinin oruç tutması gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Oruçsuz itikaf olmaz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Âişe'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe'nin başka bir kanaldan bildirdiğine göre Hazret-i Ali ile İbn Mes'ûd:

“Oruç da tutma şartı koşmadıktan sonra itikafa girecek kişinin oruç tutması gerekmez" demişlerdir.

Dârakutnî ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Oruç da tutma şartı koşmadıktan sonra itikafa girecek kişinin oruç tutması gerekmez" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“İtikafta olan birisi hasta ziyaretinde bulunabilir, cenazeye katılabilir, Cuma namazına gidebilir ve ailesinin yanına girebilir ancak yanlarında oturamaz" demiştir.

Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'de itikafta olduğu zamanlarda eve sadece başını sokar, ben de onun saçlarını temizleyip düzeltirdim. İtikafta olduğu zamanlarda helâ ihtiyacı dışında da eve asla girmezdi."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan ayının son on gününde itikafa girerdi" demiştir.

Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her Ramazan ayında on gün itikafa girerdi. Vefat ettiği yılın Ramazan ayında ise yirmi gün itikâfta kaldı."

Mâlik'in fazilet sahibi ve dindar olan kişilerden bildirdiğine göre kendileri, Ramazan ayının son on gününde itikafa girer, diğer Müslümanlarla birlikte bayram namazına katılıncaya kadar da evlerine ve ailelerine dönmezlerdi.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Öncekiler, itikafa giren kişinin Ramazan bayramı gecesini itikaf yerinde geçirmesini ve bayram namazına oradan çıkmasını müstehab görürlerdi."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“Ramazan bayramı gecesini itikafta olduğun mescitte geçir ki bayram namazına çıkışın da oradan olsun" demiştir.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin Müslüman kardeşine özlem ve sevgiyle bakması benim bu mescidimde bir yıllık itikaftan daha hayırlıdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin İkrime'den bildirdiğine göre Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinden biri müstehâzalı haliyle itikafa girmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Yüce Allah'a itaat bu şekildedir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken:

“İtikafta iken cinsel ilişkiye girmek, haddi aşıp Allah'a karşı gelmektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“...Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Sınırdan kasıt, itikafta iken cinsel ilişkidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) lafzını:

“Bu şekilde" şeklinde açıklamıştır.

188

"Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere vermeyin"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere vermeyin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, birine vereceği olan, ancak bu konuda herhangi bir kanıt olmadığı için bunu inkar eden, günahkar ve haram mal yiyeceğini bile bile alacaklıları hakime dava eden kişiden bahsetmektedir."

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere vermeyin" âyetini açıklarken:

“Zalim ve haksız olduğunu bildiğin halde alacaklılarla hakim karşısında davalaşma" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Zalim ve haksız olduğunu bile bile malını yemek için kardeşini hakime dava etme. Zira hakimin lehine vereceği bir karar sana haram olan bir şeyi helal kılacak değildir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere vermeyin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Haksız yere yemekten kasıt zulmederek yemektir. İmriul- Kays b. Abbâs ile Abdân b. Eşva' el-Hadrâmî bir arazi konusunda davalaştılar. İmriul-Kays haksız olduğu halde haklı olduğuna dair yemin etmek isteyince bu âyet nazil oldu. Âyette de haksız ve zulmedecek olduğunuzu bildiğiniz halde birilerinin malını yemek için hak iddia edilmemesi gerektiği bildirilmiştir."

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin müminlerin annesi Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Ben de sizler gibi bir insanım. İki kişi yanımda davalaştığı zaman biri kanıtlarım diğerinden daha iyi ortaya koyabilir, kendini daha iyi savunabilir. Ben de onlardan duyduklarıma göre onun lehine hüküm vermiş olabilirim. Ancak kardeşinin hakkı olan bir şeyde lehine hüküm verdiğim bir kişi bunu almasın. Zira bilmelidir ki ona ateşten bir parça veriyorum demektir. "

Ahmed'in Ebû Humeyd es-Sâidî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kişinin hakkı olmadığı halde bir kardeşinin malını alması helal değildir. Çünkü Yüce Allah müslümamn malını diğer bir müslümamn (haksız yere) almasını haram kılmıştır" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, kişinin bir malı satarken alıcıya:

“Şayet hoşuna gitmezse yanında bir dinarla birlikte geri getir, alırım" demesini kerih görürdü. Bunda da:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin..." âyetine dayanırdı.

İbn Ebî Şeybe, Abdurrahmân b. Abd Rabbilka'be'den bildiriyor: Abdullah b. Amr'a:

“Amcan oğlu, birbirimizin mallarını haksız yere yememizi söylüyor ve birbirimizi öldürmemizi istiyor. Oysa Yüce Allah:

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere vermeyin" buyuruyor" dediğimde, elleriyle yüzünü kapattı ve başını öne eğdi. Sonrasında:

“Yüce Allah'ın da emrettiği şeylerde ona itaat et. Yüce Allah'a isyan olan konularda sen de ona isyan et" dedi.

189

"Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki: O, insanlar ve hac ibadeti için bir zaman ölçüsüdür.."

İbn Asâkir'in zayıf bir senedle bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki O, insanlar ve hac ibadeti için bir zaman ölçüsüdür..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Ensâr'dan iki kişi olan Muâz b. Cebel ile Sa'lebe b. Ğaneme hakkında nazil olmuştur. İkisinin:

Resûlallah! Bu ayın (hilâlin) durumu nedir? İlk çıktığında ip gibi ince bir şekilde görünüyor. Sonra zamanla büyüyüp yuvarlak hale geliyor. Yuvarlak hale geldikten sonra yine azar azar küçülüp, incelip eski halini alıyor. Neden aynı hâl üzerinde kalmaz ki?" diye sormaları üzerine bu âyet nazil olmuştur. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) buna cevap olarak, Ay'ın bu durum ve evrelerinin borç ödeme, oruç tutma, iftan yapma, kadınların iddeti ve vâdesi olan diğer şeyler için bir ölçü birimi olduğunu söylemesi istenmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ay'a neden değişik evreler bahşedilmiştir?" diye sorulunca Yüce Allah:

“Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki O, insanlar ve hac ibadeti için bir zaman ölçüsüdür..." âyetini indirdi. Bu âyetle de Müslümanların orucu, iftarı, ibadetleri, hacları, kadınların iddeti, borçların vâdesi gibi şeylere ölçü olması için Ay'a değişik evrelerin kılındığı ifade edilmiştir. Yüce Allah da yarattıkları için neyin daha uygun ve faydalı olduğunu en iyi bilendir."

İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Aya neden değişik evreler kılınmıştır?" diye sorulunca:

“Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki O, insanlar ve hac ibâdeti için bir zaman ölçüsüdür..."  âyeti nazil olmuştur. Bu âyetle de Yüce Allah'ın, Müslümanların orucu, iftarı, hacları, diğer ibadetleri, kadınların iddeti, borçların vadesi gibi şeylere ölçü olması için Ay'a değişik evreler kıldığı ifade edilmiştir."

İbn Cerîr de Rabî' b. Enes'ten benzeri yorumu zikreder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Müslümanlar Ay'ın evrelerini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca:

“Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki O, insanlar ve hac ibadeti için bir zaman ölçüsüdür..." âyeti nazil oldu. Bu âyetle de borçların vadesi, kadınları iddeti ve hac vakitlerini belirleyip öğrenmek üzere Yüce Allah'ın bu evreleri kıldığı ifade edilmiştir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sana Ay'ın evrelerini soruyorlar. De ki O, insanlar ve hac ibadeti için bir zaman ölçüsüdür..." âyetini açıklarken:

“Hac, oruç, borçların vâdesi ve kadınların iddeti gibi şeylerin zamanını belirlemek üzere kullanacağınız bir ölçüdür" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“...İnsanlar için bir zaman ölçüsüdür..." âyetinin ne anlama geldiğini söyler misin?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Kadınların iddeti, borçların vâdesi ve diğer muamelelerdeki şartlar için kullanılan bir zaman ölçüsüdür" demiştir. Nâfî':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şairin:

"Güneş de yörüngesinde bir zamana göre süzülüp gider

Bir turunu tamamladı mı başka bir tura döner" dediğini duymadın mı?"

Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Ay'ın evrelerini insanlar için bir zaman ölçüsü kılmıştır. Onun için Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayın, Şevval hilâlini gördüğünüzde de orucu bırakın. Şayet hava kapalı olur da hilâli göremezseniz, Ramazan ayını otuza tamamlayın" buyurmuştur.

Ahmed, Taberânî, İbn Adiy ve Dârakutnî'nin zayıf bir senedle Talk b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, Ay'ın evrelerini insanlar için bir zaman ölçüsü kılmıştır. Onun için Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayın, Şevval hilâlini gördüğünüzde de orucu bırakın. Şayet hava kapalı olur da hilâli göremezseniz, Ramazan ayını otuza tamamlayın" buyurmuştur.

"...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz."

Vekî', Buhârî ve İbn Cerîr, Berâ'dan bildiriyor: Cahiliye döneminde insanlar ihrama girdikleri zaman evlerine arkadan girerlerdi. Bu konu hakkında da Yüce Allah:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" buyurmuştur.

Tayâlisî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Berâ'dan bildiriyor:

“Önceleri Ensâr, haccedip geri döndükleri zaman evlerine önden değil arkadan girerlerdi. Ensâr'dan bir adam hac dönüşü evine ön kapıdan girince bundan dolayı kendisini kınadılar. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu."

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Câbir'den bildiriyor: Kureyş kabilesi Hums olarak isimlendirilirdi. İhramlı iken evlerine ön kapıdan girerlerdi. Ensâr ile diğer Araplar ise ihramlı iken evlerine arkadan girerlerdi. Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir bahçede idi ve çıkarken bahçenin ön kapısından çıktı. Yanında bulunan Ensarlı Kutba b. Âmir de onunla birlikte ön kapıdan çıktı. Ashab:

Resûlallah! Kutba b. Âmir günahkar biridir! Seninle birlikte ön kapıdan çıktı" dediklerinde, Allah Resûlü, Kutba'ya:

“Neden öyle bir şey yaptın?" diye sordu. Kutba:

“Senin ön kapıdan çıktığını görünce ben de çıktım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama ben Ahmesli biriyim!" buyurunca, Kutba:

“İkimizin de dini aynı" dedi. Bunun üzerine:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Medine ahalisinden bazıları düşmanlarından yana korkuya kapıldıkları zaman ihrama girerler ve bu şekilde güvende olurlardı. Kişi bu şekilde ihramda olduğu zaman da evine önden giremezdi. Evin arkasından bir delik açar, oradan girerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman bu şekilde ihrama giren bir adam vardı. Allah Resûlü bahçenin birine ön kapısından girince bu adam da onunla birlikte ön kapıdan girdi. Bunun üzerine adamın biri arkasından:

“Ey filan! Sen ihramda olmana rağmen diğer insanların girdiği yerden girdin!" diye seslenip adamı uyardı. Adam da Allah Resûlüne:

Resûlallah! Şayet sen ihramdaysan ben de ihramdayım! Sen Ahmesli ise ben de Ahmesliyim!" dedi. Bunun üzerine:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyeti nazil oldu. Bu âyetle de ihramda olsalar dahi müminlerin evlere kapılarından girmeleri helal kılındı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Kays b. Habter en-Nehşelî'den bildiriyor: Önceleri Müslümanlar ihrama girdikleri zaman bir bahçeye veya eve kapısından girmezlerdi. Ahmesli olanlar ise evlere kapılarından girerlerdi. Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte bir eve girdi. Ensâr'dan Rifâ'a b. Tâbut adında bir adam da geldi ve duvardan atlayarak Allah Resûlünün yanına girdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evin kapısından çıkınca Rifâ'a da kapıdan onunla birlikte çıktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neden öyle bir şey yaptın?" diye sorunca, Rifâ'a:

Resûlallah! Senin çıktığını görünce ben de çıktım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama ben Ahmesliyim" buyurunca, adam:

“Ahmesli olsan da her ikimizin dini aynı" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyetini indirdi."

İbn Cerîr, Zührî'den bildiriyor: Ensar'dan bazıları umre için ihrama girdikleri zaman gök ile aralarında bir şeyin olmamasına dikkat eder, üstü kapalı bir mekana girmezlerdi ve böyle bir şeyin olmasından sıkıntı duyarlardı. Kişi umre için ihrama girdiği zaman, bir ihtiyacı olduğunda evine geri döner, ancak kapının tavanından dolayı altından girmezdi. Bunun yerine evin arkasından duvarı delip evin avlusuna girerdi. İhtiyacı olan şeyi evdekilerden ister, evdekiler de o şeyi dışarıya çıkarırlardı. Daha sonra bize ulaşana göre Hudeybiye anlaşmasının yapıldığı dönemde umre için ihrama giren Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bîr eve girdi. Ardından Ensâr'dan Selime oğullarından bir adam da içeriye girdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ben Ahmesliyim" buyurdu ki Ahmesli olanlar ihramda iken kapalı mekanlara girmekte bir sakınca görmezlerdi. Ensârlı olan adam da, her ikimizin dini aynı anlamında:

“Ben de Ahmesliyim!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Araplardan bazıları haccettikleri zaman geri döndüklerinde evlerine kapıdan girmez, arka taraftan açtıkları bir delikten içeriye girerlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccı dönüşünde böylesi Araplardan biri olan Müslüman bir adamla birlikte yürüyordu. Allah Resûlü evin kapısına vardığında adam geri durdu ve girmek istemedi ve:

Resûlallah! Ben Ahmesliyim!" dedi. O zamanlar bu şekilde yapanlara Ahmesli denilirdi. Adam böyle deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben de Ahmesliyim! Gir!" buyurdu. Adam da bu şekilde kapıdan girdi. Sonrasında Yüce Allah:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyetini indirdi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde biri arkadaşlarının veya amcaoğullarından birinin çadırına geldiği zaman arkadan çadırın kenarını kaldırıp içeriye girerdi. Sonradan nazil olan bu âyetle bu şekilde birinin evine girmeleri yasaklanmış ve evin kapısını kullanmaları emredilmiştir."

İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor:

“Önceleri kişi itikafta olduğu zaman evine ön kapıdan girmezdi. Sonunda bu konuda:

“...Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah'tan sakının ki muradınıza erersiniz" âyeti nazil oldu."

İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildiriyor:

“Yesrîb (Medine) ahalisi bayramlarından döndükleri zaman evlerine arkadan girerler ve bu davranışın iyi biri olmaya daha yakın olduğunu düşünürlerdi. Sonrasında Yüce Allah bu âyeti indirdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde birisi bir işi yapmaya kalkışıp da yapamadığı zaman başladığı bu işi yapana kadar evine kapıdan girmezdi."

190

"Sîzinle savaşanlara karşı Allah yolunda sîz de savaşın. Ancak aşın gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez."

Âdem b. Ebî İyâs, Tefsîr'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Âliye:

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, Medine döneminde savaş konusunda inen ilk âyettir. Tevbe Sûresi nazil olana kadar bu âyet doğrultusunda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle savaşanlarla savaştı, kendisine bulaşmayanlara da dokunmadı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın..."âyetini açıklarken:

“Bu âyetle Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına kafirlerle savaşma emri verilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ancak aşırı gitmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadınları, çocukları, yaşlıları, silahını bırakıp savaştan çekilenleri öldürmeyin. Bunları öldürmeniz halinde aşırı gitmiş olursunuz."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katıldığı gazvelerden birinde karşı taraftan ölü bir kadın bulununca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşta kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladı."

İbn Ebî Şeybe, Enes'ten bildiriyor: Bir müfrezeye çıkacağımız zaman Medine'nin üst tarafında bir bölgeye çıkıp Allah Resulünün yanımıza gelmesini beklerdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bizi uğurlamak üzere yanımıza kadar gelir ve:

“Allah düşmanlarıyla savaşmak üzere Allah'ın ismiyle yola koyulun! Elden ayaktan düşmüş ihtiyarları, küçük çocukları ve kadınları öldürmeyin! Ganimetlerde ihanet etmeyin!" emrini verirdi.

Vekî' ve İbn Ebî Şeybe, Yahya b. Yahya el-Ğassânî'den bildiriyor: Ömer b. Abdilazîz'e bir mektup yazdım ve:

“...Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetinin açıklamasını sordum. Cevaben bana yazdığı mektupta bunun kadınların, çoluk çocuğun ve müslümanlara karşı savaş açmayan kişilerin öldürülmemesi hakkında olduğunu söyledi.

191

Bkz. Ayet:192

192

"Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizî çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram ın yanında, onlar savaşmadıkça sîz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkar edenlerin cezası böyledir. Vazgeçerlerse onları bağışlayın; şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Onları bulduğunuz yerde öldürün..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın burada kastettiği kişiler müşriklerdir" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: ifadesinin anlamını sorduğunda, İbn Abbâs:

“Bulduğunuz yerde, anlamındadır" demiştir. Nâfi':

“Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şair Hassân'ın:

"Cezîme kabilesinden Luey oğullarım bulduğun yerde

Onları öldürmen bilmelisin ki şifanın kendisidir" dediğini duymadın mı?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür..." âyetini açıklarken:

“Burada fitneden kasıt şirktir ve adam öldürmekten de daha kötüdür" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür..."  âyetini açıklarken:

“Sizin içine gireceğiniz bir fitne, adam öldürmekten daha kötü ve ağır olacaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müminin irtidat edip tekrar putperestliğe dönmesi, öldürülüp yok edilmesinden daha kötü ve ağırdır."

Abd b. Humeyd'in Ebû Bekr b. Ayyâş'tan bildirdiğine göre Âsim şöyle demiştir: (.....) âyetinde, tüm fiillerdeki (.....) harfleri (elif) harfi ile okunur. Ancak son fiil olan (.....) fiilindeki (.....) harfi (.....) harfi olmadan okunur."

Abd b. Humeyd, Ebu'l-Ahvas'tan bildiriyor:

“Ebû İshâk'ın bu âyette geçen bütün fiillerdeki  (.....) harflerini (elif) harfi olmadan okuduğunu işittim."

Abd b. Humeyd, A'meş'ten bildiriyor:

“Abdullah (b. Mes'ûd)'un öğrencileri bu âyette geçen bütün fiillerdeki (.....) harflerini (elif) harfi olmadan okurlardı."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“...Mescid-i Haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın..." âyetiyle Yüce Allah, savaşı karşı taraf başlatmadıktan sonra Müslümanların bu bölge içinde savaşmamaları emredilmiştir. Ancak sonradan nazil olan:

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın..." âyetiyle bu âyetin hükmü neshedildi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve en-Nehhâs, en- Nâsih'de Katâde'den bildiriyor: Önceleri savaş konusunda:

“...Mescid-i Haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın..." âyeti ile:

“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki:

“O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır..." âyetlerinin hükmü dikkate alınırdı. Ancak Tevbe Sûresi'ndeki:

“Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün..." ve:

“...Fakat müşrikler sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın..." âyetleriyle bu konuda daha önceki iki âyetin hükmü neshedildi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Vazgeçerlerse onları bağışlayın..." âyetini açıklarken:

“Vazgeçmekten kasıt tövbe etmeleridir" demiştir.

193

"Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın..." âyetini açıklarken:

“Fitneden kasıt, Allah'a şirk koşmaktır. Dinin de yalnızca Allah için olması, sadece Allah'ı tevhîd eden bir inancın olmasıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur" âyetini açıklarken:

“Fitneden kasıt şirktir. Son cümlede de Müslümanların sadece kendileriyle savaş açanlara karşı savaşabilecekleri bildirilmiştir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de Katâde'den bildiriyor: Mescid-i Haram'da savaş konusunda:

“...Mescid-i Haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın..."âyetinin hükmü geçerli idi. Sonradan:

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur" âyeti nazil oldu ve bu konuda daha önceki âyetin hükmünü neshetti. Fitneden kasıt şirktir. Yani insanlar "Lâ ilâhe illallah" diyene kadar onlarla savaş, mânâsındadır ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de savaşlarını hep bu uğurda yapmış, insanları bu söze davet etmiştir. Bize anlatıldığı üzere Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, insanlarla, «Lâilâhe illallah» diyene kadar savaşmamı emretti" buyurmuştur. Âyetin sonunda bahsedilen zalimlerle, "Lâ ilahe illallah" diyene kadar savaşılır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın..." âyetini açıklarken:

“Allah'tan başkasına kulluk edilmeyene kadar" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur" âyetini açıklarken:

“Zalimlerden kasıt «Lâ ilahe illallah» demeyi kabul etmeyenlerdir" demiştir.

Buhârî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr fitnesi zamanında iki adam İbn Ömer'e geldiler ve:

“İnsanların neler yaptıklarını görüyorsun. Sen de Ömer'in oğlu ve Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından birisin! Neden sen de baş kaldırmıyorsun?" dediler. İbn Ömer:

“Çünkü Yüce Allah Müslüman kanı akıtmayı bana haram kıldı!" karşılığını verdi. Adamlar:

“Ama Yüce Allah: «Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın...» buyuruyor!" dediklerinde de İbn Ömer:

“Bunu yaptık ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaştık. Ancak sizler fitne çıksın ve din Allah'tan başkasına ait olsun diye savaşmak istiyorsunuz!" karşılığını verdi.

Buhârî, Nâfi'den bildiriyor: Adamın biri İbn Ömer'e geldi ve:

“Allah yolunda cihadı bırakıp neden bir yıl hacca bir yıl da umreye gidiyorsun? Oysa Allah'ın cihad konusundaki teşviklerini de biliyorsun" dedi. İbn Ömer:

“Yeğenim! İslam, Allah'a ve Resûlüne iman, beş vakit namaz, Ramazan ayında oruç, zekat ve hac olmak üzere beş temel üzerine kurulmuştur" karşılığını verdi. Adam:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında zikrettiği: «Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın...» âyeti ile «Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın...» âyetini işitmedin mi?" diye sorunca, İbn Ömer şu karşılığı verdi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, Müslümanların sayısı az iken bunu yaptık. O zaman müşriklerden biri Müslüman olunca onu ya öldürürler ya da işkenceye tabi tutarlardı. Ancak Müslümanların sayısı arttı ve ortada bir fitne (şirk) kalmadı."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Zabyân'dan bildiriyor: Adamın biri Sa'd'a geldi ve:

“Fitne ortadan kalkana kadar diğer insanlarla birlikte çıkıp savaşmaya ne dersin?" deyince, Sa'd şu karşılığı verdi:

“Fitnenin tamamen ortadan kalkması için Resûlullah'Ia (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte savaştım. Ancak sen ve diğer göbekliler fitne olsun diye savaşmamı istiyorsunuz!"

194

"Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Hicretin altıncı yılında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) umre yapmak üzere Mekke'ye doğru yola çıktı. Ancak müşrikler Mekke'ye girmesine ve Kâbe'ye ulaşmasına izin vermediler. Müşriklerin Allah Resûlü ile beraberindekileri geri çevirmesi Zilka'de ayında oldu ki bu ay haram aylardan birisidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer yıl aynı zamanda geri gelmek üzere müşriklerle anlaştı. Diğer yıl aynı ayda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte gelip Mekke'ye girdi. Bu şekilde Yüce Allah, bir önceki yılın kısasını Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aldırmış oldu. Bu konu hakkında da:

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..." âyeti nazil oldu."

Vâhidî, el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Bu âyet, Hudeybiye barışı hakkında nazil oldu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girişine engel olununca, müşriklerle bir yıl sonrasında geri dönme üzerine anlaşma yapıldı. Bir yıl sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte kaza umresi için hazırlığa başladı ve silahlarını da kuşandılar. Zira Kureyşlilerin anlaşmaya sadık kalmaması daha önce olduğu gibi Mekke'ye girişlerine engel olup savaş çıkarması konusunda bir endişe taşıyorlardı. Ancak ashabın haram aylardan olan bir ayda müşriklerle savaştan hoşlanması üzerine bu âyet nazil oldu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte Zilka'de ayında umre için ihrama girdi, kurbanlıkları da yanına alarak Mekke'ye doğru yola koyuldu. Ancak Hudeybiye'de müşrikler Mekke'ye girmelerine izin vermedi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer yıl geri gelmek, Mekke'de üç gün kalmak ve giderken de yanında Mekkelilerden kimseyi almamak üzere müşriklerle bir anlaşma yaptı. Anlaşma sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte getirdikleri kurbanları Hudeybiye'de kestiler ve tıraşlarını da oldular. Diğer yıl Zilka'de ayında tekrar gelip Mekke'ye girdiler. Mekke'de üç gün boyunca kalıp umrelerini yaptılar. Müşrikler bir önceki yıl Hudeybiye'den onu geri çevirdikleri için pek de gururlanmalardı. Bu şekilde Yüce Allah, bir önceki yılın kısasını Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aldırmış oldu. Yüce Allah onları, bir yıl öncesinde geri çevrildikleri ayda Mekke'ye soktu ve bu konuda:

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..." buyurdu."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müşrikler, Zilka'de ayında Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye'de Harem bölgesinden geri çevirmeleri dolayısıyla pek gururlanmalardı. Ancak Yüce Allah bir yıl sonrasında onu Mekke'ye soktu ve kaza umresini gerçekleştirdi. Bir yıl öncesinde yapamadığı şeyin kısasını gerçekleştirmiş oldu."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte Zilka'de ayında kurbanlıkları da yanına alarak umre için Mekke'ye doğru yola koyuldu. Ancak Hudeybiye'ye ulaştıklarında müşrikler Mekke'ye girmelerine izin vermedi. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer yıl geri gelmek, Mekke'de üç gün kalmak, yanlarında bir yolcunun taşıdığı silah dışında silah getirmemek ve giderken de yanında Mekke'lilerden kimseyi götürmemek üzere müşriklerle bir anlaşma yaptı. Anlaşma sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte getirdikleri kurbanları Hudeybiye'de kestiler ve tıraşlarını da oldular. Diğer yıl Zilka'de ayında tekrar gelip Mekke'ye girdiler. Mekke'de üç gün boyunca kalıp umrelerini yaptılar. Müşrikler bir önceki yıl Hudeybiye'den onu geri çevirdikleri için pek de gururlanmalardı. Bu şekilde Yüce Allah, bir önceki yılın kısasını Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) aldırmış oldu. Yüce Allah onları, bir yıl öncesinde geri çevrildikleri ayda Mekke'ye soktu ve bu konuda:

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..." buyurdu."

İbn Cerîr ve en-Nehhâs, en-Nâsih'de İbn Cüreyc'den bildiriyor: Atâ'ya:

“Yüce Allah'ın: «Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır...» âyeti ne anlama geliyor?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Müşrikler, umre için gelen Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Haram'a girmesine izin vermediler ve Hudeybiye'den geri çevirdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sonraki yıl umre yapmak üzere Mekke'ye girdi. Bu şekilde haram bir ayda yapılmak istenen ancak yapılamayan bir umre, diğer yıl yine haram bir ayda kaza edildi."

Beyhakî, Delâil'de Urve ile İbn Şihâb'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye anlaşmasından bir yıl sonra hicretin yedinci yılında Zilka'de ayında umre yapmak üzere yola çıktı. Zilka'de ayı bir yıl öncesinde müşriklerin Mescid-i Haram'a girişine izin vermedikleri aydı. O umre hakkında Yüce Allah:

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır..."âyetini indirmişti. Bu gidişinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yıl öncesinden geri çevrildiği haram aylardan biri olan Zilka'de ayında umresini gerçekleştirdi."

"...O halde kim sîze saldırırsa sîz de aynısıyla karşılık verin. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir"

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin..." "Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür..." "Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, bunlara hiçbir sorumluluk yoktur." "Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın aynıyla mukabele edin..."ve benzeri âyetler, Mekke döneminde Müslümanların sayısı az iken ve müşrikleri yenecek güçleri yok iken nazil olan âyetlerdir. Bu dönemde müşrikler Müslümanları aşağılar ve onlara işkence ederlerdi. Böylesi bir durumda Yüce Allah Müslümanlara, müşriklerin yaptıklarına aynıyla karşılık vermeyi veya yaptıklarına sabretmeyi veya bu yaptıklarından dolayı onları affetmeyi emretmiştir. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra Yüce Allah kendisine bir güç bahşedince, Müslümanların zulüm ve haksızlık görmeleri halinde bu güç sahibine başvurmaları, cahîliyye insanları gibi olası davalarda birbirlerine karşı kin ve düşmanlık gütmemeleri emredilmiştir. Bu konuda da:

“...Kim, haksız yere öldürülürce, onun velisine sultan kıldık..." âyeti nazil olmuştur. Âyetle de böylesi durumlarda kişilerin bu sultana başvurmaları, sultanın da kendilerine haksızlık edenlerden haklarını almalarında yardımcı olacağı belirtilmiştir. Ancak bu sultana başvurmadan kendi gücüne dayanarak hakkını alan kişi, asi olmuş ve aşırı gitmiş demektir. Cahiliye insanlarının yaptıklarını yapmış ve Allah'ın bu yöndeki hükmüne razı olmamış demektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kim size saldırırsa siz de aymsıyla karşılık verin..." âyetini açıklarken:

“Bu aylarda sizinle savaştıkları, size saldırdıkları kadarıyla onlarla savaşın "demiştir.

Ahmed, İbn Cerîr ve en-Nehhâs, en-Nâsih'de Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müslümanlara karşı bir saldın olmadığı müddetçe haram aylarda asla savaşa çıkmazdı. Savaşa çıktıktan sonra haram aylardan biri girdiği zaman da ayın bitimine kadar bulunduğu yerde ikamet ederdi."

195

"Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever."

Abd b. Humeyd, Buhârî ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Huzeyfe:

“Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“İnfak hakkında nazil olmuştur" demiştir.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Huzeyfe:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Fakir düşme korkusuyla Allah yolunda infak etmeyi terketmektir" demiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Allah yolunda infak etmeyi terk etmektir. Bir ok ucu olsa dahi bu yolda infakta bulunulmalıdır" demiştir.

Firyâbî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Tehlike, kişinin Allah yolunda öldürülmesi değil, Allah yolunda infaktan uzak durmasıdır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Allah yolunda yapılacak intaklar konusunda nazil olmuştur" demiştir.

Vekî' ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyeti, Allah yolunda infakta bulunma konusunda nazil olmuştur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor:

“Müslümanlar Allah yolunda cihada çıktıkları zaman her biri yanında azık da götürürdü. Azığı iyi ve bol olan kişiler azık bakımından durumu kötü olan arkadaşıyla kendi azığını bitene kadar paylaşırdı. İşte bu konuda Yüce Allah:

“Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..."âyetini indirmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri Müslümanlar yolculuğa veya savaşa çıkar, ancak mallarından infakta bulunmazlardı. Bu âyetle Yüce Allah, Allah yolunda çıktıkları savaşlarda mallarından infakta bulunmalarını emretmiştir."

Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Şuab'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Burada kastedilen tehlike cimriliktir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bazıları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği müfrezelere katılır, ancak giderken yanında kendisine lazım olan nafakayı götürmezdi. Bu durumda ya yolda kalır veya diğerlerine yük olurdu. Bu âyetle Yüce Allah bu kişilerin kendilerine verdiği rızıktan bu yolda harcama yapmalarını ve kendi kendilerini tehlikeye atmamalarını emretmiştir. Buradaki tehlike de sefer esnasında kişinin açlıktan, susuzluktan veya yürümekten dolayı telef olmasıdır. Yanında fazladan mal olanlara da:

“...İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever" buyurmuştur."

Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, Bağavî, Mu'cem'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, İbn Kâni' ve Taberânî, Dahhâk b. Ebî Cebîre'den bildiriyor:

“Ensâr, Allah yolunda infakta bulunup sadaka verirlerdi. Ancak bir yıl kıtlık olunca yoksul kalma yönünde endişeye kapıldılar ve infak ile sadakalarını kestiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini indirdi."

Süfyân b. Uyeyne ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Yoksul düşme korkusu ve endişesi, infak etmekten sizleri alıkoymasın" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Eşlem b. Ebî İmrân'dan bildiriyor: Kostantiniyye'de (İstanbul'da) idik. Komutan olarak Mısırlıların başında Ukbe b. Âmir, Şamlıların başında ise Fadâle b. Ubeyd vardı. Karşımıza Rumlardan büyük bir ordu çıkınca karşılarında saf aldık. Bu esnada Müslümanlardan biri Rumların saflarına doğru hücum ederek aralarına girdi. Bunun üzerine Müslümanlar:

“Sübhanallah! Kendini tehlikeye atıyor!" diye bağırmaya başladılar. Bunu duyan ashâbdan Ebû Eyyûb el-Ensârî kalkıp şöyle dedi:

“İnsanlar! Siz bu âyeti bu şekilde mi yorumluyorsunuz? Oysa bu âyet, biz Ensarlı olanlar hakkında nazil oldu. Yüce Allah İslam dinini güçlü, yardımcılarını da kalabalık kılınca kendi aramızda, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) duyurmadan:

“Mallarımız bakımsızlıktan telef oldu. Yüce Allah dinini güçlü, yardımcılarını da kalabalık kıldı. Artık mallarımızın başında dursak, bakımını yapıp ıslah etsek!" diye konuşmaya başladık. Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap niteliğinde Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini indirdi. Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak demek, cihadı bırakmamız, mallarımızın başında durup işlerimizle ilgilenmemizdi."

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib'e:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetinde bahsedilen tehlike, kişinin düşmana saldırıp öldürülene kadar savaşması mı?" diye sorulunca şu karşılığı vermiştir:

“Hayır! Tehlikeden kasıt, günah işleyen kişinin kendi kendine: «Yüce Allah beni asla affetmez!» demesidir!"

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da, Nu'mân b. Beşîr'den bildiriyor: Önceleri kişi bir günah işlediği zaman:

“Bundan dolayı artık bağışlanmam" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini indirdi.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abîde es-Selmânî:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." âyetini açıklarken:

“Tehlike, Allah'ın rahmetinden ümit kesmektir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Âyette bahsedilen tehlike, Yüce Allah'ın azabıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. el-Esved b. Abdiyeğûs'den bildiriyor: Dımaşk'ı kuşattığımız zaman Müslümanlardan biri, tek başına aceleyle düşman kuvvetlerine hücuma geçti. Diğer Müslümanlar bu yaptığından dolayı adamı kınadılar ve durumunu Amr b. el-Âs'a bildirdiler. Amr da haber gönderip adamı geri çekti ve şöyle dedi:

“Yüce Allah:

“...Kendi kendinizi tehlikeye atmayın..." buyurur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre sahabeden bir adam: (.....) ifadesini:

“Üzerinizdeki farzları ifa edin" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Ebû İshâk'tan bu yorumun benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken:

“Yüce Allah hakkında hüsnü zanda bulunun, anlamındadır" demiştir.

196

Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın...

İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Delâil'de, İbn Abdilber, Temhîd'de  Ya'lâ b. Umeyye'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ci'râne'de iken yanına bir adam geldi. Adamın üzerinde cübbesi, üzerinde de koku izleri vardı. " Resûlallah! Umremi nasıl yapmamı emredersin?" diye sordu. Yüce Allah:

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın..." âyetini indirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Umre konusunda soru soran adam nerede?" buyurdu. Adam:

“Buradayım" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Cübbeni çıkar, üzerindeki koku izlerini de yıkayıp temizle. Sonra haccederken ne yapıyorsan umrede de aynısını yap" buyurdu.

Şâfiî, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Ya'lâ b. Umeyye'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ci'râne'de iken yanına bir adam geldi. Adamın üzerinde cübbesi, cübbesinin üzerinde de koku izleri vardı. " Resûlallah! Umremi nasıl yapmamı emredersin?" diye sordu. Bunun üzerine Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bü konuda vahiy inmeye başladı. Vahiy inerken de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir örtüyle üzerini örttü. Ben de vahiy indiği sırada Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görmeyi çok ister, bunu dile getirirdim. Ömer bana:

“Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine vahiy inerken görmek ister misin?" diye sordu ve Allah Resûlünün üzerine çekmiş olduğu örtüyü kenarından kaldırdı. Örtünün altından deve yavrusunun hırıltısını andıran bir ses geliyordu. Vahyin nazil olması bitince Allah Resûlü örtüyü üzerinden kaldırdı ve:

“Umre konusunda soru soran adam nerede?" diye sordu. Sonra ona:

“Üzerindeki koku izlerini de yıkayıp temizle ve cübbeni de çıkar. Sonra haccederken ne yapıyorsan umrede de aynısını yap" buyurdu.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın.." âyetini açıklarken:

“Ailenin evinden ihrama girmendir" demiştir.

İbn Adiy ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın..." âyetini açıklarken:

"Haccı tamamlayan şeylerden biri de ailenin evinden ihrama girmendir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın..." âyetini açıklarken:

“Hac ile umreyi birbirinden ayırmak ve umreyi hac ayları dışında bir ayda yapmak hac ile umreyi tamamlayan hususlardandır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Hac veya umre için ihrama giren kişi bunların gereklerini tamamlamadan ihramdan çıkamaz. Hac farizesi, Kurban günü Akabe cemresini atıp ziyaret tavafı da yapıldıktan sonra tamamlanır ve kişi ihramdan çıkar. Umre ise, Kâbe tavaf edilip Safâ ile Merve arasında sa'y yapıldıktan sonra tamamlanır ve kişi ihramdan çıkar."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hac ile umrenin tamamlanması, Yüce Allah'ın bu konuda emrettiklerini tamamıyla yerine getirmekle olur" demiştir.

Ebû Ubeyd, Fedâil'de , Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Alkame ile İbrahim şöyle demişlerdir:

“Bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatinde (.....) (Haccı ve Kabe'ye kadar umrenizi tamamlayın) şeklindedir. Buna göre umreye giden kişi Kâbe'den daha ileriye gidemez. Hacda, kişi bu ibadetin gerektirdiği tüm şeyleri yerine getirirken, umrede sadece Kâbe'yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa'yeder."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali bu âyeti: (.....) (Kabe'ye olan hac ile umrenizi ikame edin) lafzıyla okumuş ve:

“Umre de hac gibi farz olan bir ibadettir" demiştir.

İbn Merdûye, Beyhakî, Sünen'de ve İsbehânî, et-Terğîb'de, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Namaz, zekat, hac ve umre olmak üzere dört şeyi İkame etmeniz emredildi. Hac, büyük hac, umre ise küçük haçtır."

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde Yezîd b. Muâviye'den bildiriyor: Velîd b. Ukbe'nin valiliği sırasında mescitte, içlerinde Huzeyfe'nin de bulunduğu bir halkada oturuyordum. O zamanlar mescitte bekçi veya güvenlik görevlisi bulunmuyordu. Oturuyorken bir ara birisi:

“Kur'ân'ı Ebû Mûsa'nın kıraatine göre okuyanlar Kinde kabilesinin kapılarının olduğu yerde toplansın. Abdullah b. Mes'ûd'un kıratine göre okuyanlar ise Abdullah'ın evinin yanında toplansınlar" diye seslendi.

Ebû Mûsa ile Abdullah b. Mes'ûd, Bakara Sûresi'nin 196. âyetini farklı okudular. Abdullah bu âyeti: (.....) lafzıyla okurken, Ebû Mûsa: (.....) lafzıyla okudu. Osman b. Affân'ın hilafeti dönemindeydi. Huzeyfe bu farklı okuyuşu işitince öfkeden gözleri kıpkırmızı oldu ve Abdullah'a:

“Ya biner gidip bunu müminlerin emirine bildirirsin. Ya da ben binip ona giderim!" dedi. Sizden öncekiler işte böyle insanlardı. Sonra Huzeyfe gelip oturdu ve şöyle dedi:

“Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İslam dinine girenlerle birlikte dini kabul etmeyenlere karşı savaştı. Sonrasında Yüce Allah İslam dinini muzaffer kıldı. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra insanlar yanlış fikirleriyle düşman süvarisinin saldırması gibi saldırıp İslam'ı yaraladılar. Sonrasında Ebû Bekr hilafete geldi ve bir süre bu görevde kaldı. Onun da vefatından sonra insanlar düşman süvarisinin saldırması gibi yanlış fikirleriyle saldırıp İslam'da bir yara daha açtılar. Ondan sonra Ömer hilafete geçip İslam'a hizmet etmeye başladı. O da vefat edince insanlar düşman süvarisinin saldırması gibi yanlış düşünceleriyle saldırıp İslam'a bir yara daha açtılar. Şimdi de hilafette Osmân bulunuyor. Allah'a yemin olsun ki bir daha yanlış fikirlerinizle böylesi bir saldırı yapacak olursanız İslam namına elinizde hiçbir şey kalmayacak!"

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Şa'bî bu âyeti okurken: (.....) deyip susmuş, ardından umre lafzını merfû olarak: (.....) şeklinde okumuş ve:

“Umre nafile bir ibadettir" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Şâfiî ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“Bizden, hacdan önce umre yapmamızı mı istiyorsun? Oysa Yüce Allah:

“Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın..." buyurmuş ve haccı daha önce zikretmiştir" dediklerinde, İbn Abbâs:

“Yüce Allah:

“...Bütün bunlar, ölenin yaptığı vasiyyeti ve üzerindeki borcu yerine getirildikten sonradır..." buyurur. Peki, siz önce hangisinden başlıyorsunuz? İlk önce vasiyeti mi yerine getiriyorsunuz yoksa önce borcu mu ödüyorsunuz?" diye sordu. "Önce borçtan başlıyoruz" karşılığını verdiklerinde:

“Hac ve umre konusu da bunun gibidir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Umre de hac gibi imkanı olan kişiler için farzdır" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Şâfiî, el-Umtn'de ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Vallahi ben bu âyeti Allah'ın Kitab'ında: (.....) şeklinde okudum."

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Abd b. Humeyd, Mesrûk'tan bildiriyor:

“Kur'ân'da namaz, zekat, hac ve umre olmak üzere dört şeyi ikame etmeniz emredildi."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Umre, küçük haçtır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Güç geleceğini bilmesem ve bu konuda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey duymamış olsam umrenin de hac gibi farz olduğunu söylerdim."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Umre farz bir ibadettir. İmkanı olan her bir kişinin ömründe bir defa hac ile umre yapması üzerine farzdır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Tâvus'tan bildiriyor:

“Mekke ahalisi dışında umre, tüm Müslümanların ifa etmesi gereken bir ibadettir. Mekke ahalisinin ise umre yapması gerekmez. Ancak Mekkelilerden birisi çok uzak yerlerden gelmişse umre yapabilir."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor:

“Yüce Allah'ın belirttiği gibi imkanı olan her bir kişinin, Bedevilerinizin bile ömründe bir defa hac ile umre yapması üzerine farzdır. Ancak Mekke ahalisinin umre değil sadece hac yapması gerekir. Zira onlar zaten her dem Kâbe'dedirler. Umre de Kâbe'yi tavaf için yapılır."

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in Atâ b. Ebî Rebâh vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Mekke ahalisi dışında umre, Müslüman olan herkesin üzerine farz olan bir ibadettir. Mekkelilere ise umre farz değildir. Onların umresi Kâbe'yi tavaf etmeleridir. Evi ile Harem arasında bir vadi bulunan kişi Mekke'ye ihramlı girsin."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ:

“Mekke ahalisinin umre yapmaları gerekmez. Umreye gelen kişi Kâbe'yi, tavaf için ziyaret eder. Oysa Mekkeliler istedikleri zaman tavaf ederler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Hac ibadeti farz, umre ise nafiledir" demiştir.

Şâfiî, el-Umm'de, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in Ebû Sâlih Mâhân el-Hanefî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac bir cihad (farz)dır, umre ise nafiledir" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin Talhâ b. Ubeydillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac bir cihad (farz)dır, umre ise nafiledir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Tirmizî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Umre farz mıdır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Ama umre yapmanız sizin için daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Hâkim'in Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac ile umre farz olan iki ibadettir. Hangisini önce yapacağının bir önemi yoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, İbn Sîrîn'den bildiriyor: Zeyd b. Sâbit'e hacdan önce umre yapma konusu sorulduğunda:

“Hac ile umre Yüce Allah'ın, kullarından ifasını istediği iki ibadettir. Hangisini önce yapacağının bir Önemi yoktur" karşılığını verdi.

Şafiî, el-Umm'de, Abdullah b. Ebî Bekr'den bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Amr b. Hazm'a yazdığı mektupta:

“Umre, küçük hacdır" ifadesi vardı."

Beyhakî, Şuab'da İbn Ömer'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Bana nasihatte bulun" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadece Allah'a kulluk et ve ona hiçbir şeyi ortak koşma. Namazım kıl, zekatını ver, Ramazan orucunu tut. Haccını ve umreni ifa et. Sana verilen emirleri dinle ve yerine getir. Ne yapacaksan açıktan yap, sakın gizli kapaklı işler çevirme" buyurdu.

İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah katında en hayırlı ameller şeksiz bir iman, ganimetlerinde ihanet barındırmayan bir savaş ve tüm şartları yerine getirilmiş bir haçtır" buyurmuştur.

Mâlik, Muvattâ'da, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yapılan bir umre yapılacak bir diğer umreye kadar işlenecek günahlara kefâret olur. Tüm şartlan yerine getirilip kabul gören bir haccın karşılığı da Cennetten başkası değildir" buyurmuştur.

Ahmed, Âmir b. Rabîa'dan merfû hadis-i şerif olarak aynısını zikreder.

Beyhakî, Şuab'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacının her bir tesbihatında her bir tehlîlinde ve her bir tekbirinde kendisi için bir müjde vardır" buyurmuştur.

Müslim ve İbn Huzeyme'nin Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam dini kendinden önceki günahları yok eder. Hicret kendinden önceki günahları yok eder. Hac da kendinden önce işlenen günahları silip yok eder" buyurmuştur.

Taberânî, Hasan b. Ali'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ben korkak, zayıf biriyim" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman bu yönde şikayetçi olamayacağın bir cihada, hacca git" buyurdu.

Abdurrezzâk, Musannef’te Hasan b. Ali'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip cihad konusunu sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana hiç bir yönden şikayetçi olamayacağın bir cihad şeklini söyleyeyim mi? Haçtır" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abdulkerîm el-Cezerî'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ben korkak biriyim, düşman karşısına çıkıp çarpışamam" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana içinde çarpışma olmayan bir cihad şekli söyleyeyim mi?" diye sorunca, adam:

“Söyle yâ Resûlullah!" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac ile umreye gitmekten geri durma" buyurdu.

Buhârî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Resûlallah! En hayırlı amelin cihad olduğunu söylüyorsun. O zaman biz de neden cihada katılmayalım?" diye sorduğumda:

“Sizin için en hayırlı cihad, tüm şartlarıyla ifa edeceğiniz hac ibadetidir" karşılığını verdi.

Ahmed, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde ve İbn Huzeyme, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Resûlallah! Kadınlar için de cihad var mıdır?" diye sorduğumda:

“Kadınlar için çarpışması olmayan cihad vardır. O da hac ile umredir" karşılığını verdi.

İbn Huzeyme'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın resûlü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatını vermen, hac ile umreni ifa etmen, cenabetten gusletmen, abdestini gereğine göre alman ve Ramazan orucunu tutmandır. "

İbn Ebî Şeybe ile İbn Mâce'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac, zayıf olan (düşmanla savaşamayan) kişilerin cihadıdır" buyurmuştur.

Ahmed ve Taberânî'nin Amr b. Abese'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlı amel, kabul gören bir hac veya kabul gören bir umredir" buyurmuştur.

Taberânî ve Ahmed, Mâiz'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlı amel hangisidir?" diye sorulunca:

“Sadece Allah'a iman, sonra cihad sonra da kabul görecek olan bir haccın diğer amellere göre üstünlüğü, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki mesafe kadardır" karşılığını verdi.

Ahmed, İbn Huzeyme, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hâkim ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mebrûr olan bir haccın karşılığı Cennetten başkası değildir" buyurdu. Ashâb:

“Peki, bir hac nasıl mebrûr olur?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başkalarına yemek yedirerek ve sadece temiz sözler söyleyerek" karşılığını verdi.

Başka bir lafızda:

“..Ve selamı yayarak" ifadesi geçer.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Abdullah b. Cerâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccediniz! Zira haç, suyun kiri yıkayıp temizlemesi gibi kişinin günahlarını temizler" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccetmiş kişi, ailesinden dört yüz kişiye şefaatçi olur ve hac sonrası anasından yeni doğmuş gibi günahlarından temizlenir" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuab'da, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Ebu'l-Kâsım'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kişi, Beytu'l-Harâm'a (hac veya umre için) gitmek üzere devesine bindiğinde devenin ayağını her bir kaldırması ve yere koymasında Yüce Allah ona bir iyilik sevabı yazar, bir günahını siler ve katında makamını bir derece yükseltir. Kâbe'ye varıp tavafını yapınca, sonrasında Safâ ile Merve arasında say'edip tıraşını da olunca anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınır. Hac sonrası da kişi artık ilerisi için amel etmelidir. "

Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın ziyaretçileri gazaya çıkan, hacca ve umreye giden olmak üzere üç kişidir" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacılar ile umreciler Allah'ın misafirleridir. Yüce Allah onları davet etmiş, onlar da bu davete icabet etmişlerdir. Onlar istemiş, Allah da dilediklerini vermiştir" buyurdu.

İbn Mâce ile İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda gazaya çıkan, hacca ve umreye gidenler Allah'ın misafirleridir. Yüce Allah onları davet etmiş, onlar da bu davete icabet etmişlerdir. Onlar istemiş, Allah da dilediklerini vermiştir" buyurdu.

Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacılar ile umreciler Allah'ın misafirleridir. Allah'a dua ettiklerinde dualarını kabul eder, bağışlanma dilediklerinde onları bağışlar" buyurmuştur.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Harem bölgesinde ikamet edenler hac için gelenlerin üzerlerinde olan hakkı bilselerdi geldiklerinde yanlarına gider bineklerini öperlerdi. Çünkü bunlar diğer tüm insanlar içinde Allah'ın misafirleridir."

Bezzâr, İbn Huzeyme, Taberânî, M.es-Sağîr, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Hac sonrası hem hacının hem de bağışlanmasını istediği kişilerin Zilhicce ayının kalan kısmında, Muharrem, Safer aylarında ve Rabiulevvel ayının ilk on gününde olan günahları bağışlanır."

Başka bir lafızda:

“Allahım! Hacıyı ve hacının bağışlanmasını diledikleri kişileri bağışla!" şeklinde geçer.

İbn Ebî Şeybe ve Musedded, Müsned'de İbn Ömer'den bildiriyor:

“Hac sonrası hem hacının hem de bağışlanmasını istediği kişilerin Zilhicce ayının kalan kısmında, Muharrem, Safer aylarında ve Rabiulevvel ayının ilk on gününde olan günahları bağışlanır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iÖmer, Kâbe'nin kapısının yanında bir hutbe verip şöyle demiştir:

“Kişinin şu eve (Kâbe'ye) sadece ibadet için gelmesi ve Hacer-i Esved'i selamlaması, geçmiş günahlarının kefareti olur."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iÖmer'den bildiriyor:

“Sadece hac niyeti ile bu eve (Kabe'ye) gelen kişi, hac sonrası anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınır."

Hâkim, Ümmü Ma'kil'den bildiriyor: Kocam genç bir deveyi sadece Allah yolunda kullanılmak üzere ayırdı. Umreye gitmek istediğimde kocamdan bu deveyi istedim. Ancak kocam vermeyi kabul etmedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlattığımda deveıyi bana vermesi için kocama emir verdi ve:

“Hac da, umre de Allah yolunda yapılan ibadetlerdir. Ramazan ayında yapılan bir umre de bir hacca bedeldir veya bir hac kadar Sevap alır" buyurdu.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hacca niyetlendi. Kadının biri kocasına:

“Beni de hacca götür" dedi. Kocası:

“Seni hacca götürecek bineğim yok" karşılığını verdi. Kadın:

“Su taşımada kullandığın deveyi ver" deyince, kocası:

“Benle oğlun onu kullanacağız" karşılığını verdi. Kadın:

“Filan deveyi ver" deyince, kocası:

“Onu sadece Allah yolunda kullanmak üzere ayırmışım" karşılığını verdi. Kadın:

“O zaman dolaptaki hurmayı satalım" deyince, kocası:

“O hurma bizim zahiremiz" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) haccedip Mekke'den geri döndüğü zaman kadın, kocasını ona gönderdi:

“Ona selamımı söyle ve onunla birlikte haccetmeye denk olabilecek amelin ne olduğunu sor" dedi. Kocası, Allah Resûlü'ne gelip olanları anlattı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Keşke Allah yolunda kullanmak üzere ayırdığın deveyi binmesi için verseydin" buyurdu. Kadının da hac konusundaki duyarlılığına şaşırıp gülerek:

“Benden de ona selam söyle ve Ramazan ayında yapılan umrenin benimle birlikte yapılan bir hacca denk olduğunu söyle" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Umre yaptığım sırada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Yorgunluğun ve harcamaların oranında sana ecir vardır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Habîb'den bildiriyor: Bir topluluk hacca giderken Rebeze'de bulunan Ebû Zer'e uğradıklarında onlara:

“Hac için ne kadar da çaba harcamışsınız! Hac sonrası da artık ilerisi için amel edin" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin İbrahim'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd da bir topluluğa aynı şeyi (Ebû Zer'in dediğini) söylemiştir.

İbn Ebî Şeybe, Habîb b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Atâ'ya:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac sonrası artık ilerisi için amel edin" buyurduğu sana ulaştı mı?" diye sorduğumda:

“Hayır! Ama Osmân ile Ebû Zer'in böyle dediği bana ulaştı" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b, hacılardan bir topluluk görünce:

“Allah'ın mağfiretinden başka elde edecekleri şeyleri bilselerdi içleri huzurla dolardı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ka'b'dan bildiriyor:

“Hacı, umreci veya Allah yolunda gazada olan kişi, tekbir getirdiği zaman bu tekbir ufukta kaybolup gidene kadar arkasındaki çöller birbiri ardınca bunu tekrarlayıp durur."

Ahmed ve Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacca niyetlenen kişi bunu en kısa zamanda ifa etsin. Zira kişinin malt kaybolabilir; hasta olabilir ve fakir düşebilir" buyurmuştur.

İsbehânî, et-Terğîb'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccı en kısa zamanda ifa edin. Zira kişi başına neler geleceğini bilemez" buyurmuştur.

İsbehânî, Ebû Cafer Muhammed b. Ali'den, o da babasından, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Erkek veya kadın kul, Allah'ın rızasına uygun olan bir yerde harcaması gereken bir malı harcamayvp elinde tuttuğu zaman mutlaka o malın birkaç katını Allah'ın öfkesine sebep olacak bir şeyde harcar. Dünyalık ihtiyaçlardan birini gidermek için hacca gitmeyen kişi, o ihtiyacını gidermeden başka ihtiyaçlarının da çıktığını görecektir. Müslüman kardeşinin ihtiyacı olan bir konuda -o ihtiyaç giderilsin veya giderilmesin- yanında durmayan kişi, bir başkasına kendisini günaha sokacak ve herhangi bir karşılık da alamayacak bir işte yardım etmeye maruz bırakılır"

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Dâvud (aleyhisselam):

“İlâhi! Seni evinde ziyaret eden kullarına mükâfatın nedir?" diye sorunca, Yüce Allah şu karşılığı vermiştir:

“Her ziyaretçinin ziyaret edilen kişi üzerinde bazı hakları olur. Ey Dâvud! Beni ziyaretlerine karşılık olarak dünyada onlara afiyet, huzuruma çıktıklarında da mağfiret vardır. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda telbiye getirerek veya tehlîl ederek cihada veya hacca giden Müslümanın, güneş günahlarını da alıp batar ve diğer güne günahsız bir şekilde çıkar" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuab'da, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Hacılar ile umreciler Yüce Allah'ın misafirleridir. Bir şey istediklerinde dilekleri verilir, dua ettiklerinde dualarına icabet edilir. Ebu'l-Kâsım'ın nefsi elinde olana yemin olsun ki bunlardan biri yüksek bir yerde veya tepede tekbîr getirdiğinde veya tehlîl ettiğinde dünyanın diğer bir ucuna kadar yerler de birbiri ardına tekbir ve tehlîl eder. "

Beyhakî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacılar ile umreciler Yüce Allah'ın misafirleridir. Bir şey istediklerinde istediklerini verir, dua ettiklerinde dualarına icabet eder. Bu yolda yaptıkları masrafları da bir dirheme bir milyon dirhem olacak şekilde telafi eder" buyurmuştur.

Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacceden giden kişi asla a'mer düşmez" buyurdu. Ravi der ki:

“Câbir'e:

“A'mer düşmemek de nedir?" diye sorulunca:

“Fakir düşmemek, demektir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Hac ile umreyi ard arda yapınız. Zira bu ikisi körüğün, demir, altın ve gümüşün pasını gidermesi gibi fakirliği ve günahları yok eder. Gereğince yapılmış ve kabul görmüş bir haccın karşılığı da Cennetten başkası değildir. Kişi gün boyunca ihramda kaldığı zaman güneş batarken onun günahlarını da alıp gider. "

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Hazret-iÖmer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac ile umreyi ard arda yapınız. Zira bu ikisini ard arda yapmak, körüğün, demirin pasını temizlemesi gibi kişinden fakirliği ve günahlarını yok eder" buyurmuştur.

Bezzâr, Câbir'den merfû hadis-i şerif olarak aynısını zikreder.

Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de  İbn Ömer'den merfû hadis-i şerif olarak benzerini zikreder.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Âmir b. Rabîa'dan merfû hadis-i şerif olarak benzerini zikreder.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Lâ ilahe ilalllah ve Allahu Ekber diyen her bir kişi müjdelenir" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Cennetle mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşillğini verdi.

Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi Lâilahe illallah dediği zaman güneş batarken onun günahlarını da alıp götürür" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Şu Kâbe'ye bir borç veya dünyalık için gelen her bir kişinin bu ihtiyacı mutlaka karşılanır."

Ebû Ya'lâ, Taberânî, Dârakutnî ve Beyhakî, Hazret-i' Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mekke'ye doğru hac veya umre niyetiyle yola çıkıp da ölen kişi kıyamet gününde durdurulup hesaba çekilmez" buyurdu. Yine:

“Yüce Allah tavaf edenlerle övünür" buyurmuştur.

Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de ve İsbehânî, et-Terğîb'de  Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mekke'ye (hac için) giderken veya oradan dönerken ölen kişi kıyamet gününde durdurulup hesaba çekilmez" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuab'da, Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah,, Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a hac ve umre için ihrama giren kişinin gelmiş geçmiş tüm günahlarını bağışlar ve Cenneti garanti eder" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hacca niyetlenen kişi ailesinden ayrılıp da üç gün veya üç gece yol aldığı zaman anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınır. Kalan günlerinde de Allah katında dereceleri artar. Bir ölüyü kefenleyen kişiye Yüce Allah Cennet giysilerinden giydirir. Ölüyü yıkayan kişi günahlarından arınır. Ölünün üzerine toprak atan kişinin bu topraktan çıkan her bir toz hesapta terazisinde dağ kadar çeker. "

Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacca giden kişinin bineğinin her bir adımında Yüce Allah kendisine bir iyilik sevabı yazar veya bir günahını siler veya katında makamını bir derece yükseltir" buyurduğunu işittim.

Beyhakî, Habîb b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Atâ'ya:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kişi hac sonrası artık ilerisi için amel eder" buyurduğu sana ulaştı mı?" diye sorduğumda:

“Hayır! Ama Osmân b. Affân ile Ebû Zer el-Ğifârî'nin: «Hacılar hac sonrası (geçmiş günahları bağışlanacağı için) artık ilerisi için ameller ederler» dedikleri bana ulaştı" karşılığını verdi.

Beyhakî, Zührî vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildiriyor: Adamın biri haccı gereği gibi ifa ettikten sonra Ömer b. el-Hattâb'a uğradı. Ömer ona:

“Haccını tamamladın mı?" diye sorunca, adam:

“Evet!" dedi. Ömer:

“Peki, yasak kılınan şeylerden uzak durdun değil mi?" diye sorunca, adam:

“Yasak olan hiçbir şeye yaklaşmadım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Artık ilerisi için amel etmeye bak" dedi.

Beyhakî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bir hac ile üç kişiyi Cennete koyar. Biri ölen kişi, diğeri onun adına hacca giden kişi, bir diğeri de ölenin bu vasiyetini yerine getiren kişidir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki:

“Bedenini sağlıklı, rızkını geniş kıldığım kulum beş sene geçip de ziyaretime (hacca) gelmemişse bu kul mahrûm bir kuldur."

Ebû Ya'lâ'nın Habbâb b. el-Eret'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki:

“Bedenini sağlıklı, rızkım geniş kıldığım kulum üzerinden beş hac mevsimi geçip de ziyaretime (hacca) gelmemişse bu kul mahrûm bir kuldur."

Şâfiî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Her ayda bir umre vardır" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Eğerlerinizi bineğinize koyduğunuz zaman hacca ve umreye doğru yola koyulun. Zira bu ikisi iki cihaddan birisidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Câbir b. Zeyd'den bildiriyor:

“Oruç ile namaz bedeni yorar, ancak mala dokunmazlar. Sadaka ise mala dokunur, ancak bedene herhangi bir zarar vermez. Hac kadar hem malı, hem de bedeni zorlayan başka bir ibadet bilmiyorum."

"...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bîr kurban gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin.."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hac veya umre için ihrama girdikten sonra bir hastalıktan veya bir düşmandan dolayı Kâbe'ye ulaşamayan kişi asgarisi bir koyun olmak üzere imkanına göre ve kolayına gelecek şekilde bir kurban gönderir. İfa edemediği bu hac, şayet ilk haccı ise bunu daha sonra kaza eder. Ancak daha önce hac görevini ifa etmişse bu durumda bunu kaza etmesi gerekmez. "...Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin..." buyuruğuna göre de bu durumda olan bir kişi şayet hac için ihrama girmişse Kurban günü ihramdan çıkar. Umre için ihrama girmişse de gönderdiği kurban Kâbe'ye ulaştığı zaman ihramdam çıkar."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri ihrama girdikten sonra herhangi bir sebepten dolayı Kâbe'ye ulaşmasına engel çıktığı zaman Kâbe'de kesilmek üzere bir kurban gönderir ve bu kurban yerine ulaşana kadar ihramlı bir şekilde kalır. Kurban yerine ulaştığı zaman da başını tıraş ederdi."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbrâhim vasıtasıyla bildirdiğine göre Alkame:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Aranızda hasta, yahut başmdan rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi hac için ihrama girip de bazı sebeplerden dolayı Kâbe'ye ulaşmasına engel olunduğu zaman imkanına göre ve kolayına gelecek şekilde bir kurban gönderir. Gönderdiği kurban, yerine ulaşmadan acele davranıp başını tıraş eder veya koku sürünür veya tedavi olursa fidye olarak ya oruç tutar, ya sadaka verir ya da kurban keser. Oruç tutacaksa üç gün tutar. Sadaka verecekse altı yoksula yarımşar sâ' olmak üzere üç sâ' yiyecek verir. Kurban kesecekse de bir koyun keser. Şayet haccına engel olan şey hastalık ise iyileştikten sonra Kâbe'ye doğru yola çıkar. Hac için girdiği ihramı umreye çevirir, gelecek yılda da bu haccını kaza etmesi gerekir. Ancak önündeki engel kalktıktan sonra Kâbe'ye gitmeyip geri dönmesi halinde daha sonra hem hac hem de umre kazası etmesi gerekir. Hac aylarında haccı temettü yapmak isteyen kişi de kurban olarak bir koyun keser. Buna imkanı yoksa hacda iken üç, evine geri döndükten sonra yedi olmak üzere on gün oruç tutar."

Ravi İbrâhim der ki: Bu hadisi Saîd b. Cübeyr'e zikrettiğim zaman:

“İbn Abbâs da bu konuda aynı şeyleri söylemiştir" dedi.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“faapf" ibaresi, kişinin Kâbe'ye ulaşmasına engel olabilecek her türlü engeli ifade eder."

Mâlik, Saîd b. Cübeyr, İbn Ebî, Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken:

“Kurban olarak bir koyun gönderilir" demiştir.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken:

“Kurban olarak bir koyun gönderilir" demiştir.

Şâfiî, el-Umm'de , Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin değişik kanallarından bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken:

“Kurban olarak bir sığır veya deve gönderilir" dedi. Kendisine:

“Koyun göndermesi kâfi gelmez mi?" diye sorulunca:

“Hayır, gelmez" karşılığını verdi.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken:

"İmkanı dahilinde kurban gönderir. Kişinin bir veya iki deve göndermesi de imkanı dahilinde olabilir" demiştir.

Vekî', Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada kurban, kişinin kolayına gelecek ve imkanı dahilinde olacak şekilde erkek veya dişi deve, sığır, koyun ve keçi olmak üzere dört sınıf hayvandan gönderilir. Kurban olan hayvan ne kadar büyük olursa da daha iyi olur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu kişinin kurban göndermesi gerekir. Şayet durumu iyi ise kurbanı deve olarak, durumu, normal ise sığır olarak, durumu fazla iyi değilse de koyun olarak gönderir."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Kâsım vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe ile İbn Ömer, kişinin kolayına gelecek olan kurbanın ancak deve ve sığırdan olabileceğini düşünürlerdi. Ancak İbn Abbâs kişinin kolayına gelecek olan kurbanın koyun olduğunu söylerdi.

Süfyân b. Uyeyne, Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette söz konusu engellemeden kasıt sadece bir düşman tarafından hasıl olan engellemedir. Kişinin hastalanması, rahatsızlanması veya bir şeyini kaybetmesi, kaybolması halinde kurban göndermesi gerekmez. Yüce Allah bu konuda:

“...Güven içinde olursanız..." buyurmuştur ki, güvenlik durumu ancak bir korkudan dolayı olur."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Engelleme durumu ancak bir düşmandan gelirse geçerli olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî:

“Engelleme durumu ancak bir savaş durumunda geçerli olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ:

“Engelleme ancak bir hastalık veya düşman veya kişinin Kâbe'ye ulaşmasına mani olan bir sebepten dolayı olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Urve:

“İhramlı kişiyi Kâbe'ye gitmekten alıkoyan her türlü şey, engelleme kapsamı içinde sayılır" demiştir.

Buhârî ve Nesâî, Nâfi'den bildiriyor: Ubeydullah b. Abdillah ile Sâlim b. Abdillah'ın bana bildirdiğine göre, Şam ordusu Mekke'ye doğru yola koyulduğu zaman kendileri İbnu'z-Zübeyr'e:

“Bu sene hacca gitmemenin bir sakıncası olmaz. Çünkü ordunun Mekke'ye girişine müsaade etmemelerinden korkuyoruz" demiş, İbn Zübeyr de şu karşılığı vermiştir:

“Umre niyetiyle Allah Resûlüyle birlikte yola çıktık. Ancak Kureyş kafirleri Mekke'ye girişimize engel olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bulunduğu yerde kurbanı kesip başını tıraş etti."

Buhârî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“(Hudeybiye'de bulunan ve Mekke'ye girişi engellenen) Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını tıraş etti, hanımlarıyla ilişkiye girdi. Kurbanını da kesti ve bir sonraki yıl yeniden umresini yaptı."

Buhârî, Misver'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını tıraş etmeden önce kurbanı kesti ve ashabının da böyle yapmasını istedi."

Buhârî muallak olarak İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kurbanda bedel (yeniden kesme) ancak cinsel ilişki ile lezzet alma suretiyle haccını bozanlar içindir. Bir özür veya herhangi bir engelden dolayı haçtan alıkonulan kişi, alıkonulduğu yerde ihramdan çıkar ve bundan dolayı da kaza etmesi gerekmez. Alıkonulduğu zaman yanında kurbanı varsa ve eğer onu Mekke'ye gönderemiyorsa bulunduğu yerde keser. Ancak Mekke'ye gönderme imkanı varsa onu gönderir ve bu kurbanlık yerine ulaşana kadar da ihramdan çıkmaz."

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Hudeybiye'de bulunan Müslümanların, Mekke'ye girdikleri bir sonraki yılda yeniden kurban kesmeleri emredildi. Bunun üzerine Müslümanlar yeniden kurban kestiler. Deve fiyatları yükselince de imkanı olmayanların sığır alıp kurban etmelerine izin verildi."

Hâkim, Ebû Hâdir el-Himyerî'den bildiriyor: İbnu'z-Zübeyr'in muhasara altına alındığı yıl yanımda kurbanımla birlikte umre için yola çıktım. Ancak Mekke'ye girişimize izin verilmeyince bulunduğum yerde kurbanı kesip ihramdan çıktım. Bir sonraki yıl umremi kaza etmek üzere Mekke'ye gittim.. İbn Abbâs'a gidip yeniden kurban kesip kesmeyeceğimi sorduğumda şöyle dedi:

“Yeniden kurban kesmen gerekir. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına, Hudeybiye'de kestikleri kurbanların yerine bir sonraki yıl kaza umresini yaparken yeniden kurban kesmelerini emretmiştir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Kişi kurbanı kesmeden önce tıraşını olursa bunun için yeniden kurban kesmesi gerekir" dedi ve:

“...Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin.." âyetini okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre el-A'rec bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. Mâide Sûresi'nin 95. âyetini de: (.....) lafzıyla okumuştur.

"...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir.."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de Ka'b b. Ucre'den bildiriyor: Hudeybiye'de ihramlı bir şekilde Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberdik. Müşrikler bizleri muhasara altına almış ve Mekke'ye girmemize izin vermemişlerdi. Saçlarım uzundu ve bitlenmiştim. Başımdaki bitler de yüzüme dökülüyordu. Yanıma uğrayan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başındaki bitler seni rahatsız mı ediyor?" diye sorunca:

“Evet!" karşılığını verdim. Bunun üzerine başımı tıraş etmemi söyledi. "...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir.." âyeti nazil olunca da bana:

“Üç gün oruç tut veya bir farak yiyeceği altı yoksul arasında dağıt veya kolayına gelecek şekilde bir kurban kes" buyurdu.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de İbn Abbâs'dan bildiriyor:

“Yüce Allah önce:

“...Aranızda hasta... varsa..." buyurmuş sonra başından rahatsız olanları da hükmün içine alıp:

“...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir..." buyurmuştur."

Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve Beyhakî, Abdullah b. Ma'kil'den bildiriyor: Ka'b b. Ucre'nin yanında oturdum ve ona:

“...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir..." âyetini sordum. Şöyle dedi:

“Bu âyet benim hakkımda nazil oldu. Başımdan rahatsızdım. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) götürüldüğümde başımdan yüzüme bitler dökülüyordu. Allah Resûlü beni görünce:

“Bu kadar rahatsız olacağını düşünmüyordum. Kurban olarak bir koyun bulabilir misin? buyurdu. "Hayır!" dediğimde:

“O zaman üç gün oruç tut veya her birine yarım sa' yiyecek vermek üzere altı yoksulu doyur. Sonra da başını tıraş et" buyurdu. Bu âyet benim hakkımda nazil oldu ancak, hepiniz için geçerlidir."

Tirmizî ve İbn Cerîr, Ka'b b. Ucre'den bildiriyor:

“...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa.." âyeti benim hakkımda nazil oldu ve burada kastedilen kişi benim. Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye'de ağacın yanındayken bana:

“Başındaki bitler sana eziyet veriyor mu?" diye sordu. "Evet, veriyor" dediğimde bu âyet nazil oldu.

İbn Merdûye ve Vâhidî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hudeybiye'de konakladığımızda Ka'b b. Ucre geldi. Başındaki bitler yüzüne düşüyordu. " Resûlallah! Bu bitler beni yedi bitirdi!" deyince:

“...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir.." âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Allah Resûlü ona:

“Burada kurban bir koyundur. Oruç üç gündür. Sadaka da altı yoksul arasında dağıtılmak üzere birfarak yiyecektir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Aranızda hasta... varsa..."  âyetini:

“Yani hastalığı ağırlaşan biri varsa" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada hastalıktan kasıt, kişinin başında kendisine rahatsızlık veren bir ağrı veya yaranın olmasıdır. Baştaki rahatsızlıktan kasıt da kişinin başında bit olmasıdır."

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Atâ'ya:

“...Yahut başından rahatsız olan varsa..."ifadesinin anlamı nedir?" diye sorduğumda:

“Başta bulunan bit, baş ağrısı ve kişiye eziyet veren benzeri şeylerdir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ayete fidye olarak belirtilen kurbandan kasıt, kişinin koyun kesmesidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ka'b b. Ucre'ye:

“Başındaki bitler sana eziyet veriyor mü?" diye sorunca, Ka'b:

“Evet, veriyor" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“O zaman başını tıraş et ve fidye olarak ya üç gün oruç tut veya altı yoksulu yedir veya kurban olarak bir koyun kes" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye bu âyetteki fidye konusu sorulunca:

“Fidye olacak oruç, üç günlük oruçtur. Sadaka ise altı yoksul arasında dağıtılmak üzere üç sâ' yiyecektir. Kurban da bir koyundur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan benzerini nakleder.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân'da, (.....) (Veya... veya...) şeklinde zikredilen hükümlerde muhatap olan kişi muhayyer demektir ve seçenekler arasından dilediğini seçer, (.....) (Onu bulamazsa bunu...) şeklinde ifade edilen hükümlerde ise muhatap olan kişi sıralamayı takip eder."

İbn'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Kur'ân'da, (.....) (Veya... veya...) şeklinde zikredilen hükümlerde muhatap olan kişi muhayyer demektir ve seçenekler arasından dilediğini seçer."

Şâfiî, el-Umm'de  İbn Cüreyc vasıtasıyla Amr b. Dînâr'dan bildiriyor:

“Kur'ân'da, (.....) (Veya... veya...) şeklinde zikredilen hükümlerde muhatap olan kişi muhayyer demektir ve seçenekler arasından dilediğini seçer."

İbn Cüreyc der ki:

“Ancak:

“Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak veya çapraz olarak el ve ayakları kesilmek veya yerlerinden sürülmektir..." âyeti bu kuralın dışındadır. Burada muhatap olan kişinin bu seçeneklerden birini seçme hakkı yoktur."

Şâfiî ve Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor:

“Kur'ân'da, (Veya... veya...) şeklinde zikredilen hükümlerde muhatap olan kişi muhayyer demektir ve seçenekler arasından dilediğini seçer."

İbn Ebî Şeybe de İkirme ile İbrâhim'den benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd de Mücâhid ile Dahhâk'tan benzerini zikreder.

"...Güven içinde olursanız, hacca kadar umreden faydalanabilen kimseye kolayına gelen bir kurban kesmek, bulamayana, hac esnasında üç gün ve döndüğünüzde yedi gün -ki o tam on gündür- oruç tutmak gerekir.."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Hacca kadar umreden faydalanabilen kimse..." âyetini:

“Hac aylarında umre yapmak üzere ihrama giren kişidir" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Burada faydalanmadan (temettü) kasıt hac aylarında umre yapmaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr bir hutbe verip şöyle demiştir:

“İnsanlar! Vallahi hac zamanına kadar umreden faydalanma sizin yaptığınız gibi değildir. Hac için ihrama giren kişi düşman, hastalık veya bedeninde bir kırıktan dolayı hac zamanı geçene kadar hacdan alıkonulması durumunda haccını umreye çevirir. Gelecek yıl hac yapıncaya kadar da ihramdan çıkıp faydalanır. Diğer yıl haccını yapıp kurban keser. İşte hacca kadar umreden faydalanma budur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildiriyor: İbnu'z- Zübeyr:

“Hacca kadar umreden faydalanma, sadece hacdan alıkonulan kişiler içindir. Engeli kalkan kişilerin öyle bir hakları yoktur" derdi. İbn Abbâs da:

“Hacca kadar umreden faydalanma, hem hacdan alıkonulan, hem de sonradan engeli kalkanlar için geçerlidir" derdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“...Güven içinde olursanız, hacca kadar umreden faydalanabilen kimseye..." âyetini açıklarken:

“Umreyi diğer yıl hacla ile birlikte yapmak üzere erteleyenin kurban kesmesi gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Atâ'dan bildiriyor:

“Bu durumda olanlar kadınlardan ve giysilerden faydalandıkları için buna faydalanma (temettü) denilmiştir."

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor: Cahiliye döneminde haccedenler:

“(Hac için binilen) bineklerin yarası iyileştiği, izleri kaybolduğu ve Safer ayı bittiği zaman artık umre yapmak isteyene umre helal olur" derlerdi. Yüce Allah umreden faydalanma konusundaki hükmü indirerek cahiliyye insanlarının bu yöndeki uygulamasını değiştirmiş ve Müslümanlara bu yönde ruhsat vermiştir."

İbnu'l-Münzir, Ebû Cemre'den bildiriyor: Adamın biri İbn Abbâs'a:

“Hacca kadar umreden faydalandım. Kırk dirhemim var, ama bu dirhemlerin içinden şu kadar vereceğim ve şu kadar harcamam var, kurban keseyim mi?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Oruç tut" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“...Bulamayana, hac esnasında üç gün ve döndüğünüzde yedi gün -ki o tam on gündür- oruç tutmak gerekir.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hac olan üç günü tevriye gününden bir önceki gün, tevriye günü ve Arefe gününde tutar. Bu günlerde tutamadığı zaman teşrîk günlerinde tutar."

Vekî', Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Bulamayana, hac esnasında üç gün ve döndüğünüzde yedi gün -ki o tam on gündür- oruç tutmak gerekir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hac olan üç günü terviye gününden bir önceki gün, terviye günü ve Arefe gününde tutar. Bu günlerde tutamadığı zaman da hac günlerinden olan teşrîk (Minâ) günlerinde tutar."

İbn Ebî Şeybe, Alkame, Mücâhid ve Saîd b. Cübeyr'den bu fetvanın benzerini zikreder.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hacca kadar umreden faydalanacak (ve kurban kesemeyecek olan) kişi, bu üç günlük orucu hac için ihrama girdiği gün ile Arefe günü arasında tutar" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Hacca kadar umreden faydalanacak kişinin kurban kesme imkanı yoksa Arefe gününden önce başlamak üzere üç gün oruç tutar. Arefe günü de orucu bitmiş olur. Evine geri döndükten sonra da yedi gün oruç tutar."

Mâlik ile Şâfiî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Hacca kadar umreden faydalanacak olan ve kurban kesme imkanı olmayan kişi, hac için ihrama girdiği gün ile Arefe günü arasında üç gün oruç tutar. Bu günlerde orucu tutamazsa Minâ (teşrîk) günlerinde bunları tutar."

Mâlik ile Şâfiî, İbn Ömer'den bu hükmün benzerini zikreder.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Cerîr, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer ile Hazret-i Âişe:

“Teşrîk günlerinde sadece hacca kadar umreden faydalanan ve kurban kesme imkanı olmayan kişilerin oruç tutmasına ruhsat vardır" demişlerdir.

İbn Cerîr, Dârakutnî ve Buhârî, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hacca kadar umreden faydalanan, kurban kesme imkanı olmayan ancak Zilhicce ayının ilk on gününde orucunu da tutamayan kişinin teşrîk günlerinde oruç tutmasına ruhsat verdi."

Dârakutnî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Yanında kurbanı olmayan (ve hacca kadar umreden faydalanan) kişiler Kurban gününe kadar üç gün oruç tutsun. Bu süre içinde üç günlük orucu tutamayanlar da bunları teşrîk günleri olan Minâ günlerinde tutsun" buyurmuştur.

Mâlik ve İbn Cerîr, Zührî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Huzâfe'yi gönderdi ve teşrîk günlerinde:

“Kurban kesemediği için oruç tutanlar dışında bu günler (oruç değil) yeme içme ve Allah'ı zikretme günleridir" diye seslenmesini emretti.

Dârakutnî, Zührî kanalıyla Saîd b. el-Müseyyeb'ten, o da Abdullah b. Huzâfe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccında bir grupla birlikte Minâ'da dolaşıp:

“Bu günler yeme içme ve Allah'ı zikretme günlerdir. Kurban kesemediği için oruç tutanlar dışında bu günlerde oruç tutulmaz!" diye seslenmemizi emretti.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Temettüden dolayı (ve kurban kesemediği için) oruç tutacak olan kişinin bunları ihramda iken tutması gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime:

“Böylesi bir orucu kişi Zilhicce ayının ilk on günü içinde tutması gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Necîh'ten bildiriyor: Bu konuda Mücâhid:

“Bu durumda olan kişi, dilerse bu üç günlük orucun bir gününü Şevvâl ayında, bir gününü de Zilka'de ayında tutabilir" demiştir. Tâvus ile Atâ ise:

“Temettü yapan kişinin bu üç günlük orucu Zilhicce ayının ilk on günü içinde tutması gerekir" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Leys'ten bildiriyor: Bu konuda Tâvus ile Atâ:

“Temettü yapan kişinin bu üç günlük orucu Zilhicce ayının ilk on günü içinde tutması gerekir" demişlerdir. Mücâhid ise:

“Hac aylan içinde tutmasında herhangi bir sakınca olmaz" demiştir.

Buhârî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a hacda mut'a konusu sorulunca şöyle demiştir: Vedâ haccında Muhâcirler, Ensâr ve Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri hac için ihrama girince biz de girdik. Mekke yakınlarına geldiğimizde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kurbanlarını yanında getirenler hariç herkes hac için olan niyetini umreye çevirsin" buyurdu. Sonrasında tavafımızı, Safâ ile Merve arasında sa'yımızı yaptıktan sonra eşlerimizle ilişkiye girdik ve dikişli giysiler giydik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kurbanını yanında getirenler, kurbanları yerinde kesilinceye kadar ihramdan çıkmasın" buyurdu. Sonra terviye gününün akşamında hac için ihrama girmemizi emretti. Haccın farzlarını ifa edip Kâbe'yi tavaf, Safâ ile Merve arasında da sa'yımızı yaptıktan sonra haccımız tamamlanmış ve kurban kesme üzerimize vacip olmuş oldu. Ki Yüce Allah:

“...Güven içinde olursanız, hacca kadar umreden faydalanabilen kimseye kolayına gelen bir kurban kesmek, bulamayana, hac esnasında üç gün ve döndüğünüzde yedi gün -ki o tam on gündür- oruç tutmak gerekir..." buyurmuştur. Burada kalan yedi günlük orucu herkesin kendi memleketinde tutacağı ifade edilmiştir. Kurban olarak da koyun geçerli olur.

Bu şekilde bir yılda iki nüsük, yai hac ile umre bir arada yapıldı. Çünkü Yüce Allah, Kitab'ında bu şekilde indirmiştir, Peygamberinin (sallallahü aleyhi ve sellem) de sünneti bu yöndedir. Mekke ahalisi dışındakilere de bunu mubah kılmıştır.

Yüce Allah:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da olmayanlar içindir..." buyurur. Yüce Allah'ın, Kitab'ında zikrettiği hac ayları da Şevvâl, Zilka'de ve Zilhicce'dir. Bu aylarda temettü yapanın kurban kesmesi ya da oruç tutması gerekir. Âyette geçen refes, cinsi münasebet anlamına gelir. Fusûk ise masiyetler anlamındadır. Cidal de kavga manasına gelir."

Mâlik, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Hac ayları olan Şevvâl, Zilka'de veya Zilhicce'de umresini ifa eden kişi, temettü yapmış olur ve kurban kesmesi gereklidir. Kurban kesme imkanı yoksa da oruç tutar."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildiriyor:

“Şevvâl veya Zilka'de ayında umresini yapan ve haccını da ifa edene kadar Harem bölgesinde ikamet eden kişinin kolayına gelecek şekilde kurban kesmesi gerekli olur. Kurban imkanı olmayan kişi, üçü hac esnasında, yedisi de memleketine geri döndüğünde olmak üzere on gün oruç tutar. Hac ayları içinde umreyi yapıp geri dönen kişi temettü yapmış sayılmaz. Temettü, hac ayları için umresini yapıp haccı da yapmak üzere harem bölgesinde kalan kişi içindir."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildiriyor:

“Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı hac ayları içinde umre yapıp o yıl haccetmedikleri zaman kurban kesmezlerdi"

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-iÖmer:

“Kişi hac ayları içinde umre yapıp harem bölgesinde (haccı da yapmak üzere) ikamet ederse temettü yapmış sayılır. Ancak umre sonrası memleketine geri dönerse temettü yapmış sayılmaz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildiriyor:

“Hac ayları içinde umresini yaptıktan sonra memleketine geri dönen ve aynı yıl içinde hac için gelen kişi temettü yapmış sayılmaz. Umre sonrası harem bölgesinde ikamet edip haccı beklerse temettü yapmış sayılır."

Hâkim'in bildirdiğine göre Ubey, bu âyeti: (Üç gün ard arda oruç tutmak...) lafzıyla okurdu.

Buhârî, Târih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de  bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Döndüğünüzde yedi gün..." âyetini:

“Memleketinize, ailenizin yanına döndüğünüzde" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Döndüğünüzde yedi gün..."  âyetini:

“Memleketinize döndüğünüzde" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Döndüğünüzde yedi gün..." âyetini:

“Memleketiniz neresi ise oraya döndüğünüzde" şeklinde açıklamıştır.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Döndüğünüzde yedi gün..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunda muhatap olan kişiye ruhsat vardır. Kişi dilerse bu yedi günü dönerken yolda, dilerse de ailesinin yanına döndükten sonra tutar. Ancak bu yedi günü ara vermeden peş peşe tutmalıdır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre:

“...Döndüğünüzde yedi gün..."âyetini açıklarken Atâ:

“Kişi dilerse bunu dönerken yolda tutar" demiştir. Hasan ise:

“Memleketine döndükten sonra tutar" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kişi umre sonrası hacca kadar Mekke'de ikamet ederse bu yedi günü dilerse orada tutar" demiştir.

Vekî'nin bildirdiğine göre Atâ:

“...Döndüğünüzde yedi gün..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Benim için bu yedi günün haccı da bitirdikten ve memlekete geri döndükten sonra tutulması daha hoştur."

Vekî' ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus:

“...Döndüğünüzde yedi gün..." âyetini açıklarken:

“Kişi dilerse bu yedi günü ayrı ayrı tutabilir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Tam on gün oruç tutar..." âyetini açıklarken:

“Bu günler kesemediği kurbanın tam karşılığı olacak günlerdir" demiştir.

Buhârî ile Müslim, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Vedâ haccında umre ile haccı birleştirerek temettü yaptı. Bir kurban alıp, kurbanı Zu'l-Huleyfe'den itibaren beraberinde getirdi- Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce umre için sonra da hac için telbiye getirdi. İnsanlar da onunla beraber umre ve haccı birleştirerek temettü yaptılar. İçlerinde kimisi kurban alıp beraberinde getirirken kimisi de almamıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye geldiği zaman insanlara şöyle buyurdu:

“İçinizden kurban getirenler haccını bitirinceye kadar kendilerine haram olan şeylere dokunamazlar. İçinizden kurban getirmeyenler ise Kabe'yi tavaf etsin. Safâ ile Merve arasında sa'yetsin. Ondan sonra da tıraş olup ihramdan çıksın. Sonra ihrama bürünüp hac için telbiye getirsin. Kesmek için kurban bulamayanlar hacda iken üç; hacdan ailesine döndükten sonra da yedi gün oruç tutsun. "

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim, İmrân b. Husayn'dan bildiriyor:

“Hacda temettü konusunda Allah'ın Kitab'ında âyet nazil olduğunda Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte temettü yaptık. Sonradan hacda temettü konusundaki âyeti nesheden başka bir âyet nazil olmadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de vefat edene kadar bunu yasaklamadı. Ancak sonradan bir adam çıktı ve bu konuda kendi görüşüne göre bir şeyler söyledi."

Müslim, Ebû Nadra'dan bildiriyor:

“İbn Abbâs hacda temettünün yapılabileceğini söylerdi. İbnu'z-Zübeyr ise bunun yapılmamasını isterdi. Bu durumu Câbir b. Abdillah'a zikrettiğimde şöyle dedi:

“Bu konu hakkındaki olay, benim önümde geçti. Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte temettü yapmıştık. Ancak Hazret-iÖmer halife olunca bu konuda şöyle dedi:

“Yüce Allah,

Resûlüne dilediği konuda dilediği şeyi helal kılardı. Ama artık Kur'ân'daki her şey yerli yerine oturmuştur. Bundan sonra hac ile umrenizi Yüce Allah'ın emrettiği gibi tamamlayın. Haccınız ile umrenizi birbirinden ayırın. Hem haccınızın, hem de umrenizin tamama ermesi için böylesi daha uygundur."

Buhârî, Müslim ve Nesâî, Ebû Mûsa'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bathâ'da iken yanına geldim. Bana:

“Neye niyetlendin?" diye sorduğunda:

“Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) niyetlendiği şeye (hacca) niyet ettim" dedim. Bana:

“Yanında kurban getirdin mi?" diye sorunca:

“Hayır, getirmedim" dedim. Bunun üzerine:

“O zaman Kabe'yi tavaf et, Safâ ile Merve arasında sa'yet, ardından ihramdan çık" buyurdu. Ben de Kâbe'yi tavaf edip, Safâ ile Merve arasında sa'yettikten sonra akrabalarımdan bîr kadının yanına geldim. Saçlarımı tarayıp düzelttikten sonra yıkadı. Ebû Bekr ve Ömer'in hilafeti döneminde de bu konuda insanlara bu şekilde fetva veriyordum.

Yine bir hac mevsiminde adamın biri yanıma geldi ve:

“Müminlerin emirinin hac konusundaki yeni emirlerini sanırım bilmiyorsun" dedi. Bunun üzerine insanlara:

“İnsanlar! Bu konuda her kime fetva verdiysem onu uygulamaya koymasın! Müminlerin emiri gelecek, bu konuda ona uyun!" dedim. Halife Ömer, gelince ona:

“Ey müminlerin emiri! Hac konusunda verdiğin yeni emirler de ne oluyor?" diye sordum. Ömer şu karşılığı verdi:

“Şayet bu konuda Allah'ın Kitab'ına göre davranacaksak Yüce Allah: «Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın...» buyurur. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine göre davranacaksak da O da kurbanı kesene kadar ihramdan çıkmazdı."

İshâk b. Râhuye, Müsned'de ve Ahmed, Hasan'dan bildiriyor: Hazret-iÖmer, haçta temettüyü yasaklamak istedi. Ubey b. Ka'b kalkıp:

“Senin bunu yasaklama yetkin yok! Zira Yüce Allah bu konuda âyet indirmiştir ve Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bu temettüyü yaptık" deyince, Ömer bundan vazgeçti.

Müslim, Abdullah b. Şakîk'ten bildiriyor: Hazret-iOsmân temettüyü yasaklar, Hazret-i Ali ise yapılmasını söylerdi. Osman bu konuda Hazret-i Ali'ye bir söz söyleyince Hazret-i Ali:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte temettü yaptığımızı biliyorsun değil mi?" diye sordu. Osman:

“Evet, ama o zaman korkuyorduk" dedi.

İshâk b. Râhuye'in bildirdiğine göre Osmân b. Affân'a hacda temettü konusu sorulunca:

“Zamanında bizim için vardı, ancak şu an sizler için yok" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Müslim'in bildirdiğine göre Ebû Zer:

“Hacda temettü, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına has bir şeydi" demiştir.

Müslim'in bildirdiğine göre Ebû Zer:

“İki mut'a (mut'a nikahı ile hacda temettü) sadece bizlere has bir şeydi" demiştir.

Buhârî ve Müslim, Ebû Cemre'den bildiriyor: İbn Abbâs'a temettü'yü sorduğumda yapmamı söyledi. Kurbanı sorduğumda:

“Deve veya inek veya koyun olabilir yahut da kurbanda ortak olunabilir "dedi. Fakat bazı insanlar bunu hoş görmediler gibi oldu. Uyuduğumda, rüyamda bir kişinin bana:

“Haccın mebrûr ve temettüün de kabul görmüş olsun!" diye sesleniyordu. İbn Abbâs'a gelip bunu anlattığımda:

“Allahu Ekber! Bu (gördüğün) Ebu'l- Kâsım'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti gibidir!" dedi.

Hâkim, Mücâhid ile Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre Câbir şöyle demiştir: İnsanlar arasında ileri geri konuşmaların çoğaldığı bir zamanda haccetmek üzere çıktık. İhramdan çıkmamıza bir kaç gece kala ihramdan çıkmamız emri verildi. Kendi aramızda:

“Uzvumuzdan meni akarken mi Arafat'a gideceğiz?" diye söylenirken bu sözler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kulağına gitti. Bunun üzerine bir konuşma yapmak üzere kalktı ve şöyle buyurdu:

“İnsanlar! Allah'ın hükümlerini bana mı öğreteceksiniz? Vallahi hepimizden fazla Allah'ı bilir, hepinizden fazla ondan korkarım. Eğer şimdi yaptığım bu işi yeniden yapacak olsaydım yanımda kurban getirmez diğerleri gibi ihramdan çıkardım. Gelirken yanında kurban getirmeyenler hacda üç gün, memleketine geri döndükten sonra da yedi gün oruç tutsunlar. Kurban kesme imkanı olan da kurban kessin." Sonrasında yedi kişi toplanıp ortaklaşa bir deve kesiyorduk.

Atâ der ki: İbn Abbâs:

“O zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbı arasında küçükbaş hayvan dağıttı. Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın payına bir teke düşünce kendi adına bunu kurban etti" dedi.

Mâlik'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Hacdan önce umre yapıp kurbanı kesmem benim için hacdan sonra Zilhicce ayında umre yapmamdan daha sevimlidir" demiştir.

"...Bu, ailesi Mescid-i Haram da oturmayan kimseler içindir. Allah'tan sakının ve Allah'ın cezasının şiddetli olacağını bilin."

Vekî', İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mescid-i Haram ahalisi olarak sayılan altı köy vardır. Bunlar: Urfe, Urane, Recî', Nahletân, Merru'z-Zahrân ve Dacnân'dir." Mücâhid de:

“Mescid-i Haram'da oturanlar, Harem sakinleridir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir..." âyetini açıklarken:

“Mescid-i Haram'da oturanlardan kasıt, Harem sınırları içinde ikamet edenlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Harem bölgesinin tümü, Mescid-i Haram'ın kapsamı içindedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'den bunun aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ezrakî'nin bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh'a Mescid-i Haram'ın kapsamı sorulduğunda:

“Harem bölgesinin tümüdür" demiştir.

Ezrakî, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildiriyor:

“İbrahim'in (aleyhisselam) Mescid- i Haram'ı üzerine inşa etmek üzere belirlediği alandır ki Hazvere, Mes'â (sa'y yeri) ve Ecyad vadisinin çıkış yeri arasında olan bir alandır"

Ezrakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında yazılanlardan anladığımıza göre Mescid-i Haram denilen yer, Hazvere ile Mes'â (sa'y yeri) arasında kalan alandır."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Zührî'den bildiriyor:

“Mescid-i Haram ahalisinden olan hiç kimsenin âyette bahsedilen engellenme (ihsâr) durumundan haccı kazaya bırakma ruhsatı yoktur. Zira kişi hastalansa taşınarak Arafat'ta vakfe yapabilir ve yine taşınarak tavafını eda edebilir."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Urve:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mescid-i Haram'da oturanlardan kasıt, Mekke ahalisidir. Meş'ar'e yakınlıklarından dolayı Mekke ahalisinin temettü haklan ve ihsâr durumundan haccı kazaya bırakma ruhsatları yoktur."

Ezrakî, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Atâ'ya:

“Kimlerin temettü hakları yoktur?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah:

“...Bu, ailesi Mescidi Haram'da oturmayan kimseler içindir.." buyurmuştur. Mescid-i Haram'ın alanı içinde kalan ve temettü haklan olmayan köyler, Mekke'nin çevresinde bulunan ve şehri uzaktan gören Nahietân, Merru'z-Zahrân, Urena, Dacnân ve Recî' köyleridir. Mescid-i Haram bölgesi dışında sayılan, temettü yapmaya ve (Mescid-i Haram ahalisi için) namazı seferî olarak kılmaya ruhsat veren köyler de Usfân, Cidde, Ruhât gibi köyler ile bunların gerisinde olan bölgelerdir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Hacda temettü, sadece Mekke ahalisi dışındaki Müslümanlar için geçerlidir. Hacda temettü, Harem bölgesi ahalisinden olmayanlar için vardır. Zira Yüce Allah:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir..." buyurur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle derdi:

“Ey Mekke ahalisi! Sizler için hacda temettü yoktur. Hacda temettü Mekke dışından gelen diğer bölge Müslümanları için helal kılınmıştır ancak sizler için geçerli değildir. Zira sizden biriniz umre yapacağı zaman en fazla bir vadi uzaktan niyetlenip geliyor. Yüce Allah da:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir,. ." buyurur."

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e daha önce hiç haccetmemiş bir kadının hacla birlikte umre de yapıp yapamayacağı sorulunca:

“Evet, yapabilir. Zira Yüce Allah ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kişiler için hac ile birlikte umre yapmaya ruhsat vermiştir" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mekke ahalisinin temettü için kurban kesmesi gerekmez" demiş ve:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir..." âyetini okumuştur.

İbn Ebî Şeybe bildirdiğine göre Tâvus:

“Mekke ahalisinin temettü için kurban kesmesi gerekmez" demiş ve:

“...Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimseler içindir.. ." âyetini okumuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mekke ahalisi için temettü durumu söz konusu değildir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân:

“Mekke ahalisi ve Mekke'yi görebilen bir bölgede ikamet edenler için temettü durumu söz konusu değildir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus:

“Temettü, Mekke ahalisi dışında bütün Müslümanlar için geçerlidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî:

“Mekke ahalisi için temettü ile ihsâr durumu söz konusu değildir. Zira ihsâr durumundan yapamadıkları haccı tekrar yapabilmeleri için bir gün geçmesi yeterlidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mutarrif:

“...Allah'tan sakının ve Allah'ın cezasının şiddetli olacağını bilin" âyetini okuyup şöyle demiştir:

“İnsanlar Yüce Allah'ın cezasının, gazabının ve intikamının ne şiddette olduğunu bilselerdi gözyaşları asla kesilmez ve bir an olsun rahat yüzü görmezlerdi."

197

"Hac malum aylardadır.."

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye, Ebû Umâme'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac mâlum aylardadır..." âyeti konusunda:

"Bunlar Şevval, Ziika'de ve Zilhicce aylarıdır" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac mâlum aylardadır..." âyetini okudu ve:

“Bunlar Şevval, Ziika'de ve Zilhicce aylarıdır" buyurdu.

Hatîb, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac mâlum aylardadır..."  âyeti konusunda:

“Bunlar Şevval, Zilka'de ve Zilhicce aylandır" buyurdu."

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Hac mâlum aylardadır..." âyeti konusunda:

“Bunlar Şevvâl, Zilka'de ve Zilhicce aylarıdır" demiştir.

Şâfiî, el-Umm'de, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nâfi'ye:

“Abdullah b. Mes'ûd'un hac aylarının isimlerini söylediğini işittin mi?" diye sorulunca, Nâfi' şu karşılığı vermiştir:

“Evet! Bu ayların Şevvâl, Zilka'de ve Zilhicce diye adlarını verirdi."

İbn Ebî Şeybe de İbn Abbâs, Atâ ve Dahhâk'tan bu ifadenin aynısını zikreder.

Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Hac mâlum aylardadır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Şevvâl, Zilka'de ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür" demiştir.

Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Hac mâlum aylardadır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Şevvâl, Zilka'de ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî'nin değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hac mâlum aylardadır..."âyetini açıklarken:

“Bunlar Şevval, Zilka'de ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Hac sadece bu aylarda farzdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Dârakutnî, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd:

“Hac mâlum aylardadır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Şevvâl, Zilka'de ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür" demiştir.

İbn Ebî Şeybe de Hasan, Muhammed ve İbrâhim'den bu ifadenin aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a hac aylarında umre yapma konusu sorulunca:

“Hac mâlum aylardadır..." âyetini okudu ve:

“Bu aylarda umre zikredilmemiştir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor:

“Hac ayları dışında yapılan bir umrenin hac ayları içinde yapılan bir umreden daha üstün olduğu konusunda hiçbir âlimin şüphesi yoktur."

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-iÖmer şöyle demiştir:

“Hac ile umrenizi ayrı ayrı yapın. Haccı hac aylarında, umreyi de hac ayları dışındaki aylarda yapın. Bu hem haccınızın, hem de umrenizin sağlam olması için daha uygundur."

İbn Ebî Şeybe, İbn Avn'dan bildiriyor: Kâsım'a hac aylarında umre yapma konusu sorulunca:

“Öncekiler böylesi bir umrenin tam olamayacağını düşünürlerdi" demiştir.

"...Kim o aylarda hacca niyet ederse, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, tartışmak yoktur. Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir..."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bu aylarda hacca niyetlenen kişi, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ud:

“Ayetteki (.....) ifadesinden kasıt ihrama girmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Dahhâk'tan yorumun benzerini zikreder.İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, hacca niyetlenmektir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr:

“Âyetteki haccı (kendine) farz kılma, hac için ihrama girme anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ayetteki ifadesinden kasıt hacca niyetlenmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zührî:

“Bu ifadeden kasıt, hac farizesini ifa etmeye niyetlenmektir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bu aylarda hac veya umre yapmak üzere ihrama giren kişi, anlamındadır" demiştir.

Şâfiî, el-Umm'de, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi ancak hac ayları içinde hac için ihrama girebilir. Zira Yüce Allah:

“Hac mâlum aylardadır..." buyurur."

İbn Ebî Şeybe, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi ancak hac aylan içinde hac için ihrama girebilir. Haccın sünnetlerinden biri de, hacca niyetlenen kişinin hac ayları içinde ihrama girmesidir."

İbn Merdûye'nin Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi ancak hac aylan içinde hac için ihrama girebilir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ, hac aylarr dışında hac için ihrama giren bir adama şöyle demiştir:

“Bu niyetini umreye çevir; zira bu ayda hac yapamazsın. Yüce Allah da:

“Hac mâlum aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse..." buyurur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim o aylarda hacca niyet ederse..." âyetini açıklarken:

“Kişinin, hac için telbiye getirdikten sonra bir yerde ikamet etmesi uygun olmaz" demiştir.

Taberânî, M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre İbn Ömer: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, hac için telbiye getirmek ve ihrama girmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, hac için telbiye getirmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt hac için telbiye getirmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, hac için telbiye getirmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Atâ ile İbrâhim'den bu ifadenin aynısını zikreder.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Hâkim, Hallâd b. es-Sâib'den, o da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrâîl yanıma geldi, ashabıma tehlîl ile telbiyede seslerini yükseltmelerini söylememi istedi Tehlîl ile telbiyenin de haccın şiarlarından olduğunu söyledi."

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim'in Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrâîl yanıma geldi ve: «Ashabına söyle! Telbiyeyi yüksek sesle getirsinler! Zira telbiye, haccın şiarlarındandır» dedi."

Tirmizî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Hâkim, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En üstün amel hangisidir?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hacda yüksek sesle telbiye getirmek ile bolca kurban kesmektir" karşılığını verdi.

Tirmizî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi telbiye getirdiği zaman sağında ve solunda dünyanın öbür ucuna kadar ne kadar taş, ağaç ve toprak varsa hepsi telbiyesinde ona eşlik ederler. "

Ahmed ve İbn Mâce'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah rızası için gününü güneş altında ve telbiye getirerek geçiren her bir ihramlı, güneş battığı zaman günahlarını da alıp götürür ve anasından yeni doğmuş gibi günahsız olur" buyurmuştur.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle telbiye getirirdi:

"Lebbeyk, Allahumme lebbeyk! Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk! İnne'l-hamde ven-ni'mete leke vel-mülk. Lâ şerîke lek (=Allahım! Sana itaate hazırım! Sana itaate hazırım! Sana itaate hazırım! Hiçbir ortağın yoktur, sana itaate hazırım! Hamd senindir; nimet senin, mülk senin! Yoktur ortağın senin)!"

Ravi der ki: İbn Ömer de telbiye getirirken şu ziyadeyle getirirdi:

“Lebbeyk! Lebbeyk ve sa'deyk! Vel-hayru bi-yedeyk lebbeyk! Ver-rağbâu ileyke ve'I-amelu (=Sana itaate hazırım! Huzurundayım ve sana itaate hazırım! Hayırlar senin elindedir, sana itaate hazırım! Dilekler sanadır, ameller senin içindir)!"

Buhârî ve Müslim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İhramlı birisi bineğinden düşüp boynu kırılarak ölünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):. "Su ve sidr ile onu yıkayın. Üzerindeki giysiyle kefenleyin, ancak yüzü ile başını örtmeyin. Zira kıyamet gününde telbiye ederek tekrar diriltilecektir" buyurdu.

Şâfiî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) telbiye getirirken ne hac, ne de umreyi zikrederdi."

Şâfiî, İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) telbiyesinde şu da vardı:

“Lebbeyk! Îlâhe'l-Hakki! Lebbeyk (=Sana itaate hazırım! Ey Hak olan ilah! Sana itaate hazırım)!"

Şâfiî ile İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs, erkek kardeşinin oğullarının:

Ze'l-Meâric (Ey yüksek dereceler sahibi)!" şeklinde telbiye ettiklerini işitince şöyle demiştir:

“Yüce Allah yüksek dereceler sahibidir; ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında biz böyle telbiye etmezdik."

Şâfiî, Huzeyme b. Sâbit'ten bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) telbiyesini bitirince Yüce Allah'ın rızası ile Cenneti ister, Cehennem ateşinden de Allah'ın rahmetine sığınırdı."

Şâfiî, Muhammed b. el-Münkedir'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça telbiye getirirdi."

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyetini açıklarken şöyle buyurdu:

“Refes, çirkin sözler ile kadınlarla cinsel ilişkidir. Fusûk, her türlü günahtır. Cidal da kişinin arkadaşıyla çekişmesi, tartışmasıdır."

İbn Merdûye ve İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Umâme'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyetini açıklarken:

“Refes, cinsel ilişkidir. Fusûk, masiyetler ile yalandır" buyurdu.

Vekî, Süfyân b. Uyeyne, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) cinsel ilişkidir. (.....) her türlü günahtır, (.....) ise tartışma ve çekişmedir."

Başka bir lafızda ise (.....) için:

“Seni kızdırana veya sen onu kızdırana kadar arkadaşınla çekişmendir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: (.....) kadınlarla ilişkiye girme, onları öpme, onlara göz atma ve çirkin laflar etmedir.

Yüce Allah'a karşı olan her türlü masiyettir. (.....) ise tartışma ve çekişmedir."

Süfyân b. Uyeyne, Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Tâvus'tan bildiriyor:

“İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sorduğumda şöyle dedi:

“Burada bahsedilen refes, (Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı) âyetindeki (.....) değildir. Zira buradaki cinsel ilişki anlamındadır. Senin sorduğun ise Arapların "irâbe" dediği cinsel içerikli sözlerdir."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: İbn Abbâs'Ia birlikte yürüyordum. İhramlıydı ve develere şöyle bir şiir mırıldanıyordu:

"Sessizce yol alır develer bizimle

Ve eğer doğru söylüyorsa kuş, kavuşacağız elbette Lemîs'e."

Ona:

“İhramlı olduğun halde kadınlara yaklaşmayı (refesi) mı diline doluyorsun?" diye sorduğumda:

“Hacda yasak olan refes, kadınların yanında bu yönde bir şeyler söylemektir" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) cinsel ilişki, (.....) her türlü masiyettir, (.....) ise karşılıklı sövüşme ve çekişmedir."

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'den bildiriyor: (.....) kadınlarla birlikte olmaktır. (.....) başkalarına dil uzatma, sövüşmedir.(.....) de çekişme ve tartışmadır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) kadınlarla cinsel ilişkidir. Aynı şekilde hem kadın hem de erkekleri müstehcen sözler söylemeleridir. (.....) Harem bölgesinde Yüce Allah'a karşı işlenen her türlü masiyettir. (.....) ise karşılıklı sövüşme, çekişme ve husumetlerdir."

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Ömer, develeri şarkı söyleyerek sürecek olan kişiye:

“Şarkılarında kadınlardan sözetme!" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Tâvus'tan bildiriyor: Abdullah b. ez-Zübeyr:

“Sakın kadınları dilinize dolamayın! Zira kadınlar hakkında konuşmalar da refes sayılır" dedi.

Tâvus der ki: Bunu İbn Abbâs'a . aktardığımda:

“İbnu'z-Zübeyr doğru söylemiş!" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus, ihramlı olana îrâb'r kerih görürdü. Kendisine:

“îrab ne?" diye sorulunca da:

“Kadına, ihramdan çıkmış olsaydım seninle ilişkiye girerdim, demendir" karşılığını vermiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Refes, kadınlarla ilişkiye girmektir. Cidâl ise kendisini öfkelendirecek şekilde arkadaşınla çekişip tartışmandır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Şirâzî, el-Elkâb'de bildirdiğine göre İbn Abbâs âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Refes, cinsel ilişkiye girmektir. Fusûk, birilerine: «Ey zalim! Ey fasık!» şeklinde lakap takmaktır. Cidâl de kendisini öfkelendirecek şekilde arkadaşınla çekişip tartış ma ndır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid ile İkrime bu âyetin açıklamasında şöyle demişlerdir:

“Refes, cinsel ilişkidir. Fusûk her türlü günahtır. Cidâl ise çekişme ve tartışmadır."

İbn Ebî Şeybe, Dahhâk ile Atâ'dan bu ifadenin benzerini zikreder.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Refes, cinsel ilişkidir. Fusûk sövmedir. Cidâl ise hac konusuda tartışma ve ihtilaftır."

Taberânî, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Sil" cinsel ilişki yoktur, demektir. (.....) başkalarına sövme ve dil uzatma yoktur, demektir. (.....) de çekişme ve tartışma yoktur, demektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b:

“...Hacda tartışma yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Önceleri Kureyşliler Minâ'da toplandıklarında birileri diğerlerine:

“Bizim haccımız sizinkinden daha iyi oldu" der, karşı taraf da:

“Hayır, asıl bizim haccımız sizinkinden daha iyi oldu" karşılığını verir ve bu şekilde tartışır, çekişirlerdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Hacda tartışma yoktur..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri hac esnasında her bir kesim farklı bir mekanda durur ve her kesim durduğu yerin İbrâhim'in (aleyhisselam) durduğu yer olduğunu iddia eder, çekişirlerdi. Yüce Allah da hac ibadetlerinin yapılacağı yerleri bildirerek bu tür çekişme ve tartışmaları bitirmiştir."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: Haccın vakti konusunda artık şek ve şüphe yoktur; zira ne zaman olacağı bildirilmiş ve herkes tarafından bilinmiştir. Önceleri iki yıl Zilhicce ayında, iki yıl da Muharrem ayında haccederlerdi. Ebû Sumâme'nin fikriyle nesî yapmaları sonucu Safer ayında da hac yaptıkları olmuştur. Bundan dolayı Ebû Bekr'in, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) haccından önce yaptığı hac Zilka'de ayına denk gelmiştir. Sonra Allah Resûlü, Zilhicce ayında haccını ifa etmiştir. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zaman artık, Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı o eski zamana geri döndü" sözü de bu meyandadır.

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Hacda tartışma yoktur..." âyetini açıklarken:

“Hac artık Zilhicce ayında sabitlenmiştir ve eskiden olduğu gibi bunun ileri geri alınması (nesî) söz konusu değildir" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim bu evi (Kâbe'yi) hacceder, cinsel ilişkiye girmez ve günah işlemez ise anasından doğduğu gün gibi günahlarından arınır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak ise küfürdür" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den bunun aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd, Müsned'de, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccın gereklerini yerine getirip de Müslümanların, elinden ve dilinden emin kaldığı kişinin geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuştur.

Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah katında onun yolunda cihad ile, içinde cinsel ilişki, günah ve tartışma olmayan, gereği gibi yerine getirilip kabul görmüş bir haçtan daha değerli amel yoktur" buyurmuştur.

İsbehânî, et-Terğîb'de Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda cihaddan sonra göklerde ve yerde, içinde cinsel ilişki, günah ve tartışma olmayan, gereği gibi yerine getirilip kabul görmüş bir haçtan daha üstün bir amel yoktur" buyurmuştur.

Hâkim, Esmâ binti Ebî Bekr'den bildiriyor: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte hac için yola çıktık. Azık ile eşyalarımız Ebû Bekrin hizmetçisinin devesine yüklüydü. Mola verdiğimizde oturup kölenin gelmesini bekledik. Bir zaman sonra hizmetçi göründü, ancak deve yanında değildi. Ebû Bekr:

“Deven nerede?" diye sorduğu zaman hizmetçi:

“Dün gece onu kaybettim" dedi. Ebû Bekr kalkıp:

“Sen insan iken tek bir deve senden kaçabildi öyle mi!" dedi ve onu dövmeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumu görünce sadece tebessüm edip:

“Şu ihramlının yaptığına bakın!" demekle yetindi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus:

“İhramda olan kişi aynaya bakmaz (süslenmez) ve kendisine zulmetse bile birine beddua etmez" demiştir.

"...Azıklanın ve bilîn ki azığın en hayırlısı takvadır. Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahiplen!"

Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yemenliler hacca gittikleri zaman yanlarında azık götürmez ve:

“Biz Allah'a tevekkül ettik" derlerdi. Ancak çok geçmeden diğer insanlara el açıp dilenmeye başlarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bazı insanlar hac için evlerinden çıktıklarında:

“Allah'ın Ev'ini ziyaret ediyoruz! Elbetteki Allah yiyeceğimizi temin edecektir" derler ve yanlarına azık almazlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve Yüce Allah, insanlara muhtaç kalmayacak kadar azık alınmasını emretti.

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildiriyor: Önceleri bazıları ihrama girdikleri vakit yanlarında bulunan azıkları atar, ihramdan sonrası için yeniden azık edinirlerdi. Yüce Allah:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..." âyetini indirerek böyle yapmalarını yasakladı. Azık olarak da çörek, un ve sevîk edinmeleri emredildi.

Taberânî, İbnu'z-Zübeyr'den bildiriyor:

“İnsanlar azık konusunda birbirlerine güvenirlerdi. Ancak Yüce Allah:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..." buyurarak herkesin yanına azık almasını emretmiştir."

İbn Cerîr, İbrahim en-Nehaî'den bildiriyor: Bazı bedeviler yanlarına azık almadan hacca gider ve:

“Biz bu konuda Allah'a tevekkül ediyoruz" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..." âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yüce Allah:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yemen ahalisinden bazıları hacca gider ancak, yanlarında azık götürmezlerdi. Yüce Allah bu âyetle Allah yolunda kendilerine azık hazırlamalarını emretmiş ve en iyi azığın da takva olduğunu ifade etmiştir."

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bazı insanlar hac günlerinde Mekke'ye azıksız gelirlerdi. Bu âyetle kendileri için azık almaları emredildi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Azıklanın..."emrindeki azık için:

“Sevîk, un ve çörek" demiştir.

Vekî' ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Azıklanın..." emrindeki azık için:

“Çörek ve undur" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Azıklanın..."emrindeki azık için:

“Çörek ve zeytinyağıdır" demiştir.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Şa'bî:

“...Azıklanın..." emrindeki azık için:

“Hurma ve ezme gibi yiyeceklerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor:

“...Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı takvadır..."  âyeti nazil olduğu zaman fakir Müslümanlardan biri kalkıp:

Resûlallah! Azık olarak hazırlayabileceğimiz bir şeyimiz yok" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başkalarına muhtaç kalmayacak kadar azık edinin. Ama bilin ki en hayırlı azık takvadır" buyurdu.

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, Süfyân'dan bildiriyor: Abdullah bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Taberânî'nin Cerîr b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi, dünyadayken hazırladığı azığın faydasını âhirette görür" buyurmuştur.

İsbehânî, et-Terğîb'de Zübeyr b. el-Avvâm'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bütün insanlar Allah'ın kulları, bütün beldeler de Allah'ın beldeleridir. Hayrı nerede görürsen orada dur ve Allah'a karşı takvaya sarıl" buyurduğunu işittim.

Ahmed, Bağavî, Mu'cem'de, Beyhakî, Sünen'de ve İsbehânî, et-Terğîb'de bedevilerden bir adamdan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tuttu ve Allah'ın kendisine öğrettiği şeyleri bana da öğretmeye başladı. Söylediklerinden aklımda kalan sözlerden biri:

“Allah'a karşı takvan dolayısıyla bir şeyden vazgeçtiğin zaman bil ki Yüce Allah o şeyden daha hayırlısını sana verecektir" sözüdür.

Ahmed, Buhârî, Edeb'de, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim, Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların Cennete girmelerine daha fazla vesile olacak şey nedir?" diye sorulunca:

“Allah'a karşı takva ve güzel bir ahlâktır" karşılığını verdi. "Peki, insanların Cehenneme girmelerine daha fazla vesile olacak şey nedir?" diye sorulunca da:

“îki boşluk, yani ağız (dil) ve cinsel organdır" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Kitâbu't-Takvâ'da Salît oğullarından bir adamdan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde:

“Müslüman,, müslümanın kardeşidir. Onu hüsrana uğratmaz, ona haksızlık etmez. Takva da işte buradadır! Burada!" diyor ve eliyle göğsüne işaret ediyordu.

İsbehânî, Katâde b. Ayyâş'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni kabilemin başına atadığı zaman vedalaşmak üzere yanına vardım. Bana:

"Yüce Allah takvayı azığın kılsın. Günahlarını bağışlasın ve her nerede olursan seni hayırlara yönlendirsin" diye dua etti.

Tirmizî ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Adamın biri geldi ve:

Resûlallah! Yolculuğa çıkacağım, azığım olacak bana bir şeyler ver" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah azığını takva kılsın" buyurdu. Adam:

“Daha fazlasını ver" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah günahlarını bağışlasın" buyurdu. Adam yine:

“Anam babam sana feda olsun! Daha fazlasını ver" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her nerede olursan ol Allah hayırları sana müyesser kılsın" buyurdu.

Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Yolculuğa niyetlenen bir adam Allah Resülü'ne geldi ve:

Resûlallah! Bana tavsiyede bulun!" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a karşı takvalı olmanı, çıktığın her bir yüksek yerde de tekbîr getirmeni tavsiye ediyorum" buyurdu. Adam dönüp giderken de ona:

“Allahım! Yolunu kısa, yolculuğunu kolay kıl" diye dua etti.

İsbehânî, et-Terğîb'de bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk, bir hutbesinde şöyle demiştir:

“Doğru sözlü olmak eminlik, yalan söylemek ise hıyanettir. En akıllıca tavır takva, en aptalca davranış ise fücurdur."

İbn Ebi'd-Dünya'nın Kitâbu't-Takvâ'da bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, oğlu Abdullah'a şöyle bir mektup yazmıştır:

“Sonrasına gelince, Allah'a karşı takvalı olmanı tavsiye ediyorum. Zira Yüce Allah takvalı olanı korur, kendisine ödünç vereni mükâfatlandırır, şükredene de daha fazlasını verir. Takva gören gözün, kalbinin de cilası olsun. Bilmelisin ki niyeti olmayanın ameli, iyiliği olmayanın sevabı, merhameti olmayanın malı ve eskisi olmayanın yenisi olmaz."

İbn Ebi'd-Dünya, Mâlik b. Dînâr'dan bildiriyor: Hasan(-ı Basrî)'ye:

“Kur'ân'ın süsü nedir?" diye sorduğumda:

“Takvadır" dedi. "Alimin cezalandırılması nasıl olur?" diye sorduğumda da şu karşılığı verdi:

“Kalbinin ölmesi ve âhiretini kullanarak dünya peşinde koşmasıyla olur. Her şeyin bir süsü vardır, Kur'ân'ın süsü de takvadır."

İbn Ebi'd-Dünya'nın bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr:

“İman çıplaktır, giysisi takva, süsü hayâ, sermayesi de fıkıhtır" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya, Dâvud b. Hilâl'den bildiriyor:

“Denilirdi ki, kulun başını Allah'ın huzurunda dik tutan şey takvadır, ardından da verâ (günaha girme korkusu) gelir."

İbn Ebi'd-Dünya, Urve'den bildiriyor: Hazret-i Âişe, Muâviye'ye şöyle bir mektup yazdı:

“Sonrasına gelince, Allah'tan kork! Zira Allah'tan korkarsan o da seni insanlara muhtaç etmez. Ancak Allah yerine insanlardan korkacak olursan bilmelisin ki Allah'ın huzurunda onların sana hiçbir faydası olmayacaktır."

İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Hâzım'dan bildiriyor:

“On dört düşman beni her dem gözetlemektedir. Bunlardan ilk dördü beni saptırmak isteyen şeytan, bana haset eden mümin, benimle savaşmak isteyen kafir ve bana kin güden münafıktır. Diğer onu da açlık, susuzluk, sıcaklık, soğuk, çıplaklık, ihtiyarlık, hastalık, fakirlik, ölüm ve Cehennem ateşidir. Bunlara karşı koymada takvadan daha sağlam ve daha üstün bir silah bilmiyorum."

İsbehânî, et-Terğîb'de, İbn Ebî Necîh'ten bildiriyor: Süleymân b. Dâvud (aleyhisselam) şöyle dedi:

“İnsanlara verilen ve verilmeyen şeyler bize verildi. İnsanlara öğretilen ve öğretilmeyen şeyler de bize öğretildi. Gizlimizde ve açığımızda takvadan, hem öfke hem de sevinç anında adaletten, fakirlikte de zenginlikte de dengeli olmaktan daha üstün bir şeyin olduğunu görmedik."

İsbehânî, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor:

“Denilirdi ki, Yüce Allah'a karşı takvalı olan kişiyi insanlar sevmek istemeseler de severler."

198

"Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur.."

Süfyân, Saîd b. Mansûr, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ukâz, Mecenne ve Zül Mecâz çarşıları, Cahiliye döneminde de ticaretin döndüğü ve panayırların kurulduğu çarşılardandı. Hac mevsiminde Müslümanlar bu çarşılarda ticaret yapmayı günah olarak düşündüler ve bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Yüce Allah da, Allah Resûlüne:

“(=Hac mevsimlerinde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur) diye vahyetti."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Müslümanlar hac mevsiminde ticaret yapmaktan uzak durur ve:

“Bu zamanlar Allah'ı zikretme zamanlarıdır" derlerdi. Bunun üzerine:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur..." âyeti nazil oldu.

Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî, Ubeyd b. Umeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Hac mevsiminin başlarında Müslümanlar Minâ'da, Arafat'ta ve Zül Mecâz çarşısında alışveriş yaparlardı. Ancak sonradan ihramlı iken alışveriş yapmaktan çekinince Yüce Allah:

“(=Hac mevsiminde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur) diye vahyetti."

Ravi der ki:

“Ubeyd b. Umeyr, mushafta âyeti; bu lafızla okuduğunu söylemiştir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Umâme et-Teymî'den bildiriyor: Abdullah b. Ömer'e:

“Biz hacılara binek kiralıyoruz. Yaptığımız hac geçerli midir?" diye sorduğumda:

“Siz de diğerleri gibi Kabe'yi tavaf etmiyor musunuz? Diğerleri gibi Safâ ile Merve arasında sa'yetmiyor musunuz? Diğerleri gibi Arafat'ta vakfe yapıp, şeytanı taşlayıp, başınızı tıraş etmiyor musunuz?" dedi. "Evet, yapıyoruz" karşılığını verdiğimde de şöyle dedi: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve senin bana sorduğun soruyu ona sordu. Allah Resûlü önce bir cevap vermedi. Bu konuda:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur..."âyeti nazil olunca adamı çağırıp bu âyeti ona okudu. Sonra da:

“Siz de diğerleri gibi hacısınız " buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr bu âyeti: (.....) (=Hac mevsiminde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur) lafzıyla okumuştur.

Vekî', Ebû Ubeyd, Fadâil'de, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (=Hac mevsiminde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur) lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte, Atâ'dan bildiriyor: Bu âyet: (=Hac mevsiminde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur) şeklinde nazil oldu."

Ravi der ki: İbn Mes'ûd'un kıraatinde ise: (Hac mevsiminde Rabbinizin lütuf ve kereminden istemenizde bir günah yoktur. Bu zamanda da böylesi bir uğraşta bulunabilirsiniz)" şeklindedir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“İhram öncesi ve sonrasında bir şeyleri alıp satmanızda bir sakınca yoktur, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Bazıları hac günlerinde ticaretten uzak dururlardı. Onlar hakkında:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur..." âyeti nazil oldu."

Ebû Dâvud, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur..." âyetini okudu ve şöyle dedi:

“Önceleri Minâ'da ticari herhangi bir faliyette bulunmazlardı. Bu âyetle Arafat dönüşü (Minâ'da) ticaret yapabilecekleri bildirildi."

Süfyân b. Uyeyne ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur.." âyetini açıklarken:

“Dünyada ticaret, âhirette ise mükafat istemektir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye insanları Nefr (Kurban bayramının dördüncü) gününe Sadr (dönüş) günü derlerdi. Böylesi bir günde yaralanan develerle ilgilenmez, kaybolan develerini aramaz ve şahsi herhangi bir ihtiyacın peşinden gitmezlerdi. Ancak Yüce Allah bunların tümünü müminlere helal kıldı ve ihtiyaçlarını gidermeleri, lütuf ve keremini talep etmelerine izin verdi."

"... Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar- i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin»"

Vekî', İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Cebrâîl, Hazret-iİbrâhim'e:

“Burası filan yerdir, şurası filan yerdir" deyip yerlerin isimlerini bildirirken İbrâhim (aleyhisselam) de "Anladım, bildim" anlamında:

“Areftu! Areftu" karşılığını veriyordu. İşte bundan dolayı burası Arafat olarak isimlendirilmiştir.

İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor:

“İbrâhim'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hac ibadetleri öğretilirken 'anladın mı' anlamında:

“Arefte?" diye sorulduğu içindir buraya Arafat denilmiştir."

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Hazret-i Ali'den benzerini zikreder.

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Misver b. Mahreme'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta bizlere bir hutbe verdi. Önce Yüce Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra:

“Sonrasına gelince..." buyurdu ki konuşma yapacağı veya hutbe vereceği zaman bu ifadeyi kullanırdı. Devamen de şöyle buyurdu:

“Bugün büyük hac günüdür. Bilin ki müşrikler ve putperestler, güneş batmadan, kişinin başındaki sarığı andıracak şekilde dağların tepesinde durduğu zaman buradan (Arafat'tan) ayrılırlardı. Biz ise güneş battıktan sonra ayrılıyoruz. Onlar, güneş doğduktan sonra, kişinin başındaki sarığı andıracak şekilde dağların tepesinde durduğu zaman Meş'ar-i Haram'dan ayrılırlardı. Biz ise kurbanlarımız, müşriklerin kurbanlarına benzemesin diye Meş'ar-i Haram'dan henüz güneş doğmadan ayrılıyoruz.

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gün doğmadan önce Arafat'tan ayrılan kişinin haccı tamamlanmış olur. Bu zamanı kaçıran kişi o yılın haccını da kaçırmış olur" buyurmuştur.

Buhârî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi hac aylarında umre yaptıktan sonra hac için ihrama girinceye kadar Kâbe'yi tavaf edebilir. Hac için ihrama girdikten sonra bineğine binip Arafat'a hareketinden sonra (temettüden dolayı) fidye olarak kolayına gelecek şekilde deve, sığır veya koyun kurban etmelidir. Hiç birini bulamadığı zaman Arafe gününden önceki günlerde üç gün oruç tutar. Bu üç günün son gününün Arefe gününde olmasının da bir sakıncası yoktur. Sonrasında Arafat'a gidilir ve ikindi namazından akşama kadar Arafat'ta vakfe yapılır. Ondan sonra toplanıp geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife'ye) hareket edilir. Burada Yüce Allah'ı çokça zikredin. Sabahı edinceye kadar tekbîr ile tehlîli çokça söyleyin. Sonradan oradan (Minâ'ya doğru) harekete geçin ki sizden öncekiler de oradan harekete geçerlerdi. Yüce Allah bu konuda:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurmuştur. Sonunda şeytanları taşlamayı yaparsınız."

Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir. Minâ'nın her yerinde kurban kesilebilir. Müzdelife'nin her yerinde durulabilir. Mekke'nin her bir yolu (giriş ve çıkış için) uygundur ve hepsinde de kesim yapılabilir."

Müslim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben kurbanı burada kestim, ama Minâ'nın her yerinde kesim olabilir. Konak yerlerinizde de kesebilirsiniz. Ben burada vakfeye durdum, ama Arafat'ın Her yerinde durulabilir. Ben burada durdum, ama Müzdelife'nin her yerinde durulabilir" buyurmuştur.

Ahmed'in Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Urena vadisi dışında Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir. Urena vadisinde vakfe yapmayın. Muhassir vadisi dışında Müzdelife'nin de her yerinde vakfe yapılabilir. Muhassir vadisinde ise vakfe yapmayın. Mekke'nin her bir yolunda kurban kesilebilir. Teşrik günlerinin tümünde de kesim yapılabilir. "

Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta vakfe yaptı ve:

“Burası vakfe yeri olan Arafat'tır, ama Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir" buyurdu. Sonra güneş battıktan sonra oradan ayrılırken Usâme b. Zeyd'i bineğinin arkasına bindirdi. Giderken eliyle işaret ediyor Müslümanlar da sağa sola koşuşuyorlardı. Arada bir Allah Resûlü onlara doğru:

“Ey insanlar! Sakin olun!" diye sesleniyordu. Sonrasında Müzdelife'ye geldi. İki vakit namazını cemederek kıldı. Sabah olunca Kuzah denilen yere gelip vakfe yaptı ve:

“Burası vakfe yeri olan Kuzah'tır, ama Müzdelife'nin her yerinde vakfe yapılabilir" buyurdu. Oradan ayrılıp ilerledikten sonra Muhassir vadisine gelince devesini kamçıladı ve vadiden hızlıca geçti. Vadiyi geçtikten sonra durup Fadl b. Abbâs'ı bineğinin arkasına bindirdi. Şeytan taşlama yerine gelip Cemreyi taşladı. Sonra kurban kesme yerine geldi ve:

“Burası kurban kesme yeridir, ancak Minâ'nın her yerinden kurban kesilebilir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim, Yezîd b. Şeybân'dan bildiriyor: Arafat'ta vakfede iken İbn Mirba' el-Ensârî geldi ve şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni size gönderdi ve: «İbadet yerleriniz neresi ise orada bulunun, zira siz İbrâhim'den kalan bir miras üzerindesiniz» buyuruyor!"

Ebû Dâvud, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'tan indiğinde çok sakindi ve bineğinin arkasına Usâme b. Zeyd'i bindirmişti. Müslümanlara:

“İnsanlar! Sakin ve yavaş olun! Atları ve develeri bu şekilde koşturmak iyi değildir!" buyurdu. Bu sözün ardından Müzdelife'ye ulaşana kadar da hayvanların koşturulduğunu görmedim. Müzdelife'den sonra bineğinin arkasına Fadl b. Abbâs'ı bindirdi. Ayrılırken:

“İnsanlar! Atları ve develeri bu şekilde koşturmak iyi değildir! Sakin ve yavaş olun!" buyurdu. Bu sözün ardından Minâ'ya ulaşana kadar hayvanların koşturulduğunu görmedim.

Buhârî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Arafat'tan ayrılırken Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberdim. Allah Resûlü ardından bir kargaşa işitip, develerin dövülerek koşturulduğunu işitince kamçısıyla onlara doğru işaret edip:

“İnsanlar! Sakin olun! Hayvanları bu şekilde koşturmakla iyilik yapmış olmuyorsunuz!" buyurdu.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Develeri dövüp koşturma işini ilk başlatan bedevilerdi. Topluluğun kenarlarında dururlar ve bineklerine sopaları ile tahtadan büyük kaseleri asarlardı. Vakfe dönüşü harekete geçildiğinde bu sopalar ile kaselerin çıkardıkları ses ile diğer develer ürküp koşmaya başlardı. Bu kargaşada Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) gördüm. Bineğini durdurmak için dizgini öyle sıkıca çekiyordu ki bineğin boynu neredeyse sırtına değiyordu ve arada:

“İnsanlar! Sakin ve yavaş olun!" diye sesleniyordu.

Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Arafat dönüşü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğinin terkine binen Usâme b. Zeyd'e:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'tan ayrılırken nasıl yol alırdı?" diye sorulunca, Zeyd:

“Yavaş ve sakin bir şekilde giderdi, ancak boş ve düz bir alana geldiği zaman hızlanırdı" dedi.

İbn Huzeyme, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş batana kadar Arafat'ta vakfe yaptı. Sonrasında Müzdelife'ye varana kadar tekbîrler, tehlîller getirdi. Yüce Allah'ı yüceltip senalarda bulundu."

Taberânî, M. el-Evsaf ta, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'tan ayrılırken bir yandan da:

"Dini Hıristiyanların dininden farklı olan bineğim

Sana itaat için hızlıca ve endişe içinde yol almakta" diyordu."

Şâfiî, el-Umm'de, Abdurrezzâk, Musannef’te ve Saîd b. Mansûr, Urve b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb Arafat'tan ayrılırken bir yandan da:

"Dini Hıristiyanların dininden farklı olan bineğim

Sana itaat için hızlıca ve endişe içinde yol almakta" diyordu."

Abdurrezzâk, Abdulmelik b. Ebî Bekr'den bildiriyor: Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm ile Ebû Seleme b. Süfyân'ın, Urena vadisinin kenarında durduklarını gördüğümde ben de onlarla birlikte durdum. Hac imamı harekete geçince ikisi:

"Dini Hıristiyanların dininden farklı olan bineğim

Sana itaat için hızlıca ve endişe içinde yol almakta" sözünü tekrar edip durdular. Ebû Bekr b. Abdirrahman'dan işittiğime göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Arafat'tan ayrılırken bu sözleri söylermiş.

Buhârî ve Müslim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Usâme b. Zeyd, Arafat'tan Müzdelife'ye gidişte Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğinin arkasına binmişti. Müzdelife'den Minâ'ya giderken de bineğinin arkasına Fadl b. Abbâs'ı aldı.

Her ikisinin de dediğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Akabe cemresini taşlayana kadar telbiye edip durmuştur.

Müslim, Usâme b. Zeyd'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'tan ayrıldığında bineğinin arkasına binmiştim. Şi'b'e (Müzdelife'yakınındaki sola doğru giden dağ yoluna) ulaşınca devesini çöktürdü ve def-i hacet için gitti. Geri döndüğünde kendisine su döktüm ve abdestini aldı. Sonra bineğine binip Müzdelife'ye geldi. Burada akşam ile yatsı namazını cemederek kıldı.

Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını cemederek tek bir kametle kıldı. Akşam namazını üç, yatsı namazını ise iki rekat olarak kıldı.

Vekî', Süfyân, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ezrakî, Târihu Mekke'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr'a (Arafat'tan ayrılırken) Meş'ar-i Haram'ın neresi olduğu sorulunca önce susup bir cevap vermedi. Binekler Müzdelife'ye vardığında:

“Meş'ar-i Haram burasıdır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Meş'ar-i Haram denilen yer, Müzdelife'nin tümüdür" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer insanların Kuzah'ta durmak için itişip durduklarını görünce:

“Bunlar ne diye itişip duruyorlar? Zira buranın tümü Meş'ar-i Haram'dır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin..." âyetini açıklarken:

“Meş'ar, şu dağ ile çevresidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müzdelife'de bulunan iki dağın arasındaki yer Meş'ar'dir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Müzdelife'de bulunan iki dağın arasındaki yer Meş'ar-i Haram'dır.",

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. el-Esved:

“Meş'ar-i Haram'ın tam olarak neresi olduğunu bana bildiren birini bulamadım" demiştir.

Mâlik ve İbn Cerîr, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor:

“Urena vadisi hariç Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir. Muhassir vadisi hariç Müzdelife'nin de her yerinde vakfe yapılabilir."

Ezrakî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Vakfelerinizde Urena ile Muhassir vadilerinden uzak durun, denilirdi."

Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vakfelerinizde Urena ile Muhassir vadilerinden uzak durun" buyurmuştur.

Ezrakî, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Atâ'ya:

“Müzdelife neresidir?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Arafat'tan ayrılırken iki dar geçide vardığın zaman Muhassir vadisine kadar olan yer Müzdelife'dir. Ancak Arafat'ın bu iki geçidi Müzdelife'den değildir. Müzdelife bu iki geçidin bitiminden sonra başlar ki bundan sonrasında istediğin yerde durabilirsin. Ancak ben Kuzah dağının aşağısında durmayı severim."

Hâkim, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta durduğu zaman:

“Burası vakfe yeridir, ancak Arafat'ın her yerinde vakfe yapılabilir" buyurdu. (Müzdelife'de) Kuzah dağında durduğu zaman da:

“Burası vakfe yeridir ancak Müzdelife'nin her yerinde vakfe yapılabilir" buyurdu.

İbn Huzeyme, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Meş'ar-i Haram'da durur diğer Müslümanlar da yanında vakfelerini yaparlardı. Bu şekilde ayrılıp Mina'ya gidene kadar tekbîr, tehlîl ederler, Yüce Allah'ı tazim edip yüceltirlerdi."

Ezrakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. el-Münkedir:

“Gören birinin bana bildirdiğine göre Ebû Bekr, Kuzah'ta vakfesini yapmıştır" dedi.

Ezrakî, Nâfi'den bildiriyor:

“İbn Ömer haccettiği zamanlarda Müzdelife'deki vakfesini Kuzah'ta yapardı. Vakfesini bitirene kadar buradan ayrılmazdı ve hac imamıyla birlikte dururdu."

Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer, ailesinden zayıf olanları Müzdelife'ye önden gönderir, onlar da Meş'ar-i Harâm'da vakfelerini yaparlardı. Ellerinden geldiği kadar Yüce Allah'ı zikreder, hac imamı oraya gelmeden ve oradan ayrılmadan önce kendileri oradan ayrılırdı. Artık Minâ'ya kimisi sabah namazı vakti, kimisi de daha sonra ulaşırdı. Geldiklerinde de Cemreleri taşlarlardı. İbn Ömer bu konuda:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlar için böylesi bir ruhsatı vermiştir" derdi.

Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Amr b. Meymûn'dan bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb'ın, Müzdelife'de sabah namazını kıldıktan sonra durup şöyle dediğini işittim:

“Müşrikler güneş doğana kadar Müzdelife'den ayrılmazlar ve: «Ey Sebir dağı! Aydınlan (da Minâ'ya hareket edelim)!» derlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda onlardan farklı davrandı ve güneş doğmadan önce Minâ'ya hareket etti."

Ezrakî, Küleyb el-Cühenî'den bildiriyor:

“Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) haccederken gördüm. Arafat'tan ayrıldığında Müzdelife'de (aydınlanmak için) ateş yakılıyordu. Yanındaki Müslümanların başında hareket edip Müzdelife'ye geldi ve ateşe yakın bir yerde durdu."

Ezrakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osman zamanlarında Arafat'tan çıkıldığında Müzdelife'de ateş yakılırdı."

Ezrakî, İshâk b. Abdillah b. Hârice'den, o da babasından bildiriyor: Süleyman b. Abdilmelik b. Mervân, Arafat'tan ayrılıp dağın iki geçidinin oraya ulaştığı zaman Kuzah'ta yakılan ateşi gördü. Hârice b. Zeyd'e:

“Ey Ebû Zeyd! Oradaki ateş ilk olarak ne zaman yakılmaya başlandı?" diye sorunca, Hârice şu karşılığı verdi:

“Cahiliye döneminde vardı ki Kureyşliler ilk olarak yakmıştı. Kureşliler Harem'den Arafat'a çıkmaz ve:

“Biz Allah'ın ahalisiyiz!" derlerdi. Kabilemden bazılarının bana bildirdiklerine göre; cahilliyye döneminde haccederken bu ateşi görmüşlerdir. Bunu bana söyleyenlerin arasında Hassân b. Sabit de vardır. Bana dediklerine göre Kusay b. Kilâb, Müzdelife'de vakfeye durduğu zaman Arafat'tan çıkıp gelenlerin görmesi için bu ateşi yakmıştır."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Abdurrahman b. Yezîd'den bildiriyor: Abdullah (b. Mes'ûd) ile birlikte (Arafat'tan ayrılıp) Mekke'ye doğru yola çıktık. Sonrasında Müzdelife'ye geldik. Abdullah akşam ile yatsı namazlarını kıldı. Her bir namazı ayrı bir ezan ve kametle kıldı. İkisi arasında da akşam yemeğini yedi. Şafak sökünce de sabah namazını kıldı. Ancak Müslümanlardan kimisi:

“Şafak sökmüştür" derken, kimisi de:

“Şafak henüz sökmedi" diyordu. Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

“Akşam ile yatsı namazı denilen bu iki namaz burada kendi vakitleri dışında kılınırlar. Müslümanlar da yatsı vakti girmeden Müzdelife'ye gelmesinler. Sabah namazı da bu saatte kılınır."

Abdullah, tan yeri ağarıncaya kadar Müzdelife'de vakfesini yaptıktan sonra şöyle dedi:

“Müminlerin emiri (Osman) şu an buradan Mina'ya doğru harekete geçse sünnete uygun hareket etmiş olur." Abdullah'ın bu sözü mü önce söylendi yoksa Osman mı hemen öncesinden Minâ'ya doğru harekete geçti tam olarak bilemiyorum. Abdullah, Kurban bayramının ilk günü Akabe cemresini taşlayana kadar telbiye edip durdu.

Taberânî ve Hâkim, İbnu'z-Zübeyr'den bildiriyor:

“Haccın sünnetlerinden biri de hac imamının öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını Minâ'da kılması, sonrasında Arafat'a gitmesidir. Orada bir süre kalıp güneş tepe noktasını aştıktan sonra insanlara bir hutbe verir. Ardından öğle ile ikindi namazını cemederek kılar. Sonrasında güneş batana kadar Arafat'ta vakfesini yapar. Oradan ayrıldıktan sonra Müzdelife'de veya Müzdelife sınırları içindeki başka bir yerde akşam ile yatsı namazlarını kılar. Namazların ardından tan yeri ağarıncaya kadar Müzdelife'de vakfesini yapar. Güneş doğmadan önce de Minâ'ya doğru harekete geçer. Akabe cemresini taşladıktan sonra da, ziyaret tavafını yapana kadar kadın ve koku dışında hac dolayısıyla kendisine haram olan her türlü şey artık helal olur."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim, Urve b. Mudarris'ten bildiriyor: Müzdelife'de bulunan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve:

“Tay bölgesinin iki dağı arasındaki mıntıkadan geliyorum. Gelişimde bineğim de yoruldu ben de yorgun düştüm. Buraya gelene kadar üzerinde durmadığım dağ kalmadı. Benim haccım olur mu?" diye sordum. Allah Resûlü şöyle karşılık verdi:

“Bizimle birlikte bu mekanda durup kılacağımız namazı kılan, hac imamı buradan hareket edinceye kadar burada vakfeye duran, daha öncesinde gece veya gündüz Arafat'ta vakfe yapmış olan kişinin haccı tamamlanmış, hac vazifesi de yerine getirilmiş olur. "

Şâfiî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kurban bayramı gecesi hac yerinde bulunup şafak sökmeden önce Arafat'ta vakfeyi yapabilmiş kişi haccı yapmış olur. Ancak Arafat'ta vakfe zamanını idrak edemeyen ve şafak sökmeden önce burada duramayan kişi o yılki haccı kaçırmış olur. Bu kişi de gelip Kâbe'yi yedi şavt ile tavaf etsin. Sonra Safâ ile Merve arasında yedi defa gidip gelsin ve sa'yini yerine getirsin. Sonrasında dilerse başını tıraş eder, dilerse de saçlarını kısaltır. Şayet yanında kurban getirmişse tıraşını olmadan önce bu kurbanı keser. Tavaf ile sa'yini bitirdikten sonra başını tıraş etsin veya saçını kısaltsın. Ardından ailesinin yanına geri dönsün. Bir sonraki yıl hac mevsimi gelince imkanı varsa haccetsin ve bir kurban kessin. Kurban kesme imkanı yoksa hac sırasında üç, evine geri döndükten sonra da yedi gün olmak üzere on gün oruç tutsun."

Müslim ile Nesâî, Abdurrahman b. Yezîd'den bildiriyor: Abdullah b. Mes'ûd, Müzdelife'den Minâ'ya hareket edince telbiye etmeye başladı. Onu duyanlar:

“Bu adam bedevi mi ki?" diye sorunca, Abdullah şu karşılığı verdi:

“İnsanlar unuttular mı, yoksa dalâlete mi düştüler? Kendisine Bakara Sûresi nazil olan kişinin bu mekanda: «Lebbeyk Allahumme Lebbeyk!» dediğini işittim."

"...Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz daha önce yolunu şaşırmışlardan idiniz."

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbnu'z-Zübeyr:

“...Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz daha önce yolunu şaşırmışlardan idiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyet genele değil Mekke ahalisine hitab eden bir âyettir. Zira insanlar henüz Arafat'tan ayrılırken onlar Müzdelife'den ayrılırlardı. Yüce Allah böyle yapmamalarını bildirdi ve bu konuda:

“Sonra insanların toplu halde akın ettikleri yerden (Arafat'tan) siz de topluca akın edin ve Allah'dan bağışlanma dileyin..." buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...Doğrusu siz daha önce..." âyetini:

“Kur'ân nazil olmadan önce" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Doğrusu siz daha önce yolunu şaşırmışlardan idiniz" âyetini açıklarken:

“Cahillerden idiniz" demiştir.

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Câbir'den bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Kurban bayramının birinci günü bineğinin üzerinde cemreleri taşlarken:

“Hacla ilgili amellerinizi iyice öğrenin! Bilemiyorum, belki de bu haccımdam sonra bir daha haccedemeyebilirim" buyurduğunu işittim."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Muhammed b. Câfer b. Muhammed'den bildiriyor:

“Câbir b. Abdillah'ın yanına girdik. Ona:

“Bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) haccından bahset" dediğimde şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tam dokuz sene haccetmeden bekledi. Onuncu yılda ise Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haccedecek diye insanlara duyurusunu yaptı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) uymak ve onun yaptığını yapmak için Medine'ye birçok insan geldi. Allah Resûlü yola koyulunca biz de onunla yola çıktık. Zu'l-Huleyfe'ye vardığımızda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescitte namazı kıldı.

Sonra Kasvâ denilen devesine bindi. Devesi onunla Beydâ'ya doğru yöneldi. Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda gidiyordu. Kur'ân ona indiği için manasını en iyi kendi biliyordu. O bir şey yaptığı zaman biz de aynısını yapardık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tevhidi ifade eden kelimelerle şöyle telbiye getirdi:

“Lebbeyk Allahumme lebbeyk! Lebbeyk! Lâ şerike leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke vel-mülk. Lâ şerike lekl" İnsanlar da şimdi telbiye getirdiğiniz gibi telbiye etmeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu söylediklerine hiçbir itirazda bulunmadı ve kendi telbiyesine de devam etti.

Onunla birlikte Kâbe'ye geldiğimizde Rükn'ü selamladı. Üç defa hızlı bir şekilde dört defa da normal bir hızla Kâbe'yi tavaf etti. Sonra Makam-ı İbrâhim'e gidip "İbrâhim'in makamında namazgâh edinin" âyetini okudu ve Makâm'ı, Kâbe ile kendi arasına aldı. Orada iki rekat namaz kıldı. Bu iki rekatta İhlâs ile Kâfirûn sûrelerini okudu. Sonra Kâbe'ye dönüp Rükn'ü selamladı. Sonra Safâ kapısından çıkıp doğruca Safâ'ya gitti. Safâ'ya vardığında:

“Safâ ve Merve, Allah'ın işaretlerindendir" âyetini okudu ve:

“Yüce Allah'ın başladığı yerden başlıyorum!" diyerek sa'ye Safâ'dan başladı.

Kâbe'yi görecek şekilde yukarıya çıktı ve tekbir getirdi. "Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Birdir, ortağı yoktur. Mülk de, hamd da onundur. Dirilten ve öldüren odur. O her şeye gücü yetendir. Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur ve Bir'dir. Sözünü yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş ve orduları tek başına yenmiştir" diyerek Allah'ı tevhîd etti. Sonra ikisi arasında dua etti. Bunu üç defa tekrarladı. Sonra Merve'ye indi. Vadinin içine geldiğinde hızlı bir şekilde, vadiden çıktığında da normal yürüyüşle yürüyordu. Merve'ye gelince Safâ'da yaptığının aynısını yaptı. Tavafın sonunda Merve'de iken:

“Eğer şimdi yaptığım bu işi yeniden yapacak olsaydım kurban getirmez ve bunu da (hac yerine) umre yapardım. Yanında kurbanı olmayan ihramdan çıksın ve hac niyetini umreye çevirsin" buyurdu.

Hazret-i Peygamber ((sallallahü aleyhi ve sellem) ve yanında kurbanı bulunanlar dışındaki herkes ihramdan çıktı ve tıraş oldu. Terviye günü Minâ'ya yöneldiklerinde hacca niyet ettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğine binip Minâ'ya gitti. Orada öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldırdı. Biraz daha orada kalıp güneşin doğmasını bekledi. Sonra kendisine kıldan bir çadır kurulmasını istedi. Nemire'de çadırı kuruldu. Sonra yola koyuldu. Kureyş onun Müzdelife'de Meş'ar-i Haram'da duracağını düşünüyor ve bundan şüphe etmiyorlardı, zira cahiliyye devrinde öyle yapıyorlardı. Fakat Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'a kadar geldi. Çadırının Nemire'de kurulu olduğunu görünce orada konakladı.

Güneş tepe noktasını aştığında emrederek devesi Kasvâ hazırlandı. Ona binip vadinin içine kadar geldi ve orada insanlara şöyle hutbe verdi:

“Bu gününüzün, bu ayınızın, bu beldenizin haramlığı gibi kanlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır! Bilin ki cahiliyyeden kalma olan her şey şu ayaklarımın altındadır! Cahiliyeden kalma kan davaları da kalkmıştır ve ayaklarımın altındadır! İlk kaldırdığım kan davası da Rebîa b. el-Hâris b. Abdilmuttalib'in kanıdır. Cahiliyyeden kalma ribâ da kaldırılmıştır! İlk kaldırdığım ribâ da Abbâs b. Abdilmuttalib'in ribasıdır! Bunun hepsi kaldırılmıştır! Kadınlar konusunda Yüce Allah'tan sakının! Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız, ferclerini de Allah'ın ismiyle helal kıldınız! Sizin onların üzerinde olan haklarınız, sevmediğiniz kimselere yataklarınızı çiğnetmemeleridir ki böyle yaparlarsa onlara yaralamadan vurun! Onların da sizin üzerinde olan hakları, maruf ölçüler dahilinde kendilerini yedirip içirmek ve güzelce giydirmektir! Size Allah'ın Kitab'ını bırakıyorum ki ona sarıldıktan sonra asla sapmazsınız! Size benden sorulacak, ne diyeceksiniz?" Oradakiler:

“Şehadet ederiz ki tebliğ ettin, görevini ifa ettin ve öğütler verdin!" dediler.

Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım, şahit ol!" buyurdu. Sonra Bilâl ezan okuyup kamet getirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını kıldırdı. Sonra bir daha kamet getirdi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kıldırdı. Öğle ile ikindi farzı arasında bir şey kılmadı. Sonra Kasvâ'ya binip vakfeye geldi. Devesi Kasvâ'nın karnını kayalara verdi, yayaların toplandığı yeri de önüne alıp kıbleye karşı durdu. Bu vakfesi güneşin sarılığı gidip az bir batana kadar sürdü. Tam olarak battığında ise Usâme'yi Kasvâ'nın arkasına bindirip devesini sürdü. Yularını öyle sıkı bir şekilde çekiyordu ki Kasvâ'nın başı neredeyse semerinin altındaki deriye değiyordu. Sağ eliyle de:

“Sakin olun ey insanlar!" diye işaret ediyordu. Kum tepeciklerinden birine geldikçe düze çıkabilmesi için hayvanının dizginini biraz gevşetiyordu.;

Bu şekilde Müzdelife'ye geldi. Bir ezan ve iki kametle akşam ve yatsı namazını cemederek kıldırdı. Aralarında nafile namaz kılmadı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tan yeri ağarıncaya kadar uyudu. Sabah aydınlanınca da sabah namazını kıldı. Sonra Kasvâ'ya binip Meş'ar-i Haram'a geldi ve üzerine çıktı. Kâbe'ye doğru dönüp Yüce Allah'a hamdetti, tekbir ve tevhid etti. Ortalık iyice ağarıncaya kadar vakfede durdu. Güneş doğmadan önce de yola koyulup Muhassir'e kadar geldi. Devesini biraz daha hızlandırdı ve seni Akabe cemresine çıkaracak olan yola girdi. Sonra ağacın yanındaki cemreye vardı. Orada yedi tane küçük taş attı ve her bir taşı atarken tekbir getirdi. Onları vadinin içinden attı. Sonra kesim yerine giderek kendi eliyle altmış üç tane deve kesti. Geriye kalan develeri Ali'ye kestirerek kurbanlarına onu ortak etti. Sonra her deveden bir parça et getirilmesini emretti ve bir tencereye konularak pişirildi. İkisi de develerin etinden yediler ve suyundan içtiler.

Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devesine binip Kâbe'ye gitti. Öğle namazını Mekke'de kıldı. Sonra zemzem sâkiliği yapan Abdulmuttalib oğullarının yanına gitti. Onlara:

“Ey Abdulmuttalib oğulları! Suyu çekiniz! Suyu çıkarmanız konusunda insanların sizinle çekişmesinden endişe etmesem ben de sizinle beraber çekerdim" buyurdu. Sonra ona getirdikleri kovadan su içti.

199

"Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir"

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Sünen'de, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kureyş ile Kureyşlilerle aynı dini paylaşanlar Müzdelife'de vakfe yaparlar ve "Ahmesîler" olarak isimlendilirlerdi. Diğer Araplar ise Arafat'ta vakfeye dururlardı. İslam dini gelince de Yüce Allah, Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'a gelip vakfesini yapmasını ve oradan (Müzdelife'ye) gitmesini emretti. "Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyeti da bunu ifade etmektedir."

Buhârî ve Müslim, Hişâm b. Urve'den, o da babasından bildiriyor:

“Ahmeliler dışındaki Araplar Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Ahmesliler de Kureyş ve onların soyundan olan kişilerdir. Ahmesliler onlara giyecek vermedikten sonra diğer Araplar tavaflarını çıplak olarak yaparlardı. Giysileri de erkekler erkeklere, kadınlar da kadınlara verirdi. Diğer tüm insanlar Arafat'a kadar giderken kendilerini Ahmesli olarak görenler Müzdelife'den ileri gitmezlerdi."

Hişâm der ki: Babamın bana bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Ahmesliler, haklarında Yüce Allah'ın:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." buyurduğu kimselerdir. Zira tüm insanlar Arafat'tan akın ettikleri halde Ahmesli olanlar Müzdelife'den akın eder ve:

“Biz sadece Harem'den akın ederiz!" derlerdi. "Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin.." âyeti nazil olunca onlar da diğerleri gibi Arafat'a dönüp oradan akın etmeye başladılar."

İbn Mâce ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Kureyşliler:

“Biz Kâbe'nin sakinleriyiz! Onun için Harem dışına çıkmayız!" deyince, Yüce Allah buna karşılık:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyetini indirdi.

Buhârî, Müslim, Nesâî ve Taberânî, Cübeyr b. Mut'im'den bildiriyor:

“Kaybettiğim devemi Arefe günü aramaya çıktığımda, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer insanlarla birlikte Arafat'ta vakfede olduğunu gördüm. Kendi kendime:

“Vallahi bu adam Ahmesli biri! Burada neden duruyor ki?" dedim. Zira Kureyşliler kendilerini Ahmesli sayardı."

Taberânî, rivayeti şu ziyadeyle zikreder:

“Şeytan da onları kandırıp: «Kendi Hareminiz dışında bir yere değer verirseniz insanlar sizin hareminizi değersiz görürler!» demişti. Bundan dolayıdır ki Harem dışına çıkmazlardı."

Taberânî ve Hâkim, Cübeyr b. Mut'im'den bildiriyor: Kureşliler Müzdelife'den akın eder ve:

“Biz Ahmesliyiz! Harem dışına çıkmayız!" derlerdi. Bundan dolayıdır ki Arafat'ta vakfe yapmazlardı. Cahiliyede iken Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) devesi üzerinde Arafat'ta vakfede iken gördüm. Sabahı da yanındakilerle birlikte Müzdelife'de ediyordu. Onlarla birlikte vakfesini yapıyor, diğerleri akın edince onlarla birlikte akın ediyordu.

Taberânî ve Hâkim, Cübeyr b. Mut'im'den bildiriyor:

Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) henüz peygamber olmadan önce diğer insanlarla birlikte devesi üzerinde Arafat'ta vakfede iken gördüm. Arafat'tan da diğer insanlarla birlikte akın ediyordu. Bu da Allah'ın kendisine inayetinden başka bir şey değildi."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Önceleri Araplar Arafat'ta, Kureyşliler ise Müzdelife'de vakfe yaparlardı. Sonrasında Yüce Allah bu konuda:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyetini indirdi."

İbnu'l-Münzir, Esmâ binti Ebî Bekr'den bildiriyor:

“Önceleri Kureyşliler Müzdelife'de, diğer insanlar da Arafat'ta vakfeyi yaparlardı. Kureyşlilerden sadece Şeybe b. Rabîa, Arafat'ta vakfe yapardı. Sonrasında bu konuda:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor:

“Kureyşliler ile kız kardeş tarafından çocukları ve müttefikleri diğer insanlarla birlikte Arafat'ta vakfeyi yapmaz, oradan akın etmezlerdi. Muğacnmes'ten akın eder ve:

“Bizler Allah'ın ahalisiyiz ve Harem'den çıkmayız!" derlerdi. Yüce Allah bu âyeti indirerek onların da diğer insanların akın ettiği yerden (Arafat'tan) akın etmelerini emretti. Arafat'tan akın etme, İbrâhim ile İsmâil peygamberin bir sünneti idi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyetini açıklarken:

“Buradaki insanlardan kasıt İbrâhim peygamberdir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin..." âyetini açıklarken şöyle der:

“Akın edilen yerden kasıt Arafat'tır. Zira Kureyşliler:

“Biz Ahmesliyiz ve Harem ahalisiyiz! Müzdelife'den ileri gidip haram dışına çıkmayız!" derlerdi. Bu âyetle de Arafat'a kadar ilerlemeleri emredilmiştir."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Zührî'den bildiriyor:

“Kureyşliler ile onların müttefikleri dışındaki tüm insanlar, Arafat'ta vakfeyi yaparlardı. Kureyşlilere de "Ahmesli" denirdi. Bunlar kendi kendilerine:

“Başkalarının haremini yüceltmeyin ki çok geçmez insanlar sizin hareminizi değersiz görmeye başlarlar" diyorlardı. Bundan dolayıdır ki vakfelerini Müzdelife'de yaparlar hak olan yerde (Arafat'ta) diğer insanlar gibi vakfe yapmazlardı. Bu âyetle Yüce Allah onların da diğer insanların akın edip döndüğü yerden dönmelerini emretti."

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Arefe günü geldiği vakit Yüce Allah meleklerle birlikte dünya semasına iner ve: «Kullarım gönderdiğime iman edip, elçilerimi tasdik ettiler. Bunun mükâfatı nedir?» diye sorar. Melekler de: «Bunun mükâfatı onları bağışlamandır» karşılığını verirler. İşte:

“Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetinde de ifade edilen budur."

Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünya, Adâhî'de ve Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah, Ar efe gününde Cehennem ateşinden azat ettiği kul kadarım başka hiçbir günde azat etmez. Arefe günü kullarına daha fazla yakın olur, meleklere karşı onlarla övünüp: «Bunlar ne istiyorlar?» diye sorar."

Ahmed, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah Arafat'ta duran kulları ile meleklere karşı övünür ve:

“Kullarıma, bakın! Nasıl da töz toprak içinde, yorgun bitkin bir şekilde huzuruma gelmişler" buyurur."

Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dünyada en değerli günler Zilhicce ayının ilk on günüdür" buyurdu. Kendisine:

“Yüce Allah yolunda cihad edilen günlerden de mi değerli?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu yolda yüzü gözü toprak içinde kalan kişiler hariç, Allah yolunda cihad edilen günlerden de değerlidir" karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Yüce Allah katında Arefe gününden daha değerli bir gün yoktur. Bu günde Allah, dünya semasına iner. Gök ehline (meleklere) karşı kullarıyla övünürek: «Kullarıma bakın! Toz toprak içinde, yorgun bir şekilde değişik yerlerden rahmetimi dilemek ve görmedikleri halde azabımdan kurtulmak için huzuruma gelmişler» buyurur. Arefe gününde Cehennem ateşinden azat edilen kul kadarının başka hiçbir günde azat edildiği görülemez. "

Ahmed ile Taberânî'nin Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu:

“Yüce Allah Arefe akşamı Arafat'ta duran kullarıyla meleklerine karşı övünür ve: «Kullarıma bakın! Nasıl da toz toprak içinde, yorgun bitkin bir şekilde huzuruma gelmişler» buyurur.

İbn Merdûye'nin Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah Arafat'ta duran kullarıyla meleklerine karşı övünür ve: «Kullanma bakın! Toz toprak içinde, yorgun bir şekilde değişik ve uzak yerlerden nasıl da huzuruma gelmişler» buyurur. Âlic'deki kumlar sayısınca günahın olsa dahi Yüce Allah onları bağışlar."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Arefe günü olduğu zamafı Yüce-Allah kullarıyla meleklerine karşı övünüp: «Kullarıma bakın! Toz toprak içinde, yorgun bir şekilde değişik ve uzak yerlerden nasıl da huzuruma gelmişler. Siz de şahit olun ki onları bağışlıyorum» buyurur. Bundandır Arefe gününde Cehennem ateşinden azat edilen kul kadarı başka hiçbir günde azat edilmez. "

Mâlik, Beyhakî ve İsbehânî, et-Terğîb'de Talha b. Ubeydillah b. Kerîz'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şeytan hiçbir günde Arefe gününde olduğu kadar küçük, mağlup düşmüş, aşağılanmış ve kıskanç görülmez. Bunun da sebebi müminler üzerine inen rahmeti ve Yüce Allah'ın onların büyük günahlarını bağışlamasını görmesidir. Sadece Bedir savaşında gördüklerinden dolayı durumu bundan da daha ağır olmuştur" buyurdu. " Resûlallah! Bedir savaşında ne görmüştür ki?" diye sorduklarında:

“O gün Cebrail'in, (savaş için) melekleri idare ettiğini görmüştür" karşılığını verdi.

Beyhakî, Fadl b. Abbâs'tan bildiriyor: Arafat'ta Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin arkasına binmiştim. O zaman gençler olarak oradaki kadınları görebiliyorduk. Benim de onlara baktığımı gören Allah Resûlü yüzümü başka yöne çevirdi ve:

“Ey kardeşimin oğlu! Bu gün öyle bir gündür ki böylesi bir günde kişi hakkı olmayan şeylerden gözlerini, kulaklarını ve dilini alıkoyup uzaklaştırdığı zaman bağışlanır" buyurdu.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En değerli dua, Arefe günü edilen duadır. Böylesi bir günde söylenebilecek en değerli söz benden önceki peygamberlerin de söylediği: «Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de, hamd da ancak onundur. Dirilten ve öldüren sadece odur. Tüm hayırlar elindedir. O her şeye kadirdir» sözüdür."'

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Ebî Hüseyn'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim ve benden önceki peygamberlerin duası olan şu duayı çokça edin:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de hamd da ancak onundur. Dirilten, öldüren odur ve kendisi ölmeyen hep baki kalandır. Tüm hayırlar elindedir. O her şeye kadirdir. "

Beyhakî, Şuab'da, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Arafe gününde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha çok şöyle dua ederdi:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de hamd da ancak onundur. Tüm hayırlar elindedir. O her şeye kadirdir. "

Tirmizî, İbn Huzeyme ve Beyhakî, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor: Arefe akşamında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha çok şöyle dua ederdi:

"Allahım! Söylediğimiz gibi hatta söylediğimizden daha fazla bir şekilde sana hamdler olsun! Allahım! Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm senin içindir. Dönüşüm de sana olacaktır. Sahip olduğum her şey en son yine sana kalacaktır. Allahım! Kabir azabından, kalbin vesvesesinden ve dirliğimin bozulmasından sana sığınırım! Allahım! Rüzgarların getireceği şeylerin hayrını senden diler, sebep olacağı her türlü kötülükten de sana sığınırım. "

Beyhakî, Şuab'da Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman biri Arefe akşamında vakfede iken kıbleye gönüp yüz defa:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de hamd da ancak onundur. O her şeye kadirdir" dedikten sonra yüz defa İhlâs Sûresi'ni okuduğu zaman, ardından da yüz defa:

“Allahım! İbrahim'e ve ailesine hayırlar ihsan ettiğin gibi Muhammed'e de hayırlar ihsan et. Sen ki övgüye layık ve pek yücesin. Onlarla birlikte bize de hayırlar ihsan et" diye dua ettiği zaman, Yüce Allah şöyle buyurur:

“Meleklerim! Kulumun bu duasının karşılığı nedir? Beni her türlü eksiklikten tenzih etti. Benden başka ilah olmadığımı söyledi. Herşeyden büyük olduğunu dile getirdi. Beni yüceltti, tanıdı ve senada bulundu. Elçime de salavatlar etti. Meleklerim! Siz de şahid olun ki onu bağışladım ve kendisini kendine şefaatçi kıldım. Şayet dileseydi kendisini Arafat'ta duranların hepsine şefaatçi kılardım."

Beyhakî der ki:

“Garîb bir metindir. Ancak isnadında yalancılıkla suçlanacak biri yoktur."

Beyhakî, Şuab'da Bükeyr b. Uteyk'ten bildiriyor: Hacca gittiğimde kendisine tabi olup peşinden gideceğim birini ararken Arafat'ta vakfe'de Sâlim b. Abdillah'ın şöyle dua ettiğini işittim:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de hamd da ancak onundur. O her şeye kadirdir. Allah'tan başka ilah yoktur! Tek ilah kendisidir ki biz de ona teslim olanlarız. Müşrikler istemese de Allah'tan başka ilah yoktur. Allah'tan başka ilah yoktur! O hem bizim, hem de bizden önceki atalarımızın Rabbidir!" Güneş batana kadar da bu duayı tekrar edip durdu. Sonra bana bakıp şöyle dedi:

“Babam, dedemden, dedem de Ömer b. el-Hattâb'tan naklen bana bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Beni zikretmesi, kendisini benden bir şeyler istemekten alıkoyan kişiye benden bir şeyler isteyenlere verdiklerimden daha iyisini veririm» buyurur."

İbn Ebî Şeybe ve el-Cenedî, Fedâilu Mekke'de Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim ve benden önceki peygamberlerin ettiği şu duayı çokça edin:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de, hamd da ancak onundur. Dirilten ve öldüren sadece odur. Tüm hayırlar elindedir. O her şeye kadirdir. Allahım! İşitmemi, görmemi ve kalbimi nurlu kıl! Allahım! Göğsümü ferahlat ve işlerimi kolaylaştır. Kalplere vesvese veren her türlü şeyden, dirliğimin bozulmasından ve kabir azabından sana sığınırım. Allahım! Gece ve gündüzle beraber gelen her türlü kötü şeyden sana sığınırım. Esen rüzgarlarla gelecek musibetler ile zamanın bana göstereceği afetlerden sana sığınırım."

el-Cenedî, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Bana ulaştığına göre bir müslümanın Arafat'ta vakfede iken çokça: «Allahım! Dünyada da, âhirette de bize iyilikler ihsan et ve bizi Cehennem azabından koru» şeklinde dua etmesi söylenirdi."

İbn Ebi'd-Dünya, Adâhî'de, İbn Ebî Âsim, Duâ'da, Taberânî, Dua'da ve Beyhakî, ed-Da'avât'ta, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Erkek veya kadın bir kulf Arefe akşamı tamamı on tane olan şu sözleri bin defa söyleyip dua ettiği zaman içinde günah veya akraba bağlarını kesmeyi içermeyen ne dilerse Yüce Allah bu dileğini verir. Bu sözler şöyledir:

“Arşı semada olan Allah'ı tesbih ederim. Hükümleri yerde olan Allah'ı tesbih ederim. Yolları denizde olan Allah'ı tesbih ederim. Kudretini ateşte gösteren Allah'ı tesbih ederim. Rahmeti Cennette olan Allah'ı tesbih ederim. Takdiri kabirde olan Allah'ı tesbih ederim. Ruhu havada olan Allah'ı tesbih ederim. Göğü yükselten Allah'ı tesbih ederim. Yerleri yaratan Allah'ı tesbih ederim. Kendisinden başka barınak ve sığınak olmayan Allah'ı tesbih ederim."

Ravi der ki: İbn Mes'ûd'a:

“Sen bunları Allah Resulünden bizzat işittin mi?" diye sorulunca:

“Evet, işittim" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Sadaka b. Yesâr'dan bildiriyor: Mücâhid'e:

“Kur'ân okumak mı yoksa Arafe günü mü yoksa Allah'ı zikretmek mi daha üstündür?" diye sorduğumda:

“Tabi ki Kur'ân'ı okumak diğerlerinden üstündür" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Adâhî'de bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib Arafat'ta iken şöyle demiştir:

“İmkanım olduğu müddetçe buradaki vakfeden geri durmam. Zira Arefe gününde Cehennem azabından azat edilen kul kadarı başka hiçbir günde azat edilmez. Bundan dolayı böylesi bir günde şu duayı çokça edin:

“Allahım! Beni Cehennem azabından azat et. Helal olanından bol rızıklar ihsan et. Cinlerden ve insanlardan fasık olanları benden uzak tut. Dualarımın hepsi budur!"

Taberânî, Duâ'da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Arefe akşamı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından biri de şöyleydi:

“Allahım! Sen ki yerimi görür, dediklerimi işitirsin. Yaptığım ve yapacağım hiçbir şey de senden gizli kalmaz. Yoksun ve yoksul olan, yardımını dileyen, sana sığınan, korkup şefkat dileyen ve günahları itiraf eden ben, huzurunda duran bir dilenci gibi sana el açıyorum. Günahlarından dolayı mahçup duran günahkar gibi sana yalvarıyorum. Sıkıntıya düşüp korkuya kapılan, sana boyun eğen, senin için yaş akıtan, bedenini yoluna adayan ve zelil bir şekilde sana dua eden biri gibi dua ediyorum. Allahım! Sana karşı dualarımda beni mutsuz biri kılma. Bana karşı şefkatli ve merhametli ol. Ey kendisine el açılanların en hayırlısı! Ey el açanlara verenlerin en hayırlısı!"

Abdurrezzâk, Musannef te, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Ebû Zer el- Herevî, Menâsik'de Ebû Miclez'den bildiriyor: İbn Ömer'i Arafat'ta vakfede iken gördüm. Dua ederken üç defa:

“Allah büyükler büyüğüdür. Hamd ancak Allah'adır" dedi. Sonra bir defa:

“Allah'tan başka ilah yoktur! Tektir ve ortaksızdır. Mülk de hamd da ancak onundur. O her şeye kadirdir" dedi. Sonra üç defa:

“Allahım! Beni doğru yola ilet, günahlardan takva ile koru. Dünyada ve âhirette beni bağışla" dedi. Sonra:

“Allahım! Bu haccımı kabul görmüş bir hac kıl ve günahlarımı da bağışla" dedikten sonra Fâtiha Sûresi'ni okuyacak kadar sustu. Arafat'tan ayrılana kadar bunları aynı şekilde tekrar edip durdu.

Beyhakî, Şuab'da Ebû Süleymân ed-Dârânî Abdurrahman b. Ahmed b. Atiyye'den bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib'e vakfenin neden Harem'de (Kâbe'de) değil de dağda yapıldığı sorulunca:

“Çünkü Kâbe, Yüce Allah'ın evidir. Dağ ise Yüce Allah'ın (bu eve açılan) kapısıdır. Yüce Allah, kendisine akınlar halinde gelen insanları, yalvarıp yakarmaları için kapıda durdurur." Kendisine:

“Ey müminlerin emiri! Peki, neden Meş'ar'da (Müzdelife'de) bir daha durulmakta?" diye sorduklarında, şöyle dedi:

“Yüce Allah onların girmelerine izin verdikten sonra ikinci engel yerinde yani Müzdelife'de bir daha durdurur. Orada da Yüce Allah'a uzunca bir süre yakarmaları üzerine, Minâ'da kurban kesmelerine izin verir. Bu şekilde kirlerinden temizlenip kurbanlarını da kestikten sonra girmelerine engel teşkil eden günahlarından arınmış olurlar. Temiz bir şekilde de kendisini ziyaret etmelerine izin vermiş olur."

Kendisine:

“Ey müminlerin emiri! Teşrîk günlerinde oruç neden haram kılınmıştır?" diye sorulunca:

“Çünkü Müslümanlar Yüce Allah'ı ziyarete gelmişlerdir ve Allah'ın misafirleridir. Misafirin de kendisini ağırlayan zatın yanında onun izni olmadan oruç tutması uygun değildir" karşılığını verdi. Kendisine:

“Ey müminlerin emiri! İnsanların Kabe'nin örtüsüne tutunmalarının anlamı nedir?" diye sorulunca da şöyle dedi:

“Bu olay, efendisiyle aralarında kan davası bulunan kişinin, işlediği cinayeti affedip bağışlaması için giysilerine tutunup ricada bulunması ve yakarması gibidir."

İbn Zencûyeh, Ezrakî, el-Cenedî, Müsedded, Müsned'de, Bezzâr, Müsned'de, İbn Merdûye ve İsbehânî, et-Terğîb'de Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Hayf mescidinde Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber oturuyorum. Yanına biri Ensar'dan, biri de Sakîf'ten iki adam geldi. Selam verip:

Resûlallah! Sana bir şeyler sormak için geldik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"İsterseniz bana sormak istediğiniz şeyi size söyleyeyim. İsterseniz de siz sorun" karşılığını verdi. Onlar:

Resûlallah! Sen bizlere söyle ki imanımız da, yakinimiz de artsın" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'dan olana:

“Sen evinden çıkıp Beyt-i Haram'a gitmeni ve bunun karşılığında sevap olarak ne alacağını, tavaftan sonra kılacağın iki rekat ile bunun karşılığında ne alacağını, Safâ ile Merve arasında sa'y etmeni ve bunun karşılığında ne alacağını, Arefe akşamı vakfen ile bunun karşılığında ne alacağını, cemreleri taşlaman ile bunun karşılığında ne alacağını, Kabe'yi tavaf etmeni ve bunun karşılığında ne alacağını sormak için geldin" buyurdu. Ensâr'lı:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki ben de bunu sormak için gelmiştim" dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle buyurdu:

“Beyt-i Haram'ı ziyaret amacıyla evinden çıktığın zaman devenin her ayağını koyması ile kaldırmasına karşılık Yüce Allah sana bir sevap yazar ve bir günahını siler. Kâbe'yi tavaf ettiğin zaman da her bir ayağını kaldırıp geri koymana karşılık Yüce Allah sana bir sevap yazar, bir günahını siler ve katındaki makamını bir derece yükseltir. Tavaftan sonra kılacağın iki rekat ise İsmail oğullarından bir köle azat etmen gibi karşılık görür. Safâ ile Merve arasında sa'y etmen yetmiş köle azat etmen gibi karşılık görür. Arefe akşamı vakfe yapman karşılığında ise Yüce Allah dünya semasına tecelli eder, meleklerine karşı seninle övünerek şöyle buyurur:

“Kullarım rahmetimi ve mağfiretimi umarak üst başları perişan bir şekilde uzak diyarlardan bana geldiler. Günahları kum taneleri veya yağmur' damlaları veya denizdeki köpükler veya gökteki yıldızlar kadar olsa dahi onları affederim." Yine:

“Sizler ve şefaatçi olduğunuz kimseler bağışlanmış bir şekilde haydi akın edin!" buyurur. Cemreleri taşlamana gelince,, attığın her taş karşılığı Cehenneme girmeni gerektirecek büyük günahlarından bir tanesi bağışlanır. Kestiğin kurban ise Yüce Allah'ın katında senin azığın olur. Başını tıraş etmende ise Yüce Allah kestiğin her bir kıl için sana bir iyilik sevabı yazar ve bir günahını da siler."

Adam:

Resûlallah! Peki, günahlarımızın söylendiğinden daha az olması halinde ne olacak?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sevapların Rabbinin katında senin için saklanır" karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Bütün bunlardan sonra ziyaret tavafını yaptığında artık günahsız bir şekilde tavaf etmiş olursun. Bir melek gelip ellerini senin omuzların arasına koyar ve: «Geçmiş günahların bağışlandı, gelecek için amel etmeye bak» der."

Bezzâr, Taberânî ve İbn Hibbân, İbn Ömer'den bildiriyor: Mina mescidinde Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber oturuyorum. Yanına biri Ensar'dan biri de Sakîf'ten iki adam geldi. Selam verip:

Resûlallah! Sana bir şeyler sormak için geldik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“isterseniz bana sormak istediğiniz şeyi size söyleyeyim. İsterseniz de susar sizin sormanızı beklerim" karşılığını verdi. Onlar:

Resûlallah! Sen bizlere söyle" dediler. Sakife'li, Ensarlı olana:

“Sen sor" dediyse de Ensarlı yine:

Resûlallah! Sen bizlere söyle" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'dan olana şöyle buyurdu:

“Sen evinden çıkıp Beyt-i Haram'a gitmeni ve bunun karşılığında sevap olarak ne alacağım, tavaftan sonra kılacağın iki rekat ile bunun karşılığında ne alacağını, Safa ile Merve arasında sa'y etmeni ve bunun karşılığında ne alacağını, Arefe akşamı vakfe yapman ile bunun karşılığında ne alacağını, cemreleri taşlaman ile bunun karşılığında ne alacağını, kurban kesmen ile bunun karşılığında ne alacağını, başını tıraş etmen ile bunun karşılığında ne alacağını, bütün bunlardan sonra da tekrar Kabe'yi tavaf etmeni ve bunun karşılığında ne alacağını sormak için geldin." Ensârlı:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki ben de bunu sormak için gelmiştim" dedi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti:

“Beyt-i Haram'ı ziyaret amacıyla evinden çıktığın zaman devenin her ayağım koyması ile kaldırmasına karşılık Yüce Allah sana bir iyilik sevabı yazar ve bir günahını siler. Tavaftan sonra kılacağın iki rekat ise İsmail oğullarından köle azat etmen gibidir. Safâ ile Merve arasında sa'y etmen yetmiş köle azat etmen gibidir. Arefe akşamı vakfe yapman karşılığı ise Yüce Allah dünya semasına tecelli eder, meleklerine karşı seninle övünerek şöyle buyurur: «Kullarım rahmetimi umarak üst başları perişan bir şekilde uzak diyarlardan bana geldiler. Günahlarınız kum taneleri kadar, yağmur damlaları kadar veya denizdeki köpükler kadar olsalar dahi onları affederim. Sizler ve şefaatçi olduğunuz kimseler bağışlanmış bir şekilde haydi akın edin!» Şeytanı taşlamana gelince, attığın her bir taş karşılığı büyük günahlarından bir tanesi bağışlanır. Kestiğin kurban ise Yüce Allah'ın katında senin azığın olur. Başını tıraş etmende ise, kestiğin her bir kıl için sana bir iyilik sevabı yazılırken bir günahın da silinir. Bütün bunlardan sonra ziyaret tavafını yaptığında ise artık günahsız bir şekilde tavaf etmiş olursun. Bir melek gelip ellerini senin omuzların arasına koyup: «Geleceğin için amel etmeye bak, zira geçmiş günahların bağışlandı» der. "

İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Ömer'den bildiriyor: Arefe akşamı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize bir hutbe verip ve şöyle buyurdu:

“İnsanlar! Yüce Allah şu an bulunduğunuz yerde sizlere bir lütuf ta bulundu. İyilerinizin bu iyiliklerini kabul edip dilediklerini verdi. Kötülükte bulunanlarınızı da, aranızdaki haklar hariç iyi olanlarınıza bağışladı. Allah'ın ismiyle buradan (Müzdelife'ye doğru) akın edin!" Müzdelife'deki vakfenin sabahında da şöyle buyurdu:

“İnsanlar! Yüce Allah şu an bulunduğunuz yerde sizlere bir lütufta bulundu. İyilerinizin bu iyiliklerini kabul etti. Kötülükte bulunanlarınızı da iyi olanlarınıza bağışladı. Aranızdaki hakların karşılığını da kendi katından verip telafi etti. Allah'ın ismiyle buradan (Minâ'ya doğru) akın edin!"

Ashab:

Resûlallah! Dün Arafat'tan buraya üzgün ve karamsar bir şekilde akın ettin. Ancak bu gün buradan sevinçli ve neşeli bir şekilde (Minâ'ya) akın ediyorsun, sebebi nedir?" diye sorduklarında, Allah Resûlü şu karşılığı verdi:

“Dün Yüce Allah'tan bir şey diledim, ancak kabul görmedi.

Birbirinizin üzerinde olan haklarınızı affetmesini istemiştim, ama kabul etmemişti. Bugün ise Cebrâîl yanıma gelip şöyle dedi: «Rabbin sana selam ediyor ve:

“İnsanların birbirleri üzerinde olan haklarının karşılığını tarafımdan verip telafi edeceğim» buyuruyor"

Taberânî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Arefe akşamı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar! Yüce Allah böylesi bir günde size ihsanda bulundu ve birbirinizin üzerinde olan haklarınız dışında olan günahlarınızı affetti. Kötülerinizi iyilerinize bağışladı ve iyilerinizin istediklerini kendilerine verdi. Şimdi Allah'ın ismiyle (Müzdelife'ye) akın edin!" buyurdu. Müzdelife'de iken de şöyle buyurdu:

“Yüce Allah iyilerinizi bağışladı. İyilerinizi de kötülerinize şefaatçi kıldı. Yüce Allah'ın rahmeti inip buradakilerin hepsini kapsar. Sonrasında bu rahmet yeryüzünün her tarafına dağılır. Eline ve diline sahip olup da tövbe eden herkese ulaşır. İblis ile askerleri Arafat dağlarında Yüce Allah'ın, kullarına bu yaptığını seyrederler. Allah'ın rahmeti indiği zaman İblis ile askerleri feryat figan etmeye başlarlar."

İbn Mâce, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usül'de, Abdullah b. Ahmed, ez- Zühd'e zevâid olarak, İbn Cerîr, Taberânî, Beyhakî, Sünen'de ve Diyâ el- Makdisî, el-Muhtâre'de Abbâs b. Mirdâs es-Sülemî'den bildiriyor: Arefe akşamında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti için dualar edip rahmet ve bağışlanma diledi. Bu yönde çokça dua edince, Yüce Allah cevaben:

“İstediğini veriyorum. Birbirlerine karşı olan zulümleri hariç benimle onlar arasında olan diğer günahlarını bağışlıyorum" diye vahyetti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim! Mazlum olan kişiye zulme uğradığı şeyden daha hayırlısını vermeye ve kendisine zulmedeni de bağışlamaya kadirsin" diye dua edince bu duasına o akşam karşılık verilmedi. Müzdelife'de sabahladığında aynı duayı tekrarladı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Onları bağışladım" buyurdu. O sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümsedi. Ashabı gülümsemesinin sebebini sorunca da:

“Allah düşmanı İblis, Yüce Allah'ın benim duamı kabul edip ümmetimi bağışladığını öğrenince toprak alıp başına saçmaya, feryat edip hayıflanmaya başladı. Onun bu hali beni güldürdü" karşılığını verdi.

İbn Ebi'd-Dünya, Adâhi'de ve Ebû Ya'lâ, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yüce Allah, Arafat'ta bulunan kullarına ihsanda bulunmuştur. Meleklere karşı onlarla övünerek şöyle buyurur: «Meleklerim! Kullarıma bakın! Değişik ve uzak yerlerden üst başları perişan bir halde nasıl da huzuruma gelmişler. Siz de şahit olun ki onların dualarını kabul ediyorum. İstediklerini veriyorum. Kötülerini iyilerine bağışlıyorum. Birbirlerine karşı olan haksızlıkları hariç iyilerinin istedikleri tüm şeyleri veriyorum.» Cemaat Müzdelife'ye gidip orada vakfeyi yaptıklarında ve yine el açıp Yüce Allah'a dualar ettiklerinde, isteklerini bildirdiklerinde Yüce Allah şöyle buyurur: «Kullarım bir daha huzurumda durup bana isteklerini bildirdiler. Siz de şahit olun ki onların dualarını kabul ediyorum. İstediklerini veriyorum. Kötülerini iyilerine bağışlıyorum. İyilerinin istedikleri tüm şeyleri veriyorum. Birbirlerine karşı olan haksızlıklarım da tarafımdan karşılayıp telafi ediyorum.»"

İbnu'l-Mübârek, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta güneş batmak üzereyken:

“Ey Bilâl, insanları sustur!" buyurdu. Bunun üzerine Bilâl kalktı ve:

“Susun ve Allah Resûlünü dinleyin!" diye seslendi. Herkes susunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Biraz önce Cebrâîl yanıma geldi. Yüce Allah'ın selamını bana ilettikten sonra şöyle dedi:

“Allah, Arafat'ta ve Müzdelife'de vakfe yapan kullarını bağışladı ve birbirleri üzerinde olan haklarının kendi tarafından karşılanacağı güvcencesini verdi." Ömer b. el-Hattâb:

Resûlallah! Bu sadece bize özel bir şey mi?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu sizin ve sizden sonra kıyamete kadar gelecek tüm insanlar içindir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb:

“Yüce Allah'ın hayrı pek çok ve pek güzel oldu" dedi.

İbn Mâce, Bilâl b. Rebâh'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müzdelife sabahı bana:

“İnsanları sustur!" emrini verdi. Herkes sustuktan sonra da şöyle buyurdu:

“Yüce Allah bu toplanmanıza karşılık size bir ihsanda bulundu. Kötünüzü iyinize bağışladı ve iyilerinizin dileklerini kabul etti. (Mina'ya) Allah'ın ismiyle yürüyün.'"

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce, Muhammed b. Ebî Bekr es-Sekafı'den bildiriyor: Minâ'dan Arafat'a doğru gittiğimiz sırada Enes b. Mâlik'e:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte böylesi bir günde ne yapardınız?" diye sordum. Enes:

“Bazılarımız tehlîl getirir, bazılarımız da tekbir ederdi. Ancak ne tehlîl edenler, ne de tekbîr getirenler bu yaptıklarından dolayı kınanırdı" dedi.

Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud, Hâris'in kızı Ümmü'l-Fadl'dan bildiriyor:

“Bazıları Arafe gününde, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) oruçlu olup olmadığı konusunda yanımda ihtilafa düştüler. Kimi oruçlu olduğunu, kimi de olmadığını söylüyordu. Bunun üzerine Allah Resûlü'ne bir kase süt gönderdim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin üzerinde vakfede iken gönderilen bu sütü içti."

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünya, Adâhi'de ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlü İlah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arefe günü Arafat'ta oruç tutulmasını yasaklamıştır.

Tirmizî, İbn Ebî Necîh'ten bildiriyor: İbn Ömer'e Arefe günü oruç tutma konusu sorulunca, soran kişiye:

“Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte haccettim ve Allah Resûlü bu günde oruç tutmadı. Ömer'le de haccettim o da bu günde oruç tutmadı. Osman'la da haccettim o da bu günde oruç tutmadı. Ben de bu günde oruç tutmuyorum; ama ne tutmanı, ne de tutmamanı söylerim" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Arefe günü tutulan orucun bir önceki ve bir sonraki yıl olmak üzere kişinin iki yılının günahlarına kefaret olacağını umuyorum" buyurmuştur.

Mâlik, Muvattâ'da Kâsım b. Muhammed'den bildiriyor:

“Hazret-i Âişe Arefe gününde oruç tutardı. Arefe günü akşam vakti hac imamı Müzdelife'ye doğru harekete geçtikten sonra Hazret-i Âişe'nin beklediğini, gidenlerle arası iyice açıldıktan sonra da içecek bir şeyler isteyip iftarını yaptığını gördüm."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuab'da Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Yılın günleri içinde oruç tutmayı en fazla sevdiğim gün Arefe günüdür."

Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Arefe günü oruç tutmak bin gün oruç tutmak gibidir" buyururdu.

Beyhakî, Mesrûk'tan bildiriyor: Arefe günü Hazret-i Âişe'nin yanına girdim. "Bana su verin" dediğimde, Hazret-i Âişe:

“Ey Mesrûk! Sen oruçlu değil misin ki?" diye sordu. "Hayır! Çünkü Kurban bayramı günü olmasından çekinirim" karşılığını verdiğimde şöyle dedi:

“Öyle değil! Zira Arefe günü hac imamımın Arafat'ta vakfe yaptığı gündür. Kurban bayramı günü de hac imamının kurban kestiği gündür. Ey Mesrûk! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir günde tutulan orucu bin günlük oruca denk saydığını işitmedin mi?"

İbn Ebi'd-Dünya, Adâhi'de ve Beyhakî, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor:

“Zilhicce ayının ilk on günü hakkında:

“Üstünlük bakımından bu günlerden her bir gün diğer günlerden bin güne denktir. Arefe günü ise diğer günlerden on bin güne denktir" denilirdi.

Beyhakî'nin Fadl b. Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Arefe gününde dilini, kulağını ve gözlerini haram olan şeylerden uzak tutan kişinin diğer bir Arefe gününe kadar işleyeceği günahları bağışlanır" buyurmuştur.

İbn Sa'd, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Fadl b. Abbâs, Arefe günü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin arkasına binmişti. Karşılaştığı kadınlara bakınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):"Yeğenim! Bu öyle bir gün ki bu günde kulağını, gözlerini ve dilini haramdan koruyan kişi bağışlanır" buyurdu.

Mervezî, el-îdeyn'de Muhammed b. Abbâd el-Mahzûmî'den bildiriyor:

“Arefe akşamı Arafat'ta vakfede olanların içinde bulunamayan mümin, haccını ifa edenlerden biri olarak yazılmaz."

İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Avâne'den bildiriyor:

“Hasan el-Basrî'yi Arefe günü gördüm. Oturdu, dualar edip Yüce Allah'ı zikretti. Sonra ihsanlar etrafında toplanmaya başladı."

İbn Ebî Şeybe ve Mervezî, İbrâhîm(-i Nehaî)'den: bildiriyor:

“Kişinin en fazla evinde kalması gereken gün (hacda olmadığında) Arefe günüdür."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, Adâhî'de ve Mervezî'nin bildirdiğine göre İbrahim'e, Mekke dışındaki kentlerde ta'rîf yapma konusu sorulunca:

“Ta'rîf ancak Arafat'ta yapılır" demiştir.

Mervezî, Mubârek'ten bildiriyor:

“Hasan, Bekr b. Abdillah, Sabit el-Bünânî, Muhammed b. Vâsi' ve Ğaylân b. Cerîr'in Basra'da yapılan ta'rîf'e katıldıklarını gördüm."

İbn Ebî Şeybe ve Mervezî, Mûsa b. Ebî Âişe'den bildiriyor:

“Arefe gününde mescitte Amr b. Hureys'i ve insanların onun etrafında toplandıklarını gördüm."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya ve Mervezî, Hasan'an bildiriyor:

“Basra'da ta'rîf'i ilk yapan kişi İbn Abbâs'tır."

Mervezî, Hakem'den bildiriyor:

“Kûfe'de ta'rîf'i ilk yapan kişi Musab b. ez- Zübeyr'dir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünya, Adâhî'de ve Hâkim'in Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Arefe, Kurban bayramı ve teşrik günleri Müslümanların bayram ettiği günlerdir. Bu günler yeme ve içme günleridir" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra dizleri üzerine çöker ve:

“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Lâ ilahe illallahu vallahu Ekberl Allahu Ekber ve Lillâhi'l- hamdl" diye tekbir getirirdi. Bunları teşrîk günlerinin son günü ikindi namazına kadar namazların ardından söylerdi.

Hâkim, Ebu't-Tufayl vasıtasıyla Hazret-i Ali ile Ammâr'dan bildiriyor "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) farz namazlarda Besmele'yi açıktan okur, sabah namazlarında kunût ederdi. Arefe günü sabah namazından başlamak suretiyle teşrîk günlerinin son günü ikindi namazına kadar her namaz sonrası tekbîr getirirdi."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya, Mervezî, el-îdeyn'de ve Hâkim, Ubeyd b. Umeyr'den bildiriyor:

“Hazret-iÖmer, Arefe günü sabah namazından başlamak suretiyle teşrîk günlerinin son günü öğle veya ikindi namazına kadar her namaz sonrası tekbîr getirirdi."

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Şakîk'ten bildiriyor:

“Hazret-i Ali, Arefe günü sabah namazından başlamak suretiyle tekbîr getirmeye başlar ve teşrîk günlerinin son günü ikindi namazını da kılana kadar her namaz sonrası daima tekbîr getirirdi."

İbn Ebî Şeybe, Mervezî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Arefe günü sabah namazından başlamak suretiyle teşrîk günlerinin son günü ikindi namazına kadar her namaz sonrası tekbîr getirirdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünya ve Hâkim, Umeyr b. Saîd'den bildiriyor:

“İbn Mes'ûd yanımıza geldiğinde Arefe günü sabah namazından başlamak suretiyle teşrîk günlerinin son günü ikindi namazına kadar her namaz sonrası tekbîr getirirdi."

İbn Ebi'd-Dünya, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Erkek veya kadın yanımda bulunacak kişi Arefe gününde oruç tutmasın. Zira bu gün yeme içme ve tekbîr getirme günleridir."

200

"Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın.."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Haccın tamamlanmasından kasıt kurbanların kesilmesidir. Zikir konusuna gelince, Araplar cahiliyye döneminde hac ibadetini bitirdikten sonra toplanıp ataları ve babalarının yaptıklarıyla birbirlerine karşı övünürlerdi. Yüce Allah bu âyetle böylesi bir övünme yerine kendisini zikretmelerini emretmiştir."

Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Müşrikler hac sonrası oturur, birbirlerine karşı babaların asaleti ve yaptıklarıyla övünürlerdi. İslam döneminde ise Yüce Allah bu konuda Resûlüne:

“Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetini indirmiştir."

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Cahiliye döneminde insanlar haclarını bitirince oturur babalarıyla övünürlerdi. Biri:

“Benim babam şu kadar ziyafet verip yemek yedirmiştir. Başkası adına şu kadar borç, şu kadar diyet ödemiştir" gibi şeyler söyler diğeri başka şeyle karşılık verirdi. Bu şekilde babalarının yaptıklarıyla övünmekten başka bir konuları olmazdı. Bunun üzerine Yüce Allah bu konuda:

“Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın.." âyetini indirmiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor:

“Cahiliye döneminde insanlar haclarını bitirdiklerinde oturur babalarının yaptıklarıyla birbirlerine karşı övünürlerdi. Yüce Allah bu konuda:

“Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetini indirmiştir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildiriyor:

“Önceleri hac ibadetini bitirip cemrenin yanında oturdukları zaman babalarını, cahiliyye dönemindeki günlerini ve babalarının yaptıklarını anarak övünürlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur."

Fâkihî, Enes'ten bildiriyor: Cahiliye döneminde insanlar (hac sonrası) oturup babalarını anar onlarla övünürlerdi. Biri:

“Babam çok ziyafet verir yemek yedirirdi" der. Diğeri:

“Babam çok iyi kılıç kullanır iyi savaşırdı" karşılığını verirdi. Bir diğeri:

“Benim babam çok kişinin perçemini kesmiş, öldürmüştür" derdi. İşte bu konuda:

“...Atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyeti nazil olmuştur.

Vekî' ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr ile İkrime'den bildiriyor: Önceleri Arafat'ta vakfede iken babalarının Cahiliyye'deyken yaptıklarını birbirine anlatıp övünürlerdi. Bunun üzerine:

“...Atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyeti nazil oldu.

Vekî' ve Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor: Cahiliye döneminde insanlar hac esnasında Minâ'ya geldikleri zaman babalarıyla ve kendi aile meclisleriyle övünürlerdi. Biri:

“Benim babam şöyle şöyle biridir" derken, diğeri:

“Benim de babam şöyle şöyle biridir" karşılığını verirdi. İşte:

“...Atalarınızı anıp onlarla Övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetiyle ifade edilen budur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh:

“...Atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetini açıklarken:

“Çocuğun ilk konuşmaya başladığı zamanlarda nasıl: «Anne! Baba!» demeye başlarsa siz de bu şekilde Allah'ın anın" demiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetini açıklarken:

“Burada çocuğun babasını anmasi gibi Allah'ın anılması istenmiştir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine gpre İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah:

“...Atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." buyuruyor. Oysa bazen kişinin babasının hiç anılmadığı günler de oluyor" dediklerinde şu karşılığı vermiştir:

“Anlamı sizin düşündüğünüz gibi değildir. Buradan kasıt kişinin babası kötü bir şekilde anıldığı zaman ne kadar kızıyorsa, Allah'a isyan edildiği zaman da o şekilde kızıp öfkelenmesidir."

201

Bkz. Ayet:202

202

"...İnsanlardan: «Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver» diyenler vardır. Bunların âhirette bir nasibi yoktur. Onlardan: «Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru» diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarından bir nasıp vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir"

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bedevilerden bir topluluk vakfe yerine gelir ve:

“Allahım! Bu yılı bize yağmurlu bir yıl kıl. Bereketli bir yıl kıl.

Bol çocuklu bir yıl kıl!" diye dua ederlerdi. Ancak âhiretlerine yönelik hiçbir şey istemezlerdi. Yüce Allah bunlar hakkında:

“...İnsanlardan: «Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver» diyenler vardır. Bunların âhirette bir nasibi yoktur" buyurmuştur. Onlardan sonra bazı müminler gelir ve:

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru..." diye dua ederlerdi. Yüce Allah bunlar için de:

“İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir" buyurmuştur."

Taberânî, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Cahiliye döneminde insanlar Müzdelife'de vakfeye durdukları zaman biri:

“Allahım! Bana rızık olarak bol deve ver!" derken, diğeri:

“Allahım! Bana rızık olarak bol koyun ver!" diye dua ederdi. Bu konuda Yüce Allah:

“...İnsanlardan: «Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver» diyenler vardır. Bunların âhirette bir nasibi yoktur. Onlardan: «Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru» diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir" âyetlerini indirdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik:

“...İnsanlardan: «Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver» diyenler vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde çıplak olarak tavaf eder ve: «Allahım! Bize yağmur gönder! Düşmanlarımıza karşı bizi muzaffer kıl ve sağ salim bir şekilde geri dönmeyi ihsan et» diye dua ederlerdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Bunlar: «Rabbimiz! Bize galibiyet ihsan et!» diye dua ederler, ancak âhiretlerine yönelik hiçbir şey istemezlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Ebû Ya'lâ, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça:

“Rabbimiz olan Allahım!

Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" şeklinde dua ederdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de , Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuab'da, Enes'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hastalıktan dolayı yolunmuş kuş yavrusunu andıran müslümanlardan biradamı ziyarete gitti. Ona:

“Yüce Allah'a nasıl dua ediyordun?" diye sorunca; adam:

“Allahım! Şayet âhirette bana vereceğin bir ceza varsa o cezayı bana bu dünyadayken çektir, diye dua ediyordum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sübhânallahl Senin buna gücün yetmez ve bunu kaldıramazsın! Oysa: «Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru» diye dua etseydin ya!" buyurdu ve şifa bulması için ona dua etti. Yüce Allah da onu iyileştirdi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Edeb'de ve İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildiriyor: Sâbit bana:

“Kardeşlerin senden dua istiyor" dediğinde onlara:

“Allahım! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" diye dua ettim. Bir daha benden dua etmemi istediklerinde de:

“Sizin için işleri zorlaştırmamı mı isityorsunuz? Zira Yüce Allah hem dünyada, hem de âhirette size iyilikler verip Cehennem ateşinden de koruduğu zaman hayırlı olan tüm şeyleri size vermiş oluyor zaten" dedim."

Şâfiî, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Târih'de, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Huzeyme, İbnu'l-Cârûd, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da, Abdullah b. es-Sâib'den bildiriyor: Rüknü'l-Yemânî ile Hacer-i Esved arasında Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbimiz! Bizlere dünyada da, âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" diye dua ettiğini işittim.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ne zaman bir Rükn'e uğrasam üzerinde bir meleğin: «Amin» dediğini görmüşümdür. Onun için siz de Rükn'e uğradığınızda:

“Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" diye dua edin."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'dan bildiriyor:

“Yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığından beri Rüknü'l-Yemânî'de: «Amin! Amin!» diyen görevli bir melek vardır. Siz de oraya uğradığınızda: «Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru» diye dua edin."

İbn Mâce ve el-Cenedî, Fadâilu Mekke'de bildirdiğine göre Atâ b. Ebî. Rebâh'a tavaf sırasında Rüknü'l-Yemânî hakkında soru sorulunca şöyle demiştir: Ebû Hureyre'nin bana bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Rüknü'l-Yemânî'de görevlendirilmiş yetmiş melek vardır. Kişi: «Allahım! Dünyada da, âhirette de senden mağfiret ve afiyet dilerim. Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru» diye dua ettiği zaman bu melekler: «Amin» derler."

Ezrakî, İbn Ebî Necîh'ten bildiriyor: Tavaf sırasında Hazret-iÖmer ile Abdurrahman b. Avf'ın ağızlarından en fazla: «Rabbimiz! Bizlere dünyada da, âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru» sözleri dökülürdü.

İbn Ebî Şeybe ve Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'e zevâid olarak, Habîb b. Suhbân el-Kâhilî'den bildiriyor: Kâbe'yi tavaf ederken tavaf eden Ömer b. el- Hattâb'Ia karşılaştım. Ağzından:

“Rabbimiz! Bizlere dünyada da, âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" sözünden başka bir şey çıkmıyordu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime teşrîk günlerinde:

“Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" denilmesini müstehab görürdü.

Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor: Savaşa çıkacak her kişinin yola koyulacağı zaman ailesine doğru dönüp:

“Rabbimiz! Bizlere dünyada da âhirette de iyilikler ver ve Cehennem ateşinden koru" diye dua etmesi gerekir.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: Hac zamanında o bölgede üç türlü insan grubu bulunurdu. Bunlar, Allah Resûlü ile müminler, kafirler ve münafıklardı. "...İnsanlardan: «Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver» diyenler vardır..." diyenler (kafirler) sadece dünya ve nimetleri için haccetmişlerdir ki bunlar âhireti istemezler ve ona inanmazlar. Allah Resûlü ve müminler ise:

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru..." derler. Üçüncü sınıf (münafıklar.) hakkında ise:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır" buyrulmuştur.

Ahmed ve Tirmizî, Enes'ten bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Duaların en üstünü hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbinden hem dünya, hem de âhirette mağfiret ve afiyet dilemendir" karşılığını verdi. Adamın ikinci gün yine geldi ve:

Resûlallah.' Duaların en üstünü hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü yine:

“Rabbinden hem dünya, hem de âhirette mağfiret ve afiyet dilemendir" karşılığını verdi. Adam üçüncü gün gelip yine:

Resûlallah! Duaların en üstünü hangisidir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbinden hem dünya, hem de âhirette mağfiret ve afiyet dilemendir. Şayet Yüce Allah bunları hem dünyada, hem de âhirette sana verecek olursa kurtuldun demektir" buyurdu.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver..." âyetini açıklarken:

“Dünyada ve âhirette istenen bu iyilik afiyettir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Murhibî, Fadlu'l-İlm'de ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver..." âyetini açıklarken:

“Dünyadaki iyilik ilim ile ibadettir. Âhiretteki iyilik ise Cennettir" demiştir.

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor:

“Ayette bahsedilen dünyadaki iyilik maldır, âhiretteki iyilik ise Cennettir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan:

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver..." âyetini açıklarken:

“Bu iyilik helal mal ile faydalı olacak ilimdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b bu âyeti açıklarken:

“Saliha bir kadın da bu iyiliklerden biridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Sâlim b. Abdillah b. Ömer:

“...Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver..." âyetini açıklarken:

“Bu iyilikten kasıt iyi bir şekilde övülmedir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır.." âyetini açıklarken:

“Burada kazandıklarından kasıt yaptıkları hayırlı işlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah, hesabı pek çabuk görendir"  âyetini açıklarken:

“Yapılanların tümünü çıkarıp hesaplamada pek çabuktur" demiştir.

Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a:

“Kabilemle, yüklerini ücretle taşıma konusunda anlaştım. Yanlarında haccetmeme izin vermeleri karşılığında da bu ücretten bir kısmını düştüm. Bu durumda haccım olur mu?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın, haklarında: «İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir» buyurduğu kimselerden birisin" karşılığını verdi.

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte Süfyân'dan bildiriyor:

“Abdullah'ın öğrencileri Bakara Sûresi'nin 202. âyetini, (.....) lafzıyla okurlardı."

203

"Sayılı günlerde Allah'ı anın.,"

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünya ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:

“Sayılı günler Kurban günü ve ondan sonraki iki gün olmak üzere üç gündür. Bu üç günün hangisinde dilersen kurbanını kesebilirsin ancak en iyisi ilk günde kesmendir."

Firyâbî, İbn Ebi'd-Dünya ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..." âyetini açıklarken:

“Teşrîk günleri de olan üç gündür" demiştir. Başka bir lafızda:

“Kurban gününden sonraki üç gündür" şeklinde geçer.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Mervezî, el-îdeyn'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Beyhakî, Şuab'da ve Diyâ, el-Muhtâre'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Eyyâmun mâ'lumât (bilinen günler) Zilhicce ayının ilk onun günüdür. Eyyâmun mâ'dûdât (sayılı günler) ise teşkrîk günleridir."

Taberânî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..." âyetini açıklarken:

“Bu günler teşrîk günleridir. Bu günlerde tesbîh, tehlîl, tekbîr ve tahmîd ile Yüce Allah zikredilir" demiştir.

İbn Ebi'd-Dünya, Mâhâmilî, Âmâîl'de ve Beyhakî, Mücâhid'den bildiriyor:

“Eyyamım malumat (bilinen günler) Zilhicce ayının ilk onun günüdür. Eyyâmun madûdât (sayılı günler) ise teşrîk günleridir."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Sayılı günler, Kurban günü ve ondan sonraki üç gün olmak üzere dört gündür."

Mervezî'nin bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..." âyetini açıklarken:

“Teşrîk günlerinde namazların ardından tekbîr getirmektir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer, bu sayılı günlerde Minâ'da tekbîr getirir ve:

“Tekbîr getirmek farzdır" derdi. Buna da:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..." âyetini dayanak olarak gösterirdi.

Mervezî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Amr b. Dînâr'dan bildiriyor:

“Kurban gününde İbn Abbâs'ın tekbîr getirdiğini ve:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..." âyetini okuduğunu işittim."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Teşrîk günlerinde tekbîr getirmektir. Her namaz sonrası kişi: «Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!» der."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer, Minâ'da namazların ardından üçer defa tekbîr getirir ve:

“Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortaksızdır. Mülk ve hamd ancak onundur. O her şeye kadirdir" derdi.

Mervezî, Zührî'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrik günlerinin tümünde (namazlardan sonra) tekbîr getirirdi."

Süfyân b. Uyeyne, Amr b. Dînâr'dan bildiriyor: İbn Abbâs'ın Kurban bayramının üçüncü gününde tekbîr getirdiğini ve yanında bulunan kişilerinden tekbîr getirmelerini istediğini işittim. Ancak bu tekbîri:

“Sayılı günlerde Allah'ı anın..."  âyetine mi yoksa:

“Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla övündüğünüz gibi, hatta daha fazla Allah'ı anın..." âyetine mi dayanarak getirdiğini bilemiyorum.

Mâlik, Yahyâ b. Saîd'den bildiriyor: Bana ulaşana göre Ömer b. el-Hattâb, Kurban bayramının birinci günü güneş yükseldikten sonra Minâ'ya çıkıp tekbîr getirmiş, yanındaki insanlar da onunla birlikte tekbîr getirmişlerdir. Bayramın ikinci gününde güneş yükseldikten sonra yine Minâ'ya çıkıp tekbîr getirmiş, yanındaki insanlar da onunla birlikte tekbîr getirmişlerdir. Tekbîrleri Kâbe'den bile duyulmuştur. Sonra bayramın üçüncü günü güneş tepe noktasını aştıktan sonra Minâ'ya çıkıp tekbîr getirmiş, yanındaki insanlar da onunla birlikte tekbîr getirmişlerdir. Bununla da Ömer'in Cemreleri taşlamak üzere Minâ'ya çıktığı anlaşılmıştır.

Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Sâlim b. Abdillah b. Ömer, cemreyi yedi taşla taşlarken her bir taşta:

“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahım! Bu haccımı güzel bir hac yap, günahlarımın bağışlanmasına vesile kıl ve makbul bir amel eyle" şeklinde tekbîr getirip dua etmiş ve şöyle demiştir:

“Babamın bana bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de attığı her taşta böyle söylerdi."

Buhârî, Nesâî ve İbn Mâce'in bildirdiğine göre İbn Ömer, ilk cemreyi yedi taşla taşlar ve her bir taşı atarken tekbîr getirirdi. Sonra vadinin ortasına doğru ilerleyip kıbleye dönerdi. Orada uzunca durur, ellerini kaldırarak dua ederdi. Sonra ikinci cemreyi taşlardı. Ardından sola doğru yol alır vadinin ortalarına geldiği zaman kıbleye doğru dönüp ellerini kaldırarak dua ederdi. Orada da uzunca dururdu. En son vadinin ortasında Akabe cemresini taşlardı. Ancak orada durmaz taşlarını attıktan sonra ayrılırdı ve:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) da bu şekilde yaptığını gördüm" derdi.

Hâkim, Hazret-i Aişe'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban bayramının ilk günü öğle namazını kıldıktan sonra ziyaret tavafını yaptı ve Minâ'ya döndü. Teşrîk günlerinin gecelerini orada geçirdi. Bu günlerde güneş tepe noktasını aştıktan sonra her cemreyi yedi taşla taşladı. Attığı her bir taşla da tekbir getirdi. Taşlamayı yaptıktan sonra birinci ile ikinci cemrelerin yanında uzunca duruyor dualar ediyordu. Ancak üçüncü cemreyi taşladıktan sonra orada hiç durmadı."

Ahmed, Nesâî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Akabe cemresinin taşlanacağı sabah bana:

“Küçük çakıl taşlarından bana yedi taş topla" buyurdu. Taşlar toplanıp eline konulduğunda:

“Taşlamayı bunlar gibi taşlarla yapın ve dinde aşırı gitmekten sakının! Zira sizden öncekiler dinlerinde âşırıya kaçtıkları için helak olmuşlardır" buyurdu.

Hâkim, Ebu'l-Beddâh b. Âsim b. Adiy'den o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), çobanların cemreleri gün aşırı taşlamalarına izin vermiştir.

Ezrakî, İbnu'l-Kelbî'den bildiriyor:

“Âdem (aleyhisselam) İblis'i taşlar, İblis de atılan bu taşlarla onun önünde hızla kaçardı. Cemre'nin bu isimle anılmasının sebebi budur."

İbn Ebî Şeybe, Saîd el-Hudrî'den bildiriyor:

“Cemreleri taşlarken kabul gören her bir taş (göğe) yükseltilir."

İbn Ebî Şeybe, Ebu't-Tufeyl'den bildiriyor: İbn Abbâs:

“İnsanların hem cahiliyye döneminde, hem de İslam döneminde cemrelere attıkları taşlar ne oluyor?" dediğimde:

“Atılan bu taşlardan kabul görenler (göğe) yükseltilir. Öyle olmasaydı biriken taşlar Sebîr dağından daha büyük olurdu" karşılığını verdi.

Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a:

“İnsanlar hem cahiliyye döneminde, hem de İslam döneminde cemrelere taş atıyor. Nasıl olur da bu kadar taş birikip yolları kapatmıyor?" diye sorulunca şöyle demiştir:

“Yüce Allah bu işle bir meleği görevlendirmiştir. Atılan taşlardan kabul görenler (göğe) yükseltilir. Kabul görmeyenler ise yerinde kalır."

Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Vallahi Yüce Allah kimin haccını kabul ettiyse cemrede attığı taşları da oradan (göğe) yükseltmiştir."

Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e:

“Cahiliye döneminde cemrelere taş atmakta yarışırdık. Şimdi ise Müslümanların sayısı daha fazladır. Buna rağmen cemrelerde az taş var" denilince:

“Vallahi Yüce Allah kimin haccını kabul ettiyse cemrede attığı taşlan da oradan (göğe) yükseltmiştir" karşılığını vermiştir.

Ezrakî, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Cemrelere atılan taşlar kurban gibidir. Bunlardan kabul görenler (göğe) yükseltilir. Kabul görmeyenler de işte geride kalanlardır."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Dârakutnî ve Hâkim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

Resûlallah! Her sene cemrelere attığımız bu taşlar sanki eksiliyor" dediğimizde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Atılan taşlardan kabul görenler (göğe) yükseltilir. Öyle olmasaydı atılan taşların dağlar kadar olduğunu görürdünüz" karşılığını verdi.

Taberânî, İbn Ömer'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) cemreleri taşlamayı ve bunun karşılığında ne alacağını sorunca, Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbinin katına gittiğin zaman buna verilecek sevaba ne kadar çok ihtiyacın olacağını da göreceksin" buyurduğunu işittim.

Ezrakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a hac mevsimi dışında Minâ'nın ne kadar dar ve sıkışık olduğu konusu sorulunca:

“Anne rahminin bebek için genişlemesi gibi hac mevsiminde Minâ da üzerindeki insanlar için öyle genişler" karşılığını vermiştir.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Minâ kadının rahmi gibi dardır, ancak içine insan düşünce Yüce Allah onu genişletir" buyurmuştur.

Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Cebrâîl, Âdem'den (aleyhisselam) ayrılacağı zaman ona:

“Temennide bulun" dedi. Âdem (aleyhisselam) de:

“Cenneti temennî ediyorum" karşılığını verdi. İşte Âdem'in (aleyhisselam) temennisi olduğu içindir ki Minâ'ya Minâ ismi verilmiştir.

Ezrakî, Ömer b. Mutarrif'ten bildiriyor:

“Üzerinde akıtılan (imnâ edilen) kanların (kurbanların) çokluğundan dolayı Minâ'ya Minâ denilmiştir."

Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Resûlallah! Minâ'da seni güneşten koruyacak bir bina inşa edelim mi?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Zira Minâ (mülk edinme yeri değil) önce gelenin devesini çökerteceği bir yerdir" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Minâ'da iken Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müzdelife'den ayrılanlar nereye geldiklerini bilseler mağfiretten sonra birbirlerini Yüce Allah'ın lütuflanyla da müjdelerlerdi" buyurduğunu işittim.

Müslim ve Nesâî'nin Nübeyşe el-Hüzelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Teşrîk günleri (oruç tutma değil) Yüce Allah'ı zikretme ve yeme içme günleridir" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Huzâfe'yi Minâ'ya gönderdi ve dolaşıp:

“Bu günlerde (teşrîk günlerinde) oruç tutmayın! Zira bu günler yeme içme ve Yüce Allah'ı zikretme günleridir" diye seslenmesini emretti.

İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrik günlerinde oruç tutulmasını yasakladı ve:

“Bu günler yeme içme ve Yüce Allah'ı zikretme günleridir" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebu'ş-Şa'şâ'dan bildiriyor: Teşrîk günlerinin ortanca gününde İbn Ömer'in yanma girdik. Yemek getirince oğullarından biri kenara çekildi. İbn Ömer ona:

“Yaklaş yemek ye!" deyince, oğlu:

“Oruçluyum" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Ömer:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu günler yeme içme ve Allah'ı zikretme günleridir» buyurduğunu işitmedin mi?" dedi."

Hâkim, Mes'ûd b. Hakem ez-Zurakî'den o da annesinden, bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz katırı; üzerinde Ali b. Ebî Tâlib'i şu an görüyor gibiyim. (Minâ'da) Ensar'ın bulunduğu vadide durup şöyle seslenmişti:

“Ey Müslümanlar! Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu günler oruç günleri değildir. Bu günler yeme içme ve Allah'ı zikretme günleridir» buyuruyor!"

İbn Ebî Şeybe, Ömer b. Halde el-Ensârî'den, o da annesinden, bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrîk günlerinde Ali'yi gönderdi ve:

“Bu günler yeme içme ve eşlerin beraber olma günleridir" diye seslenmesini emretti.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve İbn Mâce, Bişr b. Suhaym'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrîk günlerinde bir hutbe verdi ve:

“Cennete ancak Müslüman olanlar girebilir! Bu günler de (oruç tutma değil) yeme içme günleridir!" buyurdu.

Müslim, Ka'b b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrîk günlerinde beni Evs b. el-Hadesân ile birlikte gönderdi ve:

“Cennete ancak mümin olanlar girebilir! Minâ günleri de (oruç tutma değil) yeme içme günleridir!" diye seslenmemi emretti.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve İbn Ebi'd-Dünya'nın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): Minâ günleri (oruç tutma değil) yeme içme günleridirl" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, İbn Ebi'd-Dünya ve Hâkim, Ümmü Hâni'nin azatlısı Ebû Murra'dan bildiriyor: Abdullah b. Amr ile birlikte babası Amr b. el-Âs'ın yanına girdik. Amr bize yemek getirdi ve:

“Buyrun, yiyin" dedi. Abdullah:

“Ben oruçluyum" karşılığını verince, babası Amr:

“Ye! Bu günler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bize oruç tutmayı yasakladığı ve tutmamayı emrettiği günlerdir" dedi.

Ravi Mâlik der ki:

“Bu günler teşrîk günleridir."

İbn Ebi'd-Dünya ye Bezzâr, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yılda altı günde oruç tutmayı yasakladı. Bunlar Ramazan bayramı günü, Kurban bayramı günü, teşrîk günleri ve Ramazan ayı konusundaki şek günüdür."

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Katâde'ye, teşrîk günlerine neden öylesi bir ismin verildiği sorulunca şu karşılığı vermiştir:

“Bu günlerde kestikleri kurban ile develerin etlerini, aynı şekilde dilimledikleri etleri güneşte kuruturlardı (teşrîk ederlerdi). Bundan dolayı bu günler bu isimle anılmıştır."

"...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur.." âyetini açıklarken:

“Kişinin acele edip erken ayrılmasının veya geri kalıp daha sonra ayrılmasının bir sakıncası yoktur" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'a karşı gelmekten sakınan kişilerin acele edip erken ayrılmasının bir günahı veya geri kalıp daha sonra ayrılmasının bir sakıncası yoktur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildiriyor: Kişi, Yüce Allah'ın:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse..." âyetinde belirttiği günde henüz oradan ayrılmadan güneş batarsa ikinci gün cemreleri atana kadar orada kalsın."

Süfyân b. Uyeyne, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir..." âyetini açıklarken:

“İhramda iken avlanmaktan kaçınmak şartıyla kişinin erken ayrılmasının sakıncası olmaz" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Abdullah'ın mushafında bu âyet: (.....) lafzıyla geçer."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Abdurrahman b. Ya'mur ed-Dîlî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta vakfede iken Mekke ahalisinden bir grup yanına geldi ve:

Resûlallah! Hac nasıl olur?" diye sordular. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hac, Arafat demektir! Hac Arafat demektir! Kim şafak sökmeden önce Müzdelife'de hazır bulunursa haccı idrak etmiş olur. Minâ günleri üçtür. Kişinin acele edip iki günde (Mina'dan Mekke'ye) dönmesinde bir günah yoktur. (Minâ'da) Geciken kişi için de günah yoktur" buyurdu. Sonra Allah Resûlü bir adamın bunları yüksek sesle diğerlerine söylemesi emrini verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Erken davranan da, tehir eden de bağışlanmıştır" demiştir.

Vekî', Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Erken davranan da, tehir eden de bağışlanmıştır" demiştir.

Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Acele edip de iki gün içinde dönen kişi bağışlanır. Tehir edip de üçüncü güne kadar kalan kişi de bağışlanır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Bağışlanmış bir şekilde dönmüş olur" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, dileyenlerin iki gün içinde dönmelerine izin vermiştir. Günaha girmekten sakındıktan sonra da üçüncü güne kalanlar için de bir günah olmadığını bildirmiştir. Öncekiler bunu yapan kişinin âyetten yola çıkarak bağışlanacağını düşünürlerdi."

Vekî' ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Bir diğer hac mevsimine kadar olan günahları bağışlanmıştır" demiştir'.

Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bildiriyor:

“Dahhâk'ın nefsi elinde olana yemin olsun ki:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur..." âyeti Minâ'da ikamet etme ile oradan ayrılma hakkında nazil olmuştur. Ancak bunu yaparı kişi günaha girmekten de kurtulmuştur."

Süfyân b. Uyeyne, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Acele edip erken dönen kişi geçmiş tüm günahlardan arınır. Geri kalıp geç dönen kişi de tüm günahlardan uzak kalır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada sakınma hac esnasında günahlardan sakınmadır. Bize bildirilene göre İbn Mes'ûd:

“Haccı esnasında günaha girmekten sakınan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Salih'ten bildiriyor: Muhacir kadınlardan biri hac dönüşü Ömer'e uğrar, Ömer ona:

“Haccını gereği gibi ifa ettin mi?" diye sorardı. Kadın:

“Evet!" deyince de Ömer:

“(Geçmiş günahların bağışlandığı için) artık ilerisi için amel etmeye bak" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bildiriyor: Ömer, hacdan dönen bir topluluğa:

“Hacdan başka bir hedefiniz var mıydı?" diye sordu. "Hayır" dediklerinde:

“Peki, haccınızı gereği gibi ifa ettiniz mi?" diye sordu. "Öyle umuyoruz ama olmayabilir de" karşılığını verdiklerinde. Ömer:

“O zaman artık ilerisi için amel etmeye bakın!" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönerse, ona günah yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Böyle yapan kişi bağışlanır. Bu âyeti manası dışında başka şeye yoruyorlar. Oysa bir umre kişinin günahlarının bağışlanmasına vesile olurken bir hac nasıl olmaz?"

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muâviye b. Kurra el-Muzenî:

“...Ona günah yoktur..." âyetini:

“Anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'den bildiriyor:

“Yüce Allah hac ibadetlerini, kulunun günahlarına kefaret olsun ve bağışlansın diye kılmıştır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Ona günah yoktur. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir..." âyetini:

“Kalan ömründe Allah'a karşı gelmekten sakındığı sürece tüm günahları bağışlanır" şeklinde açıklamıştır.

Beyhakî, Şuab'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye:

“İnsanlar, hacceden kişinin tüm günahlarının bağışlanmış olacağını söylüyorlar" denilince:

“Şayet daha önceki kötülüklerinden uzak durursa öyledir" karşılığını vermiştir.

Beyhakî, Hayseme b. Abdirrahman'dan bildiriyor:

“Hac ibadetini bitirdikten sonra Yüce Allah'tan Cenneti dile. Umulur ki bu dileğini gerçekleştirir."

İsbehânî, et-Terğîb'de İbrâhim'den bildiriyor:

“Henüz günahlara bulaşmamışken dönen hacılarla musafaha yapmaya çalışın, denilirdi."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iÖmer'den bildiriyor:

“Hacıları, umrecileri ve savaştan dönen gazileri karşılayın ve henüz kire bulaşmamışken size dua etmelerini isteyin."

İbn Ebî Şeybe, Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildiriyor:

“Hacdan dönenleri karşılar ve günaha bulaşmamışken onlarla musafaha yapardık."

İsbehânî'nin bildirdiğine göre Hasan'a:

“Hacc-ı mebrûr nedir?" diye sorulunca:

“Kişinin dünyadan yüz çevirmiş ve âhirete yönelmiş bir şekilde hacdan dönmesidir" demiştir.

Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriniz hac ibadetini bitirdikten sonra ailesine dönmede acele davransın. Böyle yapması sevabının daha büyük olmasını sağlar" buyurmuştur.

Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş veya hac veya umre dönüşü uğradığı her bir yüksek yerde üç defa tekbir getirip sonra da şöyle dua ederdi:

“Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortaksızdır. Hükümrânlık ve hamd onundur. O her şeye kadirdir. Allah'a döner, ona tövbe eder, ona kullukta bulunur, ona secde ederiz. Bizler sadece Rabbimize hamdederiz. Zira Yüce Allah vaadini yerine getirdi, kuluna yardım etti ve düşman ordularını tek başına bozguna uğrattı. "

İbn Hibbân, ed-Du'afâ'da, İbn Adiy, el-Kâmil'de ve Dârakutnî, İlel'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haccedip de beni (kabrimi) ziyaret etmeyen kişi bana saygısızlık etmiş olur" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, Ebû Ya'lâ, Taberânî, İbn Adiy, Dârakutnî, Beyhakî, Şuab'da ve İbn Asâkir'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vefatımdan sonra haccedip de kabrimi ziyaret eden kişi, hayatta iken beni ziyaret etmiş gibi olur" buyurmuştur.

Hakîm et-Tirmizî, Bezzâr, İbn Huzeyme, İbn Adiy, Dârakutnî ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kabirimi ziyaret edene şefaatim vacip olur" buyurmuştur.

Taberânî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her kim başka bir amaç gütmeden sadece beni ziyarete gelirse kıyamet gününde mutlaka şefaatime nail olur" buyurmuştur.

Tayâlisî ve Beyhakî, Şuab'da Hazret-iÖmer'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kabrimi ziyaret edene kıyamet gününde şefaatçi ve şahit olurum. Mekke veya Medine'den birinde ölen kişi de kıyamet gününde emin kılınanlar arasında haşredilir" buyurduğunu işittim.

Beyhakî'nin Hâtib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Vefatımdan sonra kabrimi ziyaret eden hayattayken beni ziyaret etmiş gibi olur. Mekke veya Medine'den birinde ölen kişi de kıyamet gününde emin kılınanlar arasında haşredilir. "

Ukaylî, ed-Du'afâ'da ve Beyhakî, Şuab'da Hattâb ailesinden bir adamdan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim özellikle beni ziyarete gelirse kıyamet gününde benim yakınımda olur. Medine'de ikamet edip de belasına sabır gösteren kişinin kıyamet gününde şefaatçisi veya şahidi olurum. Mekke veya Medine'den birinde ölen kişi de kıyamet gününde emin kılınanlar arasında haşredilir. "

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Karşılığını Allah'tan bekleyerek Medine'de beni (kabrimi) ziyaret gelen kişinin kıyamet gününde şefaatçisi veya şahidi olurum" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir Müslüman kabrimin başında bana selam verdiği zaman Yüce Allah o selamı bana ulaştıracak bir meleği görevlendirir. Hem dünya hem âhiretteki ihtiyaçları karşılanır ve kıyamet gününde onun şahidi ve şefaatçisi olurum."

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman biri (kabrimin başında) bana selam verdiği zaman o selama karşılık vermem için Yüce Allah bana tekrar ruh verir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine gelip selam verir ancak mezara dokunmazdı. Ardından Ebû Bekr'in kabrine ondan sonra da Hazret-i Ömer'in kabrine selam verirdi.

Beyhakî, Muhammed b. el-Münkedir'den bildiriyor: Câbir'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabri başında ağlayarak şöyle dediğini işittim:

“Burası göz yaşı dökme yeridir! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kabrim ile minberim arasında Cennet bahçelerinden bir bahçe vardır» buyurduğunu işittim."

İbn Ebi'd-Dünya ile Beyhakî, Munîb b. Abdillah b. Ebî Umâme'den bildiriyor:

“Enes'in Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrinin yanına gelip ellerini kaldırdığını gördüm. Ben namaza başladı diye zannettim, ancak Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) selamlayıp oradan ayrıldı."

İbn Ebi'd-Dünya ile Beyhakî, Süleymân b. Suhaym'den bildiriyor: Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyamda gördüm. Ona:

Resûlallah! Kabrine gelip sana selam verenlerin selamının farkına varıyor musun?" diye sorduğumda:

“Evet! Selamlarına karşılık da veriyorum" cevabını verdi."

Beyhakî ve İbn Merdûye, Hâtim b. Verdân'dan bildiriyor:

“Ömer b. Abdilazîz postasını özel olarak Medine'ye gönderir ve Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) selamını iletmesini isterdi."

İbn Ebi'd-Dünya ve Beyhakî, İbn Ebî Füdeyk'ten bildiriyor: İdrak ettiğim biri bana şöyle dedi:

“Bize bildirilene göre kişi Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabri başında durup:

“Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat (rahmet ve sena) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin" âyetini okuduktan sonra yetmiş defa:

“Ey Muhammed! Allah sana salât etsin!" derse, bir melek ona:

“Ey filan! Yüce Allah sana da salât ediyor! Her ihtiyacın giderilecektir" diye cevap verir."

Beyhakî, Ebû Harb el-Hilâlî'den bildiriyor: Bedevinin biri haccını tamamladıktan sonra Mescid-i Nebevî'nin kapısına geldi. Devesini çökertip bağladı ve içeri girdi. Kabrin yanına geldiği zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün hizasında durdu ve şöyle dedi:

“Anam babam sana feda olsun yâ Resûlullah! Günah ve hatalarla dolu olarak geldim. Rabbin katında şefaatçim olmanı diliyorum. Zira Yüce Allah'ın Kitab'ında:

“...Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah'tan af dileseler, sen de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah'ı tövbeleri kabul eden, pek merhametli bulacaklardı" buyurur. Anam babam sana feda olsun! Ben de sana günahlarla ve hatalarla dolu bir şekilde gelmişim. Rabbin katında bana şefaatçi ol da günahlarımı bağışlasın, beni de birilerine şefaatçi kılsın."

Sonra oradakilere doğru dönüp şöyle bîr şiir okudu:

"Ey kemikleri toprağa karışanların en hayırlılar)

Kemiklerinin güzelliğinden toprak da bölge de güzelleşti

İçinden bulunduğun kahire feda olayım

Zira iffet ondadır, lütuf onda, kerem onda.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer gelen hacıları:

“Yüce Allah haccını kabul etsin. Sevabını bolca versin ve bu yolda harcadıklarını katından telafi etsin" diyerek karşılardı.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriniz bir yolculuktan döndüğü zaman ailesine bir hediye veya bir taş da olsa hoşlarına gidecek bir eşya getirsin " buyurmuştur.

204

"İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Âsim ile Mersed'in de içlerinde bulunduğu heyet öldürülünce, münafıklardan bazıları:

“Bu şekilde öldürülenlere pek yazık oldu! Ne aileleriyle birlikte kalabildiler, ne de arkadaşlarının davasını tebliğ edebildiler" dedi. Bu konuda Yüce Allah, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: (.....) Bazılarının (münafıkların) dilleriyle Müslüman olduklarını söylemeleri senin hoşuna gidebilir. (.....) Doğru söylediğine dair Allah'ı da şahit tutar, ancak Allah kalbinde olanın dilinde olana muhalif olduğunu bilir. "Bir konuda sana geldiği veya seninle konuştuğu zaman ustaca tartıştığını görürsün. Ancak senin yanından ayrıldığında, (.....) yeryüzünde fesat çıkarmaya, ürün ve nesilleri mahvetmeye çalışır. Yüce Allah onun bu yaptığına razı değildir ve böyle bir şeyi sevmez."

Seriyye de öldürülen müminler hakkında da:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, nefsini Allah'ın hoşnutluğunu elde etmeye satar..." âyetini indirdi. Âyetle, seriyyede vefat eden müminlerin Allah'ın rızasını kazanmak için yolunda cihad edip hakkı ikame ederek nefislerini sattıkları bildirilmiştir."

İbnu'l-Münzir, İbn İshâk'tan bildiriyor:

“(Heyetin içinde bulunan) Hubeyb'i öldürmek üzere saldıranlar Kureyşli bir gruptu. Bunlar İkrime b. Ebî Cehl, Saîd b. Abdillah b. Ebî Kays b. Abdivüd, Zühre oğullarının müttefiki Ahnes b. Şerîk es-Sekafı, Umeyye b. Abdişems oğullarının müttefiki Ubeyd b. Hakîm b. Ümeyye b. Hârise b. Avkas es-Sülemî ve Ümeyye b. Ebî Utbe'dir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“İnsanlardan Öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet, Zühre oğullarının müttefiki Ahnes b. Şerîk es-Sekafî hakkında nazil olmuştur. Ahnes, Medine'ye Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip:

“Müslüman olmak üzere geldim. Allah da biliyor ki doğru söylüyorum" dedi. "...Bir de kalbindekine Allah'ı şahit tutar..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Ahnes'in bu sözleri Allah Resûlünün hoşuna gitti. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıktıktan sonra dönerken Müslümanlardan bir kabileye ait olan ekin ve eşekler gördü. Ekinleri yaktı, eşekleri de iğdiş etti. Bunun üzerine Yüce Allah bu konuda:

“Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Kelbî'den bildiriyor: Mekke'de otururken bana:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider.." âyetini sordular. "Burada bahse konu olan kişi Ahnes b. Şerîk'tir" karşılığını verdim. Orada da Ahnes'in oğullarından genç biri vardı. Bulunduğum yerden kalkıp gittiğimde peşimden geldi ve:

“Kur'ân Mekkeliler hakkında nazil oldu. Elinden geldiği kadarıyla Mekke'den ayrılana kadar bu şekilde bizzat isim verme" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Saîd el-Makburî'den bildiriyor: Muhammed b. Ka'b ile müzakere ederken şöyle dedim:

“Yüce Allah'ın bazı kitaplarında bildirildiği üzere Allah'ın bazen dilleri baldan tatlı, kalpleri ödağacından daha acı olan kulları vardır. Bunlar, insanlara karşı yumuşaklık bakımından koyun postuna bürünmüş gibidirler. Dini kullanarak dünyalık kazanmaya çalışırlar. Yüce Allah onlar için:

“Bana karşı mı bu kadar cüretkâr davranıyorlar? Benim adıma mı insanları aldatıyorlar? İzzetime andolsun ki onları öyle bir fitneye maruz bırakırım ki en ağırbaşlı olanları bile hayretler içinde kalır!" Muhammed de:

“Bu dediğin Yüce Allah'ın Kitab'ında:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider..." âyetiyle ifade edilmiştir" dedi. Ben:

“Bu âyetin kim hakkında nazil olduğunu biliyorum" dediğimde, Muhammed:

“Bazen âyet bir kişi hakkında nazil olabilir, ancak daha sonra hükmü geneli kapsayan bir âyet olur" karşılığını verdi.

Ahmed, Zühd'de Rabî' b. Enes'ten bildiriyor: Yüce Allah, peygamberlerden bir peygambere şöyle vahyetmiştir:

“Kavmine ne oluyor da insanlara karşı koyun postuna bürünüyorlar, kendilerine zahid görüntüsü veriyorlar? Neden dilleri baldan tatlı iken kalpleri ödağacından daha acı? İnsanları benim adıma mı aldatıyorlar? Yoksa beni mi kandıracaklar? İzzetime andolsun ki en alimlerini bile hayretler içinde bırakırım! Bilsinler ki kahinlik yapan veya kahine gidenler, büyücülük yapanlar ile büyü yaptıranlar benim dinimden değildirler! Bana iman eden bana tevekkül etsin! Bana inanmayan ise gitsin başkasına tâbi olsun!"

Ahmed, Zühd'de  Vehb'den bildiriyor: Yüce Rabbimiz, İsrâil oğullarının alimlerine şöyle buyurmuştur:

“Din dışı konulara mı kafa yoruyorsunuz? Amel etmeyeceğiniz konuları mı öğreniyorsunuz? Ahireti araç olarak kullanıp dünyalık elde etmeye mi çalışıyorsunuz? Koyun postuna bürünüp kurt olan yüzünüzü mü gizliyorsunuz? İçeceğinize ufacık pisliğin karışmasından sakınıp dağlar kadar olan haram malı mı yutuyorsunuz? Dini insanlara dağlar kadar mı ağırlaştırıyorsunuz? Temiz giysiler giyip, namazlarınızı uzun tutup bununla yetim ile dulların malını mı yiyorsunuz? İzzetime yemin ederim sizleri öyle bir fitneye maruz bırakırım ki en aliminiz ve en bilgeniz bile şaşkınlıktan apışıp kalır!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Azılı düşman" olarak açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' el-Ezrak, İbn Abbâs'a, (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Batıl olan bir konuda çekişip tartışan anlamındadır" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilirler mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şair Mühelhil'in:

"Taşların altındaki pek cesur pek cömerttir

Hasmım elinden pek kaçırmayan Liridir" dediğini işitmedin mi ki?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Yola gelmeyen zalim kişi" olarak açıklamıştır.

Vekî', Ahmed, Buhârî, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın en sevmediği kişi hasımlıkta aşırıya gidendir" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin emanete ihanet etmesi, konuştuğunda yalan söylemesi, verdiği sözü bozması ve hasımlıkta aşırı gitmesi olmak üzere dört haslet vardır ki bunları üzerinde taşıyan kişi münafık olur. Bunlardan birini de üzerinde taşıyan kişi bunu bırakana kadar üzerinde münafıklıktan bir parça taşır.

Tirmizî ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hasımlıkta ısrar edip bunu devam ettirmen günah. olarak sana yeter" buyurmuştur.

Ahmed, Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Tartışmayı devam ettirip uzatman günah olarak sana yeter. Hasımlıkta ısrar edip bunu devam ettirmen zalimlik olarak sana yeter. Yüce Allah'ın zatı hakkındaki konular dışında çok konuşup durman yalancılık olarak sana yeter."

Ahmed, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Çok konuşanın yalanı da çok olur. Yemini çok olanın günahı da çok olur. Husumeti çok olanın dini sağlam kalmaz."

Beyhakî, Şuab'da bildirdiğine göre Abdulkerim el-Cezerî:

“Allah'tan korkan kişi asla husûmet taşımaz" demiştir.

Beyhakî, İbn Şübrüme'den bildiriyor:

“Hasımlıkta aşırıya giden günaha girer. Hakkına aldırmayan kişinin de hasımları çok olur. Otoritenin ne diyeceğini hesaplayan kişi hakkı söyleyemez. Sabrı sağlamlaştırmanın yolu onu başkalarına da tavsiye etmektir. İffetli davranıp başkalarına el açmayan kişi için idareci de halk da değersiz gelir."

Beyhakî, Ahnef b. Kays'tan bildiriyor:

“Üç kişi üç kişiden tamamıyla hakkını alamaz. Hilm sahibi kişi ahmak kişiden, iyi kişi kötü kişiden ve şerefli olan kişi rezil olan kişiden."

Beyhakî, Süleymân b. Mûsa'dan bildiriyor:

“Üç kişi üç kişiden tamamıyla hakkını alamaz. Hilm sahibi kişi ahmak kişiden, şerefli olan kişi rezil olan kişiden ve iyi kişi kötü kişiden."

Beyhakî, Ebû Amr b. el-Alâ'dan bildiriyor:

“Karşılıklı sövüşen iki kişide her zaman daha rezil olanı üstün gelir."

205

"Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek îçîn uğraşır. Allah, elbette fesadı sevmez."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Senin yanından ayrılınca yeryüzünde dolaşır, yerin bitirdiği her türlü bitkiyi, insan ve hayvan neslini yok edip mahvetmeye çalışır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid'e:

“Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır..." âyetinin açıklaması sorulunca:

“Yeryüzünde dolaşıp düşmanlık ve zulüm yapmaya çalışır. Bundan dolayı Yüce Allah yağmuru tutar. Yağmurun tutulmasıyla da ekinler ve nesiller helak olur. Zira:

“...Allah fesadı sevmez..." karşılığını verdi. Sonra:

“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır" âyetini okudu.

Vekî', Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a:

“...Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır..." âyetinin açıklaması sorulunca şöyle demiştir:

“Burada üründen kasıt ekinlerdir. Nesil de her türlü hayvanın neslidir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Ayette nesilden kasıt hayvan veya insan her türlü nesildir" demiştir.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' el-Ezrak, İbn Abbâs'a, (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Kuş ve diğer hayvanların neslidir" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilirler mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Şairin:

"Orta yaşlıları insanların en olgunlarıdır

Nesilleri de kralların nesli gibi heba olmayandır" dediğini İşitmedin mi ki?"

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime:

“İhrama giren kişi giymek için terlik bulamazsa mest giyebilir" demiştir. Kendisine:

“Peki, mesti terlik gibi yapmak için yırtıp kesmek gerekir mi?" diye sorulunca:

“Yüce Allah bir şeyi bozmayı sevmez" karşılığını vermiştir.

206

"Ona «Allah'tan kork» denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!"

Vekî', İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Allah katında en büyük günahlardan biri de kişinin, kendisine: «Allah'tan kork!» diyen Müslüman kardeşine: «Sen kendine bak! Sen bana emir veremezsin!» karşılığını vermesidir."

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Şuab'da Süfyân'dan bildiriyor: Adamın biri Mâlik b. Miğvel'e:

“Allah'tan kork!" deyince, Mâlik Allah'a karşı olan tevazusunu göstermek için yere kapanıp yanağını toprağa koydu.

Ahmed, Zühd'de , Hasan'dan bildiriyor: Adamın biri Ömer b. el-Hattâb'a:

“Allah'tan kork!" dedi. Adam çekip gittikten sonra Ömer arkasından:

“Şayet bu söz bize denmeyecekse bizde hayır yok demektir! Bunu bize demeyeceklerse onlarda da hayır yok demektir!" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“O ne kötü bir ikamet yeridir!" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Kendileri için ne kötü bir yer hazırlamışlardır!" şeklinde açıklamıştır.

207

"İnsanlardan öyleleri var kî Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar. Allah ise kullarına karşı çok merhametlidir"

İbn Merdûye, Suheyb'den bildiriyor: Mekke'den Medine'ye Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmek istediğimde Kureyşliler bana:

“Ey Suheyb! Bize geldiğin zaman hiç malın yoktu. Şimdi malını da alıp gitmek istiyorsun. Vallahi buna asla izin vermeyiz!" dediler. Onlara:

“Peki, malını size bıraksam gitmeme izin verir misiniz?" diye sorduğumda:

“Evet, izin veririz" dediler. Malımı onlara verince beni bıraktılar. Yola koyulup Medine'ye geldim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu olanları işitince iki defa:

“Suheyb bu alışverişinde kâr ettil" buyurdu."

İbn Sa'd, Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Hilye'de ve İbn Asâkir, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Suheyb, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru hicret etmek üzere yola çıkınca Kureyş'ten bir topluluk onun peşine düştü. Suheyb onları görünce bineğinden indi. Ok çantasındaki okları da çıkarıp onlara şöyle seslendi:

“Ey Kureyşliler! Siz de bilirsiniz ki hepinizden daha iyi ok atarım. Allah'a yemin olsun ki siz bana ulaşmadan bendeki tüm okları üzerinize atarım! Sonra kılıcımı alır parçalanıncaya kadar sizinle vuruşurum. Sonrasında da istediğinizi yapabilirsiniz! Ama isterseniz size malımın ve paramın Mekke'deki yerini söylerim. Onları almaya karşılık beni bırakırsınız." Kureyşliler de:

“Kabul ediyoruz" dedi. Suheyb, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına ulaştığında ona:

“Alışverişin kârlı oldu! Alışverişin kârlı oldu!" buyurdu. Ardından:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar. Allah ise kullarına karşı çok merhametlidir" âyeti nazil oldu.

Taberânî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet, Suheyb b. Sinân ile Ebû Zer hakkında nazil olmuştur" dedi.

İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İkrime:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, Suheyb b. Sinân ile Ebû Zer el-Ğifâri (Cündüb b. es- Seken) hakkında nazil olmuştur. Ebû Zer'i kabilesi alıkoymuş, ancak Ebû Zer kaçarak Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Mekke'ye gelmiştir. Daha sonra Medine'ye hicret etmek isterken de Merru'z-Zahrân'da iken onu yakalamışlar ancak yine ellerinden kaçıp Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına ulaşmıştır. Suheyb'i de kabilesi yakalamış, malını onlara vererek kendini kurtarmıştır. Hicret etmek istediğinde de Kunfuz b. Umeyr b. Cud'ân karşısını çıkmış, geriye kalan malını da ona vererek elinden kurtulmuştur.

Taberânî, Hâkim, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Suheyb'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret etmek üzere çıkınca ben de gitmek istedim, ancak Kureyşli gençler beni geri çevirdiler. Daha sonra bir daha çıkıp dört fersahlık bir yol aldıktan sonra Kureyşlilerden bir grup beni geri götürmek üzere peşime düşüp bana yetiştiler. Onlara:

“Size birkaç ûkiyye altın verip beni bırakmaya ne dersiniz?" dediğimde kabul ettiler. Bunun üzerine:

“Evime gidip kapı eşiğini eşin. Altınları orada bulacaksınız" dedim. Bu şekilde beni bıraktılar ve tekrar yola koyuldum. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Kubâ'da iken yetiştim. Beni görünce üç defa:

“Ey Ebû Yahyâ! Alışverişin kârlı oldu!" buyurdu. " Resûlallah! Benden önce benim durumu sana bildirecek biri gelmedi. Bunu sana haber veren de Cebrâîl'den başkası olamaz" dedim.

İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Suheyb'in Medine'ye doğru yola çıkması konusunda Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..."âyeti nazil oldu. Allah Resûlü, Suheyb'i görünce:

“Ey Ebû Yahyâ! Alışverişin kârlı oldu!" buyurdu ve nazil olan bu âyeti ona okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt Muhâcir ile Ensâr'dır" demiştir.

Vekî', Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Muğîre b. Şu'be'den bildiriyor: Bir savaşta iken müslümanlardan biri bizden önce davranıp düşman üzerine atıldı ve öldürülene kadar savaştı. Müslümanlar:

“Adam kendini tehlikeye attı!" demeye başladılar. Durumu hakkında Ömer'e bir mektup yazdığımda Ömer cevaben şöyle yazdı:

“Durumu onların dedikleri gibi değildir. O, Yüce Allah'ın: «İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar...» âyetinde belirttiği kimselerden biridir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Hişâm b. Âmir düşman saflarına daldı ve safı yarıp geçti. Müslümanlar:

“Adam kendini tehlikeye atıyor" dediklerinde Ebû Hureyre cevaben:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini okudu.

Beyhakî, Sünen'de Müdrik b. Avf el-Ahmesî'deri bildiriyor: Ömer'in yanında otururken Nehavend savaşında herkesten önce davranıp düşmana saldıran ve ölen bir adamdan bahsettiler. Ben:

“O benim dayımdır. Müslümanlar da dayımın kendisini tehlikeye attığını söylüyorlar" dediğimde, Ömer:

“Yanılmışlar! Zira o dünyasını vererek âhiretini satın alan kişilerdendir" karşılığını verdi.

İbn Asâkir'in Kelbî vasıtasıyla Ebû Salih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet Suheyb ile birkaç arkadaşı hakkında nazil oldu. Zira Mekkeliler onları tekrar müşrik yapabilmek için yakalamışlardı. Onların içinde Ammâr, Ammâr'ın annesi Sümeyye, babası Yâsir, Bilâl, Habbâb ve Huvaytib b. Abdiluzza'nın azatlısı Âbis de vardı."

Taberânî, Ebû Nuaym, Hilye'de ve İbn Asâkir, Suheyb'den bildiriyor: Müşrikler Mekke'den ayrılan Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) peşine düştüklerinde Allah Resûlü, Ebû Bekr'le birlikte mağarada saklandı. Müşrikler mağaraya bakıp gittikten sonra Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yazık oldu Suheyb'e! Onu yanıma alamadım!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkmadan önce Ebû Bekr'i iki veya üç defa Suheyb'e göndermiş onu da yanında almak istemişti. Ancak Ebû Bekr yanına gidince onu namaz kılarken buldu. Geri dönüp:

“Namaz kılıyordu ve namazını kesmek istemedim" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğrusunu yapmışsın!" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr o gece Mekke'den ayrıldılar. Sabah olunca Suheyb, Ebû Bekr'in hanımı Ümmü Rûmân'ın yanına geldi. Ümmü Rûmân ona:

“Sen hâlâ burada mısın? Kardeşin dün gece çıktı ve azıklarından sana da biraz bıraktı" dedi.

Suheyb sonrasını şöyle anlatır:

“Bunun üzerine oradan ayrıldım ve hanımım Ümmü Amr'ın yanına girdim. Kılıcımı, yayımı ve ok torbamı alıp yola düştüm. Medine'ye ulaştığımda Allah Resûlü'nü Ebû Bekr ile otururken buldum. Ebû Bekr beni görünce hemen kalkıp hakkımda nazil olan âyeti bana müjdeledi ve elimi tuttu. Ona biraz sitem etmem üzerine benden özür diledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise:

“Ey Ebû Yahyâ! Alışverişin kârlı oldu!" diyerek müşriklere malımı vermem konusunda beni kârlı çıkardı.

İbn Ebî Hayseme ve İbn Asâkir, Mus'ab b. Abdillah'tan bildiriyor: Suheyb yanında bol parayla birlikte Rumlardan kaçıp Mekke'ye geldi. Mekke'ye gelince Abdullah b. Cud'ân'ın anlaşmalısı oldu. Rumlar da Suheyb'i Ninova'da yakalamışlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret edince o da çıkmak istedi. Ancak müşrikler:

“Malın ve ailenle peşinden gitmene izin vermeyiz!" dediler. O da malını onlara verip hicret etmiştir. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü ona:

“Alışverişin kârlı oldu!" buyurmuştur. Yüce Allah, Suheyb'in bu davranışı hakkında da:

“İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetini indirmiştir. Mâlik b. Sinân onun kardeşidir.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-iÖmer'in yanında otururken Kûfe'den mektup geldi. Mektupta Kûfelilerden kaç kişinin Kur'ân'ı öğrenip okuduğu yazıyordu. Ömer tekbir getirince ben:

“İhtilafa düşmüşler!" dedim. Ömer bana:

“Nereden anladın?" diye sorunca:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır. Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı sevmez" âyetlerini okudum ve:

“Şayet bunu yaparlarsa elbetteki Kur'ân'ın sahibi buna karşı sessiz kalmayacaktır" dedim. Sonra:

“Ona «Allah'tan kork» denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır! İnsanlardan öyleleri de var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetlerini okuduğumda:

“Canım elinde olana yemin olsun ki doğru söyledin!" dedi."

Hâkim, Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den bildiriyor: İbn Abbâs, Hazret-iÖmer'in elinden tutmuş yürüyorken, Ömer:

“Gördüğüm kadarıyla herkes Kur'ân'la konuşmaya, onu okumaya başladı" dedi. "Ey müminlerin emiri! Ben bundan hoşlanmıyorum" dediğimde, Ömer:

“Neden?" diye sordu. "Çünkü kendilerini okumaya verdiler mi sadece okuyacaklar. Sadece okudukları zaman ihtilafa düşecekler. İhtilafa düştükleri zaman da birbirlerinin boyunlarını vuracaklar" karşılığını verdiğimde, Ömer:

“Ben de bunu biliyor, ancak kimseye söyleyemiyordum" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: İbn Abbâs bu âyet ile bir önceki âyeti Ömer b. el-Hattâb'ın yanında okudu ve:

“İki adam birbiriyle savaşacak.'" dedi. Ömer:

“Ne dedin?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Ey müminlerin emiri! Burada, biri kendisine:

“Allah'tan kork!" denildiği zaman gururu dolayısıyla daha fazla günaha giren biri ile Allah rızası için nefsini feda eden olmak üzere iki tür adam görüyorum. Şimdi bu ikisinden biri diğerine:

“Allah'tan kork!" dese, diğeri de gurura kapılıp bunu kabul etmese bu durumda söyleyen kişi:

“O zaman ben de kendimi feda ediyorum!" diyecek ve onunla savaşa girecek. İşte bu şekilde iki adam birbiriyle savaşmış olacak." Bunu duyan Ömer:

“Allah seni muvaffak etsin ey İbn Abbâs!" dedi.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Ömer b. el-Hâttâb:

“Ona «Allah'tan kork» denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır! İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetlerini okuduğu zaman:

“Buradaki iki adam dövüşecek!" derdi.

Vekî', Abd b. Humeyd, Buhârî, Târih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hatîb'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, Bakara Sûresi'nin 206 ile 207. âyetlerini okudu ve:

“Kâbe'nin Rabbine andolsun ki bu iki adam dövüşecek!" dedi.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Sâlîh b. Ebû Halîl'den bildiriyor: Ömer bir adamın:

“Ona «Allah'tan kork» denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır! İnsanlardan öyleleri var ki Allah'ın rızasını dileyerek nefsini satar..." âyetlerini okuduğunu işitince:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn! Adam kalkıp diğerine iyiliği emredip kötülükten nehyedeyim derken diğeri tarafından öldürülüyor!" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'dan bildiriyor:

“Müslüman biri karşılaştığı; kafire:

“Lâ ilâhe illlah" de, hakketmedikten sonra malın ve kanın bana haram olsun!" der. Kafir bunu demeyi kabul etmeyince, bu kez Müslüman olan kişi:

“O zaman ben de kendimi Allah'a feda ediyorum" der ve ölene kadar kafirle savaşır. İşte bu iki âyet böylesi Müslümanlar hakkında nazil olmuştur."

208

Bkz. Ayet:209

209

"Ey îman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız, şunu iyi bilin ki Allah azizdir, hakimdir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti, (.....) lafzıyla okumuş ve şu şekilde açıklamıştır:

“Buradaki hitap, Ehl-i kitâb'dan olanlaradır. Zira onlar, Yüce Allah'a iman etmekle beraber daha önceden indirilen Tevrat'taki bazı hükümlere ve şeriatlerine tutunmuş idiler. Bu âyetle onlara:

“Artık Tevrat'a ve hükümlerine tutunmayı bırakın.

Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dinine girin ve bu dinin hükümlerine tamamıyla tutunun" denilmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyet hepsi de Yahudi olan Sa'lebe, Abdullah b. Selâm, İbn Yâmîn, Ka'b'ın iki oğlu Esed ile Useyd, Sa'ye b. Amr ve Kays b. Zeyd hakkında nazil olmuştur. Bunlar:

Resûlallah! Cumartesi günü öteden beri saygı gösterdiğimiz bir gündü. İzin ver de bunu devam ettirelim. Tevrat da Allah'ın Kitab'ıdır, izin ver geceleri ona uyalım" deyince bu âyet nazil olmuştur."

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin..." âyetini açıklarken:

“İman edenlerden kasıt, Ehl-i kitâb'dan olanlardır ve topluca İslam dinine girmeleri emredilmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Âyette (.....) ifadesinden kasıt, Allah'a ve dinine itaattir. (.....) ifadesi de 'topluca' anlamına gelmektedir."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Ayette (.....) ifadesinden kasıt İslam'dır. (.....) ifadesi de İslam dinini terketmek anlamına gelmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız..." âyetini:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) size geldikten sonra dalâlete düşerseniz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...İyi bilin ki Allah azîzdir, hakîmdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İntikamını alacağı zaman pek azizdir ve işlerinde hikmet sahibidir."

210

"Onlar, bulut gölgelen içinde, Allah'ın azabının ve meleklerin tepelerine inip işin bitmesini mi bekliyorlar? Bütün işler Allah'a dönecektir."

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah gelmiş geçmiş tüm insanları belirli bir günün bir vaktinde bir yerde toplar. Hepsi ayaktadır, gözleri semada verilecek hükmü beklemektedirler. Bu esnada Yüce Allah buluttan gölgelikler içinde Arş'tan Kür s?ye iner."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Azame'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah (Arş'tan Kürsî'ye) indiği zaman kullarıyla arasında nur, karanlık ve sudan perdeler gibi yetmiş bin perde bulunur. İniş sırasında su o karanlıkta öyle bir ses çıkarır ki duyan kalpler yerinde fırlar."

Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kıyamet gününde Yüce Allah boşlukları olan bulutlar içinden (Arş'tan Kürsî'ye) tecelli edip iner."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bulut gölgeleri içinde..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Buradaki bulut bilinen bulutlardan değildir. Buradaki bulut, İsrâil oğulları çölde kaybolduklarında gölge olarak kendilerine gönderilen buluttur. Kıyamet gününde Yüce Allah'ın içinde geleceği bulut da bu buluttur. Bedir savaşı sırasında meleklerin, içinde geldikleri bulut da bu buluttur."

İbn Cerîr ve Deylemî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Yüce Allah boşlukları olan bulutlar içinden melekler tarafından çevrelenmiş bir şekilde gelir. İşte:

“Onlar, bulut gölgeleri içinde, Allah'ın azabının ve meleklerin tepelerine inip işin bitmesini mi bekliyorlar?" âyetinin anlamı da budur."

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet: (.....) şeklindedir. Buna göre kıyamet gününde bulut gölgeleri içinde melekler gelirler. Yüce Allah da dilediği şekilde gelir. Bir benzeri âyet de:

“O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir" âyetidir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken:

“Boşlukları ve pencereleri olan bulutlar içinde, meleklerin arasında gelir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah kıyamet gününde bulut gölgeleri içinde gelir. Melekler ise kişinin ölüm anında yanına gelirler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini:

“Ve kıyamet kopar" şeklinde açıklamıştır.

211

"İsrailoğullarma sor, onlara apaçık nice âyetler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse bilsin ki Allah'ın cezası pek şiddetlidir"

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İsrailoğullarına sor, onlara apaçık nice âyetler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse bilsin ki Allah'ın cezası pek şiddetlidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İsrâiloğullarıyla kastedilen Yahudilerdir. Apaçık âyetlerden kasıt, bü yönde Kur'ân'da zikredilen âyetlerdir. Allah'ın nimetini değiştirmekten kasıt da, bu nimetler karşısında nankör davranmaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, İsrailoğullarına Hazret-i Musa'nın asası, beyaz eli, onları denizden geçirmesi, düşmanlarını aynı denizin içinde gözleri önünde boğması, çölde kaybolduklarında gölgelik olarak onlara bulut göndermesi, kudret helvası ile bıldırcın indirmesi gibi pek çok mucizeler göstermiştir. Yüce Allah buna rağmen böylesi nimetlere karşı nankör davrananlara karşı cezasının pek şiddetli olacağını bildirmiştir."

212

"İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler, oysa Allah'a karşı gelmekten sakınanlar kıyamet günü onların üstünde olacaklardır. Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler.." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kafirler dünya peşinde koşarak onun nimetleri için çalışırlar. Ahirete yönelen ve ona yönelik amel eden müminlerle de alay ederler. Sanırım İkrime bu konuda onların:

“Muhammed gerçekten peygamber olsaydı bizim efendilerimiz ve ileri gelenlerimiz ona tabi olurdu. Vallahi İbn Mes'ûd ve arkadaşları gibi fakir olanlardan başka kimse ona tabi olmadı" dediklerini zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler, oysa Allah'a karşı gelmekten sakınanlar kıyamet günü onların üstünde olacaklardır.."  âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İnkar edenlerin tek derdi, niyetleri, hedefleri ve tek uğraşları dünyadır. Bu yönde müminlerle de alay eder ve: «Onların hiçbir değeri yok!» diye küçümserler. Oysa kıyamet gününde kimlerin daha üstün olduğu görülecektir."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Cennette olacaklardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“...Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandırır" âyetinin açıklamasını sorduğumda:

“Yüce Allah'ı bu konuda denetleyecek ve kontrol edecek bir şey yoktur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Hesapsız şekilde rızıklandırır" âyetini açıklarken:

“Rabbimize, yapacağı bir şeyden dolayı kimseler hesap soramaz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân:

“...Hesapsız şekilde rızıklandırır" âyetini açıklarken:

“Bol bol ihsan eder" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes:

“...Hesapsız şekilde rızıklandırır" âyetini açıklarken:

“Rabbimiz katındaki nimetlerinin azalacağı endişesini taşıyarak vermez. Zira Yüce Allah'ın yanındaki nimetler asla eksilmez" demiştir.

213

"İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, peygamberleri müjdeci ve uyana olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve İbn Merdûye sahih bir senedle bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnsanlar bir tek ümmetti..."âyetini açıklarken:

“Hepsi de İslam dini üzerindeydi" demiştir.

Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nûh arasında on asırlık bir zaman vardı. Bu zaman içerinde herkes Yüce Allah'ın gönderdiği hak şeriat üzerinde idi. Ancak daha sonradan ihtilafa düşünce Yüce Allah, "...Peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi..." demiştir.

Ravi der ki:

“İbn Abbâs'ın kıraatinde de bu âyet: (.....) şeklindedir."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor:

“İnsanlar Hazret-i Âdem'e sunulduklarında tek bir ümmetti. Yüce Allah onları İslam fıtratı üzerine yaratmış, hepsi de Allah'a olan kulluklarını ikrar etmişlerdi. Hepsi de birer Müslüman olarak tek bir ümmetti, ancak Hazret-i Âdem'den sonra ihtilafa düştüler."

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İnsanlar bir tek ümmetti..." âyetini açıklarken:

“Burada insanlardan kasıt Hazret-i Âdem'dir" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti, (.....) lafzıyla okur ve açıklarken şöyle derdi:

“Yüce Allah bu ihtilaftan sonra peygamberler göndermiş kitaplar indirmiştir. (.....) Burada ihtilaf edenlerden kasıt kendilerine kitap ve ilim verilen İsrâiloğullarıdır. Bunlar:

“ (.....) buyruğuyla da ifade edildiği gibi dünya ve nimetlerinin peşine düşmüş, daha çok mal edinmek ve insanlar üzerinde otorite kurmak uğrunda birbirlerine saldırıp, birbirlerini öldürmüşlerdir. Ancak: (.....) buyruğunda belirtildiği gibi İsrâiloğulları böylesi ayrılığın içine düşünce Yüce Allah, bu ihtilaftan önce peygamberlerin getirdikleri üzerinde bir hayat yaşadıkları, samimi bir şekilde sadece Allah'a bağlandıkları, sadece ona kulluk edip ortak koşmadıkları, namazı kılıp zekatı verdiklerini onlara bildirip hatırlattı. Sonunda da içine düştükleri ihtilaf durumundan uzak durdular. İşte bunlar kıyamet gününde Hazret-i Nuh'un, Hazret-i Hûd'un, Hazret-i Salih'in, Hazret-i Şuayb'ın kavimleri ile Firavun ailesi hakkında, bunlara elçiler geldiği, ancak onları yalanladıkları yönünde şahitlikte bulunacaklardır."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İnsanlar bir tek ümmetti..." âyetini açıklarken:

“Hepsi de kafir idi" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi..." âyetini açıklarken şöyle buyurmuştur:

“Biz, en son gelen ümmet, kıyamet gününde en önde gelen ve herkesten önce Cennete girecek olan ümmet olacaktır. Onlara bizden önce, bize ise onlardan sonra kitap verilmiş ' olmasına rağmen onların ihtilafa düştüğü konularda Yüce Allah bizi doğrusuna yöneltmiştir. Bugün (Cuma günü) konusunda bizden öncekiler ihtilafa düştüler. Tüni insanlar bu gün konusunda bize tabidirler. Yarın (Cumartesi) Yahudilerin, öbür (Pazar) gün de Hıristiyanların günüdür."

İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nûh arasında on peygamber gelmiştir. İnsanlar Hazret-i Âdem'den çoğalıp dağılmışlar, Yüce Allah da onlara müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler göndermiştir."

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor:

“Hazret-i Âdem ile Hazret-i Nûh arasında on asırlık bir zaman vardı. Bu zaman içerinde herkes Yüce Allah'ın gönderdiği hak şeriat üzerinde idi. Ancak daha sonradan ihtilafa düşünce Yüce Allah onlara Hazret-i Nûh'u göndermiştir. Hazret-i Nûh da Allah'ın yeryüzüne gönderdiği ilk peygamberdir. İnsanların ihtilafa düşüp haktan ayrıldıkları bir zamanda gönderilmiştir. Yüce Allah kıyamet gününde lehlerine veya aleyhlerine hüccet olsun diye peygamberlerini göndermiş ve kitaplarını indirmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Öncekiler Cuma gününün tatil olması konusunda ihtilafa düştüler. Yahudiler Cumartesi gününü, Hıristiyanlar ise Pazar gününü tatil edindiler. Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine tatil olarak Cuma gününü gösterdi. Öncekiler kıble konusunda ihtilafa düştüler. Hıristiyanlar doğuya, Yahudiler ise Beytu'l-Makdis'e yöneldiler. Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine yönelmeleri için kıbleyi gösterdi. Öncekiler namaz konusunda ihtilafa düştüler. Kimi rükû edip secde etmez, kimisi secde eder rükû etmez, kimisi konuşurken namazını kılar, kimisi de yürürken namazını kılardı. Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine namazın doğru bir şekilde nasıl kılınması gerektiğini gösterdi. Öncekiler oruç konusunda ihtilafa düştüler. Kimisi gündüz vakti oruç tuttu. Kimisi sadece bazı yemeklerden uzak durarak orucunu tuttu. Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine orucun doğru bir şekilde nasıl tutulması gerektiğini gösterdi. İbrâhim (aleyhisselam) konusunda ihtilafa düştüler. Yahudiler onun Yahudi olduğunu söylerken, Hıristiyanlar onun Hıristiyan biri olduğunu söylediler. Yüce Allah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine bu konuda hak olanı gösterdi ve onun hanîf bir Müslüman olduğunu bildirdi. İsa (aleyhisselam) konusunda da ihtilafa düştüler. Yahudiler onu yalanlayıp annesinin büyük bir günah işlediğini söylediler. Hıristiyanlar da onun bir ilah ve oğul olduğunu söylediler. Yüce Allah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine bu konuda hak olanı gösterdi ve onun Allah'ın kelimesi ve ruhu olduğunu bildirdi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildiriyor: İbn Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet:

“Yüce Allah inananları terk ettikleri İslam'a geri eriştirdi" anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla geçer.

İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet: (=Yüce Allah inananları, ayrılığa düştükleri konuda gerçeğe eriştirdi ki kıyamet gününde insanlar hakkında şahitlikte bulunsunlar. Allah dilediğini doğru yola iletir)" lafzıyladır."

Ebu'l-Âliye der ki:

“Yüce Allah, şüphelere, yanlış yollara ve fitnelere düşmemeleri için onlara gerçeğe çıkış yolunu göstermiştir."

214

"Yoksa sîz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler, «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı pek yakındır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, Hendek savaşı sırasında nazil olmuştur. Bu savaşta Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı çok büyük sıkıntılar çekmiş ve düşmanlar tarafından kuşatma altında tutulmuşlardı."

İbn Ebî Hâtim ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bu âyette müminlere dünyanın bela yeri olduğunu, böylesi bir dünyada onları sıkıntılarla sınayacağını bildirmiştir. Daha önce de peygamberlerini ve seçkin kullarını, nefislerini kirlerden temizlemek için bu şekilde sınadığını ifade etmiş ve:

“...Peygamber ve onunla beraber müminler... darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı..." buyurmuştur. Peygamber ve yanındaki müminler türlü fitneler ve hastalıklara maruz kalmışlar, bu fitneler ve insanların eziyetlerinden dolayı da sarsılmışlardır."

Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvud ve Nesâî, Habbâb b. el-Eret'ten bildiriyor:

Resûlallah! Bizim için Allah'tan yardım istemeyecek misin? Bize yardım etmesi için Allah'a dua etmeyecek misin?" diye sorduğumuzda Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi:

“Sizden öncekilerden birinin başına testere konulur ayağına kadar kesilirdi de buna rağmen dininden dönmezdi. Demirden taraklarla eti kemiğinden ayrılırdı da yine dininden dönmezdi. Vallahi bu din hakim olacak ve kişi bineğine binip San'â'dan Hadramevt'e kadar Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan yolculuk edebilecektir. Yine kişi koyun sürüsü için kurttan başka hiç kimseden korkmayacak duruma gelecektir. Ancak sizler acele ediyorsunuz."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Söz konusu şeyler Hendek savaşı sırasında Müslümanların başına gelmiştir ki:

“...Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar..." diyenler de çıkmıştır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Sizden önce gelenler fakirlikle ve çeşitli hastalıklara maruz kalmışlardır. Karşılaştıkları fitneler ve insanların eziyetlerinden dolayı sarsılmışlardır. Öyle ki en hayırlıları, en sabırlıları ve Allah'ı en çok bilen biri olan Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bile: «Allah'ın yardımı ne zaman gelecektir?» diye sormaya başlamıştır. Oysa Allah'ın yardımı pek yakındır. Yüce Allah kendisine itaat eden ile isyan edeni ortaya çıkarmak üzere daha önceki peygamberler ile müminlere de yaptığı gibi Müslümanları bu tür belalar ve yoksunluklarla sınamıştır."

Hâkim'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi ayarım belirlemek için altınını nasıl ateşte denerse Yüce Allah da -kendisini çok iyi bilmesine rağmen- birinizi öyle sınar. Bu sınamadan kimi beyaz altın gibi çıkar ki işte Yüce Allah'ın kötülüklerden kurtardığı kişi budur. Kimisi de siyah altın olarak çıkar ki fitneye kapılan kişi de budur.

215

"Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir"

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet nazil olduğunda henüz zekat hakkında herhangi bir hüküm yoktu. Kişinin ailesine, yakınlarına yapacağı harcamalar ile yoksullara vereceği sadakaları ihtiva eden bu âyetin hükmü sonradan nazil olan zekat âyetiyle neshedildi."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Müminler, Allah Resûlüne, mallarından nerelere infâk yapmaları gerektiğini sorunca:

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir..." âyeti nazil oldu. Bu âyet kişinin nafile olarak yapacağı infakı ihtiva etmektedir. Zekat ise bunun dışında olan bir şeydir."

İbnu'l-Münzir, İbn Habbân'dan bildiriyor: Amr b. el-Cemûh, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Mallarımızdan ne kadar ve nerelere infakta bulunalım?" diye sorunca:

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir..." âyeti nazil oldu ve intakın nerelere yapılabileceğini bildirdi.

Abd b. Humeyd ile İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor:

“İnfak konusu Müslümanların kafasını meşgul edince bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir" âyetini indirdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kimlere ne kadar infakta bulunmaları gerektiğini sorunca:

“...De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir..."âyeti nazil olmuştur. Âyette:

“En insanoğlu! Çalışmaların ve çabaların sonucu kazandıklarından belirtilen bu yerlere harcamada ve infakta bulun. Kendin için şuraya buraya harcayıp da aileni, akrabalarını ve yakınlarını unutma!" denilmek istenmiştir.

Dârimî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından daha hayırlı kişiler görmüş değilim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar sadace on üç konuda ona soru sormuşlardır ki bu soruların hepsi de Kur'ân'da geçmiştir. Bunlardan bazıları:

“Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar..." "Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar..." "Sana kadınların ay halini sorarlar..." "Sana savaş ganimetlerini soruyorlar..." "Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.." şeklinde ifade edilmiştir. Ashab da sadece kendilerine faydası olacak şeyleri sorarlardı.

216

"Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Mekke döneminde Yüce Allah, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminlere tevhidi, namazı, zekatı ve savaştan uzak durmalarını emretmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra diğer farzlar nazil oldu. Bunlardan biri de:

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz..." âyetiyle savaş konusundaki hükümdür. Âyetle daha önce yasaklanmış olan savaşa izin verilmiştir. Âyette:

“Savaşmak size meşakkatli gelebilir. Cihad etmeyi veya müşriklerle savaşmayı sevmeyebilirsiniz ancak Allah, böylesi bir savaşın sonunda sizin hayrınıza olan zafer, ganimet ve şehadeti ihsan eder. Cihada çıkmayıp evlerinizde oturmayı sevebilirsiniz, ancak Allah böylesi bir oturmanın sonunu, sizi zafersiz ve ganimetsiz bırakarak kötü kılar" denilmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Atâ'ya:

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı..." âyetine göre savaş bütün insanlara mı farz kılındı?" diye sorduğumda:

“Hayır! Savaş, âyetin indiği zamandaki insanlara farz kılınmıştı" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cihad, savaşa çıksın veya geride kalsın herkese farz kılınmıştır. Savaş çıkmayıp geride kalanlar hazır halde beklerler. Kendilerinden yardım istenildiğinde yardım ederler. Savaşa çıkması emredildiğinde savaşa çıkarlar. Kendilerine ihtiyaç duyulmadığı zamanlarda ise geride kalırlar."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildiriyor:

“...Hoşunuza gitmediği hâlde..." âyetini:

“...İşittik ve itaat ettik..." âyeti neshetmiştir.

İbn Cerîr mevsûl olarak İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan yorumun benzerini zikreder.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünende Ali'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın: (.....) sözü, farzı ifade eder" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildiriyor:

“Kur'ân'da Yüce Allah'ın: dediği yerler farziyeti ifade eder.

İbn Ebî Hâtim'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik şöyle demiştir:

“İki âyet hariç Kur'ân'da Yüce Allah'ın: dediği yerler farziyeti ifade eder. Bu iki âyetten biri de: (Umulur ki sizi boşarsa Rabbi ona, sizin yerinize sizden de hayırlı Müslüman, inanmış itaatli, tövbe kâr, ibâdette bulunan, ömrünü itâatle geçiren dul ve kız eşler verir) âyetidir. Diğeri de: (Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder...) âyetidir."

İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Kur'ân'da Yüce Allah'ın: dediği âyetlerin hükmü iki çeşittir. Biri: (...Kurtuluşa erenlerden olması umulur) âyetinde olduğu gibi işin gerekliliğini ve katiyetini ifade eder. Diğeri de: (...Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz...) âyetinde olduğu gibi bir kesinlik ifade etmez. Yani müminin hoşlanmadığı her şeyin aslında kendisi için hayırlı olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde hoşlandığı Her şeyin aslında kendisi için kötü olduğu anlamına da gelmez."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara baha:

“Ey îbn Abbâs! Nefsine hoş gelmese de Yüce Allah'ın sana takdir ettiği, şeylere razı ol. Bu durum Allah'ın kitabında da mevcuttur" buyurdu. " Resûlallah! Ben Kur'ân'ı okudum, neresinde geçiyor?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz" âyetinde mevcuttur."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Zer'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! En üstün ameller hangileridir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a iman ile Allah yolunda cihattır" karşılığını verdi. Adam:

“Hangi azat etme daha üstündür?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin en beğendiği kölesini azat etmesidir" karşılığını verdi. Adam:

“Bunu yapamazsam?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yapan birine veya yapmak istetip de beceremeyen birine yardım edersin" buyurdu. Adam:

“Peki, bunu da yapamazsam?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimselere zarar vermemeye çalışırsın. Bu da senin kendi kendine yapacağın bir sadakadır" karşılığını verdi.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En üstün amel hangisidir?" diye sorulunca:

“Allah'a ve Resulüne imandır" karşılığını verdi. "Sonra hangisi?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sonra Yüce' Allah yolunda cihattır" karşılığını verdi. "Sonra hangisi?" diye sorulunca da:

“Gereği.gibi ifa edilmiş bir haçtır" buyurdu.

Beyhakî, Şuab'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En üstün ameller, vaktinde kılınan namaz ile Allah yolunda cihattır" buyurmuştur.

Mâlik, Abdurrezzâk, Musannef’te, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah yolunda cihad eden kişi -ki Allah, kendi yolunda cihad edenleri herkesten iyi bilir- gündüzlerini oruçla, gecelerini de huşû içinde, rükû ve secde ile geçiren kişi gibidir. Yüce Allah, yolunda cihad eden kişiyi ya şehit düşürüp Cennetine koymayı veya elde ettiği sevap ve ganimet ile sağlam bir şekilde ailesine geri döndürmeyi garanti etmiştir."

Buhârî ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Adamın biri Allah Resûlü'ne geldi ve:

“Bana cihada denk olan bir amel söyle" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi bir amel göremiyorum" buyurdu ve:

“Mücahid cihad için yola çıkar çıkmaz sen mescide girip, o cihadından dönene kadar gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirebilir misin?" diye sordu. Adam:

“Hayır, yapamam" karşılığını verdi.

Ravi der ki: Ebû Hureyre de:

“Mücahidin atının bile boş iken koşup dolaşması karşılığında mücahide iyilik sevabı yazılır" demiştir.

Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Ashab:

Resûlallah! Bize sevap bakımından Allah yolunda cihada denk olan bir amel söyle" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi bir amele gücünüz yetmez" karşılığını verdi. Ashab:

Resûlallah! Yeter" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda cihada çıkan kişi ailesine geri dönene kadar; gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçiren ve Yüce Allah'ın emirlerine harfiyen uyan kişi gibidir" buyurdu.

Tirmizî, Bezzâr, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri bir dağ yolunda temiz suyu olan bir pınar gördü. Suyunun güzelliği çok hoşuna gidince kendi kendine:

“İnsanlardan uzaklaşıp burada ikamet edeyim. Ancak bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) danışmadan da yapamam" dedi ve bu düşüncesini Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) açıkladı. Allah Resûlü şu karşılığı verdi:

“Böyle bir şey yapma! Zira birinizin Allah yolunda ..cihatta kısa bir süre bulunması, ailesinin yanında kıldığı altmış yıllık namazdan daha değerlidir. Yüce Allah'ın sizi bağışlayıp Cennetine koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda savaşa çıkın! Zira Allah yolunda bir deve sağımlığı kadar olsa cihad eden kişiye Cennet vacip olur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Adamın biri Allah Resûlü'ne geldi ve:

“İnsanların en üstünü kimdir?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad eden mümindir" karşılığını verdi. Adam:

“Sonra kim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İssız bir yerde kendini Allah'a ibadete veren ve insanları kendisinin şerrinden uzak tutan kişidir" karşılığını verdi.

Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibbân, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar içinde en güzel konuma sahip kişinin kim olduğunu söyleyeyim mi?" diye sorunca:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda ölene veya öldürülene kadar atını sürüp duran kişidir" buyurdu ve:

“Ondan sonra kimin geldiğini söyleyeyim mi?" diye sordu. "Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dağ başında yalnız kalan, namazını kılıp zekâtını veren ve insanların kötülüklerinden uzak duran kişidir" buyurdu ve:

“İnsanlar içinde en kötü kişinin kim olduğunu söyleyeyim mi?" diye sordu. "Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediğimizde:

“Allah adına kendisinden bir şey istendiği halde vermeyen kişidir" buyurdu.

Taberânî, Fadâle b. Ubeyd'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“İslam alt; orta ve üst olmak üzere üç katlı bir ev gibidir. En alt kat İslam dini katıdır. Müslümanların geneli bu kata girmişlerdir ki içlerinden kime sorsan Müslüman olduğunu söyleyecektir. Orta katta ise amel bakımından diğerlerinden ilerde olanlar bulunur ki bazı Müslümanlar amelde diğerlerinden daha üstündürler. Üst kata gelince ise burası Allah yolunda cihad edenlerin katıdır ki bu katta ancak en üstün olanlar bulunur."

Bezzâr'ın Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle, buyurmuştur:

“İslam dini sekiz bölümün toplamından ibarettir. Bir bölümü Müslüman olmaktır; bir bölümü namazdır, bir bölümü zekattır, bir bölümü oruçtur, bir bölümü haçtır, bir bölümü iyiliği emretmektir, bir bölümü kötülükten alıkoymaktır, bir bölümü de Allah yolunda cihad etmektir. Bu bölümlerden herhangi bir payı olmayan kişi hüsrana uğramış demektir. "

İsbehânî, et-Terğîb'de Hazret-i Ali'den merfû olarak bunun benzerini zikreder.

Ahmed ile Taberânî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! En değerli ameller hangileridir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a iman, yolunda cihad etme ve gereği gibi ifa edilmiş bir haçtır" karşılığını verdi. Adam dönüp gitmek üzereyken, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ama bunlardan daha kolayını istersen onlar da başkasına yemek yedirmek, yumuşak bir dil kullanmak ve iyi bir ahlaktır" buyurdu. Adam bir daha gitmek üzere davranırken, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Bunlardan da daha kolayını istersen sana takdir edilen konularda Allah'ı suçlamamandır!" buyurdu.

Ahmed, Taberânî ve Hâkim'in Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda cihad edin! Zira Allah yolunda cihad, Cennet kapılarından biridir ve Yüce Allah cihad vesilesiyle kişinin derdini sıkıntısını giderir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef’te Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda cihaddan geri durmayın! Zira cihad Cennet kapılarından bir kapıdır ve cihad vesilesiyle Yüce Allah kişinin derdini sıkıntısını giderir" buyurmuştur.

Ahmed, Bezzâr ve Taberânî'nin Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda cihad, eden kişi, geri dönene kadar gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçiren kişi gibidir" buyurmuştur.

Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cihada katılmadan veya cihad etmeyi aklından geçirmeden ölen kişi, münafıklığın bir şubesi üzerinde ölür" buyurmuştur.

Nesâî, Hâkim ve Beyhakî'nin Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda geçirilen bir gün, normal olan bin günden daha değerlidir" buyurmuştur.

Ahmed, Taberânî ve Hâkim, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfreze çıkardı. Bunun üzerine kadının biri geldi ve:

Resûlallah! İçinde kocamın da bulunduğu bir müfreze gönderdin. Ben de kocam gibi oruç tutuyor, onun gibi namaz kılıyor ve onun kadar ibadet ediyordum. Onun cihadına denk olan yapabileceğim bir amel söyle" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hiç durmadan namaz kılarsın, devamlı olarak oruç tutarsın ve ara vermeden Allah'ı zikredersin" karşılığını verdi. Kadın:

Resûlallah! Buna gücüm yeter mi ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin olsun ki buna gücün yetse bile kocanın amelinin ondabirine dahi ulaşmış olamazsın!" karşılığını verdi.

Taberânî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kişi Allah yolunda cihada çıktığı zaman günahları evinin kapısının üzerinde kemer olur. Kapıdan çıkınca günahlarını da geriye bırakıp çıkar ve üzerinde bir sinek kanadı kadar dahi günah kalmaz. Yüce Allah ona dört konuda güvence verir. Geride bıraktığı malı ile ailesini gözetir. Ne şekilde ölürse ölsün onu Cennetine sokar. Geri döndürmesi halinde de elde ettiği sevap ve ganimetlerle birlikte sağ salim bir şekilde döndürür. Güneş her battığında günahlarinı da alıp gider. "

Ahmed'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın yolundayken çıkarılan toz ile Cehennem ateşi müminin içinde bir araya gelmez. Yüce Allah, yolunda ayakları tozlanan kişinin bedeninin kalan kısımlarına Cehennem ateşini haram kılar. Yüce Allah, yolunda bir gün oruç tutan kişiden Cehennem ateşini, hızlıca giden bir yolcunun bin yıllık bir zamanda alacağı mesafe kadar uzak tutar. Allah yolunda yara alan kişiye şehitlere vurulan mühürden vurulur. Kıyamet günü bu yarası Zâfirân renginde ve misk gibi kokar. Gelmiş geçmiş tüm insanlar onu bu yarasından tanır ve: «Filanın üzerinde şehitlerin mührü var» derler. Allah yolunda bir devenin iki sağımı arasındaki süre kadar savaşan kişiye de Cennet vacip olur. "

Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi Allah yolunda savaşmak üzere memleketinden ayrıldığı zaman ölse de öldürülse de şehit sayılır. Bu yolda devesi veya atı tarafından düşürülüp ölse veya bir hayvan tarafından ısırıhp ölse veya yatağında ölse, Allah'ın takdir ettiği hangi tür ölümle ölürse ölsün şehittir ve Cenneti haketmiştir."

Bezzâr, sahabelerden biri olan Ebû Hind'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda cihad eden kişi gündüzlerini oruçla, gecelerini namazla geçiren, daima Allah'a boyun eğen, her dem sadaka veren kişi gibidir. "

Ahmed, Buhârî, Tirmizî ve Nesâî'nin Ebû Abş Abdurrahman b. Cebr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kendi yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşini haram kılar" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kendi yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşini haram kılar" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Hazret-iOsmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kendi yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşini haram kılar" buyurmuştur.

Ahmed, Mâlik b. Abdillah el-Has'emî'den aynısını nakleder.

Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar içinde en güzel konuma sahip kişinin kim olduğunu söyleyeyim mi?" diye sorunca, ashab:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda ölene veya öldürülene kadar atını sürüp duran kişidir" buyurdu ve:

“Ondan sonra kimin geldiğini söyleyeyim mi?" diye sordu. Ashab:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dağ başında yalnız kalan, namazım kılıp zekâtını veren ve Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eden kişidir" buyurdu.

İbn Sa'd, Ümmü Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların en hayırlı olanının kim olduğunu söyleyeyim mi?" diye sorduğunu işittim. Ashab:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda atını sürüp saldırmayı veya saldırıya uğramayı bekleyen kişidir" buyurdu ve:

“Ondan sonra kimin geldiğini söyleyeyim mi?" diye sordu. Ashab:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Koyun sürüsünün başında duran, namazını kılıp zekâtını veren, sahip olduğu malda Allah'ın hakkı olanını bilen ve insanların şerrinden uzak duran kişidir" buyurdu.

Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk savaşının yapıldığı yıl sırtını bir hurma ağacına dayayıp Müslümanlara bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:

“İnsanların en hayırlı olanının kim olduğunu söyleyeyim mi? İnsanların en hayırlısı, atının veya devesinin üzerinde veya yaya olarak ölüm kendisine gelene kadar Allah yolunda çalışıp çabalayan kişidir. İnsanlar içinde en kötü olan kişi de, Allah'ın Kitab'ım okuyup da içindeki hükümlerden hiçbirine riayet etmeyen günahkâr kişidir. "

Ebû Dâvud ve Hâkim'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç kişi Yüce Allah'ın güvencesi altındadır. Bunlardan biri Allah yolunda savaşa çıkan kişidir. Bu kişi ölene kadar Allah'ın güvencesi altındadır. Ya şehit düşürüp Cennetine sokar veya sevap ve ganimet elde etmiş olarak onu ailesine geri döndürür. Bir diğeri mescide giden kişidir. Bu kişi de vefat edene kadar Allah'ın güvencesi altındadır. Ya canını alıp onu Cennetine koyar ya da sevap ve ganimet elde etmiş olarak onu evine geri döndürür. Üçüncüsü de evine selam vererek giren kişidir. Bu kişi de Allah'ın güvencesi altındadır."

Hâkim, İbnu'l-Hasâsiyye'den bildiriyor: Müslüman olup biat etmek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim. Bana:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve resûlü olduğuna şahadet edersin, beş vakit namazı kılarsın, Ramazan orucunu tutarsın, zekatını verirsin, haccedersin ve Allah yolunda cihad edersin" şartlarını koştu. Ben:

Resûlallah! İki tanesine (namaz ile oruca) güç yetiremem. Zekata gelince sadece on tane devem var ve bunları da ailem süt ve yük için kullanıyor. Cihad konusunda, savaş esnasında kaçan kişinin Allah'ın gazabına maruz kalacağını söylüyorlar. Ben de savaş esnasında ölümden korkup kaçmaktan endişe ederim" dediğimde Allah Resûlü elini açıp kapattı ve:

“Zekat yok; cihad yok!, Peki, ne ile Cennete gireceksin?" buyurdu. " Resûlallah! Sana biat edeceğim" dediğimde koştuğu tüm şartlar üzerinden biatimi kabul etti.

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda çıkarılan göz, Allah yolunda nöbet- tutan göz ve Allah korkusuyla ağlayan göz olmak üzere üç göze Cehennem ateşi dokunamaz" buyurmuştur.

Ahmed, Nesâî, Taberânî ve Hâkim'in Ebû Reyhâne'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah korkusuyla yaş akıtan göze Cehennem ateşi haram kılınmıştır. Allah yolunda geceyi uykusuz geçiren göze; Allah'ın haram ettiği şeylere bakmaktan uzak duran göze ve Allah yolunda çıkarılan göze Cehennem ateşi haram kılınmışhr."

Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gecenin koyu karanlığı gibi karanlık olan fitnelerin gölgesi üzerinize düştü! Böylesi fitnelerden de ancak dağ başında yaşayıp kendi koyunlarının sütünden beslenen ya da Allah yolunda cihad etmek üzere atını sürüp kılıcının kazandığı ganimeti yiyen kişiler kurtulabilir. "

İbn Mâce'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda cihad eden kişi Allah'ın güvencesi altındadır. Allah ya (canını alıp) onu rahmet ve mağfiretine katar veya elde ettiği sevap ve ganimetle ailesine geri döndürür. Allah yolunda cihad eden kişi, ailesine dönene kadar gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçiren kişi gibidir. "

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Şuab da Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda nöbetle geçirilen bir gece; gündüzleri oruçla geceleri de ibadetle geçirilen bin günden daha değerlidir" buyurmuştur.

Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah haşyetinden ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet tutan göz olmak üzere iki göze Cehennem ateşi dokunamaz" buyurmuştur.

Ebû Ya'lâ ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda nöbet bekleyen göz ile Allah haşyetinden ağlayan göz olmak üzere iki göze Cehennem ateşi dokunamaz" buyurmuştur.

Taberânî'nin Muâviye b. Hayde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda nöbet tutan göz, Allah haşyetinden ağlayan göz ve Allah'ın yasakladığı şeylere bakmaktan uzak duran göz olmak üzere üç göze Cehennem ateşi dokunamaz" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size Kadir gecesinden daha değerli olan bir geceyi söyleyeyim mi? Kişinin ailesine geri dönüp dönmeyeceğini bilemediği tehlikeli bir yerde nöbet tuttuğu gecedir" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah haşyetinden ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet tutan göz olmak üzere iki göze Cehennem ateşi haram kılınmıştır" buyurmuştur.

İsbehânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın yasakladığı şeylere bakmaktan uzak duran göz, Allah yolunda gecesini (nöbette) uykusuz geçiren ve Allah haşyetinden sinek başı kadar olsa dahi yaş akıtan göz dışındaki bütün gözler kıyamet gününde ağlayacaktır" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): yolunda nöbetle geçirilen bir gün, kişinin ailesinin yanında gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçireceği, her yılı üçyüz günden oluşan bin yıldan daha değerlidir" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Allah, yolunda öğle ile akşam arası yol alan kişinin bu süre zarfında kendisine değen toz kadarı Kıyamet gününde misk olarak üzerinde durur" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Mekhûl'den bildiriyor: Ashâbdan bazılarının bize bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir devenin iki sağımı arasındaki zaman kadarı ile Allah yolunda savaşan kişi ölse de, öldürülse de Cennete girer. Kişi düşmana doğru bir ok attığı zaman, ok yerine ulaşsa da ulaşmasa da bir köle azat etmiş gibi sevap alır. Kişinin Allah yolunda agoran her bir kılı kıyamet gününde kendisi için bir nur olur. Allah yolunda bir yara alan kişi, kıyamet gününde bu yarası misk gibi bir koku saçarak ve kanı Zafirân renginde akarak huzura çıkar. "

Beyhakî, Ekder b. Humâm'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biri bize şöyle anlattı: Bir defasında Mescid-i Nebevî'de otururken gencin birine:

“Allah Resûlü'ne git ve hangi amelin cihada denk olduğunu sor" dedik. Genç gidip sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hiçbir amel ona denk değildir" karşılığını verdi. Genci ikinci defa aynı soruyla gönderdiğimizde Allah Resûlü yine aynı cevabı verdi. Sonrasında gence:

“Aynı soruyu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa sorabiliriz. Şayet üçüncüsünde sana yine aynı cevabı verecek olursa o zaman ona hangi amelin cihada yakın olabileceğini sor" dedik. Genç gidip aynı soruyu sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cihada denk olabilecek bir amel yoktur" karşılığını verdi. Genç:

Resûlallah! Peki, ona yakın olabilecek bir amel var mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Temiz sözlerle konuşma, devamlı olarak oruç tutma ve her yıl hacca gitmektir. Bunlar haricinde de cihada yakın olabilecek amel yoktur" buyurdu.

Nesâî, İbn Hibbân ve Hâkim, Fadâle b. Ubeyd'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Bana iman edip Müslüman olan ve Allah yolunda cihad eden biri Cennetin kenarında, biri de Cennetin ortasında olmak üzere iki ev verilmesine kefilim! Bana iman edip Müslüman olana ve Allah yolunda cihad edene biri Cennetin kenarında, biri Cennetin ortasında, biri de Cennetin en yüksek yerinde olmak üzere üç ev verilmesine kefilim! Bunları yapan kişi her nerede ve ne zaman ölürse ölsün hayırlı olan tüm şeyleri ifa etmiş, kötü olan tüm şeylerden uzak durmuş olur. "

Hâkim ve Beyhakî'nin İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin savaş esnasında safta kısa bir süre durması, Allah katında kişinin altmış yıl ibadet etmesinden daha değerlidir" buyurmuştur.

Ahmed ve Bezzâr, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Allah Resûlüne:

Resûlallah! Cennete girmemi sağlayacak bir amel söyle" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tebrikler! Tebrikler! Büyük bir şeyi sordun! Değerli bir şeyi istedin! Ancak Yüce Allah'ın kendisi için hayır dilediği kişiler için bu pek kolaydır. Allah'a ve âhiret gününe iman edersin, namazını kılar zekatını verirsin, sadece Allah'a kulluk eder ve ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Ölene kadar bunu yapar ve bu hal üzerinde iken ölürsen Cennete girersin" karşılığını verdi ve:

“Ey Muâz! İstersen sana İslam'ın başını, dayanaklarını ve zirvesini söyleyeyeyim" diye de ekledi. " Resûlallah! Tabi ki söyle" dediğimde de şöyle buyurdu:

“İslam'ın başı, Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmendir. İslam'ın dayanakları da namaz ile zekattır. İslam'ın zirvesi de Allah yolunda cihad etmektir. Ben insanlarla, namazı kılana, zekatı verene, Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet edene kadar savaşmakla emrolundum. Şayet bunları kabul ederlerse hakketmedikleri sürece canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Kalplerindeki dolayısıyla da hesaplarını Allah'a verirler."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra şöyle buyurdu:

“Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki kişi farz namazlar dışında ancak cihad gibi bir amelde yüzü solduğu veya ayağı tozlandığı zaman âhiretteki makamını yükseltebilir. Bineğini Allah yolunda telef etmesi veya Allah yolunda binilmek üzere vermesi kadar kişinin Mizan'ında ağır basan başka bir ameli olamaz.

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam'ın zirvesi cihattır ve bu zirveye ancak en iyi olanlar ulaşabilir" buyurmuştur.

Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim savaşa katılmaz veya savaşa katılan bir askerin teçhizatını karşılamaz veya savaşa çıkan kişinin geride kalan ailesinin gözetimini üzerine almazsa kıyamet kopmadan önce mutlaka başına bir felaket gelir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef te Mekhûl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir aile, içinden savaşa katılan çıkmazsa veya savaşa katılan bir askerin teçhizatını karşılamazsa veya savaşa çıkan kişinin geride kalan ailesinin gözetimini üzerine almazsa kıyamet kopmadan önce mutlaka başına bir felaket gelir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir devenin iki sağım arası kadar Allah yolunda savaşan kişiye Cennet vacip olur. Samimi bir şekilde Yüce Allah'tan kendisine savaşmayı ihsan etmesini dileyen kişiye şehit sevabı verilir. Allah yolunda düşmandan veya bir kazadan dolayı bir yara alan kişi kıyamet günü huzura çıktığı zaman yarası ilk günkü gibi taze, rengi zafirân renginde, kokusu da misk gibi olur. Kişinin, Allah yolunda iken bedeninde çıkan bir çıban onun şehitlik mührü olur. "

Nesâî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah buyurur ki:

“Sırf benim rızamı umarak yolumda cihada çıkan kişiyi geri döndürmem halinde elde ettiği sevap ve ganimetle döndürmeyi, canını almam halinde de onu bağışlamayı garanti ederim. "

Taberânî ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda yüzü tozlanan kişiyi Yüce Allah kıyamet gününde Cehennemin dumanından emin kılar. Allah yolunda ayakları tozlanan kişiyi Yüce Allah kıyamet gününde ayaklarını Cehennemin ateşinden emin kılar"

Ebû Dâvud, Merâsîl'de Rabî' b. Ziyâd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferi sırasında yol alırken Kureyşli bir gencin yolun dışından yürüdüğünü gördü. "Bu filan kişi değil mi?" diye sorunca, ashab:

“Evet!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) yanıma çağırın" buyurunca da genci yanına çağırdılar. Allah Resûlü ona:

“Neden yolun, dışından gidiyorsun?" diye sorunca, genç:

Resûlallah! Yolun tozundan rahatsız oluyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yolun dışına çıkma! Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki bu tozlar Cennetin kokularındandır" buyurdu."

Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda ayakları tozlanan kişiye Yüce Allah Cehennem ateşini haram kılar" buyurmuştur.

Tirmizî, Ümmü Mâlik el-Behziyye'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir fitneden bahsetti ve onun yakın bir zamanda geleceğini de söyledi. Ona:

Resûlallah! Böylesi bir fitnede insanların en hayırlısı kim olacaktır?" diye sorduğumda:

“Sürüsünün başında bulunup bunların hakkını (zekatını) veren ve Allah'a ibadet eden kişi ile atını sürüp cihada çıkan, düşmanı korkutan ve düşman tarafından korkutulan kişidir" karşılığını verdi.

Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sağılan süt memeye geri dönmedikçe Allah haşyetinden ağlayan adama Cehennem ateşi dokunamaz. Allah yolunda solunan toz ile Cehennem dumanı bir müslümanın burnunda bir araya gelemez."

Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah için iki damla ile iki izden daha sevimli bir şey yoktur. Damlalar, Allah haşyetinden kişinin gözünden dökülen gözyaşı damlası ile Allah yolunda savaşan kişiden akan kan damlasıdır. İzler ise, Allah yolunda savaşırken aldığı yara izi ile kişide bir farzı yerine getirirken meydana gelen izdir. "

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki çeşit savaş vardır. Savaşında Allah rızasını gözeten, komutana itaat eden, bu yolda malını harcamaktan çekinmeyen, yoldaşına kolaylık gösteren, fesattan uzak duran kişinin uykusu da uyanıklığı da kendisine sevap olarak döner. Ancak gösteriş, nam ve şöhret için savaşa çıkan, komutana isyan eden ve yeryüzünde fesat çıkaran kişi, geri döndüğünde bu günahlarım karşılayacak bir sevap bile elde etmiş olamaz. "

Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda savaşıp ganimet elde ederek sağ salim bir şekilde geri dönen birliğe ecrinin üçte ikisi (sağlık ve ganimet olarak) dünyada verilmiş olur ve kalan üçtebirlik kısmı da âhirette alırlar. Ancak Allah yolunda savaşıp yenilen ve yaralı bir şekilde ganimet elde edemeden geri dönen birliğe sevabı (âhirette) tam olarak verilir."

Ebû Dâvud'un İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“îyne türü alışverişler yaptığınız, tarla sürüp ekin biçmeyle uğraşıp kendinizi tarıma verdiğiniz ve cihadı bıraktığınız zaman Yüce Allah sizleri öyle bir zillete maruz bırakır ki dininize geri sarılana kadar onu üzerinizden atamazsınız" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfrezenin yola çıkması emrini verdi. Ashab:

Resûlallah! Bu gece çıkalım mı yoksa yarın sabahı mı bekleyelim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Hemen yola çıkıp) bu geceyi Cennet bahçelerinden bir bahçe, içinde geçirmeyi istemez misin ? " karşılığını verdi.

Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda yüreği ürperen müminin günahları, hurma dalının hurmalarını dökmesi gibi dökülüp gider" buyurmuştur.

Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir hac kırk gazveden daha hayırlıdır. Bir gazve de kırk hacdan daha hayırlıdır" buyurdu. Allah Resûlü bu sözüyle kişinin ilk defa ifa edeceği haccın kırk gazveden daha hayırlı olduğunu, ancak bir gazvenin hac üzerine yapılacak kırk hacdan daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir.

Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İlk defa ifa edecek birisi için bir hac on gazveden daha hayırlıdır. İlk haccını ifa eden biri için de bir gazve, yapacağı on hacdan daha hayırlıdır. Deniz yoluyla yapılan bir gazve, kara yoluyla yapılan on gazveden daha hayırlıdır. Allah yolunda bir denizi aşan kişi tüm vadileri aşmış gibidir. Böylesi bir yolculukta başı dönen kişi savaşırken vurulup kanları içinde çırpınan kişi gibidir. "

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir hac, on gazveden daha hayırlıdır. Bir gazve de on hacdan daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, Merâsîl'de Mekhûl'den bildiriyor: Tebûk savaşı sırasında hac yapmak için izin isteyenler çoğalınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):"İlk haccını yapan kişi için bir gazve kırk hacdan daha hayırlıdır" buyurdu.

Abdurrezzâk'ın İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda cihad için yapılan bir yolculuk, elli hacdan daha değerlidir" buyrumuştur.

Müslim, Tirmizî ve Hâkim'in Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet kapıları kılıçların gölgesi altındadır" buyurmuştur.

Tirmizî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Benim yolumda cihad eden kişi güvencem altındadır. Canını alırsam onu Cennete koyarım. Geri döndürmem halinde de sevap veya ganimetle birlikte döndürürüm» buyurur. "

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim'in Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allah yolunda cihad eden kişi, Yüce Allah'ın güvencesi altındadır. Hastayı ziyaret eden kişi, Yüce Allah'ın güvencesi altındadır. Sabah veya akşam mescide giden kişi, Yüce Allah'ın güvencesi altındadır. Yöneticinin yanına onu uyarmak için giren kişi, Yüce Allah'ın güvencesi altındadır. Evinde oturup kimsenin dedikodusunu yapmayan kişi de, Yüce Allah'ın güvencesi altındadır.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî, Abdullah b. Hubşî el-Has'amî'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi ameller daha değerlidir?" diye sorulunca:

“Şüphe barındırmayan bir iman, ganimetinde ihanet edilmeyen cihad ve gereği gibi yapılmış bir hac" karşılığını verdi. "Hangi sadakalar daha değerlidir?" diye sorulunca:

“Az malı olan kişinin verdiği sadakadır" karşılığını verdi. "Hangi hicret daha değerlidir?" diye sorulunca:

“Allah'ın haram kıldığı şeylerden hicret etmek, uzak durmaktır" karşılığını verdi. "Hangi cihad daha değerlidir?" diye sorulunca:

“Kişinin malıyla ve canıyla müşriklere, karşı yaptığı cihattır" karşılığını verdi. "Hangi ölüm şekli daha değerlidir?" diye sorulunca da:

“Kanı akıtılıp atının ayakları kesilen kişinin ölümüdür" karşılığını verdi.

Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişi sahip olduğu mallardan birer çift sadaka olarak verdiği zaman kıyamet gününde Cennetin her bir kapısı kendisine: «Ey Allah'ın kulu! Gel, bu kapı senin için daha hayırlıdır!» diye seslenir. Kişi çok namaz kılanlardan ise namaz kapısından, cihad eden birisi ise cihad kapısından, çok oruç tutanlardan ise Reyyân kapısından, çok sadaka veren biri ise de sadaka kapısından bu şekilde çağrılır." Ebû Bekr:

“Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Kişi bu kapılardan hangi birisinden çağrılsa zararı olmaz. Peki, bütün kapılardan çağrılan olur mu?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olur. Umarım sen de onlardan biri olursun" karşılığını verdi.

Mâlik, Abdurrezzâk, Musannef’te, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, kendi yolunda cihada çıkan kişinin güvencesi olur ve: «Sırf benim rızam için cihad etmekten, bana iman ve elçilerimi tasdikten başka bir şey için çıkmış değildir. Bunun için onu ya Cennete koyma ya da çıktığı evine, sevabını veya ganimetini almış bir şekilde döndürme güvencesini veriyorum» buyurur. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki Allah yolunda yara alan kişi, kıyamet günü huzura yarası henüz yeni alınmış gibi kanayarak ve misk gibi kokarak çıkar. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki müslümanlara zor gelmeyeceğini bilseydim savaşa çıkan hiçbir birlikten asla geri durmazdım. Ancak herkesi savaşa götürecek bineklere sahip değilim. Herkes de savaşa çıkacak bineğe sahip değil. Benim savaşa çıkıp onların geride kalması da güçlerine gider. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki Allah yolunda savaşa katılıp öldürülmeyi, sonra dirilip tekrar öldürülmeyi sonra dirilip tekrar öldürülmeyi İsterdim. "

İbn Sa'd'ın Süheyl b. Amadan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Birinizin Allah yolunda cihadda kısa bir zaman bulunması, ailesi arasında geçireceği bir Ömürlük amelinden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Umâme'den bildiriyor: Çıktığımız müfrezelerden birinde içimizden biri içinde su bulunan bir mağara gördü. Kendi kendine dünyadan el ayak çekip o mağarada yaşamayı, suyundan içip çevredeki bitkilerden yiyeceğini tedarik etmeyi düşündü. Bu durum Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredilince:

“Ben Yahudilik veya Hıristiyanlık diniyle değil tevhid ve kolaylık dini olan İslam diniyle gönderildim. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki Allah yolunda sabah veya akşam vakti yürüme, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Birinizin cihad esnasında safta bir süreliğine durması, altmış yıllık namazından daha hayırlıdır" buyurdu.

Ahmed, Amr b. el-Âs'tan bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Hangi amel daha değerlidir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a iman, buyruklarını tasdik, yolunda cihad ve gereği gibi yapılmış haçtır" karşılığını verdi. Adam:

Resûlallah! Çok külfetli şeyler söyledin" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yumuşak sözler söyleme, yemek ikramında bulunma, müsamahakâr olma ve güzel ahlaktır" buyurdu. Adam:

“Ben tek bir şey istiyorum" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman git ve sana takdir ettiği şeyler konusunda Allah'ı suçlama(teslimiyet göster)" buyurdu.

Ahmed, Muhacir kadınlardan biri olan Abdullah'ın kızı Şifâ'dan bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) en değerli amelin hangisi olduğu sorulunca:

"Allah'a iman, yolunda cihad ve gereği gibi yapılmış haçtır" karşılığını verdi.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“İslam on temel üzerine inşa edilmiştir. Biri ihlastır ki fıtrat denilen şeydir. Diğeri namazdır ki o da kişinin İslam milletinden olduğunun göstergesidir. Diğeri zekattır, o da malın temizlenmesidir. Diğeri oruçtur, kişiyi günahlardan koruyan bir kalkandır. Diğeri haçtır, o da şeriattır. Diğeri cihattır ki kişinin izzetidir. Diğeri iyiliği emretmektir ki kıyamet gününde kişinin lehine hüccettir. Diğeri kötülükten alıkoymaktır ki kötülüklerden korunmadır. Diğeri verilen emirlere itaattir ki o da kişinin günaha düşmesini önler. Bir diğeri de cemaattir ki sevgiye vesiledir."

Ahmed'in Amr b. Abese'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda bir devenin iki sağımlığı arası kadarlık savaşan kişinin yüzünü Yüce Allah Cehennem ateşine haram kılar" buyurmuştur.

Taberânî'nin Ebu'l-Münzir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda cihad eden kişinin Cennete girişi vacip olur" buyurmuştur.

Ahmed ile Taberânî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda içine toz çeken kişiye Yüce Allah Cehennem ateşini haram kılar" buyurmuştur.

Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üzerinde cihattan kalma bir iz taşımadan Allah'ın huzuruna çıkan kişi eksik bir şekilde çıkar" buyurmuştur.

Taberânî'nin Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir topluluk ne zaman cihadı bırakırsa Yüce Allah mutlaka geneli kapsayan bir azab verir" buyurmuştur.

Taberânî'nin Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar dinar ile dirhem biriktirmeye, tarla sürüp ekin biçmeyle uğraşıp kendilerini tarıma verdikleri zaman, îyne türü alışverişlere başladıkları ve cihadı bıraktıkları zaman Yüce Allah onları öyle bir zillete'maruz bırakır ki dinlerine tekrar sarılana kadar onu üzerlerinden atamazlar" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti bir yürüme, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti biryürüme, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Müslim ve Nesâî'nin Ebû Eyyûb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti bir yürüme, güneşin üzerine doğduğu ve battığı tüm şeylerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Bezzâr'ın İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti bir yürüme, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti bir yürüme; dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda sabah veya akşam vakti bir yürüme, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Ahmed, Muâviye b. Hadîc'den bunun aynısını zikreder.

Abdurrezzâk, İshâk b. Râfi'den bildiriyor:

“Güvenilir birisinin bize bildirdiğine göre gazi evinden çıktığı zaman her gece, geride bıraktığı her bir ehli kıble, zimmi ve hayvan sayısınca kıratlarla sevap kazanır ki bir gecede sevabı, dağ veya Uhud dağı kadar olur."

Abdurrezzâk'ın Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cuma ve cenaze namazları ile cihad hariç bir erkeklerin yükümlü olduğu herşeyden kadınlar da yükümlüdür" buyurmuştur.

217

Bkz. Ayet:218

218

"Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sîzi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sîzden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da, âhirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar. İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de sahih bir senedle Cündüb b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Ubeyde el-Cerrâh veya Ubeyde b. el-Hâris komutasında ufak bir birlik gönderdi. Birlik yola çıkmadan Ebû Ubeyde (veya Ubeyde) Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrı kalacağı İçin ağlayınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onun kalmasını söyledi ve yerine Abdullah b. Cahş'ı komutan tayin etti. Abdullah'a da bir mektup verip filan yere ulaşana kadar mektubu açıp okumamasını emretti ve:

“Mektubu okuduktan sonra emredilen şeyi yapmaya arkadaşlarından kimseyi zorla götürme" buyurdu. Abdullah sözkonusu yere ulaştığında mektubu açıp okudu. Okuduktan sonra:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrini işittik ve itaat edeceğiz" dedi ve mektupta yazılanları arkadaşlarına açıkladı. Mektubun açıklanmasından sonra içlerinden iki kişi geri dönerken diğerleri yola devam etti. Yola devam edenler müşriklerden İbnu'l-Hadrâmî ile karşılaşınca onu öldürdüler. Ancak öldürdükleri günün Recep ayından mı yoksa Cemaziyelâhir ayından olduğunu da bilemediler. İbnu'l-Hadramî'yi öldürmeleri üzerine müşrikler, müslümanlara:

“Haram aylarda adam öldürdünüz!" dediler. Bunun üzerine:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" âyeti nazil oldu.

Bazı müslümanlar:

“Onu öldürmekle günaha bulaşmamış olsalar da bundan sevap da kazanmadılar" deyince de:

“İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.

Bezzâr'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar..." âyetini açıklarken:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Fülân'ı bir birliğin başında gönderdi. Nahle vadisinde Amr b. el- Hadramî ile karşılaştıklarında onu öldürdüler..." demiş ve söz konusu hadis zikretmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Müşrikler haram aylardan birinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Harâm'a girmesine izin vermeyip geri çevirmişlerdi. Yüce Allah da bir sonraki yıl yine haram aylardan birinde Mekke'nin fethini Peygamberine ihsan etti. Bu konuda müşrikler, haram aylardan birinde fethi gerçekleştirdiği için Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kınadılar. Yüce Allah da cevaben:

“...(İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır..." buyurdu.

Yine Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği bir müfreze, Cemâziyelâhir ayının son günü ile Recep ayının ilk gününde Tâif'ten dönmekte olan Amr b. el-Hadramî'yi öldürdülar. Müslümanlar o günün Cemâziyelâhir ayından bir gün olduğunu zannediyorlardı. Ancak Recep ayının ilk günüydü ve bunun farkına varmamışlardı. Böylesi bir günde müfrezedeki müslümanlardan biri Amr'ı öldürmüş ve yanındaki malları almıştı. Bu olay üzerine müşrikler haber göndererek bu konuda Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) kınadıklarını ifade ettiler. Buna cevaben Yüce Allah:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır..."cevabını vermiştir. Âyette Mescid-i Haram sakinlerini buradan çıkarmanın ve Allah'a şirk koşmanın, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının söz konusu kişiyi öldürmesinden daha büyük ve ağır olduğu ifade edilmiştir."

İbn İshâk, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Müşriklerden Amr b. el-Hadramî'nin öldürülmesi olayı üzerine:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" âyeti nazil olmuştur.

İbn Mende ile İbn Asâkir'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)Safvân b. Beydâ'yı, Abdullah b. Cahş komutasındaki bir birlikte gönderdi. Birlik Ebvâ taraflarında ganimet elde edince bu konuda:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider- Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Cahş el-Esedî komutasında yedi kişilik bir müfreze çıkardı. Müfreze Abdullah komutasında Ammâr b. Yâsir, Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabîa, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Nevfel oğullarının müttefiki Utbe b. Ğazvân es-Sülemî, Süheyl b. Beydâ, Âmir b. Füheyre ve Ömer b. el-Hattâb'ın müttefiki Vâkid b. Abdillah el- Yarbûî'den oluşuyordu. Allah Resûlü, müfreze yola çıkmadan Abdullah'a bir mektup da yazdı ve Melel vadisine ulaşana kadar bu mektubu açmaması emrini verdi. Abdullah, Melel vadisine ulaşınca mektubu açtı. İçinde:

“Nahle vadisine ulaşana kadar ilerle!" yazıyordu. Bunun üzerine Abdullah, arkadaşlarına:

“Ölümü göze alanlar vasiyetlerini yazıp yola devam etsinler! Ben vasiyetimi yapıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzere yola devam ediyorum!" dedi.

Sonrasında develerini kaybeden Sa'd b. Ebî Vakkâs ile Utbe b. Ğazvân geride kalırken diğerleri Abdullah'ın komutasında Nahle vadisine doğru yola koyuldular. Vadide Hakem b. Keysân, Abdullah b. el-Muğîre, Muğîre b. Osmân ve Amr b. el-Hadramî ile karşılaştılar. Karşılıklı çarpışma sonucu Hakem b. Keysân ile Abdullah b. el-Muğîre'yi esir aldılar. Muğîre kaçarken Amr b. el-Hadramî, Vâkid b. Abdillah tarafından öldürüldü. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının ilk elde etiği ganimet de bu oldu. İki esir ve elde ettikleri mallarla Medine'ye döndüklerinde müşrikler:

“Muhammed, Allah'a itaat ettiğini söylüyor, ancak haram aylarda öldürmeyi hiçe sayan ilk kişi de o oldu. Zira Haram aylardan biri olan Recep ayında arkadaşımızı öldürdü" dediler. Müslümanlar da:

“Biz onu Recep ayında değil, Cemâziyelâhir ayında öldürdük!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır..." âyeti nazil oldu. Burada Yüce Allah, haram aylarda savaşmanın helal olmadığını bildirirken müşriklere de şöyle seslenmektedir:

“Haram aylarda savaşmak helal değildir ama -siz ey müşrikler- sizin yaptığınız haram aylarda savaşmaktan daha büyük ve ağırdır! Zira Allah'a karşı geldiniz ve Muhammed İle ashabını, Mescid sakinlerini Mescid-i Haram'dan çıkardınız. Bu davranışınız da Allah katında öldürmekten daha büyüktür. Zira fitne yani şirk, Allah katında Haram aylarda savaşmaktan daha büyüktür." "...(İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek..." âyetinden kasıt da budur."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Temîm oğullarından bir adam komutasında bir müfreze çıkardı. Müfreze Cemâziyelâhir ayının son gecesi Recep ayının ilk gününde Tâif'ten Mekke'ye içki taşıyan ve Amr b. el- Hadramî'ye ait olan bir kervanla karşılaşınca komutanın attığı bir okla Amr öldü. Kureyşliler:

“Bu aylarda savaşmama ahdimiz varken haram olan bir ayda adam öldürmek mi!" diye söylenince Yüce Allah cevaben:

“...O ayda savaşmak büyük bir günahtır..." buyurdu. Âyetle de Allah'ı inkar etme ile putlara tapmanın (şirkin) İbnu'l-Hadramî'nin öldürülmesinden daha büyük ve ağır olduğu ifade edildi."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Ebû Mâlik el-Ğifârî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Cahş'ı bir birlikle gönderdi. Abdullah, Nahle vadisinde müşriklerden bir grupla karşılaştı. Müslümanlar o günün Cemâziyelâhir ayının son gecesi Recep ayının ilk günü olduğunu düşündükleri için müşriklerden Amr b. el-Hadramî'yi öldürdüler. Müşrikler:

“Haram ay ile Haram olan bir beldede öldürmenin haram olduğunu söylemiyor muydunuz? Oysa Haram bir ayda birini öldürdünüz!" deyince:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır..." âyeti nazil oldu. Bu âyette Yüce Allah, müşriklere:

“İbnu'l-Hadramî'nin öldürülmesini çok büyük bir şey mi buluyorsunuz? Oysa sizin içinde sayıyorsunuz fitne (şirk) benim katımda öldürmekten de büyüktür!" karşılığını vermiştir.

Beyhakî, Delâil'de Zührî vasıtasıyla Urve'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Cahş el-Esedî komutasında bir müfreze gönderdi. Müfreze Haram aylara bir gün kala Nahle vadisinde, başında Amr b. el- Hadramî'nin bulunduğu Kureyş'e ait ticari bir kervanla karşılaşınca, müslümanlardan bazıları:

“Şu an düşmana karşı bir gazveye çıkmış bulunmaktayız. Yüce Allah da bizi böylesi bir ganimetle rızıklandırmış. Bu günün de haram aydan bir gün olup olmadığını bilmiyoruz" derken, bazıları:

“Bu gün haram olan aydan bir gün. Önünüze çıkan bir ganimete tamah ederek böylesi bir günde savaşı helal kılamazsınız!" dediler. Ancak ganimeti elde etmek isteyenlerin görüşü daha ağır basınca İbnu'l-Hadramî'ye saldırıp onu öldürdüler ve kervandaki malları ele geçirdiler. Kureyş kafirleri durumdan haberdar olunca bir heyeti Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gönderdiler. Zira İbnu'l-Hadramî, müşrikler ile müslümanlar arasında öldürülen ilk kişiydi. Heyet Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haram ayda öldürmeyi helal mı kılıyorsun?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır..." âyetini indirdi.

Yüce Allah cevaben onlara şöyle demek istemiştir:

“Haram bir ayda savaşmak ve adam öldürmek eskiden olduğu gibi yine haram olan bir şeydir. Ancak sizlerin müslümanları Allah yolundan çevirmeye çalışmanız, bu yönde onları hapsetmeniz, işkence ve eziyetler etmeniz, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmelerine engel olmanız, Allah'ı inkar etmeniz, hac ve umre için gelen müslümanları geri çevirip Mescid-i Haram'a sokmamanız, müslümanların orada namaz kılmalarına engel olmanız, Mescid-i Haram sakinlerinden sayılan müslümanları oradan çıkarmanız, İslam dininden çıkmaları için baskı yapmanız İbnu'l-Hadramî'nin öldürülmesinden daha büyük bir şeydir."

Bize ulaşana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürülen İbnu'l- Hadramî'nin diyetini vermiş ve eskiden olduğu gibi haram bir ayda öldürmeyi yine yasaklamıştır. Bu durum Tevbe Sûresi nazil olana kadar da devam etmiştir."

Abdurrezzâk, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Zührî ile Miksam'den bildiriyor:

“Vâkid b. Abdillah, Receb ayının ilk gününde müşrik Amr b. el-Hadramî ile karşılaştı ve bu günü Cemâziyelâhir ayının son günü olarak sandığı için onu öldürdü. Bunun üzerine:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır..."âyeti nazil oldu."

Zührî der ki:

“Bize ulaşana göre önceleri haram ayda savaşma haram sayılırdı, ancak sonradan helal kılındı."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Yezîd b. Rûmân vasıtasıyla Urve'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), haram olan bir ayda Abdullah b. Cahş'ı bir müfreze ile Nahle vadisine yolladı ve:

“Oraya git ve bize Kureyşlilerin yaptıkları hakkında bilgi getir" emrini verdi. Ancak savaşmasını söylemedi. Nereye gideceğini söylemeden önce de ona bir mektup yazdı ve:

“Arkadaşlarınla birlikte iki gün yol al. İki gün sonra da mektubu açıp oku. Mektupda sana emrettiğim şeyi de yerine getir. Ancak bunu yerine getirirken arkadaşlarından hiç kimseyi seninle gitmesi için zorlama" buyurdu.

Abdullah iki gün yol aldıktan sonra mektubu açıp okudu. İçinde:

“Nahle vadisine git ve yapabildiğin kadar Kureyşlilerin yaptıkları hakkında bize bilgi getir" emri vardı. Abdullah arkadaşlarına mektubu okuduktan sonra:

“İşittik ve itaat edeceğiz! İçinizden şehadeti isteyen benimle birlikte gelsin. Zira ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu emrini yerine getireceğim. İçinizden gelmek istemeyen de geri dönebilir. Zira Allah Resûlü bu konuda sizi zorlamamamı istedi" dedi.

Ardından yanındakilerle birlikte yola devam etti. Buhran bölgesine geldiklerinde Sa'd b. Ebî Vakkâs ile Utbe b. Rabîa arkadan getirdikleri bir deveyi kaybettiler. Onu aramak üzere diğerlerinden geri kaldılar. Diğerleri de devam edip Nahle vadisine ulaştı. Nahle vadisinde Tâif'ten kuru üzüm ve başka yiyecek yüklü bir kervanla gelen Amr b. el-Hadramî, Hakem b. Keysân ve Abdullah'ın iki oğlu Osmân ve Muğîre ile karşılaştılar. Kervanı gördüklerinde saçlarını kazıtmış olan Vâkid b. Abdillah yüksek bir yerden onlara baktı. Müşrikler onun saçlarının kesilmiş olduğunu görünce:

“Bunlar umreci, size bir zararları olmaz" demeye başladılar.

Recep ayının son günüydü ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı ne yapacakları konusunda aralarında konuşmaya başladılar. Konuşmalar sonucunda:

“Şayet onları öldürürsek haram olan bir ayda öldürmüş oluruz. Ancak bırakırsak bu gece Mekke'ye girecekler ve bizden kurtulacaklar" dediler ve onları öldürme üzerinde karara vardılar. Ardından Vâkid b. Abdillah et-Teymî attığı bir okla İbnu'l-Hadramî'yi öldürdü. Osmân b. Abdillah ve Hakem b. Keysân esir alınırken Muğîre kaçmayı başarabildi. Sonrasında kervanı önlerine katıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce:

“Vallahi haram ayda size savaşmayı söylemiş değildiml" buyurdu. Kervan malları ile iki esiri bekletip herhangi bir işlem yapmadı ve onlardan bir şey almadı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü üzerine onları getiren müslümanlar üzüldüler ve helak olacaklarını düşündüler. Diğer müslümanlar da bu yaptıklarından dolayı onları kınadı.

Kureyş durumdan haberdar olunca:

“Muhammed haram olan bir kan akıttı, malımızı alıp adamlarımızı da esir etti. Haram ayda öldürmeyi helal kıldı!" demeye başladılar. Ardından bu konuda:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır..." âyeti nazil oldu.

Bu âyet nazil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kervandaki malları aldı ve esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılması kararını verdi. Bunu gören Müslümanlar:

Resûlallah! Bunun gibi bir savaş daha yapmamızı ister misin?" diye sorunca, Yüce Allah:

“İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu. Müfreze dokuz kişiden oluşuyordu. Başlarında komutan olarak Abdullah b. Cahş vardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar..."âyetini açıklarken:

“Haram bir ayın içinde savaşın olup olamayacağını soruyorlar, anlamındadır" demiştir. Âyeti de: Jbâ lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifte A'meş'ten bildiriyor:

“Abdullah'ın kıraatinde bu âyet: (.....) lafzıyladır."

İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre İkrime âyetteki bu ifadeyi, (.....) lafzıyla okurdu.

İbn Ebî Dâvud, Atâ b. Meysere'den bildiriyor:

“Haram ayda savaşma Tevbe Sûresi'ndeki:

“...Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin, topyekûn sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekûn savaşın, Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin" âyetiyle helal kılındı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân es-Sevrî'ye bu âyet sorulunca:

“Bu âyetin hükmü neshedilmiştir. Haram ayda savaşmanın bir sakıncası yoktur" demiştir.

en-Nehhâs, en-Nâsih'de  Cübeybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada haram olan ayda savaşmanın hükmü sorulmuş ve bu ayda savaşın büyük bir günah olduğu ifade edilmiştir. Bu şekilde haram aylarda savaş sakıncalı görülürdü. Ancak Tevbe Sûresi'nde savaş âyeti olan:

“...Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyeti nazil olunca haram aylar içinde ve dışında savaşma helal görüldü."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır..." âyetini açıklarken:

“Burada fitneden kasıt şirktir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler..." âyetini açıklarken:

“Burada onlardan kasıt, Kureyş kafirleridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes:

“İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar bu ümmetin en hayırlı ve seçkin kişileridir. Yüce Allah bunları rahmetini uman kişilerden kılmıştır. Zira rahmeti umanlar onun peşinden giderler. Allah'ın azabından korkanlar da haram olan şeylerden kaçınırlar."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Bunlar bu ümmetin en hayırlı ve seçkin kişileridir. Yüce Allah bunları, gördüğünüz gibi rahmetini uman kişilerden kılmıştır" demiştir.

219

"Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâş, en-Nâsih'de, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim, Beyhakî ve Diyâ el-Makdisî, el-Muhtâre'de bildirdiğine göre Hazret-iÖmer:

“Allahım! İçki konusunu içimiz tamamen rahatlayacak bir şekilde açıkla, zira hem malımızı, hem de aklımızı götürüyor" deyince Bakara Sûresi'nin:

“Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür..." âyeti nazil oldu. Ömer çağrılıp bu âyet kendisine okundu. Ömer bir daha:

“İçki konusunu içimiz tamamen rahatlayacak bir şekilde açıkla" deyince, bu kez Nisâ Sûresi'ndeki:

“Ey Mü’minler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın..."âyeti nazil oldu.

Bu âyet nazil olduktan sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzini kamet getirdiği zaman:

“Sarhoş olanlar namaza yaklaşmasın!" şeklinde çağrı da yapardı. Bu âyetin nuzûlünden sonra Ömer yine çağrıldı ve bu âyet kendisine okundu. Ancak Ömer yine:

“Allahım! İçki konusunu içimiz tamamen rahatlayacak bir şekilde açıkla" diye dua etti. Ardından Mâide Sûresi'ndeki âyetler nazil oldu. Ömer yine çağrılıp bu âyetler kendisine okundu. Âyet okunurken:

“...Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"  lafzına ulaştıklarında Ömer:

“Vazgeçtik! Vazgeçtik!" demeye başladı.

İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildiriyor: Önceleri içki içerdik. "Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür..." âyeti nazil olunca:

“Bize faydalı olacak şekilde içeriz" demeye başladık. Ancak:

“Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" âyeti nazil olunca:

“Tamam, içmekten vazgeçtik!" dedik.

Hatîb, Târih'de Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Bakara Sûresi nazil olunca içinde içkiyi yasaklayan hüküm de nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içki içilmesini yasakladı."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor:

“Duruluğu gidip geriye bulanıklığı (tortusu) kaldığı içindir ki içkiye "hamr" denilmiştir."

Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildiriyor: (.....) ifadesi, kumar anlamına gelir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildiriyor: (.....) ifadesi kumar anlamına gelir. Kumara bu ismin verilmesi, kumarda:

“Ortaya şu şu kadar koy" denilmesi gibi: (Ortaya deve koyun) demelerindendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve en-Nehhâs, en-Nâsih'de  bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada «Meysir» ifadesinden kasıt kumardır. Cahiliye döneminde kişi kumarda ailesini ve malını ortaya koyardı. Kazanan kişi de karşı tarafın ailesi ile malını alırdı. Âyette içkinin içilmesi durumunda kişinin dinini büyük bir miktarda eksilteceği ifade edilmiştir. İçkinin faydası da içme anında kişiye verdiği lezzet ve neşedir. Ancak içkinin içilmesi durumunda kişinin dininden eksilttiği miktar onu içerken alınan zevkten daha fazladır. Daha sonra Yüce Allah:

“Ey Mü’minler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın.." âyetini indirdi. İnen bu âyetin ardından müslümanlar namaz kılmaya yakın içki içmezlerdi. Ancak yatsı namazını kıldıktan sonra içerlerdi. Öğle namazı vakti gelinceye kadar da sarhoşlukları gitmiş olurdu. Ancak içki içen bazı müslümanlar sarhoşluktan dolayı birbirleriyle dövüşüp Allah'ın razı olmayacağı bazı sözler sarfedince:

“Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" âyeti nazil oldu. Bu şekilde içki tümden yasaklandı.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs::

“Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetin hükmünü:

“Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" âyeti neshetti."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İçkinin ilk yerilmesi onun büyük bir günah olduğunun ifade edilmesiyle olmuştur. İçki ile kumarın faydaları da içki satışından elde edilen kazanç ve kumarda kazanılan develerdir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunların faydaları her ikisinin yasaklamasından öncedir. Günah olmaları da yasaklanmalarından sonradır."

"...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesînîz"

İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Sahabelerden bir grup Allah yolunda infakta bulunulması emrinden sonra Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Mallarımız konusunda verilen infak emrinin ne olduğunu bilmiyoruz. Mallarımızın ne kadarını infak edelim?" diye sordular. Bunun üzerine:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyeti nazil oldu. Zira daha önceleri kişi sadaka olarak bütün malını verirdi ki artık sadakasını verecek malı kalmazdı. Ama tüm malı gittiği için yiyecek bir şeyi de kalmaz bu sefer kendisine sadaka verilirdi."

İbn Ebî Hâtim, Ebân vasıtasıyla Yahya'dan bildiriyor: Bana bildirilene göre Muâz b. Cebel ile Sa'lebe, Resûlullahfa (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Bizim kölelerimiz ve ailelerimiz var. Mallarımızdan ne kadarını infak edelim?" diye sordular. Bunun üzerine:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyeti nazil oldu."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve en-Nehhâs, en-Nâsih'de  bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt mallarınızdan önemsemeyeceğiniz, yokluğu hissedilmeyecek şeylerdir. Bu da zekat farz kılınmadan önceydi" demiştir.

Vekî', Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de, Taberânî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada ihtiyaç fazlasından kasıt kişinin ailesine yaptığı harcamalardan arta kalandır."

İbnu'l-Münzir, Atâ b. Dînâr el-Hüzelî'den bildiriyor: Abdulmelik b. Mervân, Saîd b. Cübeyr'e bir mektup yazıp (.....) ifadesinin ne anlama geldiğini sordu. Saîd de cevaben şöyle yazdı:

“Afv ifâdesinin üç anlamı vardır. Birincisi günahların bağışlanmasıdır. İkincisi infak edilecek miktarla ilgilidir ki Yüce Allah: (Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de."  buyurur. Üçüncüsü ise insanların birbirlerine yapacağı iyilik anlamındadır ki Yüce Allah: (Ancak kadınların vazgeçmesi veya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna...)" buyurur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İhtiyaç fazlası denilmesinin sebebi, kişinin bütün malını verip sonra kendisi başkalarına el açacak hale düşmemesi içindir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) ifadesini:

“İhtiyaç fazlası" olarak açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in İbn Ebî Necîh vasıtasıyla bildirdiğine göre Tâvus bu âyeti açıklarken: (.....) ifadesi herşeyin azı, önemsizi anlamına gelir" demiştir. Mücâhid ise bu konuda: (.....) ifadesi farz kılınan sadaka yani zekat anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada herhangi bir miktar belirlenip farz kılınmamıştır. Yüce Allah daha sonra:

“(Sen (mallarından) fazla olanı al ve uygun olanı emret...)" buyurmuştur. Daha sonra ise infak konusunda farz olan miktar oranları da belirtilerek nazil olmuştur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de..." âyetini açıklarken:

“Daha sonra nazil olan zekat âyetiyle bu âyetin hükmü neshedildi" demiştir.

Buhârî ve Nesâî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En iyi sadaka, verildiğinde veren kişiyi başkalarına muhtaç bırakmayacak olan sadakadır. Veren el alan elden üstündür. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla" buyurdu. Zira kadın, kocasına:

“Ya beni doyurursun ya da boşarsın!" der. Köle, efendisine:

“Karnımı doyur ve beni öyle çalıştır!" der. Çocuk da babasına:

“Önce beni doyur! Başkasına verip beni kime bırakacaksın!" der.

İbn Huzeyme, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En iyi sadaka, verildiğinde veren kişiyi başkalarına muhtaç bırakmayacak olan sadakadır. Veren el alan elden üstündür. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla" buyurdu. Zira karın sana:

“Ya beni doyurursun ya da boşarsın!" der. Kölen, sana:

“Ya karnımı doyur ya da başkasına sat!" der. Çocuğun da sana:

“Başkasına (para) verip bizi kime bırakacaksın!" der.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En iyi sadaka, kişinin ihtiyaç fazlası olarak verdiği sadakadır. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Hibbân ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müslümanların sadaka vermesini isteyince adamın biri:

Resûlallah! Benim bir dinarım var" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu kendi ihtiyaçların için kullan" buyurdu. Adam:

“Bir dinarım daha var" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu da çocuklarının ihtiyaçları için harca" buyurdu. Adam:

“Bir dinarım daha var" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu da hanımının, ihtiyaçları için harca" buyurdu. Adam:

“Bir dinarım daha var" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu da hizmetçinin ihtiyaçları için harca" buyurdu. Adam:

“Bir dinarım daha var" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu da ne yapacağını artık sen bilirsin" karşılığını verdi.

İbn Sa'd, Ebû Dâvud ve Hâkim, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken adamın biri (Ebû Husayn es-Sülemî) tavuk yumurtasını andıran bir altın parçasıyla geldi ve:

Resûlallah! Bir madende bunu buldum. Sadaka olarak veriyorum, al. Başka da bir şeyim yok" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüz çevirdi ve altın parçasını almadı. Adam bu kez Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sağından geldi ve aynı şeyleri söyledi. Allah Resûlü yine adamdan yüz çevirdi. Adam bu kez sol tarafından yaklaştı ve yine aynı şeyi söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine yüz çevirdi. Adam bir daha Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasından gelince Allah Resûlü altını ondan aldı ve üzerine fırlattı. Adama değseydi onu canını yakar, onu yaralardı. Sonra şöyle buyurdu:

“Biriniz sahip olduğu bütün malla gelip bu sadakadır diye veriyor. Sonra diğer insanlara el açıyor. En iyi sadaka ihtiyaç dışı verilen sadakadır. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla. "

Buhârî ile Müslim'in Hakîm b. Hizâm'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Veren el alan elden üstündür. Sadaka vermeye bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla. En iyi sadaka, ihtiyaç dışı verilen sadakadır. İhtiyaç sahibi olduğu halde başkasına el açmayan kişiyi Yüce Allah iffetli biri kılar. Başkasına muhtaç kalmak istemeyen kişiyi de Yüce Allah başkasına muhtaç bırakmaz"

Müslim ile Nesâî, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birine:

“Sadaka vereceksen önce kendinden başla. Bir şey artarsa bunu ailene harca. Ailene harcadıktan sonra bir şey artarsa akrabalarına harca. Onlara harcadıktan sonra yine artarsa o zaman şuraya buraya (etrafındakilere) dağıtmaya başlarsın" buyurdu.

Ebû Ya'lâ ile Hâkim'in Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç çeşit el vardır. Birincisi ve en üstün el Yüce Allah'ın (cömert) elidir. Bundan sonra gelen el de başkalarına veren eldir.. Bir diğeri de kıyamet gününe kadar hep altta kalacak olan, isteyen ve başkalarına açılan eldir. Elinden geldiği kadarıyla başkalarına avuç açıp bir şeyler isteme. Şayet sana rızıklar verilmişse bu rızkı (başkalarına sadaka vererek) üzerinde göster. Sadaka vermeye bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla ve ihtiyaç fazlası malını insanlara dağıt. Geçinecek kadar biriktirmenden dolayı da kınanmazsın. "

Ebû Dâvud, İbn Hibbân ve Hâkim'in Mâlik b. Nadla'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç çeşit el vardır. Birincisi ve en üstün el, Yüce Allah'ın (cömert) elidir. Bundan sonra gelen el de başkalarına veren eldir. Bir diğeri de altta kalan eldir ki bu da isteyen ve başkalarına açılan eldir. İhtiyacından arta kalanı başkalarına ver, ancak kendi kendini de muhtaç duruma düşürme. "

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Adamın biri Mescid'e girdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaatin sadaka olarak ortaya giysi atmalarını söyledi. Toplanan giysilerden o adama iki tane verdi. Ardından bir daha sadaka verme konusunda cemaate teşviklerde bulundu. İki giysiyi alan adam bunlardan birini gelip ortaya atınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Giysini geri al!" diye çıkıştı."

Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bakmakla yükümlü olduğu kişileri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Sa'd b, Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Veren el alan elden daha üstündür. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla" buyurmuştur.

Ahmed, Müslim ve Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanoğlu! İhtiyaç fazlası olan malını dağıtman senin için iyi, elinde tutman ise kötüdür. Geçimini sağlayacak kadarını elinde tutmandan dolayı da.kınanmazsın. Sadaka vermeye de bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla. Bil ki veren el alan elden daha üstündür. "

İbn Adiy ve Beyhakî, Şuab'da Abdurrahman b. Avf'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Ey Avfın oğlu! Sen zenginlerden birisin ancak Cennete sürünerek girebileceksin! Allah'a borç ver de sana ayaklarını bağışlasın" buyurdu. Ona:

Resûlallah! Allah'a neyi borç vereceğim?" diye sorduğumda:

“Akşam vakti, o gün sahip olduğun malı dağıtıp ondan kurtularak" karşılığını verdi. Ona:

Resûlallah! Hepsini mi dağıtıp kurtulayım?" diye sorduğumda:

“Evet!" karşılığını verdi. Ben oradan ayrılıp bana denileni yerine getirmeye çalışırken o arada Cebrâîl, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Avfın oğluna söyle misafirini iyice ağırlasın, yoksulları doyursun, kendisinden bir şeyler isteyenlere istediklerini versin. Sadaka vermeye bakmakla yükümlü olduğu kişilerden başlasın. Şayet bunları yaparsa içinde bulunduğu zenginliği temizlemiş olur" dedi.

Beyhakî, Şuab'da Rekb el-Mısrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Değerini düşürmeden tevazu gösterene ne mutlu. Miskinliğe düşmeden boyun eğene ne mutlu. Günaha bulaşmadan topladığı malı infak edene ne mutlu. Yoksul ve miskinlere merhamet edene ne mutlu. Fıkıh ve hikmet ehli ile beraber olana ne mutlu. Ne mutlu boyun eğene, helal kazancı olana! Gizlisi salih, açığı cömert olana ne mutlu. Kötülüğünü insanlara bulaştırmayana, ihtiyaç fazlası malını infak edene, gereksiz konuşmayana ne mutlu!"

Bezzâr, Ebû Zer'den bildiriyor:

Resûlallah! Namaz için ne dersin?" diye sorduğumda:

“Bütün amellerin tamamlayıcısıdır" karşılığını verdi. " Resûlallah! Peki, sadakayı sorsam?" dediğimde:

“Sadaka şaşılacak bir şeydir" karşılığını verdi. " Resûlallah! En hayırlı veya değerli ameli sana soramadım" dediğimde:

“Hangisi o?" diye sordu. "Oruç" dediğimde:

“Onun gibi değerlisi yoktur" karşılığını verdi. " Resûlallah! Hangi sadaka..." (Ravi burada bir cümle zikreder ve Ebû Zer'den naklen şöyle devam eder:) "Bunu yapamazsam?" dediğimde:

“Yemeğinden artanı verirsin" buyurdu. "Bunu da yapamazsam?" dediğimde:

“Bir hurma parçası verirsin" buyurdu. "Bunu da yapamazsam?" dediğimde:

“Güzel bir söz söylersin" buyurdu. "Bunu da yapamazsam" dediğimde:

“Kötülüklerini insanlardan uzak tut. Bu şekilde kendi kendine sadaka vermiş olursun" buyurdu. "Bunu da yapamazsam?" dediğimde ise:

“Kendinde hayırdan hiçbir şey bırakmak istemiyorsun galiba?" karşılığını verdi.

Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Ebû Kılâbe vasıtasıyla Esmâ'dan, o da Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin infak edeceği en değerli dinar (para) ailesine, Allah yolunda hazırlamak üzere atına ve Allah yolunda arkadaşına harcayacağı dinardır."

Ebû Kılâbe der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde infak işinde önce aileden başladı. Zira küçük çocuklarına infakta bulunup onları kimselere muhtaç bırakmayan, Allah'ın kendisiyle onları faydalandırdığı ve muhtaç bırakmadığı kişiden daha büyük sevabı kim alabilir?"

Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda harcadığın bir dinar, köle azat etmekte harcadığın bir dinar, yoksula infak ettiğin bir dinar ile ailene infak ettiğin bir dinar arasında sevap bakımından en değerli olanı ailen için harcadığın dinardır."

Müslim, Hayseme'den bildiriyor: Abdullah b. Amr ile birlikte oturuyorken yanına vekili geldi. Abdullah ona:

“Kölelerin yemeğini verdin mi?" diye sorunca, vekili:

“Hayır!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Abdullah ona şöyle dedi:

“O zaman git ve onlara yemeğini yer! Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kişiye, sahip olduğu kişilerin yemeğini vermeyip bekletmesi günah olarak yeter» buyurmuştur."

Beyhakî, Şuab'da Küdeyr ed-Dabbî'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bir bedevi geldi ve:

“Cennete girmemi sağlayacak ve Cehennemden uzak tutacak bir amel söyle" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adaleti söyle ve ihtiyaç fazlası malını infak et" buyurunca, bedevi:

“Bu bana ağır gelir. Zira her zaman adaleti söyleyemem ve malımdan ihtiyaç fazlasını veremem" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman başkalarına yemek ikramı yap ve selamı yay" buyurunca, bedevi:

“Vallahi bu da bana ağır gelir" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Develerin var mı?" diye sorunca, bedevi:

“Var!" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman bir deve ve bir tulum ayır, ancak gün aşırı su içebilen bir ailenin su ihtiyacını karşıla. Deven helak olmadan ve tulumun yırtılmadan umarım Cenneti hakedersin" buyurdu. Bedevi tekbîr getirerek oradan ayrıldı. Daha sonraları şehit düştü.

İbn Sa'd, Târik b. Abdillah'tan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde hutbe veriyordu. Hutbesinde şöyle buyurduğunu işittim:

"Sadaka verin, zira sadaka vermek sizler için pek hayırlıdır. Veren el alan elden üstündür. Sadaka vermeye annen, baban, kızkardeşin, erkek kardeşin, sonra da yakınlık sırasına göre bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla."'

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Böylece Allah, dünya ve âhiret hususunda düşünesiniz diye size âyetleri açıklar..." âyetini açıklarken:

“Dünyanın gelip geçiciliği ile âhiretin geleceği ve baki kalacağı hakkında düşünmektir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“...Böylece Allah, dünya ve âhiret hususunda düşünesiniz diye size âyetleri açıklar..." âyetini açıklarken:

“Ahiretin dünyadan daha üstün olduğunu bilesiniz diye" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim, Saik b. Hazn et-Temîmî'den bildiriyor: Hasan(-ı Basrî)'nin:

“...Böylece Allah, dünya ve âhiret hususunda düşünesiniz diye size âyetleri açıklar..." âyetlerini okuduktan sonra şöyle dediğini işittim:

“Vallahi bunu düşünen kişi dünyanın imtihan yeri olduğunu ve yok olup gideceğini, âhiretin de ceza yeri ve dar-ı beka olduğunu bilecek, görecektir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyetleri açıklarken şöyle demiştir:

“Dünya ve âhireti hakkıyla düşünenler birinin diğerine üstünlüğünü anlayacaktır. Dünyanın imtihan yeri olduğunu ve yok olup gideceğini, âhiretin de dar-ı beka ve ceza yeri olduğunu bilecek, görecektir. Siz dünyadan yüz çevirip âhirete yönelenlerden olun."

220

"...Sana yetimleri sorarlar, de ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sîzin kardeşlerinizdir. Allah düzeltenden bozanı ayırdetmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı. Allah şüphesiz Azîz'dir, Hakimdir"

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yetim malına, ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın..." ile "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar..." âyeti nazil olduğu zaman, yanında yetim bulunan kişi, yemeğini onun yemeğinden, içeceğini de onun içeceğinden ayırmaya başladı. Yetimin yemeğinden bir şey arttığı zaman da yetim onu yiyene veya bozulana kadar saklamaya, yememesi halinde dökmeye koyuldu. Ancak bu durum yanında yetim olanlara ağır gelince bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana yetimleri sorarlar, de ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir..." âyetini indirdi. Bundan sonra da yanında yetim bulunanlar onlarla yemeye ve içmeye başladılar."

Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor: Yetimler hakındaki âyetler nazil olunca yanında yetim bulunan kişiler onlardan uzak durmaya başladılar. Onlarla yiyip içmemeye ve onlarla fazla birlikte olmamaya çalıştılar. Ancak Yüce Allah:

“Sana yetimleri sorarlar, de ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir..." âyetini indirince, yanında yetim bulunanlar onlarla beraber yiyip içmeye ve diğer konularda onlarla birlikte olmaya başladılar.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Enbârî ve en-Nehhâs'ın bildirdiğine göre Katâde:

“Sana yetimleri sorarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetten önce, "Yetim malına, ergenlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın..."âyeti nazil olmuştu. Bundan dolayı yanında yetim bulunan kişiler yeme içme veya diğer konularda yetimlerle beraber olmazlardı. Bu durum onlara güç gelince ruhsat babında:

“...Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizde..." âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar..." âyeti nazil olduğu zaman yanında yetim bulunanlar yeme içme ve diğer konularda onlarla birlikte olmamaya başladılar. "Sana yetimleri sorarlar, de ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir..." âyeti nazil olana kadar da bu şekilde devam ettiler.

İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Önceleri Ehl-i kitâb'dan olan bazı ailelerin yanında koyun sürüsü bulunan yetimler olurdu. Ailenin de bir hizmetçisi olurdu. Aile yetimin olan koyun sürüsünü hizmetçiye verip otlatmaya gönderirdi. Veya ailenin bir koyun sürüsü, yetimlerin de bir köle veya hizmetçisi olurdu. Âile koyun sürüsünü hizmetçiye verip otlatmaya gönderirdi. Koyun sağıldığı zaman da sütü hep beraber kullanırlardı. Ya da yemek yetimlerin hizmetçi de ailenin olurdu. Aile yetimin yiyeceğini kullanarak hizmetçinin yemek yapmasını isterdi. Veya yiyecek ailenin, hizmetçi ise yetimlerin olurdu. Bu durumda yetime ait olan hizmetçinin yemek yapmasını söylerler ve yapılan yemeği hep beraber yerlerdi. "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar..." âyeti nazil olduğu zaman:

“Bu kişiyi Cehenneme götürür!" dediler ve yetimlerle ortak kullandıkları ne varsa hepsini ayırdılar.

Ancak zamanla bu onlara ağır gelmeye başladı. Bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayette bulunup:

“Koyunlarımızı çobansız, yiyeceklerimiz de aşçısız kaldı" dediler. Allah Resûlü de:

“Yüce Allah hu dediğinizi işitti. Dilerse sizlere cevap verir" buyurdu. Sonrasında:

“Sana yetimleri sorarlar, de ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizde..." âyeti iler"Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız..." âyeti nazil oldu. Bu şekilde evlenilecek kadın sayısı da dört olarak belirlenmiş oldu. Nisâ Sûresi'ndeki bu âyetle bir bakıma:

“Yetim konusunda adaleti sağlayamamanız ve onlarla bir, arada yaşamaktan çekinmeniz konusunu sorduğunuz gibi bu kadar fazla kadını bir arada tutarken aralarında adaleti sağlayamama konusunu da sorsaydınız ya!" denilmiş oldu.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzeltenden bozanı ayırdetmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada bir arada yaşamak onun sütünden içmen, onun da senin sütünden içmesidir. Onun tabağından yemen, onun da senin tabağından yemesidir. Onun meyvelerinden yemen, onun da senin meyvelerinden yemesidir. Yüce Allah düzelten ile bozanı bilmesi, kimlerin yetimin malını yemeye niyetlendiğini, kimlerin bundan uzak durmaya çalıştığını ve hatta onu ıslah etmekten bile çekindiğini bilmesidir. Zora sokma da, Yüce Allah şayet dileseydi bir yetimin malını yeme niyeti taşımadan bir arada bulunmaktan dolayı beraber yenilen malını da size helal kılmazdı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar..." âyeti nazil olduğu zaman müslümanlar yetimlerin mallarını kendi mallarına katmayı ve diğer şeyleri birlikte paylaşmayı hoş görmediler ve bundan uzak durdular. Sonra konuyu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında:

“...Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzeltenden bozanı ayırdetmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı..." âyeti nazil oldu. Burada zora sokmaktan kasıt,

Yüce Allah dileseydi bu konuda İnsanları sıkıntıya sokardı, ancak bu işi müslümanlariçin genişletip kolaylaştırmıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti:

“(Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir)" lafzıyla okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Allah düzeltenden bozanı ayırdetmesini bilir. Allah dileseydi sizi zora sokardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, yetimin malını kendi malına kattığın zaman bunun o malı ıslah etmek için mi, yoksa hakkın olmadan yemen için mi olduğunu bilir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah dileseydi sîzi zora sokardı..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah dileseydi yetimlerin malından yediklerinizi büyük günahlardan sayardı" demiştir.

Vekî' ile Abd b. Humeyd'in Esved'den bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Himayemdeki yetimin yemeğini yemeğime, içeceğini de içeceğime katarım. Zrra yetimin malının yanımda pis görülmesini istemem."

221

"Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar."

İbn Ebî Hâtim ile İbnu'l-Münzir, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: Bu âyet Ebû Mersed el-Ğanevî hakkında nazil olmuştur. Anâk adında güzel, ancak müşrik bir kadınla evlenmek istiyordu. Kendisi de o zamanlar müslümandı. Evlenmek için Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin isteyip:

“Kadın çok hoşuma gidiyor" deyince:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın ..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bu hükümden Ehl-i kitâb'dan olan kadınları istisna etmiş ve:

“...Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir..." buyurmuştur."

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın..," âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ehl-i kitâb'dan olan kadınlar sonradan bu hükmün kapsamından çıkarılmıştır. Zira Yüce Allah Ehl-i kitâb'dan olan iffetli kadınları müslüman erkeklere helal kılmıştır. Ancak müslüman kadınları Ehl-i kitâb'dan olan erkeklere haram kılmıştır."

Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetin genel olan hükmü neshedilmiş ve sonradan müşriklerden Ehl-i kitâb'dan olan kadınlar müslüman erkeklere helal kılınmıştır."

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın..." âyeti nazil olunca müslüman erkekler böylesi kadınlardan uzak durdular. Sonradan:

“...Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir..." âyeti nazil olunca müslüman erkekler Ehl-i kitâb'dan olan kadınlarla evlenmeye başladılar.

Vekî', İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın..." âyetini açıklarken:

“Müşrik kadınlardan kasıt, putlara tapan putperest kadınlardır" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın..." âyetini açıklarken:

“Bu - kadınlar, Ehl-i kitâb'dan olmayan müşrik Arap kadınlarıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Hammâd'dan bildiriyor: İbrâhim'e, Yahudi ile Hıristiyan kadınlarla evlenme konusunu sorduğumda:

“Onlarla evlenmede bir sakınca yoktur" dedi. Ona:

“Ama Yüce Allah: «Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın»" buyurmuyor mu?" diye sorduğumda:

“Buradaki kadınlardan kasıt, mecûsi ve putperest kadınlardır" dedi."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şakîk'ten bildiriyor: Huzeyfe, Yahudi bir kadınla evlendi. Ömer kendisine:

“Onu boşa" diye bir mektup gönderince, Huzeyfe cevaben:

“Onun bana haram olduğunu mu düşünüyorsun ki onu boşamamı istiyorsun?" diye sordu. Ömer:

“Sana haram olduğunu söylemiyorum, ancak onlarla evlenerek mümin kadınların ezik bırakmanızdan çekiniyorum" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın..." âyetinin yorumundan yola çıkarak Ehl-i kitâb'dan olan kadınlarla evlenmeyi kerih görürdü.

Buhârî ile en-Nehhâs, en-Nâsih'de Nâfi'den bildiriyor: Abdullah b. Ömer'e müslüman erkeğin Hıristiyan veya Yahudi kadınlarla evlenmesi konusu sorulunca:

“Yüce Allah müşrik kadınları müslüman erkeklere haram kılmıştır. Hazret-i îsa, Allah'ın kullarından bir kul iken bir kadının, îsa'nın rabbi olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirkin olacağını da düşünmüyorum" derdi.

Vâhidî ile İbn Asâkir, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mümin bir cariye Allah'a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Abdullah b. Revâha hakkında nazil olmuştur. Zira onun siyah bir cariyesi vardı. Bir defasında ona kızıp dövdü, ancak sonradan bu yaptığından dolayı endişeye kapıldı. Gelip durumu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ey Abdullah! Bu cariye nasıl biri?" diye sorunca, Abdullah:

“Orucunu tutan, namazını kılan, abdestini güzelce alan ve Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet eden biri" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Abdullah! Bu cariye mümin biri!" buyurunca, Abdullah:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki onu azat edecek ve onunla evleneceğim" dedi ve dediği gibi de azat edip onunla evlendi. Bazı müslümanlar:

“Bir cariyeyle evleniyor!" diyerek Abdullah'ı ayıpladılar. Zira bunlar müşriklerin asil ailelerinden kız alıp vermeyi istiyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Mümin bir cariye Allah'a ortak koşan (müşrik) bir kadından daha hayırlıdır..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bir önceki hadisin aynısını mu'dal bir senedle zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...Mümin bir cariye Allah'a ortak koşan (müşrik) bir kadından daha hayırlıdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize bildirilene göre Huzeyfe'nin siyah bir cariyesi vardı ve azat edip onunla evlendi."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Müsned'de, İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kadınlarla sırf güzellikleri için evlenmeyin, zira bu güzellikleri onları şirret yapabilir. Kadınlarla sırf malları için de evlenmeyin zira malları onların azmasına sebep olabilir. Kadınlarla dindarlıkları için evlenin, zira dindar olan burnu kesik ve zenci bir kadın diğerlerinden daha hayırlıdır. "

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kadınla malı, soyu, güzelliği ve dini olmak üzere dört şey için evlenilir. Sen dindar olanını seç ki hayatın bereketlensin" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine:

“Bir kadınla dini, malı ve güzelliği için evlenilir. Sen dindar olanını seç ki hayatın bereketlensin" buyurmuştur.

Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân ve Hâkim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kadınla ya güzelliği ya malı ya ahlakı veya dini için evlenilir. Sen dindar ve ahlaklı olanını seç ki hayatın bereketlensin" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir kadınla saygınlığı için evlenen kişiyi Yüce Allah daha da fazla zelil kılar. Bir kadınla malı için evlenen kişinin Yüce Allah fakirliğini daha da arttırır. Bir kadınla asaleti için evlenen kişiyi Yüce Allah daha da alçak kılar. Yüce Allah bir kadınla sadece gözünü, haramlardan sakınmak, zinaya bulaşmamak veya akrabalık bağlarını güçlendirmek için evlenen kişinin hanımını kendisine, kendisini de hanımına bereketli kılar."

Bezzâr'ın Avf b. Mâlik el-Eşcaî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hastalarınızı ziyaret edin, cenazelerinizin ardından gidin. Ancak düğünlere gitmek zorunda değilsiniz. Çok güzel olan bir kadınla evlenmemenizin size bir zararı olmaz, zira bu güzelliği size -pek de hayır getirmeyebilir. Malı çok olan bir kadınla da evlenmemenizin size bir zararı olmaz. Zira onun bu malı size pek de hayırlar getirmeyebilir. Ama dindar ve güvenilir olan kadınlarla evlenin."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Câfer Muhammed b. Ali:

“Kadının evlenebilmesi için velisinin izninin gerektiği Yüce Allah'ın Kitab'ında da mevcuttur" dedi ve:

“...İman etmedikleri sürece Allah'a ortak koşan (müşrik) erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin..." âyetini okudu.

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Velisiz nikah olmaz" buyurmuştur.

İbn Mâce ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe ve İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Velisiz nikah olmaz" buyurmuştur. Hazret-i Âişe'den gelen rivayette:

“Velisi olmayanın velisi de yöneticidir" ilavesi vardır.

Şâfiî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa:

“Velisinin izni olmadan nikahlanan kadının bu nikahı geçersizdir!" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Böylesi bir nikahla evlenen kişi, kadınla ilişkiye girdiği zaman bu ilişkiden dolayı kadına mehrini vermesi gerekir. Kadının velileri anlaşamayıp ihtilafa düştükleri zaman bu şekilde velisiz kalanın velisi yöneticidir. "

İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kadın bir kadının nikahını kıyıp evlendiremez. Kadın kendi kendini de evlendiremez. Zira ancak zina eden kadın kendi kendinin nikahını kıyabilir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Velinin izni ve iki tane dürüst kişinin şahitliği olmadan nikah olmaz" buyurmuştur.

Beyhakî'nin İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Velinin izni ve iki tane dürüst kişinin şahitliği olmadan nikah olmaz" buyurmuştur.

Mâlik ve Beyhakî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Velisinin ve ailesinden yetkili birinin veya yöneticinin izni olmadan bir kadınla nikah kıyılamaz."

Şafiî ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yetkili bir veli ve dürüst iki şahit olmadan nikah da olmaz"

Buhârî ve İbn Mâce, Sehl b. Sa'd'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünden adamın biri geçti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına:

“Bu adam hakkında ne dersiniz?" diye sorunca:

“Kız istediği zaman verilen, bir şeye aracı olsa aracılığı kabul edilen, bir şey söylediği zaman da sözü dinlenen birine benziyor" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu. O arada Müslüman fakirlerden biri oradan geçince:

“Peki, bu kişi hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Ashab:

“Kız istediği zaman verilmeyecek, bir konuda aracılık etmek istese aracılığı kabul edilmeyecek, bir şey söylediği zaman da sözü dinlenilmeyecek birine benziyor" dediler, Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İşte bu adam biraz önce geçen adamın dünya dolusu kadarından daha hayırlıdır" buyurdu. .

Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Dini ile ahlâkını beğendiğiniz biri talip olduğu zaman kızınızı onunla evlendirin. Bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve ahlaki çöküntü ortaya çıkar."

Tirmizî ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hâtim el-Müzenî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dini ile ahlakını beğendiğiniz biri talip olduğu zaman kızınızı onunla evlendirin. Bunu yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve ahlaki çöküntü ortaya çıkar" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Diğer yönlerden adamda bir eksiklik olursa?" diye sorduklarında Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa:

“Dini ile ahlâkını beğendiğiniz biri talip olduğu zaman kızınızı onunla evlendirin!" karşılığını verdi.

Hâkim'in Muâz el-Cühenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah için bir şeyi veren, Allah için bir şeyi vermeyip elinde tutan, Allah için seven, Allah için öfke duyan ve Allah için evlenen kişinin imanı kemâle ermiştir. "

222

"Sana kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple aybaşı halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Dârimî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de, İbn Hibbân ve Beyhakî, Sünen'de Enes'ten bildiriyor: Yahudiler bir kadın hayız olduğu zaman onunla bir şey yiyip içmezler ve aynı evde beraber bulunmazlardı. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulunca Yüce Allah:

“Sana kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple aybaşı halinde olan kadınlardan uzak durun..." âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Onlarla aynı evde kalın. Cinsel ilişki dışında da onlarla herşeyi yapabilirsiniz" buyurdu.

Bu durumdan haberdar olan Yahudiler:

“Bu adam dinimizde bize muhalif davranmadığı tek bir konu dahi bırakmadı!" dediler. Yahudilerin bu dediklerini duyan Useyd b. Hudayr ile Ubâde b. Bişr, Allah Resûlü'ne gelip:

Resûlallah! Yahudiler şöyle şöyle diyorlar. Biz de onlara muhalif davranmak adına hayızlı olan kadınlarımızla cinsi ilişkiye girelim mi?" diye sorduklarında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün rengi değiştik. Biz bundan dolayı onlara kızdığını düşündük. Yanından çıkarken Allah Resûlü'ne hediye olarak süt getiren biriyle karşılaştılar. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) peşlerinden birini gönderip geri çağırdı ve bu sütten onlara da ikram etti. Bunu yapınca onlara kızmadığını anladık.

Nesâî ile Bezzâr, Câbir'den bildiriyor: Yahudiler:

“Kadınlara arkadan (dübürden) yaklaşan kişinin çocuğu şaşı olarak doğar" derlerdi. Bunun içindir ki Ensarh kadınlar kocalarının kendilerine arkadan yaklaşmalarına izin vermezlerdi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, erkeğin hayızlı olan kadınla ilişkiye girmesi meselesini sorduklarında:

“Sana kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple aybaşı halinde olan (hayızlı) kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetleri nazil oldu. Burada ilk temizlenme hayız halinin bitmesidir. İkinci temizlenme gusül abdesti almadır. Tarladan kasıt da çocuğun olduğu yerdir."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Hayızlı kadının durumu hakkında âyetler nazil olduğu zaman müslümanlar Acemlerin yaptığı gibi hayızlı olan kadınları evlerinden uzak tutarlardı. Bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip fetva istediklerinde Yüce Allah:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun..." âyetini indirdi. Bu âyet inince müslümanlar hayızlı kadınlardan uzak durmanın önceden yaptıkları gibi onları evden uzaklaştırmak olduğunu düşünmüşlerdi. Ancak Allah Resûlü âyetin sonrasını, yani:

“...Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." kısmını okuyunca kadından uzak durmanın düşündükleri gibi olmadığını anladılar.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Sana kadınların ay halini sorarlar..." âyetini açıklarken:

“Bunu soran kişi Sâbit b. ed-Dahdâh idi" demiştir.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“Sana kadınların ay halini sorarlar..."âyetini açıklarken:

“Bu âyet (soruyu soran) Sabit b. ed-Dahdâh hakkında nazil olmuştur" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Cahiliye döneminde hayızlı bir kadın kocasıyla aynı evde oturamaz, aynı kaptan yemek yiyemezdi. Sonradan Yüce Allah bu konuda âyetini indirince hayızlık dönemi boyunca kadınla sadece cinsel ilişki haram kılınırken diğer tüm şeyler helal kılındı."

Buhârî ile Müslim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre hayız olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine:

“Bu, Yüce Allah'ın Âdem'in kızlarına takdir ettiği bir durumdur" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef’te, Saîd b. Mansûr ve Müsedded, Müsned'de İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“İsrail oğullarının kadınları erkeklerle aynı safta namaz kılarlardı. Ancak erkek dostlarını görmek için topuklu ayakkabılar edinmeye başladıklarında Yüce Allah onlara hayızı gönderdi ve bu şekilde mescitlere girmelerini yasakladı (Başka bir lafızda:

“Yüce Allah onlara hayızı gönderdi ve namaz esnasında erkeklerin arkalarına alındılar" şeklinde geçer). Siz de Yüce Allah'ın yaptığı gibi kadınları mescitlerde geriye alın."

Abdurrezzâk, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“İsrail oğullarının kadınları mescitte kendilerini erkeklere göstermek için tahtadan ayakkabılar edinirlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah mescitleri onlara yasakladı ve hayızlığı onlara musallat etti."

Beyhakî, Sünen'de Yezîd b. Bâbanûs'tan bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye:

“İrak hakkında ne dersin?" diye sorduğumda:

“Hayızı mı kastediyorsun?" karşılığını verdi. "Evet!" dediğimde:

“Onu Yüce Allah'ın koyduğu isimle anın" dedi.

Taberânî ile Dârakutnî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayız en az üç, en fazla da on gün sürer" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayızlı kadın en fazla on gün bekler. Şayet kam kesilirse temizlenmiş olur. Kanın gelmesi on günü aştığı zaman istihâze (özür) kanı olur" buyurmuştur.

Ebû Ya'lâ ile Dârakutnî, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor:

“Hayızlı kadın üç veya dört veya beş veya altı veya yedi veya sekiz veya dokuz veya on gün bekler. On gün geçmesine rağmen hâlâ kan geliyorsa bu istihâze (özür) kanıdır."

Dârakutnî, Enes'ten bildiriyor:

“Hayızlık üç veya dört veya beş veya altı veya yedi veya sekiz veya dokuz, en fazla da on gün sürer."

Dârakutnî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Hayızlık üç veya dört veya beş veya altı veya yedi veya sekiz veya dokuz, en fazla da on gün sürer. On gün geçmesine rağmen hâlâ kan geliyorsa bu istihâze (özür) kanıdır."

Dârakutnî, Enes'ten bildiriyor:

“Hayızlık en az üç, en fazla da on gün sürer."

Dârakutnî'nin Vâsile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Hayız en az üç, en fazla da on gün sürer" buyurmuştur.

Dârakutnî, Enes'ten bildiriyor:

“Hayızlık on günden fazla sürmez."

Dârakutnî, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildiriyor:

“Hayızlığın en alt süresi bir gündür."

Dârakutnî, Atâ'dan bildiriyor:

“Hayızlık en fazla onbeş gün sürer."

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Şerîk ile Hasan b. Sâlih:

“Hayızlık en fazla onbeş gün sürer" demişlerdir.

Dârakutnî, Şerîk'ten bildiriyor:

“Bizim yanımızda her ayın tam olarak onbeş gününü özür olmadan hayızlı geçiren bir kadın vardı."

Dârakutnî, Evzaî'den bildiriyor:

“Bizim yanımızda sabah hayız olan, ancak akşam kanı kesilip temizlenen bir kadın vardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...De ki: O, bir rahatsızlıktır...", âyetini açıklarken:

“Rahatsızlıktan kasıt kanın akmasıdır" demiştir.

Abdurrezzâk ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...De ki: O, bir rahatsızlıktır..." âyetini açıklarken:

“Rahatsızlıktan kasıt akan kanın murdar oluşudur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Ebû İshâk et-Talkânî, Muhammed b. Humeyr ve Fülân b. es- Serîy kanalıyla bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayızlık dönemlerinde kadınlarla ilişkiden uzak durun. Zira sakat doğumlar hayızlı bir ilişkiden dolayı olur" buyurmuştur.

Ebu'l-Abbâs es-Serrâc, Müsned'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayızlı iken karısıyla ilişkiye girip de bundan kötürüm bir çocuğu olan kişi suçu kendinden başkasında bulmasın!" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun ..." âyetini açıklarken:

“Uzak durmak, onlarla fercden (önden) cinsel ilişkiye girmemektir" demiştir.

Ebû Dâvud ile Beyhakî, Hazret-iPeygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinden birinden bildirdiğine göre Allah Resûlü hayızlı olan eşiyle birlikte olmak istediği zaman tercini bir örtüyle kapatır, sonra istediği şeyi yapardı.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'ye:

“Erkek hayızlı olan eşinden ne kadar faydalanabilir?" diye sorulunca:

“Cinsel organı dışında dilediği şeyden faydalanabilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Birimiz hayız olup da Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla birlikte olmak istediği zaman cinsel organına izar bağlayarak kapatmasını söyler ondan sonra onunla (sarılmak suretiyle) ten temasında bulunurdu. Ancak hanginiz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi nefsine hakim olup kendini tutabilir ki?"

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Meymûne'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayızlı eşlerinden biriyle birlikte olmak istediği zaman cinsel organına izar bağlayarak kapatmasını söylerdi."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Nesâî, Meymûne'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayızlı eşlerinden biriyle birlikte olacağı zaman eşinin göbekten uyluklarının yarısına veya diz kapaklarına kadar üzeri bir peştemalle kapalı olurdu."

Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Hayızlı olduğum zaman hatta hayzımın ilk günlerinde geceleri Resûlullah'Ia (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı örtünün altında uyuduğumuz olurdu. Kanımdan ona bulaştığı zaman sadece bulaşan yeri yıkardı. Kanımdan giysisine bir şey bulaştığı zaman yine sadece bulaşan yeri yıkar ve namazını kılardı."

Ebû Dâvud, Umâra b. Ğurâb'dan bildiriyor: Halamın bana bildirdiğine göre kendisi Hazret-i Âişe'ye:

“Bazen hayız oluyoruz ve ancak kocamızla yatmak için tek bir yataktan başkası bulunmuyor, ne yapalım?" diye sorunca, Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Böylesi bir durumda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığını sana anlatayım. Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) odama girdi ve doğruca odadaki namazgahına gitti. Namazını bitirdiğinde uykuma yenilmiştim, o da soğuktan çok üşürrîüştü. Yatağa girince:

“Bana yaklaş" buyurdu. "Hayızlıyım" dediğimde:

“Olsun! Uyluklarım aç" buyurdu. Uyluklarımı açtığımda yanağı ile göğsünü uyluklarımın üzerine koydu. Ben de ısınıp uyuyana kadar üzerine kapandım."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Hayız olduğum zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (göbekle diz arasını) izarla kapatmamı söyler, sonra tenini benim tenime dokundururdu."

Mâlik, Rabîa b. Ebî Abdirrahman'dan bildiriyor: Hazret-i Âişe, Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte aynı örtünün altında uzanmış uyuyarlardı. Hazret-i Âişe birden irkilip yerinden fırladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ne oldu? Sanırım adet gördün" buyurunca, Hazret-i Âişe:

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üzerine izarını bağla ve yatağına geri dön" buyurdu.

Buhârî, Müslim ve Nesâî, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı örtünün altında uzanmışken adet gördüm. Onu rahatsız etmeden yataktan süzülüp çıktım ve hayız giysilerimi giydim. Bana:

“Hayız mı oldun?" diye sorunca:

“Evet!" dedim. Bunun üzerine beni yanına çağırdı ve aynı örtünün altında tekrar uzandık.

İbn Mâce, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı çarşafın altında uzanmışken kadınların gördüğü hayız kanını gördüm. Yataktan süzülüp çıktığımda:

“Hayız mı oldun?" diye sordu. "Kadınların gördüğü hayız kanını gördüm" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu, Yüce Allah'ın Âdem'in kızlarına takdir ettiği bir şeydir" buyurdu. Yataktan çıkıp hayız için hazırlığımı yaptım ve geri döndüm. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gel çarşafın altına, yanıma gir" buyurunca, yanına girdim.

İbn Mâce, Muâviye b. Ebî Süfyân'dan bildiriyor: Ümmü Habîbe'ye:

“Hayızlı olduğun zaman Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl yapardın?" diye sorduğumda:

“Birimiz hayız olduğu zaman uyluklarının yarısına gelecek şekilde izar bağlar ve öyle Allah Resûlünün yanında uyurduk" dedi.

Ebû Dâvud ile İbn Mâce, Abdullah b. Sa'd el-Ensârî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Karım hayızlı iken neresi bana helal olur?" diye sorduğumda:

“Peştemalin üstü senin için helaldir" buyurdu.

Tirmizî, Abdullah b. Sa'd'dan bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) hayızlı kadınla birlikte yemek yemenin hükmünü sorduğumda:

“Onunla birlikte yemek yiyebilirsin" buyurdu.

Ahmed ile Ebû Dâvud, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkeğe, hayızlı olan karısının neresi helaldir?" diye sorduğumda:

"Peştemalin üzeri helaldir, ancak ondan da uzak durman daha iyidir" karşılığını verdi.

Mâlik ve Beyhakî, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Karım hayızlı iken neresi bana helal olur?" diye sorunca:

"Üzerine peştemalini bağlasın, üst kısımla da istediğini yapabilirsin" buyurdu.

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor: Abdullah b. Ömer, Hazret-i Âişe'ye birini gönderdi, kişinin hayızlı olan hanımıyla birlikte olup olamayacağını sordu. Hazret-i Âişe:

“Kadın altına peştamal bağlar, kalan kısımla da erkek dilediğini yapar" karşılığını verdi.

Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkeğe, hayızlı olan karısından helal olan yer neresidir?" diye sorulunca:

“İzarın üstüdür" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ile Ebû Ya'lâ, Hazret-iÖmer'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkeğe, hayızlı olan karısından helal olan yer neresidir?" diye sorduğumda:

“İzarın üstüdür" karşılığını verdi.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkeğe, hayızlı olan karısından helal olan yer neresidir?" diye sorunca:

"Üzerine peştemalini bağlar; üst kısımla da istediğini yapabilirsin" karşılığını verdi.

Taberânî, Ubâde'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkeğe, hayızlı olan karısından helal olan yer neresidir?" diye sorulduğunda:

“İzarın üstü heladir, ancak altı haramdır" karşılığını verdi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ümmü Seleme'den bildiriyor:

Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) hayızlı olan hanımından ilk üç gün uzak durur, sonra (izar bağlayarak) ona yaklaşırdı."

İbn Cerîr, Mesrûk'tan bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye:

“Erkeğe, hayızlı olan karısından helal olan yer neresidir?" diye sorduğumda:

“Cinsel ilişki dışında her şey helaldir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Hasan'dan bildiriyor:

“Erkeğin, hayızlı olan karısının göbeği ve uyluğuyla oynaşmasının bir sakıncası olmaz."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Kanlan kesilip hayızlık halleri bitene kadar onlardan uzak durun" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve en- Nehhâs'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Kanları kesilinceye kadar onlardan uzak durun" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınla hayızlı iken veya dübüründen ilişkiye giren veya kahine giden kişi, Muhammed'e indirileni inkar etmiş demektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hayızlı karısıyla ilişkiye giren kişi için:

“Bir dinar veya yarım dinar sadaka verir" buyurmuştur.

Ebû Dâvud ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi kanın başlangıcında karısıyla ilişkiye girdiği zaman bir dinar, kanın kesilmesi sırasında ilişkiye girdiği zaman da yarım dinar sadaka verir."

Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi karısıyla ilişkiye girdiği sırada kanı kırmızı akıyorsa bir dinar, sarımtırak olarak akıyorsa yarım dinar sadaka verir" buyurmuştur.

Ebû Dâvud'un İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir konu için kendisine beş dinar sadaka vermesini söylemiştir.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Adamın biri Peygambermize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Karımla hayızlı iken ilişkiye girdim" dedi. Allah Resûlü de buna karşılık bir köle azat etmesini söyledi ki o zamanlar bir köle bir dinar ediyordu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Temizlendikleri vakit..."âyetini açıklarken:

“Hayız halleri bitip yıkandıktan sonra, anlamındadır" demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, Abdurrezzâk, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve en-Nehhâs'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Temizlendikleri vakit..." âyetini açıklarken:

“Hayız halleri bitip yıkandıktan sonra, anlamındadır. Zira kadının, hayız hali bitse de yıkanmadıktan sonra kocasıyla ilişkiye girmesi helal olmaz" demiştir.

İbn Cerîr, İkrime'den fetvanın benzerini zikreder.

İbn Cerîr'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Tâvus ile Mücâhid:

“Kadının hayız hali bittiği zaman kocası yıkanmasını söyler ve ondan sonra onunla ilişkiye girer" demişlerdir.

İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid ile Atâ:

“Kadın, hayız hali bittikten sonra gusül yapmadan da avret mahallini yıkayıp kocasıyla birlikte olabilir" demişlerdir.

Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildiriyor: Bedevinin biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Bazen çölde dört ay boyunca kalıyoruz. Suyumuz az olduğu için hayız, loğusa veya cünüb olanlarımızın temizlenmesi konusunda ne buyurursun?" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Temiz toprakla temizlenebilirsiniz" buyurdu.

Buhârî, Müslim ve Nesâî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Kadının biri hayız sonrası nasıl yıkanması gerektiğini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir yün parçasına misk sürer temizlenirsin" buyurarak, nasıl temizlenmesi gerektiğini söyledi. Kadın:

“Bu yün parçasıyla nasıl temizleneyim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onunla temizlersin" karşılığını verdi. Kadın tekrar:

“Ama nasıl?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ Sübhanallah! Onunla temizlenirsin işte!" karşılığını verdi. Bunun üzerine kadını bir kenara çektim ve:

“O yün parçasıyla kanın izini temizlersin" dedim.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Yani, hayız hali bitip temizlendikten sonra onlara yaklaşın" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Hayız hali bitip temizlendikten sonra onlara (cinsel olarak) yaklaşın demektir" demiştir.

Dârimî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Hayızlı iken yaklaşmamanın emredildiği yerden (ön taraftan) onlara yaklaşın anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İkrime'den fetvanın benzerini zikreder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Fercden (ön taraftan) yaklaşın ve başka yerden yaklaşmaya çalışmayın, anlamındadır" demiştir.

Vekî' ile İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Hayızlı iken yaklaşmamanın emredildiğî yerden (ön taraftan) onlara yaklaşın anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Rezîn:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Adet hali bitmeden değil, bitip temizlendikten sonra onlara yaklaşın, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbnu'l-Hanefiyye:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Nikahla yaklaşın, nikahsız yaklaşmayın anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini açıklarken:

“Kanın geldiği yerden kadına yaklaşmaktır. Başka yerden yaklaşılması durumunda âyetin sonunda belirtildiği gibi kişi tövbe edenlerden ve temizlenenlerden biri olmaz" demiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever..." âyetini açıklarken:

“Bunlar günahları için tövbe edip su ile temizlenenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş:

“...Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever..." âyetini açıklarken:

“Günahları için tövbe edip şirkten temizlenenlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim Mücâhid'den bildiriyor:

“Karısına dübürden (arka taraftan) yaklaşan kişi âyette belirtilen temizlenenlerden biri sayılmaz.

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, abdest aldıktan sonra:

“Allahım! Beni tövbe eden ve temizlenenlerden (mutatahhirîn) biri kıl" diye dua eden birini görünce ona şöyle dedi:

“Su ile temizlenme tamamdır, ancak tatahhur denilen şey günahlardan temizlenmedir."

Tirmizî'nin Hazret-iÖmer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim güzelce abdestini aldıktan sonra: «Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna şehadet ederim. Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allahım! Beni tövbe edip temizlenenlerden biri kıl» derse Cennetin sekiz kapısı da ona açılır ve istediği kapıdan içeri girer. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib abdestini bitirdikten sonra:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allahım! Beni sana yönelip tövbe edenlerden biri kıl! Beni temizlenenlerden biri kıl" diye dua ederdi.

İbn Ebî Şeybe, Dahhâk'tan bildiriyor: Huzeyfe, temizlendiği zaman:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allahım! Beni sana yönelip tövbe edenlerden biri kıl! Beni temizlenenlerden biri eyle" diye dua ederdi.

Kuşeyrî, Risâle'de ve İbnu'n-Neccâr, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Günahı için tövbe eden kişi o günahı hiç işlememiş gibi olur. Yüce Allah da bir kulu sevdiği zaman artık hiçbir günahın o kula bir zararı olmaz" buyurdu ve:

“...Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever..." âyetini okudu. " Resûlallah! Tövbenin göstergesi nedir?" diye sorulunca:

“Kişinin yaptığından dolayı pişman olmasıdır" karşılığını verdi,

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Şa'bî:

“Günahı için tövbe eden kişi o günahı hiç işlememiş gibi olur" dedi ve:

“...Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever..." âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Şuab'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her insan günah işler. Ancak günah işleyenlerin en hayırlıları bu günahlarına tövbe edenlerdir" buyurmuştur.

Ahmed, Zühd'de  Kâtâde'den bildiriyor:

“Yüce Allah, İsrâil oğullarından bir peygambere:

“Her insan günah işler. Ancak günah işleyenlerin en hayırlıları bu günahlarına tövbe edenlerdir" diye vahyetmiştir.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a:

“İhramlı iken başımıza su dökelim mi?" diye sorulunca:

“Dökmenizin bir sakıncası olmaz. Zira Yüce Allah temizlenenleri sever" karşılığını verdi.

223

'"Kadınlarınız sîzin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Beyhakî, Sünen'de Câbir'den bildiriyor: Yahudiler:

“Erkek karısına arkadan yaklaşıp (normal) ilişkiye girdiği zaman bu ilişkiden doğacak çocuk şaşı olur" derlerdi. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin.." âyeti nazil oldu. Âyette fercinden (ön tarafından) olduktan sonra kişinin karısına önden de arkadan da yaklaşabileceği bildirildi.

Saîd b. Mansûr, Dârimî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Câbir'den bildiriyor: Yahudiler, Müslümanlara:

“Kişi karısına arkadan yanaşıp ilişkiye girdiği zaman bu ilişkiden doğacak çocuk şaşı olur" dediler. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlişki, kadının fercinden (ön tarafından) olduktan sonra kişi karısına önden de arkadan da yaklaşabilir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Murra el- Hemdânî'den bildiriyor: Yahudilerden biri karşılaştığı bir müslümana:

“Kadınlarınıza arkadan yaklaşıyor musunuz?" diye sordu ki sanki kendisi böyle bir şeyi kerih görüyordu. Durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zikrettiklerinde:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu. Bu âyetle Yüce Allah Müslümanlara, fercden olduktan sonra kadınlarına önden veya arkadan, istedikleri yerden yaklaşabilmelerine izin verdi.

İbn Ebî Şeybe, Murra'dan bildiriyor:

“Yahudiler, kadınlara arkadan yanaşma konusunda müslümanlarla alay ederlerdi. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu."

İbn Asâkir, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Ensârlı erkekler kadınlarıyla yüz üstü yatırarak beraber olurlardı. Kureyşliler ise daha çok sırtüstü yatırır öyle beraber olurlardı. Kureyşli bir adam Ensar'dan bir kadınla evlendi. Adet olduğu üzere sırtüstü yatırıp beraber olmak isteyince kadın:

“Olmaz! Bizim yaptığımız gibi beraber olabiliriz" diye itiraz etti. Durum Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu. Bu âyetle, tercinden (ön tarafından) olduktan sonra kişinin karısıyla oturarak ve ayakta istediği şekilde ilişkiye geçebileceği bildirildi.

İbn Cerîr, Sa'îd b. Hilâl vasıtasıyla Abdullah b. Ali'den bildiriyor: Bana bildirilene göre Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grup otururken yakınlarında bir yerde de bir Yahudi oturuyordu. İçlerinden biri:

“Ben karımı yüzüstü yatırıp beraber oluyorum" derken, diğeri:

“Ben ayakta beraber oluyorum", bir diğeri de:

“Ben otururken beraber oluyorum" diyordu. Bu konuşmaları duyan Yahudi:

“Sizin hayvanlardan farkınız yok! Oysa biz eşlerimizle tek bir şekilde beraber oluyoruz!" dedi. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu.

Vekî', İbn Ebî Şeybe ve Dârimî, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Yahudiler çok hasetçi bir topluluktu ve Müslümanlara:

“Ey Muhammed'in ashabı! Vallahi kadınlarınıza sadece tek bir yönden yaklaşabilirsiniz. Başkası size helal değildir!" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi ve müminleri bu işlerinde kendi hallerine bıraktı.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Yahudiler hasetçi bir topluluktu. Müslümanlara:

“Ey Muhammed'in ashabı! Vallahi kadınlarınıza sadece tek bir yönden yaklaşabilirsiniz!" dediklerinde Yüce Allah onları yalanlama babında:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi ve erkekleri hanımlanyla bu ilişkilerinde serbest bıraktı. İlişki fercden olduktan sonra önden veya arkadan, erkeğin karısına dilediği şekilde yaklaşabileceğini bildirdi.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Yahudiler, Müslümanlara:

“Hayvanlarına birbirlerine yaklaşmaları gibi siz de hanımlarınıza öyle yaklaşıyor, oturtarak onlarla ilişkiye giriyorsunuz!" deyince, Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi. Âyette fercinden (ön tarafından) olduktan sonra kişinin karısıyla istediği şekilde beraber olabileceği bildirildi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yahudiler, Müslümanlara eşleriyle birlikte olma konusunda sataşıp kınayınca Yüce Allah bu âyeti indirdi. Hem bu yönde Yahudilerin söylediklerini yalanladı, hem de müminleri bu işte eşleriyle kendi hallerine bıraktı.

İbn Asâkir, Muhammed b. Abdillah b. Amr b. Osmân'dan bildiriyor:

“Abdullah b. Ömer'in bize anlattığına göre Müslümanlar eşleriyle birlikte olurken arkadan yaklaşır, ancak ferclerinden ilişkiye girerlerdi. Yahudiler:

“Karısıyla arkadan yaklaşıp birlikte olan kişinin bu ilişkiden doğan çocuğu şaşı olur" deyince, Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Şuab'da Safiyye binti Şeybe vasıtasıyla Ümmü Seleme'den bildiriyor: Muhâcirler Medine'ye geldiklerinde bizden kız alanlar eşleriyle fercden, ama arkadan yanaşmak suretiyle ilişkiye girmek istediler. Ensarlı kadınlar da buna karşı çıktı. Kadınlar bana gelip bu durumu anlattıklarında ben de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aktardım. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..."âyeti nazil oldu. Âyette fercinden (ön tarafından) olduktan sonra kişinin karısıyla istediği şekilde beraber olabileceği bildirildi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Dârimî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Abdurrahman b. Sâbit'ten bildiriyor: Hafsa binti Abdirrahman'a:

“Sana bir şey sormak istiyorum, ama utanıyorum" dediğimde:

“Bana istediğini sorabilirsin yeğenim!" karşılığını verdi. "Sana kadınlara arkadan yaklaşmayı soracaktım" dediğimde, şu karşılığı verdi: Ümmü Seleme bana şöyle anlattı: Ensarlı erkekler eşlerini yüzükoyun yatırarak onlarla beraber olmazken Muhacirler bunu yaparlardı. Yahudiler de:

“Karısına arkadan yaklaşanların çocukları şaşı olur" derlerdi. Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Ensar'dan kadınlarla evlendiler. Ancak Ensarlı kadınlar yüzükoyun yatırılarak girelecek bir ilişkiyi kabul etmediler. Ensarlı bîr kadın bu şekilde kocasına karşı çıkıp:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormadan böylesi bir ilişki şekline izin veremem" dedi. Bu kadın bana geldi ve durumu anlattı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince Ensarlı kadın ona bunu sormaya utandı ve dışanya çıktı. Bunun üzerine konuyu ben Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) açtım. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadım yanıma çağırın" buyurdu. Kadın içeri girince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini okudu ve:

“Tek yerden (fercden) olduktan sonra, istenilen şekilde yaklaşılabilir" buyurdu.

Müsned Ebû Hanife'de bildirildiğine göre müminlerin annesi Hafsa'ya kadının biri gelip kocasının ilişki esnasında kendisini hem yüzükoyun, hem de sırtüstü yatırdığından şikayette bulundu. Durumu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) iletilince:

“Her halükârda fercden olduğu sürece bir sakıncası olmaz" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Harâitî, Mesâviu'l-Ahlak'da, Beyhakî, Sünen'de ve Diyâ, el-Muhtâre'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir defasında Hazret-iÖmer, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Ben helak oldum!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neden helak olsun?" diye sorunca, Ömer:

“Karıma (fercinden ama) arkadan yanaştım" dedi. Allah Resûlü ona herhangi bir karşılık vermedi. Sonrasında Yüce Allah ona:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." diye vah yetti. Bunun üzerine Ömer'e:

“Dübürden ve hayızlı iken yaklaşmaktan kaçındıktan sonra arkadan ve önden istediğin gibi yaklaşabilirsin" buyurdu.

Ahmed, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti, Ensar'dan bazıları hakkında nazil olmuştur ki bunlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bu konuyu ona sormuşlardı. Allah Resûlü de:

“İlişki fercden olduğu sürece kişi karısına dilediği yönden yaklaşabilir" buyurdu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Harâitî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Himyer ahalisinden bazıları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve bazı sorular sordular. İçlerinden biri de:

“Ben kadınları seven biriyim ve yüzükoyun yatırarak karımla birlikte olmayı seviyorum. Bu konuda ne dersin?" diye sordu. Yüce Allah, Bakara Sûresi'nde sordukları sorulara cevap mahiyetinde âyetler indirdi. "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti de adamın sorduğu bu soruya bir cevap olarak nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“İlişki fercden olduğu sürece karına dilediğin yönden yaklaşabilirsin" buyurdu.

İbn Râhuye, Dârimî, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: İbn Ömer -Allah onu affetsin- bu konuda yanılgıya düşmüştür. Putperest olan Ensâr'dan şu kesim ile Ehl-i kitâb olan Yahudilerden şu kesim beraber yaşarlardı. Ensâr, Yahudileri kendilerinden daha bilgili gördükleri için birçok davranışta onları taklit ederlerdi. Ehl-i kitâb olan Yahudilerin davranışlarından biri de kadınla sadece bir şekilde ilişkiye girmekti. Üstelik bu şekil, kadının en kapalı olacağı bir şekildi. Ensâr'dan bu kesim de Yahudilerin bu davranışını benimseyip yaptılar. Kureyş'ten şu kesim ise kadınlarını hoş olmayan durumlara sokar, önden arkadan ve yatırarak yaklaşır zevklenirlerdi.

Muhâcirler Medine'ye geldiğinde Kureyşli bir adam Ensâr'dan bir kadınla evlendi. Kendi kadınlarına yaptıklarını o kadına da yapmak istedi, ancak kadın bunu kabul etmedi ve:

“Bize sadece bir şekilde yanaşılırdı. Ya sen de aynısını yap ya da benden uzak dur!" dedi. Durumları da dışarıya çıktı ve konuşulmaya başlandı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) durumdan haberdar olunca Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..."âyetini indirdi. Yani çocuğun olduğu yerden olduktan sonra kadınlarınıza önden ve arkadan yaklaşabilirsiniz anlamındadır. Önceden yapılan da dübürden yaklaşma değil, arkadan ferce yaklaşmadır."

Taberânî rivayeti İbn Abbâs'tan şu ziyadeyle zikreder:

“İbn Ömer bu âyete göre kadına dübürden (anal olarak) de yaklaşılabileceğini söylemiştir; ancak Allah onu affetsin, yâriılmıştır. Zira hadise bu anlattığımız şekildedir."

Abd b. Humeyd ve Dârimî, Mücâhid'den bildiriyor:

“Önceleri hayızlı iken kadının fercinden uzak durur, ancak dübürden onlarla ilişkiye girerlerdi. Konuyu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetleri nazil oldu. Âyette kadınlara fere dışından yaklaşılmaması gerektiği bildirildi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Mücâhid'le birlikte İbn Abbâs'ın yanında otururken adamın biri geldi ve İbn Abbâs'a:

“Bu hayız âyetini bana tam olarak açıklasana" dedi. İbn Abbâs da:

“Açıklarım!" karşılığını verdi. Adam:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyetini okuyunca, İbn Abbâs:

“Emrettiği yerden kasıt, kanın geldiği yerdir. Sonrasında da gelinmesi emredilen yerdir" dedi. Adam:

“Peki:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini nasıl açıklıyorsun?" diye sorunca,

İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Vay sana! Kadının dübürü de ekin yeri mi oluyor? Şayet dediğin gibi olsaydı hayızlı iken kadınlara yaklaşılmamasını emreden âyet neshedilmiş olurdu. Zira kadının bir ferci meşgul olsa diğer taraftan yaklaşılırdı. Ancak "İstediğiniz gibi" ifadesinden kasıt gece veya gündüz istenilen zamanda gelinmesidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Dübürden ve hayızlı iken olmadıktan sonra önden veya arkadan dilediğin şekilde yaklaşabilirsin" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Dilersen sırtüstü, dilersen yan yatırarak, dilersen de oturtarak, dilediğin şekilde yaklaşabilirsin" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Dübürden olmadığı sürece kişi karısına önden veya arkadan dilediği şekilde yaklaşabilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Fercden olduktan sonra dilediğiniz şekilde kadınlarınıza yaklaşabilirsiniz" demiştir.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Karımla dübüründen ilişkiye giriyordum. Yüce Allah'ın:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini da işitince bu yaptığımın helal olduğunu düşündüm" dedi. İbn Abbâs da:

“Hey akılsız adam! Burada "İstediğiniz gibi" derken fercinden olmak şartı ile kadının önünden veya arkasından yaklaşmak veya oturarak ilişkiye girmektir. Başka da bir yere tevessül etme!" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini:

“Çocuğun olduğu yerden" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Tarlana ürün veren yerden yaklaş."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Hayızlı iken veya dübürden olmadığı sürece kişi karısına dilediği şekilde yaklaşabilir" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Tarladan kasıt, kadının tercidir. Âyette tercin dışına çıkılmadığı sürece kişinin karısına önden veya arkadan dilediği şekilde yaklaşabileceği bildirilmiştir. "...Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." âyeti da bu anlama gelmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, kadına dübürden yaklaşmayı kerih görür ve şöyle derdi:

“Ekilecek veya ekilen yer, çocuğun oluştuğu ve geldiği yer olan ferctir. "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti de, ilişkinin fercden olması şartı ile kadınlara istenilen taraftan yaklaşılabileceğini bildirmek için nazil olmuştur."

Dârimî ve Harâitî, Mesâviu'l-Ahlak'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek ilişkiyi fercden kurmak şartı ile kadına istediği şekilde önden veya arkadan yaklaşabilir, ayakta veya oturarak ilişkiye girebilir.."

Beyhakî, Sünen'Ğe Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs'a:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini sorduğumda:

“Hayızlı iken sana haram olan yerinden, hayızı gördüğü ve çocuğun olduğu yerden yaklaşmalısın" dedi.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İlişkinin fercden olması şartı ile kadınlara önden veya arkadan yaklaşılabilir."

İbn Ebî Şeybe ve Harâitî, Mesâviu'l-Ahlak'da İkrime'den bildiriyor:

“Erkek dübürden ilişkiye girmediği sürece karısıyla ayakta veya oturarak, istediği şekilde beraber olabilir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Dârimî ve Beyhakî, Ebu'l-Ka'kâ' el- Cermî'den bildiriyor: Adamın biri Abdullah, b. Mes'ûd'a geldi ve:

“Karıma istediğim şekilde yaklaşabilir miyim?" diye sordu. İbn Mes'ûd:

“Evet, yaklaşabilirsin" dedi. Adam:

“Peki, istediğim yerden yaklaşabilir miyim?" diye sorunca, İbn Mes'ûd yine:

“Evet, yaklaşabilirsin" dedi. Ancak orada bulunanlardan biri adamın maksadını anladı ve:

“Bu adam karısına dübüründen yaklaşmayı kastediyor" diye söze karıştı. Bunun üzerine İbn Mes'ûd:

“Olmaz! Kadınların dübürü size haramdır" dedi.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud ve Nesâî, Behz b. Hakim'den, o babasından, o da dedesinden bildiriyor:

Resûlallah! Kadınlarımızın nerelerine yaklaşalım ve nerelerinden uzak duralım?" diye sorduğumda, Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“Onlar sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz yerden girin. Ancak yüzlerine vurmayın, onlara çirkin şeyler söylemeyin. Müstehcen lafları onlara ev dışında sarfetmeyin. Yediğiniz zaman onları da yedirin, giysi alacağınız zaman onlara da giysi alın. Haram bölgeleri hariç onları size tamamen teslim etmişken bunları nasıl yapmazsınız."

Şâfiî, el-Ümm'de, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre Huzeyme b. Sâbit şöyle demiştir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara dübürlerinden yaklaşmayı sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Helaldir" veya:

“Bir sakıncası yoktur" karşılığını verdi. Adam dönüp gidince Allah Resûlü onu geri çağırdı ve şöyle buyurdu:

“Ne demiştin? Eğer arkasından yaklaşıp fercinden ilişkiye gireceksen evet helaldir. Ancak arkasından yaklaşıp dübüründen (anal) ilişkiye gireceksen helal değildir. Yüce Allah da hakkı söylemekten haya etmez. Kadınlarınıza dübürden yaklaşmayın"

Hasan b. Arefe, Cüz'de, İbn Adiy ve Dârakutnî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): şöyle buyurmuştur:

“Onlar bazı şeyleri söylemekten utandılar; ancak Yüce Allah hakkı söylemekten haya etmez. Kadınlara dübürlerinden yaklaşmak helal değildir. "

ibn Adiy'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınların dübüründen ilişkiye girmekten sakının" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibbân'ın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bir erkekle veya bir kadınla dübüründen (anal) ilişkiye giren kişinin yüzüne bakmaz!" buyurmuştur.

Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Ahmed ve Beyhakî, Sünen'de Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) karısına dübüründen yaklaşan kişi hakkında:

“Bu yaphğı küçük livatadır" buyurmuştur.

Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'tan gerektiği gibi haya edin ve kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın!" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadına dübüründen yaklaşan kişi lanetlenmiştir!" buyurmuştur.

İbn Adiy'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir erkeğe veya kadına dübüründen yaklaşan' kişi kafir olur" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Bir erkeğe veya kadına dübüründen yaklaşan kişi kafir olur."

İbn Kesîr der ki:

“Mevkûf olan bu rivayet daha sahihtir."

Vekî', Musannef’te ve Bezzâr, Ömer b: el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah hakkı söylemekten haya etmez. Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayınl" buyurmuştur.

Nesâî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Onlar bazı şeyleri söylemekten utandılar, ancak Yüce Allah hakkı söylemekten hayâ etmez. Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın."

İbn Kesîr der ki:

“Mevkûf olan bu rivayet daha sahihtir."

İbn Adiy'in el-Kâmil'de İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın" buyurmuştur.

İbn Vehb ve İbn Adiy'in Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınlara dübüründen yaklaşan kişi lanetlenmiştir!" buyurmuştur.

Ahmed, Talk b. Yezîd'den (veya Yezîd b. Talk'dan) bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah hakkı söylemekten hayâ etmez. Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın!" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Atâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara dübürlerinden yaklaşmayı yasakladı ve:

“Yüce Allah hakkı söylemekten hayâ etmez" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî, Ali b. Talk'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınlara dübürlerinden yaklaşmayın! Yüce Allah hakkı söylemekten haya etmez" buyurduğunu işittim.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah karısıyla dübüründen ilişkiye giren kişinin kıyamet gününde yüzüne bakmaz!" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Nesâî ve Beyhakî, Şuab'da Tâvus'tan bildiriyor: İbn Abbâs'a, karısıyla dübüründen ilişkiye giren kişinin durumu sorulunca:

“Bu adam bana küfür konusu soruyor" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Şuab'da İkrime'den bildirdiğine göre Ömer b. el- Hattâb böylesi bir şeyi yapan bir adamı dövmüş, cezalandırmıştır.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ'a kadınlara dübürlerinden yaklaşma konusu sorulunca:

“Bunu kafirden başka biri yapar mı ki?" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer karısına dübüründen yaklaşan kişi hakkında:

“Bu yapılan küçük livatadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Zührî'den bildiriyor:

“İbnu'l- Müseyyeb ve Ebû Seleme b. Abdirahman'a bu konuyu sorduğumda böyle bir şeyi kerih gördüler ve uzak durmamı söylediler."

Abdullah b. Ahmed ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde, kişinin karısına dübüründen yaklaşması konusunda şöyle demiştin Ukbe b. Vessâc'ın bana bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ:

“Böyle bir şeyi ancak kafir biri yapar" demiştir. Amr b. Şuayb'ın da babasından, onun dedesinden naklen bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu yapmak küçük livatadır" buyurmuştur."

Beyhakî, Şuab'da Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor:

“Bu ümmetin son nesillerine doğru kıyametin yaklaştığı zamanlarda bazı şeyler başgösterir. Bunlardan biri erkeğin karısı veya cariyesi ile dübürden ilişkiye girmesidir. Yüce Allah ve Resûlü böyle bir şeyi haram kılmışlardır. Bunu yapandan da Allah ve Resûlü nefret ederler. Bir diğeri erkeğin erkekle ilişkiye girmesidir. Yüce Allah ve Resûlü böyle bir şeyi haram kılmışlardır. Bunu yapandan da Allah ve Resûlü nefret ederler. Bir diğeri kadının kadınla ilişkiye girmesidir. Yüce Allah ve Resûlü böyle bir şeyi haram kılmışlardır. Bunu yapandan da Allah ve Resûlü nefret ederler. Böyleleri bu tür şeyleri yaptıkları ve Yüce Allah'a nasûh bir tövbe ile tövbe etmedikleri sürece kılacakları namaz kabul olmaz."

Ravi Zir der ki: Ubey'ye:

“Nasûh bir tövbe de ne oluyor?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Ben de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuştum ve şöyle buyurmuştu:

“Günah işlediğin zaman bundan dolayı pişmanlık duyman, bu günahın hemen ardından pişmanlığını dile getirip Yüce Allah'tan bağışlanma dilemen ve böylesi bir günaha bir daha asla bulaşmamandır."

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor: Karısına dübüründen yaklaşan kişi bir erkeğe yaklaşmış gibidir. Yüce Allah:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın..." buyurur. Âyette kadınların hayızlı oldukları süre içerisinde hayız gördükleri yere yani ferclerine yaklaşılmaması emredilmiştir. Sonrasında:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." buyurur. Burada da ilişki fercten olduktan sonra kişinin karısına dilerse ayakta, dilerse oturarak dilerse önden dilerse de arkadan ilişkiye girebileceği bildirilmiştir.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor: Tâvus'a kadınlara dübürden yaklaşma konusu sorulunca:

“Böyle bir şey küfürdür! Lût kavmi de ilk olarak böyle başlamışlardır. Önce kadınlara dübürlerinden yaklaşmış, sonra da erkek erkeğe ilişkiye girmişlerdir" demiştir.

Ebû Bekr el-Esrem, Sünen'de ve Ebû Bişr ed-Dûlâbî, el-Kunâ'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadınların, dübürü size haramdır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Dârimî ve Beyhakî, Sünen'de İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kadınların dübürü size haramdır."

İbn Kesîr der ki:

“Mevkûf olan bu hadisi daha sahihtir."

Bu yönde sayıları yirmiye yakın olan merfû hadislerin tümü hakkında hadis imamları:

“Hepsi zayıftır ve hiçbiri sahih sayılamaz. Sahih olanları da mevkûf (sahabi sözü) olarak zikredilenleridir" demişlerdir. İbn Hacer de buna karşılık:

Buhârî, Bezzâr, Nesâî gibi birden fazla kişinin ifadelerine bakarsak böylesi bir görüş bir açıdan doğru kabul edilemez" demiştir.

Nesâî, Taberânî ve İbn Merdûye, Ebu'n-Nadr'dan bildiriyor: İbn Ömer'in azatlısı Nâfi'ye:

“Senin, İbn Ömer'in kadınlara dübürden yaklaşılabileceğine dair fetva verdiğini söylediğine dair sözler dolaşıyor" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Yalan söylüyorlar! Sana işin aslını anlatayım. Bir defasında İbn Ömer Kur'ân'ı okuyordu ve ben de yanındaydım. "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..."âyetine geldiğinde bana:

“Ey Nâfi'! Bu âyetin ne diye nazil olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde şöyle dedi:

“Biz Kureyşliler kadınlarımızı yüzükoyun yatırır arkadan yaklaşırdık. Hicret sonrası Ensarlı kadınlarla evlendiğimizde önceden yaptığımız şeyi onlarla da yapmak istedik, ancak Ensarlı kadınları bunu istemediler ve karşı çıktılar. Ensarlı kadınlar da bu konuda Yahudilerin uygulamasını almışlar ve yandan yaklaşılmasına alışmışlardı. İşte bu konuda Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin.. ." âyetini indirdi."

Dârimî, Saîd b. Yesâr Ebu'l-Hubâb'dan bildiriyor: İbn Ömer'e:

“Cariyelerimizi ekşitmemiz konusunda ne dersin?" diye sorduğumda:

“Ekşitme de ne?" dedi. Kadına dübüründen yaklaşma olduğunu anlattığımda:

“Böyle bir şeyi Müslüman biri yapar mı ki?" karşılığını verdi.

Beyhakî, Sünen'de İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs kadına dübürden yaklaşmayı ağır bir şekilde kınardı.

Vâhidî, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet Muhacirler hakkında nazil olmuştur. Zira Medine'ye hicret ettikleri zaman kadınlara yaklaşma konusunda kendi uygulamaları ile Ensâr ve Yahudilerin uygulamasını konuştular ve ilişki fercden olduktan sonra kadına önden veya arkadan yaklaşmanın bir sakıncası olmadığını söylediler. Ancak Yahudiler böyle bir şeyi ayıpladılar, yaklaşmanın sadece önden olabileceğini söylediler. Ayrıca:

“Yüce Allah'ın kitabında okuduğumuza göre kadını sırtüstü yatırmadan girilen her türlü ilişki pis bir ilişkidir ve şaşılık ile aptallık böyle bir ilişkiden dolayı olur" dediler. Müslümanlar da bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zikrettiler ve:

“Hem cahiliyede, hem de Müslüman olduktan sonra kadınlarımıza istediğimiz şekilde yaklaşıyorduk. Ancak Yahudiler bundan dolayı bizi kınadılar" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, Yahudileri yalanlarcasına:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi. Âyet, kadının fercini çocuğun ekileceği yer olarak belirtmiş ve kişinin, ilişkiyi fercden yaptıktan sonra önden veya arkadan dilediği şekilde yaklaşabileceğini ifade etmiştir."

ÂYETİ YORUMLAMADA İKİNCİ GÖRÜŞ:

İshâk b. Râhuye, Müsned ile Tefsîr'de, Buhârî ve İbn Cerîr, Nâfi'den bildiriyor: Bir gün:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini okuduğumda İbn Ömer:

“Bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde:

“Bu âyet kadınlara dübürden yaklaşma hakkında nazil olmuştur" dedi.

Buhârî ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Dilerseniz dübürden de gelebilirsiniz" demiştir.

Hatîb, Ruvâtu Mâlik'de Nadr b. Abdillah el-Ezdî vasıtasıyla Mâlik'ten, o da Nâfi'den bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Kişi dilerse kadının tercinden, dilerse de dübüründen ilişkiye girer" demiştir.

Hasan b. Süfyân, Müsned'de, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hâkim ve Ebû Nuaym hasen bir senedle el-Mustahrec'de İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti kadına dübürden yaklaşma ruhsatını vermek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) nazil olmuştur."

İbn Cerîr, Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Merdûye ve İbnu'n-Neccâr hasen bir senedle İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında adamın biri karısıyla dübüründen ilişkiye girdi. İnsanlar adamı bundan dolayı kınadılar ve:

“Hayvan gibi davranmış!" dediler. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu.

Hatîb, Ruvâtu Mâlik'de Ahmed b. Hakem el-Abdî vasıtasıyla Mâlik'ten, o da Nâfi'den bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Ensâr'dan bir kadın Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bu konuda kocasından şikayette bulundu. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu."

Nesâî ve İbn Cerîr, Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla İbn Ömer'den bildiriyor: Adamın biri karısında dübüründen (anal) yaklaştı. Ancak bunu yaptığından dolayı da sıkıntıya girdi ve çok üzüldü. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu.

Dârakutnî, Ğârâibu Mâlik'de değişik kanallardan bildirdiğine göre Nâfi' şöyle demiştir: İbn Ömer bana:

“Kur'ân'da beni takip et!" dedi ve okumaya başladı. "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..."âyetine geldiğinde:

“Ey Nâfi'! Bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde şöyle dedi:

“Ensâr'dan bir adam karısıyla dübüründen ilişkiye girince bu yaptığından dolayı insanlar onu kınadılar. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu." Ona:

“Kadına tercinden yaklaşılması konusunda mı, yoksa dübürden de yaklaşılabileceği konusunda mı nazil oldu?" diye sorduğumda, İbn Ömer:

“Dübüründen de yaklaşılabileceği konusunda nazil oldu" dedi.

Hâmid er-Rifâî, Fevâid'de ve Dârakutnî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Adamın biri karısıyla dübürden ilişkiye girince Yüce Allah:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini indirdi."

Ravi Ali b. el-Ca'd der ki: Bunu bana aktaran İbn Ebî Zi'b'e:

“Sen bu konuda ne dersin?" diye sorduğumda:

“İbn Ömer'in bu dediğinden sonra ben ne diyebilirim ki?" karşılığını verdi.

Taberânî, İbn Merdûye, Ahmed b. Usâme et-Tuceybî, Fevâid'de Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer Bakara Sûresi'nin okurken:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetine geldiğinde:

“Bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben:

“Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde:

“Kanlarıyla dübürlerinden ilişkiye giren bazı erkekler hakkında nazil oldu" dedi.

Dârakutnî, Ğarâibu Mâlik'te ve Da'lec, Ğarâibu Mâlik'de Nâfi'den bildirirler: İbn Ömer bana:

“Kur'ân'da beni takip et!" dedi ve okumaya başladı. "Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..."âyetine geldiğinde:

“Ey Nâfi'! Bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdiğimde şöyle dedi:

“Ensâr'dan bir adam karısıyla dübüründen ilişkiye girdikten sonra bu yaptığından dolayı içine bir sıkıntı düştü. Konuyu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğunda Yüce Allah bu âyeti indirdi."

Dârakutnî der ki:

“Bu, Mâlik'ten sabit omuş bir rivayettir." İbn Abdilber de der ki:

“Bu manada İbn Ömer'den gelen rivayet doğrudur ve bilinen meşhur olmuş bir rivayettir."

İbn Râhuye, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, Tahâvî, Şerh Müşkilu'l-Âsâr'da ve İbn Merdûye hasen bir senedle Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Adamın biri karısıyla dübürden (anal) ilişkiye girince insanlar bundan dolayı onu kınadılar. Bunun üzerine:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyeti nazil oldu.

Nesâî, Tahâvî, İbn Cerîr ve Dârakutnî, Abdurrahman b. el-Kâsım'dan bildiriyor: Enes b. Mâlik'e:

“Ey Ebû Abdillah! İnsanlar Sâlim b. Abdillah'ın:

“Adam (Nâfi'), babam (İbn Ömer) adına yalan söylüyor!" dediğini konuşuyorlar" denilince, Mâlik şu karşılığı verdi:

“Şehadet ederim ki Yezîd b. Rûmân da bana Sâlim b. Abdillah vasıtasıyla İbn Ömer'den Nâfi'nin dediğinin aynısını bildirdi."

Yine Mâlik'e:

“Hâris b. Yâkub'un bildirdiğine göre Ebu'l-Hubâb Saîd b. Yesâr, İbn Ömer'e:

“Cariyelerimizi ekşitmemiz konusunda ne dersin?" diye sormuş. İbn Ömer:

“Ekşitme de ne?" deyince, kadına dübüründen yaklaşma olduğunu anlatmışlar. Bunun üzerine İbn Ömer:

“Öff öf! Böyle bir şeyi Müslüman biri yapar mı ki?" karşılığını vermiş" denildiğinde Mâlik şu karşılığı vermiştir:

“Şehadet ederim ki Rabîa, Ebü'l-Hubâb'dan naklen İbn Ömer'in Nâfi'nin aktardığı gibi dediğini bana bildirdi."

Dârakutnî der ki:

“Bu rivayet Mâlik'in rivayeti olarak bilinmiş ve öyle gelmiştir."

Nesâî, Yezîd b. Rûmân vasıtasıyla Ubeydullah b. Abdillah b. Ömer'den bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer erkeğin karısıyla dübüründen ilişkiye girmesinde bir sakınca görmezdi.

Beyhakî, Sünen'de Muhammed b. Ali'den bildiriyor: Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin yanındayken adamın biri geldi ve ona:

“Erkeğin karısının dübüründen ilişkiye girmesi konusunda ne dersin?" diye sordu. Muhammed de Abdullah b. Ali b. es-Sâib'i işaret ederek:

“Kureyşli olan bu ihtiyara sor" dedi. Adam ona sorunca, Abdullah:

“Helal olsa da çirkin bir şeydir" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, Derâverdî'den bildiriyor: Zeyd b. Eslem'e:

“Muhammed b. el- Münkedir kadınlara dübürden yaklaşılmaması gerektiğini söylüyor" denildiğinde:

“Şehadet ederim ki bizzat Muhammed bu işi kendisinin yaptığını bana söyledi" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ebî Müleyke'ye kadınlara dübürden yaklaşılması konusu sorulunca:

“Dün gece cariyelerimden biriyle böylesi bir ilişkiyi denedim. Zorlanınca da yağ kullandım" karşılığını verdi.

Hatîb, Ruvâtu Mâlik'de Ebû Süleyman el-Cûzecânî'den bildiriyor: Mâlik b. Enes'e kişinin helali olan bir kadınla dübüründen ilişkiye girmesi konusu sorulunca:

“Ben de az önce böylesi bir ilişki sonrası yıkandım" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, Nikâh'ta İbn Vehb'den bildirdiğine göre Mâlik öylesi bir ilişkinin mubah olduğunu söylemiştir.

Tahâvî, Asbağ b. el-Ferec'den bildiriyor: Abdurrahman b. el-Kâsım:

“Kadınlarla dübürden ilişkiye girmenin helal olduğu konusunda şüphe taşıyan, dinim konusunda kendisine tabi olabileceğim hiç kimseye rastlamış değilim" dedi ve:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini okudu. Ardından:

“Böylesi bir ilişkinin mubahlığı konusunda bundan daha açık bir ifade olabilir mi?" dedi.

Hâkim, İbn Abdilhakem'den bildiriyor: Şâfiî kadınlarla dübürden ilişkiye girme konusunda Muhammed b. el-Hasan'la münazara yaptı. Muhammed böylesi bir ilişkinin haram olduğuna delil olarak tarlanın ve ekin yerinin ancak, fere olabileceğini söyledi ve:

“Buna göre fere dışında bir yer erkeğe haram olur" dedi. Şafiî'nin de buna uyması gerektiğini söyledi. Şâfiî ona:

“Peki, erkek kadının bacakları veya göbeğiyle işini bitirse sence bu yerler tarla veya ekin yeri olur mu?" diye sorunca, Muhammed:

“Hayır, olmaz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Şâfiî:

“O zaman neden kendin kabul etmediğin bir şeyi delil olarak sunuyorsun?" dedi.

Hâkim der ki:

“Sanırım Şâfiî önceleri öylesi bir görüşü savunuyordu. Zira sonradan böylesi bir ilişkinin haram olduğunu açıkça ifade etmiştir."

ÂYETİ YORUMLAMADA ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞ:

Vekî', İbn Ebî Şeybe, İbn Menî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Diyâ, el-Muhtâre'de Zâide b. Umeyr'den bildiriyor: İbn Abbâs'a azil konusunu sorduğumda şöyle dedi:

“Bu konuda çok şeyler söylendi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda ne demişse odur. Bu konuda bir şey dememişse de ben şunu diyorum:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." Dilerseniz azil yapın, dilerseniz yapmayın."

Vekî' ve İbn Ebî Şeybe, Ebû Zirâ'dan bildiriyor: İbn Ömer'e:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini sorduğumda şöyle dedi:

“Dilersen azil yaparsın, dilersen de yapmazsın, anlamındadır."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin..." âyetini açıklarken:

“Dilersen azil yaparsın, dilersen de yapmazsın, anlamındadır" demiştir.

Avz, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor:

“Kur'ân'ın inmesi sürecinde biz azil yapardık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu durumdan haberdar olmasına rağmen bizi bundan nehyetmedi."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Birlikte olduğum bir cariyem var ama onun hamile kalmasını istemiyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman azil yap, ama bir şey takdir edilmişse de olacaktır" karşılığını verdi. Adam gitti bir zaman sonra tekrar geldi ve:

Resûlallah! Cariyem hamile kaldı!" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben sana bir şey takdir edilmişse olacaktır, demiştim" buyurdu.

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) azil konusu sorulunca:

“Azil mi yapıyorsunuz? Bunu yapıp yapmamanız hiçbir şey ifade etmez. Bu takdir işidir. Yüce Allah da kıyamet gününe kadar bir canın dünyaya gelmesini takdir etmişse o can mutlaka gelecektir" buyurdu.

Müslim ve Beyhakî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) azl konusu sorulunca:

“Akan her meniden çocuk olacak diye bir şey yoktur. Ancak Yüce Allah birşeyi yaratmak istedi mi de buna hiçbir şey engel olamaz" buyurdu.

Abdurrezzâk, Tirmizî ve Nesâî, Câbir'den bildiriyor:

Resûlallah! Biz azil yapıyorduk, ancak Yahudiler böyle bir şeyin çocukları diri diri toprağa gömmenin küçük bir şekli olduğunu söylüyorlar" dediğimizde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudiler yalan söylemiş! Zira Yüce Allah bir canı yaratmayı takdir ettiği zaman azil buna engel olacak değildir" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Bir cariyem var, onunla ilişkimde azil yapıyorum, zira hamile kalmasını istemiyorum. Her erkek gibi de onunla birlikte olmak istiyorum, ancak Yahudiler böyle bir şeyin çocukları diri diri toprağa gömmenin küçük bir şekli olduğunu söylüyorlar" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudiler yalan söylemiş! Zira Yüce Allah o canı canı yaratmayı takdir etse sen azil yaparak buna engel olamazsın" karşılığını verdi.

Bezzâr ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) azil konusu soruldu ve:

“Yahudiler böyle bir şeyin çocukları diri diri toprağa gömmenin küçük bir şekli olduğunu söylüyorlar" denildi. Allah Resûlü de:

"Yahudiler yalan söylemiş!" karşılığını verdi.

Mâlik, Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit'e azil konusu sorulunca:

“O (ferc) senin tarlan gibidir. Dilersen onu sularsın, dilersen de susuz bırakırsın" karşılığını vermiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a azil konusu sorulunca şöyle demiştir:

“İnsan, Yüce Allah'ın takdir ettiği bir canı öldürecek değildir. O (ferc) senin tarlan gibidir. Dilersen onu susuz bırakır, dilersen de sularsın."

İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hür kadının izni olmadan kendisiyle ilişkide azil yapılmasını yasaklamıştır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Cariyede azil yapabilir, ancak hür kadında kendisinden izin almalısın" demiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Azil konusunda hür kadının izni alınır, ancak cariyede böylesi bir izni alma zorunluluğu yoktur" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) on şeyi kerih görürdü. Bunlar altın yüzük takma, giysiyi yerde sürüme, koku olarak sufra kullanma, beyaz kılları boyama, Muavvizât (Felak ve Nâs sûreleri) dışında bir şeyle rukye yapma, nazar boncuğu takma, zar atma, yersiz bir şekilde ziynetleri gösterme, azil yapma ve emzikli kadınla ilişkiye girmedir. Emzikli kadınla ilişkiye girmeyi de haram kılmamış sadece kerih görmüştür."

AYETİ YORUMLAMADA DÖRDÜNCÜ GÖRÜŞ:

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbnu'l-Hanefiyye: (.....) âyetini:

“Tarlanıza dilediğiniz zaman gelin" şeklinde açıklamıştır.

"...Kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun. Allah'tan sakının. O na, hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin, bunu inananlara müjdele"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun..." âyetini açıklarken:

“Bu hazırlık, çocuktur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun..." âyetini açıklarken:

“Bu hazırlık, cinsel ilişkiye başlarken Besmele çekilmesi, Bismillah denilmesidir" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz eşiyle birlikte olacağı zaman: «Bismillah! Allahım! Şeytanı bizden ve bize bahşedeceğin nesilden uzak tut!» diye dua ederse, o ilişki sonunda bir çocuk gelmesi durumunda Şeytan ona asla bir zarar veremez. "

Abdurrezzâk ve Ukaylî, ed-Du'afâ'da Selmân'dan bildiriyor:

“Dostum Ebu'l-Kâsım (sallallahü aleyhi ve sellem) bize üç şeyi emretti. Yolcunun eşyasından daha fazla eşya, eşlerimizden başka (cariye olarak) kadın edinmememizi emretti. Yine zifaf gecesinde eşimizin yanına girdiğimizde namaz kılmamızı, eşiminizin de arkamızda namaz kılmasını, erkeğin dua edip kadından da 'âmin' demesini istememizi emretti."

Abdurrezzâk ile İbn Ebî Şeybe, Ebû Vâil'den bildiriyor:'Adamın biri İbn Mes'ûd'a geldi ve:

“Bekar bir kızla evlendim, ancak beni sevmemesinden endişe ediyorum" dedi. Abdullah şu karşılığı verdi:

“Sevgi Allah'tan, nefret ise Şeytandandır. Şeytan bu nefreti kullanarak kişiyi Yüce Allah'ın helal kıldığı bir şeyden nefret etmesini sağlar. Zifaf için eşinin yanına girdiğin zaman arkanda iki rekat namaz kılmasını söyle ve: «Allahım! Eşimi bana beni de eşime mübarek kıl! Beni onlarla onları da benimle rızıklandır. Allahım! Bizim için hayırlı olduğu sürece bizi bir arada tut. Bizim için daha hayırlı olacaksa da bizi ayır» diye dua et."

Abdurrezzâk ile İbn Ebî Şeybe, Ebû Esîd'in azatlısı Saîd'den bildiriyor: Bir kadınla evlendim ve içlerinde Ebû Zer ile İbn Mes'ûd'un da bulunduğu bir grup sahabiyi davet ettim. Bana:

“Eşin yanına girdiği zaman iki rekat namaz kıl ve eşinin de arkanda namaz kılmasını söyle. Sonra elini eşinin alnına koy. Allah'tan hayrını dile, şerrinden Allah'a sığın. Ardından da eşinle dilediğini yap" dediler.

Abdurrezzâk, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Erkek eşinin yanına girdiği zaman: «Allahım! Vereceğin rızkı (çocuğu) bize mübarek kıl ve Şeytana ondan bir pay verme!» diye dua etmeli, denilirdi. Bu şekilde yaptığı zaman doğacak çocuğun sâlih biri olması umulur."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Vâil'den bildiriyor:

“İki yerde kul Yüce Allah'ı zikretmez. Biri, kişi eşiyle beraber olacağı zaman bizzat Allah'ın adını anmaz. Diğeri de kişi helâya girdiği zaman Allah'ın adını anmaz."

İbn Ebî Şeybe ve Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'ta Alkame'den bildiriyor: İbn Mes'ûd eşiyle birlikte olduğu zaman:

“Allahım! Bize vereceğin rızıkta (çocukta) Şeytana da bir pay verme!" diye dua ederdi.

Harâitî'nin bildirdiğine göre Atâ:

“...Kendiniz için de önceden hazırlıkta bulunun..." âyetini açıklarken:

“Bu hazırlık, ilişkiden önce Besmele çekmektir" demiştir.

224

"Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın. Allah herşeyi işitir, herşeyi bilir"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Adıma ettiğin yeminlerle iyilik yapmaya beni engel kılma. Bunun yerine yeminini bozup kefâretini öde ve o iyiliği yap" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ı bir iyiliğe engel kılma, kişinin akrabalarıyla konuşmamaya veya sadaka vermemeye veya arası bozuk olan iki kişiyi barıştırmamaya Allah adına yemin etmesi ve: «Bu konuda yeminim» var demesidir. Kişi ettiği bu yemini bozup kefâretini ödemeli ve o iyiliği yapmalıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri kişi iyi ve takvaya uygun olan bir şeyi yapmamak üzere Allah adına yemin ederdi. İşte Yüce Allah bu âyetle bunun yapılmamasını bildirmiştir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin akrabalarını gözetmeyeceğine dair yemin etmesidir. Yüce Allah bu âyetle kişiye çıkış yolu göstermiş ve yapılacak bir iyiliğe bu yeminin gerekçe kılınmamasını, edilen yeminin bozulup kefâretinın ödenmesini emretmiştir."

Abd b. Humeyd, Rabî' b. Enes'ten bildiriyor:

“Önceleri kişi akrabalarını gözetmeyeceğine veya insanların arasını bulmayacağına dair Allah adına yemin ederdi. İşte bunun önüne geçmek için Yüce Allah:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın..." âyetini indirmiştir."

İbn Ebî Hâtim, Atâ'dan bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Âişe'ye geldi ve:

“Filan kişiyle konuşursam sahip olduğum tüm kölelerimi azat edeceğim ve elimdeki tüm mallarla Kâbe'ye örtü alacağım, şeklinde bir yemin ettim" dedi. Hazret-i Âişe de şu karşılığı verdi:

“Konuşman halinde tüm kölelerini azat etme, elimdeki mallan da Kâbe'ye örtü almak için harcama. Yüce Allah:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın..." buyurur. Bunun için sen de ettiğin yemini bozup kefâretini öde."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Adak konusunda olsa dahi Allah adına böylesi bir yemin etmeyin" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvus:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin iyi olmayan bir şeyi yapmak üzere Allah adına yemin etmesi ve bu yeminle yaptığını gerekçelendirmesidir. Yüce Allah da buna karşılık:

“İyilik yapıp kötülükten sakınmanız, kimseye faydası olmayan bu yemininizde devam etmenizden daha hayırlıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Kişi iki kişinin arasını bulmak ister, ancak taraflardan biri kendisini kızdırınca veya bir şeyle itham edince bu sefer aralarını bulmak için hiçbiriyle konuşmayacağına dair yemin ederdi. Böylesi durumlar için de bu âyet nazil oldu."

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Bana ulaştığına göre:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın.." âyeti, Ebû Bekr'in (İfk olayına karışan) Mistah'a karşı takındığı tavır hakkında nazil olmuştur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah herşeyi işitir, herşeyi bilir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah ettiğiniz yeminleri işitir ve içeriğini bilir, anlamındadır. Bu da henüz yemin kefareti hakkındaki hükmün nazil olmasından önceydi."

Ahmed, Buhârî, Müslim ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin ailesinin aleyhinde olan bir konuda ettiği yeminde ısrar etmesi, Allah katında o yemini bozup belirlenen kefâreti ödemesinden daha büyük bir günahtır" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin sahip olmadığı bir şeyde veya Allah'a isyan barındıran bir konuda veya akrabalık bağlarını kesme yönünde yapacağı yemin ile adak geçerli değildir. Kişi bir konuda yemin edip de sonradan başka bir şeyin yemin ettiği konudan daha hayırlı olduğunu görürse, ettiği bu yemini bıraksın ve daha hayırlı olan şeye yönelsin. Zira onu terk etmesi ettiği yeminin kefâreti sayılır. "

İbn Mâce ve İbn Cerîr'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Akrabalık bağını kesme veya Allah'a isyan olan bir konuda yemin eden kişinin ettiği bu yemini ifası, böylesi bir yeminden dönmesidir" buyurmuştur.

Mâlik, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi bir konuda yemin edip de sonradan başka bir şeyin yemin ettiği konudan daha hayırlı olduğunu görürse, ettiği bu yemini bozup kefâretini ödesin ve daha hayırlı gördüğü şeye yönelsin" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Vallahi bir konuda yemin edip de başka bir şeyin yemin ettiğim şeyden daha hayırlı olduğunu görürsem bu yeminimi bozup kefaretini öder ve daha hayırlı gördüğüm şeye yönelirim" buyurmuştur.

Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin Adiy b. Hâtim'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi bir konuda yemin edip de sonradan başka bir şeyin yemin ettiği konudan daha hayırlı olduğunu görürse, ettiği bu yemini bozup kefaretini ödesin ve daha hayırlı gördüğü şeye yönelsin" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Abdurrahman b. Semure'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu:

"İdareciliği kendin isteme! Sen istemeden böyle bir şey sana verildiği zaman bu işte sana yardım da gelir. Ancak sen peşine düşüp de sana verildiği zaman böyle bir işte yardımsız kalır, sorumluluklarını yalnız başına yüklenirsin. Bir konuda yemin edip de sonradan başka bir şeyin yemin ettiğin konudan daha hayırlı olduğunu görürsen, ettiğin bu yemini bozup kefaretini öde ve daha hayırlı gördüğün şeye yönel"

Ebû Dâvud ile Hâkim, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Ensar'dan iki kardeşin bir miras davası vardı. Kardeşlerden biri paylaşımın yapılmasını isteyince, diğeri:

“Vallahi bir daha paylaşımın yapılmasını benden istersen bir daha asla seninle konuşmam ve bütün malı Kâbe'ye bağışlarım!" karşılığını verdi. Ancak Ömer böyle diyen kardeşe şöyle dedi:

“Kâbe'nin senin malına ihtiyacı yok! Ettiğin bu yemini bozup kefâretini öde! Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah'a isyan olan bir konuda, akrabalık bağını kesmede ve sahip olunmayan bir şeyde yemin ve adak olmaz» buyurduğunu işittim."

Nesâî ve İbn Mâce, Mâlik el-Cüşemî'den bildiriyor:

Resûlallah! Bazen amcam oğlu yanıma gelip bir şeyler ister, ben de ona bir şey vermemeye ve aramızdaki bağı kesmeye yemin ederim" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ettiğin böylesi yeminleri bozup kefaretini öde" buyurdu.

225

"Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Ancak kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır. Halim'dir."

Mâlik, Muvattâ'da, Vekî', Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, Buhârî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî değişik kanallardan bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..."âyeti kişinin, rastgele:

“Hayır vallahi! Evet vallahi! Olmaz vallahi!" demesi hakkında nazil olmuştur.

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Hibbân, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh'a rastgele edilen yeminler konusu sorulunca şöyle dedi: Hazret-i Âişe'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tür yeminler için:

“Kişinin, rastgele: «Hayır vallahi! Evet vallahi!» demesidir" buyurmuştur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken:

“Kişilerin münakaşa ederken çok da önemsemeden laf arasında ettikleri yeminlerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kasıtsız yeminler kişilerin şakalaşırken veya bu yönde sohbet ederken: «Vallahi hayır! Vallahi evet» şeklinde gelişigüzel sarfettikleri yeminlerdir. Bunların kefâreti olmaz. Kefâret, kişinin kasıtlı ve bilerek bir şeyi yapmaya yemin etmesi ve onu yapmaması durumunda gerekli olur."

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)yanında ashabından biriyle ok atışı yapan bir topluluğun yanından geçti. Adamın biri oku atıp:

“Vallahi hedefi vurdum! Hayır, vallahi vuramamışım!" dedi. Allah Resûlünün yanındaki kişi:

Resûlallah! Bu adam yeminini bozdu!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! Böylesi okçuların ettikleri yeminler kasıtsızdır. Böylesi yeminlerin de ne kefareti, ne de cezası olur" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbn Amr:

“Kasıtsız yeminler kişinin laf arasında: «Vallahi hayır! Vallahi evet» şeklinde ettiği yeminlerdir" derlerdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kasıtsız yeminler kişinin laf arasında:

“Vallahi hayır! Vallahi evet" şeklinde ettiği yeminlerdir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Tâvus vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kasıtsız yeminler öfkeli anında ettiğin yeminlerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz.." âyetini şöyle yorumlardı:

“Birinizin doğru olarak düşündüğü bir şey hakkında yemin etmesi, ancak o şeyin düşündüğü gibi çıkmamasıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in Atiyye b. Avf vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kasıtsız yeminler, kişinin doğru olarak bildiği şey konusunda yemin etmesi, ancak o şeyin düşündüğü gibi doğru çıkmamasıdır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin iyi olmayan, zarar getiren bir şeyi yapma veya yapmama konusunda yemin etmesi, ancak sonradan kendi düşündüğünden daha hayırlı olanını görmesi durumudur. İşte bu durumda Yüce Allah kişinin ettiği yemini bozup keffaretini ödemesini ve daha hayırlı gördüğü şeye yönelmesini emretmiştir. Kasıtsız yeminlerden biri de kişinin doğru sandığı bir şeyde yemin etmesi, ancak bu konudaki sanrısının yanlış çıkmasıdır. Bu durumda da kişi ettiği yeminin kefâretini öder, ancak böylesi bir yeminden dolayı günahı olmaz."

İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kasıtsız ve boş yeminler Yüce Allah'ın sana helal kıldığı şeyi sana haram kılan yeminlerdir. Böylesi yeminlerin kefâreti olmaz. "...Ancak kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar..." buyruğunda belirtilen yemin ise kişinin kasıtlı ve kalpten gelerek kötü olan bir konuda ettiği yemindir ki bu yemini bozmanın kefâreti vardır."

Vekî', Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin, namaz kılmama veya hayır işlememe gibi Allah'a masiyeti barındıran konularda ettiği yeminlerdir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin, bir konuda yemin edip sonradan bunu unutmasıdır. Böylesi bir durumda Yüce Allah onu bu yemininden sorumlu tutmaz, ancak kefâretini de ödemesi gerekir."

Abd b. Humeyd ile Ebu'ş-Şeyh'in Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre Süleymân b. Yesâr:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken:

“Hata ile ve kasıtsız olarak yapılan yeminlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe, kişinin:

“Hayır vallahi! Evet vallahi!" demesi konusunda:

“Bu tür ifadeler Arapların konuşma üslubundandır ve yeminden sayılmazlar" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhim:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken:

“kişinin doğru veya yalan olarak gördüğü, sandığı bir konuda ettiği yemindir. Bunlar kasıtsız yeminlerdir ve Yüce Allah bu tür yeminlerden dolayı kişiyi sorumlu tutmaz" demiştir. "...Ancak kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar..." âyetini açıklarken de:

“Kişinin, yalan söylediğini bildiği halde bir konuda yemin etmesidir. İşte Yüce Allah'ın kişiyi sorumlu tutacağı yemin budur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildiriyor: Bazıları helal olan şeyleri kendilerine haram kılmak için yemin ettiler ve:

“Şayet bu şekilde yemin eder helal olan şeyleri kendimize haram edersek, bu yeminimizi yerine getirmemiz lazım" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah adına ettiğiniz yeminleri, iyilik yapmaya, kötülükten sakınmaya ve insanların arasını bulmaya engel kılmayın..." âyetini indirdi, ancak edilen bu tür yeminler için herhangi bir kefâretten söz etmedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cariyesini kendisine haram kıldığı zaman da Yüce Allah:

“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah şüphesiz size, yeminlerinizi keffaretle geri almanızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur. O, bilendir, Hakim'dir" âyetlerini indirdi, cariyeyi kendine haram kılan yeminin kefaretini ödeyip cariyesine dönmesini emretti. Allah Resûlü de ettiği bu yeminin kefâretini ödedi. Daha sonra Yüce Allah:

“Allah sizi rastgele yeminlerinizden sorumlu tutmaz..." âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah bağışlayandır, Halim'dir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bu şekilde ettiğin yeminleri görmezden gelip sizleri sorumlu tutmamış, bu yeminler için herhangi bir kefâret kılmamıştır, anlamındadır. Ancak daha sonra yemin kefâreti konusundaki hüküm nazil olmuştur."

226

"Eşlerine yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay bekleme suresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Abdurrezzâk, Ebû Ubeyd, Fedâil'de, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifde bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“îlâ denilen yemin (kasem)dir. Bu yeminden kasıt da îlâ'dır" derdi.

İbnu'l-Münzir, Ubey b. Ka'b'dan bu ifadenin benzerini zikreder.

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde, Hammâd'dan bildiriyor:

“Ubey'yin mushafında bu âyeti: (.....) lafzıyla okudum."

Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“İlâ, kişinin karısıyla asla cinsel ilişkiye girmeyeceğine dair Allah adına yemin etmesidir"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eşlerine yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ayet karısıyla cinsel ilişkiye girmeyeceğine dair Allah adına yemin eden kişi hakkındadır. Bu kişi yeminin üzerinden dört ay bekler. Şayet bu süre içinde karısına yaklaşırsa (ilişkiye girerse) ettiği yeminin kefâretini öder. Ancak yemininin üzerinden dört ay geçmesine rağmen yaklaşmazsa kadı, ya karısına dönmesi ya da kararlılığını devam ettirip karısını boşaması arasında kendisini tercihte bırakır ki bu konuda Yüce Allah'ın emri böyledir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Taberânî, Beyhakî ve Hatîb, Tâli't- Talhîs'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Câhiliyye döneminde tlâın süresi bir, iki yıl hatta daha fazla idi. Yüce Allah bu âyetle bu süreyi clört aya indirdi. Dört aydan daha az süren bu tür yeminleri deîlâ hükmünde saymadı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: Eşlerine yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ayet, karısı için: «Vallahi başımız aynı yastıkta bir araya gelmeyecek, sana yaklaşmayacağım ve seninle ilişkiye girmeyeceğim!» şeklinde yemin eden kişiden bahsetmektedir. Câhiliyye insanları böylesi bir yemini talak olarak sayarlardı. Yüce Allah bu âyetle bu şekilde yapılan yemine dört aylık bir süre tanıdı. Kişi bu süre bitmeden karısına yaklaşırsa ettiği yeminin kefâretini öder, kadın da karısı olarak kalır. Ancak yemininin üzerinden dört ay geçmesine rağmen karısına yaklaşmazsa talak gerçekleşmiş sayılır. Artık kocasına dönüp dönmeme kararı kadına kalmıştır. Koca bir daha onunla evlenmek istediği zaman herhangi birisi gibi ona talip olmalıdır. Fakat koca bu şekilde boşanan karısına iddeti içinde talip olabiliyorken bir başkası iddet bitmeden ona talip olamaz. Koca onunla bir daha evlendiği zaman bir talak gerçekleşmiş ve iki talak hakkı kalmış olur."

Abd b. Humeyd ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Cinsel ilişkiye engel olan her türlü yemin, îlâdan sayılır."

Abd b. Humeyd, İbrâhim ile Şa'bî'den bu fetvanın benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yemin olmadan îlâ da olmaz" demiştir.

Abd b. Humeyd, Saîd b. el-Müseyyeb ile Süleymân b. Yesâr'dan bildiriyor: Hâlid b. Saîd b. el-Âs karısından bir yıl boyunca uzak durdu, ancak ondan uzak duracağına dair yemini yoktu. Bunun üzerine Hazret-i Âişe ona:

“îlâ hakkındaki âyeti okumuyor musun? Karından dört aydan fazla uzak duramazsın!" dedi.

Abd b. Humeyd, Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr'den bildiriyor:

“Hazret-i Âişe'nin, karısından uzunca bir süre uzak duran Hâlid b. el-Âs'a nasihat ederken şöyle dediğini işittim:

“Ey Hâlid! Karından uzak durma süresini uzatmaktan sakın! Zira karısıyla îlâ yapan kişiye Yüce Allah'ın tanıdığı sürenin ne kadar olduğunu biliyorsun. Yüce Allah kişiye bu yönde dört aylık bir süre tanıdı. Sakın bu süreyi aşma!"

Muhammed b. Müslim der ki:

“Bildiğimiz kadarıyla îlâ sonrası dört ayı geçiren ve bundan dolayı boşanan birileri olmamıştır. Hazret-i Âişe de sadece karısına karşı ona nasihatlerde bulunmuş ve süreyi uzatarak îlâ yapmış olma durumuna düşmemesini istemiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“îlâ ancak öfkeli anlarda gerçekleşir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor:

“Biri öfke anında, biri de rıza(sakin) anında yapılanı olmak üzere iki çeşit îlâ vardır. Öfke anında yapılan îlâın üzerinden dört ay geçtiği zaman kadın kocasından bâin bir şekilde boş olur. Rıza anında yapılan îlâın ise bir hükmü yoktur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Atiyye b. Cübeyr'den bildiriyor: Benimle akrabalığı bulunan bir bebeğin annesi ölünce babam bu bebeği emziren anneme, onu sütten kesmezse kendisiyle ilişkiye girmeyeceğine dair yemin etti. Aradan dört ay geçince babama:

“Karın senden bâin bir şekilde boş oldu!" dediler. Babam Hazret-i Ali'ye gidip durumu anlatınca, Hazret-i Ali:

“Şayet ortada bulunan bir zarardan dolayı böylesi bir yemin ettiysen karın senden bâin bir şekilde boş oldu demektir. Ancak ortada herhangi bir zarar yoksa ettiğin yeminin bir hükmü yoktur" dedi.

Abd b. Humeyd, Ümmü Atiyye'den bildiriyor: Bizim aileden birinin bir erkek çocuğu oldu. Bu çocuk diğerlerinden daha besili ve iri olunca, babasına:

“Bu çocuğu diğerlerinden daha fazla besliyorsunuz!" dediler. Babası da:

“Vallahi annesi onu sütten kesmedikçe kendisiyle ilişkiye girmeyeceğim!" diye yemin etti. Aradan dört aylık bir süre geçince de babasına:

“Vallahi karın senden boş oldu!" dediler. Bunun üzerine adam ile karısı Hazret-i Ali'nin huzurunda davalaştılar. Hazret-i Ali, adama:

“Bu yemini keyfî mi yaptın, yoksa ona öfkelenip de ettin?" diye sorunca, adam:

“Keyfî yapmadım, diğer çocuklarımın da iyiliğini düşünüyordum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hazret-i Ali:

“İyi bir şeyi düşünüyorsan, o zaman bu yeminle îlâ olmaz" dedi.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Ali'ye geldi ve:

“İki yıl boyunca karımla ilişkiye girmeyeceğime dair yemin ettim" dedi. Hazret-i Ali:

“Böylesi bir yeminle îlâ yapmışsın" karşılığını verdi. Adam:

“Ama çocuğumu emzirmesi için böylesi bir yemini ettim" deyince, Hazret-i Ali:

“O zaman ortada îlâ yoktur" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye, karısına:

“Vallahi çocuğu sütten kesmedikçe seninle ilişkiye girmeyeceğim!" diyen kişinin durumu sorulunca:

“Vallahi bundan dolayı demişse îlâ olmaz" karşılığını vermiştir.

Abd b. Humeyd, Hammâd'dan bildiriyor: İbrâhîm(-i Nehaî)'ye, kişinin bebeğe acıdığı için onu emziren karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin eden kişinin durumunu sorduğumda şöyle dedi:

“Ben îlâın sadece öfke anında olabileceğini düşünüyorum. Zira Yüce Allah:

“...Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurur ki ancak öfkeden dönme olur." İbrâhim ayrıca:

“Bu konuda bir şey diyemem" demiştir.

Ravi der ki: Hammâd da:

“Bu konuda bir şey diyemem" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Yezîd b. el-Asam'dan bildiriyor: Bir kadınla evlenmiştim. İbn Abbâs'la karşılaştığımda ona:

“Yezîd'in kızı Tehlel ile evlendim. Ancak huyunun bozuk olduğunu söylediler. Ben de evden çıktığımda onunla konuşmamaya dair yemin ettim" dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Dört ay geçmeden önce ona yaklaşmaya bak" dedi.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Mansûr'dan bildiriyor: İbrâhîm(-i Nehaî)'ye, karısıyla konuşmayacağına dair yemin eden ve dört ay geçmesine rağmen kadınla ilişkiye girmeyen kişinin durumunu sorduğumda:

“îlâ cinsel ilişkiye girmeme üzere edilen yeminde olur. Ancak ben bunun îlâ olmasından da korkuyorum" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi bir, iki, üç ay veya dört aydan daha az bir süreliğine karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin ettiği zaman yemini geçerli olur, ancak îlâ olmaz."

Şâfiî, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor:

“Dört aydan daha az bir süreliğine edilen yeminlerde îlâ olmaz."

Abd b. Humeyd, Atâ'dan bildiriyor:

“Kişi bu yönde bir aylığına dahi yemin etse îlâ olur."

Abd b. Humeyd, Hakem'den bildiriyor: Adamın biri bir ay boyunca karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin etti. Ancak dört ay geçmesine rağmen ona yaklaşmadı. Bu kişinin durumu hakkında İbrâhim en-Nehâi:

“îlâ gerçekleşmiştir ve karısı ondan bâin bir şekilde boş olmuştur" dedi.

Abd b. Humeyd, Vebere'den bildiriyor: Adamın biri on gün boyunca karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin etti. Ancak dört ay geçmesine rağmen ona yaklaşmadı. Abdullah'a gelip durumunu sorunca Abdullah îlâın gerçekleştiğini söyledi.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Leylâ'dan bildiriyor:

“Kişi bir gün veya bir geceliğine karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin ettiği zaman (şayet dört ay geçip de hâlâ yaklaşmamışsa) îlâ gerçekleşmiş olur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), karısına:

“Vallahi bu gece seninle ilişkiye girmeyeceğim!" diyen ve böyle dediği için ondan ayrı kaldığı süre dört ayı aşan kişinin îlâ yapmış olacağını söyledi.

Ebû Ubeyd, Fedâil'de  ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“îlâda dönüş (fey') cinsel ilişkiyle gerçekleşir" demiştir.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“îlâda dönüş (fey') cinsel ilişkiyle olur" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“îlâda dönüş (fey') cinsel ilişkiyle olur" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“îlâda dönüş (fey') iki tarafın anlaşıp razı olmasıyla olur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“îlâda dönüş (fey') iki tarafın anlaşıp razı olmasıyla olur" demiştir.

Abd b. Humeyd, Şa'bî'den bildiriyor: İbn Mes'ûd:

“îlâda dönüş (fey') cinsel ilişkiyle olur" dedi.

Ravi der ki: Şa'bî'ye:

“Mesrûk'e bunu kimden rivayet ettiğini sorsaydın ya" denilince, Şa'bî:

“Mesrûk, bunu kendisine sormayacak kadar gözümde değerliydi" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“îlâ'ı bitirme, kişinin buna dair şahit tutmasıyla olur" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te ve Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“îlâda dönüş (fey') cinsel ilişkiyle olur. Ancak kişinin hastalık, hapis gibi bir özürden dolayı ilişkiye girme imkanı yoksa yemininden döndüğünü diliyle söylemesi yeterli olur."

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kişi îlâ'ı bitirmek ister de hastalık, yolculuk, hapis ve benzeri şeylerden dolayı ilişkiye giremezse yemininden döndüğüne dair şahit tutmalıdır."

Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şa'sâ'dan bildiriyor: Alkame'ye, karısıyla îlâ yapan, sonradan bundan dönen, ancak kadının loğusa veya buna benzer bir sorunu olması dolayısıyla onunla ilişkiye giremeyen kişinin durumunu sorduğumda:

“Kişi samimi bir şekilde dönüp bunu diliyle ifade etmesi ve her ikisinin razı olması îlâ'ın bittiğini gösterir" dedi.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'ş-Şa'sâ:

“Kişi îlâ'dan döndüğünü diliyle ifade etmedikten sonra îlâ bitmiş olmaz" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe:

“Kişinin kendi kendine îlâ'dan döndüğünü düşünmesi yeterli olur" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Kişi karısıyla îlâ yaptığı zaman dört aylık süre bitmeden onunla ilişkiye girerse ettiği yemine kefâret gerekmez. Zira Yüce Allah:

“...Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" buyurur ki burada edilen yeminin bağışlandığı bildirilmiştir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Öncekiler:

“...Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetine dayanarak kişinin îlâ'dan dönmesini ettiği yeminin kefâreti sayarlardı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit:

“îlâ'dan dönen kişinin ettiği yemin için kefâret ödemesi gerekir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kişi îlâ'dan dönerse ettiği yeminin kefâretini öder. Dönmez de dört aylık süre biterse karısı bir talakla boşanmış olur. Sonrasında kadın geri dönüp dönmeme konusunda özgürdür" demiştir.

227

"Şayet boşanmaya kararlı iseler, bilsinler ki Allah şüphesiz işitir ve bilir"

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, îlâ konusunda şöyle demiştir:

“îlâın üzerinden dört ay geçtikten sonra hanımı hemen ondan boş olmaz. Ancak kocanın ya boşaması ya da kadına geri dönmesi istenir."

Şâfiî, İbn Cerîr ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor:

“Hazret-iOsmân, îlâ yapan kişinin dört ay geçtikten sonra boşaması veya geri dönmesi konusunda karar vermesini isterdi." Diğer bir lafızda ise şöyle geçer:

“Erkeğin boşama veya geri dönme konusunda karar vermesi istenmedikten sonra sadece îlâ'ın üzerinden dört ay geçmesi boşamayı vâki kılmaz."

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle derdi:

“Kişi karısıyla îlâ yaptığı zaman aradan dört ay geçse de erkeğin boşama veya geri dönme konusunda karar vermesi istenmedikten sonra talak gerçekleşmez."

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Karısıyla îlâ yapan erkeğin dört ay geçmesinin ardından karısını boşaması veya ona geri dönmesi istenir. Boşama veya geri dönme konusunda karar vermesi istenmedikten sonra sadece îlâ'ın üzerinden dört ay geçmesi boşamayı vâki kılmaz."

Buhârî ile Abd b. Humeyd, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında belirttiği îlâ, dört aydan sonra devam ettirilmesi helal olmayan îlâdır. Dört ay sonrasında bunu yapan kişi, artık ya karısına dönüp onu yanında güzellikle tutmalı ya da emredilen şekilde onu boşamalıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, karısıyla îlâ yapan kişi hakkında:

“îlâ'ın üzerinden dört ay geçtikten sonra erkeğin, kadını ya boşaması ya da ona geri dönmesi istenir" demiştir.

Şâfiî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'ye, karısıyla ilişkiye girmeyeceğine dair yemin eden ve ondan beş ay boyunca uzak duran kişinin durumu sorulduğunda, erkeğin boşaması veya geri dönmesi istenmedikçe boşanmanın gerçekleşmeyeceğini düşünür ve şöyle derdi:

“Yüce Allah bu konuda ne demiştir? Süre sonunda kadın ya iyilikle tutulmalı ya da güzellikle salıverilmelidir."

Abdurrezzâk, Musannef’te ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Zer ile Hazret-i Âişe:

“Süre bitiminde îlâ yapan erkeğin ya kadına geri dönmesi ya da onu boşaması istenir" demişlerdir.

Şâfiî ile Beyhakî, Süleymân b. Yesâr'dan bildiriyor:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından on küsur kişiye yetiştim. Hepsi de bu konuda:

“Süre bitiminde îlâ yapan kişinin ya dönmesi ya da boşaması istenir" diyordu.

İbn Cerîr, Dârakutnî ve Beyhakî, Süheyl b. Ebî Sâlih'ten, o da babasından bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) on iki sahabisine karısıyla îlâ yapan kişinin durumunu sordum. Hepsi de:

“Dört ay geçene kadar herhangi bir şey yoktur. Ancak dört ay geçtikten sonra ya dönmesi ya da boşaması istenir" dediler.

Beyhakî, Zeyd b. Sâbit'in azatlısı Sâbit b. Ubeyde'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından on iki kişi:

“Süre bitiminde erkekten ya dönmesi veya boşaması istenmedikçe îlâ'da boşama olmaz" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Osmân b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Zeyd b. Sâbit, İbn Mes'ûd, İbn Ömer ve İbn Abbâs şöyle demişlerdir:

“îlâ sonrası dört ay geçtikten sonra erkek karısına dönmezse bir talak gerçekleşmiş olur. Böylesi bir talak gerçekleştikten sonra da kadının kocasına dönüp dönmemesi kendi isteğine kalmıştır."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“îlâ sonrası dört ayın geçmesi boşanmada kararlılık anlamına gelir" demiştir.

Abd b. Humeyd, Eyyûb'den bildiriyor: İbn Cübeyr'e:

“İbn Abbâs, «îlâ'ın üzerinden dört ay geçtiği zaman kadın bâin bir şekilde boş olur ve iddet beklemeden de başkasıyla evlenebilir" der miydi?» diye sorduğumda:

“Evet!" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“îlâ'ın üzerinden dört ay geçmesi halinde kadın bâin bir şekilde boş olur. Sonrasında kadın iddet olarak üç temizlik dönemi bekler. Kadına iddeti içindeyken kocası talip olabiliyorken başkası talip olamaz. Ancak iddet bittiğinde kocası veya bir başkası ona talip olabilir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali, îlâ konusunda şöyle demiştir:

“Üzerinden dört ay geçtikten sonra kadın bir talakla bâin bir şekilde ondan boş olur. İddeti bitinceye kadar da ne kocası, ne de bir başkası ona talip olabilir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), karısına:

“Bir yıla kadar seninle ilişkiye girersem benden üç talakla boş ol" diyen kişi hakkında şöyle demiştir:

“Bir sene bitmeden onunla ilişkiye girerse kadın üç talakla boş olur. Dört ay boyunca da ona yaklaşmadığı zaman bir talakla bâin bir şekilde ondan boş olur. Bu şekilde (ilâ durumundan) ondan boş olup da yılı tamamlamadan onunla bir daha evlenirse yıl bitmeden onunla ilişkiye girmesi gerekir. Böyle yaptığı zaman ettiği yemin düşmüş olur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd, "Bir yıla kadar seninle ilişkiye girersem benden boş ol" diyen kişi hakkında şöyle demiştir:

“Bir sene bitmeden onunla ilişkiye girerse kadın ondan boş olur. Dört ay boyunca da ona yaklaşmadığı zaman bir talakla bâin bir şekilde ondan boş olur. Bu şekilde ondan boş olup da yılı tamamlamadan onunla bir daha evlenirse o yıl bitmeden onunla ilişkiye girmemesi lazımdır. Böyle yaptığı zaman da îlâ yapmış sayılmaz."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), "Bir yıla kadar seninle ilişkiye girersem benden boş ol" diyen kişi hakkında şöyle demiştir:

“Bir sene bitmeden onunla ilişkiye girerse kadın ondan bâin bir şekilde boş olur. Dört ay boyunca da ona yaklaşmadığı zaman bir talakla ondan boş olur. Bu şekilde ondan boş olup yılı tamamlamadan onunla bir daha evlenirse ve o yıl bitmeden onunla ilişkiye girerse yine bâin bir şekilde ondan boş olur.

Evlendikten sonra dört ay boyunca onunla ilişkiye girmediği zaman ikinci bir îlâ yapmış olur."

Mâlik'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Bekr b. Abdirrahman, karısıyla îlâ yapan kişi hakkında:

“İlişkiye girmeden dört ay geçmesi halinde bir talakla kadın ondan boş olur. Kadın iddeti içindeyken de kocası onu döndürme hakkına sahiptir" demişlerdir.

Mâlik'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“Kölenin yaptığı îlâ hür kişinin yaptığı îlâ gibidir ve kişiye bazı yükümlülükler getirir. Ancak kölenin îlâ'ında süre iki aydır" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Kölenin îlâ'ında süre iki aydır" demiştir.

Abdurrezzâk, Ma'mer vasıtasıyla bildirdiğine göre Zührî:

“Kölenin hür olan karısına yaptığı îlâ'da süre dört aydır" demiştir.

Abdurrezzâk, Ma'mer vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde:

“Kölenin hür olan karısına yaptığı îlâ'da süre dört aydır" demiştir.

Mâlik, Abdullah b. Dînâr'dan bildiriyor: Bir gece Ömer b. el-Hattâb dışarı çıkınca bir kadının kendi kendine şöyle söylendiğini işitti:

"Geceler pek uzadı, karanlık koyulaştı

Yalnızım, yok hayat arkadaşım oynaşım olsun

Yemin olsun kendisinden korktuğum Allah'ım olmasaydı

Yatağıma birini alır hiç boş bırakmazdım. "

Bunun üzerine Ömer, kızı Hafsa'ya:

“Bir kadın kocasından ayrı ne kadar dayanabilir?" diye sordu. Hafsa:

“Dört veya altı ay" karşılığını verince, Ömer:

“Bundan sonra kimseyi orduda bu süreden daha fazla tutmayacağım!" dedi.

İbn İshâk ve İbn Ebi'd-Dünya, el-İşrâfta, İbn Abbâs'ın azatlısı Sâib b. Cübeyr'den -ki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına yetişmiş biridir- bildiriyor: Hazret-iÖmer'den naklen rivayet edilen şu hadiseyi hâlâ işitirim: Ömer, dışarı çıktığı bir gecede Medine sokaklarında dolaşırken -ki bunu sık sık yapardı- Araplardan, kapısını kapatmış bir kadının içerden şöyle diyen sesini işitti:

"Geceler pek uzadı, yıldızlar kayboluyor

Yalnızım, yok hayat arkadanım yatakta oynaşayım

Yemin olsun başka bir sebepten değil sadece Allah'ım olmasaydı

Yatağıma birini alır hiç boş bırakmazdım

İlk göz ağrım olmayan biriyle gece boyu eğlenirdim

Vücudu güzel, sarılmakla doyulamayacak biriyle

Ara ara benimle oynaşıp durur

Arada da hilal gibi karanlık gecelerimi aydınlatır

Yakınında bulunmak pek hoş tutardı kişiyi

Karşılıklı sevgilerimizle eğlenir dururduk

Ancak bizi her dem gözetenden korkarım

Hiç durmadan yaptıklarımızı kayda geçenden.

Ardından kadın derin bir iç geçirdi ve:

“Evimde yalnız, kocamdan ayrı kalmam ile nafakamın azalması Ömer b. el-Hattâb'ın pek de umurunda değil" dedi. Ömer de:

“Allah sana merhamet etsin!" karşılığını verdi. Sabah olunca kadına para ile giyecek verilmesini emretti. Valisine de bir mektup yazıp asker olan kocasının geri gönderilmesini söyledi.

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Hazret-iÖmer, kızı Hafsa'ya:

“Bir kadın kocasından ayrı ne kadar dayanabilir?" diye sordu. Hafsa:

“Altı ay" karşılığını verince, Ömer:

“Bundan sonra kimseyi orduda altı aydan daha fazla tutmayacağım!" dedi.

Zübeyr b. Bekkâr, Muvaffakiyyât'ta Muhammed b. Ma'n'dan bildiriyor: Kadının biri Ömer b. el-Hattâb'a geldi ve:

“Ey müminlerin emiri! Kocam gündüzlerini oruçla gecelerini de ibadetle geçiriyor. Allah'a bu şekilde itaat ve ibadet ederken onu sana şikayet etmeyi de doğrusu pek istemiyorum" dedi. Ömer:

“Kocanı bu şekilde iyi yönüyle zikrettiğin için Allah mükâfatını versin!" karşılığını verdi. Kadın birkaç kez aynı şeyleri söyledi Ömer de kadına aynı şekilde cevap verdi. Orada bulunan Ka'b b. Suver el-Esedî, Ömer'e:

“Kadınla kocası arasında hükmünü versene" deyince, Ömer:

“Kadının bu söylediklerinde de hüküm verilecek bir şey var mı?" karşılığını verdi. Ka'b:

“Kadın, yatağından uzak durduğu için kocasını sana şikayet ediyor ve bu yönde hakkı olanı istiyor" deyince, Ömer:

“Madem sen olayı böyle anlamışsın o zaman hükmü de sen ver" karşılığını verdi. Ka'b:

“Kadının kocasını getirin" deyince, adam getirildi.

Ka'b adama:

“Karın senden şikayetçi" deyince, adam:

“Nafakası konusunda bir kusur mu etmişim?" diye sordu. Ka'b:

“Hayır!" karşılığını verince, kadın Ka'b'a şöyle dedi:

"Ey akıllı, kilim sahibi hâkim

Kocamıf gündüzleri namazgahı

Geceleri de ibadeti yatağımdan etti

Bir kadın olarak onu pek de övecek değilim. "

Karısının bu dediğine karşıhk adam da şöyle dedi:

"Beni yatağından ve onunla oynaşmaktan uzak tutan

Nahl Süresi ile yedi uzun sûrede

Nazil olan âyetlere bağlılığı mdandır

Ki Allah'ın Kitab'mda korkutan yeterince uyarı vardır.

Her iki tarafı dinleyen Ka 'b da şöyle dedi:

"Kadıların en iyisi adaletli olandır

Hakkı söyleyen ve hükmü açıklayandır

Be adam, bu kadının sende hakları vardır

Düşünürsen eğer dört günün biri bu kadınındır

Bu hüküm Yüce Allah'ın katındandır

Bu hakkı ona ver ve senden şikayetlerden kurtul. "

Sonrasında Ka'b adama şöyle dedi:

“Yüce Allah dört kadınla evlenmeyi sana helal kıldı. Bundan dolayıdır ki üç gün senindir. Bu üç günde dilediğin kadar Rabbine ibadet edersin. Bir gününü de bu kadına ayırırsın." Ka'b'ın bu hükmü karşısında Ömer de:

“Vallahi hangi yönüne şaşıracağımı bilemiyorum. Kadının derdini anlamana mı yoksa verdiğin bu hükme mi? Git, seni Basra kadısı yapıyorum" dedi.

Beyhakî, Delâil'de İbn Ömer'den bildiriyor: Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer b. el-Hattâb'la birlikte dışarıda yürüyordu. Önlerine bir kadın çıktı ve:

Resûlallah! Ben Müslüman, ama mahrum olan bir kadınım. Evimde de kadından farkı olmayan kocam bulunuyor" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana kocanı çağır" buyurdu. Kadın kocasını çağırdı. Kocası deri işiyle uğraşan biriydi. Allah Resûlü adama:

“Ey Allah'ın kulu! Karın öyle ne diyor?" diye sorunca, adam:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki (çok ilişkiden dolayı) başım bir an kuru kalmıyor" karşılığını verdi. Kadın da:

“Ayda bir kerecikten ne çıkar ki?" diye araya girdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadına:

“Kocanı sevmiyorsun değil mi?" diye sorunca, kadın:

“Evet" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başlarınızı birbirine yaklaştırın" buyurunca, ikisi de başlarını yaklaştırdılar. Allah Resûlü adamın alnını kadının alnına koydu ve:

“Allahım! Bunlara ülfet ver ve her birinin diğerine sevdir" diye dua etti.

Bir zaman sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine Ömer b. el-Hattâb'la birlikte dolaşırken kilimcilerin bulunduğu çarşıya uğradı. Aynı kadın karşılarına çıktı. Başında deri taşıyordu. Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görünce taşıdığı deriyi bir kenara attı ve yere kapanıp ayaklarını öpmeye başladı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kocanla aran nasıl?" diye sorunca, kadın:

“Sana lütuflarda bulunana andolsun ki onu eski yeni sahip olduğum bütün mallardan ve çocuklardan daha çok sever oldum" dedi. Bunun duyan Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şehadet ederim ki ben, Allah'ın Resulüyüm" buyurdu. Ömer de:

“Ben de şehadet ederim ki sen Allah'ın Resûlüsün!" dedi.

Ebû Ya'lâ ile Ebû Nuaym, Delâil'de Câbir b. Abdillah'tan benzerini zikreder.

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Ebû Zer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Âdemoğlu her eklemi için bir sadaka borcu ile güne başlar. Karşılaştığı kişilere selam vermesi sadakadır. İyiliği emretmesi sadakadır. Kötülükten sakındırması sadakadır. İnsanlara zararı dokunacak bir şeyi yoldan kaldırması sadakadır. Eşiyle ilişkiye girmesi de bir sadakadır." Ashab:

Resûlallah! Kişi hem şehvetini gideriyor, hem de bununla sadaka mı vermiş oluyor?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu şehvetini meşru olmayan bir yerde giderse günaha girmiş olmaz mıydı?" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şuab'da Ebû Zer'den bildiriyor:

Resûlallah! Zenginler mallarını kullanarak sevapların tümünü alıyorlar" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz (fakir)ler namaz kılıp, oruç tutup cihada katılmıyor musunuz?" diye sordu. "Evet, bunları yapıyoruz, ama onlar da bizim gibi namazlarını kılıyor, oruçlarını tutuyor ve cihada katılıyorlar. Ancak onlar sadaka veriyor biz ise veremiyoruz" dediğimde, şu karşılığı verdi:

“Sen de bu halinde birçok sadaka verebilirsin. Derdini anlatamayan birinin yerine konuşman ve sorununu yetkili birine iletmen, senin için bir sadakadır. İşitmeyen birinin yerine duyman ve sorununu yetkili birine iletmen senin için bir sadakadır. Görmeyen birine yardımcı olup yolu göstermen senin için bir sadakadır. Zayıf birine gücünle yardım edip yanında durman senin için bir sadakadır. İnsanlara zararı dokunacak bir şeyi yoldan kaldırman senin için bir sadakadır. Eşinle ilişkiye girmen de senin için bir sadakadır." Ona:

Resûlallah! Kişi şehvetini giderme karşılığında da mı ecir alacak?" dediğimde:

“Bu şehvetini meşru olmayan bir yerde giderse günaha girmiş olmaz mıydı?" diye sordu. "Evet, günaha girmiş olur" karşılığını verdiğimde:

“Kötülükten sakınmanın karşılığını bekliyorsunuz da iyi bir şeyi yapmanın mı karşılığını beklemiyorsunuz?" buyurdu.

Beyhakî, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eşinle ilişkiye girmende dahi sana ecir vardır" buyurdu. Ona:

“Şehvetimi gidermemde nasıl bir ecrim olacak ki?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ilişkiden bir oğlun olsa ve genç yaşta, tam da hayrını beklediğin bir zamanda ölse bunun karşılığını Allah'tan beklemez miydin?" diye sordu. "Evet, beklerdim" dediğimde:

“Pek, onu sen mi yaratmış olacaktın?" diye sordu. "Hayır! Tabi ki Allah yaratmış olacaktı" dediğimde:

“Peki, onu hidayete sen mi erdirecektin?" diye sordu. "Hayır! Tabi ki Allah erdirmiş olacaktı" dediğimde:

“Peki, rızkını sen mi verecektin?" diye sordu. "Hayır! Tabi ki rızkını Allah verecekti" dediğimde ise şöyle buyurdu:

“Aynı şekilde şehvetini haram yerlerden uzak tut ve sana helal olan yerlerde gider. Yüce Allah dilerse bu ilişkiden gelecek olanı yaşatır, dilerse de öldürür. Sana da ecrini verir.

İbnu's-Sünnî, et-Tibbu'n-Nebez;?de, Ebû Nuaym, et-Tıbbu'n-Nebevî'de ve Beyhakî, Şuabül-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz eşiyle günde bir defa ilişkiye giremez mi ki? Zira kendi guslü ile eşinin guslü karşılığında her bir ilişkide kendisine iki ecir vardır. "

Beyhakî, Sünen'de Ömer b. el-Hattâb'dan bildiriyor:

“Vallahi Allah'ı tesbih edecek bir can çıkar diye bazen zorla cinsel ilişkiye giriyorum."

Abdurrezzâk, Musannef’te Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Bana ulaşana göre kadının biri Ömer b. el-Hattâb'a gelip, kocasının kendisiyle ilişkiye girmediğinden yakındı. Ömer de haber gönderip kocasını yanına çağırttı ve durumu sordu. Adam:

“Yaşlandım ve artık buna yetecek gücüm kalmadı" dedi. Ömer:

“Ayda bir defa onunla birlikte oluyor musun?" diye sorunca, adam:

“Daha fazla oluyorum" dedi. Ömer:

“Ayda kaç defa birlikte oluyorsun?" diye sorunca, adam:

“Hayızdan temizlendiği her bir dönemde bir defa birlikte oluyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Kadın için bu kadarı yeterli olur" dedi.

228

"Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gönüne gerçekten înanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bîr derece üstünlüğe sahiptirler. Allah Azîz'dir, Hakim'dir"

Ebû Dâvud, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Esmâ binti Yezîd b. es- Seken el-Ensâriyye'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında kocam beni boşadı. O zamanlar boşanan kadınların henüz iddet bekleme mecburiyeti yoktu. Benim boşanmam üzerine Yüce Allah:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler.." âyetini indirdi. Boşandıktan sonra iddet beklemesi gerektiğine dair hakkında âyet indirilen ilk kadın da benim."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler..." âyetini açıklarken:

“Cahiliye döneminde boşanan kadınlar, iddet beklemezdi" demiştir.

Ebû Dâvud, Nesâî ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler..."âyeti ile, "Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır..." âyetinin genel hükmü:

"...Mümin kadınları nikahlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur..." istisnası ile neshedilip sınırlandırılmıştır."

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de , Dârakutnî ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Ayette geçen ifadesi, temizlik dönemi anlamına gelir."

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, İbn Şihâb'dan bildiriyor: Urve, Hazret-i Âişe'nin Hafsa binti Abdirrahman'ı (boşandıktan sonra) üçüncü hayzını görmeye başlamasıyla kendi evine gönderdiğini söyledi. Bunu Âbdurrahman'ın kızı Amre'ye zikrettiğimde şöyle dedi: Urve doğru söylemiş; zira bir takım kişiler bu konuda Hazret-i Âişe'yle tartışıp:

“Yüce Allah, Kitab'ında "Üç kurû'" beklemesi gerektiğini buyuruyor" dediklerinde Hazret-i Âişe onlara:

“Doğru söylüyorsunuz; ama kurû' ne demek biliyor musunuz? Kurû', (hayız değil) temizlik halleridir" karşılığını verdi.

İbn Şihâb der ki:

“Ebû Bekr b. Abdirrahman'ın da şöyle dediğini işittim:

“Fakihlerimizden karşılaştığım herkes bu konuda Hazret-i Âişe ile aynı şeyleri derdi."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer ile Zeyd b. Sâbit:

“Kurû', temizlik halleridir" derdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Amr b. Dînâr:

“Kurû', hayızlık dönemleridir" der ve bunu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına dayandırırdı.

İbn Cerîr ile Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Üç hayızlık dönemi" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç hayızlık dönemi beklerler" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor: Yüce Allah:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler..." buyurarak kadının beklemesi gereken iddeti üç hayızlık dönemi olarak belirtmiştir. Ancak bu genel hükümden kocasıyla ilişkiye girmeden boşanan kadınları istisna etmiş ve:

“Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden onları boşarsanız, onları sayacağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur..." buyurmuştur. Bu durumda olan bir kadın isterse boşandığı gün başkasıyla evlenebilir. İddet olarak üç hayızlık bir süre bekleme hükmünün dışında bırakılan diğer bir kadın da yaşlı olan kadındır ki Yüce Allah bu konuda:

“Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır..." buyurmuştur. Bu kadın hayız görmeyen yaşlı kadındır. Üç hayızlık dönemi hükmü dışındadır ve iddeti üç aydır. İddet olarak üç hayızlık bir süre bekleme hükmünün dışında bırakılan diğer bir kadın da hamile olan kadındır. Yüce Allah onlar için:

“...Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır..." buyurmuştur. Bu da üç hayızlık dönemi hükmü dışındadır ve doğum yapmasıyla iddeti biter.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, Musannef’te, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Urve ile Amre vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Kadın üçüncü hayızlık dönemine girdiği zaman kocasından bâin bir şekilde boş olur ve başkasıyla evlenebilir."

Amre der ki: Hazret-i Âişe: Âyette geçen «Kuru» ifadesi, hayızlık değil temizlik dönemleri anlamına gelir" derdi.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Zeyd b. Sâbit'ten bildiriyor:

“Kadın üçüncü hayızlık dönemine girdiği zaman kocasından bâin bir şekilde boş olur ve artık başkasıyla evlenebilir."

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kişi karısını boşadıktan sonra kadın üçüncü hayızlık dönemine girince artık ikisinin birbiriyle ilişkisi kalmaz. Bundan sonra ne kadın erkeğe, ne de erkek kadına varis olabilir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Alkame'den bildiriyor: Adamın biri karısını boşadı ve ondan uzak durdu. Kadın üçüncü hayızını da bitirip yıkanmaya hazırlanınca kocası geldi ve üç defa:

“Seni geri döndürüyorum!" dedi. Bunun üzerine her ikisi de davalaşmak üzere Ömer b. el-Hattâb'ın huzuruna çıktılar. Ömer, yanında bulunan İbn Mes'ûd'a:

“Bu konuda ne dersin?" diye sorunca, İbn Mes'ûd:

“Bana göre kadın, üçüncü hayızını bitirip yıkanıncaya ve namaz kendisine helal oluncaya kadar adam onda herkesten daha fazla hak sahibidir" karşılığını verdi. Ömer de:

“Ben de öyle düşünüyorum" dedi.

Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:

“Kadın başka erkeklere helal olacak şekilde üçüncü hayızını bitirip yıkanıncaya kadar kocası onu döndürebilir."

Abdurrezzâk ile Beyhakî, Ebû Ubeyde b. Abdillah b. Mes'ûd'dan bildiriyor: Hazret-iOsmân, birini Ubey'ye göndererek kişinin, boşadığı karısı üçüncü hayızını gördüğü zaman onu geri döndürmesi konusunu sordu. Ubey:

“Münafık birinden nasıl fetva vermesini beklersin?" karşılığını verdi. Osmân:

“Münafık biri olmandan Allah'a sığınırız. Sana münafık demekten de Allah'a sığınırız. Yine Müslümanken öyle bir duruma düşmüş olmandan ve bunu açıklığa kavuşturmadan ölmenden Allah'a sığınırız" deyince, Ubey de:

“Kadın üçüncü hayızını bitirip yıkanmadan ve namaz kendisine helal olmadan kocasının onu döndürmede hak sahibi olduğunu düşünüyorum" dedi.

Beyhakî, Hasan(-ı Basrî) vasıtasıyla bildirdiğine göre kişinin, boşadığı karısı üç hayızı gördükten sonra henüz yıkanmadan onu döndürmesi konusunda Ömer, Abdullah ve Ebû Mûsa:

“Üçüncü hayızını bitirip henüz yıkanmadıkça adam onu döndürmede hak sahibidir" demişlerdir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mûsa bu konuda:

“Kadın üçüncü hayızını bitirip yıkanmadan önce adam onu döndürmede hak sahibidir" demiştir.

Mâlik ile Şâfiî, Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan bildiriyor: Dedemin, biri Hâşim oğullarından, biri de Ensâr'dan olmak üzere iki hanımı vardı. Ensâr'dan olan ve çocuğunu emziren kadını boşadı. Bu kadın da çocuk emzirirken bir sene boyunca hayız görmezdi. Bu bir yılın bitiminde dedem vefat edince, Ensârlı olan bu kadın:

“Ben ona mirasçı olurum, zira hayız görmedim" dedi. Osmân huzurunda davalaştıklarında Osmân, Ensarlı olan kadını dedeme mirasçı kıldı. Dedemin Hâşim oğullarından olan karısı bu hükmünden dolayı Osmân'ı kınayınca, Osmân ona:

“Bu, amcan oğlunun (Ali b. Ebî Tâlib'in) görüşüdür. Kendisi böylesi bir konuda bu şekilde görüş bildirdi" dedi.

Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kişi karısını hayızlı iken boşadığı zaman bu hayızlık günleri iddetten sayılmaz."

Abdurrezzâk, İkrime'den bildiriyor: Âyette geçen "kurû"' ifadesi, temizlik değil hayızlık dönemleri anlamına gelir. Zira Yüce Allah:

“...Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın..." buyurmuş, ancak "kurû"' dememiştir.

Şâfiî, Abdullah b. Ebî Bekr'den bildiriyor: Ensâr'dan Habbân b. Munkiz adında biri sağlıklı iken karısını boşadı. Karısı küçük kızını emziriyordu. Çocuğu emzirdiği için de on yedi ay boyunca hayız görmedi. Bu arada Habbân hastalandı. Ona:

“Boşadığın bu karın sana mirasçı olmak istiyor" dediğimde Habbân, ailesine:

“Beni Osmân'a götürün!" dedi. Onu Osmân'a götürdüklerinde boşadığı karısının durumunu ona anlattı. Osmân da yanında bulunan Ali b. Ebî Tâlib ile Zeyd b. Sâbit'e:

“Bu konuda ne dersiniz?" diye sordu. Ali ile Zeyd şöyle dediler:

“Adamın ölmesi halinde kadının ona mirasçı olacağını düşünüyoruz. Kadının ölmesi halinde de adam ona mirasçı olur. Zira kadın hayız görmeyecek kadar yaşlı biri değil. Yine henüz hayız göremeyecek kadar küçük değil. Kadın uzun veya kısa sürse de göreceği hayıza göre iddet bekler." Bunun üzerine Habbân ailesinin yanına döndü, kızını da kadından aldı. Kadının kızı gidince emzirmesi de bitmiş oldu. Emzirmesinin bitmesiyle de birinci ve ikinci hayızını gördü. Üçüncü hayızını göremeden de Habbân öldü. Bunun üzerine kocası ölen kadın gibi iddet bekledi ve Habbân'a mirasçı oldu.

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cariye iki talakla tamamen boş olur. İddeti de iki hayızlık süresidir" buyurmuştur.

İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Ömer'den merfû hadis-i şerif olarak aynısını zikreder.

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit:

“Boşama erkeğe, iddet ise kadına aittir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-iAli, İbn Mes'ûd ile İbn Abbâs:

“Boşama erkeğe, iddet ise kadına aittir" demişlerdir.

Mâlik ile Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Boşama erkeğe iddet ise kadına aittir" demiştir.

Mâlik'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Müstehâza (özürlü) olan kadının iddeti bir yıldır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri boşanan bir kadın hamileliğini gizler, doğacak çocuğu başka bir adama nisbet ederdi. Bu âyetle Yüce Allah boşanan kadınların bunu yapmasını yasaklamıştır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah, boşanan bazı kadınların hamileliğini gizleyeceğini ve doğan çocuğu kocalarından başkasına nisbet edeceklerini bildiği için bunu yasaklamış ve önceden uyarmıştır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Rahimde gizlenecek şeyden kasıt, hamilelik ile hayızdır. Boşanan kadının, şayet hamile ise bunu gizlemesi helal değildir. Aynı şekilde hayız ise bunu da gizlemesi helal değildir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Rahimde gizlenecek şeyden kasıt, hayızlık ile bebektir. Boşanan kadının hayız görmediği halde: «Ben hayızım» demesi helal değildir. Aynı şekilde hamile olmadığı halde hamile olduğunu veya hamile olduğu halde hamile olmadığını söylemesi helal değildir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize ulaşana göre rahimde Allah'ın yarattığı ve gizlenen şey hamileliktir. Bunun hayız olduğu da bize ulaşmıştır."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti açıklarken:

“Rahimlerde gizlenenden kasıt, daha çok hayız durumudur" demiştir.

Saîd b. Mansûr ile Beyhakî'nin bildirdiğine göre İkrime:

“Bundan kasıt hayızlıktır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi karısını bir veya iki talakla boşadığı zaman kadın eğer hamileyse doğum yapmadıkça erkek onu döndürmede daha fazla hak sahibidir. Kadının da böylesi bir durumda hamileliğini gizlemesi helal değildir. "...Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz..."âyetinden kasıt da budur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ğifâr kabilesinden bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu adam karısını boşamış, ancak hamile olduğunun farkına varmadan geri döndürmüştü. Kadın adamın evine döndükten sonra da öldü, karnındaki bebek de öldü. Ölümünden birkaç gün sonra da Yüce Allah:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." âyetini indirmiştir. Bu âyet bir önceki âyetin hükmünü neshetmiş, erkeklerin kadınları nasıl boşayacaklarını ve iddetlerini nasıl gözeteceklerini bildirmiştir."

Vekî', Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler..." âyetini açıklarken:

“İddetleri içinde iken geri almada daha fazla hak sahibidirler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler..."âyetini açıklarken:

“İddetleri içinde iken ve üç talakla boşamamışsa geri almada daha fazla hak sahibidirler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadın hem Yüce Allah'a, hem de kocasına itaat ettiği zaman erkeğin onunla güzel bir birliktelik kurması, eziyet etmemesi ve nafakasını imkanı dahilinde temin etmesi gerekir."

Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Amr b. el-Ahvas'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bilin ki sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi kadınların da sizlerin üzerinde hakları vardır. Sizin onların üzerindeki hakkınız hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize almamaları ve eve girmelerine izin vermemeleridir. Onların sizin üzerinizdeki hakları da giyecek ve yiyeceklerini gerektiği gibi temin etmenizdir. "

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî, Muâviye b. Hayde el-Kuşeyrî'den bildiriyor: Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?" diye sorduğumda:

“Yediğin zaman ona da yedirmen, kendine giysi aldığın zaman ona da alman, yüzüne vurmaman, ona çirkin laflar etmemen ve ev dışında ona müstehcen şeyler söylememendir" buyurdu.

İbn Adiy, Kays b. Talk'dan, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi eşiyle ilişkiye girdiği zaman nasıl kendi ihtiyacını gidermek istiyorsa acele davranmasın (boşalmasın) ve karısının da ihtiyacını gidermesini beklesin" buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve Ebû Ya'lâ'nın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi eşiyle ilişkiye girdiği zaman onunla birlikte hareket etmeye çalışsın. Şayet karısından önce gelirse acele edip kalkmağın karısının da ihtiyacını görmesini (boşalmasını) beklesin" buyurmuştur. Abdurrezzâk'ın lafzı ise:

“Erkek ihtiyacını gördüğü zaman şayet kadın daha'görmemişse (boşalmakta) acele etmesin "şeklindedir.

Vekî', Süfyân b. Uyeyne, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Hanımımın nasıl bana süslenmesini ister ve seversem ben de ona karşı süslenmeyi severim. Zira Yüce Allah:

“...Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır..." buyurur. Ancak karşılıklı haklarımızın eşit olduğunu da söyleyemem. Çünkü Yüce Allah:

“...Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler..." buyurur."

İbn Mâce, Ümmü Seleme'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) koltukaltı tüylerini almak için hamam otu süründü ve kasıklarını bizzat kendisi temizledi."

Harâitî'nin Mesâviu'l-Ahlâk'ta, Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) koltukaltı tüylerini almak için birine hamam otu sürdürürdü. Göbek altına sıra geldiği zaman da kendi sürer temizlerdi.

İbn Asâkir'in Târih'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayda bir defa vücudundaki (koltukaltı ve kasıklardaki) tüyleri temizler, on beş günde bir de tırnaklarını keserdi.

Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'ye:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eve girdiği zaman ilk iş olarak ne yapardı?" diye sorulduğunda:

“İlk olarak dişlerini misvaklardı" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler..." âyetini açıklarken:

“Bu, Yüce Allah'ın bazı konularda erkeği kadına öncelemesidir. Cihad için öncelikli olarak erkeğin öne çıkması, mirasta kadından daha fazla pay alması gibi erkeğin kadından daha önde olduğu konulardır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler..." âyetini açıklarken:

“Bu üstünlük, erkeğin kadını boşayabilmesidir. Oysa kadının öylesi bir hakkı yoktur" demiştir.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler..." âyetini açıklarken:

“Bu üstünlük, yöneticilik işindedir" demiştir.

229

"Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bîr şey almanız sîze helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. Sîz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fîdye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerdir"

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Hişâm b. Urve'den, o da babasından bildiriyor: Önceleri kişi karısını boşadığı zaman iddet bitmeden onu geri döndürebilirdi. Bu şekilde kişi karısını bin defa boşamış olsa dahi başka bir adam ona talip olacağı zaman kadının iddetinin bitimine yakın onu geri döndürürdü. Kadına:

“Sana yaklaşmayacağım, ama benden başkasıyla de evlenemeyeceksin!" der ve onu tekrar boşardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." âyetini indirdi. Bu âyetin nazil olmasıyla da daha önce boşanan da boşanmayan da bu yeni hükmü uygulamaya başladı.

Tirmizî, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Hişâm b. Urve'den, onun da babasından naklen bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Önceleri kişi karısını dilediği sayıda boşayabilirdi. Yüz defa boşamış olsa dahi iddeti içindeyken onu geri döndürme hakkına da sahipti. Öyle ki adamın biri karısına:

“Tamamen benden boş olamayacaksın! Bunun yanında sana yaklaşmayacağım" dedi. Kadın ona:

“Bunu nasıl yapacaksın?" diye sorunca, adam:

“Seni boşayacağım, ancak iddetinin bitimine az kala seni geri döndüreceğim" dedi. Bu kadın yanıma geldi ve durumuna anlattı. Ben herhangi bir şey söylemedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince durumu ona bildirdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de herhangi bir şey söylemedi. Sonunda:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir..." âyeti nazil oldu. Bu âyetin nazil olmasıyla da daha önce boşanan da, boşanmayan da artık bu yeni hükmü uygulamaya başladı."

İbn Merdûye ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Önceleri boşamada bir sınır yoktu. Kişi dilediği kadar karısını boşar, iddeti bitmeden de onu geri döndürürdü. Bir adamın hanımıyla arasında herhangi bir çift gibi bazı sorunlar vardı. Kocası ona:

“Vallahi seni ne dul, ne de evli bırakacağım.'" dedi. Sonra onu boşamaya başladı. Her boşamasından sonra iddeti bitmeden de onu geri döndürüyordu. Bunu birkaç defa yapınca Yüce Allah:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..."âyetini indirdi ve boşamayı üç defayla sınırlandırdı. Âyete göre kişi birinci ve ikinci boşamada karısını döndürebilir, ancak üçüncüden sonra başkasıyla evlenip boşanmadıktan sonra artık bir daha onunla evlenemez.

İbnu'n-Neccâr'ın bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'ye kadının biri geldi ve boşama konusunda bir şeyler sordu. Hazret-i Âişe de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredince:

“Boşama iki defadır Bundan sonrası ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir..." âyeti nazil oldu.

Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç ay hali beklerler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi üç defa da boşamış olsa dahi karısını döndürmede herkesten daha fazla hak sahibi îdi. Ancak sonradan nazil olan:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." âyeti ile bu hüküm neshedilerek boşama sayısına sınır getirildi."

Abdurrezzâk, Sevrî'den bildirdiğine göre fakihlerden biri şöyle demiştir: Cahiliye döneminde kişi karısını istediği gibi ve istediği zamanda boşardı. Kadın da iddet beklemez boşandıktan sonra dilerse hemen başkasıyla evlenebilirdi. Bir defasında Eşca' kabilesinden bir adam Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Karımı boşadım, ancak başkasıyla evlenmesinden korkuyorum zira evlenirse karnındaki çocuğum başkasının olacak!" dedi. Bunun üzerine:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." âyeti nazil oldu. Bu âyet, Kur'ân'daki boşamayla ilgili tüm âyetlerin hükmünü neshetti,

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Boşama- iki defadır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Her bir boşamada bir hayızlık süre beklenir. Bu âyet daha önce boşama hakkında nazil olan âyetlerin hükmünü neshetti ve boşama sayısını üçle sınırlandırdı. Kişi karısını üç defa boşamadıktan sonra iddeti içindeyken onu geri döndürmede de hak sahibi kılındı."

Vekî', Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ebû Rezîn el-Esedî'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Yüce Allah: «Boşama iki defadır...» âyetinde iki talaktan bahsediliyor. Peki, üçüncüsü nerede?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üçüncüsü güzellikle salıvermedir" karşılığını verdi.

İbn Merdûye ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! «Boşama iki defadır...» âyetinde iki talaktan bahsediliyor. Peki, üçüncüsü nerede?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üçüncüsü de: «Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir» karşılığını verdi."

Tastî, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah:

“Boşama iki defadır..." buyurur. Cahiliye Arapları daha önce boşamanın üç defa olacağını biliyorlar mıydı?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Evet, cahiliye Arapları kadının üç talakla dönülmez bir şekilde boş olacağını bilirlerdi. Bilmez misin ki A'şâ, hanımının akrabaları tarafından karısını boşamaya zorlanmış, kendisine:

“Eşinin boşamadıkça sopa üzerinden kalkmayacak! Zira ona çok zararın dokundu!" denmiştir. Bunun üzerine A'şâ:

"Ey evimin kadım bil ki boşsun artık benden

Bazen güzellik bazen felaket, böyledir insanların hali" dedi.

Ancak hanımının akrabaları:

“Vallahi üç talakla onu boşamadıkça sopayı üzerinden kaldırmayız" dediler.

Bunun üzerine A'şâ:

"O zaman hâin bir şekilde benden boş ol ki sopadan daha iyidir

Zira kafamda şimşekler çakana kadar sopa inip kalkacak " dedi.

Hanımının akrabaları yine:

“Vallahi üç talakla onu boşamadıkça sopayı üzerinden kaldırmayız" diye ısrar edince de şöyle demiştir:

"Kınanmadan git, fercin de senin olsun

Sevgiyle ve muhabbetle dilediğine git

Kabilenden bir gençle evlen ki

Ben de senin gibi genç bir kızla evleneceğim.

Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Boşama iki defadır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadını temizken (hayızlı değilken) ve onunla cinsel ilişkiye girmeden boşar. Bir daha hayız görüp temizlendikten sonra ikinci defa boşar. Sonra bir daha hayız görene kadar bırakır. Üçüncü hayızını da bitirdikten sonra dilerse üçüncü defa boşar."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Boşama iki defadır..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek, kadını temizken (hayızlı değilken) ve onunla cinsel ilişkiye girmeden boşar. Bu boşamanın ardından bir hayız görüp temizlendiği zaman bir kur' tamamlanmış olur. Ardından isterse ilkinde olduğu gibi ikinci defa boşar. İkinci defa boşadıktan sonra kadın hayız görüp de temizlenince iki talak ile iki kur' tamamlanmış olur. Sonrası için Yüce Allah:

“...Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." buyurur. Bundan sonra koca kadını son hakkını kullanarak boşayabilir."

İbn Ebî Hâtim, Yezîd b. Habîb'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında bahsedilen güzellikle salıverme, boşama anlamındadır."

Beyhakî, Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve bazı sahabeler:

“Boşama iki defadır..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir:

“İki boşamadan kasıt, kişinin karısını geri döndürme hakkına sahip olacağı sınırdır. Kişi bir veya iki defa karısını boşadığı zaman ya geri döndürüp onu iyilikte yanında tutar ya da iddetinin bitmesini bekler. Bu durumda dönüp dönmeme kararı artık kadına kalmıştır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi karısını iki defa boşadığı zaman artık üçüncüsü konusunda Allah'tan korkmalıdır. İki boşamadan sonra ya geri döndürüp onu iyilikle yanında tutmalı veya güzellikle salıvermelidir. Kadının hakkını yememeli, ona haksızlık etmemelidir."

Şâfiî, Abdurrezzâk, Musannef te, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, bir kadınla evlilik akdi yapacağı zaman:

“Yüce Allah'ın emrettiği şekilde ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermek üzere seninle evleniyorum" derdi.

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın helal kıldığı şeyler arasında en sevmediği şey boşanmadır" buyurmuştur.

Bezzâr'ın Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şüpheli bir durum olmadıktan sonra kadınları boşamayın zira Yüce Allah erkek ve kadınlardan zevkine göre hareket edenleri sevmez" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Ey Muâz! Yüce Allah, dünya üzerinde yarattıkları içinde en sevdiği şey köle azat etmektir. Yeryüzünde boşanmadan daha kötü bir şey de yaratmış değildir" buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Zeyd b. Vehb'den bildiriyor: Medine'de çok şakacı bir adam vardı ve bu şekilde karısını bin talakla boşadı. Davası Ömer b. el-Hattâb'a intikal edince, Ömer ona bunu sordu. Adam:

“Ben sadece şaka yapıyordum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer ona sopasıyla vurdu ve:

“Üç defa boşaman yeterli olurdu" dedi.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, karısıyla henüz ilişkiye girmeden onu üç talakla boşayan kişi hakkında:

“Üç talakı da vermiş sayılır ve kadın başkasıyla evlenip boşanmadıktan sonra bir daha onunla evlenemez" dedi ve böyle birisinin kendisine getirilmesi halinde canını yakacağını söyledi.

Beyhakî'nin Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Ali, karısıyla henüz ilişkiye girmeden onu üç talakla boşayan kişi hakkında:

“Kadın başkasıyla evlenip boşanmadıktan sonra bir daha onunla evlenmesi helal olmaz" dedi.

Beyhakî, Habîb b. Ebî Sabît'ten, o da bazı arkadaşlarından naklen bildirdiğine göre adamın biri Hazret-i Ali'ye geldi ve:

“Karımı bin talakla boşadım" dedi. Hazret-i Ali de adama:

“Üç talak karını sana haram kılar. Kalan boşamalarını da diğer hanımların arasında paylaştır" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Alkame b. Kays'tan bildiriyor: Adamın biri İbn Mes'ûd'a geldi ve:

“Dün gece karımı yüz talakla boşadım" dedi. İbn Mes'ûd adama:

“Hepsini bir defada mı söyledin?" diye sorunca, adam:

“Evet!" karşılığını verdi. "Bununla karının tamamen senden boş olmasını mı istedin?" diye sorunca, adam:

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd:

“O zaman istediğin olmuştur" dedi.

Yanına başka bir adam daha geldi ve:

“Dün gece karımı gökteki yıldızlar sayısınca boşadım" dedi. İbn Mes'ûd adama:

“Hepsini bir defada mı söyledin?" diye sorunca, adam:

“Evet!" karşılığını verdi. "Bununla karının tamamen senden boş olmasını mı istedin?" diye sorunca, adam:

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd:

“O zaman istediğin olmuştur" dedi ve ekledi:

“Yüce Allah boşanma konusunu bizlere Açıklamıştır. Onun için Yüce Allah'ın belirttiği şekilde karısını boşayan kişi, açık bir şekilde boşamış demektir. Ancak boşamanın gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda şüphede kalan kişiyi bu şüphesinden sorumlu tutarız; zira kimsenin şüphesinin sorumluluğunu üstlenmeyiz. Böylesi bir durumda kişi neyi kastetmişse hüküm odur."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Henüz kendisiyle ilişkiye girilmeden üç talakla boşanan kadının durumu, kendisiyle ilişkiye girilip de üç talakla boşanan kadının durumu gibidir" demiştir.

Mâlik, Şâfiî, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Muhammed b. İyâs b. el-Bükeyr'den bildiriyor: Adamın biri karısını henüz onunla zifafa girmeden üç talakla boşadı. Ancak onunla yeniden evlenmek istedi ve bu yönde kendisine fetva verecek birini aradı. Ben de yanında fetva sormak üzere gittim. Konuyu Ebû Hureyre ile İbn Abbâs'a sorduğunda:

“Senden başkasıyla evlenip ondan boşanmadıktan sonra onunla evlenemezsin" karşılığını verdiler. Adam:

“Ancak ben onu aynı anda ve bir talak niyetiyle boşadım" deyince, İbn Abbâs:

“Elindeki nimeti kaçırdın!" karşılığını verdi.

Mâlik, Şâfiî, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Muâviye b. Ebî Ayyâş el-Ensârî'den bildiriyor: Abdullah b. ez-Zübeyr ve Âsim b. Ömer'le birlikte otururken Muhammed b. İyâs b. el-Bükeyr geldi ve:

“Çöl ahalisinden bir adam karısını henüz kendisiyle zifafa girmeden üç talakla boşadı. Bu konuda ne dersiniz?" diye sordu. İbnu'z-Zübeyr:

“Böylesi bir konuda bizim diyeceğimiz bir şey yok.

İbn Abbâs ile Ebû Hureyre'ye gidip sor. Onları Âişe'nin yanında bırakıp gelmiştim" dedi. Bunun üzerine Muhammed yanlarına gidip bunu sordu. İbn Abbâs, Ebû Hureyre'ye:

“Ey Ebû Hureyre! Zor bir mesele geldi, fetvayı ver!" deyince, Ebû Hureyre:

“Bir talakla kadın kendisinden bâin bir şekilde boş olur. Üç talakla da başkasıyla evlenip boşanmadıktan sonra kadın kendisine haram olur" dedi. İbn Abbâs da bu konuda aynı şeyi söyledi.

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, Atâ b. Yesâr'dan bildiriyor: Adamın biri, Abdullah b. Amr b. el-Âs'a gelerek, karısını henüz onunla ilişkiye girmeden önce üç talakla boşayan kişinin durumunu sordu. Ben:

“Kadın bakire iken kaç talakla boşanırsa boşansın tek talak sayılır" dediğimde, Abdullah b. Amr bana:

“Böylesi bir konuda hüküm vereceksen bilmelisin ki henüz bakire iken kadın bir talakla bâin bir şekilde boş olur. Üç talakla ise başka bir adamla evlenip boşanmadıktan sonra eski kocasına haram olur" karşılığını verdi.

Şâfiî ve Beyhakî, Mücâhid'den bildiriyor: Adamın biri İbn Abbâs'a:

“Karımı yüz talakla boşadım" deyince, İbn Abbâs:

“Üçünü kullanır, doksan yedisini atarsın" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Kişinin, henüz kendisiyle ilişkiye girmeden üç talakla boşadığı karısı, başkasıyla evlenip boşanmadan kendisine helal olmaz" demiştir.

Beyhakî, Kays b. Ebî Hâzım'dan bildiriyor: Benim de bulunduğum bir ortamda adamın biri Muğîre b. Şu'be'ye karısını yüz talakla boşayan kişinin durumunu sordu. Muğîre:

“Bunlardan üçüyle kadın adama haram olur, kalan doksan yedi tanesi de fazlalıktır" dedi.

Taberânî ve Beyhakî, Süveyd b. Ğafele'den bildiriyor: Has'em kabilesinden olan Âişe, Hazret-i Hasan'ın nikahındaydı. Hazret-i Ali öldürülünce Âişe:

“Halifelik sana hayırlı olsun!" dedi. Hazret-i Hasan da:

“Babam Ali'nin ölümüyle alay mı ediyorsun! Git, üç talakla boşsun!" karşılığını verdi. Sonrasında Âişe iddet giysilerini giyip iddet bitene kadar evinde kaldı. İddeti bitince Hazret-i Hasan mehrinden geriye kalan on bin dirhemi kendisine gönderdi. Hazret-i Hasan'ın gönderdiği adam dirhemlerle gelince, Âişe:

“Bırakıp giden sevgiliye nazaran pek değersiz bir mal" dedi. Hazret-i Hasan onun bu dediğini işitince ağladı ve şöyle dedi:

“Şayet dedemin (veya dedemden naklen babamın):

“Kişi iddetini de gözeterek karışım açıkça veya kapalı bir şekilde üç talakla boşadığı zaman, kadın başkasıyla evlenip boşanmadıkça kendisine haram olur" sözünü duymamış olsaydım onu kendime geri döndürürdüm."

Şâfiî, el-Ümm'de, Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî, Rükâne b. Abdi Yezîd'den bildiriyor: Karım Suhayme'yi kesin bir şekilde (üç talakla) boşadım. Durumu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattım ve:

“Ben sadece bir talakı kastetmiştim" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir talakı kastettiğine dair Allah adına yemin eder misin?" diye sorunca, ben:

“Vallahi sadece bir talakı kastettim" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) karımı bana döndürdü. Sonradan ikinci defa onu Ömer zamanında, üçüncü defa da Osmân zamanında boşadım.

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Ali b. Yezîd b. Rükâne'den, babasından, o da dedesinden naklen bildiriyor: Karımı kesin bir şekilde (üç talakla) boşadım. Konu için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğimde:

“Üç talaktan kastın neydi?" diye sordu. Ben:

“Kastım sadece bir talaktı" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir talakı kastettiğine dair Allah adına yemin eder misin?" diye sorunca, ben:

“Vallahi sadece bir talakı kastettim" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman dediğin gibidir" buyurdu ve karımı bana döndürdü.

Abdurrezzâk, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr dönemleri ile Ömer'in hilafetinin ilk iki yılında kişi aynı anda üç talak verdiği zaman bir talak sayılırdı. Ancak Ömer b. el-Hattâb:

“İnsanlar kendilerine mühlet verilen bir şeyde pek acele eder oldular. O zaman verilen üç talakı da geçerli sayalım" dedi ve sonrasında uygulama bu yönde oldu.

Şâfiî, Abdurrezzâk, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor: Ebu's-Sahbâ, İbn Abbâs'a:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr dönemleri ile Ömer'in hilafetinin ilk üç yılında aynı anda verilen üç talakın bir talak sayıldığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Evet, biliyorum" dedi.

Ebû Dâvud ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor: Ebu's-Sahbâ adında bir adam vardı ve İbn Abbâs'a çokça soru sorardı. Bir defasında ona:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr dönemleri ile Ömer'in hilafetinin ilk yıllarında kişi, henüz zifafa girmediği karısını aynı anda üç talakla boşadığı zaman bunun bir talak sayıldığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, biliyorum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr dönemleri ile Ömer'in hilafetinin ilk yıllarında kişi, henüz zifafa girmediği karısını aynı anda üç talakla boşadığı zaman bunu bir talak sayarlardı. Ancak Ömer insanların bunu abartıp çokça yaptıklarını görünce her üç talakı da geçerli saymaya başladı."

Abdurrezzâk, Ebû Dâvud ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abd Yezîd (Rükâne ile kardeşlerinin babası) karısı Ümmü Rükâne'yi boşadı ve Müzeyneli bir kadınla evlendi. Ancak yeni evlendiği kadın bir gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve saçından aldığı bir saç telini de göstererek:

“Bu kılın bana ne kadar faydası varsa kocamın (erkekliğinin) da ancak o kadar faydası var. Ondan ayrılmak istiyorum, bizi ayır" dedi. Bu sözüne karşılık Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdı ve Rükâne ile kardeşlerini çağırdı. Geldiklerinde içlerinden ikisini yanında oturanlara göstererek:

“Sizce de bu, şu şu yönlerden bu da şu şu yönlerden Abd Yezîd'e benzemiyor mu?" diye sordu. Yanında oturanlar:

“Evet, benziyor" dediklerinde, Abd Yezîd'e:

“Kadını boşa!" buyurdu. Abd Yezîd, Müzeyneli kadını boşadı. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Rükâne ile kadeşlerini annesi olan kadını döndür" buyurdu. Abd Yezîd:

Resûlallah! Ama onu üç talakla boşamıştım" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biliyorum, sen onu geri döndür" buyurdu ve:

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman, onları iddetleri içinde boşayın..." âyetini okudu.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Rükâne, karısını aynı anda üç talakla boşadı. Ancak daha sonra bunu yaptığı için çok üzüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Onu nasıl boşadın?" diye sorunca, Rükâne:

“Üç talakla boşadım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Aynı anda mı?" diye sorunca, Rükâne:

“Evet!" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu bir talak sayılır. İstersen onu döndürebilirsin" buyurdu. Rükâne de onu döndürdü.

Ravi der ki:

“İbn Abbâs boşamanın kadının temiz olduğu dönemlerde yapılması gerektiğini düşünür, ilk Müslümanların uygulamasının ve Yüce Allah'ın da emrinin:

“...Kadınları boşayacağınız zaman, onları iddetleri içinde boşayın..." âyetinde ifade edildiği gibi böyle olduğunu söylerdi."

Ebû Dâvud, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kişi aynı anda karısına üç defa: «Sen boşsun!» dediği zaman bu, tek bir talak sayılır."

Hâkim, İbn Ebî Müleyke'den bildiriyor: Ebu'l-Cevzâ, İbn Abbâs'ın yanına geldi ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında aynı anda yapılan üç talakın bir talak olarak sayıldığını biliyor musun?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Evet, biliyorum" dedi.

Beyhakî'nin Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Henüz kendisiyle zifafa girilmemiş kadına bir anda verilen tüm talaklar bir talak sayılır" buyurmuştur.

İbn Adiy ve Beyhakî, A'meş'ten bildiriyor: Kûfe'de bir ihtiyar:

“Ali b. Ebî Tâlib'in:

“Kişi karısını aynı anda üç defa boşadığı zaman bu bir talak sayılır" dediğini işittim" diyordu. Tüm insanlar da o zamanlar bu ihtiyarın yanına gelir ve sözlerini dinlerlerdi. Bir defasında ben de yanına gidip kapıyı çaldım. Karşıma bir ihtiyar çıktı. Ona:

“Ali b. Ebî Tâlib'in, kişinin aynı anda karısını üç defa boşamasının tek bir talak sayılacağını söylediğini nerden işittin?" diye sordum. İhtiyar bana:

“Ali b. Ebî Tâlib'in: «Kişi karısını aynı anda üç defa boşadığı zaman bu bir talak sayılır» dediğini işittim" karşılığını verdi. Ona:

“Bunu Ali'den nasıl işittin ki?" diye sorduğumda, bana bir yazı çıkardı. İçinde şöyle yazıyordu:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Bunlar, Ali b. Ebî Tâlib'ten işitiğim şeylerdir ki o:

“Kişi karısını aynı anda üç talakla boşadığı zaman kadın ondan tamamen boş olur ve kadın başkasıyla evlenip boşanmadan ona bir daha haram olur" derdi." İhtiyara:

“Vay sana! Ama burada senin dediğinden farklı bir şey yazıyor!" dediğimde, ihtiyar:

“Doğru olanı bu; ancak insanlar benden böyle dememi bekliyorlar" karşılığını verdi.

Beyhakî, Mesleme b. Câfer el-Ahmesî'den bildiriyor: Câfer b. Muhammed'e:

“Bazıları, kişinin bilmeden karısını birkaç talakla boşamasının sünnette olduğu gibi bir talak sayılacağını size dayanarak söylüyorlar" dediğimde:

“Böylesi bir şeyden Allah'a sığınırız! Biz öyle bir şey demedik. Kişi karısını kaç talakla boşamışsa o kadar boşamış demektir" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin Bessâm es-Sayrafî'den bildirdiğine göre Câfer b. Muhammed:

“Kişi bilerek veya bilmeyerek karısını üç talakla boşadığı zaman kadın ona artık haram olur" demiştir.

İbn Mâce, Şa'bî'den bildiriyor: Fâtıma binti Kays'a:

“Senin boşanma olayını bana anlatsana" dediğimde:

“Kocam Yemen'e çıkmışken beni üç talakla boşadı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu talakı geçerli saydı" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Önceleri erkek karısına mehir olarak verdiği mal ile kadının sahip olduğu diğer mallarından yer ve bunu yapmasında herhangi bir sakınca görmezdi. Ancak Yüce Allah:

“...Kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir..." âyetini indirince; artık kişinin haketmediği sürece kadının malından bir şey alması yasaklanmış oldu. Sonrasında Yüce Allah:

“...Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..." buyurarak bu konudaki istisnâi durumu belirtmiştir. Yine bu konuda:

“...Eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin" buyurmuştur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Eğer asilik ve kötü muamele kadın tarafından ise ve bir bedel karşılığında senden ayrılmak isterse bu durumda kadının verdiği bu bedeli almanda bir sakınca olmaz."

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor: Bu âyet Sâbit b. Kays ile hanımı Habîbe hakkında nazil olmuştur. Habîbe, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Sâbit'i şikayet ettti ve ondan boşanmak istedi. Allah Resûlü, Habîbe'ye:

“Buna karşılık sana mehir olarak verdiği bahçeyi ona geri iade eder misin?" diye sorunca, Habîbe:

“Evet, ederim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sâbit'i çağırıp durumu anlattı. Sâbit:

“Bahçeyi almam bana helal olur mu ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olur" karşılığını verdi. Sabit de:

“O zaman onu boşuyorum" dedi. Bunun üzerine:

“...Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..." âyeti nazil oldu."

Mâlik, Şâfiî, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, Amre binti Abdirrahman b. Saîd b. Zürâre'den bildiriyor: Habîbe binti Sehl el-Ensârî, Sâbit b. Kays ile evliydi. Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazına çıkınca kapının yanındaki karanlıkta Habîbe'yi gördü ve:

“Kim o?" diye sordu, Habîbe:

“Ben Şehrin kızı Habîbe'yim" karşılığını verdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neyin var?" diye sorunca, Habîbe:

“Kocam Sâbit'le artık bir arada olamayız!" dedi. Daha sonra Sâbit b. Kays, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Allah Resûlü ona:

“Sehl'in kızı Habîbe sizin durumunuz ile ilgili bir şeyler anlattı" buyurdu. Habîbe:

Resûlallah! Bana verdiği her şey yanımda duruyor, alabilir" deyince, Allah Resûlü, Sâbit'e:

“Onları kadından al" buyurdu. Sâbit malları ondan aldı. Habîbe de iddetini ailesinin evinde geçirdi.

Abdurrezzâk, Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve Beyhakî, Amre vasıtasıyla Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Habîbe binti Sehl, Sâbit b. Kays b. Şemmâs ile evliydi. Bir defasında Sâbit onu dövüp kolunu kırdı. Habîbe de sabah namazından sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve kocasini şikayet etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sâbit'i çağırdı ve:

“Ona verdiğin bazı malları geri al ve ondan ayrıl" buyurdu. Sâbit:

“Almam bana helal olur mu ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, olur" karşılığını verdi. Sâbit:

“Mehir olarak ona iki bahçe vermiştim ve bahçeler hâlâ elinde" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bahçeleri al ve ondan ayrıl" buyurdu. Sâbit de onu boşadı. Daha sonra Habîbe, Ubey b. Ka'b ile evlendi. Ubey onu Şam'a götürdüğü bir sırada da orada vefat etti.

Buhârî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abdullah b. Selûl'ün kızı ve Sabit b. Kays b. Şemmâs'ın hanımı olan Cemîle, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Kocam Sâbit b. Kays'ın dini ve ahlakı konusunda diyebileceğim bir şey yok; ancak onu sevmiyor ve ona tahammül edemiyorum. Müslüman biri olarak da küfre bulaşmak istemiyorum" diye şikayette bulundu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki, ondan aldığın bahçeyi geri verir misin?" diye sorunca, Cemîle:

“Evet, veririm" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sâbit'e:

“Ondan bahçeyi kabul et ve onu boşa" buy ur du.

İbn Mâce'nin lafzı:

“...Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sâbit'e, bahçeyi ondan alıp Cemîle'yi boşamasını söyledi" şeklindedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime'ye:

“Hul' (bedel karşılığı boşanma) denilen şeyin aslı var?" diye sorulunca şu karşılığı verdi:

“İbn Abbâs şöyle derdi: İslam'da bedel karşılığı (hul' yoluyla) ilk ayrılan kadın Abdullah b. Ubey'yin kız kardeşidir. Abdullah'ın kız kardeşi bir defasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. " Resûlallah! Kocamla artık asla bir arada olamayız! Birkaç kişiyle birlikte otururken perdeyi aralayıp ona baktım. Oradakiler içinde en siyah, en kısa boylu ve en çirkin suratlı kişi olduğunu gördüm" dedi ve ayrılmak istediğini belirtti. Kocası da:

Resûlallah! Mallarım içinde en güzel olan bir bahçeyi ona vermiştim. Şayet bahçeyi bana geri verirse ondan ayrılırım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kadına:

“Kocanın bu teklifine ne diyorsun?" diye sorunca, kadın:

“Veririm, hatta isterse daha fazlasını da veririm" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları ayırdı.

Ahmed, Sehl b. Ebî Hasme'den bildiriyor: Sehl'in kızı Habîbe, Sâbit b. Kays b. Şemmâs ile evliydi. Zamanla ondan nefret etmeye başladı ki Sâbit çirkin biriydi. Habîbe, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Artık onu kocam olarak göremiyorum ve Allah'tan korkmasan yüzüne tükürürdüm" dedi. Allah Resûlü ona:

“Sana mehir olarak verdiği bahçeyi ona geri verir misin?" diye sorunca:

“Evet, veririm" dedi. Sonrasında Habîbe bahçeyi Sâbit'e verdi. Allah Resûlü de onları ayırdı. İslam'da bir bedel karşılığında (hul' yoluyla) ilk boşanma da bu oldu.

İbn Cerîr, Abdullah b. Rebâh'tan bildiriyor: Ubey b. Selûl'ün kızı Cemîle, Sâbit b. Kays ile evliydi. Kocasına karşı kötü muamelede bulununca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çağırttı ve sebebini sordu. Cemîle:

“Vallahi dini ve ahlakı konusunda onda bir kusur bulamam; ancak çirkin olduğu için onu sevemiyorum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Sana verdiği bahçeyi ona geri verir misin?" diye sorunca, Cemîle:

“Evet, veririm" dedi. Sonrasında bahçeyi Sâbit'e geri verdi ve Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisini ayırdı.

İbn Mâce, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Sehl'in kızı Cemîle, Sâbit b. Kays b. Şemmâs ile evliydi. Sâbit çirkin biri olduğu için Cemîle ondan nefret etmeye başladı. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Allah'tan korkmasam yanıma geldiği zaman onun yüzüne tükürürdüm" dedi. Allah Resûlü ona:

“Sana verdiği bahçeyi ona geri verir misin?" diye sorunca, Cemîle:

“Evet, veririm" dedi. Sonrasında bahçeyi Sâbit'e geri verdi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisini ayırdı.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Selûl'ün kızı Cemîle, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bedel karşılığında kocasından ayrılmak istediğini söyledi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mehir olarak sana ne verdi?" diye sorunca, Cemîle:

“Bir bahçe verdi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman bu bahçeyi ona geri verirsin" buyurdu.

Beyhakî, Atâ'dan bildiriyor: Kadının biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Kocamı sevmiyorum ve ondan ayrılmak istiyorum" dedi. Kocası da ona mehir olarak bir bahçe vermişti. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunun karşılığında ona bahçeyi geri verir misin?" diye sorunca, kadın:

“Evet, hatta daha da fazlasını veririm" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): Fazlasını vermene gerek yok; bahçesini ver yeter" buyurunca, kadın:

“Tamam" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bahçe karşılığında boşanmalarına hüküm verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hükmü kadının kocasına bildirilince:

“Allah Resûlü'nün hükmüne razı oldum" dedi.

Beyhakî başka bir kanalla Atâ vasıtasıyla İbn Abbâs'tan mevsûl olarak bu rivayeti zikretti ve:

“Sahih olan rivayet mürsel olanıdır" dedi.

Beyhakî, Ebu'z-Zübeyr'den bildiriyor: Sâbit b. Kays b. Şemmâs, Abdullah b. Ubey b. Selûl'ün kızı Zeyneb ile evliydi ve mehir olarak ona bir bahçe vermişti. Gün gelip Zeyneb ondan nefret etmeye başlayınca durumu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'e:

“Sana verdiği bahçeyi ona geri verir misin?" diye sorunca:

“Evet, hatta daha fazlasını da veririm" karşılığını verdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fazlasını vermene gerek yok, bahçesini ver yeter" buyurunca, kadın:

“Tamam" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, Sâbit adına bahçeyi ondan aldı ve Zeyneb'in gidebileceğini söyledi. Sâbit b. Kays'a, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hükmü bildirilince:

“Allah Resûlü'nün hükmüne razı oldum" dedi.

Beyhakî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Kız kardeşim bedel karşılığında kocasından ayrılmak istedi ve kocasıyla beraber Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip isteğini bildirdi. Allah Resûlü ona:

“Seni boşamasına karşılık sana verdiği bahçeyi geri ona verir misin?" diye sorunca, kız kardeşim:

“Evet, hatta fazlasını da veririm" dedi. Bunun üzerine kocası onu boşadı. O da mehir olarak aldığı bahçeyi ve daha fazlasını kocasına bıraktı.

Bezzâr, Enes'ten bildiriyor: Sâbit b. Kays b. Şemmâs'ın karısı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve kocasını sevmediğini, ayrılmak istediğine dair sözler söyledi. Allah Resûlü ona:

“Buna karşılık sana verdiği bahçeyi ona geri verir misin?" diye sorunca, kadın:

“Evet, veririm" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Sâbit b. Kays'a:

“Kadından bahçeyi al ve onu boşa" diye haber gönderdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Yüce Allah:

“...Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..."buyurur ki burada muhataplar boşanacak olan karı ile kocadır. Devamında:

“...Eğer Allah'ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız..." buyurur ki burada da muhataplar her ikisinin velileridir. Devamen Yüce Allah şöyle buyurur:

“...O zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur..."Şayet kötü muamele ile haksızlık kadın tarafından gelirse bedel karşılığında boşanmayı Yüce Allah helal kılmıştır. Bedel karşılığında boşanma da ancak yetkili bir mercî huzurunda geçerli olabilir. Fakat eğer kadın kocasına bağlı, itaatkar birisi ise bu durumda erkeğin bedel olarak ona verdiği bir şeyi alıp boşanması helal olmaz.

Abd b. Humeyd, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Şayet haksızlık ve kötü muamele kadın tarafından gelirse erkeğin bir bedel karşılığında ondan boşanması helal olur. Ancak haksızlık ve kötü muamele ;erkek tarafından olursa bu durumda boşanma sırasında erkeğin bir bedel alması helal olmaz."

Abd b. Humeyd, Urve'den bildiriyor:

“Bozukluk, kötülük kadın tarafından gelmediği müddetçe erkeğin bir bedel alıp kadını boşaması helal olmaz."

Abd b. Humeyd, Leys'ten bildiriyor:

“Mücâhid, Bakara Sûresi'ndeki bu âyeti V' harfi ötreli olacak şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur."

İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde, A'meş'ten bildiriyor:

“Abdullah'ın kıraatinde bu âyet: (.....) lafzıyladır."

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Meymûn b. Mihrân'dan bildiriyor: Ubey b. Ka'b bedel vererek ayrılmayı ayrıca bir talak olarak sayardı. Onun kıraatinde bu âyet:

“(...Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edemeyeceklerini düşünürlerse, bu durum müstesna. Eğer Allah'ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye düşünürlerse o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur. Bundan sonra da kadın başka biriyle evlenmedikçe kocasına helal olmaz...)" şeklindedir.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bedel karşılığında (hul' yoluyla) boşanmayı bâin talak olarak saymıştır."

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ümmü Bekr el- Eslemiyye kocası Abdullah b. Esîd'den bedel karşılığında ayrılmıştı. Bu konuda karı koca Osmân b. Affân'ın huzuruna çıktığında Osmân:

“Bu bir talak sayılır. Ancak bunun yanında ona ayrıca talak vermişsen bu talak da geçerlidir" dedi.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Tâvus'tan bildiriyor: İbrâhim b. Sa'd b. Ebî Vakkâs, İbn Abbâs'a, daha önce kocası tarafından iki defa talak verilmiş bir kadının bedel karşılığında (hul' yoluyla) bir daha ayrılmasından sonra bir daha evlenme haklarının olup olmadığını sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, evlenebilirler. Zira Yüce Allah âyetin başında ve sonunda iki defa talakı zikretmiştir. Bedel karşılığında ayrılma da bu ikisinin arasında bulunmaktadır ve talak değildir. Onun için evlenebilirler."

Abdurrezzâk, Tâvus'tan bildiriyor:

“Şayet gizlemesi bana helal olmayan bir ilim olmasaydı böylesi bir şeyden kimseye bahsetmezdim. İbn Abbâs bedel karşılığında ayrılmayı talak olarak saymaz ve şöyle derdi:

“Görmez misin ki Yüce Allah âyetin başında talakı zikretmiş ondan sonra da bedel karşılığında ayrılmadan söz etmiştir. Bu şekilde bedel karşılığında ayrılmayı talak olarak saymamıştır. Bir sonraki âyette de:

“Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz..." buyurmuştur. Dolayısıyla iki talak arasında zikrettiği bedel karşılığı ayrılmayı talak olarak görmemiştir."

Şâfiî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, karısına iki defa talak verdikten sonra bedel karşılığında da ayrılan kişi hakkında şöyle demiştir:

“Dilerse bir daha onunla evlenebilir. Zira Yüce Allah:

“Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadının (erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir. Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı kocanın birbirlerine dönmelerine bir engel yoktur" buyurur."

Şâfiî ile Abdurrezzâk, İkrime vasıtasıyla (sanırım) İbn Abbâs'ın:

“Mal karşılığında caiz kılınan her türlü ayrılık talak olarak sayılmaz" dediğini bildirir.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Atâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bedel karşılığında ayrılmak isteyen kadından, kendisine verilen mehirden daha fazlasının alınmasını kerih görmüştür. .

Abd b. Humeyd, Humeyd et-Tavîl'den bildiriyor: Recâ b. Hayve'ye:

“Hasan(-ı Basrî), bedel karşılığında ayrılmak isteyen kadından, kendisine verilen mehirden daha fazlasının alınmasını kerih görüyor" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Kabîsa b. Züeyb böylesi bir durumda âyetin devamı olan:

“...Erkek ve kadının Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından endişe ederseniz, o zaman kadının verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur..."âyetinin okunmasını isterdi."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Semure'nin azatlısı Kesîr'den bildiriyor: Ömer zamanında kadının biri kocasına asi olunca Hazret-iÖmer, kadının üç gün boyunca pisliği çok olan bir eve hapsedilmesini emretti. Üç gün sonrasında kadını oradan çıkarttı ve:

“Yerini nasıl buldun?" diye sordu. Kadın:

“Kocamla evlendiğimden beri hapsedildiğim şu üç gün dışında rahat yüzü görmüş değilim" karşılığını verince, Ömer kadının kocasına:

“Kulağındaki küpeler karşılığında olsa dahi onu boşa" dedi.

Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin, Abdullah b. Rebâh'tan bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, bedel karşılığında ayrılacak olan kadın hakkında:

“Saçını bağladığı tokası hariç sahip olduğu her şey alınarak bırakılır" demiştir.

Beyhakî, Abdullah b. Şihâb el-Havlânî'den bildiriyor: Adamın biri karısından ayrılma bedeli olarak bin dirhem istedi. Bu ayrılık davası Ömer b. el-Hattâb'a intikal edince, Ömer kadına:

“Kocan boşama hakkını sana satıyor" dedi ve bu bedeli geçerli saydı.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Rübeyyi' binti Muavviz b. Afrâ'dan bildiriyor: Kocam yanımda olduğu zaman cimri davranır, benden uzakta olduğu zaman ise her şeyden mahrum bırakırdı. Bir gün ona karşı diklendim ve:

“Sahip olduğum her şeyi sana verip senden ayrılmak istiyorum" dedim. O da:

“Tamam" deyince her şeyimi ona verip ayrıldım. Ancak amcam Muâz b. Afrâ onu Osmân b. Affân'a şikayet etti. Osmân bu ayrılmayı geçerli saydı ve kocama, başımdaki saç tokası hariç sahip olduğum her şeyi almasını söyledi.

Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor:

“Abdullah b, Ömer'in hanımı Safiyye binti Ubeyd'in azatlısı cariyesi, sahip olduğu her şeyi vererek kocasından ayrıldı. Abdullah b. Ömer de buna karşı çıkmadı."

Mâlik ile Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor: Rübeyyi' binti Muavviz amcası ile birlikte Abdullah b. Ömer'in yanına geldi. Ona, Osmân b. Affân zamanında kocasından bedel karşılığında ayrıldığını, durumdan haberdar olan Osmân'ın da buna karşı çıkmadığını söyledi. Bunun üzerine İbn Ömer:

“Bedel karşılığında ayrılan kadının iddeti, normal bir şekilde boşanan kadının iddeti gibidir" dedi.

Beyhakî, Urve b. ez-Zübeyr'den bildiriyor:

“Osmân'ın halifeliği zamanında adamın biri herhangi bir yetkili merciye başvurmadan bir bedel karşılığında karısından ayrıldı. Durumdan haberdar olan Hazret-iOsmân bu ayrılığı geçerli saydı."

Mâlik'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, İbn Şihâb ve Süleymân b. Yesâr:

“Bedel karşılığında ayrılmış kadının iddeti üç aybaşı halidir" demişlerdir.

Abdurrezzâk'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Bedel karşılığında ayrılan kadının iddeti, normal bir şekilde boşanan kadının iddeti gibidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Nâfi'den bildiriyor: Rübeyyi' bir bedel vererek kocasından ayrıldı. Bunun üzerine amcası, Hazret-iOsmân'a geldi ve ne kadar iddet beklemesi gerektiğini sordu. Osmân:

“Bir hayızlık dönemi iddet bekler" dedi. O dönemlerde İbn Ömer bedel karşılığında ayrılan kadının üç hayızlık dönemi iddet beklemesi gerektiği yönünde fetva veriyordu. Ancak Osman bir hayızlık dönemi iddet beklemesi gerektiği yönünde bu şekilde fetva verince İbn Ömer de böyle fetva vermeye ve:

“Osmân bizden daha hayırlı ve daha alim biridir" demeye başladı.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe ve Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Bedel karşılığında ayrılan kadının iddeti, bir hayızlık dönemidir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bedel karşılığında ayrılan kadının iddeti, bir hayızlık dönemidir" demiştir.

Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Sâbit b. Kays'ın hanımı Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamında bedel karşılığında kendisinden ayrıldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hayızlık süresi iddet beklemesini söyledi."

Tirmizî'nin bildirdiğine göre Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir bedel karşılığında kocasından ayrıldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hayızlık süresi iddet beklemesini söyledi.

Nesâî ve İbn Mâce, Ubâde b. el-Velîd b. Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ'ya:

“Bana senin boşanma hadiseni anlatsana" dediğimde şöyle anlattı: Bir bedel karşılığında kocamdan ayrıldım ve Osmân'a gelip ne kadar iddet beklemem gerektiğini sordum. "Şayet yakın bir zamanda seninle ilişkiye girmemişse iddet beklemen gerekmez. Bir hayızlık süresi beklersin" dedi. Osmân da bu hükmü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Meryem el-Meğâliyye hakkında verdiği hükme dayanarak vermiştir. Zira Meryem de kocası Sâbit b. Kays'tan bir bedel karşılığında ayrılmıştı."

Nesâî, Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ'dan bildiriyor: Sâbit b. Kays b. Şemmân karısı Cemîle binti Abdillah b. Ubey'yi dövmüş ve kolunu kırmıştı. Cemîle'nin erkek kaderdeşi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve Sâbit'i şikayet etti. Allah Resûlü haber göndererek Sâbit'in yanına çağırttı. Gelince ona:

“Ona verdiğin mehri al ve onu bırak" buyurdu. Sâbit de:

“Tamam" deyip denileni yaptı. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cemîle'nin bir hayızlık iddet beklemesini sonra da ailesinin evine gitmesini söyledi."

Şâfiî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs ile İbnu'z-Zübeyr, kişinin bedel karşılığında ayrıldığı karısına talak vermesi konusunda:

“Ayrıca talak vermesi gerekmez. Zira sahip olmadığı birine talak vermiş olur" demişlerdir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Eşleriniz bir bedel karşılığında sizden ayrılmak istediği zaman nankör davranıp onlara kötü muamele yapmayın" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ortada bir sebep yokken kocasından ayrılmayı isteyen bir kadın, Cennetin kokusunu dahi alamaz" buyurmuştur. Ayrıca:

“(Bir sebep yokken) bedel karşılığında ayrılmak isteyen kadınlar, münafık kadınlardır" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ortada bir sebep yokken kocasından ayrılmayı isteyen bir kadın, Cennetin kokusunu dahi alamaz. Halbuki Cennetin kokusu kırk yıllık bir mesafeden dahi alınır" buyurmuştur.

Ahmed, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Bir sebep yokken) bedel karşılığında ayrılmak isteyen ve kocalarıyla bu yönde çekişen kadınlar, münafık kadınlardır" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Bir sebep yokken) bedel karşılığında ayrılmak isteyen ve kocalarıyla bu yönde çekişen kadınlar münafık kadınlardır" buyurmuştur.

Nesâî, Mahmûd b. Lebîd'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birinin aynı anda karısını üç talakla boşadığı bildirilince kızarak kalktı ve:

“Henüz ben aranızdayken Kur'ân'ın hükümleriyle mi oynayacak!" diye çıkıştı. Öyle kızdı ki adamın biri kalkıp:

Resûlallah! Gidip onu öldüreyim mi!" dedi.

Beyhakî, Vâki' b. Sehbân'dan bildiriyor: Adamın biri İmrân b. Husayn'a geldi ve:

“Biri aynı mecliste karısını üç talakla boşadı" dedi. İmrân:

“Rabbine karşı günaha girdi ve karısı ona haram oldu" karşılığını verdi. Adam İmrân'ın yanından ayrıldıktan sonra Ebû Mûsa'ya gitti ve İmrân'ı kötülemek kastıyla:

“İmrân b. Husayn'ı gördün mü, şöyle şöyle diyor" dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsa:

“Allah, Ebû Nüceyd (İmrân) gibilerini aramızda çoğaltsın!" karşılığını verdi.

230

"Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bîr başka erkekle evlenmedîkçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar"

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer erkek kadını boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz..." âyetini açıklarken:

“Eğer üçüncü defa boşarsa başkasıyla evlenmedikten sonra artık ona helal olmaz" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Eğer erkek kadını boşarsa..." âyetini açıklarken:

“Eğer üçüncü defa boşarsa" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer erkek kadını (üçüncü kez) boşarsa..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, "Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir..." âyetinin devamı ve sonucu niteliğindedir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Eğer erkek kadını boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın zikrettiği üçüncü talaktır. Yüce Allah verilen üçüncü talak sonrası erkeğe ceza olarak, kadını, başkasıyla evlenmedikten sonra kendisine haram kılmıştır."

Abdurrezzâk, Musannef’te Ümmü Seleme'den bildiriyor: Bir kölem hür olan karısını iki talakla boşadı. Durumunu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda:

“Kadın başkasıyla evlenip boşanmadıkça ona haram olmuştur" buyurdu.

Şâfiî ve Beyhakî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Bir köle iki kadınla evlenebilir ve iki talakla boşayabilir. Cariye de iddet olarak iki hayızlık süre bekler, hayız görmüyorsa da iki ay iddet bekler."

Mâlik, Şâfiî, en-Nehhâs, en-Nâsih'de  ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle derdi:

“Köle, hür olsun veya cariye olsun karısını iki talakla boşadığı zaman, kadın başkasıyla evlenmedikten sonra öna haram olur. Cariyenin iddeti de iki hayızlık süredir. Hür kadının iddeti ise üç hayızlık süredir."

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, İbnu'l-Müseyyeb'ten bildiriyor: Ümmü Seleme'nin mükatebeli bir kölesi hür olan karısını iki talakla boşadı. Onu döndürmek için Osmân b. Affân'dan fetva isteyince, Osmân; "Artık sana haram olmuştur!" dedi.

Mâlik, Şâfiî ve Beyhakî, İbnu'l-Müseyyeb'ten bildiriyor: Ümmü Seleme'nin mükatebeli bir kölesi hür bir kadınla evliydi ve karısını iki talakla boşadı. Sonra onu döndürmek istedi, ancak Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) eşleri Osmân b. Affân'a gidip bunu sormasını istediler. Köle Osmân'a gittiğinde yanında Zeyd b. Sâbit de vardı. Kadını döndürmek istediğini söyleyince ona:

“Artık sana haram olmuştur! Artık sana haram olmuştur!" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kişi karısını üç talakla boşadıktan sonra kadın başkasıyla evlenip o da boşamadıkça kendisine helal olmaz" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: Bu âyet Abdurrahman b. Atîk en-Nadrî'nin kızı Âişe hakkında nazil olmuştur. Âişe amcası oğlu Rifâ'a b. Vehb b. Atîk ile evliydi. Rifâ'a onu üç talakla boşayınca Abdurrahman b. Zübeyr el-Kurazî ile evlendi. O da kendisini boşayınca Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Abdurrahman henüz bana dokunmadan boşadı. İlk kocama geri dönebilir miyim?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Seninle ilişkiye girmeden dönemezsin" karşılığını verdi. Aradan zaman geçtikten sonra Âişe bir daha geldi ve:

“Kocam benimle girmişti" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlk söylediğin sözde bana yalan söyledin, onun için bu ikinci sözüne inanamam" karşılığını verdi.

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Ebû Bekr'e geldi ve:

“İlk kocama döneyim mi? Zira ikinci kocam benimle ilişkiye girmişti" dedi. Ebû Bekr:

“Bu konuda Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ne dediğini biliyorum. İlk kocana geri dönemezsin" karşılığını verdi. Ebû Bekr'in vefatından sonra bu kez Ömer'e geldi ve aynı şeyi söyledi. Ömer:

“Eğer bunun için bir daha gelirsen seni recmederim!" dedi ve ilk kocasına dönmesine izin vermedi. Zira Âişe'nin hakkında: Eğer erkek kadını boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, (her iki taraf da) Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur..." âyeti nazil olmuştu. Burada başkasıyla evlenmekten kasıt evlendiği kişiyle ilişkiye girmesidir. Boşaması da ilişkiye girdikten sonra boşamasıdır.

Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Rifâ'a el-Kurazî'nin karısı Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Rifâ'a ile evliydim. Üç talak ile beni boşayınca Abdurrahman b. ez-Zübeyr ile evlendim. Ancak Abdurrahman'ınki de giysinin püskülünden farklı değil" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü tebessüm etti ve:

“Kifâ'a'ya geri mi dönmek istiyorsun? Ama Abdurrahman senin, sen de Abdurrahman'ın balcağızından tatmadikça (ilişkiye girmedikçe) eski kocana dönemezsin" buyurdu.

Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Adamın biri karısını üç talakla boşadı. Kadın da gidip başkasıyla evlendi. İkinci kocası da onunla henüz ilişkiye girmeden boşadı. Bu boşamadan sonra ilk kocasına geri dönüp dönemeyeceği Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulunca:

“İlk kocasının tattığı gibi ikinci kocası da kadının balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) kadın ilk kocasına dönemez" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Rifâ'a'nın boşadığı söz konusu kadın en-Nadîr oğullarından Temime binti Vehb b. Ubeyd idi." .

Mâlik, Şâfiî, İbn Sa'd ve Beyhakî, Zübeyr b. Abdirrahman b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Rifâ'a b. Semev'el el-Kurazî, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında karısı Temîme binti Vehb'i üç talakla boşadı. Bunun üzerine Temîme ile Abdurrahman b. ez-Zübeyr evlendi. Ancak Abdurrahman onunla ilişkiye giremeyince ondan ayrıldı. Abdurrahman'dan boşandığı gören Rifâ'a onunla tekrar evlenmek istedi. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zikrettiğinde, Allah Resûlü bunu yapmamasını söyledi ve:

“Kadın Abdurrahman'ın balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) sana helal olmaz" buyurdu.

Bezzâr, Taberânî ve Beyhakî, Zübeyr b. Abdirrahman b. ez-Zübeyr'den, o da babasından bildiriyor: Rifâ'a b. Semev'el karısını (üç talakla) boşadı. Sonrasında karısı Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem)geldi. " Resûlallah! Rifâ'a beni boşadıktan sonra Abdurrahman ile evlendim. Ancak onun kî de şundan farklı değil!" dedi ve giysisinin püskülüne işaret etti. Önceleri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu sözlerine pek de yüz vermedi. Sonra ise:

“Rifâ'a'ya geri mi dönmek istiyorsun? Ama Abdurrahman senin, sen de Abdurrahman'ın balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ona dönemezsin" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamın biri karısını üç talakla boşadı. Kadın da gidip başkasıyla evlendi. Ancak ikinci kocası onunla ilişkiye girmeden boşadı. Bu durumda kadın ilk kocasına dönebilir mi?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! İkinci kocası onun, o da ikinci kocasının balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocasına dönemez!" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamın biri karısını üç talakla boşadı. Kadın da gidip başkasıyla evlendi. İkinci kocası onu odasına aldı, kapıyı kapatıp perdeleri kapattı. Ancak onunla ilişkiye girmeden boşadı. Bu durumda kadın ilk kocasına dönebilir mi?" diye sorulunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! İkinci kocasının balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocasına dönemez!" buyurdu. Diğer bir lafızda:

“İkinci kocası da onunla ilişkiye girmedikçe ilk kocasına dönemez" şeklindedir.

Ahmed, İbn Cerîr ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamın biri karısını üç talakla boşadı. Kadın da gidip başkasıyla evlendi. Ancak o da onunla ilişkiye girmeden boşadı. Bu durumda kadın ilk kocasına dönebilir mi?" diye sorulunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır! İkinci kocası onun, o da ikinci kocasının balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocasına dönemez!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ile İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kocası tarafından üç talakla boşanan ve başkasıyla evlenen, ancak ikinci kocası tarafından da kendisiyle henüz ilişkiye girmeden boşanan kadının ilk kocasına dönmek istemesi konusunda:

“Hayır! İkinci kocası onun balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocasına dönemez!" buyurdu.

Ahmed ile Nesâî, Ubeydullah b. Abbâs'tan bildiriyor: Gumeysâ (veya Rümeysâ) Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve kocasının kendisine yaklaşmadığından şikayette bulundu. Çok geçmedi kocası da geldi ve:

Resûlallah! Kadın yalan söylüyor! Zira ona yaklaşmak istiyorum ama kendisi ilk kocasına dönmek istiyor!" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, kadına:

“İlk kocandan sonraki kocan senin balcağızından tatmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocana dönemezsin!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre ile Enes:

“İkinci kocası onunla ilişkiye girmedikçe ilk kocasına helal olmaz" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Kadın ikinci kocası tarafından, genç devenin yaptığı gibi iyice sarsılmadıkça (ilişkiye girmedikçe) ilk kocasına helal olmaz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“İkinci kocası onunla tam olarak ilişkiye girmedikçe ilk kocasına helal olmaz" demiştir.

Hâkim ile Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor: Adamın biri İbn Ömer'e geldi ve:

“Adamın biri karısını üç talakla boşadı. Bu adamın erkek kardeşi de sırf kadını abisine helal kılmak için abisiyle herhangi bir anlaşma olmadan bu kadınla evlendi. Boşaması durumunda kadın ilk kocasına helal olur mu?" diye sordu. İbn Ömer:

“Hayır! İkinci kocası isteyerek ve onu arzu ederek evlenmedikçe ilk kocasına dönemez. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında böylesi bir şeyi zina olarak görürdük" dedi.

Ebû İshâk el-Cûzecânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi bir konu sorulunca:

“Hayır! İkinci koca isteyerek ve onu arzu ederek evlenmedikçe olmaz. Sahte nikah olmaz, Yüce Allah'ın Kitab'ıyla alay edilemez. İkinci kocasının da onun balcağızını tatması (onunla ilişkiye girmesi) gerekir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Amr b. Dînâr vasıtasıyla Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) benzerini zikreder.

Ahmed, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etti" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etmiştir" buyurmuştur.

Tirmizî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etmiştir.

İbn Mâce'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etmiştir.

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Ukbe b. Âmir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size ödünç alınan tekeden bahsedeyim mi?" diye sorunca, ashab:

“Tabi ki, bahset yâ Resûlallah!" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hülle nikahıyle evlenen kişidir ki Yüce Allah, hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etmiştir" buyurdu.

Ahmed, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, hülle (nikahı) yapan ile yaptıran kocaya lanet etmiştir" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr b. el-Esrem, Sünen'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Bana hülle yapan veya yaptıran bir koca getirilirse kesinlikle recmederim" demiştir.

Beyhakî, Süleymân b. Yesâr'dan bildiriyor: Osmân b. Affân'a, bir kadını kocasına helal kılmak için (hülle nikahı ile) kadınla evlenen bir adamın davası getirilince, karı ile kocayı ayırdı ve:

“İkinci kocayla arzu ederek ve hileye başvurmadan evlenmedikçe ilk kocasına dönemez!" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a:

“Amcan karısını üç talakla boşadı" deyince, İbn Abbâs:

“Amcan, Yüce Allah'a karşı asi oldu, Allah da onu buna pişman etti. Bu konuda Şeytana uyduğu için de ona bir çıkış yolu bırakmadı" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, karısını ona helal kılmak için hülle ile başkasıyla evlenmesi konusunda ne dersin?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Allah'ı aldatmaya çalışanı aslında Yüce Allah aldatır" karşılığını verdi.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit, cariye olan karısını üç talakla boşadıktan sonra onu satın almak isteyen kişi hakında:

“Cariye başka bir adamla evlenip boşanmadıktan sonra kendisine helal olmaz" demiştir.

Mâlik'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb ile Süleymân b. Yesâr'a:

“Adamın biri kölesini bir cariyeyle evlendirdi. Köle cariyeyi kesin bir şekilde boşayınca, cariyenin efendisi onu köleye geri hibe etti. Bu durumda cariye köleye helal olur mu?" diye sorulunca:

“Cariye başkasıyla evlenmedikten sonra ona helal olmaz" demişlerdir.

Beyhakî, Abîde el-Selmânî'den bildiriyor:

“Bir cariyeyle evli olan kişi onu kesin bir şekilde boşadıktan sonra efendisinin cariye ile ilişkiye girmesiyle cariye kocasına helal olmaz. Cariyenin kocasına helal olabilmesi için başka biriyle evlilik yapması gerekir. Hangi yoldan kendisine haram olduysa aynı yoldan (ikinci kocadan talak ile) ancak kendisine helal olabilir."

Abdurrezzâk, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kişi cariye olan karısını kesin bir şekilde boşadığı zaman, cariyenin efendisinin onunla ilişkiye girmesiyle cariye kendisine helal olmaz. Helal olabilmesi için cariyenin başka birisiyle evlenmesi gerekir."

Abdurrezzâk, Muhammed b. Abdirrahman b. Sevbân'dan bildiriyor: Adamın biri karısını kendisiyle henüz ilişkiye girmeden üç talakla boşadı. Durumunu sormak üzere İbn Abbâs'a geldi. İbn Abbâs yanında bulunan Ebû Hureyre'ye:

“Ey Ebû Hureyre! Zor konulardan biri!" deyince, Ebû Hureyre:

“Böylesi bir durumda bir talak kadını bâin bir şekilde boş kılar, üç talak ise kadını kocasına haram kılar" hükmünü verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Konuyu aydınlattın ey Ebû Hureyre!" dedi.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. el-Hanefiyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali şöyle demiştir:

“İki konu bana zor gelmiştir. Biri Yüce Allah'ın:

“Eğer erkek kadını boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur..."buyruğudur. Bu yöndeki Kur'ân âyetleri üzerinde iyice kafa yorduktan sonra anladım ki bu âyet, ikinci kocası kadını boşadıktan sonra kadının, kendisini üç talakla boşayan ilk kocasına dönmesinde bir beis olmadığını ifade etmektedir. Diğer konuya gelince benim mezî çok akardı. Kızıyla evli olduğum için de bunu Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) sormaya utanıyordum. Konuyu sorması için Mikdâd b. el- Esved'i gönderdiğimde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu durumda abdest alınması gerekir" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer bu kişi de onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadın kendisini üç talakla boşayan kocasından sonra başka biriyle evlenip onunla ilişkiye girdikten sonra ikinci kocasının onu boşaması veya ölmesi durumunda ilk kocasıyla evlenmesinde bir sakınca olmaz ki böylesi bir durumda kendisine helal olur."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde..." âyetini açıklarken:

“Yani ikinci kocayla yapılan nikahın kadını ilk kocaya helal kılmak üzere yapılmış hileli bir nikah olmadığına inanıyorlarsa, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“...Allah'ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın sınırlarından kasıt, emirleri ve ona itaattir" demiştir.

231

"Kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiler mi onları ya iyilikle yanınızda tutun veya iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu yapan kendisine zulmetmiş olur. Allah'ın âyetlerini hafife almayın. Allah'ın size verdiği nimetlerini ve öğüt vermek için size indirdiği kitabı ve hikmeti düşünün. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir"

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Önceleri kişi karısını boşadığı zaman ona eziyet etmek ve başkasıyla evlenmesine engel olmak için iddeti bitmeden geri döndürüyor, sonra tekrar boşuyor, bu şekilde devamlı olarak boşayıp döndürüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiler mi onları ya iyilikle yanınızda tutun veya iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın..." âyetini indirdi."

Mâlik, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Sevr b. Zeyd ed-Diylî'den bildiriyor:

“Önceleri kişi karısını boşar ve ona ihtiyacı olmadığı ve yanında da tutmak istemediği halde sırf eziyet olsun diye iddeti bitmeden geri döndürürdü. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu yapan kendisine zulmetmiş olur..." âyetini indirdi ve bu konuda onları uyardı."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildiriyor:

“Bu âyet Ensâr'dan Sâbit b. Yesâr adında biri hakkında nazil oldu. Bu kişi karısını boşadı, iddetinin bitimine iki veya üç gün kala geri döndürdü. Sonra yine boşayıp aynı şekilde geri döndürdü. Bu şekilde dokuz ay boyunca kadına eziyette bulununca Yüce Allah:

“...Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın..."âyetini indirdi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zarar vermek, kişinin karısını bir talakla boşaması ve iddetinin bitimine bir gün kala geri döndürmesi, bir daha boşayıp yine iddetinin bitimine bir gün kala geri döndürmesidir. Bu şekilde kadına zarar vermiş olur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin karısını boşaması, ancak ona eziyet etmek için iddetinin bitimine yakın onu döndürdüğüne dair birilerini şahit tutması, sonra tekrar boşaması, yine iddetinin bitimine yakın döndürdüğüne dair şahit tutmasıdır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mesrûk âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin karısını boşaması ancak yanında tutmak istemediği halde sırf eziyet etmek ve zarar vermek için iddeti bitmeden geri döndürmesi, sonra tekrar boşaması, yine iddeti bitmeden onu döndürmesidir. İşte kadına zarar veren ve Allah'ın âyetlerini hafife alan kişi budur."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atiyye âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi karısını boşar, iddetinin bitimine birkaç, gün kala döndürür, sonra tekrar boşar ve yine iddetinin bitimine yakın tekrar döndürür. Böyle yaparak kadının iddeti dokuz hayızlık süreye veya dokuz aya çıkmış olur. İşte Yüce Allah'ın:

“...Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın..." âyeti da bunu dile getirmektedir."

İbn Mâce, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Ebû Mûs.a'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bazılarına ne oluyor da Allah'ın hükümleriyle oynar gibi karısına: «Seni boşadım! Seni döndürdüm! Senin boşadım! Seni döndürdüm!» deyip durur. Böylesi bir boşama Müslümanların boşama şekillerinden değildir. Kadınlarınızı iddetlerini de gözeterek boşayın.

Ebû Bekr b. Ebî Dâvud, el-Mesâhifte bildirdiğine göre Urve bu âyetin: (.....) lafzıyla nazil olduğunu söylemiştir.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bazen biri diğerine:

“Kızımı seninle evlendirdim" der, sonra:

“Seninle şaka yapıyordum" derdi. Yine bir köleye:

“Senin azat ettim" der, sonra da:

“Şaka ediyordum" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Allah'ın âyetlerini hafife almayın..." âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Üç şey var ki, kişi bunları şaka da olsa, ciddi de olsa yaptığı zaman geçerli olurlar. Bunlar boşama, azat etme ve nikahtır" buyurdu.

İbn Ebî Ömer, Müsned'de ve İbn Merdûye, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Önceleri kişi bazen karısını boşar, sonra:

“Şaka yapıyordum" derdi. Yine köleyi azat eder, sonra da:

“Şaka ediyordum" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Allah'ın âyetlerini hafife almayın..," âyetini indirdi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Boşayan veya azat eden kişi sonradan: «Şaka yapmıştım» dese de bu sözüne itibar edilmez ve boşaması ile azat etmesi gerçekleşmiş sayılır" buyurdu.

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Biri ciddi olarak düşünmeksizin şaka yollu karısını boşaymca:

“...Allah'ın âyetlerini hafife almayın..." âyeti nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın bu boşamasını geçerli saydı."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Önceleri kişi bazen karısını boşar, sonra:

“Şaka yapıyordum" derdi. Köleyi azat eder, sonra da:

“Şaka ediyordum" derdi. Birine kız verir, sonra da:

“Şaka yapıyordum" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Allah'ın âyetlerini hafife almayın..." âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Kişi şaka veya ciddi olarak boşadığı veya azat ettiği veya kız alıp verdiği zaman bu yaptığı geçerli sayılır" buyurdu.

Taberânî, Hasan vasıtasıyla Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediğini bildiriyor: Cahiliye döneminde kişi karısını boşadıktan sonra:

“Şaka yapmıştım" derdi. Köle azat ettikten sonra:

“Şaka yapmıştım" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Allah'ın âyetlerini hafife almayın..."âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Kişi boşadığı veya bir şeyi haram kıldığı veya kız alıp verdiği zaman sonradan: «Şaka yapmıştım» dese de bunları ciddi olarak yapmış sayılır" buyurdu.

Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şeyin şakası da ciddisi de ciddi olarak sayılır. Bunlar nikah, boşama ve boşanan kadını (nihâhına) döndürmedir" buyurmuştur.

Buhârî, Târih'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Dört konuda söylenen sözde dönüş olmaz. Bunlar adak, talak, azat etme ve nikahtır" demiştir.

Mâlik, Abdurrezzâk, Musannef te ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Üç konuda şaka olmaz. Bunlar nikah, talak ve azat etmedir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ:

“Üç şeyi şaka yollu yapan kişi ciddi olarak yapmış demektir. Bunlar nikah, talak ve azat etmedir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Üç konuda şaka olmaz. Bunlar nikah ile talak, azat etme ve sadakadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abdulkerim b. Ebî Ümeyye vasıtasıyla Ca'de b. Hübeyre'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Üç şeyin şakası da ciddisi de bir (ciddi)dir. Bunlar talak, sadaka ve azat etmedir" demiştir. Abdulkerîm der ki:

“Talk b. Habîb bunu rivayet ederken kurban ile adağı da zikretmiştir."

Abdurrezzâk'ın Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şaka ile boşayanın boşaması geçerli sayılır. Şaka ile azat edenin azat etmesi geçerli sayılır. Şaka ile evlendirenin bu evlendirmesi geçerli sayılır" buyurmuştur.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Karımı bin (başka bir lafızda yüz) defa boşadım" dedi. İbn Abbâs da:

“Üç tanesi karını sana haram kılar geri kalanı da sana günah olarak yazılır. Allah'ın âyetlerini hafife mi alıyorsun?" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk ile Beyhakî'nin bildirdiğine göre adamın biri İbn Mes'ûd'a:

“Karımı yüz talakla boşadım" deyince, İbn Mes'ûd:

“Üç talakla senden boş oldu, kalan talaklarsa günahındır" dedi. Başka bir lafızda:

“...Kalan talaklar ise haddi aşmadır" şeklînde geçer.

Abdurrezzâk, Dâvud b. Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Dedem, hanımlarından birini bin talakla boşadı. Babam da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gibip durumu anlattı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Baban Allah'tan korkmadı mı? Bu talaklardan üç tanesi kendisinin, kalan dokuzyüz doksan yedi talak da haddi aşma ve zulümdür. Yüce Allah dilerse bundan dolayı onu cezalandırır, dilerse de affeder" buyurdu.

Abdurrezzâk, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs'a, karısını gökteki yıldızlar sayısınca boşayan kişinin durumu sorulunca:

“Cevzâ yıldızının başı (karısının boş olması için) yeterli olur" karşılığını verdi.

232

"Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler bundan öğüt alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, sîz bilmezsiniz"

Vekî', Buhârî, Abd b. Hutneyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî, Ma'kil b. Yesâr'dan bildiriyor: Bir kız kardeşim vardı. Amcaoğullarından biri gelip evlenmek isteyince verdim ve evlendiler. Yanında bir süre kaldıktan sonra kocası onu bir talakla boşadı ve iddeti bitene kadar döndürmedi. İddet bittikten sonra da her ikisi de birbirlerine karşı istekli oldular. Başkaları gelip kızkardeşimi isterken o da gelip talip oldu. Ona:

“Be rezil herif! Ben sana iyilikte bulunup kardeşimi verdim ama sen onu boşadrn. Şimdi ise gelip bir daha istiyorsun. Vallahi bir daha sana asla geri dönmeyecek!" karşılığını verdim. Oysa kötü bir değildi ve kardeşim de ona geri dönmek istiyordu. Yüce Allah her ikisinin birbirine olan ihtiyacını görmüş olacak ki:

“Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın..."âyetini indirdi. Bu âyet benim bu tavrım üzerine nazil oldu. Bunun üzerine ettiğim yemini bozup kefaretini ödedim ve kardeşimi onunla evlendirdim.

Başka bir lafızda şöyle geçer:

“Ma'kil b. Yesâr nazil olan bu âyeti işitince:

“Rabbimin emrini işittim ve itaat edeceğim" karşılığını vermiş, sonra adamı çağırıp:

“Kardeşimi sana verip ikramda bulunacağım" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Bu âyet karısını bir veya iki talakla boşayıp, kadının iddeti bittikten sonra onu (nikâhına) döndürüp tekrar evlenmek isteyen erkek ile aynısını isteyen ancak velileri izin vermeyen kadın hakkında nazil olmuştur. Bu âyetle Yüce Allah kadının velilerine, onun böylesi bir evlilik yapmasına engel olmamalarını bildirmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

"Kadınların evlenmelerine engel olmayın" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor:

“Âyet Müzeyneli bir kadın hakkında nazil olmuştur. Kadını kocası boşamış, iddeti bitince kardeşi Ma'kil b. Yesâr ilk kocasına geri döner korkusuyla evlenmesine engel olmuş ve ona eziyette bulunmuştu."

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildiriyor:

“Bu âyet Ma'kil b. Yesâr ile kız kardeşi Cümle binti Yesâr hakkında nazil oldu. Cümle'yi evli olduğu Ebu'l-Beddâh boşamış, ancak iddeti bitince tekrar istemişti. Erkek kardeşi Ma'kil de onunla evlenmesine engel olmuştu."

İbn Cerîr, Ebû İshâk el-Hemdânî'den bildiriyor: Fâtıma binti Yesâr'ı kocası boşadı. Sonra tekrar onunla evlenmek istedi ve ona talip oldu. Ancak Ma'kil:

“Biz onu seninle evlendirdik, ancak sen boşamakla yapacağını yaptın" diyerek Fâtıma'nın onunla evlenmesine engel oldu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Süddî'den bildiriyor: Bu âyet Câbir b. Abdillah el-Ensârî hakkında nazil oldu. Câbir'in bir amcakızı vardı ve kocası onu bir talakla boşamıştı. Kızın iddeti bitince kocası onu döndürmek istedi, ancak Câbir:

“Amcakızımızı boşadın! Şimdi onunla tekrar evlenmek mi istiyorsun!" diyerek kabul etmedi. Kız da onunla tekrar evlenmek istiyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın..." âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Güzellikle anlaşmaları kadının verilecek mehre razı olmasıdır. Adamın biri karısını boşadı, ancak sonradan her ikisi de buna pişman oldu. Adam kadını döndürmek isteyince kadının velisi kabul etmedi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu."

İbnu'l-Münzir, Ebû Câfer'den bildiriyor:

“Evlilik konusunda velinin izninin gerektiği Kur'ân'da mevcuttur. Yüce Allah:

“...Kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın..." buyurur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“...Kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde..."âyetini açıklarken:

“Yeni bir mehir, şartlar ve nikah üzerinde anlaştıkları takdirde evlenmelerine engel olmayın, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bekarlarınızı evlendirin" buyurdu. Adamın biri:

Resûlallah! Mehrin miktarı ne kadar olmalıdır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her iki tarafın velilerinin razı olacağı bir miktar" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah bilir, siz bilmezsiniz" âyetini açıklarken:

“Ey veli! Yüce Allah erkek ile kadının birbirlerini ne kadar sevdiğini senden daha iyi bilmektedir!" demiştir.

233

"Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi mükemmel şeklîyle uygulamak isteyenler içindir. Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz. Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir. Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer. Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur. Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir."

Vekî', Süfyân, Abdurrezzâk, Âdem, Abd b. Humeyd, en-Nâsih'te Ebû Davûd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücahid:

“Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir. Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz. Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir. Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer. Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur. Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir'" âyetini açıklarken der ki:

“Burada annelerden kasıt, boşanmış annelerdir. Böylesi bir durumda bunlar çocuklarını iki yıl boyunca emzirirler. Bir anne çocuğun babasına eziyet vermek için böylesi bir emzirmeye karşı çıkmamalı, baba da çocuğun annesini üzmek için emzirmesine engel olmamalıdır. Babanın yokluğu durumunda babanın varisi olacak kişinin de çocuğa gerektiği kadar nafakada bulunma veya çocuğun malı olmaması durumunda emzirme masraflarını karşılama yükümlülüğü vardır. Aynı şekilde varis de emzirme konusunda çocuğun annesine eziyet etmemelidir. Anne ile baba hem kendilerine, hem de çocuklarına zarar vermeyecek şekilde anlaşarak çocuğu sütten kesebilirler, bunda bir sakınca yoktur. Çocuğun zarar görebilme çekincesi ile emzirmek için bir sütanne tutulacaksa da ücretini makul bir şekilde verdikten sonra bunu yapmanın bir sakıncası olmaz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir. Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir. Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz. Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir. Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer. Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur. Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir" âyetini açıklarken der ki:

“Burada kendisinden çocuğu olup da hanımını boşayan kişi kastedilmiştir. Kadın çocuğunu emzirmede başka kadınlardan daha fazla hak sahibidir. Çocuğunu tam iki yıl emzirmek isteyen annenin nafakası ise çocuğun babasına aittir. Yüce Allah, emziren kişinin nafakasını verecek kişiyi ancak o kişinin gücü nispetinde sorumlu tutar. Kişi hanımına eziyet etmek için hanımı istemediği halde ondan çocuğunu almamalıdır. Boşanan kadın da babaya eziyet vermek maksadı ile çocuğu ona bırakmamalıdır. Eğer anne ve baba iki yıl emzirme süresi dolmadan çocuğu sütten kesmek isterlerse bunda bir sakınca yoktur. Kişinin Allah'ın emri doğrultusunda emzirme ücretini veya daha fazlasını verip çocuğuna sütanne tutmasında da bir sakınca olmaz. En sonunda Allah'ın emirlerine isyan etmeme konusunda müminler uyarılmış ve Yüce Allah'ın, bu hükümleri uygulayıp uygulanmadığını hakkıyla bilen olduğu ifade edilmiştir."

Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurduğunu işittim:

“...Sonra beni alıp, göğüsleri yılanlar tarafından ısırılıp koparılan kadınların yanına götürdüler. «Bunlara ne oluyor?» diye sorduğumda: «Bunlar çocuklarına süt vermeyen kadınlardır» dediler."

Ebû Davud'un en-Nâsih'te bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Anneler çocuklarını emzirirler..." âyetini açıklarken:

“Burada anneden kasıt, kocasından boşanan veya kocası ölen kadındır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Çocuğu altı aylık iken doğum yapan kadın, gebelikle beraber süreyi otuz aya tamamlayacak şekilde çocuğu iki yıl boyunca emzirir. Yedi aylık doğum yapan kadın yirmi üç ay, dokuz aylık doğum yapan kadın da yirmi bir ay boyunca çocuğu emzirir. Çünkü Yüce Allah:

“Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer" buyurmuştur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yüce Allah:

“Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler" âyetinde, emzirmeyi tamamlamak isteyenler için bu sürenin iki tam yıl olduğunu belirtmiştir. "...Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse..." âyetinde ise isterlerse çocuğu iki yıldan önce veya sonra sütten kesmelerinde bir sakınca olmadığını belirtmiştir."

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Ebu'l-Esved ed-Düelî'den bildiriyor: Ömer b. el- Hattâb'a altı aylık iken doğum yapan bir kadın getirilince onu recmetmeye kalkıştı. Bu durum Hazret-i Ali'ye bildirilince:

“Hayır onun recmedilmesi gerekmez. Çünkü Yüce Allah: «Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler» buyurmuştur. Bu süreye de altı ay daha eklersek otuz ay eder" dedi.

Vekî', Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın mihmandarından (=Kâid) bildirir: Hazret-i Osman'ın yanına altı aylık iken doğum yapan bir kadın getirilince recmedilmesini emretti. Ancak İbn Abbâs:

“O seninle Allah'ın Kitabı ile davalaşırsa seni mahkum eder. Çünkü Yüce Allah: «Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler» buyurduğu gibi, diğer bir âyette de: «Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer» buyurmuştur. Kadının hamilelik dönemi altı ay olduğundan çocuğunu iki tam yıl emzirir" deyince Osman kadını serbest bıraktı.

İbn Cerîr, başka bir kanalla Zührî'den aynısını nakletmiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Zührî'den bildiriyor: İbn Ömer ve İbn Abbâs'a iki yıldan fazla emzirmenin hükmü sorulunca:

“...Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler..." âyetini okudular ve:

“Çocuğun iki yaşından sonra başka bir kadından süt emmesiyle arada bir mahremiyetin olacağını düşünmüyoruz" dediler.

İbn Cerîr, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: İbn Abbâs'ın:

“...Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler..." âyetini açıklarken:

“Bu iki yıl dışında süt annelik yoktur" dediğini işittim.

Tirmizî'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sütanneye karşı mahremiyet, ancak çocuğun karnını tam olarak doyurmasıyla sabit olur. Bunun da iki yaşın içinde olması şartı vardır."

İbn Adiy, Dârakutnî ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“îki yaşından sonra çocuğun sütanneden emmesiyle mahremiyet sabit olmaz."

Tayâlisî ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki yaşından sonra sütannelik, ergenlik çağından sonra da yetimlik olmaz" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Musannef’te ve İbn Adiy'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ergenlik çağından sonra yetimlik, sütten kestikten sonra da emzirme olmaz. Gün boyu geceye kadar (kimseyle konuşmadan) susmak, (iftar etmeden) orucu birbirine eklemek olmaz. (Allah'a) isyan içeren bir hususta adak, (sıla-i) rahmi kesmek üzere yemin olmaz. Hicretten sonra gurbetlik, fetihten sonra hicret olmaz. Kadının kocasına, evlâdın babasına, kölenin de efendisine karşı yemini geçerli değildir. Nikahtan önce boşama, sahip olmadan önce köle azadı olmaz."

İbn Ebû Dâvud, el-Masâhifto., A'meş'ten bildiriyor: Abdullah (b. Mes'ûd)'un kıraatinde bu âyet: (.....) şeklindedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir..." âyetini açıklarken:

“Bu görev babanın imkanları dahilinde olur" dedi.

en-Nâsih'tç Ebû Dâvud ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“... Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir..."âyetini açıklarken:

“Baba sütanne bulamazken anne çocuğu babaya bırakamaz. Anne de çocuğunu emzirmek istediği halde, baba anneye eziyet etmek için çocuğu ondan alamaz" demiştir. "...Varisine de düşer..." âyeti hakkında ise:

“Bu kişi ölen kişinin (babanın) velisidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh), İbrâhim(-i Nehaî) ve Şa'bî:

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken:

“Çocuğun varisi ona nafakasını verir" dediler.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken:

“Varis, nafakanın temininden sorumlu tutulur" demiştir. Başka bir lafızda ise:

“Eğer çocuğun malı yoksa nafakası varisine aittir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken:

“Baba emzirme masraflarını karşılamakla nasıl mükellef ise, çocuğun malı olmaması durumunda varis de emzirme masraflarını karşılamakla mükelleftir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a:

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetinde ne kastedilmektedir?" diye sorduğumda:

“Çocuğun varisine Yüce Allah'ın zikretmiş olduğu gibi yükümlülük vardır" dedi. Ona:

“Çocuğun malı olmaması durumunda varis, istemese dahi emzirme masraflarını karşılamakla sorumlu tutulabilir mi?" diye sorduğumda ise:

“Onu ölüme mi bıraksın?" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, İbn Sîrîn'den bildirir: Kadının biri oğlunun nafakası konusunda oğlunun varisi olan kişiyle davalaşmak için Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd'un yanına geldi. Ancak Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd nafakanın çocuğun malından karşılanmasına hükmetti. Varise de:

“... Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini görmüyor musun? Eğer çocuğun malı olmasaydı nafakanın temininden seni sorumlu tutardım" dedi.

Abd b. Humeyd, İbrâhim(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Maddi durumu iyi olan kişi darda olan kardeşinin nafakasını vermekle mükelleftir."

Abd b. Humeyd, Hammâd'dan bildiriyor:

“Gerektiği zaman her bir kişi akrabasının nafakasını temin etmekle mükellef tutulur."

Süfyân, Abdurrezzâk, el-Emvâl'de Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, en-Nâsih'te Nehhâs ve Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildiriyor:

“Ömer b. el-Hattâb, çocuğu ve anne babası olmayan birinin nafakası konusunda amcası oğullarını, onun diyetinde âkile oldukları için nafakasından da sorumlu tutmuş ve bu sorumluluklarını yerine getirmedikleri için de onları hapsetmişti."

Süfyân b. Uyeyne'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken:

“Baba emzirme masraflarını karşılamakla nasıl mükellef ise, varis de o şekilde emzirme masraflarını karşılamakla mükelleftir" dedi.

İbn Cerîr ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Kabîsa b. Zueyb:

“...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken "Burada varisten kasıt, çocuğun kendisidir" dedi.

Vekî', Abdullah b. Muğaffel'den bildiriyor:

“Çocuğun süt emme masrafları babaya varis olan kişinin yükümlüğündedir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Atâ el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs:

“... Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyeti hakkında:

“Babası çocuğa mal bırakmamışsa sütten kesilinceye kadar nafaka varise aittir" dedi.

Münzirî, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Mücâhid ile Şa'bî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs "...Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer..." âyetini açıklarken:

“Buradan kasıt, babaya varis olanın da zarar görmemesidir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk, âyetteki:

“Fisâl" kelimesi hakkında:

“Sütten kesmektir" dedi.

Vekî', Süfyân, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında:

“Çocuğu sütten kesmek için anlaşmaya varmak ilk iki yıl içerisinde olur. Baba razı olmadan anne, anne de razı olmadan baba çocuğu sütten kesemez" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh):

“...Şayet çocuklarınızı emzirtmek isterseniz..."' âyeti hakkında:

“Çocuğun annesinden veya başka bir kadından emzirilmesidir" dedi. "Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur" âyetini açıklarken de:

“Eğer süt anneye süt ücretini verip teslim ederseniz bunda size bir günah yoktur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz, kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile bunda da size vebal yoktur"  âyetini açıklarken:

“Bunun, çocuğun babasının ve annesinin gönül rızasıyla olması gerekir" dedi.

234

"İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nâsih'te Nehhâs ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişi ölüp geride hanımını bıraktığı zaman, kadın iddetini doldurmak üzere kocasının evinde bir yıl kalır ve nafakası kocasının malından temin edilirdi. Sonra Yüce Allah:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler..."âyetini indirdi. Bu iddet, kocası ölen kişi içindir. Hamile kadının iddeti ise doğum yaptığında biter. Yüce Allah:

“...Bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır..." âyetiyle kadının mirasını belirtip vasiyet ile nafakayı neshetti. Bir kadın boşanır veya kocası ölürse, iddeti bittikten sonra süslenebilir ve evlilik hazırlıkları yapabilir. Güzel olanı da budur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el- Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Bu on günün dört aya eklenmesinin sebebi, ruhun bu on günün içinde ona (cenine) üflenmesindendir" dedi.

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb'e:

“Bu on gün nedir?" diye sorduğumda:

“Bu on günün içinde (cenine) ruh üflenir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabîa ve Yahya b. Saîd:

“...On..."âyeti hakkında:

“On gün" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Sürelerini bitirince..."âyetini:

“İddeti bitirince" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim bildirir: İbn Şihâb:

“...Size bir günah yoktur..." âyeti hakkında:

“Kadından sorumlu kişilere (günah yoktur)" dedi.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, İbn Ebî Necîh vasıtasıyla bildiriyor: Mücâhid:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler..."' âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kadının bu iddet zamanını, zorunlu bir şekilde kocasının ailesi yanında geçirmesi gerekirdi. Yüce Allah:

“İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın, senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler; eğer çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlüdür, Hakim'dir" âyetini indirdi ve bir yılın tamamlanması için yedi ay yirmi gün daha beklenmesini emretti. Kadın dilerse bu süreyi orada veya ailesinin yanında geçirebilir. Çünkü Yüce Allah'ın:

“...Eğer çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur..." âyetinde buyurduğu gibi, beklemesi gereken iddet kendisine vacip olan süre kadardır."

Atâ (b. Ebî Rebâh)'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs ise şöyle demiştir: Bu âyet, iddetin koca evinde geçirilmesi mecburiyetini neshetti. Kadın iddetini dilediği yerde geçirir. "Evlerinden çıkarılmaksızın..." âyeti buna işaret etmektedir.

Atâ ise:

“...Eğer çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur.." âyeti hakkında:

“Kadın dilerse iddetini kocasının ailesi yanında vasiyet edildiği gibi geçirir. Dilerse başka yere gider" dedi ve şöyle devam etti:

“Sonra miras âyeti indi ve kadının iddetini kocası evinde geçirmesi mecburiyetini neshetti. Kadın dilediği yerde iddetini geçirebilir. Kadın ömür boyu kocasının evini kullanma hakkına sahip değildir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kocası ölen kadının koku sürünüp süslenmesi mekruhtur. Ayrıca Yüce Allah:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler..." buyurmuş ve (bu beklemenin) evde olduğunu söylememiştir. Kadın dilediği yerde iddetini geçirir."

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Sa'd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim bildiriyor: Ebû Saîd el-Hudrî'nin kız kardeşi Furey'a binti Mâlik b. Sinân (iddetini geçirmek için) ailesi Hudre oğullarının yanına dönüp dönemeyeceğini sormak için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Çünkü kocası kaçmış olan kölelerinin arkalarından gitmiş, onlara Kudüm denilen yerde yetişince köleleri kendisini öldürmüştü. Furey'a der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iddetimi geçirmek için kocamın bir evi ve bana nafaka vermek için malının olmadığını, bundan dolayı ailemin yanına dönmek istediğimi söyledim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet (dönebilirsin)" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıktıktan sonra henüz odada veya Mescid'de iken beni geri çağırıp:

“Sen ne dedin?" diye sordu. Ben de kocamla ilgili bu olayı kendisine bir daha anlattım. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İddetin bitinceye kadar evinde kal" buyurdu. Bunun üzerine dört ay on günü evimde geçirdim. Osman b. Affân, halifeliği döneminde bana haber gönderdi ve bana bu konuyu sordu. Ben de durumu kendisine anlattım. Bunun üzerine Osman bu konuda bu şekilde hüküm vermeye başladı.

Mâlik ve Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, kocası ölüp de henüz iddetlerini bitirmeden hacca giden kadınları Beydâ'dan geri çevirirdi.

Mâlik ve Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Kocası ölen kadın ve bâin bir şekilde (kocasına tekrar dönemeyecek şekilde) boşanan kadın iddetini ancak evinde geçirebilir" dedi.

Mâlik, Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Humeyd b. Nâfi vasıtasıyla bildirir: Zeyneb binti Ebî Seleme bana şu üç hadisi bildirdi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Ümmü Habîbe'nin babası Ebû Süfyân b. Harb vefat ettiği zaman yanına girdim. Ümmü Habîbe içinde hulûk otu sarısı veya başka bir şey bulunan bir koku istedi. O kokudan cariyeye sürdükten sonra kendi karnına da sürdü ve şöyle dedi:

“Vallahi benim şu anda koku sürünmeye ihtiyacım yoktur. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadına, ölünün arkasından üç günden fazla yas tutması caiz değildir. Ancak kocası ölürse dört ay on gün yas tutar."

Yine Zeyneb binti Cahş'ın kardeşi Abdullah vefat ettiği zaman yanına girdim. O da koku istedi ve sürünüp şöyle dedi:

“Vallâhi benim şu anda koku sürünmeye ihtiyacım yoktur. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadına, ölünün arkasından üç günden fazla yas tutması caiz değildir. Ancak kocası ölürse dört ay on gün yas tutar."

Zeyneb binti Ebî Seleme yine şöyle dedi: Annem Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini işittim: Kadının biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resulü! Kızımın kocası vefat etti ve kızım (ağlamaktan) gözlerinden rahatsızlandı. Ona sürme çekebilir miyiz?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır" deyince kadın bu soruyu iki veya üç defa tekrarladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her defasında:

“Hayır" karşılığını verdi ve:

“Bu süre dört ay on gündür. Sizler Cahiliye zamanında yıl sonunda (iddet bitiminde) tezek atardınız (süreyi bitirirdiniz)" buyurdu. Ravi Humeyd der ki: Zeyneb'e:

“Yıl sonunda tezek atardınız ne demektir?" diye sorduğumda, Zeyneb şöyle dedi:

“Kadın kocası öldüğü zaman küçük ve köhne bir eve girer, en kötü elbisesini giyer, bir sene geçinceye kadar koku ve başka bir şey sürünmezdi. Sonra kendisine eşek, koyun veya kuş olmak üzere bir hayvan verilir, o da bu hayvanla kendini silerdi. Silindiği hayvan da genelde ölürdü. Sonra evden çıkardı ve kendisine hayvan tezeği verilirdi. O da bu tezeği atarak iddetini bitirip eskiden olduğu gibi istediği güzel kokuya ve başka şeylere geri dönerdi."

Mâlik ve Müslim'in Safiyye binti Ebî Ubeyd vasıtasıyla bildirdiğine göre müminlerin anneleri Hazret-i Âişe ve Hafsa, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirirler:

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kadın kocası dışında kimseye üç günden daha fazla yas tutamaz. Ancak kocasına dört ay on gün yas (iddet) tutar."

Nesâî ve İbn Mâce, Safiyye'nin hadisini sadece Hafsa'dan, Hazret-i Âişe'nin hadisini de Urve'den ve Hazret-i Âişe'den zikretmişlerdir.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Ümmü Atiyye'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadına, ölünün arkasından üç günden fazla yas tutması caiz değildir. Ancak kocası ölürse dört ay on gün yas (iddet) tutar. Bu süre zarfında, sürme çekemez, asb denilen Yemen kumaşı dışında boyalı elbise giyemez ve güzel koku sürünemez. Ancak aybaşı halinden temizleneceği zaman koku olarak az bir kust veya azfâr sürünebilir. "

Ebû Dâvud ve Nesâî, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Ümmü Seleme'den bildirdiklerine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kocası ölen kadın sarıya boyanmış ve süslü elbise giyemez, takılarım takınamaz, kına yakınamaz ve sürme çekemez. "

Ebû Dâvud ve Nesâî, Ümmü Seleme'den bildirir: Ebû Seleme vefat ettiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi. Gözlerime sabirs koymuştum.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ümmü Seleme! Bu nedir?" diye sorunca:

“Bu sabirdir, bunun kokusu yoktur" cevabını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bıı yüzü gençleştirir, sen bunu sadece gece sür, koku ve kına ile taranma. Çünkü kına boyadır" buyurdu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ne ile taranayım?" dediğimde:

“Başının her tarafına gelecek şekilde sedir ağacı yaprağının suyu ile taran" karşılığını verdi.

Mâlik, Saîd b. el-Müseyyeb ve Süleyman b. Yesâr'dan bildiriyor:

“Kocası ölen cariyenin iddeti, iki ay beş gündür."

Mâlik, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kocası ölen ümmü veledin iddeti bir hayız müddetidir."

Mâlik, Kâsım b. Muhammed'den bildiriyor:

“Kocası ölen ümmü veledin iddeti, iki hayız müddetidir."

Mâlik, Kâsım b. Muhammed'den bildiriyor: Yezîd b. Abdi'l-Melik, kocaları ölüp de bir veya iki hayız müddeti sonrası evlenen ümmü veledleri eşlerinden ayırdı. Onları dört ay on gün iddetleri bitinceye kadar da ayrı bıraktı. Yüce Allah'ı her kötülük ve eksiklikten tenzih ederim. Yüce Allah Kitab'ında:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri..." buyurmaktadır. Oysa bunlar onların (ölenlerin) eşleri değildir.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Mâce ve Hâkim'in bildirdiğine göre Amr b. el-Âs:

“Ümmü veled konusunda Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine şüphe sokmayın. Onların kocaları ölürse iddetleri dört ay on gündür" dedi.

235

"(Vefat İddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bîr günah yoktur. Allah biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın. Şunu da bilin kî, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah'a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, Halîm'dir."

Vekî', Firyâbî, Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur..." âyetindeki "Ta'rîd (üstü kapalı anlatma)" kelimesini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin kadına doğrudan doğruya açıklamadan (seni istiyorum demeden):

“Kadına ihtiyacım olduğu için evlenmek istiyorum ve bu evliliği şu şu vasıflarda olan bir kadınla gerçekleştirmek istiyorum. Yüce Allah'ın sâliha bir kadınla evlenmemi nasip etmesini diliyorum" demesidir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu ifadeyi açıklarken şöyle demiştir: Kişinin kadına iddeti içindeyken:

“Beni hesaba katmadan başkasıyla evlenme konusunda karar vermemen gerektiğini düşünüyorum" veya:

“Yüce Allah'ın ikimizin arasını bulmasını diliyorum" gibi şeyler demesidir ki bunda bir sakınca yoktur.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda ... bir günah yoktur" âyeti hakkında:

“Kişinin kadına nikah kıymadan ve bir sözleşme yapmadan: «Ben seni arzuluyor ve seninle evlenmek istiyorum» deyip onunla evlenmek istediğini bildirmesidir" dedi.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Abdurrahman b. el-Kâsım'dan bildirir: Babam:

“(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda... bir günah yoktur" âyeti hakkında şöyle dedi: Kişinin, kocası Ölüp de iddetinin dolmasını bekleyen kadına:

“Sen benim için değerlisin. Ben seni arzuluyorum. Yüce Allah sana hayır veya rızık verecektir" gibi şeyler söylemesidir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Nikahı üstü kapalı ifade ederken hediye vermenin bir sakıncası yoktur" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...İsteğinizi içinizde saklamanızda..." âyetini açıklarken:

“İçinizde gizlediğiniz şeyler kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Dahhâk'tan bu yorumun aynısını bildirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...İsteğinizi içinizde saklamanızda..." âyeti hakkında:

“Kişinin (kadının) yanına girip hediyesini vererek bir şey konuşmamasıdır" dedi.

Veki', İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Allah biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz..." âyeti hakkında:

“Söylemekten kasıt, kadını istemektir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz..."' âyeti hakkında:

“Onu (kadını) kendi içinde zikretmesi (düşünmesi)dir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kadına:

“Ben sana aşığım. Benden başkasıyla evlenmeyeceğine dair bana söz ver. İstersen beni hesaba katmadan evlenme konusunda bir iş yapma" gibi şeyler söylemesin.

İbn Cerîr bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu zina mânâsındadır. Kişi üstü kapalı evlenme sözü bahanesi ile zina etmek için kadının yanına girerdi."

Abdurrezzâk da Hasan(-ı Basrî), Ebû Miclez ve İbrâhim(-i Nehaî)'den aynısını bildirdi.

Tastî, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin" âyetini sorduğunda İbn Abbâs:

“Gizli olarak cinsel ilişkidir" dedi. Nâfi b. el-Ezrak:

“Bunu Araplar bilir mi?" diye sorduğunda ise İbn Abbâs şöyle dedi:

“Evet, bilirler. İmriü'l Kays'ın:

"Besbâse beni bu gün yaşlı olarak tanır

Yaşıtlarım gizli ilişkimi beceremez sanır" dediğini İşitmedin mi?"

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân der ki: Bize bildirilene göre:

“Sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin" âyetinin mânâsı kişinin kadına, cinsel ilişki teklifinde bulunmadan sadece cinsellikle ilgili sözler söylemesidir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin" âyetini açıklarken:

“Kişinin kadından kendisini beklemesi ve kendisinden başkasıyla evlenmemesi üzere söz almasıdır" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını nakletti.

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin" âyetini açıklarken şöyle dedi: Kadına iddeti içindeyken talip olunmaz; ancak ona:

“Sen güzel bir kadınsın, sen saygıdeğer ve arzu edilen birisin" denilebilir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Meşru sözler söylemeniz dışında ..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Kişinin: «Sen güzel bir kadınsın, seni hayırlı şeyler bekliyor ve benim de kadına ihtiyacım vardır» demesidir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın..." âyetini açıklarken:

“İddet müddeti bitene kadar nikah yapmayın" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, Mücâhid'den bunun aynısını naklettiler.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“... Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın..." âyetini açıklarken:

“Kadının iddeti bitmeden: «İddetin bitince seninle evleneceğim» diye söz vermeyin" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah'a karşı gelmekten sakının" âyetini açıklarken:

“Âyet, Allah'ın yasakladığı şeyleri yapan kişi için bir tehdittir" dedi.

236

"Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bîr günah yoktur. (Bu durumda) -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, akim ve dinin gereklerine uygun olarak mut'a verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs:

“Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“El sürmek nikah, mehir ise sadakadır." "...Mut'a verin..." hakkında ise:

“Yüce Allah, mehri belirlemeden kadınla evlenen ve ona dokunmadan (ilişkiye girmeden), onu boşayan kişinin maddi gücüne göre bir şeyler vermesini emretti. Eğer durumu iyi ise bir köle veya buna eşdeğer bir şey, durumu zayıf ise üç elbise veya buna eşdeğer bir şey verir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Mut'anın en yüksek olanı bir köle, daha düşüğü gümüş, daha düşüğü ise elbisedir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Beyhakî şöyle dedi: İbn Ömer, maddi durumu iyi olan mut'a verecek bir kişiye:

“Şu kadar verir ve şu kadar giydirirsin" diye emretti. Hesapladığımda bunların otuz dirhem ettiğini gördüm.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Mut'anın en düşüğü otuz dirhemdir" dedi.

İbn Cerîr bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer kişi mehri belirtmeden kadınla evlenir ve ona dokunmadan tekrar boşarsa kadına mut'adan başka bir şey düşmez" dedi.

237

"Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdirde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek. Ancak kadın, hakkını bağışlar yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı. Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür."

İbn Ebû Dâvud, Mesâhif te bildirdiğine göre A'meş bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Abdullah ise: (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Onlara dokunmadan boşarsanız..." âyetini açıklarken:

“Onlarla ilişkiye girmeden" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlara dokunmadan boşarsanız..." âyeti hakkında:

“Kişi mehri belirterek kadınla evlenir ve ona dokunmadan (ilişkiye girmeden) boşarsa, mehrin yarısı kadına düşer ve daha da fazla bir şeyi yoktur" dedi. "Ancak kadın, hakkını bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı..." âyeti için de şöyle dedi:

“Hakkı bağışlayacak kişi, dul veya bekar olup da babası dışında biri tarafından evlendirilmiş olan kadındır. Yüce Allah bunlara böylesi bir bağışlama ruhsatı tanımıştır. Onlar dilerse haklarını bağışlar, dilerse mehrin yarısını alırlar. "...Nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı..." âyetini açıklarken de:

“Yüce Allah affetme hakkını, bekar kız çocuğunun babasına verdi. Kız, babasının himayesinde oldukça affetme hakkına sahip değildir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Nâsih'te Nehhâs bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Mehri belirlenip de evlenen ve gerdeğe girmeden boşanan kadına:

“Ey Mü’minler! Mümin kadınlarla nikahlanıp, onları temasta bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" âyetinde olduğu gibi bağışta bulunulurdu. Ancak:

“Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdirde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek..." âyeti inince mut'a olmaksızın mehrin yarısı verildi ve önceki hüküm neshedildi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Bekr el-Huzeylî, Hasan(-ı Basrî)'ye, eşiyle gerdeğe girmeden onu boşayan kişinin mut'a verip vermeyeceğini sorunca Hasan:

“Evet, verir" dedi. Ebû Bekr:

“Paranın yarısını vermeniz gerek..." âyeti bunu neshetmedi mi?" deyince de, Hasan:

“Onu (mut'ayı) hiçbir şey neshetmedi" karşılığını verdi.

Şâfiî, Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, evlenip de eşiyle beraber başbaşa kalan ve onunla gerdeğe girmeden boşanan kadın için şöyle dedi: Ona mehrin yarısından başka bir şey yoktur. Çünkü Yüce Allah:

“Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdirde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek..." buyurmuştur.

Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Böylesi bir durumda, erkek kadının sadece bacaklarının arasına oturmuş olsa bile kadın mehrin yarısını alır."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Ancak kadın, hakkını bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı..." âyetini açıklar mısın?" deyince, İbn Abbâs:

“Kadının kendi hakkı olan mehrin yarısından vaz geçmesi veya kocasının:

“Ben onun (bu zaman zarfında) evlenmesine engel oldum" diyerek kalan diğer yarıyı da kadına vermesidir" karşılığını verdi. Nâfi b. el-Ezrak:

“Bunu Araplar bilir mi?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Zuheyr b. Ebî Sulmâ'nın:

"Dikkatli ve iyi huylu olmasıyla beraber

Kötü ahlâklı ve müfsid kişileri affeder" dediğini işitmedin mi?"

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, hasen isnâdla İbn Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi kocadır" buyurdu.

Vekî', Süfyân, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi kocadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi kocadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde olan kişi; kızın babası, kardeşi veya ancak izni ile nikahlanabileceği kişidir" dedi.

Şafiî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kadın ailesinden istenirdi, o da buna şahit olurdu. Nikah kıyılacağı zaman ailesinden birine: «Evlendir» derdi. Kendisi ise nikahta bulunmazdı."

İbn Ebî Şeybe de Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, Dahhâk, Şureyh, Saîd b. el- Müseyyeb, Şa'bî, Nâfi ve Muhammed b. Ka'b'tan bildiriyor:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi kocadır."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Beşîr'den bildiriyor: Tâvus ve Mücâhid:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi velîdir" dediler. Saîd b. Cübeyr ise:

“Kocadır" dedi. Tâvus ve Mücâhid, Saîd b. Cübeyr'in görüşünü kabul edene kadar onunla konuşup durdular.

İbn Ebî Şeybe de, Atâ, Hasan(-ı Basrî), Alkame ve Zührî'den bildiriyor:

“Nikah düğümünü (feshini) elinde tutan kişi velîdir."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Yüce Allah bağışlamaya razı oldu ve bağışlamayı emretti. Kadın eğer bağışlarsa bağışı caizdir. Bağışlamaya razı olursa da nikâhın feshini elinde olan velisi bunu yerine getirir. Kadın bağışsa razı olmadığı zaman nikah düğümü (feshi) elinde olan velîsi bağışlama yetkisini sahip olur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Hakkım bağışlarsa..." âyetini açıklarken:

“Bunlar kadınlardır" dedi. "...Yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı..." âyeti hakkında ise:

“Bu kişi velîdir" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb:

“Kocanın bağışlaması mehrin tamamını vermesidir. Kadının bağışı ise hakkından vazgeçmesidir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır..." âyetini açıklarken:

“Takvaya daha yakın olan bağışlayandır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır..." âyetini açıklarken:

“Bu, karıyla kocayı kapsamaktadır. Yüce Allah bağışta ve fazilette birbirleriyle yarışmalarını emretti" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Sizin bağışlamanız..."âyetini açıklarken:

“Yani karıyla koca" dedi.

Vekî', Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..." âyetini açıklarken:

“Bu konuda olduğu gibi başka konularda olan üstünlüğü de unutmayın" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..." âyeti hakkında:

“Birbirinize yaptığınız iyilikleri" dedi.

Abd b. Humeyd ve Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu konudaki âyet hakkında:

“Yüce Allah onları fazilet ve iyiliğe teşvik edip heveslendirmiştir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Vâil:

“...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..."' âyetini açıklarken:

“Kocasının evliliğine yardım eden veya kocası köleyle mükateplik yaptığı zaman mükatep köleye yardım eden ve buna benzer şeyler verendir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Avn b. Abdillah:

“...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..." âyetini açıklarken:

“Eğer birinize bir dilenci gelir de verecek bir şeyiniz olmazsa ona dua edin" dedi.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Ebî Hâtim, Harâitî, Mesâviu'l- Ahlâk'ta ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle demiştir:

“İnsanların üzerine öyle sıkı bir zaman gelecek ki, durumu güzel olan, iyiliği unutup elindeki malını koruyacak muhtaçlara bir şey vermeyecektir. Oysa Yüce Allah: «Aranızdaki üstünlüğü unutmayın»buyurarak bunu yasaklamıştır" dedi.

İbn Merdûye aynı hadisi Ali'den başka bir kanalla merfû olarak rivayet etmiştir.

Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Cübeyr b. Mutim'in, babası biriyle evlendi ve gerdeğe girmeden onu boşayıp bütün mehrini kendisine gönderdi. Bu durum kendisine sorulunca:

“Ben ondan daha üstünüm" karşılığını verdi.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Nâfi şöyle demiştir: Ubeydillah b. Ömer'in kızı -ki annesi Zeyd b. el-Hattâb'ın kızıdır- Abdullah b. Ömer'in çocuklarından biriyle mehir belirtmeksizin evlenmişti. Ancak adam gerdeğe girmeden öldü. Bunun üzerine kızın annesi mehri isteyince, İbn Ömer:

“Onun mehri yoktur. Eğer mehri olsaydı sizi ondan menetmez ve size zulmetmezdik" dedi. Kadın bunu kabullenmeyince Zeyd b. Sâbit'i aralarında hakem kıldı. Zeyd b. Sâbit de:

“Onun mehri yoktur, ona ancak miras vardır" hükmünü verdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Alkame'den bildirir: Bir topluluk İbn Mes'ûd'un yanına gelip:

“Bizden biri mehir belirtmeksizin bir kadınla evlendi. Ancak adam gerdeğe girmeden öldü" deyince, İbn Mes'ûd:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrıldığım zamandan beri öyle zor bir soruyla karşılaşmadım. Siz başkasına gidip sorun" karşılığını verdi. Bu konu üzerinde bir ay boyunca İbn Mes'ûd'un yanına gidip geldiler. En sonunda İbn Mes'ûd'a:

“Sen bu şehirde Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından kalan tek kişisin. Sana sormayacağız da kime soracağız? Senden başka soracak kimseyi bulamıyoruz" dediler. İbn Mes'ûd:

“Bu konuda size kendi görüşümü söyleyeceğim. Eğer görüşüm doğru çıkarsa bu, ortağı olmayan ve tek olan Allah'ın sayesindedir. Eğer yanlış olursa da bendendir. Allah ve Resûlü yanlışımdan beridir. Ona kendi dengindeki kadınların seviyesinden ne daha az, ne de daha fazla olmaksızın mehir verilir. Aynı zamanda miras da alır ve dört ay on gün iddetini bitirmeyi bekler." Abdullah bu hükmü verirken aralarında Ma'kil b. Sinân'ın da bulunduğu Eşca'lı olan bazı kişiler dinliyordu. Bunun üzerine kalktılar ve:

“Şehadet ederiz ki, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Vâşık'ın kızı Berva hakkında verdiği hükmün aynısını verdin" dediler. O zamana kadar Abdullah'ın Müslüman olduğu zaman hariç öylesine sevindiği görülmemişti. Sonra Abdullah b. Mes'ûd:

“Allahım! Verdiğim bu hüküm doğru ise senin sayendedir. Sen ortağı olmayan ve tek olansın" diye dua etti."

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, kocası ölen kadın konusunda:

“Ona mehir düşmez. Ancak miras alır ve iddetin bitmesini bekler" dedi. Yine başka bir kavlinde:

“Ona mehir yoktur. Bedevi bir Eşca'lının kavli, Allah'ın Kitabı karşısında kabul edilmez" demiştir.

Şâfiî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a kocası ölen bir kadının durumu sorulunca, kadının mehir alacağı yönünde hüküm vererek:

“O mehri ve payına düşen mirası alır" dedi.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, İbnu'l-Müseyyeb'ten bildiriyor:

“Ömer b. el-Hattâb, kişi evlendiği kadınla bir odaya girip perdeleri indirdiği zaman kadına mehri vermenin vacip olacağı yönünde hüküm vermiştir."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Ahnef b. Kays'tan bildiriyor: Hazret-i Ömer ile Ali:

“Eğer koca, kapıyı kapatıp örtüleri indirirse mehrin tamamını öder, kadın da iddetin bitmesini bekler" dediler.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Zurâra b. Evfâ'dan bildiriyor:

“Raşid halifeler, kapıyı kapatan veya örtüleri indiren kişi için mehir vermesi, kadın için de iddetini beklemesi gerektiğine dair hüküm verdiler."

Mâlik ve Beyhakî, Zeyd b. Sâbit'ten bildiriyor:

“Kişi hanımının yanına girer de üzerlerine örtüler indirilirse mehri vermek vacip olur."

Beyhakî, Muhammed b. Sevbân'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi, kadının üstünü açıp cinsel organını gördüğü zaman mehri vermesi vacip olur" buyurdu.

238

"Namazlara dikkat edin hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Namazlara dikkat edin..."âyetini açıklarken:

“Yani farz namazlara" demiştir.

İbn Ebû Dâvud, el-Masâhifte A'meş'ten bildirir:

“Abdullah (b. Mes'ûd)'un bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mesrûk:

“Namazlara dikkat edin..." âyetini açıklarken:

“Namazlara dikkat etmek, namazı vaktinde kılmaya dikkat etmektir. Namazdan gafil olmak da namazı vaktinde kılmamaktır" dedi.

Mâlik, Şâfiî, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Talha b. Ubeydillah'tan bildiriyor: Necd ahalisinden dağınık saçlı biri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Sesinin mırıltısını işitiyor, ancak ne dediğini bilmiyorduk. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına yaklaşınca ona İslam'ı sorduğunu anladık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gece ve gündüz de beş vakit namaz kılmaktır" buyurdu. Adam:

“Bana bundan başka namaz var mıdır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır, ancak nafile namaz kılarsan o ayrı. Ayrıca Ramazan ayı orucunu da tut" buyurdu. Adam yine:

“Bana bundan başka bir şey var mıdır?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır, ama nafile oruç tutabilirsin" buyurdu. Allah Resûlü, adama zekatı ve miktarını zikredince de:

“Bana bundan başkası var mıdır?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır, ancak sadaka verebilirsin" buyurdu. Bunun üzerine adam dönüp giderken:

“Vallahi! Bunlara ne bir şey ekleyeceğim, ne de bir şey eksilteceğim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Eğer doğru söylüyorsa kurtuluşa ermiştir" buyurdu.

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Enes'ten bildiriyor: Bir şeyler hakkında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) soru sormak bize yasaklanmıştı. Civar köylerden akıllı kişilerin gelip bir şeyler sorması, bizim de bunu işitmemiz hoşumuza giderdi. Bir defasında civar köylerden bir adam geldi ve:

“Ey Muhammed! Bize, senin göndermiş olduğun elçi geldi. Senin Allah tarafından gönderilmiş biri olduğunu söyledi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylemiş" buyurunca, adam:

“Gökleri yaratan kimdir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah" karşılığını verdi. Adam:

“Yeryüzünü yaratan kimdir?" deyince,

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Allah" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, bu dağları diken ve üstündekileri yaratan kimdir?" diye sorunca da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah" karşılığını verdi. Adam:

“Gökleri ve yerleri yaratıp dağlan diken kişi aşkına söyle! Seni Allah mı gönderdi?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" diye cevap verdi.

Adam:

“Bize göndermiş olduğun elçi, gece ve gündüzümüzde beş vakit namazın olduğunu söyledi" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

“Seni gönderen için söyle, sana bunları Allah mı emretti?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi. Adam:

“Bize gönderdiğin elçi mallarımızdan zekat vermemiz gerektiğini söyledi" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylemiş" karşılığını verdi. "Seni gönderen kişi aşkına söyle! Sana bunları Allah mı emretti?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi. Adam:

“Göndermiş olduğun elçi sene içinde Ramazan ayında oruç tutmamız gerektiğini söyledi" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

“Seni gönderen kişi aşkına söyle! Bunu sana Allah mı emretti?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi. Adam:

“Elçin, gücü yetenin hacca gitmesi gerektiğini de söyledi" dediğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylemiş" karşılığını verdi. Bunun üzerine adam:

“Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, bunları ne eksiltecek ne de fazlasını yapacağım" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Eğer doğru söylüyorsa Cennete girer" buyurdu.

Buhârî, Müslim ve Nesâî, Ebû Eyyûb'dan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Bana, yaptığımda beni Cennete yaklaştırıp ateşten uzaklaştıracak bir amel söyle" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ibadet eder ve ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namaz kılıp zekat verirsin ve akrabayla alakayı kesmezsin" buyurdu. Adam dönüp gidince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer kendisine emredilenleri tutarsa Cennete girer" buyurdu.

Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Bedevinin biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Bana, yaptığımda beni Cennete sokacak bir amel söyle" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ibadet eder ve ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Farz namazları kılar, belirlenen zekatı verirsin ve Ramazan orucunu tutarsın" buyurdu. Bunun üzerine adam:

“Canım elinde olana yemin olsun ki bunlara hiçbir şey eklemeyecek ve eksiltmeyeceğim" dedi. Bedevi dönüp gidince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennet ahalisinden bir adamı görmekten haz duyan kişi buna baksın" buyurdu.

Müslim, Câbir'den bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer farz namazları kılıp, Ramazan orucunu tutarsam, helali helal, haramı da haram olarak kabul edersem ve bunlara bir şey eklemeyip, eksiltmezsem Cennete girer miyim?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, girersin" buyurunca, adam:

“Vallahi! Bunlara bir şey eklemeyeceğim" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâîve İbn Mâce, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'ı Yemen'e gönderirken ona şöyle dedi:

“Sen Ehl-i Kitâb'dan olan bir kavmin yanına gidiyorsun. Yanlarına vardığında, onları Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet etmeleri için davet et. Eğer onlar bu konuda sana itaat ederlerse, onlara Allah'ın bir gece ve gündüzde beş vakit namazı emrettiğini bildir. Bu konuda da itaat ederlerse, onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere, Allah'ın zekatı da emrettiğini bildir. Bu konuda da itaat ederlerse, (zekat için) mallarının iyisini almaktan sakın ve mazlumun bedduasından korun. Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında bir perde yoktur. "

Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin, Ebû Katâde b. Rıb'î'den bildirdiklerine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah: «Ben ümmetin üzerine beş vakit namazı farz kıldım. Bunlara dikkat edip vaktinde kılan kişileri söz verdiğim üzere cennete sokacağım. Bunlara dikkat etmeyen kişi için de verilmiş herhangi bir sözüm yoktur» buyurdu."

Ebû Dâvud, Fadâla el-Leysî'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim ve bana bir şeyler öğretti. Öğrettikleri arasında:

“Beş vakit namazı vakitlerinde kılmaya dikkat edin" sözü de vardı.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Beyhakî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yüce Allah beş vakit namazı kullara farz kıldı. Kim bu namazları hafife almadan, heba etmeden hakkıyla kılarsa Yüce Allah'ın onu bağışlayacağına dair ahdi vardır. Bunları yapmayan kişiye de Allah katında hiç bir ahid yoktur. Yüce Allah dilerse onu bağışlar, dilerse cezalandırır. "

Nesâî, Dârakutnî ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Yüce Allah ne kadar namazı kullarına farz kıldı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beş vakit" karşılığını verdi. Adam:

“Onlardan önce veya sonra bir şey var mı?" deyince de, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kullarına beş vakit namazı farz kıldı" buyurdu. Adam yemin ederek bunlara bir şey eklemeyeceğini ve eksiltmeyeceğini söyleyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer doğru söylediyse Cennete girer" buyurdu.

Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Fadâla ez-Zehrânî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir şeyler öğretti ve:

“Beş vakit namaza dikkat et" buyurdu. "Benim bu saatlerde işim vardır. Bana bunların hepsini içine alacak özlü bir şey de ki yaptığımda sorumluluk üzerimden düşsün" dediğimde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki asra dikkat et" buyurdu. Ancak 'asr' ifadesi bizim dilimizde olmayan bir ifade olduğu için:

“İki asr nedir?" diye sordum. Allah Resûlü:

“Güneş çıkmadan önce ve batmadan önce kılınan namazlardır" buyurdu.

Mâlik, Ahmed, Nesâî, İbn Huzeyme, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da Âmir b. Sa'd'dan bildiriyor: Sa'd'ın ve sahabeden bazı kimselerin şöyle dediğini işittim: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında iki kardeş vardı. Biri diğerinden daha üstündü. Daha üstün olan kişi vefat etti. Diğer kardeşi ise ondan sonra kırk gün daha yaşadı ve vefat etti. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk vefat edenin fazileti zikredilince:

“İkinci vefat eden namaz kılmaz mıydı?" diye sordu. "Evet, kılardı ve iyi birisiydi" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazının onu nereye götürdüğünü nereden biliyorsunuz? Namaz adamın kapısı önünden akan derin ve duru bir nehir gibidir. Bu kişi bu nehrin içinde günde beş defa yıkanırsa, artık onun üzerinde kirden ne görürsünüz? Namazının onu nereye götürdüğünü bilemezsiniz" buyurdu.

Ahmed, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Beyhakî, Şuab'da, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Kudâ'a kabilesinin Belî kolundan iki adam vardı. İkisi de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Müslüman oldular. Biri şehid oldu, diğeri de ondan bir sene sonra öldü." Talha b. Ubeydillah der ki: Rüyamda sonradan ölenin şehid olandan daha önce Cennete girdiğini gördüm. Bu duruma şaşırdım ve sabahladığımda bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ondan sonra Ramazan orucunu tutmadı mı? Bir yıl boyunca altı bin rekat ve şu kadar şu kadar namaz kılmadı mı?" buyurdu.

Müsned'in zevâidi olarak Abdullah b. Ahmed,, Bezzâr ve Ebû Ya'lâ'nın Osman b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim namazın hak ve farz olduğunu bilip eda ederse Cennete girer. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yüce Allah kullarına bir gece ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldı. "

Ebû Ya'lâ, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah'ın insanlara dinlerinde farz kıldığı ilk şey namazdır. Sonuna kadar kalacak tek şey de namaz olduğu gibi insanları önce namazla hesaba çekecektir. Yüce Allah: «Kulumun namazına bakın» buyurur. Eğer namaz tam ise tam yazılır. Eğer eksik ise, Yüce Allah: «Bakın, kulumun nafile namazı var mıdır?» buyurur. Eğer nafile namaz bulunursa onunla eksik olan farz namazları tamamlanır. Sonra yine: «Bakın, zekatını tam olarak vermiş mi?» buyurur. Eğer zekatını tamamıyla vermişse tam olarak yazılır. Eğer zekat eksik (yani hakkıyla verilmemiş) ise, Yüce Allah: «Bakın sadakası var mıdır?» buyurur. Eğer sadakası varsa, onunla da eksik olan zekatı tamamlanır. "

Ahmed, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da Hanzala el-Kâtib'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Namazın rükusunu, secdesini hakkıyla ifa edip tam vaktinde kılan ve namazın Allah katından bir hak olduğunu kabul eden kişi Cennete girer. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli namazdır. Eğer namaz iyi çıkarsa bütün amelleri iyi çıkar. Eğer namaz kötü çıkarsa bütün amelleri de kötü çıkar. "

Ahmed, İbn Hibbân ve Taberânî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün namazı zikredip şöyle buyurdu:

“Kim namaza dikkat ederse, kıyamet gününde namaz onun için bir nur, bir hüccet ve kurtuluş vesilesi olur. Namaza dikkat etmeyen kişiye de, ne nur, ne hüccet, ne de kurtuluş vesilesi olur. Böylesi bir kişi de kıyamet gününde Firavun, Hâmân ve Ubey b. Halefle beraber olur,"

Bezzâr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namaz kılmayanın İslam'dan bir nasibi yoktur. Abdesti olmayanın da namazı yoktur."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Emâneti olmayanın îmanı, temiz olmayanın namazı ve namaz kılmayanın da dini yoktur. Namazın dindeki konumu başın bedendeki konumu gibidir. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Ebu'ul-Kâsım (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde, beş vakit namazın abdestine, zamanına, rükûsuna ve secdesine dikkat edip ondan bir şey eksiltmeden gelen kişi için, Allah katında azap görmeyeceğine dair ahid vardır. Bunlardan bir eksikle gelen kişi için de hiçbir ahid yoktur. Yüce Allah dilerse ona merhamet eder, dilerse azap verir. "

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Şu üç şeye dikkat eden kişi hakkıyla dosttur, dikkat etmeyen de tam anlamıyla düşmandır. Bunlar, namaz, oruç ve gusüldür."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafında bulunan ashâbına:

“Siz altı şeyde bana garanti verin, ben de size Cenneti garanti edeyim" buyurdu. "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nedir?" diye sorduğumda:

“Namaz, zekat, emanet, avret mahalli (namus), mide ve dildir" cevabını verdi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Aişe'ye:

“Günahları terk et ki en güzel hicret budur. Namaza dikkat et ki o en güzel iyilik de odur" buyurdu."

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim beş vakit namazı vaktinde kılar ve abdestini güzelce alır, kıyamı, huşüyu, rükûyu ve secdeyi tam olarak yaparsa, namazı: «Beni koruduğun gibi Allah ta seni korusun» diyerek Allah katına gider. Namazı zamanında kılmayan, abdestini güzelce almayan, huşüyu, rükûyu ve secdeyi hakkıyla yapmayan kişinin namazı da siyah ve karanlık bir şekilde: «Beni heba ettiğin gibi Allah da seni heba etsin» diyerek gider. O namaz Allah'ın dilediği yere ulaştığında, eski ve kirli giysi gibi dürülüp sahibinin yüzüne çarpılır. "

Ahmed, Taberânî ve İbn Merdûye, Ka'b b. Ucre'den bildiriyor: Biz öğle namazını beklerken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza gelip:

“Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?" diye sordu. "Hayır" karşılığını verdiğimizde de şöyle buyurdu:

“Rabbiniz şöyle demektedir: «Namazları dikkatlice vakitlerinde kılan ve onları heba etmeyip hakkıyla koruyan kişiyi, Cennete sokacağıma dair ahdim vardır. Onları vakitlerinde kılmayan, dikkat etmeyen ve hakkıyla korumayıp heba eden kişiye de hiçbir ahdim yoktur. Dilersem ona azap veririm, dilersem de bağışlarım.»"

Taberânî ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün ashâbına uğrayıp:

“Yüce Allah'ın ne buyurduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâb:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu soruyu üç defa tekrarladı ve şöyle devam etti:

“Yüce Allah buyurdu ki: «İzzetime ve Celâlime yemin olsun ki namazı vaktinde kılan kulu mutlaka Cennete sokacağım.

Namazı vakti dışında kılana da dilersem merhamet edeceğim, dilersem azap vereceğim,»"

Bezzâr ve Taberânî, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Eğer kul hakkıyla abdest alırsa, sonra kalkıp rükûyu secdeyi ve kıraati hakkıyla yaparak namazı kılarsa, namazı ona: «Beni koruduğun gibi Allah da seni korusun» der. Sonra da namazı ışıklı, nurlu bir şekilde alırlar ve gökyüzüne çıkarırlar. Gökyüzü kapıları o namaza açılır. Eğer kul abdesti hakkıyla almazsa, rükûyu, secdeyi ve kıraati hakkıyla yapmazsa, namazı ona: «Beni heba ettiğin gibi Allah da seni heba etsin» der. Sonra o namaz alınır ve karanlıklar içinde gökyüzüne çıkılır. Gökyüzü kapıları kapanır ve namaz eski bir giysi gibi dürülerek sahibinin yüzüne vurulur."

Ahmed ve İbn Hibbân, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve amellerin en üstün olanını sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazdır" buyurunca, adam:

“Sonra hangisidir?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sonra namazdır" buyurdu. Adam bir daha:

“Sonra hangisidir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa:

“Sonra namazdır" buyurdu. Adam:

“Sonra hangisidir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda cihad etmektir" buyurdu. Adam:

“Benim annem ve babam vardır" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman annen ve babana iyilikte bulunmanı tavsiye ederim" buyurdu.

Taberânî, Târik b. Şihâb'dan bildirir: Gece ibadetini öğrenmek için bir gece Selmân'ın yanında kaldım. Selmân gece sonunda kalkıp namaz kıldı. Ancak Selmân'ın düşündüğüm kadar ibadet etmediğini gördüm ve bu durumu ona anlattım. Bunun üzerine Selmân şöyle dedi:

“Şu beş vakit namaza dikkat edin. Çünkü bu beş vakit namaz ölümcül olmayan bütün yaralara kefarettir. İnsanlar yatsı namazını kıldıktan sonra şu üç gruptan birinde olurlar. Bir grup kârı olmayıp zararda olanlar, bir grup kârda olup zararı olmayanlar ve diğer grup ise ne kârda, ne de zararda olanlardır. Gece karanlığını ve insanların gaflette (uykuda) oluşunu fırsat bilip ma'siyet atına binen (günah işleyen) kişi zararda olan kişidir. Gece karanlığını ve insanların gaflette (uykuda) oluşunu fırsat bilip gece namazına kalkan kişi kârda olup zararda olmayandır. (Yatsı) namazını kılıp da uyuyan kişi ise ne kârda, ne de zararda olandır. Seni yorgun düşürecek kadar çok amelden sakın, mutedil ama devamlı olarak amel yapmaya bak."

Taberânî, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İmanla beraber şu beş şeyle gelen kişi Cennete girer. Bunlar, abdestlerine, rükûsuna, secdesine ve vakitlerine dikkat ederek beş vakit namazı kılmak, Ramazan orucunu tutmak, gücü yeterse hacca gitmek, zekatı severek vermek ve emaneti eda etmektir." Oradakiler:

“Ey Allah'ın Resûlü! Emaneti eda etmek ne demektir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cenabetlikte gusletmektir. Yüce Allah insanoğluna dininde ondan başka hiçbir şeyi emanet etmedi" buyurdu.

Ahmed'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Şu üç şeyin hak olduğuna yemin ederim:

“Yüce Allah, İslam'dan nasibi olan kişiyi nasibi olmayan kişiyle bir tutmaz. Kişinin İslam'daki nasibi de namaz, oruç ve zekat olmak üzere üçtür."

Dârimî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cennetin anahtarı namazdır. "

Deylemî'nin Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Namaz, dinin direğidir."

Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Namaz terazi gibidir. Kim hakkını verirse ona karşılığı verilir" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, Amr'dan bildiriyor: Adamın biri gelip:

Resûlallah! İslam'da Allah'ın en fazla sevdiği şey nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vaktinde kılman namazdır. Namazı terk edenin dini yoktur. Çünkü namaz dinin direğidir" buyurdu.

İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, Sevbân'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İstikamet üzere olunuz ki bunu da tam olarak yapamazsınız. Bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır. Mümin kişiden başka kimse (devamlı) abdestli olmaya gayret edemez."

Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Farz kılınan namazlara dikkat eden kişi, gafillerden yazılmaz. Bir gecede yüz âyet okuyan kişi de devamlı itaat edenlerden yazılır."

İbn Ebî Şeybe, Mesrûk'tan bildiriyor:

“Bu namazlara dikkat eden kişi, gafillerden yazılmaz. Onları terk etmekte helak vardır."

Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Yarın Yüce Allah'a Müslüman olarak kavuşmayı isteyen her kişi, ezanın okunduğunu işittiği yerde namazını kılsın. (Ebû Dâvud'un lafzı şöyledir:

“Beş vakit namazı, ezanını işittiğiniz zaman hemen eda edin.) Çünkü bunlar hidâyetin sünnetlerindendir. Yüce Allah Peygamberine sünneti göstermiştir. Bu nedenle cemaat namazından ancak nifakı belli olan münafıklar geri kalır. Ben sahabelerden, iki kişi arasında safa götürülen kişiler gördüm. Şimdi sizden her birinizin kendi evinde mescidi vardır. Siz evinizde namaz kılıp mescidi terk ettiğinizde Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini terk ederseniz küfre girmiş olursunuz."

Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli namazdır. Eğer namaz iyi çıkarsa kurtuluşa erer. Eğer namaz kötü çıkarsa hüsrana uğrar. Eğer farz namazları eksik çıkarsa, Yüce Allah: «Bakın, kulumun nafile namazı var mıdır?» buyurur. Eğer nafile namaz bulunursa onunla eksik olan farz namazları tamamlanır. Diğer eksik olan amelleri de yine bu şekilde tamamlanır. "

İbn Mâce ve Hâkim, Temîm ed-Dârî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli namazdır. Eğer namaz tam ise tam yazılır. Eğer eksik ise, Yüce Allah meleklere: «Bakın, kulumun nafile namazı var mıdır? Onunla eksik olan farz namazlarını tamamlayın» buyurur. Sonra (eksik olan) zekat ve diğer amelleri de yine bu şekilde (nafile ibadetlerden) tamamlanır."

Taberânî, Nu'mân b. Kavkel'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Eğer farz namazları kılıp, Ramazan orucunu tutarsam, helali helal, haramı da haram olarak kabul edersem ve bunlara bir şey eklemeyip, eksiltmesem Cennete girer miyim?" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, girersin" buyurunca da:

“Vallahi! Bunlara bir şey eklemeyeceğim" dedim.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Sa'd b. Bekr oğullarından bir bedevi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Seni ve senden öncekileri kim yarattı? Senden sonrakileri de kim yaratacak?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah" karşılığını verdi. Bedevi:

“Onun adına sana soruyorum! Seni o mu gönderdi?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Evet" karşılığını verdi. Bedevi:

“Yedi kat göğü, yedi kat yeri ve içindeki rızıkları yaratan kimdir?" diye sorunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tır" cevabını verdi. Bedevi:

“Onun adına sana soruyorum! Seni o mu gönderdi?" deyince, Allah Resûlü:

“Evet" karşılığını verdi. Bedevi:

“Kitabında/mektubunda gördüğümüz gibi elçilerin de bize gece ve gündüzde beş vakit namazı kılmamızı emrettiler. Onun adına sana soruyorum! Sana bunları o mu emretti?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi. Bedevi:

“Kitabında/mektubunda gördüğümüz gibi, elçilerin bize Ramazan ayı orucunu tutmamızı emretti. Onun adına sana soruyorum! Sana bunları o mu emretti?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet" karşılığını verdi. Bedevi:

“Senin mektubunda gördüğümüz gibi, elçilerin de bize mallarımızdan alıp fakirlere vermemizi emretti. Onun adına sana soruyorum! Sana bunları o mu emretti?" dediğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine bedevi:

“Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki ben kavmimden bana itaat eden kişilerle beraber bunları yapacağım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de güldü ve:

“Eğer doğru söylüyorsa Cennete girer" buyurdu.

Ahmed ve Taberânî, Ebu't-Tufayl (Âmir b. Vâsile)'den bildiriyor: Adamın biri bir topluluğa uğradı ve selam verdi. Onlar da selamını aldılar. Ancak adam gidince topluluktan biri:

“Vallahi! Ben bunu Allah için sevmiyorum" dedi. Mecliste oturanlar:

“Vallahi! Söylediğin şey güzel değildir. Vallahi adamı uyaracağız. Kalk ey filan ona bunu haber ver" dediler. O kişi kalktı ve giden adama yetişip meclisteki adamın söylediğini kendisine haber verdi. Bunun üzerine adam gitti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına varınca:

Resûlallah! Aralarında filan kişinin de bulunduğu Müslümanlardan oluşan bir meclise gittim. Selam verdim ve selamımı aldılar. Ancak ben oradan ayrıldıktan sonra, kendilerinden biri bana geldi ve:

“Filan kişinin (benim için):

“Vallahi! Ben bu adamı Allah için sevmiyorum" dediğini söyledi. Ey Allah'ın Resûlü! Onu çağır da beni niçin sevmediğini sor" dedi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişiyi çağırdı ve adamın haber vermiş olduğu durumu kendisine sordu. Adam denileni onaylayınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu niçin sevmiyorsun?" diye sordu. Adam:

“Ben bunun komşusuyum ve ondan haberdarım. Vallahi onun, bize farz kılınan, iyinin de kötünün de kıldığı beş vakit namazdan başka bir namaz kıldığını görmedim" karşılığını verince, diğer adam:

“Sor ona ey Allah'ın Resûlü! Namazları vaktinde kılmayıp geciktirdiğimi, abdestimi iyi almadığımı, rükûnun ve secdenin hakkını vermediğimi gördü mü?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca, adam:

“Hayır, görmedim" dedi ve şöyle devam etti:

“Vallahi iyilerin de kötülerin de tuttuğu Ramazan ayı dışında oruç tuttuğunu görmedim!"

Diğer adam:

“Sor ona ey Allah'ın Resûlü! Orucu terk ettiğimi veya onda bir eksiklik yaptığımı gördü mü?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca, adam:

“Hayır, görmedim" karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Vallahi onun iyinin de kötünün de vermiş olduğu zekat dışında hiçbir isteyene verdiğini, malından Allah yolunda bir şey infak ettiğini görmedim!" Diğer adam:

“Sor ona ey Allah'ın Resûlü! Zekatımdan bir şey sakladım mı? Onu isteyene eksik verdim mi?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca, adam:

“Hayır, eksiltmedi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Kalk, görüyorum ki bu, senden daha hayırlıdır" buyurdu.

Bezzâr, Taberânî ve Mâlik el-Eşcaî kanalıyla babasından bildiriyor:

“Kişi Müslüman olduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce ona namazı öğretirdi."

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre bedevinin biri İbn Abbâs'a gelip:

“Biz Müslüman kişileriz. Buradaki muhacirlerden bazı kimseler bizim bir şey üzere olmadığımızı iddia ediyorlar" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namaz kılan, zekat veren, hacca giden, oruç tutan ve misafiri ağırlayan kişi Cennete girecektir" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a İslam'da en güzel derecenin ne olduğu sorulduğunda:

“Namazdır" cevabını verdi. "Sonra hangisi?" denildiğinde ise:

“Zekattır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin, Musannef’te bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a en iyi amelin ne olduğu sorulduğunda:

“Namazdır, namaz kılmayan da dinsizdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişiyle küfür arasında namazı terk etmek vardır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim, Bureyde'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Onlarla (kafirlerle) aramızdaki fark namazdır. Kim onu terk ederse kafir olur. "

Kitâbu's-Salât'ta Muhammed b. Nasr el-Mervezî ve Taberânî, Ubâde b. Sâmit'ten bildiriyor: Dostum (Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem) bana yedi şeyi vasiyet etti:

“Kesilseniz, yakılsanız çarmıha gerilseniz bile hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmayın. Bilerek namazı terk etmeyin. Namazı bilerek terk eden kişi benim dinimden çıkmış olur. Allah'a asi olmayın ki bu da Yüce Allah'ın gazabına yol açar. İçki içmeyin, çünkü o bütün günahların başıdır."

Tirmizî ve Hâkim, Adbullah b. Şekîk el-Ukaylî'den bildirir: Ebû Hureyre der ki:

“Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı, namaz dışında hiçbir amelin terkini küfür olarak görmezlerdi."

Hibetullah et-Taberî, Sevbân'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Kul ile küfür ve iman arasında namaz vardır. Kişi onu bırakırsa şirke düşmüş olur. "

Bezzâr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'ın gözleri rahatsızlandığında ona:

“Seni tedavi edelim, ancak namazı da birkaç gün bırakacaksın" dediler. Ancak kendisi şöyle karşılık verdi:

“Hayır, çünkü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Namazı terk eden kişi Allah'ın huzuruna, Allah kendisine gazaplanmış bir şekilde çıkar."'

İbn Mâce, Muhammed b. Nasr el-Mervezî ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kul ile şirk arasında namazı terk etmek vardır. Kişi eğer bilerek namazı bırakırsa şirke düşmüş olur."

Ebû Ya'lâ'nın İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İslam'ın temeli ve dinin direkleri üçtür. İslam bu temel ve direkler üzerine kurulmuştur. Bunların birini terk eden kişi kafir olur ve kanı helaldir. Bunlar, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet, farz namazlar ve Ramazan orucudur. "

Ahmed ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebel şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şu on şeyi vasiyet etti:

“Oldürülsen de, yakılsan da hiçbir şeyi Allah'a ortak koşma. Ailenden ve malından ayrılmanı isteseler bile anne ve babana asi olma. Bilerek farz namazları terk etme. Farz namazları bilerek terk eden kişi Allah'ın korumasından beri olur. İçki içme, çünkü o bütün kötülüklerin başıdır. Günahtan sakın. Zira günah Allah'ın gazabına en fazla sebep olandır. Savaştan kaçmaktan sakın. İnsanlar helak olup ölseler de sen sebat et. Ailene malından infakta bulun. Onları terbiye etmekte gevşeklik yapma ve onlara Allah'tan korkmalarını öğret."

Taberânî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) azatlısı Umeyme'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest alırken ona su döküyordum. Adamın biri içeri girip:

“Bana vasiyet et" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kesilsen de, yakılsan da hiçbir şeyi Allah'a ortak koşma. Senden aileni ve dünyanı bırakmanı isteseler bile bırak, ama anne ve babana asi olma. İçki içme. Zira o, bütün kötülüklerin anahtarıdır. Bilerek namazı terk etme. Namazı terk eden kişi, Allah'ın ve Resûlünün korumasından beri olur. "

İbn Sa'd, Simâk'tan bildiriyor: İbn Abbâs'ın gözlerine (kara) su inmiş ve görme yetisini kaybetmişti. Gözleri tedavi ederek suyunu alan kişiler gelip:

“Bırak da gözlerindeki suyu alalım. Fakat beş günün namazını daha sonra kılarsın" dediler. İbn Abbâs:

“Hayır, Vallahi! Bir rekatı bile sonraya bırakmam. Çünkü bana bir namazı bile terk edenin huzura çıkacağı zaman Allah kendisinden öfkelenmiş bir şekilde çıkacağı, söylendi" karşılığını verdi.

İbn Hibbân, Bureyde'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bulutlu günde namazı erken kılın. Zira namazı terk eden küfre girmiş olur."

Ahmed, Ziyâd b. Nuaym el-Hadramî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah İslam'da dört şeyi farz kıldı. Bunlardan üçüyle gelen kişi dördüncüsünü getirmedikçe üçünden fayda görmez. Bunlar, namaz, zekat, Ramazan orucu ve haçtır. "

İsbehânî, et-Terğîb'te, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah namazı bilerek terk edenin amellerini boşa çıkarır. Yüce Allah'a dönüp tövbe edene kadar da Allah'ın zimmetinden beri olur. "

Ahmed ve Beyhakî, Ümmü Eymen'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namazı bilerek terk etmeyin. Namazı bilerek terk eden Allah'ın ve Resûlünün korumasından uzak olur."

Kitâbu'l-İmân ile Musannef’te İbn Ebî Şeybe ve Târih'te Buhârî, Hazret-i Ali'den bildiriyor:

“Namaz kılmayan kişi kafirdir." Diğer bir lafızda ise:

“Küfre girmiştir" şeklindedir.

Muhammed b. Nasr ve İbn Abdilberr, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Namazı terk eden kişi kafirdir."

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Nasr ve Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Namazı terk eden kişinin dini yoktur."

İbn Abdilber, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

“Namaz kılmayan kişi kafirdir."

İbn Abdilber, Ebû'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Namaz kılmayanın imanı, abdesti olmayanın da namazı olmaz."

Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Namazı terk eden kişi kafirdir."

Mâlik ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, Urve'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb yaralı iken onu namaz için uyardılar ve:

“Ey müminlerin emîri! Namaz!" dediler. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb:

“Evet, vallahi namaz kılmayanın İslam'da hakkı yoktur" dedi ve yarası kanar bir şekilde namazını kıldı.

Mâlik'in, Nâfi'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb memurlarına şöyle yazdı:

“Yapmanız gereken en önemli şey namazdır. Ona dikkat eden veya koruyan dinini korumuş olur. Onu kaybeden kişi de başka şeyleri daha kolay kaybeder."

Nesâî ve İbn Hibbân, Nevfel b. Muâviye'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namazı kaçıran kişi, ailesini ve malını kaybetmiş gibidir. "

Tirmizî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Özürsüz olarak iki namazı birleştiren kişi, büyük günahların kapısına gelmiş olur. "

Taberânî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namaz kılanları öldürmekten nehyolundum,"

İbn Ebî Şeybe ve Ebû Ya'lâ, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılan bir Müslümanın dövülmesini yasakladı."

Ahmed ve Şuab'da Beyhakî, Ebû Umâme'den bildiriyor: Hazret-i Ali, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize bir hizmetçi ver" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Git, evde üç hizmetçi var, üçünden birini al" buyurdu. Hazret-i Ali:

“Ey Allah'ın Resûlü! (Onlardan birini) Bana sen seç" dediğinde ise, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen kendin seç" cevabını verdi. Hazret-i Ali bir daha:

“Bana sen seç" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Git evde üç tane var. İçlerinden biri namaz kıldı, onu al ama ona vurma. Çünkü namaz kılanlara vurmamız yasaklandı" buyurdu.

Ebû Ya'lâ, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihân, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve köle bir istedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eğer esir alırsa kendisine vereceğine dair söz verdi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip ona:

“İki siyah köle geldi, onlardan istediğini al" buyurdu. Ebu'l-Heysem:

“Seçme işini sana bırakıyorum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu al, bu yanımızda namaz kıldı. Ama ona vurma, çünkü namaz kılanlara vurmamız yasaklandı" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazıdır. Eğer bu iki namazda neler olduğunu bilseydiler o namazlara emekleyerek olsa bile gelirlerdi. İçimden bir adama kamet getirmesini, bir adama da namazı kıldırmasını emretmek, sonra beraberlerinde bağ bağ odunlar olan adamları götürüp namaz kılmayan kimselerin evlerini üzerlerine yakmayı isterdim."'

Taberânî, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah'ı görüyormuş gibi ibadet et. Sen onu görmesen de o seni görüyor. Kendini ölülerden say. Mazlumun bedduasından sakın, çünkü o kabul olunur. Sizden birinizin gücü yatsı ve sabah namazına gitmeye yetiyorsa emekliyerek de olsa gitsin."

İbn Ebî Şeybe, Bezzâr, İbn Huzeyme, Taberânî, Hâkim ve Şuab'da Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kişiyi sabah ve yatsı namazında görmediğimiz zaman hakkında kötü düşünürdük."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün sabah namazını kıldırdı ve:

“Filan kişi burada mı?" diye sordu. Ashâb:

“Hayır" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ya filan kişi burada mı?" diye sorunca, ashâb yine:

“Hayır" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu iki namaz münafıklar için en ağır namazdır. Eğer bunlarda (yatsı ve sabah namazında) neler olduğunu bilseydiniz, o namazlara diz üstü emekleyerek olsa bile gelirdiniz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar yatsı ve sabah namazlarında neler olduğunu bilseydiler emekleyerek de olsa bu namazlara gelirlerdi."'

Taberânî, Hâris b. Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim, Yahudiler gibi akşam namazını yıldızlar birbirine karışıncaya kadar bırakmadıkları müddetçe, sabah namazını da Hıristiyanlar gibi geciktirmedikleri müddetçe İslam üzeredirler."

Taberânî, es-Sunâbihî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim, akşam, namazını bekleyip Yahudiler gibi yıldızlar birbirine karışıncaya kadar bırakmadıkları müddetçe, sabah namazını da Hıristiyanlar gibi geciktirmedikleri müddetçe dinlerine tutunmuş kalırlar."

Buhârî, Müslim ve Beyhakî, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki serinliği (yatsı ve sabahı) kılan kişi Cennete girecektir" buyurmuştur.

Müslim ve Beyhakî, Cündüb b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir. Allah sizi bir sebepten dolayı zimmetinden hesaba çekmesin. Çünkü zimmetinden dolayı birini hesaba çekeceği zaman ona yetişir ve onu yüzüstü Cehennem ateşine atar."

Müslim, Tirmizî ve Beyhakî, Cündüb b. Süfyân'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir. Öyle ise Allah'ın zimmetini ihlal etmeyin."

Ahmed, Bezzâr ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir. Kim Allah'ın zimmetini ihlal ederse, Yüce Allah onu yüzüstü (ateşe) atmak için hesaba çeker. "

Bezzâr, Ebû Ya'lâ ve Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir. Allah'ın sizi bir şeyden dolayı zimmeti konusunda hesaba çekmesinden sakının" buyurmuştur.

Taberânî, Ebû Bekre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir. Allah, bu zimmeti ihlal eden kişiyi yüzüstü ateşe atar."

Taberânî, İbn Mâlik el-Eşcaî'den o da babasından bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sabah namazını kılan kişi Allah'ın zimmetindedir ve hesabı da Allah'a aittir. "

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Sünen'de Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İkindi namazını kaçıran kişi ailesini ve malını kaybetmiş gibidir. "

Şâfiî, Nevfel b. Muâviye ed-Dîylî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İkindi namazını kaçıran kişi ailesini ve malını kaybetmiş gibidir."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Bureyde'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İkindi namazını terk eden kişinin ameli boşa gider. "

Ahmed, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İkindi namazını bilerek terk eden kişinin ameli boşa gider" buyurdu.

Müslim, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Basra el-Ğifârî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhammas'ta bize ikindi namazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu:

“Bu namaz (ikindi namazı) sizden öncekilere farz kılındı, ama onu heba ettiler. Onu koruyan (ona devam eden) kişinin ecri iki katıyla verilir. Bu namazdan sonra yıldızlar doğana kadar başka bir namaz yoktur. "

Taberânî, Ebû Eyyûb'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bu namaz (ikindi namazı) sizden öncekilere farz kılındı, ama onu heba ettiler. Onu koruyan (ona devam eden) kişinin ecri iki kat verilecektir. Bu namazdan sonra yıldızlar doğana kadar başka bir namaz yoktur."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim ikindi namazını özürsüz olarak güneş batımına bırakırsa, o kişi ailesini ve malını kaybetmiş gibidir. "

İbn Ebî Şeybe, Nevfel b. Muâviye'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Namazlardan bir namaz vardır ki onu kaçıran kişi ailesini ve malını kaybetmiş gibidir." İbn Ömer der ki:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O namaz, ikindi namazıdır" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Kim ikindi namazını özürsüz olarak kaçırırsa ameli boşa gider."

İbn Mâce, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, Abbâs b. Abdilmuttalib'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim akşam namazını yıldızlar birbirine karışıncaya kadar bırakmadıkları müddetçe fıtrat üzerine olacaklardır. "

Ahmed, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de Sâib b. Yezîd'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetim akşam namazını yıldızlar doğmadan önce kıldığı müddetçe fıtrat üzerine olacaklardır" buyurdu.

Hâkim, Ebû Eyyûb'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Ümmetim akşam namazını (geciktirip) yıldızlar birbirine karışıncaya kadar bırakmadıkları müddetçe hayır (veya fıtrat) üzerine olacaklardır. "

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“En hayırlı namaz akşam namazıdır. Ondan sonra iki rekat namaz kılana Yüce Allah Cennette bir ev inşa eder."

İbn Sa'd, Buhârî ve Müslim, Ebû Musa'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazı için çıktı ve şöyle buyurdu:

“Müjdeler olsun size! Bu saatte sizden başka kimsenin namaz kılıyor olmaması sizin için Allah'ın nimetlerindendir." Veya:

“Bu saatte sizden başka kimse namaz kılmadı."

Taberânî, el-Münkedir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazı için çıktı ve:

“Bu namaz sizden önceki hiçbir ümmetin kılmadığı bir namazdır" buyurdu.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazı için çıktı ve bize şöyle buyurdu:

“Sizden önceki hiçbir ümmet asla bu namazı kılmadı. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Sünen'de Beyhakî, Muâz'dan bildiriyor: Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazı için bekledik. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çok gecikince bazı kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılmış olduğunu bu sebeple çıkmayacağını düşündü. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktı ve:

“Bu namazı geciktiriniz. Siz bu namazla bütün ümmetlerden daha üstün kılındınız. Sizden önceki hiçbir ümmet bu namazı kılmadı" buyurdu.

Ahmed, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: Köle, namazından hesaba çekildiği zaman eğer namazı eksik ise ona: «Namazında niye eksiklik ettin?» denilecek. O: «Bana bir sahip musallat ettin ve o beni namazdan alıkoydu» cevabını verince: «Onun (efendinin) malından kendin için çaldığını gördüm. İşinden amelin için niye zaman çalmadın?» denilecek; bu şekilde Yüce Allah'ın hücceti daha üstün basacaktır.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, Abdulmelik b. Rabî' b. Sebre'den, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çocuklar yedi yaşına girdiği zaman onlara namazı emredin. On yaşına geldiklerinde namaz kılmazlarsa vurun (dövün)" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Hâkim, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Çocuklarınız daha yedi yaşında iken onlara namazı emredin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa dövün ve (kızlarla erkek çocukların) yataklarını ayırın. "

Ebû Dâvud, sahâbî olan birisinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çocuk ne zaman namaz kılar?" diye sorulunca:

“Çocuk sağını solundan ayırabildiği zaman ona namazı emredin" buyurdu.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Abdullah b. Hubeyb'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Çocuk sağını solundan ayırabildiği zaman ona namazı emredin" buyurdu.

Bezzâr, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı öğretin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa dövün ve (kızlarla erkek çocukların) yataklarını ayırın."

Hâris b. Ebî Usâme ve Taberânî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yedi yaşında onlara namazı emredin. Onüç yaşında da kılmazlarsa vurun (dövün)" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Namaz konusunda çocuklarınıza dikkat edin ve onları iyiliğe alıştırın. Çünkü iyilik alışkanlıktır."

Ahmed ve Taberânî, Ebu'l-Havrâ'dan bildiriyor: Ali b. Hasan'a:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ne ezberledin?" diye sorduğumda:

“Beş vakit namazı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Bana bildirilene göre Ebû Bekr ile Ömer insanlara şunu öğretmişlerdir:

“Allah'a ibadet et ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Allah'ın farz kılmış olduğu namazları vakitlerinde kıl.

Namaz vakitlerini ihmal etmek helaka sebep olur."

İbn Ebî Şeybe, Cafer b. Burkân'dan bildiriyor: Ömer b. Abdilazîz bize şöyle yazdı:

“Derim ki, dinin izzeti ve İslam'ın direği Allah'a iman etmek, namaz kılmak ve zekat vermektir. Namazlarını vaktinde kılmaya dikkat et."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb parmaklarını birbirine geçirerek:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı orta namaz hakkında işte böyle ihtilafa düşmüşlerdi" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e orta namaz sorulunca:

“Orta namaz beş vaktin içindedir. Bu sebeple beş vakit namaza dikkat edin" dedi."

Mâlik, Muvatta da der ki: Bana bildirilene göre Ali b. Ebî Tâlib ile Abdullah b. Abbâs:

“Orta namazı, sabah namazıdır" demişlerdir.

Beyhakî, aynı hadisi Sünen'de nakletmiştir.

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs sabah namazını Basra'da kıldı ve rükûdan önce kunût yaptı. Daha sonra şöyle dedi:

“Bu namaz, Yüce Allah'ın, Kitab'ında:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun" diye zikretmiş olduğu orta namazdır."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Sünen'de Beyhakî, Ebû Recâ el- Utâridî'den bildiriyor: Sabah namazını İbn Abbâs'ın arkasında kıldım. Ellerini kaldırıp kunût yaptı. Sonra da:

“Bu Allah'ın bize, kendisinde kunût etmemizi emretmiş olduğu orta namazdır" dedi.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, İkrime vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs:

“Orta namaz, sabah namazıdır" dedi.

İbn Abdilber, Temhîd'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Orta namaz, sabah namazıdır. O, gecenin karanlığı ve gündüzün ışığında kılınan namazdır. Bu namaz, insanların en fazla kaçırdığı namazdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî bildiriyor: Ebu'l-Âliye der ki:

“Hazret-i Ömer zamanında, Abdullah b. Kays'ın arkasında sabah namazını kıldım. Yanımdaki kişiye orta namazı sorduğumda:

“Bu namazdır" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ile sabah namazını kıldım. Namaz bitince onlara:

“Hangi namaz orta namazdır?" dediğimde:

“Az önce kıldığın namazdır" karşılığını verdiler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“Orta namaz, sabah namazıdır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İshâk b. Râhûye, Abd b. Humeyd, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Orta namaz sabah namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme'ye orta namazın hangisi olduğu sorulduğunda:

“Sabah namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te bunu:

“Orta namazın sabah namazından başka bir namaz olduğunu sanmıyorum" lafzıyla zikreder.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Câbir b. Zeyd vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Orta namaz, sabah namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Hayyân el-Ezdî'den bildiriyor: İbn Ömer'e orta namazın sorulduğunu işittim. Soran kişi ayrıca ona:

“Ebû Hureyre, orta namazın ikindi namazı olduğunu söylüyor" dedi. İbn Ömer:

“Ebû Hureyre ileri gitmiş! Ben, orta namazın sabah namazı olduğunu söylüyorum" karşılığını verdi.

Süfyân b. Uyeyne'nin bildirdiğine göre Tâvûs:

“Orta namaz sabah namazıdır" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid ve Câbir b. Zeyd:

“O (orta namaz) sabah namazıdır" dediler.

Abdurrezzâk, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a orta namazı sorduğumda şöyle dedi:

“Zannedersem sabah namazıdır. Yüce Allah'ın:"... Sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahit olur" buyurduğunu işitmedin mi?"

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvûs ve İkrime:

“O, sabah namazıdır. O, gece ve gündüz arasındadır" demişlerdir.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre İbn Ömer'e orta namaz sorulduğunda:

“Biz bu namazın, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıble değişiminde kıldığı öğle namazı olduğunu konuşurduk" dedi.

Abd b. Humeyd, Mekhûl'dan bildiriyor: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip orta namazı sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, sabah namazından sonra gelen ilk namazdır" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Târih'te, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, Tahâvî, Rûyânî, Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî, Zibrikân vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını sıcağın en şiddetli olduğu vakitte (hâcire) kılardı. Bu namaz ashab için en ağır olan namazdı. Sonra:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyeti indi. O namazdan önce iki, sonra da iki namaz vardır."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Musarınef te, Buhârî, Târih'te, İbn Ebî Hâtim, Ebû Ya'lâ, Ruyânî, Diyâ el-Makdisî, el-Muhtâre'de ve Beyhakî, Zibrikân ile Zühre b. Ma'bed vasıtasıyla bildiriyor: Zeyd b. Sâbit'in yanında oturuyorduk. Usâme'ye orta namazı sormak için birini gönderdiler. Usâme:

“O öğle namazıdır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu sıcağın en şiddetli olduğu vakitte kılardı" dedi.

Ahmed, İbn Menî', Nesâî, İbn Cerîr, eş-Şâşî ve Diyâ, Zibrikân vasıtasıyla bildiriyor: Kureyş'ten toplanmış bir grup vardı. Zeyd b. Sâbit yanlarından geçince, ona orta namazı sormak üzere iki köle gönderdiler. Zeyd b. Sâbit:

“Orta namaz, öğle namazıdır" dedi. Sonra bu iki kişi Usâme b. Zeyd'in yanına gidip ona da sorunca, o şöyle dedi:

“Orta namaz, öğle namazıdır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını sıcağın en şiddetli olduğu vakitte kılardı. Arkasında ancak bir veya iki saf olurdu. İnsanlar (namaz vakti) dinlenme yerlerinde olurlar ve ticaretleriyle uğraşırlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun" âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Cemaat namazına katılmayan) adamlar bu tutumlarından ya vazgeçecekler ya da evlerini yakacağım" buyurdu.

Nesâî ve Taberânî, Zührî vasıtasıyla Saîd b. el-Miiseyyeb'ten bildiriyor: Orta namaz hakkında ihtilafa düşen bir topluluklar beraberdim ve ben en küçükleriydim. Orta namazı sormam için, beni Zeyd b. Sâbit'e gönderdiler.

Yanına gidip sorduğumda şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını sıcağın en şiddetli olduğu vakitte kılardı ve insanlar dinlenme yerlerinde ve çarşılarında olurlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında ise ancak bir iki saf olurdu. Yüce Allah:

“Namazlara dikkat edin, hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun'" âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Cemaat namazına katılmayan) insanlar bu tutumlarından ya vazgeçecekler ya da evlerini yakacağım" buyurdu.

İbn Cerîr'in, Tehzîb'de, Abdurrahman b. Âban vasıtasıyla babasından, o da Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, öğle namazıdır" buyurmuştur.

Beyhakî ve İbn Asâkir, Saîd b. el-Müseyyeb vasıtasıyla bildiriyor: Urve b. ez-Zübeyr ve İbrâhîm b. Talha ile beraber oturuyorduk. Bir ara ben:

“Ebû Saîd el-Hudrî'nin: Orta namaz, öğle namazıdır dediğini işittim" dedim. O sırada İbn Ömer oradan geçince, Urve:

“İbn Ömer'e birini gönderin de ona sorsun" dedi. Bunun üzerine ona bir köle gönderdik. Köle sorup geldiğinde:

“(Orta namaz) Öğle namazıdır" dedi. Biz kölenin dediğinden şüpheye düştük ve hep beraber kalkarak, gidip İbn Ömer'e sorduk. İbn Ömer:

“(Orta namaz) Öğle namazıdır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte ve Beyhakî, Katâde vasıtasıyla Saîd b. el-Müseyyeb'ten, o da İbn Amr'dan bildiriyor: Zeyd b. Sabit:

“Orta namaz, öğle namazıdır" dedi."

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Târih'te, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Zeyd b. Sâbit vasıtasıyla bildirir:

“Orta namaz öğle namazıdır."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Zeyd b. Sâbit'in azatlısı Harmele'den bildiriyor: Zeyd b. Sâbit ve Ubey b. Ka'b orta namaz hakkında tartıştılar ve beni Hazret-i Âişe'ye gönderdiler. Gidip ona:

“Orta namaz hangi namazdır?" diye sorunca:

“Öğle namazıdır" dedi.

Ravi der ki:

“Zeyd de orta namazın öğle namazı olduğunu söylerdi. Ancak bunu Hazret-i Âişe'den mi, başkasından mı duydu bilmiyorum."

İbnu'l-Münzir, Ebû Câfer Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn vasıtasıyla bildirir: Ali b. Ebî Tâlib:

“Orta namaz, öğle namazıdır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir değişik kanallarla İbn Ömer'den bildirir:

“Orta namaz, öğle namazıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“Öğle namazı, orta namazıdır" dedi."

Abdurrezzâk, Buhârî, Târih'te, İbn Cerîr ve İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, Hafsa'nın azatlısı Ebû Râfî'den bildiriyor: Hafsa bana bir mushaf yazmamı emretti ve:

“Filan âyete geldiğinde yanıma gel, onu sana okutulduğum gibi yazdırayım" dedi. "Namazlara dikkat edin..." âyetine geldiğim zaman:

“Yaz!" dedi ve âyeti:

“ (.....) şeklinde yazdırdı. Ubey b. Ka'b ile karşılaştığımda:

“Ebu'l-Münzir! Hafsa bana şunu şunu söyledi" dedim. O da:

“Dediği gibidir. İşlerimizin en sıkı zamanı ve bahçe sulama işleri öğle namazı vaktidir" karşılığını verdi.

Mâlik, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Amr b. Râfi' der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Hafsa'ya mushaf yazıyordum. Bana:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyetine geldiğin zaman yanıma gel" dedi. Ben de bu âyete geldiğimde yanına gittim. Bana âyeti: (.....) şeklinde yazdırdı. Hafsa:

“Şehadet ederim ki bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde işittim" dedi.

Abdurrezzâk, Nâfî'den bildiriyor: Hafsa azatlısına, yazmak (çoğaltmak) üzere bir mushaf verip:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyetine geldiğinde bana haber ver" dedi. O âyete yetiştiğinde yanına geldi. Hafsa eliyle âyeti:

“(.....) şeklinde yazdı.

Mâlik, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, İbnu'l Enbârî, Mesâhifte ve Beyhakî Sünen'de, Hazret-i Âişe'nin azatlısı Ebû Yûnus'tan bildiriyor: Hazret-i Âişe bana, kendisi için bir mushaf yazmamı emretti ve:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyetine verdiğin zaman bana haber ver" dedi. Oraya ulaştığımda kendisine haber verdim. Bana âyeti: (.....) şeklinde yazdırdı ve:

“Bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle işittim" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte ve İbnu'l-Münzir, Ümmü Humeyd binti Abdirrahmân'dan bildiriyor: Hazret-i Âişe'ye orta namazı sorduğumda:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında onu birinci kıraata göre: (.....) şeklinde okurduk" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime:

“Orta namaz, öğle namazıdır. Çünkü ondan önce iki sonra da iki namaz vardır" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre Hişâm b. Urve:

“Hazret-i Âişe'nin mushafında bu âyeti: (.....) şeklinde okudum" dedi.

İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Süleyman b. Erkam vasıtasıyla Hasan, İbn Şîrîn ve ikisinden fazla hadis bilen İbn Şihâb b. ez-Zührî'den bildiriyor: Yemime savaşında kurrâlar öldürülünce -ki onlarla beraber dört yüz kişi daha öldürülmüştü- Zeyd b. Sabit, Ömer b. el-Hattâb'ı gördü ve ona:

“Bu Kur'ân dinimizi toplayandır. Eğer o giderse dinimiz de gider. Kur'ân'ı toplayıp bir kitap haline getirmeye karar verdim" dedi. Ömer b. el-Hattâb:

“Bekie, bir de Ebû Bekr'e danışalım" karşılığını verdi. Ebû Bekr'in yanına gittiler ve durumu kendisine haber verdiler. Ebû Bekr:

“Hayır, Müslümanlara danışmadan toplama" dedi. Sonra kalkıp hutbe vererek bu durumu insanlara haber verdi. Onlar da:

“İsabet edersin" dediler. Bunun üzerine Kur'ân'ı topladılar. Ebû Bekr bir dellala emir verdi ve insanlara:

“Kimin yanında Kur'ân'dan bir şeyler varsa onunla gelsin" diye ilan etti.

Hafsa da:

“Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyetine ulaştığınız zaman bana haber verin" demişti. O âyete geldiklerinde, Hafsa:

“Orta namaz, ikindi namazıdır, diye yazın" dedi. Ömer ona:

“Bunun öyle olduğuna dair bir delilin var mı?" deyince, Hafsa:

“Hayır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Vallahi bir kadının delilsiz olarak şahitlik etmesiyle bunu Kur'ân'a dâhil etmeyiz" dedi. Abdullah b. Mes'ûd, "Asr Sûresi'ni: (.....) şeklinde yazın" deyince, Ömer:

“Bu bedeviyi bizden uzaklaştırın" dedi.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, Nâfi vasıtasıyla İbn Ömer'den bildiriyor: Hafsa mushafını yazan kişiye:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiklerimi sana haber vermem için namaz vakitleri âyetlerine yetiştiğin zaman bana haber ver" dedi. Adam ona (namaz âyetlerine geldiğini) haber verince:

“Yaz! Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde işittim" dedi.

Vekî, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud ve İbnu'l-Münzir, Abdullah b. Râfi'den bildirir: Ümmü Seleme bana bir mushaf yazmamı emretti. "Namazlara dikkat edin hele orta namaza..." âyetine geldiğim zaman: (.....) şeklinde yaz" dedi.'

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud ve Sünen'de Beyhakî, Hubeyre b. Yerîm vasıtasıyla bildiriyor:

“İbn Abbâs'ın bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu işittim."

Abd b. Humeyd, Müslim, en-Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Berâ' b. Azib dedi ki: Bu âyet: (.....) şeklinde indi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bunu bir süre böyle okuduk. Sonra Yüce Allah bunu neshedip: (.....) âyetini indirdi." Kendisine:

“O zaman bu orta namazdır değil mi?" denildiğinde, Berâ:

“Ben sana nasıl indiğini ve nasıl neshedildiğini anlattım. Allah daha iyi bilendir" karşılığını verdi.

Beyhakî, Berâ'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bu âyeti bir süre: (.....) şeklinde okuduk. Sonra: (.....) şeklinde okuduk. Ancak orta namazın o namaz (ikindi) olup olmadığını bilmiyorum"

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Zir'den bildiriyor: Abîde'ye:

“Hazret-i Ali'ye orta namazı sor" dedim. O da sorduğunda, Ali şöyle karşılık verdi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb savaşı sırasında:

“Bizleri meşgul edip ikindi namazı olan orta namazdan alıkoydukları için Allah onların kabirlerini ve karınlarını ateşle doldursun" diye beddua ettiğini işitene kadar onu sabah namazı olarak bilirdik."

İbn Cerîr başka bir kanalla Zir'den bildiriyor: Abîde es-Selmânî ile beraber Hazret-i Ali'nin yanına gittik. Abîde'ye, Ali'ye orta namazı sormasını söyledim. O da sorunca Hazret-i Ali şöyle dedi:

“Onu (orta namazı) sabah namazı bilirdik. Biz Hayber ahalisiyle savaşırken bizi namazdan alıkoydular. Güneş batımından önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Bizi orta namazdan alıkoyan bu kavmin kalplerini ateşle doldur" diye beddua etti. O gün de orta namazın ikindi namazı olduğunu anladık."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî ve Beyhakî, Şuteyr b. Şekel'den bildiriyor. Hazret-i Ali'ye orta namazı sorduğumda şöyle dedi: Biz orta namazını sabah namazı olarak bilirdik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb (Hendek) savaşı sırasında:

“Bizi güneş batımına kadar orta namazdan alıkoydukları için, Allah evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" şeklinde beddua etti. O gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş batıncaya kadar öğle ve ikindi namazını kılmamıştı.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

Dimyâtî, es-Salâtu'l-Vustâ'da Hasan el-Basrî vasıtasıyla Hazret-i Ali'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Müşrikler, Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) güneş kızıllaşana veya sarılaşana kadar ikindi namazından alıkoyunca şöyle beddua etti:

“Bizi orta namaz olan ikindi namazından alıkoydukları için, Allah karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun."

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve İbn Hibbân, İbn Mes'ûd vasıtasıyla bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî, Miksem ve Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek savaşında şöyle beddua etti:

“Güneş batımına kadar bizi orta namazdan alıkoydular. Allah kabirlerini ve karınlarını ateşle doldursun."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gazveye gitmişti. Müşrikler onu ikindi namazından alıkoyunca onu akşam vakti kılabildi. Bunun üzerine:

“Allahım! Bizi orta namazdan alıkoydukları için evlerini ve karınlarını ateşle doldur" diye beddua etti.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb (Hendek) savaşı sırasında öğle ve ikindi namazlarını unuttu. Akşamdan sonra hatırlayınca:

“Allahım! Bizi orta namazdan alıkoydukları için evlerini ve karınlarını ateşle doldur" diye beddua etti.

Bezzâr, sahîh isnâdla Câbir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek savaşında şöyle beddua etti:

“Bizi güneş batana kadar orta namazdan alıkoydukları için, Allah evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun. "

Bezzâr sahîh isnâdla Huzeyfe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb savaşı sırasında:

“Bizi orta namazdan alıkoydular. Allah evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" şeklinde dua etti."

Taberânî zayıf isnâdla Ümmü Seleme'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle beddua etti:

“Bizi, ikindi namazı olan orta namazdan alıkoydular.

Allah karınlarını ve kalplerini ateşle doldursun,"

İbn Mendeh, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ailesi ve malını kaybeden kişi orta namaz olan ikindi namazını yalnız, cemaatsiz kılan kişidir."

Ahmed, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Semure şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize:

“Namazlara, özellikle orta namaza dikkat edin" buyurdu ve bunun ikindi namazı olduğunu söyledi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî, Semure'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

Taberânî, Semure b. Cündüb'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün namazlara dikkat etmemizi emretti. Ayrıca orta namaza da dikkat etmemizi vasiyet edip bu namazın ikindi namazı olduğunu söyledi."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Sâlim vasıtasıyla İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İkindi namazını geçiren kişi ailesini ve malını kaybetmiş gibidir" buyurdu. Ravi der ki:

“İbn Ömer'e göre bu namaz orta namazdı."

İbn Cerîr ve Beyhakî, Ebû Sâlih (Mizân) vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

Tahâvî, Mûsa b. Verdân vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

Abdurrezzâk, Musannef te, Tahâvî, Abdurrahman b. Lebîbe et-Tâifî'derı bildiriyor: Ebû Hureyre'ye orta namazı sorduğumda şöyle dedi:

“Bilmen için sana Kur'ân okuyacağım. Yüce Allah Kitab'ında şöyle buyurur:

“Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl..." Bunlar öğle ve ikindi namazıdır. "...Yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler..." Bu yatsı namazıdır. "...Zira sabah namazına melekler şahit olur"  Bu sabah namazıdır. "Namazlara dikkat edin hele orta namaza, Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun" Bu da ikindi namazıdır, ikindi namazıdır."

İbn Sa'd, Bezzâr, İbn Cerîr, Taberânî ve Mu'cem'de Bağavî, Kuheyl b. Harmele'den bildiriyor: Ebû Hureyre'ye orta namaz sorulduğunda şöyle dedi:

“Biz de bu konuda sizin ihtilafa düştüğünüz gibi ihtilafa düşmüştük. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) evi önündeydik. Aramızda bulunan ve salih bir adam olan Ebû Hâşim b. Utbe b. Abdi Şems:

“Ben bunu sizin için öğrenirim" dedi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girmek için izin istedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip çıktıktan sonra:

“Bize ikindi namazı olduğunu haber verdi" dedi.

İbn Cerîr, İbrâhim b. Yezîd ed-Dimaşkî'den bildiriyor: Abdulazîz b. Mervân'ın yanında oturmuştum. O:

“Ey filan! Filan kişiye git ve orta namaz hakkında Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ne duyduğunu sor" dedi. Oturanlardan bir kişi şöyle dedi: Ben küçük bir çocuk iken Ebû Bekr ve Ömer orta namazı sormam için, beni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük parmağımı tutarak:

“Bu, sabahtır" buyurdu. Sonra yanındaki parmağımı tutup:

“Bu, öğledir " buyurdu. Sonra başparmağı tutup:

“Bu, akşamdır" buyurdu. Sonra başparmağın yanındakini tutup:

“Bu, yatsıdır" buyurdu. Sonra da:

“Hangi parmak kaldı?" diye sorunca:

“Orta parmak" dedim. "Peki, hangi namaz kaldı?" diye sorunca da:

“İkindi namazı" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz da ikindi namazıdır" buyurdu.

Bezzâr sahîh isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:

“Orta namaz, ikindi namazıdır."

İbn Cerîr ve Taberânî, Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu.

İbn Cerîr, Urve'den bildiriyor:

“Hazret-i Âişe'nin mushafında bu âyet: (.....) şeklinde geçmektedir."

Vekî', Humeyd'den bildiriyor:

“Hazret-i Âişe'nin mushafında bu âyeti: (.....) şeklinde okudum."

İbn Ebî Dâvud, Kabîse b. Zueyb'ten bildiriyor:

“Hazret-i Âişe'nin mushafında bu âyet: (.....) şeklinde geçmektedir."

Saîd b. Mansûr ve Ebû Ubeyd, Ziyâd b. Ebî Meryem'den bildiriyor: Hazret-i Âişe kendisi için bir mushaf yazılmasını (çoğaltılmasını) emredip:

“Namazlara dikkat edin..." âyetine ulaştığında bana haber vermeden yazmayın" dedi. O âyete yetişip haber verdiklerinde, Hazret-i Âişe: (.....) şeklinde yazın" dedi."

İbn Cerîr, Tahâvî ve Beyhakî, Amr b. Râfi'den bildiriyor:

“Hafsa'nın mushafında bu âyet: (.....) şeklinde yazılmıştır."

Mehâmilî'nin bildirdiğine göre Rabîa b. Ebî Abdirrahman şöyle dedi:

“Sâib b. Yezîd'in bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu işittim."

Fedâil'de Ebû Ubeyd, ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre, Abdurrahman b. Ebî Leyla ve Ka'b âyeti: (.....) şeklinde okurlardı.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, Târih'te Buhârî, İbn Cerîr ve Tahâvî'nin, Rezîn b. Ubeyd vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okudumuştur.

Vekî', Firyâbî, Süfyân b. Uyeyne, Saîd b. Mansûr, Müsned'de Müsedded, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Şuab'da Beyhakî, değişik kanallarla Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirir:

“Orta namaz, Süleyman'ın (aleyhisselam) güneş batımına kadar (atlarla meşgul olup) kaçırmış olduğu ikindi namazıdır."

Vekî', Süfyân, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Orta namaz, ikindi namazıdır."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî değişik kanallarla Ebû Hureyre'den bildirir:

“Orta namaz, ikindi namazıdır."

Abd b. Humeyd ve Tahâvî, Ebû Kılâbe vasıtasıyla bildirir:

“Ubey b. Ka'b'ın mushafında bu âyet: (.....) şeklinde geçmektedir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Kılâbe vasıtasıyla Ebu'l-Muhelleb'ten o da Ubey b. Ka'b'tan aynı hadisi zikreder.

İbn Cerîr ve Tahâvî'nin Sâlim vasıtasıyla bildirdiğine göre babası Abdullah b. Ömer:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

Târih'te Buhârî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve Tahâvî'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in değişik kanallarla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

Dimyâtî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Nâfi vasıtasıyla bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımı Hafsa, mushafını yazan kişiye:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğimi sana söylemem için namaz vakitleri hakkındaki âyetlere ulaştığın zaman bana haber ver" dedi. Mushafı yazan kişi bu âyetlere ulaştığında Hafsa'ya haber verince, Hafsa şöyle dedi:

“Yaz! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu işittim."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde şöyle demiştir:

“Orta namazın ikindi namazı olduğunu konuşurduk. Öncesinde gündüz iki namaz, sonrasında gece iki namaz vardır."

Vekî', İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Abd b. Humeyd, Sâlim b. Abdillah'tan bildiriyor: Müminlerin annesi Hafsa:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Orta, ikindidir" demiştir.

Tahâvî'nin bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman Ubeydullah b. Muhammed b. Âişe şöyle demiştir: Tan ağardığında Hazret-i Âdem'in (aleyhisselam) tövbesi kabul edilince iki rekat namaz kıldı ve o namaz sabah namazı oldu. İshak (aleyhisselam) öğle vakti (kesilmekten) kurtuldu. Bu sebeple babası İbrâhim (aleyhisselam) dört rekat kıldı, o da öğle namazı oldu. (Allah) Uzeyr'i (aleyhisselam) (öldürüp yüz yıl bıraktıktan sonra tekrar diriltildiğinde ona:

“Ne kadar kaldın?" diye sordu. Uzeyr:

“Bir gün" dedi. Güneş'i görünce de:

“Veya daha az" diyerek dört rekat kıldı, o da ikindi namazı oldu. Davûd (aleyhisselam) akşam vakti bağışlandı ve kalkıp dört rekat kıldı. Yoruldu ve üçüncü rekatta oturdu. Böylece akşam namazı da üç rekat oldu. Son olan yatsıyı kılan ilk kişi Peygamberimizdir. Bunun için:

“Orta namaz ikindidir" denilmiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Şîrîn:

“Orta namaz, ikindi namazıdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in hasen isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Orta namaz, akşam namazıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Kabîsa b. Zueyb şöyle dedi:

“Orta namaz, akşam namazıdır. O namazların ne en azıdır, ne de en fazlasıdır. Seferde de kısaltılmadığı gibi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun vaktinde ne acele etmiş, ne de sonraya bırakmıştır."

Abd b. Humeyd, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Adamın biri Zeyd b. Sâbit'e orta namazı sorunca:

“Bütün namazlara dikkat et, onu bulursun" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre adamın biri Rabî' b. Huseym'e orta namazı sorunca:

“Bütün namazlara dikkat et. Eğer öyle edersen onu bulursun. Çünkü o, beş vakitten birisidir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'den bildiriyor: Şureyh'e orta namaz sorulduğunda "Bütün namazlara dikkat et bulursunuz" dedi.

"...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın."

Vekî', Ahmed, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, Tahâvî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî ve Beyhakî, Zeyd b. Erkam'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında namazda konuşurduk. Kişi namazda yanında duran kişiyle konuşurdu. "...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın"' âyeti inince susmamız emredilip konuşmamız yasaklandı.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti hakkında:

“Eskiden namazda konuşurlardı. Kişi namazdayken hizmetçisi yanına gelir ve hizmetçisini ihtiyacı hakkında konuştururdu. Nazil olan bu âyetle de namazda konuşmak yasaklandı" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bunun aynısını rivayet ettiler.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Muhammed b. Ka'b'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde insanlar, Ehl-i Kitâb'ın namazda iken ihtiyaçları hakkında konuştukları gibi kendileri de namazda ihtiyaçları hakkında konuşuyorlardı. "...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti inince konuşmayı bıraktılar.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Atiyye'den bildiriyor: Müslümanlar önceleri namazda iken ihtiyaçları üzerinde konuşurlardı. "...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın"' âyeti inince namazda konuşmayı bıraktılar.

Musannef’te Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid dedi ki: Önceleri namaz içinde konuşurlardı. Kişi haceti üzeri kardeşine emir verirdi. "...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti inince konuşmayı bıraktılar. Kunût susmak ve itaat etmek demektir.

İbn Cerîr, Süddî vasıtasıyla Murra'dan bildiriyor: ibn Mes'ûd der ki: Önceleri namazda iken konuşurduk. Kişi namazda iken arkadaşına bir şey sorar, o da cevap verirdi. Eğer selam verirse selamını da alırlardı. Bir gün ben geldim ve selam verdim. Ancak bana cevap vermediler. Bu da ağrıma gitmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince:

“Sana cevap vermekten beni alıkoyan kunût ederek (boyun eğerek) namazda konuşmamakla emrolunmamızdır. Kunût ise susmaktır" buyurdu.

İbn Cerîr, Zir vasıtasıyla bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki: Önceleri namaz kılarken konuşurduk. Bir defasında Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdim, ancak bana cevap vermedi. Namazı bitirdiğinde:

“Yüce Allah namazda kunuşmayın diye emir verdi" buyurdu. Ardından:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın." âyeti nâzil oldu.

İbn Cerîr'in Külsûm b. el-Mustalik vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle dedi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, namazda iken selam almaya alıştırmıştı. Bir gün yanına gittiğimde selam verdim, ama cevap vermedi. Namazı bittikten sonra da şöyle buyurdu:

“Allah emirlerinde dilediği değişikliği yapar. Kişinin namazda, Allah'ın zikri dışında konuşmasını yasakladı. Namazda istenen tesbih ve temcidden başka bir şey yapmamalıdır. Ki bu konuda: «... Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın» buyurmuştur."

Abd b. Humeyd ve Ebû Ya'lâ'nın Müseyyeb vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle dedi: Biz namazda iken birbirimize selam verirdik. Bir defasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip selam verdiğimde bana cevap vermedi. İçimden benim hakkımda ona bir şey (vahiy) inmiştir diye geçti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirdiğinde:

“Ey selam vereni Allah'ın selamı ve rahmeti senin de üzerine olsun. Allah emirlerinde dilediği değişikliği yapar. Namazda iken susun ve konuşmayın" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kunût eden, Allah'a ve Resûlüne itaat edendir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti hakkında:

“Namaz kılın, anlamındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Diğer bütün dinlerin tâbileri Allah'a asi bir şekide yaşıyorlar. Siz ise Allah'a itaat içinde yaşayın" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin, Musannef’te bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyetini açıklarken:

“Allah'a itaat ederek abdest alınız" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyet hakkında:

“Namaza kalktığınız zaman susun ve namazı bitirene kadar kimseyle konuşmayın. Kunût namaz kılanın konuşmamasıdır" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, et- Terğîb'te el-lsbehânî ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Kunût rükû, huşû, kıyamı uzatmak, gözleri aşağı dikmek, Allah'tan korkarak kibirlenmemektir. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından olan fakihlerden biri namaza kalktığında namazı bitirene kadar unutması dışında etrafına bakmaktan, önündeki çakıl taşlarını temizlemekten, gözlerini çokça açmaktan, bir şeyle oynamaktan ve dünya işleri ile nefsini meşğul etmekten uzak durur namazda sadece Yüce olan Rahman'dan korkardı.

İsbehânî'nin, et-Terğîb'te bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kânitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allah için yaşayın" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Önceleri namazda iken konuşurlar ve ihtiyaçları üzerinde emirler verirlerdi. Bu âyetle namazda konuşmaları ve etrafa bakmaları yasaklandı, namaza kalktıklarında bir şeylere dalmadan ve oyalanmadan huşû içinde kılmaları emredildi."

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En güzel namaz kunûtu (kıyamı) uzun olan namazdır" buyurdu.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle der: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken ona selam verirdik, o da selamımızı alırdı. Necâşi'nin yanından döndüğümüzde kendisine verdiğimiz selamı almayınca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sen namazda iken verdiğimiz selamı alırdın" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazda sadece Allah'la meşguliyet vardır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Muâviye b. el-Hakem es-Sülemî der ki: Ben Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kılarken camaatten biri aksırınca:

“Yerhamukellah (=Allah sana rahmet etsin)" dedim. Cemaatın bakışlarını bana dikmesi üzerine:

“Analarınız sizi kaybetsin! Size ne oldu ki bana böyle bakıyorsunuz?" dedim. Onlar elleriyle uyluklarına vurmaya başladılar. Beni susturmak istediklerini görünce sustum. Anam babam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) feda olsun! O namazını bitirdiğinde beni ne azarladı, ne dövdü ve ne de sövdü. Ondan ne önce, ne de sonra, onun gibi güzel öğreteni görmedim. O şöyle buyurdu:

“Bu namazın içinde insan sözünden bir şey konuşmak caiz değildir. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur'ân okumaktan ibarettir,"

Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Câbir der ki:

“Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idik. Beni bir haceti için bir yere göndermişti. Geri döndüğümde o, bineği üzerinde namaz kılıyordu. Selam verdim, ama selamımı almadı. Namazı bitirdiğinde:

“Senin selamını almaktan beni alıkoyan namaz kılıyor olmamdı" buyurdu.

Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin bildirdiğine göre Suheyb şöyle der:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken yanına geldim ve selam verdim. O selamıma işaretle karşılık verdi."

Bezzâr, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken adamın biri kendisine selam verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın selamını işaretle aldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirdikten sonra:

“Önceden namaz kılarken selamı alırdık. Ancak bundan almamız yasaklandı" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılarken yanına gittim ve selam verdim, ancak selamımı almadı" dedi.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn şöyle der: Enes b. Mâlik'e:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında kunût etti mi?" diye soruldu:

“Evet, etti" dedi. "Kunûtu rükûdan önce mi yaptı?" diye sorulunca:

“Rükûdan az sonra" karşılığını verdi. Ancak az derken kıyâmı mı, yoksa kunûtu mu kastettiğini tam olarak bilmiyorum.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, ne sabah namazında, ne de vitir namazında kunût etmezdi. Kunût konusunda sorulduğunda da:

“Kunûtun ancak kıyamı uzatıp Kur'ân okumak olduğunu biliyoruz" derdi.

Buhârî ve Beyhakî, Ebû Kılâbe vasıtasıyla bildiriyor: Enes:

“Sabah ve akşam namazında kunût vardı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Dârakutnî ve Beyhakî, Berâ' b. Âzib'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah ve akşam namazlarında kunût ederdi."

M. el-Evsat'ta Taberânî, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Berâ' b. Âzib şöyle der:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldığı farz namazlarda mutlaka kunût etmiştir."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Seleme der ki: Ebû Hureyre'nin:

“Vallahi! Ben sizlere Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldırdığı gibi namaz kıldıracağım" dediğini işittim. Ebû Hureyre de öğle, yatsı ve sabah namazlarının son rekatlarında:

“Semi'allahu limen hamideh" dedikten sonra kunût edip, müminlere dua, kafirlere de lanet ederdi.

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kesintisiz olarak bir ay boyunca, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında, son rekatta:

“Semi'allahu limen hamideh" dedikten sonra kunût edip, Süleym kabilelerinden Ri'l, Zekvân ve Usayya'ya beddua ederdi. Cemaat de arkadan:

“Âmin" derdi.

Ebû Dâvud ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn şöyle der: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber sabah namazını kılan bir kişi bana:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci rekatta (rükûdan) başını kadırdığı zaman az bir müddet beklerdi" dedi.

Ahmed, Bezzâr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Enes:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edip dünyadan ayrılıncaya kadar sabah namazlarında kunût etti" dedi.

Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes şöyle der:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ay boyunca kunût edip onlara (Süleym kabilelerine) beddua etti. Sonra bunu terk etti. Ancak dünyadan ayrılana kadar sabah namazında kunûta devam etti."

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Enes şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kıldım. Ondan ayrılana (o vefat edene) kadar sabah namazlarında rükûdan sonra hep kunût etti. Ömer b. el-Hattâb'ın arkasında namaz kıldım. Ondan da ayrılana kadar sabah namazlarında rükûdan sonra hep kunût yaptı."

Bezzâr ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar kunût etti. Ebû Bekr vefat edene kadar kunût yaptı. Ömer de vefat edene kadar kunût etti."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Osman'a, Hazret-i Ömer'in kunût edişi sorulduğunda:

“Yüz âyet okuma süresi kadar kunût ederdi" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes şöyle der:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osman rükûdan sonra kunût ettiler. Sonra (şehir büyüyüp) evler (mescidden) uzaklaşınca, insanlar Hazret-i Osman'dan her namazda (namaza yetişsinler diye) rükûdan önce kunût etmesini istedi. Osman da o şekilde rükûdan önce kunût etti."

Dârakutnî, Ebu't-Tufeyl vasıtasıyla Hazret-i Ali ile Ammâr'dan bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında sabah namazını kıldık ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kunût etti."

İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Humeyd der ki: Enes'e sabah namazında kunût sorulunca:

“Rükûdan önce de, sonra da kunût ederdik" dedi.

Hâris b. Ebî Usâme ve M. el-Evsat'ta Taberânî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle der: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında rükûdan önce kunût ederdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dua edip ihtiyaçlarınızı Rabbinizden istemeniz için kunût ediyorum" buyurmuştur."

Ebû Ya'lâ, Ebû Râfi'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan ihtiyaçlarınızı sabah namazında isteyiniz" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vitir namazı dışında hiçbir namazda kunût etmedi. Ancak savaştığı zaman bütün namazlarda kunût edip müşriklere beddua ederdi."

Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vitir namazında rükûdan önce kunût etti."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan b. Ali der ki: Dedem Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana vitir namazı kunûtunda okuyacağım şu sözleri öğretti:

“Allahım! Hidayete erdirdiklerinle beraber beni de hidayete erdir. Afiyet verdiklerinle beraber bana da afiyet ver. Gözettiğin kimseler arasında beni de gözet. Bana verdiğin şeylerde benim için bereket kıl. Takdir etmiş olduğun kaderin şerrinden beni koru. Sen takdir edensin, takdirine karşı gelinmez. Senin dostun zelil olmaz." Taberânî ve Beyhakî şu ziyadeyle rivayet ederler:

“Düşmanın da izzete bulamaz. Ey Rabbimiz! Sen yüce ve ulusun.

Beyhakî, Bureyde b. Ebî Meryem'den bildiriyor: İbn Abbâs ve Muhammed b. Ali b. el-Hanefiyye'nin Hayf'ta şöyle dediklerini işittim: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazı ve vitir namazında şu sözlerle kunût ederdi:

“Allah'ım hidayete erdirdiklerinle beraber beni de hidayete erdir. Afiyet verdiklerinle beraber bana da afiyet ver. Gözettiğin kimseler arasında beni de gözet. Bana verdiğin şeylerde benim için bereket kıl. Takdir etmiş olduğun kaderin şerrinden beni koru. Sen takdir edensin, takdirine karşı gelinmez. Senin dostun zelil olmaz. Ey Rabbimiz! Sen yüce ve ulusun."

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) sabah namazında kunûtu unutan kişi için:

“Sehiv secdesi yapması gerekir" dedi.

Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Abdilazîz sabah namazında kunûtu unutan kişi hakkında:

“İki sehiv secdesi yapsın" dedi.

239

"Eğer (bîr tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek özerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın)."

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, Buhârî, İbn Cerîr ve Beyhakî, Nâfi vasıtasıyla bildiriyor: İbn Ömer'e korku namazı sorulduğu zaman şöyle derdi:

“İmam ve bir grup kalkıp bir rekat namaz kılarlar. Bu sırada namaz kılmayan diğer grup namaz kılanlarla düşman arasında bulunur. Bu grup bir rekat namaz kıldığında selam vermeden namaz kılmayanların yerine geçerler. İkinci grup da imamın arkasına gelip bir rekat namaz kılarlar ve imam iki rekat kılmış olarak gider. İmam gittikten sonra her iki grup da kendi başlarına birer rekat daha kılarlar. Böylece her iki grup da iki rekat kılmış olur. Eğer bundan daha şiddetli bir korku varsa her kişi kendi kendine ayakta (secde etmeden) veya bineği üzerinde namazını kılar. "...Veya binek üzerinde kılın..." âyeti kıbleye dönerek veya dönmeyerek namazı kılabileceğini göstermektedir." Nâfi:

“Bence, İbn Ömer bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) nakletmiştir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Nesâî'nin, Nâfi vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle anlatır:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün korku namazını şöyle kıldırdı: Bir grup kendisiyle beraber namaza kalktı, bir grup da düşman karşısında kaldı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisiyle beraber olan grupla bir rekat kıldıktan sonra, bu grup geri çekildi ve diğer grup geldi, onlarla da bir rekat kıldı. Sonra her iki grup da kendi kendilerine birer rekat daha kıldılar." İbn Ömer şöyle devam etti:

“Eğer bundan daha şiddetli bir korku varsa kendi kendine binek üzerinde veya yaya iken ima ile (işaret ederek) namazını kıl."

İbn Mâce, Nâfi vasıtasıyla İbn Ömer'den naklediyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı konusunda şöyle buyurdu:

“İmam kendisiyle beraber olan grupla bir rekat kılar. Bu sırada diğer grup düşman karşısında bulunur. Komutanlarıyla bir rekat kılanlar düşman karşısına çekilir ve diğer grup komutanlarıyla gelip bir rekat kılarlar. Komutanları namazını tamamlamadan gider. Sonra her iki grup da kendi kendilerine birer rekat daha kılarlar. Eğer bundan daha şiddetli bir korku varsa: «...Yaya veya binek üzerinde...»kılınır. "

Bezzâr, İbn Ömer'den şöyle bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Düşmanla savaşırken kişi hangi yöne dönük olursa olsun namaz bir rekattır. Eğer öyle kılarsa namazı eda etmiş olur ve o namazı tekrar etmesine gerek yoktur. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer korkarsanız, yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyeti hakkında:

“Süvari bineği üzerinde, yaya olan da yürürken namazını kılar" dedi. "Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal vakitlerdeki gibi kılın)" âyetini açıklarken de:

“Yüce Allah'ın size, süvârinin bineği üzerinde, yaya olanın da yürürken namazını kılabileceğini öğretmesidir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah şöyle dedi: Kişi düşmanla savaşırken yönü ne tarafa olursa olsun ima ile başıyla (işaret ederek) namazını kılsın. "...Yaya olarak veya binek üzerinde kılın..."' âyeti bunu ifade etmektedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyeti hakkında şöyle dedi:

“Savaşta Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına korku düştüğü zaman, kişi binekte de olsa, yaya da olsa her yöne namaz kılabilir. Veya gücünün yettiğince namazını ima ile başıyla veya diliyle zikrederek kılabilir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Korku olduğu zaman, binmişte olsan yaya da olsan, yön olarak kıbleyi gözetmeksizin her yöne ima ile namaz kılmanı Yüce Allah sana caiz kılmıştır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu, düşman karşısında olunduğu zamandır. Süvâri de, yaya olan da yönü ne tarafa olursa olsun ima ile namazını kılabilir. Bu durumda bir rekat kılmak da yeterlidir."

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“(Kişi korku anında) yönü ne tarafa olursa olsun iki rekat kılar, eğer buna gücü yetmezse bir rekat kılar, buna da gücü yetmezse bir tekbir getirir" dedi.

Abd b. Humeyd bildiriyor: İbn Abbâs:

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyetini açıklarken:

“Ayrı ayrı birer rekattır" dedi.

Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre Abdullah b. Uneys şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, Ürene veya Arafat taraflarında bulunan Hâlid b. Süfyan el-Huzelî'ye gönderip:

“Git onu öldür!" buyurdu. Hâlid b. Süfyân el-Huzelî'yi gördüğümde ikindi namazı vakti olmuştu. Aramızda ikindi namazını geciktirecek bir şeylerin olmasından korkarım deyip (karanlıkta) ima ile namaz kılarak kendisine doğru yürümeye başladım. Ona yaklaştığımda:

“Sen kimsin?" diye sordu. Ona:

“Ben Araplardan biriyim, duyduğum kadarıyla bu kişiye (Resûlullah'a) karşı adam topluyormuşsun. Bunun için gelmiş bulunmaktayım" dediğimde:

“Evet, dediğin gibi" karşılığını verdi. Onunla bir müddet yürüdüm, fırsatını bulunca da kılıcımı çektim ve öldürene kadar darbe indirdim."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyetini açıklarken:

“Hücum anında namaz vakti gelirse yönün ne tarafa olursa olsun ima ile namazını kıl ve secdeyi rükûdan biraz daha fazla eğilerek yap" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“...Yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu (düşmanla) vuruşma anındadır. Yürürken veya koşarken veya binek üzerinde iken, yönün ne tarafa olursa olsun ima ile bir rekat namaz kılınır."

Tayâlisî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Nesâî, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor: Hendek savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idik. Allah bize yardım edip zaferi kazanıncaya kadar öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılamadık. Yüce Allah'ın:

“...Ve Allah, savaşta mü'minlere (onları gâlip kılarak) kâfi geldi..." âyeti bu zaferden bahsetmektedir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzere Bilal her namaz vakti için ayrı ayrı kamet getirdi. Bu olay:

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın..." âyeti inmeden önceydi.

Vekî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Güvenliğe kavuşunca da âyeti hakkında:

“Seferilikten çıkıp ikamet ettiğiniz yere gelmeniz kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyet hakkında:

“Güvenliğe girdiğiniz zaman namazı size farz kılındığı gibi (normal) kılın. O, korku geldiği zaman verilen bir ruhsattır" dedi.

240

"İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler» eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı sîze bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Buhârî ve Sünen'de Beyhakî, İbnü'z-Zübeyr'den bildiriyor: Osman b. Affân'a:

“İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini niçin yazıyorsun?" veya:

“Neden hâlâ mushafta bırakıyorsun? Bu âyet bir sonraki âyetle neshedildi" dediğimde:

“Yeğenim! Ben hiçbir şeyin yerini değiştiremem" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Atâ vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs:

“İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kocası ölen kadının evden çıkarılmaksızın bir yıllık nafakası verilirdi. Ancak miras âyeti bunu neshedip kadına kocasının mirasından (duruma göre) dörtte bir ve sekizde bir hisse verdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) bu âyet hakkında şöyle dedi: Kadının ölen kocasından mirası, kocasının ölümünden sonra dilerse evinde bir yıl kalmasıydı. Zira Yüce Allah:

“...Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur... buyurmaktadır. Sonra miras âyetiyle bu hüküm neshedildi.

Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, İkrime vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs:

“içinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah farz kıldığı mirasla, kadına dörtte bir ve sekizde bir hisse vererek bunu neshetti. Bir yıl iddet bekleme süresi ise, dört ay on gün olarak bir sürenin farz kılınmasıyla neshedildi."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, İbn Şîrîn vasıtasıyla bildiriyor: İbn Abbâs, insanlara hutbe vermek üzere kalkıp Bakara Sûresini okudu. Ancak "...Eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması..."' âyetine geldiğinde:

“Bu, neshedildi" deyip okumaya devam etti. "İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler..."' âyetine gelince de:

“Bu da neshedildi" dedi.

Şâfiî ve Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“Kocası ölen kadına nafaka yoktur, miras ona yeter" dedi.

en-Nâsih'te Ebû Dâvud ve Nesâî'nin bildirdiğine göre İkrime şöyle dedi:

“içinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler..."âyetini:

“içinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler" âyeti neshetti.

İbnu'l-Enbârî'nin, Masâhif te bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Önceleri kadına, kocası bir yıllık nafaka vasiyet ederdi. Kadın kendi isteğiyle evi bırakmadıktan veya evlenmedikten sonra bu hakkını kullanırdı. Sonra Yüce Allah:

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler..." âyetiyle bunu neshetti. Bunun üzerine kadına dört ay on gün iddet bekleme ve mirastan dörtte bir ve sekizde bir hisse farz kılındı."

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Önceleri kadına, kocası bir yıl boyunca evinde kalmasını ve bir yıllık nafakasını vasiyet ederdi. Kadın kendi isteğiyle evi bırakmadıktan veya evlenmedikten sonra bu hakkını kullanırdı. Sonra bu nesnedilerek, eğer kocasının oğlu yoksa mirasın dörtte biri, varsa sekizde biri farz kılındı. "İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler...'" âyeti de kadının bir yıl beklemesini neshetti.

İbn Râhûye, Tefsîr'de Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: Annesi, babası, hanımı, kız ve erkek çocukları olan Tâif ahalisinden bir adam Medine'ye geldi ve burada öldü. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götürülünce, mirası çocuklarına ve anne babasına meşru olarak verdi. Hanımına kocasının bırakmış olduğu terekeden bir yıllık nafakası dışında bir şey verilmesini emretmedi. Bunun üzerine:

“içinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyeti indi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur..." âyetini açıklarken:

“Helal olan güzel nikahtır" dedi.

241

"Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur."

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre:

“Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur" âyeti indiği zaman adamın biri:

“Eğer iyilik yapmak istersem bunu yaparım, istemezsam de yapmam" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur'" âyeti indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildiriyor:

“Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdirde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek..."' âyeti:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır..." âyetini neshetti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Attâb b. Husayf:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır..." âyetini açıklarken:

“Bu, miras âyetinden önceydi" dedi.

Mâlik, Abdurrezzâk, Şâfiî, Abd b. Humeyd, en-Nâsih'te Nehhâs, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Boşanmış her kadının örfe göre geçiminin sağlanması haktır. Ancak kişi kadına dokunmadan boşamışsa ve mehir belirlenmişse, mehrin yarısını vermesi yeterlidir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Hür veya köle olsun boşanmış her mümin kadına mut'a verilir" dedi ve:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur" âyetini okudu.

Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Hafs b. Muğîre hanımı Fâtıma'yı boşadığı zaman Fâtıma, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma gitti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kocasına:

“Ona mut'a ver" buyurdu. Adam:

“Ona mut'a verecek bir şey bulamıyorum" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mut'adan kaçış yoktur. Yarım ölçek hurma olsa bile ona mut'asını ver" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur" âyetini açıklarken:

“Boşanmış her kadının mut'ası vardır" dedi.

Abd b. Humeyd, Ya'lâ b. Hakîm'den bildiriyor: Adamın biri Saîd b. Cübeyr'e:

“Mut'a her kişiye borç mudur?" diye sorunca:

“Hayır, değildir" dedi. Adam:

“Peki kime borçtur?" dediğinde ise:

“Müttakilere" karşılığını verdi.

Beyhakî, Katâde'den bildiriyor: Adamın biri hanımını Şureyh'in yanında boşayınca, (kadı) Şureyh adama:

“Kadına mut'asını ver" dedi. Bunun üzerine kadın şöyle dedi:

“Benim onda mut'a hakkım yoktur. Çünkü Yüce Allah:

“Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir borçtur" buyurmaktadır. Boşanan kadınlara örfe göre mut'a vardır. Yüce Allah âyetinde:

“...Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur" buyurmuştur. Ancak bu da onlardan biri değildir."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre (kadı) Şureyh hanımını boşayan bir adama:

“Sakınanlardan ve iyilerden biri olmaya karşı çıkma" dedi.

Şâfiî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

“Ric'î talak ile boşanan kadına nafaka vaciptir. Bâin talak ile boşanan kadına ise örfe göre mut'a verilir."

242

(Yüce) Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklamaktadır.

243

"Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara «ölün!» dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler."

Vekî, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bunlar dört bin kişiydiler ve veba hastalığından kaçıp:

“Ölüm olmayan bir yere gideceğiz" dediler. Onlar filan yerde iken Yüce Allah onlara:

“Ölün!" buyurdu ve öldüler. Sonra peygamberlerden bir peygamber yanlarına gelip onları, kendisine (Rablerine) ibadet etsinler diye diriltmesi için dua etti. Yüce Allah da onları diriltti.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında:

“Bunlar dört bin kişi olup Dâverdân denilen bir köyde idiler. Bunlar veba hastalığından kaçmışlardı" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim'in, Esbât vasıtasıyla Süddî'den, o da Ebû Mâlik'ten bildiriyor: Vâsıt'a yakın Dâverdân denilen bir köy vardı. Bunlara veba hastalığı gelince bir kısım köyde kaldı bir kısım da köyü terk edip kaçtı. Orada kalanlar öldü, köyü terkedenler ise kurtuldular. Köyde veba hastalığı bitince kaçanlar köylerine geri döndü. Köyde kalanlar:

“Kardeşlerimiz bizden daha akıllı davrandılar. Eğer biz de onlar gibi yapsaydık biz de kurtulurduk. Eğer bir daha veba hastalığı gelirse biz de onların yaptığı gibi yapacağız" dediler. İkinci senede yine veba hastalığı gelince köyde kalanlarla önceden gitmiş olanlar toplu olarak orayı terk ettiler. Sayıları otuzbin küsur kadardı.

Geniş bir vadiye geldiler ve orada konakladılar. Yüce Allah onlara, biri vadinin en yüksek yerinde, diğeri de en engin yerinde olmak üzere iki melek gönderdi. Melekler "Ölün!" diye seslenince öldüler ve bir süre ölü olarak kaldılar. Sonra yanlarına kendisine Hezekîl denilen peygamber geldi ve kemiklerin çokluğunu görünce şaşırıp kaldı. Yüce Allah'ın kendisine vahiy etmesiyle:

“Ey kemikler! Allah toplanmanızı emrediyor" dedi. Vadinin en yüksek ve en engin yerinde olan bütün kemikler toplandı. Her kemik kendi cesedine yapışmaya başladı. Etsiz ve kansız cesetler oluştu. Sonra Allah'ın vahyetmesi üzerine:

“Ey kemikler! Allah size et giyinmenizi emrediyor" dedi ve cesetler etle giydirildi. Yine Allah'ın vahyi üzerine:

“Ey cesetler! Allah size kalkmanızı emrediyor" dedi.

Sonra dirildiler ve köylerine geri döndüler. Onlar bir elbise giydiklerinde o elbise mutlaka kirli bir kefen olurdu. O zamanın insanları onların öldüğünü ve sonra tekrar dirildiklerini biliyordu. Bir zaman sonra ecelleri geldi ve öldüler."

Esbât'ın, Mansûr'dan bildirdiğine göre Mücâhid şöyle dedi:

“Onlar uyandıkları zaman:

“Allahım! Seni hamd ile tesbih ederiz. Senden başka ilah yoktur" diyorlardı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdilazîz:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?"âyetini açıklarken:

“Bunlar Azriât bölgesindendi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih bu âyeti açıklarken:

“Bunlar dokuz bin kişiydiler" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah onların ölümden kaçmalarına öfkelendi ve ceza olarak onları öldürdü. Sonra ecellerinden kalan müddeti yaşatmak için onları tekrar diriltti. Eğer o kavmin eceli gelmiş olsaydı bir daha dirilmezlerdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Eş'as b. Eşlem el-Basrî şöyle dedi: Hazret-i Ömer namaz kılarken arkasında iki Yahudi vardı. Bir diğerine:

“Bu o değil mi?" diyordu. Ömer namazı bitirince:

“Birinizin arkadaşına: «"Bu o değil mi?» dediğini işittim" dedi. Yahudiler:

“Biz kitabımızda Allah'ın izniyle ölüleri dirilten demir boynuzun, Hezekîl'e verildiği gibi sana da verileceğini buluyoruz" dediler. Ömer:

“Biz Allah'ın Kitâbı'nda Hezekîl'i bulmadığımız gibi, Allah'ın izniyle Hazret-i İsa'dan başka kimsenin ölüyü dirilttiğinide bulmuyoruz" karşılığını verdi. Onlar:

“Allah'ın Kitâbı'ında: «Daha önce bazılarını sana anlattığımız, bazılarını da anlatmadığımız peygamberler gönderdik»' âyeti yok mu ki?" diye sorunca, Ömer:

“Evet, var" karşılığını verdi. Yahudiler şöyle devam ettiler:

“Sana ölüleri diriltmeyi anlatacağız. İsrâil oğullarında veba hastalığı zuhur edince bir kısmı orayı terk edip gittiler. Bunlar daha yerlerinden bir mil uzaklaşınca Allah onları öldürdü. Sonraları bunların üzerinde bahçeler inşa edildi. Kemikler çürüyünce Allah, Hezekîl'i gönderdi. Hezekîl, Allah'ın istediği şeyleri söyleyince, Yüce Allah onları tekrar diriltti."

Bunun üzerine Yüce Allah:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara «Ölün!» dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hilâl b. Yesâf bu âyet hakkında şöyle dedi: Bu kavim İsrâil oğullarındandır. Veba hastalığı zuhur edince zenginleri ve eşrâfı orayı terk edip gittiler. Fakirleri ve sefilleri yerlerinde kaldılar. Yerlerinde kalıp da gitmeyenler ölmeye başladılar, gidenlere ise bir şey olmadı. O yıllardan sonra bir yıl:

“Eğer bizde onların yaptığı gibi yapsaydık (gitseydik) kurtulurduk" dediler ve topluca orayı terk ederek göç ettiler. Onlara ölüm gönderildi ve parlayan kemikler haline geldiler. Bunun üzerine köylüler gelip onları bir yere topladı. Bunların yanına bir peygamber geldi ve:

“Ey Rabbim! Eğer sen dilersen bunları diriltirsin, onlar da köylerini yapıp sana ibadet ederler" dedi. Yüce Allah peygambere:

“Filan ve filan şeyi söyle" buyurunca, peygamber denilenleri söyledi ve kemiklerin bir araya geldiklerini gördü. Sonra bir daha denilenleri söyleyince kemiklerin etle giydirildiğini gördü. Sonra bir daha denilenleri söyleyince onların oturduğunu ve tesbih edip tekbir getirdiklerini gördü. Sonra onlara:

“Allah yolunda savaşınız ve Allah'ın herşeyi işittiğini ve bildiğini biliniz" âyetini okudu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle dedi:

“Bunlar veba hastalığından kaçan kavimdi. Yüce Allah ceza olarak onları ecellerinden önce öldürdü ve sonra ecellerinden kalan kısmı tamamlamak için tekrar diriltti."

İbn Cerîr, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor:

“Yüce Allah, Yûşa'dan sonra Kilâb b. Yukanna'yı öldürdüğü zaman, İsrâil oğullarından yaşlının oğlu denilen Hezekîl b. Bevz geldi. Kendisine yaşlının oğlu denilmesinin sebebi, annesi yaşlı iken Allah'tan çocuk diledi ve Allah ona Hezekîl'i verdi. Bu kişi, Allah'ın Kitâbı'nda:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?" diye zikretmiş olduğu kavme dua eden kişidir."

Abd b. Humeyd, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Zamanında İsrâil oğullarından bazı insanlar belalara ve musibetlere maruz kaldılar. Bunun üzerine bulundukları durumdan şikayetçi olup:

“Keşke ölseydik de bulunduğumuz bu durumdan kurtulsaydık" dediler. Yüce Allah, Hezekîl'e şöyle vahyetti:

“Kavmin belalara karşı feryad etti. Ölürlerse rahat edeceklerini zannediyorlar. Ölümde onlara ne rahatlık var ki? Öldükten sonra onları diriltemez miyim sanıyorlar. Filan filan mezarlığa git orada dört bin kişi var."

Vehb der ki:

“Bunlar Yüce Allah'ın:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?" âyetinde bahsetmiş olduğu kişilerdir."

Allah, Hezekîl'e devamen şöyle vahyetti:

“Git onlara seslen. Onların kemikleri kuşların ve aslanların dağıtmış olduğu parçalar gibi dağılmıştır." Hezekîl gidip:

“Ey kemikler! Allah size birleşmenizi emrediyor" diye seslendi. O zaman her insanın kendi kemiği tekrar birleşti. Sonra:

“Ey kemikler! Allah sinirlerinizin ve topuklarınızın bitmesini emrediyor" diye seslendi. Bunun üzerine sinir ve topuklar yerine geldi. Sonra Hezekîl:

“Ey kemikler! Allah size etlerle giyinmenizi emrediyor" diye seslendi. Kemikler etle, sonra da deriyle giydirilip bedene dönüştüler. Hezekîl üçüncü defa:

“Ey Ruhlar! Allah bedenlerinize dönmenizi emrediyor" diye seslendi. Bunun üzerine Allah'ın izniyle bedenler kalkıp tek bir kişiymiş gibi tekbir getirdiler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?" âyeti hakkında şöyle dedi: Birçok kişi Allah yolunda cihattan kaçtı. Allah onları öldürdü ve kaçmış oldukları ölümü tattılar. Sonra Allah onları tekrar diriltti ve:

“Allah yolunda savaşınız ve Allah'ın herşeyi işittiğini ve bildiğini biliniz" âyetinde buyurduğu gibi düşmanlarıyla mücadele etmelerini emretti. Bunlar peygamberlerine:

“Bize bir hükümdar gönder ki Allah yolunda savaşalım" diyenlerdir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bunlar kırksekiz bin kişiydiler ve bunların etrafına duvar örüldü. Cesetleri parçalandı ve koktu ki bu koku hala o Yahudi soyunun nesillerinde bulunmaktadır. Bunlar Allah yolunda cihattan kaçtılar ve Allah onları öldürdükten sonra tekrar diriltip:

“Allah yolunda savaşınız ve Allah'ın herşeyi işittiğini ve bildiğini biliniz" âyetinde buyurduğu gibi cihad etmelerini emretti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Binlerce kişi veba hastalığından dolayı yurtlarını bırakıp kaçtılar. Bunlar kendi aralarında iyiydiler ve kalpleri birbirlerine bağlı idi. Onları yurtlarından çıkaran savaş veya kavga değildi. Onlar yaşamak için gittikleri yerlere varınca, Allah onlara:

“Ölün!" dedi ve öldüler. Oradan geçen bir adam savrulan kemiklere bakıp:

“Allah bunları öldürdükten sonra nasıl diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürmüş ve yüz yıl ölü olarak bıraktı.

Buhârî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle der: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) veba hastalığını sorduğumda, bana şöyle dedi:

“Bu Yüce Allah'ın dilediği kimselere azab olarak verdiği şeydir. Ancak bunu müminlere de rahmet kılmıştır. Köylerinde veba hastalığı zuhur ettiğinde, sabredip köyünden çıkmayarak Allah'ın kendisine yazmış olduğu şeyden başka bir şeyin isabet etmeyeceğine iman eden kişiye şehit ecri gibi ecir vardır. "

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Abdurrahman b. Avf'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) veba hakkında şöyle buyurduğunu işittim:

“Bir yerde veba olduğunu bilirseniz oraya yaklaşmayın. Sizin bulunduğunuz bir yerde zuhur ederse ondan kaçarak bulunduğunuz bölgeden dışarı çıkmayın. "

Seyf, el-Futûh'ta Şurahbîl b. Hasene'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizin bulunduğunuz bir yerde veba zuhur ederse bulunduğunuz yerden dışarı çıkmayın. Çünkü ölüm boynunuzdadır. Onun olduğu yere de girmeyin. Çünkü o, kalpleri yakar" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, Ümmü Eymen'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden birine:

“Eğer senin de aralarında bulunduğun bir yerde ölüm (cül bir salgın) zuhur ederse yerinde kal" diye vasiyet ettiğini işittim.

Ahmed, İbn Ebî'd-Dünyâ, Tavvâ'in kitabında, Ebû Ya'lâ, Taberânî, M. el- Evsat'ta ve İbn Adiy, el-Kâmil'de Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetim ancak mızrak ve tâûn ile yok olur" buyurunca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Mızrağın ne olduğunu bildik te, tâûn nedir?" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Devenin bezesi gibi bir bezedir. Bunun zuhur ettiği yerde sebat eden kişi şehit gibidir. Ondan kaçan kişi de savaştan kaçmış gibidir" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Bezzâr, İbn Huzeyme ve Taberânî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Veba hastalığı zuhur eden yerden kaçan kişi savaştan kaçmış gibidir. Ona sabreden kişi de savaşta sabreden gibidir."

244

Allah yolunda (düşmanla) savaşın (ölüm korkusu ile savaşa katılmamazlık etmeyin) ve bilin ki Allah, (öncekilerin de geride kalanların da söyledikleri her şeyi) işitendir, (açıklamadıkları, gizli tuttukları her şeyi) bilendir.

245

"Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O'na döndürüleceksiniz."

Saîd b. Mansûr, İbn Saîd, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Taberânî ve Beyhakî'nin, Şuabu'l- İmân'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin..." âyeti hakkında şöyle dedi: Ebu'd-Dehdâhe el-Ensârî:

“Ey Allah'ın Resûlü! Allah bizden borç mu istiyor?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, ey Ebu'd-Dehdâhe!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu'd-Dehdâhe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana elini göster" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini uzatınca:

“İçinde altı yüz hurma ağacı bulunan bahçemi Rabbime borç veriyorum" dedi. O sırada Ümmü'd-Dehdâh ve çocukları bahçede bulunuyordu. Ebu'd-Dehdâhe gelip:

“Ey Ümmü'd-Dehdâhe!" diye seslendi. O:

“Buyur!" karşılığını verince:

“Bahçeden çık, onu Yüce Rabbime borç olarak verdim" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O'na döndürüleceksiniz" âyeti indiği zaman, İbnu'd-Dehdâhe Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Rabbimizin bize vermiş olduğundan borç istediğini görüyorum. Benim iki tarlam vardır. Biri yüksekte, diğeri de engindedir. Onların güzelini sadaka olarak verdim" dedi. Bundan dolayıdır ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İbnu'd-Dehdâhe'nirı Cennette nice sarkmış salkımı vardır" buyururdu.

Taberânî, M. el-Evsat'ta, Zeyd b. Eslem'den, o babasından, o da Ömer b. el-Hattâb'tan aynısını rivayet etti.

İbn Merdûye'nin, Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla Atâ b. Yesâr ile A'rec'ten bildirdiğine göre Ebû Hureyre şöyle dedi:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse..." âyeti indiği zaman, Ebu'd-Dehdâhe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Benim biri en engin, diğeri de en yüksek yerde olan iki bahçem vardır.

Onlardan birini Rabbime borç olarak verdim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah da bunu senden kabul etti" buyurup, bahçeyi himayesi altında olan yetim çocuklara verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ebu'd-Dehdâhe için Cennette nice sarkmış salkımlar vardır" buyururdu.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr şöyle dedi:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse...'" âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mallarınızdan Allah'a borç veriniz ki, Allah size onu kat kat geri versin" buyurdu. İbnu'd-Dehdâhe:

“Ey Allah'ın Resûlü! Benim, biri en yüksek, diğeri de en engin yerde olan iki bahçem var. Bir de Zafer oğullarının yanında bir malım var. Malın iyisini seçebilecek adamını gönder ki onu teslim alsın" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ferva b. Amr'a:

“Git ve o iki mala bak. İyisini sahibine bırakıp diğerini al" buyurdu. Gidip baktıktan sonra İbnu'd-Dehdâhe:

“Ben Rabbime malın kötüsünü vermek istemiyordum, ancak en güzelini vermek istiyordum. Çünkü dünya fakirliğinden bir korkum yoktur" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ebu'd-Dehdâhe'nin Cennette erişebileceği nice sarkmış salkımları vardır" buyurdu.

İbn Sa'd, Şa'bî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birinden borç hurma almak istedi. Ancak adam:

“Bu peygamber olsaydı borç almazdı" deyip istenen hurmayı vermedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İbnu'd-Dehdâhe'yı çağırttı ve ondan borç istedi. Bunun üzerine İbnu'd-Dehdâhe:

“Vallahi! Benim malımda ve çocuklarımda benden fazla hak sahibisin. Bu senin malındır, istediğin kadarını al, istediğin kadarını da bize bırak" dedi. İbnu'd-Dehdâhe vefat ettiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ebu'd-Dehdâhe'nin Cennette erişebileceği nice salkımlar vardır" buyurdu.

İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirirler:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O'na döndürüleceksiniz. " âyeti Sâbit b. ed-Dehdâhe hakkında malını sadaka olarak verdiği zaman nâzil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse...'" âyetini açıklarken:

“Allah yolunda sadaka vermektir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde şöyle dedi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında adamın biri bu âyeti işitince:

“Ben Allah'a borç veririm" dedi ve malına yöneldi. Malının en güzelinden tasaddukta bulundu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin" âyeti hakkında:

“Bu kat kat vermenin ne kadar olduğunu hiç kimse bilemez" dedi.

Ahmed, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Osman en-Nehdî'den bildiriyor: Ebû Hureyre'nin:

“Yüce Allah mümin kulunun bir iyiliğini bir milyon iyilik olarak yazar" dediği bana bildirildi. Bir yıl önce hac etmiş olduğum için bu yıl hac etmeyi düşünmüyordum. Ancak bu hadis için, Ebû Hureyre'yi görmek istiyordum. Onu bulup bu hadisi sorduğumda:

“Ben öyle demedim. Sana bunu söyleyen kişi dediğimi ezberliyememiş. Ben şöyle dedim:

“Yüce Allah mümin kulunun bir iyiliğine karşılık iki milyon iyilik sevabı verir" dedi ve şöyle devam etti:

“Bunu Allah'ın Kitâbı'ında:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin" şeklinde bulmuyor musunuz? Yüce Allah'ın yanında kat kat demek iki milyondan daha fazla demektir. Canım elinde olana yemin olsun ki! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yüce Allah bir iyiliğe iki milyon iyilik sevabıyla karşılık verir. "

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Sahîh'te, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle dedi:

“Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir, O her şeyi bilendir" âyeti indiği zaman,

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim! Ümmetime daha fazlasını ver" diye dua etti. Bunun üzerine:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin" âyeti indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Rabbim! Ümmetime daha fazlasını ver" diye dua edince:

“Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir" âyeti indi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân şöyle dedi:

“Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir..." âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rabbim! Ümmetime daha fazlasını ver" diye dua etti. Bunun üzerine:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O'na döndürüleceksiniz. "âyeti indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“Rabbim! Ümmetime daha fazlasını ver" diye dua edince:

“Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir, O her şeyi bilendir" âyeti indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha:

“Rabbim! Ümmetime daha fazlasnı ver" diye dua etti. "Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir" âyeti inince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha fazlasını istemedi.

İbn Ebî Hâtim der ki: Zeyd b. Eşlem:

“...Güzel borç verecek..." âyeti hakkında:

“Aileye nafaka vermektir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, Süfyân vasıtasıyla Ebû Hayyân'dan, o da babasından şöyle bildirir: Bizim kabilenin ihtiyarlarından biri, bir dilencinin:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse...'" dediğini işittiği zaman:

“Hamd ederek Allah'ı tesbih ederim. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür. En güzel isteme de budur" derdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre adamın biri Ka'b'a: Bir adamın:

“Bir defa İhlas Sûresi'ni okuyan kişiye Yüce Allah Cennette inci ve yakuttan bir milyon ev yapacaktır" dediğini işittim. Bu söze inanayım mı?" dediğinde, Ka'b:

“Evet, inan. Buna mı şaşırıyorsun? Allah yirmi milyon, otuz milyon hatta sayılmayacak kadar ev yapar" deyip:

“Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin"  âyetini okudu. Sonra da:

“Allah'ın kat kat dediği sayılmayacak kadardır" dedi.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gökyüzü kapısında bir melek: «Kim daha sonra mükafatlandırılmak üzere bugün Allah'a borç verir» der. Diğer bir kapıda başka bir melek ise: «Allahım! İnfakta bulunanlara verdiğini telafi et, vermeyenlerin malını da telef et» der. Başka bir kapıda başka bir melek: «Ey insanlar! Rabbinize yönelin! Bilin ki az ama yeterli olan bir mal, çok olan ve kişiyi oyalayan maldan daha hayırlıdır» diye seslenir. Başka bir melek başka bir kapıda: «Ey Âdem oğulları! Ölüme hazırlık yapın ve ölüp gideceğinizi hesap ederek binalarınızı inşa edin» diye seslenir. "

Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Ey Ademoğlu! Senin malından yanımda emanet bırak. Bu mal yanmaz, batmaz ve çalınmaz. En fazla ihtiyacın olduğu zaman da onu sana geri ödeyeceğiğim.»"

"...(Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. O'na döndürüleceksiniz.. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini a:

“Sadakayı kabul eder" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini:

“Karşılığını verir" şeklinde açıklamıştır, (.....) âyetini ise:

“Onları topraktan yarattı ve tekrar toprağa dönecekler" şeklinde açıklamıştır.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Enes'ten bildiriyor: Her şey pahalı olmuştu. İnsanlar:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize fiyatları ayarla" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fiyatları ayarlayan, kıtlığı da çokluğu da veren Allah'tır. Rızkı veren Allah'tır. Ben, Allah'ın huzuruna, ben de hiç kimsenin kan ve mal hakkı olmadan çıkmayı arzularım" buyurdu.

Ebû Dâvud ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize fiyatları ayarla" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır, dua ederim" buyurdu. Yine adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize fiyatları ayarla" dediğinde:

“(Fiyatları) İndiren de yükselten de Allah'tır. Ben, Allah'ın huzuruna, bende hiç kimsenin hakkı olmadan çıkmayı arzularım" buyurdu.

Bezzâr, Hazret-i Ali'den bildiriyor:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bize fiyatları ayarla" denildiğinde:

“Malın pahalı ve ucuz olması Allah'ın elindedir. Rabbimin huzuruna çıktığımda isterim ki hiç kimse kendisine yapmış olduğum bir haksızlıktan dolayı yakama yapışmasın" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Allah, imkanı olmadığı halde yolunda savaşanları bildiği gibi zengin olup da yolunda savaşmayanları da biliyor. İşte onları borç vermeye davet edip:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir..."buyurmuştur. Allah sana mal vermişken sen savaşa gitmek istemiyorsun. Bu kişi ise fakir olduğu halde savaşa gitmek istiyor. Öyleyse sen de malınla ona yardımda bulun ki senin de bunda bir payın olsun."

246

"Müsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, «Bize bîr hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. O, «Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?» demişti. Onlar, «Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım?» diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Allah daha iyi bilendir, ama bize burada zikredilen şudur: Mûsa (aleyhisselam) vefat edince, İsrâil oğullarına Yûşa b. Nun halife oldu. Yûşa b. Nûn Allah'ın kitabı Tevrat'a ve paygamberleri olan Musa'nın sünnetine göre hüküm kıldı. Sonra Yûşa b. Nûn vefat edince başka biri halife oldu, o da Allah'ın kitabı Tevrât'a ve peygamberleri olan Mûsa'nın sünnetine göre hüküm kıldı. Ondan sonra başkası halife oldu ve kendisinden önceki iki arkadaşı gibi hüküm kıldı. Sonra yine bir başkası halife oldu, onun bazı emirlerini tutup bazılarını da reddettiler. Sonra yine bir başkası halife oldu, onun da çoğu emirlerini reddettiler. Sonra yine bir başkası halife oldu, onun da bütün emirlerini reddettiler. Sonra İsrâil oğulları mallarında ve canlarında gördükleri eziyetten dolayı peygamberlerinden bir peygambere gidip:

“Savaşmak için bize Rabbinden izin iste" dediler. O peygamber onlara:

“O, «Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?» demişti. Onlar, «Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım?» diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir'" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onlara Tâlut'u hükümdar olarak gönderdi. İsrâil oğullarının iki kolu vardı. Bir kol peygamberlik, diğeri de hükümdarlık üzereydi. Halbuki Tâlut ne peygamberlik, ne de hükümdarlık kolundandı. Onlara hükümdar olarak seçilince onu kabul etmediler ve:

“Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur" dediler. Peygamberleri de onlara:

“...Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarımn ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, «Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. O, «Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?» demişti. Onlar, «Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım?» diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bu, Tevrat'ın kaldırılıp ehli imanın yurtlarından çıkarıldığı zamandır. Zorba hükümdarları onları memleketlerinden ve çocuklarından uzaklaştırmıştı. Savaş onlara farz kılınınca ki bu da kendilerine Tabut'un (=sandığın) getirildiği zamandır, İsrâil oğullarının iki kolu vardı. Bir kol peygamberlik, diğeri de hükümdarlık üzereydi. Peygamberlik sadece Peygamberlik kolunda, hükümdarlık da sadece hükümdarlık kolunda olurdu.

Peygamberleri onlara:

“Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi" deyince, onlar:

“Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmaya o nasıl layık olabilir? Tâlut iki koldan da değildir. O ne peygamberlik, ne de hükümdarlık kolundandır" karşılığını verdiler. Peygamberleri onlara:

“...Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir" dedi. Onlara:

“...Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalıntılar var..." diyene kadar liderliği ona (Tâlut'a) vermeyi kabul etmediler.

Mûsa (aleyhisselam) levhaları atınca kırıldılar. Levhalardan bir kısmı geri göğe çekildi. Mûsa kalanları topladı ve Tabut'a (=Ahit Sandığına) koydu. Erîha'da bulunan ve Âd'dan bir fırka olan Amâlik halkı Tabut'u aldı. Melekler Tabut'u gökyüzü ve yeryüzü arasında taşıyarak geldiler. Kendileri de bunu seyrediyordu. Meleklerin Tabut'u Tâlut'un yanına koyduklarını görünce:

“Şimdi oldu" dediler ve hükümdarlığı ona teslim ettiler. Savaşılacağı zaman peygamberler Tabut'u önlerine koyarlardı ve:

“Âdem de (aleyhisselam) Cennetten indiğinde bu Tabut'la indirildi. Tabut'un içinde ferahlık, sükûnet ve Mûsa'nın (aleyhisselam) asası vardı" derlerdi. Bana Tabut'un ve Mûsa'nın asasının Taberiyye gölünde olduğu, kıyamet gününden önce de çıkacağı söylendi.

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih şöyle dedi: İsrâil oğullarında Mûsa'dan (aleyhisselam) sonra Yuşa b. Nûn halifelik etti. O vefat edene kadar Tevrât'ın ve Allah'ın emirleriyle hüküm kıldı. Sonra Kâlib b. Yufanna halifeleri oldu. O da vefat edene kadar Tevrât'ın ve Allah'ın emirleriyle hüküm kıldı. Sonra ihtiyarın oğlu Hezekîl b. Bevz halifeleri oldu. Hezekîl vefat edince, Allah'a olan ahidlerini unuttular ve putlar dikip onlara tapmaya başladılar. Sonra onlara Peygamber olarak İlyâs b. Tesbîb. Finhâs b. el-îzâr b. Hârûn b. İmrân gönderildi. İsrâil oğullarından, Musa'dan (aleyhisselam) sonra onlara Tevrat'tan unuttuklarını yenilemek için Peygamberler gelirdi. İlyâs da (aleyhisselam) İsrâil oğullarından Ehâb denilen bir hükümdarla beraberdi. Onu dinler ve ona inanırdı. İlyâs (aleyhisselam) onun emirlerini yerine getirirdi. İsrâil oğullarının çoğu putlar edinip onlara tapıyordu. Bunun üzerine İlyâs (aleyhisselam) onları Allah'a davet etmeye başladı. Ancak İsrâil oğulları, diğer hükümdarın dediği dışında İlyâs'ın (aleyhisselam) dediklerini dinlemiyordu. Hükümdarlar Şam'da dağılmıştı. Her hükümdarın kendine has faydalandığı bir bölgesi vardı.

O hükümdar İlyâs'a (aleyhisselam):

“Senin davet ettiğin şey kesinlikle batıldır. Ben filanı ve filanı görüyorum" deyip İsrâil oğullarının hükümdarlarını saymaya ve putlara taparak yiyip içtiklerini, rızıklandırıldıklarını, dünyada bir şeylerinin eksik olmadığını söylemeye başladı. Bunun Üzerine İlyâs (aleyhisselam) istircâ etti ve saçları diken diken oldu. Onun dediklerini kabul etmeyerek bırakıp gitti. Bu hükümdar da diğer hükümdarlar gibi oldu ve putlara taptı. Sonra kendilerine Yesa' halife oldu. Bir süre onlara halifelik yaptı, vefat edince de birçok halifeleri oldu. Ancak hataları da çoğaldı. Yanlarında bulunan Tabut da eşraftan sayılan kişiler arasında miras olarak kalıyordu.

Tabut'ta Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalıntılar vardı. Bunlara düşman geldiği zaman Tabut'u beraberlerinde sürüyerek düşmana yaklaştırırlardı ve Allah düşmanı hezimete uğratırdı. Hataları çoğalıp Allah'ın ahdini bıraktıklarında düşman saldırısına uğradılar. Yine önceden yaptıkları gibi beraberlerinde sürüyerek Tabutu götürdüler. Ancak öldürüldüler ve Tabut ellerinden alınıp zarara uğratıldılar. Düşman onları perişan ederek çocuklarını da kadınlarını da aldı. Aralarında Şemvîl denilen bir Peygamber vardı. Bu kişi, Allah'ın:

“Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O, "Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?" demişti. Onlar, "Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım" diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir" diye zikretmiş olduğu kişidir.

İsrâil oğulları Şemvîl'e:

“Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" dediler. İsrâil oğullarının yıkılmamalarının sebebi onların hükümdarlara, hükümdarlarında Peygamberlere itaat etmesiydi. Hükümdar toplumla gider, Peygamber de ona yol gösterip Allah'ın emirlerini tebliğ ederdi. Peygamberin emirlerini yaptıklarında durumları düzeliyor, hükümdarları azıp paygamberlerinin emirlerini yapmadıklarında da durumları bozuluyordu. Hükümdarlar dalâlet içindeyken ahali kendilerine tabi olursa, hükümdarlar peygamberlerin emirlerini terkerderlerdi. İsrâil oğulları bir kısım Peygamberleri yalanlayıp hiçbir şeyini kabul etmiyor, bir kısmını da öldürüyorlardı. Bu bela sürekli başlarında kalınca:

“Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" dediler.

Peygamberleri onlara:

“Sizde ahde vefa, doğruluk ve Allah yolunda cihada istek yoktur" karşılığını verdi. Onlar:

“Biz cihattan korkuyor ve cihadı istemiyorduk. Biz memleketimizde korunuyorduk ve kimse bize zarar veremiyordu. Hiç bir düşman ordusu bize galip gelemiyordu. Biz bu duruma düştükten sonra, cihattan kaçış yoktur. Düşmana karşı cihatta Rabbimize itaat ederiz. Çocuklarımızı, hanımlarımızı ve zürriyetimizi almalarına engel oluruz" dediler. Bunlar öyle deyince Şemvîl, Allah'tan bir hükümdar göndermesini istedi. Yüce Allah ona:

“Evinde bulunan ve içinde yağ olan boynuza gözle. Eğer bir adam yanına girer de boynuzdaki yağ dışarı sızarsa bu kişi İsrâil oğullarının hükümdarıdır. Onun başına bundan sür ve bunu İsrâil oğullarına hükümdar kıl" buyurdu. Bunun üzerine Şemvîl, yanına gelecek bu adamı beklemeye başladı. Tâlût deri tabaklayan biri idi ve Bünyâmin b. Yâkub kolundandı. Bünyâmin'in kolundan bir peygamber veya bir hükümdar çıkmamıştı. Tâlût kölesiyle beraber kaybolan atını aramaya çıktı ve Şemvîl'in evine uğradı. Köle, Tâlût'a:

“Bu Peygamberin yanına girsek de atımızı sorsak. Bize atımızın nerede olduğunu söylese ve hayır duasını alsak" dedi. Tâlût:

“Bunu yapmanın bir sakıncası yoktur" karşılığını verdi ve içeri girdiler. Atlarının durumunu anlatırlarken ve hayır dua etmesini isterlerken boynuzdaki yağ dışarı sızdı. Bunun üzerine Şemvîl kalkıp boynuzu aldı ve Tâlût'a:

“Başını yaklaştır" dedi. Tâlût başını yaklaştırınca onu başına sürüp:

“Sen, Allah'ın, bana isrâil oğullarına hükümdar etmemi emrettiği kişisin" dedi. Tâlût'un ismi Süryânice Şâvile b. Kays b. Ebyâl b. Sirâr b. Yahribe b. Ufeyhe b. Âyise b. Bünyâmîn b. Ya'kûb b. İshâk b. İbrahim'di. Şemvîl, Tâlut'un yanına oturdu. İnsanlar:

“Tâlût hükümdar oldu" dedi. İsrâil oğullarının ileri gelenleri peygamberlerine gelip:

“Ne oluyor ki peygamberlik veya hükümdarlık olmayan bir evden olan Tâlût bize hükümdar oluyor? Sen de biliyorsun ki peygamberlik ve hükümdarlık Lâvi oğullarının ve Yehûze oğullarınındır" deyince:

“Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" karşılığını verdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: İsrâil oğulları, Şemvîl'e:

“Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" deyince:

“Savaşta Allah'ın yardımı size yetti" karşılığını verdi. İsrâil oğulları:

“Biz çevremizdekiler tarafından korkutuluyoruz. Etrafında toplanacağımız bir hükümdarımız olsun" dediler. Yüce Allah Şemvîl'e:

“Tâlût'u onlara hükümdar kıl ve ona kutsal yağdan sür" diye vahyetti. Tâlût'un babasının eşekleri kaybolmuştu. Babası onları aramak için bir kölesiyle Tâlût'u gönderdi. Şemvîl'in yanına eşekleri sormaya geldiklerinde Şemvîl, Tâlût'a:

“Allah seni İsrâil oğullarına hükümdar kıldı" dedi. Tâlût:

“Beni mi?" diye sorunca, Şemvîl:

“Evet, seni" diye cevap verdi. Tâlût:

“Peki benim İsrâil oğulları içinde en itibarsız kolundan olduğumu bilmiyor musun?" diye sorunca, Şemvîl:

“Evet, biliyorum" karşılığını verdi. Tâlût:

“Peki, bunun kanıtı nedir?" diye sorunca, Şemvîl:

“Döneceksin ve babanın eşeklerini bulduğunu göreceksin" dedi. Sonra Tâlût'a o kutsal yağdan sürdü. İsrâil oğullarına:

“...Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi..."' deyince, İsrâil oğulları:

“Biz hükümdarlığa ondan layik iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmaya o nasıl layık olabilir?" dediler. Şemvîl de:

“Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutca gücünü arttırdı" karşılığını verdi.'

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hani, peygamberlerinden birine, «Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi..." âyetini açıklarken:

“Bu Peygamber Şemel'dir" dedi.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Bu kişi Yuşa b. Nûn'dur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Amr b. Murra vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Ubeyde:

“Hani, peygamberlerinden birine, ("Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi)"  âyetini açıklarken:

“Bu kişi Şemûl b. Hanne el-Âkir'dir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: İsrâil oğulları, hükümdarları Câlut olan Amâlik'le savaşıyordu. Amâlik, İsrâil oğullarına üstün gelerek Tevrât'ı aldılar ve kendilerine cizye koydular. İsrâil oğulları Amâlik'le şavaşmak için Allah'ın kendilerine bir peygamber göndermesini işitiyordu. Kendilerinden peygamber çıkan kol helak olmuş, onlardan geriye sadece hamile bir kadın kalmıştı. Bu bir kız çocuğu doğurur da, İsrâil oğullarının erkek çocuk istiyor olmasını fırsat bilerek, onu bir erkek çocukla değiştirir korkusuyla onu bir eve hapsettiler. Kadın, Allah'ın kendisine bir erkek çocuk ihsan etmesi için dua ediyordu. Sonunda bir erkek çocuğu doğurdu ve adını Şemûn koydu. Çocuk büyüyünce, Tevrât'ı öğrenmesi için onu Beytü'l-Makdis'e yerleştirdi. Bir ihtiyar onun bakımını yüklenip evlatlık olarak aldı. Çocuğun peygamber olma zamanı gelince Allah ona Cibrîl'i gönderdi. O ihtiyarın yanında uyuyordu. İhtiyar da Şemûn'u kimseye emanet etmiyordu. Cibrîl onu ihtiyarın sesiyle çağırınca, çocuk korkarak uyandı ve:

“Babacığım beni mi çağırdın?" dedi. Çocuk korkmasın diye ihtiyar "Ben çağırmadım" demek istemedi. Bunun yerine:

“Uyu ey çocuğum" dedi. Çocuk geri dönüp uyudu. Cibrîl onu bir daha çağırınca, bir daha ihtiyarın yanına gidip:

“Beni mi çağırdın?" diye sordu. İhtiyar:

“Git uyu ve üçüncü defa çağırırsam bana cevap verme" dedi. Ancak üçüncü defa Cibrîl çocuğa göründü ve:

“Kavmine git, Allah'ın Resûlü olduğun haberini ver. Allah seni onlara peygamber olarak gönderdi" dedi. Çocuk gidip kavmine haber verince, kavmi onu yalanlayarak:

“Peygamberlikte acele ettin, yavaş ol, eğer doğru söylüyorsan, Allah yolunda savaşmamız için bize bir hükümdar gönder" dediler. Bunun üzerine Şemûn:

“Olabilir ki, savaş size farz kılındığında gitmezsiniz" deyince:

“...Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?" karşılığını verdiler.

Şemûn Allah'a dua edince, kendisine İsrâil oğullarına hükümdar olarak gelecek kişinin boyunda bir asa verildi. Şemûn:

“Arkadaşınız bu âsa boyunda olacaktır" dedi. Herkes boyunu asayla ölçtü ve kimi asadan daha uzun kimi de daha kısa çıktı. Tâlut eşeğiyle su dağıtan biriydi. Eşeği kaybolunca onu aramak için yola çıkmıştı. Onun boyunu asa ile ölçtüklerinde, boyu asanın uzunluğunda çıktı. Bunun üzerine Peygamberleri onlara:

“Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi" dedi. Kavim:

“Şimdiye kadar bu kadar yalancı olmamıştın. Biz ki hükümdarlık çıkaran koldanız. Oysa o bu hükümdarlık kollarından değil. Ona malca da bir bolluk verilmemişken biz ona nasıl tabi oluruz?" diyerek karşı çıktıklarında, Şemûn:

“Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı" dedi. Kavim:

“Eğer doğru söylüyorsan bize bir delil göster" deyince, Şemûn:

“...Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir..." karşılığını verdi. Sabahladıklarında sandığı (Tabut'u) Tâlut'un avlusunda bulunca, Şemûn'un Peygamberliğine inandılar ve Tâlut'un hükümdarlığını kabul ettiler.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İkrime'den bildiriyor:

“Tâlût içme suyu satan biri idi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir? dediler..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bunu söylemelerinin sebebi şudur: İsrâil oğullarında iki kol vardı. Biri peygamberlik kolu, diğeri de hükümdarlık koluydu. Peygamber ancak peygamber kolundan, yeryüzünde hükümdar olacak kişi de ancak hükümdar kolundan gönderilirdi. Tâlût hükümdar olarak gönderildiği zaman iki koldan da değildi. Yüce Allah:

“...Doğrusu Allah size onu seçti...'" buyurdu. Yani onu size hükümdar kıldı.

İbn Ebî Hâtim'in, Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Ennâ" kelimesi hakkında:

“Nereden, anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bilgice ve vücutça gücünü artırdı..." âyetini açıklarken:

“Faziletli ve iri cüsseli biriydi. İsrâil oğullarının en uzunu, onun omuz seviyesine gelirdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Munebbih:

“...Bilgice ve vücutça gücünü artırdı..." âyeti hakkında:

“Savaş bilgisi kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Vehb: (.....) ifadesini açıklarken:

“İsrâil oğullarının en uzunu, onun omuz seviyesine gelirdi" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah mülkü dilediğine verir..." âyeti hakkında:

“Saltanat kastedilmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb'e:

“Tâlût, peygamber miydi?" diye sorulduğunda:

“Hayır, ona vahiy gelmedi" dedi.

İshâk b. Bişr, el-Mübteda'da ve İbn Asâkir'in değişik kanallarla bildirdiklerine göre İbn Abbâs:

“Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine..." âyeti hakkında:

“Ey Muhammed! İleri gelenler hakkında haber edinmedin mi?" anlamındadır. Buradaki Peygamber de "Eşmavîl'dir" dedi. "...Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O, «Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?» demişti. Onlar, "Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde..." âyeti hakkında ise şöyle dedi:

“Amâlik'ler bizi yurdumuzdan çıkardı. O zaman Amâlik'lerin hükümdarı Câlut idi. Bunun üzerine Peygamberleri, Allah'tan kendilerine bir hükümdar göndermesini istedi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)?..." âyeti hakkında:

“Bunlar, Allah'ın:

“Kendilerine: «Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin» denenleri görmedin mi?" diye zikrettiği kişilerdir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Biz hükümdarlığa ondan layık iken..." âyetini açıklarken:

“Çünkü o, ne peygamberlik, ne de hükümdarlık kolundandır" dedi.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor: Tâlût hükümdarlık ve peygamberlik kolundan olmadığı halde Allah onu hükümdar olarak seçti. İsrâil oğullarında peygamberlik ve hükümdarlık kolları vardı. Peygamberlik kolu Lâvi'lerin, hükümdarlık kolu da Yahûde'lerindi. Tâlût iki koldan da olmamasına rağmen hükümdar seçilince onu kabul etmediler ve şaşırarak:

“...Bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?" Peygamberlik veya hükümdarlık kolundan olmadan bize nasıl hükümdar olabilir?" dediler.

Abd b. Humeyd, Ebû Ubeyd'den bildiriyor: İsrâil oğullarından bir adamın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin çocuğu oluyor, diğerinin olmuyordu. Çocuğu olmayan kişi bu durumdan sıkıldı ve temizlendikten sonra Allah'a dua etmek için mescide gitti. Giderken İsrâil oğullarının hakemiyle karşılaştı.

Hakemler İsrâil oğullarının işlerini yönetenlerdi. Hakem ona:

“Nereye gidiyorsun?" deyince:

“Rabbimden bir ihtiyacım vardır" karşılığını verdi. O da:

“Allahım! Onun ihtiyacını gider" diye dua etti. Bunun üzerine kadın Şemvîl'e hamile kaldı. Doğum yaptığı zaman da çocuğu Allah yolunda hizmete adadı. Allah yolunda hizmete adanan çocuk koşacak kadar büyüdüğü zaman mescide hizmet için bırakılırdı. Şemvîl de koşacak kadar büyüyünce mescid ahalisine hizmet etmek için verildi.

Şemvîl bir gece çağrılınca, hakeme gitti ve:

“Beni mi çağırdın?" diye sordu. Hakem:

“Hayır" dedi. İkinci gece yine çağrılınca, Hakeme gidip:

“Beni mi çağırdın?" diye sordu. Hakem yine:

“Hayır" dedi. Ancak hakem peygamberliğin nasıl geldiğini biliyordu. Hakem, Şemvîl'e:

“Dünden önceki gece çağrıldın mı?" diye sorunca, Şemvîl:

“Evet" dedi. "Dün çağrıldın mı?" diye sorunca, Şemvîl yine:

“Evet" dedi. Bunun üzerine hakem şöyle dedi:

“Bu gece de çağrılırsan: «Buyur, emrindeyim! Tüm hayırlar senin elindedir. Doğru yolda olan ancak senin hidayete erdirdiğindir. Ben senin kulunum ve huzurundayım. Bana dilediğin emri ver» de." O gece kendisine vahiy geldi ve hakeme gitti. Hakem:

“Bu gece çağrıldın mı?" diye sorunca:

“Evet, bana vahiy de geldi" dedi. Hakem:

“Sana benim durumumdan bir şey zikredildi mi?" diye sorunca, Şemvîl:

“Hayır, ama bana bir şey sorma" dedi. Hakem:

“Sana benim durumumdan bir şey zikredildi ki bana haber vermek istemiyorsun" dedi ve durumu kendisine haber verene kadar ısrar edip onu bırakmadı. Bunun üzerine Şemvîl:

“Senin helâkın geldi, oğlun senin hükmünde rüşvet aldı" dedi. Hakemin her yönettiği iş bozulur, gönderdiği her ordu da hezimete uğrardı. Hatta bir defasında bir ordu çıkardı ve zafer için kendisinden yardım istemeleri için Tevrât'ı da beraberlerinde gönderdi. Yine hezimete uğradılar. Tevrât'ı da düşman ele geçirdi. Üzgün ve hiddetli bir şekilde minbere çıktı. Düşüp ayağını veya uyluğunu kırdı. Bu da ölümüne sebep oldu. İşte o zaman peygamberlerinden bir peygambere:

“...Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım...'" dediler. Bu kişi de Şemvîl b. Hanne el-Âkir'dir.

247

(Hazret-i Mûsâ’dan sonra İsrâîl oğulları peygamberi - Yûşa’ veya Şem’ûn yahut Şemvîl “aleyhimüsselâm” - Rabbine dua ederek bir hükümdar göndermesini istedi. Hak teâlâ da Tâlût’u seçti.) Peygamberleri onlara dedi ki:

“Allah size şüphesiz Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi.” Onlar:

“O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyıkız. (O, ne hükümdar, ne de peygamber sülâlesindendir. O, deri tabaklayan veya çobanlık yapan fakir biridir.) Ona (hükümdarlığı yürütmek üzere) bol mal da verilmemiştir.” dediler. Peygamberleri:

“Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, ona ilim ve beden bakımından üstünlük verdi.” dedi. (O, İsrâîl oğullarının en güzeli ve ahlâklısıydı.) Allah mülkünü (hükümdarlığı) dilediğine verir. (Yüce) Allah(ınlütfu ve ihsânı çok) geniştir, (O, her şeyi) hakkıyla bilendir.

248

"Peygamberleri onlara şöyle dedi: Onun hükümdarlığının alâmeti, size o sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır."

İbnu'l-Münzir'in, Zührî vasıtasıyla bildirdiğine göre Hârice b. Zeyd b. Sâbit, babasından naklen şöyle dedi: Osman b. Affân bana bir mushaf yazmamı emredip:

“Sana fasih dilli birini veriyorum. Uygun gördüklerinizi yazın, ihtilafa düştüğünüz şeyleri de bana bildirin" dedi. Bu âyette ben: (.....) dedim, ama Ebân b. Saîd: (.....) olması lazım" dedi. Bunu Osman'a bildirdiğimizde: (.....) olacak" dedi ve o şekilde yazıldı.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Amr b. Dînar'dan bildiriyor: Osman b. Affân, Muhâcirlerin ve Ensâr'ın gençlerine mushafları yazmalarını emredip:

“İhtilafa düştüğünüz şeyleri Kureyş lehçesi ile yazın" dedi. Bu âyette Muhâcirler: (.....) şeklinde yazılmalı" derken, Ensâr ise: (.....) şeklinde olmalı" dedi. Bunun üzerine Osman:

“Muhâcirlerin lehçesi ile: (.....) şeklinde yazın" dedi.

İbn Sa'd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Ebû Dâvud, İbnu'l-Enbârî, el- Mesâhifte, İbn Hibbân ve Sünen'de Beyhakî, Zührî vasıtasıyla Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: Huzeyfe b. el-Yemân, Osman b. Affân'ın yanına geldi. Osman, Ermenistan ve Azerbeycan'ın fethi için Iraklılarla beraber Şamlıları savaşa hazırlıyordu. Huzeyfe Kur'ân'da ihtilafa düştüklerini görünce, Osman'a:

“Ey Müminlerin emîri! Bu ümmet Kur'ân'da Yahudi ve Hıristiyanların ihtilafa düştüğü gibi ihtilafa düşmeden yetiş" dedi. Osman,

Hafsa'ya:

“Sende bulunan (Kur'ân'a ait) sayfalan bize gönder, çoğalttıktan sonra iade ederiz" diye haber gönderdi. Hafsa, Osman'a sayfaları gönderdi. Bunun üzerine Osman sayfalan çoğaltmaları için, Zeyd b. Sâbit, Saîd b. el-Âs, Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm ile Abdullah b. ez-Zübeyr'e haber gönderdi. Üç Kureyşliden oluşan gruba:

“Zeyd b. Sâbit'le ihtilafa düştüğünüz yerleri Kureyş lehçesine göre yazın. Çünkü Kur'ân onların lehçesiyle inmiştir" dedi. O gün (.....) ve (.....) kelimelerinde ihtilafa düştüler. Kureyş'li grup (.....) şeklinde yazılması gerektiğini söylerken, Zeyd (.....) şeklinde yazılması gerektiğini söylüyordu. Bu ihtilafları Osman'a bildirildi. Osman: (.....) şeklinde yazın, çünkü Kur'ân Kureyş'liler lehçesiyle indi" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e sandığın genişliği sorulunca:

“Uzunluğu üç, genişliği ise iki arşın kadardır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sekîne rahmettir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sekîne huzurdur" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sekîne, parlayan iki gözü olan kedi büyüklüğünde bir hayvandır. İki ordu karşılaştığı zaman o hayvan ellerini çıkarırdı ve düşman ordusu korkuyla kaçardı" dedi.

Taberânî, M. el-Evsat'ta içinde bilinmeyen ravisi olan bir isnâdla ve Hâlid b. Ar'ara'nın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sekîne, esip geçtiği yeri yıkıp dağıtan bir rüzgardır" buyurdu.

İbn Cerîr ve Hâlid b. Ar'ara'nın bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Sekîne, esip geçtiği yeri yıkıp dağıtan iki başlı bir rüzgardır" dedi.

Abdurrezzâk, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Asâkir, Delâil'de Beyhakî ve Ebu'l-Ahvas, Hazret-i Ali'den bildiriyor:

“Sekîne'nin insan yüzü gibi yüzü vardır ve o sesi duyulan (ıslık çalan) rüzgar gibidir."

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Cerîr'in, Seleme b. Kuheyl vasıtasıyla bildirdiğine göre: Ali:

“...Onda sekîne (Rabbinizden bir güven duygusu... vardır..."âyeti hakkında şöyle dedi:

“O sesi duyulan (ıslık çalan) rüzgar gibidir ve insan yüzü gibi yüzü vardır."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, Sa'd b. Mes'ûd es-Sadafî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yerde otururken gözlerini gökyüzüne dikti. Sonra yere bakıp bir daha gökyüzüne baktı. Bunun sebebi kendisine sorulunca, önünde oturan bir grubu kastederek şöyle buyurdu:

“O meclis ehli, Allah'ı zikrederdi. Onlara meleklerin taşıyıp getirdiği kubbe gibi sekîne indi. Sekîne kendilerine yaklaşınca aralarından bir kişi bâtıl/boş şeyler konuştu. Bunun üzerine sekîne geri çekildi."

Süfyân b. Uyeyne, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre Mücâhid şöyle dedi:

“Sekîne, Allah tarafından gelen rüzgar gibidir. Kedi yüzü gibi yüzü ve kuyruğu olup iki de kanadı vardır.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Ebû Mâlik vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onda sekîne (Rabbinizden bir güven duygusu)... vardır..." âyeti hakkında:

“O, içinde peygamberlerin kalbi yıkanan Cennetten getirilmiş altın bir leğendir. Mûsa (aleyhisselam) içine levhaları koydu" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e Sekîne'nin ne olduğu sorulduğunda:

“O, Allah tarafından gönderilmiş konuşan bir ruhtu. İsrâil oğulları bir şeyde ihtilafa düştükleri zaman, o konuşur ve onlara istedikleri konuda bilgi verirdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Onda sekîne (Rabbinizden bir güven duygusu... vardır..." âyetini açıklarken:

“O sükûnet veren bir şeydir. Onlar bildikleri âyetlerle sükûnet bulurdu" dedi.

Abdurrezzâk'în bildirdiğine göre Katâde:

“...Onda sekîne (Rabbinizden bir güven ... vardır..." âyetini açıklarken:

“Sekîne'den kasıt, vakardır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mûsâ ailesinin... geriye bıraktığından kalıntılar vardır..." âyetini açıklarken:

“Onda Mûsa'nın (aleyhisselam) asası ve levha parçalarından kalıntılar bulunmaktadır" dedi.

Vekî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Sâlih'ten bildiriyor: Sandıkta Mûsa ile Harun'un (aleyhimesselam) âsaları, elbiseleri, Tevrat'tan iki levha, kudret helvası ve kurtuluş sözü olan "Halim ve Kerim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yüce ve büyük olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yedi kat göğün Rabbi ve büyük Arş'ın rabbi olan Allah'ı tesbih ve tenzih ederim. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" sözleri vardı."

İshâk b. Bişr, Mübteda'da ve İbn Asâkir, el-Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih ve İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Sandıkta levhalardan parçalar, Mûsa'nın (aleyhisselam) asası, Hârun'un sarığı ve Yakûb'un (aleyhisselam) torunu olduğuna delil olan elbisesi, altından bir leğen ve Yâkub'un (aleyhisselam) iftar ettiği Cennetten olan bir ölçek kudret helvası vardı. Sekîne ise, zümrüte benzeyen değerli yeşil taştan yapılmış kedi başına benzeyen bir şeydi."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onu melekler taşımaktadır..." âyetini açıklarken:

“Melekler onu taşıyarak Tâlut'un evine getirdiler. O sabahladığı zaman sandık avlusundaydı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Bunda bir delil vardır, anlamındadır" dedi.

249

"Tâlût, ordu ile hareket edince, «şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bîr avuç alan başka» dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) «Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Allah'a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: «Allah'ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.»"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Onlar seksen bin kişi olarak Tâlût'la birlikte çıktılar. Câlut ise o zaman insanlar arasında en güçlü idi. Tâlût ordunun önünde yürümeye başladı. Tâlût önüne gelenleri kaçırmadıkça arkadaşları yanına toplanmazdı. Gittikleri zaman Tâlût:

“Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir" dedi. Câlut'un heybetinden dolayı çoğunluk o sudan içti. Dört bin kişi içmedi. Ancak geriye kalan yetmişaltı bin kişi içti ve geri döndü, içenler tekrar susadı, bir avuç içenler ise susamadılar. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince Câlut'a bakıp geri döndüler ve:

“Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Onlardan da üçbin altıyüz seksen küsür kişi geri döndü. Bedir savaşçıları kadar olan üçyüz on küsür kişi de kendisiyle beraber kaldı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu deneme susuzlukladır. Ürdün'de olan ırmağa geldikleri zaman çoğu eğilip ağızlayarak ondan içtiler. Bu şekilde içenlerin susuzluğu daha da arttı. Avuçlayarak içenlerin susuzluğu ise giderildi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra..." âyeti hakkında şöyle dedi: Tâlût, Câlût'la savaşmaya gittiği zaman İsrâil oğullarına:

“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..." dedi. Bu ırmak Filistin ve Ürdün arasında suyu tatlı olan bir ırmaktır. Herkes o sudan içinden geldiği kadar içti. Ancak ona itaat edip avuçlayarak içenlerin susuzluğu giderildi. Ona asi olup çok içenlerin ise susuzluğu daha da arttı. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, çokça su içenler:

“Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. "...Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler..." de suyu avuçlayarak içenlerdir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir...'" âyetini açıklarken bu ırmağın Filistin'de bir ırmak olduğunu söyledi.

Abdurrezzâk, Katâde'den bildiriyor:

“Kafirler o sudan içiyor, ama susuzlukları gitmiyordu. Müslümanlar ise avuçlayarak içtikleri için susuzlukları gidiyordu."

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Müslümanlar avuçladıklarıyla hem kendileri içti, hem de bineklerini içirdiler."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Osman b. Affân söz konusu âyeti: (.....) şeklinde (Ğayn) harfini ötre ile okudu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler..." âyetini açıklarken:

“Bu azınlık, Bedir savaşçıları sayısı kadar üçyüz on küsür kadardı" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Delâil'de Beyhakî, Berâ'dan bildiriyor:

“Biz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı, Bedir savaşçılarının sayısının, Tâlût'la ırmağı geçenlerin sayısı kadar olduğunu konuşurduk. Onunla beraber ancak mümin olan üçyüz on küsür kadar kişi ırmağı geçmişti."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında ashâbına:

“Sizin sayınız Tâlût'la beraber ırmağı geçenlerin sayısı kadardır" buyurduğu bildirildi. Bedir gününde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbının sayısı üçyüz on küsür kadardı.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Mûsa'dan bildiriyor:

“Tâlût'un Câlut'la savaştığı gün, asker sayısı üç yüzon küsür kişiydi."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Ubeyd'den bildiriyor:

“Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) i)e beraber Bedir savaşında bulunanların sayısı, Tâlût'la beraber ırmağı geçenlerin sayısı gibi üçyüz on üç kişiydi."

İshâk b. Bişr, Mübteda'da ve İbn Asâkir, Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk ve İbn Abbâs'tan bildiriyor: Tâlût'la beraber olanların sayısı üçyüz üçbin üçyüz onüç (303313) kişiydi. Üçyüz onüç kişi dışında herkes eğilip ağızlayarak ırmaktan içti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşındaki ashâbının sayısı da üçyüz onüç kişiydi. Tâlût üçyüz onüç kişi dışındaki herkesi geri çevirdi. Şemvîl (aleyhisselam) Tâlût'a bir zırh vererek:

“Bu kimin bedenine uyarsa, o kişi Allah'ın izniyle Câlut'u öldürecek" dedi. Bunun üzerine Tâlût'un münâdisi şöyle seslendi:

“Câlut'u öldüren kişiyi kızımla evlendirip ona malımın yarısını vereceğim." Yüce Allah da bunun Hasrûne b. Fâride b. Yahûde b. Ya'kûb'un oğlu Dâvud'un eliyle olmasını takdir etti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise..." âyeti hakkında:

“Kendilerinin Allah'a kavuşacağına inanan kişilerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise..." âyeti hakkında:

“Nefislerini Yüce Allah'a satıp ölüme hazırlayan kişilerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında:

“Savaşta müminlerin, bazılarının diğerlerinden daha gayretli ve azimli olduklarını görürsün. Onların hepsi mümindir" dedi.

250

"(Tâlût'un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: «Ey Rabbimiz! Özerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.»"

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid şöyle der: Tâlût bir ordunun komutanı idi. Dâvud'un (aleyhisselam) babası, Davud'u (aleyhisselam) bir şeyle kardeşlerine gönderdi. Dâvud (aleyhisselam), Tâlût'a:

“Câlut'u öldürürsem bana ne vereceksin?" deyince:

“Sana malımın üçte birini ve kızımı vereceğim" karşılığını verdi. O, torbayı alıp içine sert taşlardan (beyaz çakmak taşlarından) üç tane koydu. Bir taşın adını İbrâhim, birinin adını İshâk, diğerinin adını da Ya'kûb olarak adlandırdı. Sonra:

“Benim, İbrâhim'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilâhı olan Allah'ın ismiyle" deyip elini torbaya daldırdı. Elini uzattığında İbrâhim diye adlandırdığı taş çıktı. Onu sapanına koydu ve onu Câlut'a fırlattı. Taş, Câlut'un başında paralanınca başından otuzüç parça kopardı ve arkasında bulunan otuz bin kişiyi de öldürdü.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Tâlût'la Câlut kaşılaştıklarında, Câlut:

“Benimle teke tek savaşacak kişiyi gönder. Eğer beni öldürürse malım sizindir. Ancak ben onu öldürürsem sizin malınız benim olur" dedi. Dâvûd (aleyhisselam), Tâlût'un yanına getirilince Tâlût, ona, Câlut'u öldürmesi halinde kızını kendisine verip malının tasarrufunu kendisine bırakacağını söyledi ve ona silah vermek istedi. Dâvûd (aleyhisselam) bu silahla savaşmayı istemeyip:

“Eğer Yüce Allah, ona karşı, bana yardım etmeyecekse bu silahın hiçbir faydası olmaz" dedi. Sonra sapanı ve torbasıyla Câlut'un karşısına çıktı. Câlut:

“Benimle savaşacak kişi sen misin?" diye sorunca, Dâvûd (aleyhisselam):

“Evet, benim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Câlut:

“Vay haline! Bir köpeğin karşısına çıkar gibi sapan ve taşla mı geldin? Senin etlerini parçalayıp bugün kuşlar ve aslanlara yedireceğim" dedi. Dâvûd (aleyhisselam):

“Sen Allah'ın düşmanısın ve köpeklerden daha hakirsin" cevabını verdikten sonra taş alıp sapanıyla onu iki gözünün arasından vurdu.

Taş onun beynine kadar ulaştı. Câlut feryad edince beraberinde olanlar da kaçıp gitti. Dâvûd da (aleyhisselam) onun başını kesti.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî anlatıyor: Tâlût ırmağı geçtiğinde, Dâvûd'un (aleyhisselam) babası da on üç çocuğuyla beraber onunla geçti. Dâvûd (aleyhisselam) çocuklarının en küçüğüydü. Dâvûd (aleyhisselam) bir gün ona gelip:

“Babacığım! Sapanımla vurduğum her şeyi mutlaka düşürüyorum" dedi. Bunun üzerine babası:

“Müjdeler olsun sana! Yüce Allah sana rızkını sapanında kıldı" karşılığını verdi. Sonra bir başka gün tekrar kendisine gelip:

“Babacığım! Dağlarda bir aslan gördüm ve ona bindim. Onun kulaklarından tuttum, ama o bana bir şey yapmadı" dedi. Babası:

“Müjdeler olsun sana ey oğul! Bu sana Allah'ın verdiği bir hayırdır" karşılığını verdi. Sonra bir başka gün yine gelip:

“Babacığım! Ben dağlar arasında yürürken tesbih ediyorum ve bütün dağlar benimle tesbih ediyor" dedi. Babası yine:

“Müjdeler olsun sana ey oğul! Bu sana Allah'ın verdiği bir hayırdır" karşılığını verdi.

Dâvûd (aleyhisselam) çobanlık yapardı. Babası onu kendisinin ve kardeşlerinin yemeğini getirmesi için geride bırakmıştı. Peygamber, yanında içinde yağ olan bir boynuz ve demir bir elbiseyle geldi. Onları Tâlût'a gönderip:

“Câlut'u öldürecek arkadaşınız bu boynuzu başına koysun ve kaynadığı zaman ondan sürünsün. Ancak o yüzüne akmayacak ve o başında taç gibi olacaktır. Bu elbiseyi giydiğinde de üzerine tam oturacaktır" dedi. Bunun üzerine Tâlût İsrâil oğullarını topladı. Elbiseyi kime denediyse olmadı. İsrâil oğulları dağıldıktan sonra Tâlût, Dâvud'un (aleyhisselam) babasına:

“Burada bulunmayan başka bir oğlun var mıdır?" dedi. Dâvud'un (aleyhisselam) babası:

“Evet, yemeğimizi getiren Dâvud oğlum vardır" karşılığını verdi. Dâvûd (aleyhisselam) yanlarına gelirken yolda üç taşla karşılaştı. Taşlar onunla konuşup:

“Ey Dâvud! Bizi al, bizimle Câlut'u öldürürsün" dediler. Dâvûd (aleyhisselam) o taşları alıp torbasına koydu. Tâlût:

“Câlut'u öldüren kişiye hem kızımı vereceğim, hem de hükümdarlığımda yetkili biri kılacağım" demişti. Dâvûd (aleyhisselam) geldiğinde boynuzu başına koydular, kaynayınca da ondan süründü. Elbiseyi giyindiğinde de ona tam uydu. Dâvûd (aleyhisselam) hastalıklı ve sarı idi. O elbiseyi kim giydiyse ona bol geldi. Ancak Dâvûd (aleyhisselam) giydiğinde zırh çatırdıyarak ona uyacak hale geldi. Sonra Câlut'un üstüne yürüdü.

Câlut insanların en irisi ve en güçlüsüydü. Dâvûd'a (aleyhisselam) baktığında içine korku düştü ve:

“Ey çocuk! Geri dön, sana acıyor ve öldürmek istemiyorum" dedi. Dâvûd (aleyhisselam):

“Hayır, ben seni öldüreceğim" karşılığını verdi ve taşlan çıkarıp sapanına koydu. Her taş koyuşunda adlandırarak:

“Bu atam İbrâhîm'in ismiyle, bu atam İshâk'ın ismiyle, bu da atam İsrâil'in ismiyle" dedi. Sonra sapanını çevirmeye başlayınca taşlar tek bir taş oldular. Onu iki gözünün arasından vurdu ve başını delerek öldürdü. Taş onu delip çıktıktan sonra kime değdiyse onu da öldürdü. Bunun üzerine kalanlar da kaçıp gittiler. Dâvûd (aleyhisselam) Câlut'u Öldürünce Tâlût, Dâvûd'u (aleyhisselam) kızıyla evlendirdi. Hükümdarlığında da yetki sahibi kıldı. İnsanların Dâvûd'u (aleyhisselam) sevdiğini görünce, Tâlût onu kıskandı ve öldürmek istedi. Dâvûd (aleyhisselam) bunu hissetti ve yatağına içki dolu bir tulum koydu ve üstünü örttü. Tâlût, Dâvûd'un (aleyhisselam) yatak odasına girdiğinde, Dâvûd (aleyhisselam) kaçıp gitmişti. Tâlût tuluma bir darbe vurup onu deldi ve tulumun içindeki içki akmaya başladı. Bunun üzerine Tâlût:

“Allah, Dâvûd'a (aleyhisselam) merhamet etsin, onun başlıca içeçeceği içkiydi" dedi. Sonra Dâvûd (aleyhisselam) ikinci gece, Tâlût uyurken yanına geldi. Başının yanına iki ok, ayaklarının yanına sağına ve soluna ikişer ok koydu. Tâlût uyandığı zaman oklara baktı ve okları Dâvûd'un (aleyhisselam) koyduğunu anladı. Bunun üzerine:

“Allah, Dâvûd'a (aleyhisselam) merhamet etsin, o benden daha hayırlıdır. Ben onu öldürme fırsatını bulunca geri durmadım. O ise böyle bir imkanı olduğu halde benim öldürmedi" dedi.

Günün birinde Tâlût atına binmiş çölde giderken Dâvûd'u (aleyhisselam) yürürken gördü ve:

“Bugün Dâvud'u öldüreceğim" dedi. Dâvûd (aleyhisselam) koştuğunda ona kimse yetişemezdi. Tâlût onun izinden gitti. O daha da hızlanarak bir mağaraya girdi. Yüce Allah'ın vahyi ile örümcek mağaranın kapısına ağını işleyip yuvasını yaptı. Tâlût mağaraya gelince örümceğe baktı ve:

“Eğer içeri girmiş olsaydı örümceğin ağı bozulurdu" dedi ve bırakıp gitti. Tâlût'un öldürülmesinden sonra Dâvud (aleyhisselam) onun malını aldı ve Yüce Allah onu peygamber olarak seçti. "...Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi..." buyruğunda hikmet, peygamberlik demektir. Yüce Allah ona Şemûn'un peygamberliğini ve Tâlût'un hükümdarlığını verdi.

İbnu'l-Münzir, İbn İshâk ve İbn Asâkir, Mekhûl'dan bildiriyor: Kitap ehlinden olanların söylediğine göre İsrâil oğulları Dâvud'un (aleyhisselam) yanına gidince Tâlût onu (kıskanarak) öldürmek istedi. Ancak bunu başaramayınca Tâlût hatasını anladı ve o günahtan sıyrılıp tövbe etmek istedi. Onun ismiyle dua edilen ismi bilen ihtiyar kadının yanına gitti. Ona:

“Ben bir günah işledim, onun kefaretini de bana ancak Yesa' haber verir. Allah'a, onu geri diriltmesi için dua etmeye benimle mezarına gider misin?" deyince, kadın:

“Olur giderim" karşılığını verdi. Kadınla beraber onun mezarına gittiler. Kadın iki rekat namaz kıldıktan sonra dua etti. Yesa' çıkıp:

“Senin günahının kefâreti, sizden hiç kimse kalmayana kadar kendi nefsinle ve ailenle savaşmandır" dedi ve yerine geri döndü. Tâlût da, kendisi ve ev halkı helak olana kadar cihad ettiler. İsrâil oğulları Dâvud'un yanına toplandılar. Bunun üzerine Yüce Allah ona vahiy indirdi ve demircilik sanatını öğretip demiri ona yumuşattı. Kuşlara ve dağlara o tesbih ettiği zaman, kendilerinin de tesbih etmelerini emretti. Hiç kimseye de onun sesi gibi bir ses vermedi. Zebûr'u okuduğu zaman yırtıcı hayvanlar yanına yaklaşırlardı ve onların boyunlarını okşardı. Şeytanlar zurnalarını ve udlarını onun güzel nağmelerinden esinlenerek yapmışlardır.

251

"Derken, Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût'u öldürdü. Allah, ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir."

İbn Cerîr ve İbn Adiy'yin zayıf isnâdla bildirdiğine göre İbn Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, sâlih bir Müslüman hürmetine komşularından yüz ailenin üstünden belayı defeder" buyurduğunu söyledi ve:

“Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu...'" âyetini okudu.

İbn Cerîr zayıf bir isnâdla Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah Müslümanın sâlih olması hürmetine, oğlunu da, oğlunun oğlunu da, evini de evinin etrafında bulunan evleri de ıslah eyler. Bu kişi aralarında bulunduğu müddetçe de Allah'ın koruması altında kalırlar."

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbas:

“Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, namaz kılan kişinin hürmetine namaz kılmayanın, hacca giden kişinin hürmetine hacca gitmeyenin zekat veren kişinin hürmetine de zekat vermeyenin üzerinden belayı def eder."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir." âyetini açıklarken:

“Eğer Yüce Allah, iyiler hürmetine günahkarlardan, geriye kalan başka şeylerle, başka kişiler hürmetine de başka kişilerden belayı def etmeseydi, insanların helâk olmasıyla yeryüzü bozulurdu" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah kafirle mümini imtihan eder, mümin dolayısıyla da kafiri afiyette kılar" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Yeryüzü bozulurdu..." âyetini açıklarken:

“Yeryüzünde bulunan herkes helak olurdu" dedi.

İbn Cerîr'in Ebû Müslim'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Eğer aranızda kalmış olan Müslümanlar olmasaydı helâk olurdunuz" demiştir.

Ahmed, Hâkim, Tirmizî ve İbn Asâkir'in Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Abdal'lar Şam'dadır ve bunlar kırk kişidir. Her bir kişi öldüğünde Yüce Allah onun yerine başkasını getirir. Onlar hürmetine yağmur iner, onlarla düşman yenilir ve onların hürmetine Şam ahalisinden azab def edilir." İbn Asâkir'in lafzı:

“Yeryüzü ahalisinden bela ve sel âfetleri onlar hürmetine defedilir" şeklindedir.

Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:

“Yüce Allah bir köyde bulunan yedi müminden dolayı belaları onların üzerinden def eder."

Taberânî, M. el-Evsat'ta hasen bir isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yeryüzünde, İbrâhim (aleyhisselam) gibi Rahmân'ın dostu olan kırk kişi hiçbir zaman eksik olmaz. Onlar sayesinde yağmur yağar ve onlar sayesinde (düşmana karşı) muzaffer olursunuz. Onlardan bir kişi ölünce mutlaka Allah yerine başka birini getirir."

Taberânî, M. el-Kebîr'de Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ümmetimin Abdal'ları otuz kişidir. Yeryüzü onlar sayesinde ıslah olur, onlar sayesinde yağmur yağar ve onlar sayesinde (düşmana karşı) muzaffer olursunuz."

Ahmed, Zühd'de ve Hallâl sahîh bir isnâdla, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Nuh'tan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde her zaman, Yüce Allah'ın sayelerinde belaları def ettiği yedi kişi bulunur.'"

Hallâl zayıf bir isnâdla İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bu kırk kişi (=Abdâl) yeryüzünden eksik olmayacaktır. Yüce Allah onların sayesinde yeryüzünü korumaktadır. Onlardan bir kişi öldüğünde yerine başkasını geçirir. Onlar yeryüzünün her tarafındadırlar."

Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yeryüzünde ümmetimden kırk kişinin kalbi İbrahim'in (aleyhisselam) kalbi gibidir. Yüce Allah onlar sayesinde insanların üzerinden belayı def eder. Bunlara Abdal denilmektedir. Onların üstünlüğü namaz, oruç ve sadakayla değildir" buyurdu. Ashâb:

“Ey Allah'ın Resûlü! Peki, ne iledir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanlara karşı cömert ve samimi olmakladır" karşılığını verdi.

Ebû Nuaym, Hilye'de ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah'ın kulları asasında kalbi Adem'in (aleyhisselam) kalbi gibi olan üçyüz kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi Musa'nın (aleyhisselam) kalbi gibi olan kırk kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi İbrahim'in (aleyhisselam) kalbi gibi olan yedi kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi Cibril'in (aleyhisselam) kalbi gibi olan beş kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi Mikâil'in (aleyhisselam) kalbi gibi olan üç kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi İsrafil'in (aleyhisselam) kalbi gibi olan bir kişi vardır. O bir kişi öldüğü zaman, Yüce Allah o üç kişiden birini onun yerine getirir. Üç kişiden biri öldüğü zaman Yüce Allah o beş kişiden birini onun yerine getirir. Beş kişiden biri öldüğü zaman, Yüce Allah o yedi kişiden birini onun yerine getirir. Yedi kişiden biri öldüğü zaman, Yüce Allah o kırk kişiden birini onun yerine getirir. Kırk kişiden biri öldüğü zaman da Yüce Allah o üçyüz kişiden birini onun yerine getirir. Üç yüz kişiden biri öldüğü zaman da Yüce Allah onun yerine insanların genelinden bir kişi getirir. Onlarla yaşanır ve onlarla ölünür. Onlar sayesinde yağmur yağar, ot biter ve belalar def edilir" Abdullah b. Mes'ûd'a:

“Onlarla nasıl yaşanıp ölünür?" diye sorulunca:

“Onlar Allah'tan ümmetlerin çoğalmasını isterler ve ümmetler çoğalır. Zorbalara beddua ederler ve onları kahrederler. Onlara yağmur inince bize de iner. Bir şey istedikleri zaman yeryüzü nimetlerini onlara çıkarır. Onların duasıyla da çeşitli belalar def edilir" dedi.

Taberânî ve İbn Asâkir, Avf b. Mâlik'ten bildiriyor: Şam ahalisine sövmeyin. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Abdal'lar onlardandır. Onlarla muzaffer olur, onlarla size rızık verilir" buyurduğunu işittim.

İbn Hibbân'ın, Târih'te, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yeryüzünde, Rahmân'ın dostu olan ibrahim (aleyhisselam) gibileri bitmez. Onlar sebebiyle size yardım edilir, onlar sebebiyle size rızık verilir ve onlarla size yağmur iner."

İbn Asâkir, Katâde'den bildiriyor:

“Yeryüzünde kendileri dolayısıyla yağmurun indiği, kendileriyle insanların yardım gördüğü ve kendileri dolayısıyla insanlara rızık verildiği kırk kişi hiçbir zaman eksik olmaz. Bunlardan bir kişi öldüğünde Yüce Allah yerine başkasını getirir. Vallahi, umarım Hasan(-ı Basrî) de onlardan biridir."

Abdurrezzâk, Musannef te ve İbnu'l-Münzir, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:

“Yeryüzünde her zaman en az yedi ve daha fazlası Müslüman bulunur. Eğer onlar olmasaydı yeryüzü ve üzerindekiler helak olurdu."

İbn Cerîr, Şehr b. Havşeb'ten bildiriyor:

“Her zaman yeryüzünde en az ondört (Müslüman) kişi bulunur ki onlarla Yüce Allah yeryüzü ahalisinin belalarını def eder ve bereketini gösterir. İbrâhim (aleyhisselam) zamanı hariç. Çünkü o zaman o tek başınaydı."

Ahmed b. Hanbel, Zühd'de  ve Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde sayelerinde belaların defedildiği yedi kişi hep bulunmuştur."

Ahmed, Zühd'de, Ka'b'tan bildiriyor:

“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde kendileri sayesinde (ilahi) azabın def olunduğu on dört kişi hep bulunmuştur."

Hellâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, Zâzân'dan bildiriyor:

“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde kendileri sayesinde yeryüzü ahalisinden belaların defedildiği oniki kişi ve fazlası hep bulunmuştur."

Cenedî, Fedâilu Mekke'de Mücâhid'den bildiriyor:

“Yeryüzünde sürekli yedi ve daha fazlası Müslüman bulunmuştur. Eğer onlar olmasaydı yeryüzü ve üstündekiler helak olurdu."

Ezrakî, Târih Mekke'de Züheyr b. Muhammed'den bildiriyor:

“Yeryüzünde sürekli yedi ve daha fazlası Müslüman bulunmuştur. Eğer onlar olmasaydı yeryüzü ve üstündekiler helak olurdu."

İbn Asâkir, Ebu'z-Zâhiriyye'den bildiriyor:

“Abdal'lar Şam'dadırlar ve otuz kişidirler. Onlarla korunur ve onlarla size rızık verilir. Eğer onlardan bir kişi ölürse Yüce Allah onun yerine başkasını getirir."

Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, İbrâhim en-Nehaî'den bildiriyor:

“Mutlaka her şehir ve her köyde kendileriyle, Allah'ın belaları def ettiği kişiler bulunur."

İbn Ebî'd-Dünyâ, Evliya kitabında, Ebu'z-Zinâd'dan bildiriyor: Yeryüzünün dayanakları olan peygamberlik bittiğinde, Yüce Allah onların yerine Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden Abdâl denilen kırk kişiyi getirdi. Onlardan biri öldüğü zaman mutlaka Yüce Allah onun yerine başkasını getirir. Şimdi yeryüzünün dayanakları onlardır. Onlardan otuz kişinin imanı İbrâhim'in (aleyhisselam) imanı gibidir. Onları insanlardan üstün kılan fazla namazları ve oruçları değildir. Ancak doğruluk, şüpheli şeylerden sakınmak, iyi niyet, temiz kalp ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmalarıdır."

Buhârî, Müslim ve İbn Mâce'nin Muâviye b. Ebî Süfyândan bildirdiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her zaman ümmetimden Allah'ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur. Onlara ihanet eden ve kötülük etmek isteyenler de herhangi bir zarar veremezler. Allah'ın ölüm emri gelene kadar da diğer tüm inşalardan üstün kalırlar."

Müslim, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk galip olarak hak üzerinde kalacaklardır. Allah'ın ölüm emri gelene kadar hiç kimse onlara bir zarar veremeyecektir,"

Buhârî ve Müslim'in, Muğîre b. Şu'be'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk kendilerine Allah'ın ölüm emri gelene kadar diğer insanlardan üstün olarak yaşarlar. "

İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her zaman ümmetimden, Yüce Allah'ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur. Onlara ihanet edenler de kendilerine bir zarar veremeyecektir. "

Hâkim'in, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk kıyamet kopana kadar hak üzerinde galip gelmeye devam edecektir. "

Müslim ve Hâkim'in Câbir b. Semure'den bildirdiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her zaman bu din var olacak ve kıyamete kadar Müslümanlar bu yolda savaşacaktır."

Ebû Dâvud ve Hâkim'in, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk kendilerine karşı düşmanlık edenlerle savaşarak üstünlük sağlayacaklardır. En sonuncuları da Mesih Deccal'ı öldürecektir. "

Tirmizî ve İbn Mâce'nin Muâviye b. Kurre'den, onun da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk Allah'ın yardımıyla galip gelecek ve onlara ihanet edenler kıyamete kadar onlara bir zarar veremeyecektir. "

İbn Mâce ve Nevâdiru'l-Usûl'de  Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû İnabe el- Havlânî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Yüce Allah her zaman emirlerini ikame edecek birilerini yaratır ve böylelerini hiç eksik etmez. "

Müslim'in Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her zaman ümmetimden bir topluluk Allah yolunda savaşacak ve düşmanlarını kahredecektir. Onlara ihanet edenler kendilerine bir zarar veremeyecek ve bu kıyamet kopana kadar bu şekilde devam edecektir. "

Müslim'in Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Garp (Şam) ahalisi kıyamete kadar hak üzere galip geleceklerdir. "

Ebû Dâvud ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah bu ümmete her yüz yılın başında dinlerini yenileyecek birini (müceddid) gönderir."

Hâkim, Menâkibu'ş-Şâfiî'de, Zührî'den bildiriyor:

“Yüz yılın başına gelindiği zaman Yüce Allah bu ümmete nimet olarak Ömer b. Abdilazîz'i gönderdi."

Medhal'de Beyhakî ve Hatîb'in Ebû Bekr el-Mervezî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:

“Hakkında bir haber duymadığım bir konu bana sorulduğunda Şâfiî'nin görüşünü söylerdim. Çünkü Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) söylenene göre Yüce Allah her yüz yılın başında dinde sünnetleri öğretecek ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında olan yalan haberleri yok edecek bir müceddid gönderir. Biz de baktığımızda ilk yüz yılın başında Ömer b. Abdilazîz, ikinci yüz yılın başında ise Şâfiî'nin geldiğini görüyoruz."

Nehhâs, Süfyân b. Uyeyne'den bildiriyor:

“Bize, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra her yüz yılın başında, âlimlerden bir adamın geleceği ve Yüce Allah'ın bu kişiyle dinini güçlendireceği söylendi. Benim görüşüme göre Yahya b. Âdem onlardan biridir."

Hâkim, Menâkibu'ş-Şâfiî'de, Ebu'l-Velîd Hassân b. Muhammed el- Fakîh'ten bildiriyor: İlim ehlinden olan bir yaşlının Ebu'l-Abbâs b. Süreyc'e şöyle dediğini işittim:

“Müjdeler sana ey hâkim! Yüce Allah yüz yılın başında müminlere Ömer b. Abdilazîz'i gönderdi. O her sünneti ihya etti ve her bidati yok etti. Yüce Allah ikinci yüz yılın başında Şâfiî'yi gönderdi. O da sünnetleri ihya edip bidatları yok etti. Yüce Allah üçüncü yüzyılın başında da seni gönderdi ki sen de sünnetleri güçlendirip bidatları zayıflattın."

252

İşte bunlar (geçmişlere ait bu kıssalar), Allah’ın âyetleri (mu’cizeleri)dir. (Ey Resûlüm,) bunları sana hak olarak okuyoruz (her türlü şüphe, hata, değişme ve yanlışlıktan uzak, doğru olarak bildiriyoruz). Muhakkak sen, (tarafımızdan gönderilmiş) peygamberlerden birisin. (İsrâîl oğullarına gönderilen peygamberlerin başına gelenleri işittin ve anladın. Sakın kâfirlerin inkârı ve muhâlefeti sana ağır gelmesin. Senin görevin tebliğ etmektir. Senin peygamberliğini kabul eden itâatkâr, inkâr eden ise isyankârdır. Allah’a ve peygamberine itâat edenin gideceği yer, cennet, etmeyeninki ise cehennemdir.)

253

"İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah'ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhül-Kudüs (Cebrail) ile destekledik Eğer Allah dileseydi» bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra» birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık..."' âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah İbrâhim'i (aleyhisselam) kendisine halil (dost) edindi ve Mûsa (aleyhisselam) ile konuştu. İsa'yı da (aleyhisselam) Âdem (aleyhisselam) gibi topraktan yarattı. Sonra ona:

“Ol!" dedi ve oluverdi. O, Allah'ın kulu, kelimesi ve ruhudur. Dâvud'a (aleyhisselam) Zebûr'u verdi. Süleyman'a (aleyhisselam), ondan sonra hiç kimseye vermeyeceği bir mal verdi. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiş ve geçmiş günahlarını da bağışladı."

Âdem b. Ebî İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, Mûsa (aleyhisselam) İle konuştu ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara peygamber olarak gönderdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âmir (eş-Şa'bî):

“Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir..." âyetini açıklarken:

“Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İbrahim'in (aleyhisselam) Allah'la dostluğuna, Mûsa'nın (aleyhisselam) Allah'la konuşmasına ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ı görmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî' b. Huseym:

“Hiç kimseyi Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) daha üstün tutmam. Hiç kimseyi de Rahmân'ın dostu İbrahim'den (aleyhisselam) daha üstün tutmam" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi..." âyeti hakkında:

“Mûsa ve İsa'dan (aleyhimesselam) sonraki milletlerdir" dedi.

İbn Asâkir zayıf senedle, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Muâviye ile beraber Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaydık. Karşıdan Hazret-i Ali gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâviye'ye:

“Ali'yi sever misin?" diye sordu. Muâviye:

“Evet, severim" karşılığını verince:

“Aranız kısa bir zaman kötü olacak" buyurdu. Muâviye:

“Ey Allah'ın Resûlü! Daha sonra ne olacak?" deyince:

“Allah'ın bağışlaması ve rızası vardır" dedi. Bunun üzerine Muâviye:

“Allah'ın kaderine ve rızasına razı olduk" dedi. İşte o zaman:

“...Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar" âyeti indi.

254

"Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın..." âyeti hakkında:

“Zekat ve nafile olarak tasadduk etmek kastedilmiştir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân şöyle dedi:

“Denilir ki Kur'ân'da bulunan her türlü sadakayı zekat âyeti, her türlü orucu da Ramazan ayı orucu neshetmiştir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah dünyada insanların birbirleriyle dost olup birbirlerine şefaatçi olduklarını biliyor. Ancak kıyamet gününde takva sahiplerinin dostluğundan başka dostluk olmayacaktır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ b. Dinâr şöyle dedi:

“...İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir..." buyurup da: «Zalimler kâfirlerin ta kendileridir» buyurmayan Allah'a hamd olsun."

255

"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Hay'dır, Kayyûm'dur. O'nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O'nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür."

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, İbnu'd-Durays, Hâkim ve Herevî, Fedâil'de bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ubey b. Ka'b'a:

“Allah'ın Kitâbı'nda en değerli âyet hangisidir?" diye sorunca, Ka'b:

“Âyetu'l-Kürsî" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlim sana mübarek olsun ey Ebu'l-Münzir! Canım elinde olana yemin olsun ki bu âyetin dili ve dudakları vardır. O Arş'ın ayağı dibinde Allah'ı takdis eder" buyurdu.

Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym, Delâil'de Beyhakî, Ubey b. Ka'b'dan bildiriyor: Benim bir hurma harmanım vardı ve onu bekliyordum. Hurmanın eksildiğini görünce bir gece nöbet tuttum. Bir atın üstünde ergenlik çağına girmiş bir çocuğa benzeyen birini gördüm. Ona selam verince selamımı aldı. Ona:

“Sen kimsin? İn misin cin misin?" dedim. O:

“Ben cinim" karşılığını verdi. Ona:

“Elini ver" dediğimde, elini uzattı. Elinin bir köpek eli, saçının da köpek kılı gibi olduğunu görünce:

“Cinler âlemi öyle midir?" diye sordum. O:

“Cinler aralarında benden daha kıllı birinin olmadığını bilirler" dedi. Ona:

“Bunu niye yapıyorsun?" diye sorduğumda:

“Senin sadaka vermeyi sevdiğini söylediler. Biz de senin yemeğinden nasiplenmek istedik" cevabını verdi. Ona:

“Bizi sizden ne korur?" diye sorduğumda:

“Bakara Sûresi'nde bulunan Âyetu'l- Kürsî sizi bizden korur. Kişi onu akşamladığı zaman okursa sabaha kadar, sabahladığı zaman da okursa akşama kadar bizden korunmuş olur" dedi. Sabahlayıp durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda:

“Pis herif doğru söylemiş" buyurdu.

Târih'te Buhârî ve Taberânî, güvenilir kişiler isnâdı ile el-Ma'rife'de Ebû Nuaym, İbnu'l-Eska' el-Bekrî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) muhâcirlerin bulunduğu suffeye gelince bir kişi:

“Kur'ân'da en değerli âyet hangisidir?" diye sordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Hay'dır, Kayyûm'dur.

O'nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku..." âyetini sonuna kadar okudu.

Ahmed, İbnu'd-Durays ve Fedâil'de Herevî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birine:

“Sen evlendin mi?" diye sorunca:

“Hayır, evlenmedim ve evlenecek maddi durumum da yok" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ezberinde İhlas Sûresi yok mu?" diye sorunca, adam:

“Evet, var" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O, Kur'ân'ın dörtte biridir" buyurdu ve:

“Peki, ezberinde Kâfirûn Sûresi yok mu?" diye sordu. Adam yine:

“Evet, var" deyince:

“O, Kur'ân'ın dörtte biridir" buyurdu ve:

“Peki, ezberinde Zilzâl sûresi yok mu?" diye sordu. Adam:

“Evet, var" diye cevap verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O Kur'ân'ın dörtte biridir" buyurdu ve "Peki, ezberinde Nasr Sûresi yok mu?" diye sordu. Adam:

“Evet, var" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O Kur'ân'ın dörtte biridir" buyurdu ve:

“Peki, ezberinde Âyetu'l-Kürsî yok mu?" diye sordu. Adam:

“Evet, var" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O da Kur'ân'ın dörtte biridir, evlen" buyurdu.

Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her farz namaz sonunda Âyetu'l-Kürsî'yi okuyan kişi, diğer namaza kadar koruma altına alınır. Bu âyeti her farz namazdan sonra okumaya ancak peygamber, sıddîk veya şehid olanlar devam eder. "

Hatîb el-Bağdâdî, Târih'te, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân'ın en değerli âyeti hangisidir, biliyor musunuz?" diye sorunca:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevaben:

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Hay'dır, Kayyûm'dur..." âyetini sonuna kadar okudu.

Taberânî'nin hasen isnâdla Hasan b. Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her farz namaz sonunda Ayetu'l-Kürsî'yi okuyan kişi, diğer namaza kadar Allah'ın koruması altında olur."

Ebu'l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Şemûn el-Vâizi, Âmâlî'de ve İbnu'n- Neccâr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip evindeki malının eksilip bereketsiz olduğunu söyleyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayetu'l-Kürsî'yi neden okumazsın? O hangi yemek ve katığa okunursa Yüce Allah mutlaka o yemeği ve katığı bereketli kılıp çoğaltır" buyurdu.

Dârimî, Eyfa' b. Abd el-Kilâî'den bildiriyor: Adamın biri:

Resûlallah! Kur'ân'da en değerli âyet hangisidir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âyetu'l-Kürsî'dir" buyurdu. Adam:

“Allah'ın Kitâbı'ndan hangi âyetin sana ve ümmetine gerçekleşmesini istersin" deyince de:

“Bakara Sûresi'nin sonunu isterim. Çünkü o Allah'ın Arş'ı altında rahmet hazinesi olup, mutlaka dünya ve âhiretteki bütün hayırları kapsar" buyurdu.

İbnu'n-Neccâr'ın Târih Bağdâd'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her farz namaz sonunda Ayetu'l- Kürsî'yi okuyan kişiye Yüce Allah, şükredenlerin kalbini, sıddîklerin amelini, tövbe edenlerin ecrini verip, sağını üzerine rahmet olarak açar. Cennete girmesine engel olan tek şey ölümdür, ancak öldüğü gibi cennete girer."

Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Muhammed b. ed-Dav'î b. es-Salsâli b. ed- Delehmes vasıtasıyla babasından, o da dedesinden naklen Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“Her farz namazdan sonra Ayetu'l- Kürsî'yi okuyan kişinin Cennete girmesine engel olan tek şey ölümdür, ancak öldüğü gibi cennete girer. "

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbnu'd-Durays, Taberânî, Fedâil'de Herevî, ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Allah'ın Kitâbı'nda en değerli âyet, Âyetu'l-Kürsî'dir."

Ebû Ubeyd, İbnu'd-Durays ve Muhammed b. Nasr, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Yüce Allah ne gök, ne yer, ne Cennet, ne de Cehennem, Bakara Sûresi'ndeki Âyetu'l-Kürsî'den daha değerli bir şey yaratmadı."

Saîd b. Mansûr, İbnu'd-Durays ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât'da, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Ne gök, ne yer, ne düzlük, ne de dağ, Âyetu'l- Kürsî'den daha değerli değildir."

Fedâil'de Ebû Ubeyd, Dârimî, Taberânî, Delâilu'n-Nübüvve'de Ebû Nuaym ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: İnsanlardan bir adam çıkıp cinlerden biriyle karşılaşınca, cin ona:

“Benimle güreşir misin? Eğer beni yıkarsan sana bir âyet öğreteceğim ve o âyeti okuduğunda evine şeytan girmeyecektir" dedi. Adam cinle güreşti ve onu yere çaldı. Bunun üzerine cin:

“Âyetu'l- Kürsî'yi oku. Her kim evine girerken onu okursa, mutlaka şeytan o evden osuran eşek gibi çıkar" dedi.

İbn Mes'ûd'a:

“Bu kişi Ömer miydi?" denilince:

“Ömer'den başka kim olabilir" karşılığını verdi.

Mehâmilî, Fevâid'de, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana Allah'ın kendisiyle fayda sağlayacağı bir şey öğret" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ayetu'l-Kürsî'yi oku. O seni, çocuklarını ve evini korur. Hatta evinin etrafındaki evleri bile korur" buyurdu.

İbn Merdûye, el-Elkâb'da eş-Şîrâzî ve Fedâil'de Herevî, İbn Ömer'den bildiriyor: Bir gün Ömer b. el-Hattâb insanların karşısına çıkıp:

“Kim bana Kur'ân'daki en değerli, en âdil, en korkutucu ve en fazla ümit verici âyetleri söyleyecek?" deyince, topluluktan bir ses çıkmadı. Bunun üzerine İbn Mes'ûd şöyle dedi:

“Tam bilen adama denk geldin. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: «Kur'ân'ın en değerli âyeti Âyetu'l-Kürsî'dir. En âdil âyeti: «Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder;

hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir»' âyetidir. Kur'ân'da en korkutucu âyet ise:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür" âyetidir. En fazla ümit veren âyet de: «De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir»âyetidir. "

İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara Sûresi'nin sonunu veya Âyetu'l-Kürsî'yi okuduğu zaman tebessüm edip:

“Bunlar Rahmân'ın Arş'ı altındaki hazinelerdendir" buyururdu. "Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitap ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur" âyetini okuduğu zaman da istirca edip sakinleşirdi.

İbnu'd-Durays, Muhammed b. Nasr ve Fedâil'de Herevî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yüce Allah ne gök, ne yer, ne Cennet, ne de Cehennem, Bakara Sûresi'nden daha değerli bir şey yaratmadı. Bu sûre de en değerli âyet Âyetu'l-Kürsî'dir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf evine girdiği zaman evin köşelerinde Âyetu'l-Kürsî'yi okurdu.

İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Kur'ân âyetlerinin efendisi Âyetu'l-Kürsî'dir" dedi.

Beyhakî'nin Şuab'da Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her farz namazdan sonra Âyetu'l-Kürsî'yi okuyan kişinin Cennete girmesine engel olan tek şey ölümdür. Kim de uyuyacağı zaman onu okursa, Allah onun ve komşusunun evini koruması altına alır."

Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe, Dârimî, Muhammed b. Nasr ve İbnu'd-Durays, Ali'den bildiriyor: İslam üzere doğan veya aklı baliğ olup da İslam'ı bilen bir adamın her gece Âyetu'l-Kürsî'yi okuması gerekir. Onun değerini bir bilseniz. O Peygamberinize (sallallahü aleyhi ve sellem) Arş'ın altındaki hazineden verildi. Ondan önce de hiçbir peygambere verilmedi. Hiçbir gece onu üç defa okumadan bir yerde gecelemedim. Yatsı namazının son iki rekatında, vitir namazında ve uyuyacağım zaman onu okurum."

Ebû Ubeyd, Abdullah b. Rebah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ubey b. Ka'b'a:

“Ebu'l-Münzir! Kur'ân'da en değerli âyet hangisidir?" dîye sorunca:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha:

“Ebu'l-Münzir! Kur'ân'da en değerli âyet hangisidir?" diye sorunca, yine:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar:

“Ebu'l-Münzir! Kur'ân'da en değerli âyet hangisidir?" diye sorunca bir daha:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âyetu'l-Kürsî'dir" dedi göğsüne vurarak:

“Ebu'l- Münzir! İlim sana mübarek olsun" buyurdu.

İbn Râhûye, Müsned'de, Avf b. Mâlik'ten bildiriyor: Ebû Zer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına oturup:

“Ey Allah'ın Resûlü! Yüce Allah'ın sana indirmiş olduğu en değerli âyet hangisidir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âyetu'l-Kürsî'dir" buyurdu.

Mekâyidu'ş-Şeytân'da İbn Ebi'd-Dünyâ, Muhammed b. Nasr, Taberânî, Hâkim, Delâil'de Ebû Nuaym ve Delâil'de Beyhakî, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zekat hurmalarını bana teslim etti, ben de onları bana ait bir odaya koydum. Ancak onların her gün eksildiğini farkettim. Durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayet ettiğimde:

“Bu şeytanın işidir, onu bekle" buyurdu. Bir gece onu bekledim. Gecenin bir kısmı geçmişti ki şeytan fil görünümünde geldi. Kapıya ulaştığında başka bir suretle kapı aralığından içeri girdi. Hurmanın yanına yaklaştı ve alıp yemeye başladı. Bunun üzerine elbisemi çektim ve onu yakalayıp:

“Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) onun Resûlü olduğuna şehadet ederim. Ey Allah'ın düşmanı! Bunlarda başkalarının senden daha fazla hakkı varken sen gelip zekat hurmalarına hücum ettin. Seni Allah'ın Resûlüne çıkarayım da rezil etsin" dedim. O da bunu bir daha tekrarlamayacağına dair söz verdi.

İkinci gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiğimde:

“Esirin ne yaptı?" diye sordu. Ben:

“Bunu bir daha tekrarlamayacağına dair söz verdi" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu bekle, çünkü bir daha gelecek" buyurdu. Diğer gece yine onu bekledim ve yine bir önceki gece gibi geldi. Onu yakaladığımda yine bana aynı şeyleri tekrarlardı, yine onu bıraktım. İkinci gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu haber verdiğimde:

“Onu bekle, çünkü bir daha gelecek" buyurdu. Üçüncü gece de onu bekledim. O yine aynı şeyi tekrarladı, ben de onu yakalayıp:

“Ey Allah'ın düşmanı! Bana iki defa söz verdin bu da üçüncüsüdür" dedim. O:

“Benim çocuklarım vardır. Ben Nusaybin'den geldim. Eğer başka bir şey bulsaydım buraya gelmezdim. Biz bu şehirde yerleşmiştik. Arkadaşınızın gönderildiği ve bu iki âyet indiği zaman bu şehirden kaçtık ve Nusaybin'e gittik. Bu âyetleri okuyan kişinin evine kesinlikle şeytan üç gün girmez. Eğer beni bırakırsan sana bu âyetleri söylerim" dedi. Ben de:

“Tamam" karşılığını verdim. Şeytan:

“Bunlar Âyetu'l- Kürsî ve Bakara sûresinin son iki âyetidir" dedi. Bunun üzerine onu bıraktım. İkinci gün Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) durumu haber verince:

“Habis yalancıdır, ancak doğru söylemiş" buyurdu. Bu olanlardan sonra bunları okumaya başladım ve bir daha (hurmaların) eksildiğini görmedim.

Taberânî, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: (.....) Burada, Allah'ın hiçbir ortağı olmadığı, ondan başka tapılan her şeyin yaratıklarından olduğu, bu yaratığın hiç kimseye bir fayda veya zarar veremeyip, hayat, rızık ve tekrar diriltme gücüne sahib olmadığı kastedilmektedir. (.....) Burada, Yüce Allah'ın ölümsüz olduğu kastedilmektedir, (.....) Burada, Yüce Allah'ın eskimemesi kastedilmektedir. (.....) Burada, Yüce Allah'ı uyuklama veya uyku tutmayacağı kastedilmektedir. (.....) Burada, "...Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler..." âyetinde buyurduğu gibi, ondan izinsiz meleklerin şefaat/aracılık edemeyeceği kastedilmektedir, (.....) Burada, yeryüzüyle gökyüzü arasında yaptıkları ve yapacaklarını bilmesi kastedilmektedir. (.....) Burada, gökyüzünde olanları bilmesi kastedilmektedir. (.....) Burada, o'nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey bilinmeyeceği kastedilmektedir. (.....) Burada, Kürsî'nin, yedi kat gökyüzü ve yedi kat yeryüzünden daha yüce olduğu kastedilmektedir, (.....) Burada, yeryüzü ve gökyüzünü gözetmenin ona güç gelmeyeceği kastedilmektedir, (.....) Burada, ondan daha ulu, daha yüce, daha azîz, daha celîl ve daha cömert kimsenin olmadığı kastedilmektedir.

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebî Vecze Yezîd b. Ubeyd es-Sülemî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebuk savaşından geri döndüğü zaman, yanına Fezâre oğullarından bir grup gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Rabbinin bize nimet vermesi için dua et. Rabbinden bize şefaat dile, Rabbin de sana şefaat dilesin" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vay sana! Ben size Rabbimden şefaat dileyeceğim de, Rabbimiz kimden şefaat dileyecek? Ondan başka ilah yoktur ve o yücedir. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Gökler Allah'ın azametinden ve yüceliğinden yeni semerin gıcırtısı gibi gıcırdar" buyurdu.

Mekâyidu'ş-Şeytân'da İbn Ebi'd-Dünyâ, Muhammed b. Nasr, Taberânî ve Delâil'de Ebû Nuaym, Ebû Useyd es-Sâidî'den bildiriyor: Bahçemdeki hurmaları topladım ve bir odaya koydum. Ancak odaya ara sıra gelip de hurmaları çalan ve zarar veren bir ğûl vardı. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayet ettiğimde:

“Ey Ebû Useyd! O şeytandır. Onun geldiğini gördüğünde: «Allah'ın ismiyle, Resûlulla'ha icabet et» de" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dediği gibi yapınca, ğûl(yabani):

“Ey Ebû Useyd! Beni Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), yanına götürme! Allah'ın huzurunda evine bir daha gelmeyeceğime ve hurmalarını çalmayacağıma dair sana söz veriyorum. Buna karşılık sana, kendisini evine ve kaplarına okuduğun zaman, evine şeytan gelmeyecek ve kaplarının kapağı açılmayacak bir âyet söyleyeceğim" dedi. Ben razı olunca da:

“Bu âyet Âyetu'l-Kürsî'dir" dedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu anlattığımda:

“O yalancıdır, ancak doğru söylemiş" buyurdu.

Nesâî, Müsned'de Rûyânî, İbn Hibbân, Dârakutnî, Taberânî ve İbn Merdûye'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her farz namazdan sonra Âyetu'l-Kürsî'yi okuyan kişinin Cennete girmesine engel olan tek şey ölümdür."

ed-Duâ'da İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî, İbn Merdûye, Fedâil'de  Herevî, el- Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendisiyle duanın kabul edileceği İsm-i A'zam üç sûrededir. Bunlar Bakara, Âl-i İmrân ve Tâ-hâ sûreleridir" buyurdu. Ebû Umâme der ki: Baktığımda Bakara sûresinde Âyetu'l-Kürsî diye bilinen:

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Hay'dır, Kayyum'dur..." âyetini buldum. Âl-i İmrân'da yine:

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Hay'dır, Kayyum'dur ..." âyetini buldum. Tâ-hâ Suresi'nde ise:

“(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur..." âyetini buldum.

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Eyyûb'un yanında bir odada misafir olmuştu. Ebû Eyyûb'un yemeği de kilerde bir sepetin içindeydi. Sürekli bir kedi bacadan kilere girip sepetten yemeği alıyordu. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyette bulununca:

“Bu ğûl'dur. O bir daha geldiğinde: «Resûlullah, Allah'ın ismiyle yerinden kıpırdamamanı emretti» de" buyurdu. Kedi bir daha geldiğinde, Ebû Ebî Eyyûb:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın ismiyle yerinden kıpırdamamanı emretti" dedi. Cûl:

“Ey Ebû Eyyûb! Bu seferlik beni affet. Vallahi bir daha gelmeyeceğim" deyince, onu affetti. Ğûl:

“Gece ve gündüz bu günden sonra şeytanın evine gelmemesi için sana bazı sözler öğreteyim mi?" diye sorunca, Ebû Eyyûb:

“Olur, öğret" karşılığını verdi. Ğûl de "Âyetu'l-Kürsî'yi oku" dedi. Ebû Eyyûb, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bu durumu haber verince:

“O yalancıdır, fakat doğru söylemiş" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyidu'ş-Şeytân'da, el- Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, Hâkim, Delâil'de Ebû Nuaym, Ebû Eyyûb'tan bildiriyor: Onun bir hurma deposu vardı. Ğûl gelip depodan bir şeyler alıyordu. Onu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyette bulununca:

“Onu bir daha gördüğünde: «Allah'ın ismiyle Resûlullah'a icabet et» de" buyurdu. Ğûl geldiğinde ona Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dediğini söyledi ve onu yakaladı. Ğûl:

“Bir daha gelmeyeceğim" deyince onu serbest bırakıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanina geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Esirin ne yaptı?" diye sorunca, Ebû Eyyûb:

“Bir daha gelmeyeceğini söyledi ve onu serbest bıraktım" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O bir daha gelecek" buyurdu. Ebû Eyyûb onu iki veya üç defa daha yakaladı. Her seferinde:

“Bir daha gelmeyeceğim" diyor, o da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince:

“Esirin ne yaptı?" diye soruyordu. Ebû Eyyûb:

“Bir daha gelmeyeceğim" dediğini söylüyor, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“O bir daha gelecek" diyordu. Yine onu yakaladığında:

“Beni bırakırsan sana bir şey öğreteceğim ve sana bir şey yaklaşmayacak. Âyetu'l-Kürsî'yi oku" dedi. Ebû Eyyûb onu bırakıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve durumu haber verdi.

Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O yalancıdır, fakat doğru söylemiş" buyurdu.

Ahmed, İbnu'd-Durays, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Ebû Zer'den bildiriyor:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sana inen en değerli âyet hangi âyettir?" dediğimde:

“Âyetu'l-Kürsî'dir" buyurdu.

İbnu's-Sünnî'nin Ebû Katâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim sıkıntılı anında Âyetu'l-Kürsî'yi ve Bakara Sûresi'nin son iki âyetini okursa Yüce Allah o kişiye yardımcı olur."

İbn Merdûye, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Mûsa b. İmrân'a şöyle vahyetti: «Her farz namazın ardından Âyetu'l-Kürsî'yi oku. Onu her farz namazdan sonra okuyan kişiye, şükredenlerin kalbini, zikredenlerin dilini, peygamberlerin ecrini, sıddîklerin amellerini veririm. Buna (her namazdan sonra) ancak peygamber, sıddîk veya kalbini imanla imtihan ettiğim kul veya Allah yolunda ölmesini istediğim kişi devam eder.»" İbn Kesîr:

“Bu çok münker bir hadistir" dedi.

Ahmed ve Taberânî, Ebû Umâme'den bildirir:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sana inen en değerli âyet hangi âyettir?" dediğimde:

“Âyetu'l-Kürsî'dir" buyurdu.

İbnu's-Sünnî, Amelü'l-Yevm ve'l-Leyle'de , Ali b. el-Hüseyn vasıtasıyla babasından, o da annesi Fâtıma'dan bildiriyor: Doğumum yaklaştığında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme'ye ve Zeyneb binti Cahş'a, yanıma gelip Âyetu'l-Kürsî'yi ve:

“Gerçekten sizin Rabbiniz, yeri ve gökleri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden Tanrı'dır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, buyruk da (yalnızca) O'nundur. Âlemlerin rabbi olan Tanrı ne yücedir.'" âyetini okumalarını emretti. Ayrıca Muavvizeteyn'i de okumalarını emretti.

Deylemî, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor: Aklı baliğ olup da İslam'ı bilen bir adamın Âyetu'l-Kürsî'yi okumadan geceyi geçireceğini düşünmüyorum. Eğer onda neler olduğunu bilseydiniz hiçbir durumda onu okumayı bırakmazdınız. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Âyetu'l-Kürsî, Arş'ın altındaki hazineden verildi. Benden önce de hiçbir peygambere verilmedi" buyurdu. Bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittikten sonra onu okumadan hiçbir gece geçirmiş değilim.

Taberânî, Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildiriyor: Benim bir hurma depom vardı. Hurmanın eksildiğini farkettim ve bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yarın orada bir kedi göreceksin. Ona: «Resûlullah'a icabet et» de" buyurdu. İkinci gün orada bir kedi gördüm ve ona:

Resûlullah'a icabet et" dedim. O anda görünümü yaşlı bir kadına döndü ve:

“Allah rızası için beni bırak bir daha gelmeyeceğim" dedi. Onu bıraktım ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim. Bana:

“Adam ne yaptı?" deyince, durumu kendisine anlattım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalan söyledi, o geri gelecek. Ona: «Resûlullah'a icabet et» de" buyurdu. Onu yakalayıp aynı şeyi dediğimde yine yaşlı bir kadına dönüp:

“Ey Ebû Eyyûb! Allah rızası için beni bırak, bir daha gelmeyeceğim" dedi. Yine onu bıraktım ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim. Bana daha önce demiş olduğu şeyi söyledi. Ben de aynısını ona (kediye) söyledim. Üçüncü defasında:

“Ey Ebû Eyyûb! Allah rızası için beni bırak. Sana bir şey öğreteceğim. Şeytan bunu işittiği eve girmez" dedi. Ona:

“Bu nedir?" diye sorduğumda:

“Âyetu'l-Kürsî'dir. Bunu işiten şeytan mutlaka orayı terk edip gider" karşılığını verdi. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediğimde:

“O yalancıdır, fakat doğru söylemiş" buyurdu.

Taberânî, Ebû Eyyûb'tan bildiriyor: Bir cin yakalamıştım. Bana:

“Beni bırakırsan sana bir şey öğretirim ve bununla sana bizden kimse zarar veremez" dedi. Ona:

“Nedir?" dediğimde:

“Âyetu'l-Kürsî'dir" karşılığını verdi.

Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediğimde:

“O yalancıdır, fakat doğru söylemiş" buyurdu.

Taberânî, Ebû Eyyûb'dan bildiriyor: Evin erzağıyla ilgili cinler tarafından sıkıntı yaşıyordum. Durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyette bulundum. Bizim evde bir kilerimiz vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Orayı gözle, eğer bir şey görürsen, ona: «Alçak! Resûlullah seni çağırmakta» de" buyurdu. Onu yakaladım ve:

“Alçak! Resûlullah seni çağırmakta" dedim. Onu alıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götüreceğimi görünce boyun eğerek:

“Bir daha gelmeyeceğim" dedi, ben de onu bıraktım. Sabahlayıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiğimde:

“Esirin ne yaptı?" diye sordu. Olup biteni kendisine haber verdiğimde:

“O geri gelecektir" buyurdu. Bunu üç defa tekrarladım. Her defasında onu yakalayıp bırakıyordum ve olanları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildiriyordum. Üçüncü defasında:

“Sen burayı bırakacak değilsin. Seni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götüreceğim!" dediğimde, yemin edip boyun eğerek:

“Sana, söylediğin geceden sonra ne cinlerin, ne de hırsızların yaklaşamayacağı bir şey öğreteceğim. Âyetu'l- Kürsî'yi oku" karşılığını verdi. Bunun üzerine onu bıraktım ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim. Bana:

“Esirin ne yaptı?" diye sorduğunda:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana yemin edip boyun eğdi. Ben de ona acıdım. Ayrıca bana, söylediğimde ne cinlerin, ne de hırsızların yaklaşamayacağı bir şey söyledi" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yalancı da olsa doğru söylemiş" buyurdu.

Buhârî, İbnu'd-Durays, Nesâî, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Ramazan ayı zekâtını korumakla görevlendirmişti. Biri geldi ve zekat mallarından almaya başladı. Ona:

“Seni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götüreceğim" dediğimde:

“Benim çocuklarım vardır ve çok muhtaç biriyim" karşılığını verdi. Ben de onu bıraktım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Ey Ebû Hureyre! Dün esirin ne yaptı?" diye sorunca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Çocukları bulunduğunu ve çok ihtiyacı olduğunu söyleyince ona acıyıp bıraktım" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O yalan söyledi ve geri dönecek" buyurdu. Ben de döneceğini anladım ve onu beklemeye başladım. Yine gelip yemekten almaya başlayınca onu yakaladım ve:

“Seni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götüreceğim" dedim. Yine:

“Beni bırak, benim çocuklarım var ve muhtaç biriyim" karşılığını verdi. Bir daha ona acıyıp bıraktım. Sabahladığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Esirin ne yaptı?" diye sordu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Çocukları bulunduğunu ve çok ihtiyacı olduğunu söyleyince ona acıyıp bıraktım" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine:

“O yalan söyledi ve geri dönecek" buyurdu.. Üçüncü gece onu bekledim. O yine gelip yiyecek almaya başlayınca onu yakaladım ve:

“Seni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götüreceğim. Bu üçüncü oluyor. Gelmeyeceğini söylüyor, sonra yine geliyorsun" dedim. Bu defa:

“Beni bırakırsan sana sayesinde Allah'ın fayda sağlayacağı kelimeler öğreteceğim" dedi. "Bunlar nedir?" diye sorduğumda:

“Uyumak için yatağına vardığında Âyetu'l-Kürsî'yi oku. Sabahlayana kadar Allah tarafından korunursun ve şeytan sana yaklaşamaz" dedi. Bunu duyan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O yalancıdır, ama doğru söylemiş" buyurdu.

Beyhakî, Delâil'de Bureyde'den bildiriyor: Bir defasında yiyeceklerimin eksildiğini gördüm ve gece bir yere saklanıp beklemeye başladım. Ğûl(yabani) yiyeceklerden almaya gelince onu yakalayıp:

“Seni Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) götürmeden bırakmayacağım" dedim. Bunun üzerine ğûl:

“Ben çocukları çok olan bir kadınım, bırakırsan bir daha gelmeyeceğim" karşılığını verdi. Ancak yine geldi. Üçüncü defa onu yakaladığımda:

“Beni bırakırsan sana, söylediğinde bizden hiç kimsenin yiyeceğine yaklaşamayacağı bir şey öğreteceğim. Yatağına girdiğin zaman, kendine ve malına Âyetu'l-Kürsî'yi oku" dedi. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdiğimde:

“O yalancıdır, ancak doğru söylemiş" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Hâkim ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bakara Sûresi'nde, Kur'ân'daki bütün âyetlerin efendisi olan Âyetu'l-Kürsî vardır. Bu âyet şeytan bulunan bir evde okunduğu zaman, şeytan o evi mutlaka terkeder."

Dârimî ve Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Her kim sabahladığı zaman Mü'min Sûresi'nin ilk üç âyetini ve Âyetu'l-Kürsî'yi okursa, onlarla akşama kadar korunur. Her kim de onları akşamladığı zaman okursa, onlarla sabaha kadar korunur. "

Târih'te Buhârî ve İbnu'd-Durays'ın Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Âyetu'l-Kürsî bana Arş'ın altından verilmiştir."

İbn Ebi-d-Dünyâ'nın Mekâyidu'ş-Şeytân'da ve Dîneveri'nin, Mücâlese'de Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Cibrîl (aleyhisselam) bana gelip: «Cinlerden bir ifrit sana tuzak kurmaktadır. Yatağına girdiğin zaman Âyetu'l-Kürsî'yi oku» dedi."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Mekâyidu'ş-Şeytân'da ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Ebî İshâk'tan bildiriyor: Zeyd b. Sâbit bir gece bahçesine gittiğinde karışık sesler işitti. "Bu nedir?" deyince, ses:

“Cinlerden bir kişiyim. Bu sene bizi kıtlık vurduğundan dolayı meyvelerinizden bir şeyler almak istedim. Onları bize helal edin" karşılığını verdi. Zeyd b. Sâbit:

“Tamam" dedikten sonra:

“Bizi sizden koruyacak şeyi söyler misin?" diye sordu. Bunun üzerine cin:

“Bizden Âyetu'l-Kürsî ile korunursunuz" karşılığını verdi.

Ebû Ubeyd, Kudüs'ün ilk valisi Seleme b. Kayser'den bildiriyor:

“Yüce Allah, ne Tevrât'ta ne İncîl'de ne de Zebûr'da Âyetu'l-Kürsî'den daha değerli bir âyet indirmemiştir."

İbnu'd-Durays, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Adamın biri ölen kardeşini rüyasında görüp ona:

“Ey Kardeşim! Hangi amellerin daha faziletli olduğunu düşünüyorsunuz?" diye sordu. Kardeşi:

“Kur'ân okumak" dedi. "Peki, Kur'ân'ın en değerli âyeti hangisidir?" diye sorunca:

“Âyetu'l-Kürsî" cevabını verdi. Sonra kardeşine:

“Bize bir şey öğüdünüz var mı?" deyince, kardeşi:

“Evet, sizler bilmediğiniz (neticesini görmediğiniz) halde amel edersiniz. Biz ise biliriyoruz, ancak amel edemiyoruz" karşılığını verdi.

İbnu'd-Durays, Katâde'den bildiriyor:

“Her kim yatağına girerken Âyetu'l- Kürsî'yi okursa, iki melek görevlendirilir ve sabahlayıncaya kadar onu korurlar."

İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsrâil oğulları:

“Ey Mûsa! Rabbin uyur mu?" diye sordular. Mûsa (aleyhisselam):

“Allah'tan korkun" diye karşılık verince, Rabbi ona:

“Ey Mûsa! Onlar sana: «Rabbin uyur mu?» diye sordular. Sen ellerine iki cam parçası al ve gece uyuma" diye seslendi. Mûsa da (aleyhisselam) öyle yaptı. Gecenin üçte biri geçip uyuklayınca camları dizlerinin üstüne düşürüp uyandı ve camları tekrar tuttu. Gecenin sonunda bir daha uyukladı ve camları düşürüp kırdı. Bunun üzerine Rabbi:

“Ey Mûsa! Eğer uyusaydım, ellerindeki camların kırıldığı gibi gökyüzü ve yeryüzü düşer helak olurdunuz" buyurdu. Sonra Yüce Allah, peygamberine Âyetu'l-Kürsî'yi indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) âyeti hakkında:

“Yüce Allah ölümsüzdür, anlamındadır" dedi. (.....) âyeti hakkında ise:

“Yüce Allah yarattıklarına karşı kayyum olan, onlara rızık veren ve koruyandır" dedi.

Âdem b. Ebî İyâs, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, el- Esrnâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelimesi hakkında:

“Yüce Allah her şeye karşı kayyum'dur" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“el-Kayyûm" kelimesi hakkında:

“Zevâli olmayandır" dedi.

İbnu'l-Erıbârî'nin el-Mesâhifte bildirdiğine göre Katâde: ) kelimesi hakkında:

“O, ölmeyendir" dedi. (.....) kelimesi hakkında ise:

“Benzeri olmayandır" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Sinetun uyuklamak, nevm ise uyumak" anlamındadır" dedi.

İbnu'l-Enbârî, el-Vakfu ve'l-îbtidâ'da ve Tastî, Mesâil'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi' b. el-Ezrak ona:

“Bana Yüce Allah'ın buyurmuş olduğu: (.....) âyetinin mânâsını söyle" dediğinde:

“Sinetün, kişinin uyku ile uyanıklık arasındaki halidir" dedi. Nâfi':

“Peki, Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet biliyor. Zuheyr b. Ebî Selmâ'nın:

"Ömür boyu ona hiç uyuklama gelmez

Ne uyur, ne de yaşlılığında aklı gitmez" dediğini işitmedin mi?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyetteki:

“Sinetün" kelimesi için:

“Kişinin uyuklaması", "Nevm" kelimesi için de:

“Kişinin uyumasıdır" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî:

“Sinetün, insanın yüzüne esen uyku rüzgarıdır. Onunla insanın uykusu gelir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: (.....) âyeti hakkında:

“Yüce Allah'ın, işlerinde gevşek olmamasıdır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr (.....) âyeti hakkında:

“Yüce Allah'ın katında kendisinin izni olmadan kim konuşabilir?" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyeti hakkında:

“Yüce Allah'ın, dünyada olup biteni ve âhirette olacakları bilmesidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in, el-Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Yüce Allah'ın, yaptıkları ameller ile heba ettikleri amelleri bilmesidir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyeti hakkında:

"O'nun ilminden kendisinin dilediği kadar öğrettiğinden başka bir şey bilinmeyeceği kastedilmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Esmâ ve's- Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetindeki "Kürsî" kelimesi hakkında:

“Yüce Allah'ın ilmi kastedilmektedir. "...Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür" âyetini görmüyor musun?" dedi.

Dârakutnî, es-Sıfât'ta ve Hatîb, Târih'te, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyeti sorulduğunda:

"Kürsî, Yüce Allah'ın ayağını koyduğu yerdir. Arş'ın büyüklüğü ise takdir edilemez" buyurdu.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, Hatîb ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kürsî, Yüce Allah'ın iki ayağını koyduğu yerdir. Arş'ın büyüklüğünü ise hiç kimse takdir edemez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor:

“Kürsî, Yüce Allah'ın iki ayağını koyduğu yerdir. O, binek üstündeki semerin gıcırtısı gibi gıcırdar."

Suyûtî der ki: Bu ifade istiâre babındandır. Yoksa yüce Allah bu tür benzetmelerden münezzehtir. İbn Cerîr (.....) âyeti hakkında Dahhâk'ın:

"Kralların tahtlarına otururken ayaklarını üzerine koydukları şeydir" dediğini zikreder ki bu da ifadeyi tam olarak açıklamaktadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yedi kat gökyüzü ve yedi kat yeryüzü yayılıp birbirlerine eklenecek olsaydılar, Kürsî'nin genişliği yanında, geniş bir çöl içinde bulunan bir yüzük kadar olurlardı."

İbn Cerîr, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî, Ebû Zer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Kürsî'yi sorduğumda şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Zer! Yedi kat gökyüzü ve yedi kat yeryüzünün büyüklüğü Kürsî'nin büyüklüğü yanında geniş çöle atılan bir yüzük kadardır. Arş'ın Kürsî'ye göre büyüklüğü de, çölün yüzüğe olan büyüklüğü kadardır."

Abd b. Humeyd, Sünne'de İbn Ebî Âsim, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ el-Makdisî, Hazret-i Ömer'den bildiriyor: Kadının biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Allah'a, beni Cennete sokması için dua et" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'ı ta'zîm ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Allah'ın Kürsî'si gökleri ve yerleri kaplamıştır. Bu Kürsî, yeni semerin (bineğin sırtından) dört parmak yüksek kalarak ağır yükten dolayı gıcırdaması gibi gıcırdar. "

Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Ebû Nuaym'ın Hilye'de çok zayıf isnâdla Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrudu:

“Kürsî ve kalem inciden olup, kalemin uzunluğu yedi yüz sene(lik bir mesafe)dir. Kürsî'nin uzunluğu hiç kimsenin bilemeyeceği kadar büyüktür. "

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Kürsî, Arş'ın altındadır" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih:

“Kürsî, Arş'a yapışıktır ve bütün su Kürsî'nin içindedir" dedi.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime:

“Güneş, Kürsî nurunun yetmişte biri kadardır. Kürsî de Arş'ın nurunun yetmişte biri kadardır" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî, Mücâhid'den bildiriyor:

“Gökyüzü ve yeryüzünün büyüklüğü Kürsî'nin büyüklüğü yanında geniş çöle atılan bir yüzük kadardır. Arş'ın Kürsî'ye göre büyüklüğü de, çölün yüzüğe göre büyüklüğü kadardır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Gökyüzü ve yeryüzü Kürsî'nin içindedir. Kürsî de Arş'ın önündedir."

İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Makâm-ı Mahmûd nedir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın Kürsî'ye ineceği ve Kürsî'nin, darlığından dolayı gıcırdayan yeni semer gibi gıcırdayacağı gündür. Kürsî'nin genişliği de gökyüzü ve yeryüzü arası kadardır" buyurdu.

İbn Cerîr'in, Dahhâk'tan bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kürsî, Arş'ın kendisidir" derdi.

Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, Süddî tariki ile Ebî Mâlik, Ebî Sâlih, İbn Abbâs, Murra el-Hemdânî, İbn Mes'ûd ve bazı sahâbilerin Âyetu'l-Kürsî'yi şöyle açıkladıklarını söylemiştir: (.....) Kayyûm olandır. Sinetün ise insanın yüzüne esip de uykusunu getiren uyku rüzgarıdır. (.....) Burada dünya kastedilmektedir, (.....) Burada âhiret kastedilmektedir.

Burada O'nun ilminden kendisinin öğrettiğinden başka bir şey bilinmeyeceği kastedilmiştir. (.....) Gökyüzü ve yeryüzü Kürsî'nin içindedir. Kürsî de Arş'ın önündedir. O da Yüce Allah'ın ayaklarını koyduğu yerdir. (.....) Burada, yeryüzü ve gökyüzünü gözetmenin ona güç gelmeyeceği kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd, el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebî Mâlik: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yedi kat yerin onun altında bulunduğu ve bütün mahlûkatın kenarında olduğu kayanın üzerinde dört melek bulunmaktadır. Bu meleklerin her birinin biri insan, biri aslan, biri öküz biri de kartal olmak üzere dört yüzü vardır. Bu melekler bütün semaları ve yerleri kuşatmış olarak kayanın üzerinde ayakta dururlar. Bunların başları Kürsî'nin altında olduğu gibi Kürsî de Arş'ın altındadır. Yüce Allah da Kürsî'sini Arş'a yerleştirmiştir."

Beyhakî der ki:

“Burada iki tane Kürsî'nin bulunduğuna işaret edilmektedir. Biri Arş'ın altına, diğeri de Arş'ın üstüne konulmuş bulunmaktadır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Burada, yeryüzü ve gökyüzünü gözetmenin Yüce Allah'a güç gelmeyeceği kastedilmektedir" demiştir.

Tastî, Mesâü'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nafî b. el-Ezrak ona: (.....) âyetinin açıklamasını sorduğunda:

“Yeryüzü ve gökyüzünü gözetmenin Yüce Allah'a güç gelmeyeceği kastedilmektedir" dedi. Nâfi':

“Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" deyince de İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet biliyor. Şâirin:

"Yüzlercesini verir de bunun yükü ona güç gelmez

Verginin en güzelini vermek de şanı ve yüceliğindendir" dediğini işitmedin

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“(Yeryüzü ve gökyüzünü gözetmek) Yüce Allah'a güç gelmez anlamındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi hakkında:

“Azamet ve yücelikte mükemmel olandır" dedi.

256

"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan İyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir."

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs, Ğarâibu Şu'be'de İbn Mende, İbn Hibbân, İbn Merdûye, Sünen'de Beyhakî ve el-Muhtâre'de Diyâ, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İslam'dan önce Ensâr'dan çocuğu yaşamayan bir kadın eğer çocuğu yaşarsa onu Yahudi olarak yetiştireceğine dair adakta bulunurdu. Nadîr oğulları, beraberlerinde bulunan Ensâr çocukları ile sürgün edildiklerinde, Ensâr:

“Çocuklarımızı bırakmayız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Dinde zorlama yoktur..."âyetini indirdi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyeti hakkında:

“Bu âyet Ensâr hakkında, onlara özel inmiştir" dedi.

Râvi der ki: Saîd b. Cübeyr'e:

“Bu âyet Ensâr'a has olarak mı indi?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Evet onlara has olarak indi. İslam'dan önce Ensâr'dan çocuğu olmayan veya çocuğu yaşamayan bir kadın eğer çocuğu yaşarsa, daha uzun ömürlü olsun diye onu Yahudi olarak yetiştireceğine dair adakta bulunurdu. İslam gelip de Nadîr oğulları, beraberlerinde bulunan Ensâr çocukları ile sürgün edildiklerinde, Ensâr:

“Ey Allah'ın Resûlü! Çocuklarımız ve kardeşlerimiz ne olacak?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara cevap vermedi. "Dinde zorlama yoktur..." âyeti inince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dedikleriniz muhayyer bırakıldı. Eğer sizi isterlerse sizdendirler. Eğer onları tercih ederlerse onlardandırlar" buyurdu. Bu seçim sonrasında çocuklar da onlarla beraber sürgün edildi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildiriyor: İslam'dan önce Ensâr'dan çocuğu yaşamayan bir kadın eğer çocuğu yaşarsa onu Ehl-i Kitâb'ın yanında bırakıp onların dini üzere yetiştireceğine dair adakta bulunurdu. İslam geldiğinde Ensâr'ın çocuklarının çoğu Ehl-i Kitâb'ın dini üzereydi. Ensâr:

“Biz Ehl-i Kitâb'ın dinini bizim dinimizden daha üstün gördüğümüz için çocuklarımızı onların dininden kıldık. Şimdi Yüce Allah İslam'ı getirdi. Çocuklarımızı da (Müslüman olmaları için) zorlayalım" dediler. Bunun üzerine "Dinde zorlama yoktur..." âyeti indi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadîr oğullarını sürgün etmesi onların çocuklarından ayrılmalarına sebep oldu. Müslüman olanlar (Medine'de) kaldı, Müslümanlığı kabul etmeyenler de onlarla beraber gitti.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor: Ensâr'dan bazı kişiler çocuklarını Benî Kureyza'da sütanneye vermişlerdi. Bu çocuklar onların dini üzere kaldılar. İslam geldiğinde aileleri onları Müslüman olmaya zorlamak isteyince:

“Dinde zorlama yoktur..." âyeti indi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir başka bir kanalla Mücâhid'den bildiriyor: Nadîr oğulları Evs kabilesinden çocukları emzirmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadîr oğullarını sürgün edince Evs kabilesinden olan kişiler:

“Biz onlarla beraber gidip onların dinlerinden olacağız" dediler. Aileleri buna engel olup onları Müslüman olmaya zorladı. Bunun üzerine onlar hakkında:

“Dinde zorlama yoktur..."' âyeti indi.

İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Ensâr'dan bazı kişiler çocuklarını Nadîr oğullarında sütanneye vermişti. Nadîr oğulları sürgün edilince aileri çocuklarının dinlerine katılmasını istediler. Bunun üzerine "Dinde zorlama yoktur..." âyeti indi.

İbn İshâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dinde zorlama yoktur..." âyeti hakkında şöyle dedi: Bu âyet, Ensâr'dan olan Sâlim b. Avf oğullarından Husayn adlı bir adam hakkında indi. Bunun iki Hıristiyan çocuğu vardı. Kendisi de Müslümandı. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onlar Hıristiyan olarak kaldılar, onları (Müslüman olmaları için) zorlamayayım mı?" deyince Yüce Allah bu âyeti indirdi.

Abd b. Humeyd, Abdullah b. Ubeyde'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce, Ensâr'dan olan Sâlim b. Avf oğullarından bir adamın iki oğlu Hıristiyan olmuştu. Bunlar Medine'ye yemek getiren Hıristiyan bir grupla beraber gelmişti. Babaları çocuklarını görünce onlarla münakaşa edip:

“Vallâhi Müslüman olmadan kendilerini göndermeyeceğim" dedi. Ancak çocukları Müslüman olmayı kabul etmeyince, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına davalaşmaya geldiler. Adam:

“Ey Allah'ın Resûlü! Gözümün önünde benim bir parçam cehenneme mi girecek?" deyince, Yüce Allah:

“Dinde zorlama yoktur..." âyetini indirdi. Baba da çocuklarını serbest bıraktı.

Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî:

“Dinde zorlama yoktur...'" âyeti hakkında şöyle dedi: Bu âyet, Ensâr'dan Ebû Husayn adlı bir adam hakkında indi. Bunun iki oğlu vardı. Şam'dan Medine'ye zeytinyağı getiren tacirler geldi. Bunlar yağlarını satıp geri dönmek istediklerinde, Husayn'ın iki oğlu tacirlerin yanına gittiler. Tacir de onları Hıristiyanlığa davet edince Hıristiyan oldular ve onlarla beraber Şam'a döndüler. Babaları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip:

“Çocuklarım Hıristiyan olup (tacirlerle) gittiler. Onları getirteyim mi?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dinde zorlama yoktur... " dedi. O güne kadar daha Ehl-i kitâb ile savaş emri verilmemişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrıca:

“Allah onları uzaklaştırsın, onlar ilk kâfir olanlardır" buyurmuştu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları geri getirmek için kimseyi göndermeyince, Ebû Husayn, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı içinde bîr şey hissetmişti. Bunun üzerine:

“Hayır; Rabb'ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar" âyeti indi. Daha sonra Tevbe Sûresi'nde Ehl-i kitâb ile savaşmaya izin veren âyet nâzil olunca:

“Dinde zorlama yoktur..." âyeti neshedildi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır..." âyeti hakkında:

“Bu, insanların Müslüman olmaya başlaması ve Ehl-i Kitâb'ın cizye vermesi zamanındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Nâsih'te Ebû Dâvud ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“İslamiyet'ten önce Araplar hiçbir dine mensup değildi. Onlar kılıç zoruyla dine zorlandılar. Ancak cizye veren Yahudi, Hıristiyan ve Mecusîlere bir zorlama yoktur."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Dinde zorlama yoktur..." âyeti hakkında:

“Ehl-i Kitâb'a Müslüman olmaları için zorlama yapılmaz" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Vesk er- Rûmî'den bildiriyor: Ben Ömer b. el-Hattâb'ın kölesi idim. Ömer bana:

“Müslüman ol, eğer Müslüman olursan Müslümanların emanetinde bana yardımcı olursun. Çünkü ben onlardan olmayandan yardım almam" dedi. Ben bunu kabul etmeyince bana:

“Dinde zorlama yoktur..." dedi.

Nehhâs, Eslem'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb'ın yaşlı bir Hıristiyan kadına:

“Müslüman ol, selamete erersin" dediğini işittim. Yaşlı kadın bunu kabul etmeyince, Ömer:

“Allahım! Şahid ol" dedi ve:

“Dinde zorlama yoktur..." âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süleyman b. Mûsa:

“Dinde zorlama yoktur..." âyetini:

“Ey Peygamber! İnkarcılarla, ikiyüzlülerle savaş..." âyeti neshetti" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Humeyd el-A'rec bu âyeti (.....) şeklinde okur ve:

“Benim kıraatim Mücâhid'in kıraati gibidir" derdi.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Tâğût, şeytandır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah'a tâğûtun ne olduğu sorulduğunda:

“Bunlar şeytanların kendilerine bilgi verdiği kâhinlerdir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Tâğût, kâhindir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Tâğût, sihirbazdır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid şöyle demiştir:

“Tâğût, insan suretinde bir şeytandır. Davalaşmak için ona giderler. Tâğût (şeytan) onların hâkimidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Enes:

“Tâğût, insanların Allah'tan başka taptıkları şeydir." dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır..." âyetini açıklarken:

“Allah'tan başka ilah olmadığına inanmaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Musannef te ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik:

“...Kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır..." âyetini açıklarken:

“Burada kulpla, Kur'ân kastedilmektedir" dedi.

Süfyân b. Uyeyne, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sapasağlam bir kulpa..." âyetinde:

“İman kastedilmektedir" dedi. Süfyân'ın lafzında ise:

“Bu, ihlas kelimesidir' dedi.

Buhârî ve Müslim, Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir rüyada kendimi yeşil bir bahçede gördüm. Bu bahçenin ortasında demirden bir direk vardı. Direğin bir ucu yerde, diğer ucu da gökyüzünde idi. Direğin en yüksek yerinde bir kulp vardı. Bana direğe çık denildi. Kulpa tutunana kadar çıktım. Bana:

“Kulpa tutun" denildi. Onu tutmuş iken uyandım. Bu rüyamı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda:

“Bahçe, İslam bahçesi, direk de İslam direğidir. Kulp ise Urvetu'l-Vuskâ'dır. Sen ölene kadar İslam üzere kalacaksın" buyurdu.

İbn Asâkir'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Benden sonra Ebû Bekr ve Ömer'e uyunuz. Çünkü onlar Allah'ın uzanmış ipidir. Bu ikisine tutunan kişi, Allah'ın kopmayan sağlam ipine tutunmuş olur."

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kader, Tevhîd'in nizamıdır. Kaderi inkâr eden bir kimse Allah'ın birliğini inkâr etmiş olur. Allah'ın birliğine ve kadere iman eden kimse kopmayan sapasağlam kulpa tutunmuş olur."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muâz b. Cebel:

“...Kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulp..." âyeti hakkında:

“Cennete girinceye kadar kopmayandır" dedi.

257

"Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar."

İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır..."' âyetini açıklarken:

“Bunlar İsa'yı (aleyhisselam) inkâr edip Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edenlerdir" dedi. "...Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar"' âyeti hakkında ise:

“Bunlar İsa'ya iman edip, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilince de onu inkâr edenlerdir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den veya Miksem'den benzerini rivayet ettiler.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır..." âyeti hakkında:

“Delaletten hidayete çıkarması kastedilmiştir" dedi. "...Onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır..." âyeti hakkında ise:

“Hidayetten dalâlete çıkarması kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir:

“Âyette karanlık'tan kasıt küfür, aydınlıktan kasıt da imandır."

Ebu'ş-Şeyh, Süddî'den bildiriyor:

“Kur'ân'da içinde "karanlık" ile "nur"un geçtiği yerlerde kasıt, küfür ile imandır."

İbn Ebî Hâtim'in, Mûsa b. Ubeyde vasıtasıyla bildirdiğine göre Eyyûb b. Hâlid:

“Hevâ ehli yaratıldığında fitneler de yaratılır. Hevâsı imân olanın fitnesi beyaz ve aydınlık, hevâsı küfür olanın fitnesi de siyah ve karanlık olur" dedi ve söz konusu âyeti okudu.

258

Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrâhîm ile tartışanı görmedin mi? Hanı İbrâhîm, «Benim Rabbim diriltir, öldürür» demiş; o da, «Ben de diriltir, öldürürüm» demişti. (Bunun üzerine) İbrâhîm, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir» deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

Tayâlisî ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:

“Rabbi hakkında İbrâhim'le (aleyhisselam) tartışan kişi Nemrûd b. Kenân'dır."

İbn Cerîr bunun aynısını Mücâhid, Katâde ve Rabî'den rivayet etti.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de , Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Yeryüzünde ilk zalim kişi Nemrud'du. İnsanlar gider yiyeceklerini ondan (satın) alırlardı. İbrâhim de (aleyhisselam) herkes gibi yiyecek almaya gitmişti. İnsanlardan bir grup Nemrud'un yanına girince onlara:

“Rabbiniz kimdir?" derdi. Onlar da:

“Rabbimiz sensin" karşılığını verirdi. Sıra İbrâhim'e (aleyhisselam) gelince ona da:

“Rabbin kimdir" dedi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Rabbim öldüren ve tekrar diriltendir" karşılığını verdi. Nemrud:

“Ben de öldürür dilediğimi diriltirim" dedi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Rabbim güneşi doğudan çıkarıyor, sen onu batıdan çıkar" deyince, Nemrud şaşırıp kaldı ve İbrâhim'i (aleyhisselam) yiyecek vermeden gönderdi. Bunun üzerine İbrâhim (aleyhisselam) ailesinin yanına dönerken beyaz bir kum tepesine geldi ve (kendi kendine):

“Ben bu kumdan alıp aileme öyle gitsem, en azından benim geldiğimi gördüklerinde yiyecek bir şeyler getirdiğimi düşünerek sevinmezler mi?" dedi. Öylece kumdan alıp ailesine gitti. İbrâhim (aleyhisselam) eşyalarını indirip uyudu. Hanımı kalkıp eşyaları açtı ve kişinin görmüş olabileceği en güzel yiyeceklerle dolu olduğunu gördü. Ondan kendisine yemek yaptı ve yanına getirdi. İbrâhim (aleyhisselam) o zaman evinde yemek olmadığını da biliyordu. Hanımına:

“Bu yemekler nereden?" deyince:

“Getirdiğin yiyeceklerdendir" karşılığını verdi. İbrâhim (aleyhisselam), Allah'ın kendisini rızıklandırdığını anladı ve ona hamd etti.

Sonra Yüce Allah o zalime bir melek gönderdi. Melek ona Rabbine iman ederse Rabbinin onu mülkünde kendi halinde bırakacağını söyledi. Bunun üzerine Nemrud:

“Benden başka Rab var mıdır?" karşılığını verdi. Melek ikinci defa geldi, Nemrud yine bunu kabul etmedi. Melek üçüncü defa geldiğinde yine kabul etmeyince ona:

“Üç güne kadar ordunu topla" dedi. Nemrud öyle yapıp ordularını topladı. Melek Yüce Allah'ın emri üzerine sivrisinekten bir kapı açtı. Güneş çıkmıştı, ancak sivrisineğin çokluğundan dolayı güneş gözükmüyordu. Yüce Allah sivrisinekleri onların üstüne gönderdi. Sivrisinekler onların etlerini yiyip kanlarını içtiler. Kemikten başka bir şey kalmamıştı. Nemrud olduğu gibiydi ve ona hiç bir şey olmamıştı. Allah ona bir tane sivrisinek gönderdi ki o burnundan içeri girdi (beynine kadar gitti). Dört yüz yıl boyunca başına tokmaklarla vurdurdu. İnsanların en merhametlileri ellerini birleştirip Nemrud'un başına öyle vuruyordu. O dört yüz yıl boyunca zalimliğini sürdürmüştü, Yüce Allah da onu dört yüz yıl boyunca azaplandırdı. Sonra onu öldürdü. Nemrud semaya yükselen kuleyi yapan kişidir. Yüce Allah da onun yaptığı kuleyi temelinden söktü.

İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Rabbi hakkında İbrâhîm ite tartışanı görmedin mi?..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Nemrud b. Kenân'ın yeryüzünde ilk hükümdar olduğu söylenirdi. Ona iki adam getirildi. Birini öldürüp birini serbest bırakarak:

“Ben öldürür ve diriltirim. Diriltmem, istediğimi serbest bırakmam, öldürmem de istediğim kişiyi öldürmemdir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bu hükümdarın Numruz b. Kenân olduğunu konuşurduk. O yeryüzünde ilk zalim hükümdardı. O Bâbil'de ilk kule sahibiydi. Bize söylenene göre, o iki adam getirtip, birini öldürüp diğerini de bırakmış sonra da:

“Ben dilediğimi öldürür, dilediğimi de diriltirim" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ben de diriltir, öldürürüm" demişti..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Dilediğimi öldürür, dilediğimi de öldürmeden bırakırım." Ravi der ki:

“Mağripten maşrike dört hükümdar vardır. İkisi mümin, ikisi de kâfirdir. Müminler Süleyman b. Dâvud ve Zulkarneyn'dir. Kâfirler ise Buhtunassar ve Nemrud b. Kenân'dır. Başka da hükümdar yoktur."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: İbrâhim (aleyhisselam) ateşten çıkınca onu hükümdarın huzuruna götürdüler. İbrâhim (aleyhisselam) daha önce hiç hükümdar huzuruna çıkmamıştı. Hükümdar ona:

“Rabbin kimdir?" deyince:

“Rabbim öldüren ve diriltendir" karşılığını verdi. Nemrud:

“Ben de diriltir ve öldürürüm. Ben dört kişiyi bir eve koyar ve aç susuz bırakırım. Açlıktan helak olacakları zaman ikisine yemek ve su verip yaşatırım. Diğer ikisini de ölüme terk ederim" dedi. İbrâhim (aleyhisselam) Nemrud'un bunu yapabileciğini bilip ona:

“Rabbim güneşi doğudan çıkarıyor, sen onu batıdan çıkar" dedi. Kâfir bu duruma şaşırıp:

“Bu deli biridir, deliliğinden ilahlarımızı cesaretle kırdığını ve ateşin kendisini yakmadığını görmediniz mi?" dedi ve kavminin arasında rezil olmaktan korktu.

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez..."' âyetini açıklarken:

“İmâna erdirmez" dedi.

259

"Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları özerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; «Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. «Ne kadar kaldın?» dedi. «Bir gün yahut daha az» dedi. Allah ona: «Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz» dedi. Durum kendisince anlaşılınca: «Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir» dedi."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin, el- Bn's'ta bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı ..." âyeti hakkında şöyle dedi: Yüce Allah'ın Peygamberi Üzeyr (aleyhisselam) genç yaşta kendi şehrinden çıkıp yapıları çökmüş, çatıları döşemelerinin üstüne yıkılmış bir köye gidince:

“...Allah bu köyü, ölümünden sonra nasıl diriltecek?...'" dedi. Bunun üzerine "...Allah, onu tam yüz yıl ölü bir halde bıraktı ve sonra diriltti...'" Yüce Allah ilk önce gözlerini diriltti ve Üzeyr (aleyhisselam) kemiklerinin birbiri üstüne dizilmesini seyretmeye başladı. Sonra etle giydirilip kendisine ruh üflendi. Kendisine:

“...Ne kadar kaldın?" denilince:

“...Bir gün, yahut günün birkaç saati kadar bir müddet..." dedi. Yüce Allah da:

“...Hayır, yüz sene kaldın ..." buyurdu. Şehre geri döndüğünde genç olarak bırakmış olduğu komşusu çok yaşlı bir ihtiyar olmuştu.

İshâk b. Bişr, Hatîb ve İbn Asâkir, Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor:

“üzeyr (aleyhisselam) Yüce Allah'ın öldürüp yüz yıl bıraktıktan sonra dirilttiği kişidir."

İbn Cerîr ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Uzeyr b. Sarûha, Yüce Allah'ın:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; «Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. «Ne kadar kaldın?» dedi. «Bir gün yahut daha az» dedi. Allah ona: «Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz» dedi. Durum kendisince anlaşılınca: «Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir» dedi." âyetinde zikretmiş olduğu kişidir.

İbn Cerîr bir benzerini İkrime, Katâde, Süleyman b. Bureyde, Dahhâk ve Süddî'den rivayet etti.

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir değişik kanaliarla İbn Abbâs, Ka'b ve Vehb (b. Münebbih)'den -her biri bir diğerinden biraz daha değişik lafızlarla- bildiriyor:

“Üzeyr (aleyhisselam) salih ve hikmet sahibi bir kişi idi. Bir gün sürekli gidip geldiği çiftliğine gitti. Öğle vakti olup sıcaklar bastırdığında harabe bir köye ulaştı. Eşeğiyle beraber bir harabeye girdikten sonra eşeğinden indi. (Azık olarak) Beraberinde bir sepet incir ve bir sepet üzüm vardı. O harabenin gölgesinde konaklayıp tabağını çıkardı. Yanında olan üzümün suyunu tabağın içine sıkıp kurumuş ekmekleri çıkardı. Kurumuş ekmekleri (yumuşatıp) yemek için üzüm suyunun içine koyduktan sonra sırt üstü uzanıp ayaklarını bir duvara dayadı. Evlerin tavanlarına baktı ve çöken çatıları, yıkılan duvarları ve orada yaşayanları düşündü. Sonra ufalanmış kemikleri görünce:

“Allah bu köyü, ölümünden sonra nasıl diriltecek ki" dedi. Allah'ın onları tekrar dirilteceğinden bir şüphesi yoktu. Ancak bunu taaccüb babından söylemişti. Yüce Allah ölüm meleğini gönderdi ve canını aldı. Allah onu yüz yıl ölü olarak bıraktı.

Ölümünden sonra yüz yıl geçince İsrâil oğullarının başında bazı sorunlar ve musîbetler vardı. Yüce Allah, Üzeyr'e bir melek gönderdi ve akıl erdirebilmesi için önce kalbini, Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğini görmesi içinde gözlerini diriltti. Sonra kemiklerini birbirine birleştirip etle, deriyle ve saçla giydirdi. Sonra ona ruhu üfledi. Üzeyr (aleyhisselam) bütün bu olanları görüyordu. Kalkıp oturunca melek ona:

“Ne kadar yattın?" dedi. Üzeyr (aleyhisselam):

“Bir gün yahut günün birkaç saati kadar bir müddet" karşılığını verdi. Çünkü o gün ortası öğle vakti uyumuş, gün sonu güneş batmadan da uyanmıştı. Melek ona:

“...Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır...'" dedi. Kuru ekmeği ve tabağa sıkmış olduğu üzüm suyu hiç değişmemiş, hâlâ oldukları gibi duruyorlardı. Yine üzüm ve incir değişmemiş oldukları gibi taptaze duruyorlardı.

Sanki içinden buna inanmamıştı. Bunun üzerine melek kendisine:

“Sana söylediğime inanmadın mı? O zaman eşeğine bak" dedi. Eşeğine baktığında kemiklerinin çürümüş ve ufalanmış olduğunu gördü. Melek kemikleri çağırınca her kemik yerinden gelmeye başladı. Melek kemikleri birbirine bindiriyor Üzeyr de (aleyhisselam) Onu seyrediyordu. Sonra ona damarlarını, kaslarını ve etlerini giydirip üzerine deri ve kıllarını çıkardı. Sonra da ona ruhu üfleyince eşek kalktı, başını ve kulaklarını semaya dikerek anırmaya başladı. Yüce Allah:

“...Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz» dedi" buyurdu. Yani, eşeğine bak kemikleri nasıl birbirine birleştiriliyor. Hatta önce sadece kemikten olma etsiz bir eşek olup sonra da nasıl etle giydirildiğine bak, anlamındadır. "...Durum kendisince anlaşılınca: «Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir» dedi." Burada ölülerin ve başkalarının diriltilmesi kastedilmiştir.

Üzeyr (aleyhisselam) eşeğine binip mahallesine geldiğinde ne oradaki insanlar onu, ne o onları tanımıştı. Ne de evini bulabilmişti. Tahmini olarak devam edip evini buldu ve yüz yirmi yaşlarında gözleri görmeyen yatalak bir kadınla karşılaştı. Bu kadın onun cariyesiydi. Üzeyr (aleyhisselam) gittiğinde yirmi yaşındaydı ve bu cariye onu iyi biliyordu. Üzeyr (aleyhisselam) ona:

“Ey Sen! Burası Üzeyr'în evi mi?" deyince, yaşlı kadın:

“Evet" karşılığını verdi ve ağlıyarak:

“Şu kadar şu kadar yıldan beri kimsenin Üzeyr'i (aleyhisselam) andığını görmedim. İnsanlar onu unuttu" dedi. Üzeyr (aleyhisselam):

“Ben Üzeyr'im" deyince, kadın:

“Yüce Allah'ı eksikliklerden tenzih ederim! Biz Üzeyr'i (aleyhisselam) yüz yıl önce kaybettik ve ondan hiçbir haber almadık" karşılığını verdi. O:

“Ben Üzeyr'im, Yüce Allah beni yüz yıl ölü bıraktı ve sonra tekrar diriltti" dedi. Kadın:

“Üzeyr (aleyhisselam) sevilen ve duası kabul olan birisiydi. O hastalara, mubtelilere şifa ve afiyet için dua ederdi. Allah'a gözlerimi açması için dua et ki seni göreyim. Eğer sen Üzeyr (aleyhisselam) isen seni tanırım" dedi. Üzeyr (aleyhisselam) Rabbine dua edip elleriyle gözlerini meshedince kadının gözleri iyileşti. Onu elinden tutup:

“Allah'ın izniyle kalk" dedi. Yüce Allah onun kötürüm ayaklarını çözdü ve bağdan kurtulmuş gibi ayağa kalktı. Üzeyr'e (aleyhisselam) bakıp:

“Şehadet ederim ki sen Üzeyr'sin(aleyhisselam)" dedi.

Kadın İsrâil oğulları mahallesine gitti. Onlar mahallelerinde toplantı yerindeydiler. Üzeyr'in (aleyhisselam) oğlu yüz on sekiz yaşında yaşlı biri olmuştu. Yaşlanmış torunları da o mecliste idi. Onları çağırıp:

“Bu Üzeyr'dir (aleyhisselam), size geldi" deyince ona inanmadılar. "Ben filan kişiyim, sizin cariyenizim. O Rabbine dua edip gözlerimi açtı ve bağlanmış ayaklarımı canlandırdı. O, Allah'ın kendisini yüz yıl öldürüp sonra tekrar dirilttiğini söylüyor" dedi.

Bunun üzerine oradakiler kalkıp karşısına geldiler. Oğlu ona bakıp:

“Babamın omuzları arasında siyah bir ben vardı" dedi. Omuzlarını açtığında Üzeyr (aleyhisselam) Olduğunu gördü.

İsrâil oğulları:

“Aramızda Tevrât'ı, Üzeyr'den (aleyhisselam) başka ezberleyen yoktur. Buhtunnasar Tevrât'ı yaktı ve adamların ezberlediğinden başka ondan geriye bir şey kalmadı. Onu bize yaz" dediler. Uzeyr'in (aleyhisselam) babası Sarûha, Buhtunnasar zamanında Üzeyr'den (aleyhisselam) başka kimsenin bilmediği bir yerde Tevrât'ı gömmüştü. Onlarla beraber o yere gittiler ve eşip Tevrât'ı çıkardılar. Kitabın yaprakları küflenmiş ve yazı silinmişti. Üzeyr (aleyhisselam) bir ağacın gölgesinde oturdu, İsrâil oğulları etrafında toplandılar. Üzeyr (aleyhisselam) onlara Tevrât'ı yeniledi. Gökyüzünden iki ışık geldi ve Üzeyr'in (aleyhisselam) içine girdi. Tevrât'ı tam hatırladı ve İsrâil oğullarına onu yeniledi. O zaman ona iki ışığın gelmesi, İsrâil oğullarına Tevrât'ı yenilemesi ve onların sorunlarını halletmesinden dolayı Yahudiler:

“Üzeyr (aleyhisselam) Allah'ın oğludur" dediler. Üzeyr (aleyhisselam), İsrâil oğullarına Tevrât'ı bir köyde Hezekîl Peygamberin manastırında yeniledi. Sâburâbâzu denilen köyde de vefat etti.

ibn Abbâs dedi ki:

“...Seni insanlara bir ibret kılalım diye ...'" âyetinde zikredildiği gibi oldu. Yani asıl maksat İsrâil oğullarına delil göstermekti. Çünkü o aynı mecliste yaşlanmış torunlarıyla kendisi genç bir şekilde beraber oturmuştu. O (harabede) öldüğü zaman kırk yaşındaydı. Yüce Allah onu öldüğü günkü gibi tekrar genç olarak diriltmişti.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı..." âyetini açıklarken:

“Bu kişi irmiyâ adında bir Peygamberdi" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Beytu'l-Makdis yıkılıp, kitaplar yakıldığında, İrmiyâ dağın bir tarafında durup:

“...Allah bu köyü, ölümünden sonra nasıl diriltecek...'" dedi. Yüce Allah onu öldürdü ve yüz yıl ölü olarak bıraktı. Sonra onu diriltip orayı eski haline getirdi. O da birleşip birbirine eklenen kemiklere bakmaya başladı. Sonra kas ve et giydirilen kemiklere bakmaya başladı. Bunları görünce şöyle dedi:

“Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." Melek de ona:

“Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır" dedi. Yiyeceği (ve içeceği) küfesinde bulunan incir ve testide bulunan su idi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu köy Beytü'l- Makdis'ti. Buhtunnasar orayı harab ettikten sonra Üzeyr (aleyhisselam) oraya gitmişti."

İbn Cerîr bunun aynısını Katâde, Dahhâk ve Rabî'den rivayet etti.

İbn Ebî Hâtim, Süleyman b. Muhammed el-Yesârî vasıtasıyla bildiriyor: Şam ehlinden bir adamın şöyle dediğini işittim:

“Yüce Allah'ın yüz yıl ölü olarak bırakıp da sonra dirilttiği kişi Hezekîl b. Bûzâ'dır."

İshâk b. Bişrve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Üzeyr'in (aleyhisselam) ve Buhtunnasar'ın durumu fetret zamanında idi."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Atâ b. Ebî Rabâh'tan bildiriyor:

“Üzeyr'in bu olayı yaşama zamanı İsa (aleyhisselam) ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki zamanda idi."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor:

“Üzeyr'in (aleyhisselam) kıssası İsa (aleyhisselam) ve Süleyman (aleyhisselam) arasındaki zamanda idi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi:

“Harab olmuş anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) kelimesi:

“Hiç kimsenin bulunmadığı yer anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken:

“Çatıları anlamındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

"Çatıları çökmüş anlamındadır" dedi

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba..." âyetini açıklarken:

“Burası harab olduktan sonra bir daha nasıl yapılır, anlamındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin, Bas'ta bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu konu bize şöyle anlatıldı:

“Yüce Allah, Üzeyr'i (aleyhisselam) kuşluk vakti öldürdü. Güneş batmak üzereyken de onu tekrar diriltti. Onu diriltiği zaman önce gözlerini diriltti. O da kemiklerinin birer birer tekrar nasıl yerlerine döndüğünü seyretmeye başladı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...O da bir gün yattım..."âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Dönüp baktığında güneşin tam batmadığını görünce:

“... Yahut günün birkaç saati kadar bir müddet..." dedi.

İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor:

“Beraberinde olan yemeği bir sepet incir, içeceği de deri tulumdaki sıkılmış meyve suyu idi."

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor:

“Üzeyr'in (aleyhisselam) yemeği, bir sepet incir, içeçeği de bir küp şaraptı."

Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesini açıklarken:

“Değişmemiş anlamındadır" dedi.

Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: (.....) kelimesini sorunca:

“Yıllar onu değiştirmedi, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" deyince de, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Şairin:

"Bir arada güzelleşti kokusu tadı ile

Değişmemiş görüyorsun bunca yıl sonra bile" dediğini İşitmedin mi?"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelimesini açıklarken:

“Kokmamış mânâsındadır" dedi.

İbn Râhûye, Müsned'de, Ebû Ubeyd, Fedâil'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Osman'ın azatlısı Hâni el-Berberî'den bildiriyor: Hazret-i Osman mushafları yazdırdığı zaman üç âyette şüpheye düştüler. Bu âyetleri bir oğlağın omuz kemiğine yazdılar ve benimle onu Ubey b. Ka'b ve Zeyd b. Sâbit'e gönderdiler. Yanlarına girip onu Ubey b. Ka'b'a verdiğimde okudu ve: (.....) âyetindeki iki (.....) harfinden birini eliyle silip: (.....) şeklinde yazdı. Yine: (.....) şeklindeki âyetin "nün" harfinin birini silip: (.....) şeklinde yazdı. Üçüncü âyetteki: (.....) "elif" harfini silip: (.....) şeklinde yazdı. Zeyd b. Sâbit te bunlara baktıktan sonra Osman'ın yanına geri döndüm. Sonra da mushaflarda bu şekilde yazıldı.

Ebû Ubeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî, Hâni'den bildiriyor: Ben, Osman ile Zeyd b. Sâbit arasında elçi idim. Zeyd bana:

“Osman'a, âyetin: (.....) şeklinde mi, yoksa: (.....) şeklinde mi olduğunu sor" dedi.

Osman:

“Ona "hâ" harfini koyun" karşılığını verdi.

Süfyân b. Uyeyne ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Seni insanlara bir ibret kılalım diye..." âyetini açıklarken:

“O yüzkırk yaşında genç biri olarak diriltildi. Çocukları ise yüz yaşında olmasına rağmen yaşlıydılar."

İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'üd'dan bir benzerini rivayet etti.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Çıkarmak, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Yiyeceği ve içeçeği yüz yılda bozulmadı. Hâlbuki bunlar bundan daha kısa bir zamanda bozulurlar" dedi. "...Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor..." âyetini açıklarken de:

“Kasları teker teker nasıl diziyoruz, mânâsındadır" dedi.

Hâkim, Zeyd b. Sâbit'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfi ile okudu."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Müsedded, Müsned'de, Abd b. Humeyd ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit (.....) kelimesini (.....) harfi ile okudu. Mushafında ona (.....) harfine nokta koyup (.....) şeklinde yazdı.

Müsedded'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b: (.....) şeklinde görüldüğü gibi ona (râ harfine) nokta koydu.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs bunu: (.....) şeklinde (râ harfi ile) okurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh bunu: (.....) şeklinde (râ harfi ile) okurdu.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bunun aynısını rivayet etti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Nasıl oynatırız, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken:

"Nasıl diriltiriz, mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve:

“Ona bu şekilde söylendi" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve şöyle derdi:

“Üzeyr (aleyhisselam) İbrâhim'den (aleyhisselam) daha üstün değildir. Yüce Allah ona: (.....) buyurdu.

İbn Cerîr'in, Hârun'dan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) emir sigasıyla okudu.

İbn Ebû Dâvud, Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor: Abdullah'ın kıraatında bu âyet (.....) şeklindedir.

260

"Hanı İbrâhîm, «Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster» demişti. (Allah ona) «İnanmıyor musun?» deyince, «Hayır (inandım) ancak kalbimin mutmain olması için» demişti. Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

İbn Ebî Hâtim ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İbrâhim (aleyhisselam) deniz kenarında ölü bir adamla (ölü adamın Habeşli olduğunu söylemişlerdir) karşılaştı. Deniz yaratıkları çıkıp o ölüden yiyordu.

Vahşi hayvanlar ve yırtıcı kuşlar da ondan yiyordu. İbrâhim (aleyhisselam) o zaman:

“Ey Rabbim! Deniz yaratıkları, yeryüzünün vahşi hayvanları ve yırtıcı kuşlar bundan yiyor. Sonra sen bu hayvanları da öldüreceksin, çürüyecekler ve onları tekrar dirilteceksin. Onu nasıl tekrar dirilteceğini gösterir misin?" dedi. Yüce Allah ona:

“Ey İbrâhim! Ölüleri dirilteceğime inanmıyor musun?" buyurunca:

“İnanıyorum ey Rabbim! «Ancak kalbimin mutmain olması için» Senin delillerini ve bana cevap verdiğini görmek istiyorum" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Dört kuş al!" buyurdu. İbrâhim (aleyhisselam) buyrulduğu gibi yaptı. Aldığı kuşlar kaz, deve kuşu yavrusu, horoz ve tavustu. Kestiği kaz, deve kuşu yavrusu, horoz ve tavustan değişik iki parça alarak dört ayrı dağın tepesine koydu. İşte Yüce Allah'ın:

“...Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak..."' âyeti da bu anlama gelmektedir. Sonra bir kenara çekildi. Bu kuşların başları da ayakları altındaydı. Yüce Allah'ın ismiyle onları çağırınca, her bir yarımı diğer yarıma ve her tüy kendi kuşuna geri geldi. Sonra başsız olarak uçup ayaklarının yanına geldiler. Başlarını boyunlarına koymak istiyorlardı. Ayağını kaldırdığında her kuş kendi başını boynuna koyup eskisi gibi oldular. "...Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir..." âyeti de:

“Yüce Allah'ın her şeye gücü yeter" mânâsındadır. (.....) kelimesi ise:

“İstediği her şeye hükmeder" mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den buna benzer bir rivayette bulundular.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den buna benzer bir rivayette bulundular.

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: İbrâhim'in (aleyhisselam) olayı bana şöyle anlatıldı: İbrâhim (aleyhisselam) yolda giderken vahşi hayvanların ve yırtıcı kuşların yediği bir eşek leşiyle karşılaştı. Onun etini yediler ve geriye sadece kemikler kaldı. O, şaşkınlıkla bunu izliyordu. Sonra:

“Ey Rabbim! Bunu bu vahşi hayvanların ve yırtıcı kuşların midesinden tekrar çıkarıp toplayacağını biliyorum. Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster" dedi. Yüce Allah:

“İnanmıyor musun?" buyurunca:

“İnanıyorum, ancak duymak görmek gibi değildir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Hasan'dan bildiriyor: İbrâhim (aleyhisselam), Rabbinden ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istedi. İbrâhim (aleyhisselam) o zaman kavminden eziyet görüyordu. Gördüğü eziyetten dolayı Rabbine dua etti ve:

“Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Yüce Allah İbrâhim'i (aleyhisselam) dost edindiği zaman ölüm meleği bu müjdeyi İbrahim'e (aleyhisselam) haber vermek için Yüce Allah'tan izin istedi. Yüce Allah da ona izin verdi. Ölüm meleği yanına gittiğinde İbrâhim (aleyhisselam) evde değildi. Ancak ölüm meleği içeri girdi. İbrâhim (aleyhisselam) insanların en kıskancıydı ve bir yere gittiği zaman kapısını kapatırdı. Geldiğinde evinde birinin olduğunu gördü ve onu cezalandırmak için üzerine yürüyüp:

“Avluma geçmene kim izin verdi?" dedi. Ölüm meleği:

“Bu evin Rabbi bana izin verdi" karşılığını verince, İbrâhim (aleyhisselam):

“Doğru söyledin" dedi ve onun ölüm meleği olduğunu anladı. Ancak yine de:

“Sen kimsin?" diye sorunca:

“Ben ölüm meleğiyim, Allah'ın seni dost edindiğini müjdelemeye geldim" dedi. Bunun üzerine İbrâhim (aleyhisselam) Allah'a hamd edip:

“Ey ölüm meleği! Bana kâfirlerin canını nasıl aldığını göster" dedi. Ölüm meleği:

“Buna tahammülün olmaz" deyince, İbrâhim (aleyhisselam):

“Hayır, olur" karşılığını verdi. Ölüm Meleği ona:

“Biraz yüzünü çevir" deyince, yüzünü çevirdi. Tekrar ölüm meleğine bakınca onun siyah, başı semada olan, ağzından ve kulaklarından ateşler fışkıran biri olarak gördü. Üzerinde hiç saç yoktu. Sadece ağzından ve kulaklarından ateşler fışkıran siyah bir adam olarak görüp bayıldı. İbrâhim (aleyhisselam) kendine geldiğinde ölüm meleği eski haline gelmişti. Bunun üzerine:

“Ey ölüm meleği! Kâfir kişi öleceği zaman cehennem azabını görmese bile seni görmesi yeterlidir. Bana mümin kişinin canını nasıl aldığını göster" dedi. Ölüm meleği ona:

“Biraz yüzünü çevir" deyince, yüzünü çevirdi. Tekrar ölüm meleğine bakınca onu genç, insanlar içinde en güzel yüzlü, en güzel kokulu biri olarak beyaz elbiseler içinde gördü. Ona:

“Ey ölüm meleği! Mümin kişi öleceği zaman mutluluk ve güzellikler görmese bile seni görmesi yeterlidir" dedi. Ölüm meleği gidince İbrâhim (aleyhisselam) Rabbine dua edip:

“Ey Rabbim! Senin dostun olduğunu bilmem için bana ölüyü nasıl dirilttiğini göster" diye dua etti. Yüce Allah, bu dostluk konusunda ona:

“...İnanmıyor musun?"buyurunca:

“Hayır, inanıyorum, ancak dostluğundan kalbimin mutmain olmasının istedim" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el- Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Ancak kalbimin mutmain olması için..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın dostluğundan mutmain olma mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ancak kalbimin mutmain olması için..." âyetini açıklarken:

“Dua ettiğim zaman duamı kabul edeceğini ve istediğimi vereceğini bileyim" mânâsındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Şuab'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid ve İbrâhîm(-i Nehaî):

“...Ancak kalbimin mutmain olması için..." âyeti hakkında:

“İmânıma daha fazla imân katmak için, anlamındadır" dediler.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve el- Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Biz şüphe etmede İbrâhim'den (aleyhisselam) daha fazla hak sahibiyiz. O: «Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster» demişti ki, Rabbi: «...İnanmıyor musun?...» buyurunca: «Hayır (inandım) ancak kalbimin mutmain olması için» demişti. Allah, Lût'a (aleyhisselam) rahmet eylesin.

O çok sağlam bir yere sığınmıştı. Eğer Yusuf'un (aleyhisselam) zindanda kaldığı kadar kalsaydım, beni oradan çıkarmak isteyen davetçiye icabet ederdim,"

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Eyyûb'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Ancak kalbimin mutmain olması için..." âyeti hakkında:

“Kur'ân'daki hiçbir âyet onun gibi ümit verici değildir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kendisi Abdullah b. Amr b. el-Âs'a:

“Senin için en fazla ümit verici âyet hangisidir" deyince:

“Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin..." âyetidir" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi:

“Bana göre en ümit verici âyet, Yüce Allah'ın: «İnanmıyor musun?» sorusuna karşılık, İbrâhim'in (aleyhisselam): «Hayır (inandım)» cevabını yeterli gördüğü âyettir. Bu şeytanın insan kalbine koyduğu vesvesedir."

İbn Ebî Hâtim'in, Haneş vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Öyleyse, dört kuş tut..." âyetini açıklarken:

“Bu kuşlar, kuğu, tavus, horoz ve güvercindir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor:

“O dört kuş, horoz, tavus, ekin kargası ve güvercindi."

Saîd b. Mansûr Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuab'da değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: kelimesini:

“Onları parçala" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesini açıklarken:

“Bu ifade Nabatice dilinde, onları ikiye böl, anlamına gelir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) kelimesini açıklarken:

“Bu ifade Nabatice dilinde "Onları kes" anlamındadır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“(.....) kelimesini açıklarken:

“Bu ifade Habeşlilerin dilinde, onları kesip kanlarını ve tüylerini birbirine karıştır, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesini açıklarken şöyle demiştir:

“Onları bağla, mânâsındadır. Onları bağladıktan sonra da kesti."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb:

“Ne kadar dil varsa mutlaka Kur'ân'da ondan bir şeyler vardır" dedi. Kendisine:

“Rumca ne var denilince:

“Onları kes mânâsında (.....) kelimesi vardır" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Ba s'ta, Ebû Cemre vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onları parçala..." âyeti hakkında:

“Onların kanatlarını kes ve her birini dörde ayır. Her bir parçayı da bir yere koy, kastedilmektedir" dedi. "...Sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler..." ayetini açıklarken de:

“Bu bir örnektir. Bu şekilde Yüce Allah ölüleri diriltecektir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“O, dört kuş alarak onları kesip etlerini, tüylerini ve kanlarını birbirine karıştırıp dört dağa koymakla emrolundu" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): (.....) âyetini açıklarken:

“Yanına al, anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Tâvus vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kuşların başlarını eline alarak onların parçalarını yedi dağa koydu. Birer birer toplanıp birleşen parçaların ve tüylerin başsız olarak dirilişlerine bakmaya başladı. Sonra başlarının yanına geldiler ve onları boyunlarına taktılar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İbrâhim'in İlâhı ismiyle gelin, diye çağırdı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: (.....) âyetini açıklarken:

“Ayaklarıyla koşarak gelmektir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): İbrâhim (aleyhisselam) horoz, tavus, ekin kargası ve güvercin alıp başlarını, ayaklarını ve kanatlarını kesti. Sonra bir dağa gidip oraya et, kan ve tüy koydu. Bu şekilde bunları dört dağa koydu. Sonra da:

“Ey birbirinden ayrılmış kemikler, etler ve kaslar! Toplanın, Allah ruhlarınızı size geri verecektir" diye seslendi. Bunun üzerine kemikler birbirine gelmeye, tüyler birbirine uçmaya ve kanlar birbirine akmaya başladı. Bu, her kuşun kanı, eti ve tüyü yerine dönene kadar böyle devam etti. Sonra Yüce Allah Ibrâhim'e (aleyhisselam) şöyle vahyetti:

“Sen ölüleri nasıl dirilttiğimi göstermemi istedin. Ben yeri yarattım ve onda batı, doğu, güney ve kuzeyden esen rüzgarı koydum. Kıyamet gününde Sûr üfürüldüğü zaman yeryüzünde olan, öldürülen ve ölenlerin hepsi bu dört kuşun dört dağdan toplandığı gibi geri toplanacaktır" dedi ve:

“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir...'" âyetini okudu.

Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster"' âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İbrâhim (aleyhisselam) Yüce Allah'ın ölüleri dirilteceğine inanmıştı, ancak görmek duymak gibi değildi. Allah ona dört kuş alıp kesmesini ve tüylerini yolmasını emretti. İbrâhim (aleyhisselam) onları kesip etlerini parça parça ederek hepsini birbirine karıştırdı. Onları dörde ayırdıktan sonra her bir parçayı bir dağa koydu. İbrâhim (aleyhisselam) onlardan bir tarafa çekilip, onları kesmeden önceki hallerine dönene kadar her parçanın kendi sahibine dönüşünü seyretmeye başladı. Sonra da kuşlar koşarak yanına geldiler."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

"Onların tüylerini ve etlerini yolup parça parça et, mânâsındadır" dedi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Atâ bu konuda:

“Onları parçala ve birbirine karıştır, mânâsındadır" dedi.

261

"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken:

“Her bir iyiliğin yedi yüz katıyla karşılık görmesinin açıklaması da budur" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında:

“Bu, Allah yolunda infakta bulunan kişiler hakkındadır. Bunların infak ettikleri yediyüz katıyla karşılık görür" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken:

“Tükenmez olan lutfundan dilediği kadar veren ve kime vereceğini bilendir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyet hakkında şöyle dedi:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret üzere biat edip de Medine'de yanında kalanlar ve izni olmadan bir yere ayrılmayan kişilerin her iyiliğine karşılık yedi yüz katı sevap vardır. İslam üzere biat edenin de her iyiliğine karşılık on katı sevap vardır."

İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim'in İmrân b. Husayn, Ali, Ebu'd-Derdâ, Ebû Hureyre, Ebû Umâme, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda infakta bulunan kişi, evinde oturuyor olsa bile her dirhemine karşılık yedi yüz dirhem karşılık (sevap) vardır. Her kim de Allah yolunda bizzat kendisi savaşır ve (bu yolda) infakta bulunursa, kıyamet gününde her dirhemine karşılık yedi yüz bin dirhem karşılık (sevap) vardır" buyurdu ve:

“...Allah, dilediğine kat kat verir..."âyetini okudu.

Buhârî, Târih'te, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah yolunda yapılan infak, yedi yüz kat olarak geri ödenir" buyurdu.

Ahmed, Müslim, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Mes'ûd'dan bildiriyor: Adamın biri yularlı devesini Allah yolunda tasadduk etti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde buna karşılık sana yularlı yedi yüz deve vardır" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibbân, Hâkim ve Şuab'da Beyhakî'nin Hureym b. Fâtik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda infakta bulunursa ona karşılık kendisine yedi yüz katı (sevap) yazılır. "

Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah katında yedi çeşit amel vardır. Bunların ikisinin karşılığı vacip olan, ikisi mislince ödenen, biri on misliyle ödenen, biri de yedi yüz misliyle ödenendir. Biri de sahibinin sevabını Allah'tan başka kimsenin bilmediği ameldir. Karşılığı vacip olan iki amel, halis bir şekilde ibadet eden ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kişiye Cennetin, Allah'a şirk koşup da ölen kişiye de Cehennemin vacip olmasıdır. Kötülük eden kişiye mislince ceza, iyilik etmeye karar verene de mislince sevap vardır. Bir iyilik edene on misli sevap vardır. Allah yolunda infakta bulunanın her dirhemine karşılık yedi yüz dirhemlik, her dinarına karşılık da yedi yüz dinarlık (sevap) vardır. Oruç Allah'ındır, onun sevabını da Allah'tan başka hiç kimse bilmez."

Taberânî, Muâz b. Cebel'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın zikriyle Allah yolunda cihad edene ne mutlu! Onun her kelimesinde yedi yüz bin sevabı vardır. Allah'ın arttıracağından başka her sevabı da on misli yazılır" buyurdu. Oradakiler:

“Ey Allah'ın Resûlü! Allah yolunda infak da aynı mı?" deyince:

“İnfak da aynı şekildedir" buyurdu.

Ravi Abdurrahman der ki: Muâz'a:

“Bir infak yedi yüz katıyla karşılık görür" dediğimde:

“Aklın azalmış, zira o, savaşa gitmeden infakta bulunup da evinde oturan kişi için geçerlidir. Eğer hem savaşır hem de infakta bulunursa, Yüce Allah rahmet hazinelerinde kulların bilmediği ve kulların görmediği şeyler saklamıştır. İşte onlar Allah'ın hizbindendir. Allah'ın hizbi galip gelenlerdir" karşılığını verdi.

Hâkim'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi sadaka daha üstündür?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Kulun, Allah yolunda hizmette bulunması veya Allah yolunda savaşanlara bağışlanan çadır gölgesi veya Allah yolunda bir hayvanı damızlık olarak vermesidir" buyurdu.

Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“En üstün sadaka, Allah yolunda savaşanlara bağışlanan çadır gölgesi veya onlara hizmet edecek bir hizmetçi veya Allah yolunda bir hayvanın damızlık olarak verilmesidir. "

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Zey b. Hâlid el- Cuhenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda bir savaşçıyı donatırsa savaşmış gibi olur. Kim de bir savaşçının geride kalan ailesini gözetirse yine savaşmış gibi olur. "

İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda savaşan birini tam bir şekilde (atından azığına kadar) donatırsa, o ölene veya dönene kadar aynı onun sevabı kadar sevap alır. "

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda bir savaşçıyı donatırsa savaşçının sevabı kadar sevap alır. Kim de bir savaşçının geride kalan ailesini gözetir, onların nafakasını karşılarsa yine savaşçının sevabı kadar sevap alır."

Müslim ve Ebû Dâvud, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Lihyan oğullarına:

“Her iki kişiden bir kişi çıksın" diye bir haber gönderdi. Sonra oturanlara:

“Kim savaşçının ailesine iyi vekil olursa savaşçının sevabı kadar sevap alır" buyurdu.

Ahmed, Hâkim ve Beyhakî'nin Sehl b. Huneyf'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda cihad eden kişiye veya başkasının borcunu yüklenip de zor durumda kalan kişiye veya mükâteb köleye yardım ederse, Yüce Allah gölgelerin olmadığı günde (kıyamet gününde) onu gölgesi altına alır."

İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim bir savaşçının başını ğölgelendirirse, kıyamet gününde Yüce Allah onu gölgelendirir. Kim Allah yolunda bir savaşçıyı donatırsa savaşçının sevabı kadar sevap alır. Kim de Allah için Allah'ın ismi zikredilsin diye bir mescid inşa ederse, Allah da Cennette ona bir ev inşa eder. "

Ahmed, Nesâî, Hâkim ve Beyhakî, Sa'sa'a b. Muâviye'den bildiriyor: Ebû Zer'e:

“Bana hadis söyle" dediğimde şu karşılığı verdi: Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman kullardan her kim Allah yolunda yanındaki maldan ikişer tane infakta bulunursa, mutlaka Cennetin bekçileri onu karşılar. Her biri de onu kendi kapısına davet eder" buyurdu. Ona:

“Bu nasıl olacak?" dediğimde:

“Eğer binekse iki binek, deveyse iki deve, sığırsa iki sığır vermendir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu... bir tohum gibidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Hac etmek için harcanan parayla cihad etmek için harcanan para aynı olup (Allah katında) karşılığı (sevabı) bire yediyüzdür. Çünkü ikisi de Allah yolunda yapılan bir harcamadır"

Ahmed, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin, Sünen'de Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Hac etmek için harcanan para, Allah yolunda harcanan para gibi olup (Allah katında) karşılığı (sevabı) bire yediyüzdür."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre Enes, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi:

“Hac etmek için harcanan para, Allah yolunda harcanan para gibi olup (Allah katında) bir dirhemin karşılığı (sevabı) yedi yüzdür. "

Ebû Dâvud ve Hâkim'in Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Namazın, orucun ve zikirin sevabı, Allah yolunda yapılan harcamanın sevabından yediyüz kat daha fazladır."

262

"Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incıtmeyenlerin, Rab'leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında:

“Yüce Allah verdikleriyle minnet edenleri bildi ve bu konuda önceden onları uyardı" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bazı topluluklar kendilerinden bir adamı Allah yolunda gönderir veya adamın birine infakta bulunup adama verdiği nafakayla başına kakıp eziyet ederlerdi. Başa kakması «Allah yolunda şunu şunu harcadım» deyip, ecrini Allah'tan beklememesidir. Nafaka verdiği adama da:

“Ben sana şunu şunu vermedim mi?" demesidir.

İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Berâ b. Âzib'e:

“Ey Berâ'! Annene nasıl nafaka veriyorsun?" diye sordu. Berâ ailesini bolca nafaka veren biriydi. O:

“Hesab etmiyorum" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ailene ve çocuklarına infak ettiğin sadakadır. Bu infakla başa kakıp eziyet etme" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İsraf etmeden ve kısmadan ailenize verdiğiniz nafaka, Allah yolunda verilmiş nafakadır. "

Taberânî, Ka'b b. Ucre'den bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı bunun kuvvet ve hırsını görünce:

“Ey Allah'ın Resûlü! Keşke bu adam Allah yolunda biri olsaydı" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Eğer küçük çocuklarının rızkını kazanmak için çıktıysa Allah yolundadır. Eğer yaşlı ve büyük olan anne babasının rızkını kazanmak için çıktıysa Allah yolundadır. Eğer kendi namusunu korumak için çıktıysa Allah yolundadır. Eğer riya ve kibir için çıktıysa şeytan yolundadır,"

Abdurrezzâk, Musannef’te, Eyyûb'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbının yanına bir tepenin başından bir adam yaklaştı. Ashâb:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu adam ne kadar kuvvetli, keşke bu kuvvetini Allah yolunda kullansaydı" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Allah yolunda olmak için illa bu yolda öldürülmek mi gerek? Anne babasının rızkını helalden kazanmak için yola çıkan kişi Allah yolundadır. Çocuklarının rızkını helalden kazanmak için yola çıkan kişi Allah yolundadır. Kendi rızkını helalden kazanmak için yola çıkan kişi Allah yolundadır. Kazanıp malını çoğaltmak için yola çıkan kişi şeytan yolundadır. "

Beyhakî'nin, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim anne babasının rızkını kazanmak için çalışırsa Allah yolundadır. Kim çocuklarının rızkını kazanmak için çalışırsa Allah yolundadır. Kim iffetini korumak için çalışırsa Allah yolundadır. Kim mal biriktirmek için çalışırsa şeytan yolundadır. "

Ahmed ve Sünen'de Beyhakî'nin Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda kendisinden artandan nafaka verirse (Allah katında bunun) karşılığı bire yediyüzdür. Kim de kendi nefsine ve ailesine infakta bulunursa veya bir hastayı ziyaret ederse veya zarar verici bir şeyi yoldan kaldırırsa, iyiliğin karşılığı bire ondur. Hakkıyla tutulan oruç kişiye kalkandır. Allah kişinin bedenine bir musibet verirse o musibet günahlarının kefareti olur. "

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Tirmizî, Nesâî'nin Ebû Mes'ûd el- Bedrî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişinin Allah rızasını gözeterek ailesine yaptığı harcamalar sadakası sayılır. "

Buhârî ve Müslim'in Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Allah rızasını gözeterek bir nafaka verdiğinde o nafaka sebebiyle Allah mutlaka ecrini verir. Hatta hanımının ağzına koyduğun lokma bile yine böyledir. "

Ahmed'in Mikdâm b. Ma'di Kerib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kendi nefsine harcadığın senin için bir sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin senin için bir sadakadır. Hanımına yedirdiğin senin için bir sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin senin için bir sadakadır. "

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişinin iffetini korumak için kendi nefsine yaptığı harcama sadakadır. Kişinin hanımına, çocuklarına ve ailesine yaptığı harcama da sadakadır."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişinin kendine, ailesine, çocuklarına, yakın ve akrabalarına yaptığı harcamalar onun için bir sadakadır."

Ahmed ve Ebû Ya'lâ'nın Amr b. Umeyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişinin ailesine yaptığı harcama onun için bir sadakadır. "

Ahmed ve Taberânî'nin İrbâd b. Sâriye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kişi hanımına su içirse bile ona sevabı verilir. "

Ahmed ve Taberânî'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kim iki kızına veya iki kız kardeşine veya iki kadın akrabasına Allah rızasını gözeterek onlara yetecek şekilde, Allah'ın nimetlerinden nafakalarını karşılarsa kıyamet gününde ateşe karşı ona perde olurlar. "

Taberânî ve Şuab'da Beyhakî, Avf b. Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir Müslümanın üç kızı olur da onları evlendirene kadar veya kendisi ölene kadar nafakalarını karşılarsa, mutlaka bu kişiler kendisine (kıyamet gününde) ateşe karşı perde olurlar" buyurdu. Kadının biri:

“İki kız olması durumunda yine aynı mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki kız da aynıdır" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim ve Tirmizî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Beraberinde iki kızı bulunan bir kadın yanıma girip benden yardım istedi. Ancak yanımda tek bir kuru hurmadan başka bir şey yoktu. Hurmayı kadına verdiğimde onu iki kızı arasında paylaştırdı, kendisi ondan yemedi ve sonra da kalkıp gitti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince durumu kendisine anlattım. Bunun üzerine:

“Kim kızlarıyla bir şeyden dolayı sınanırsa ve onlara iyi bakarsa bu kişiler kendisine (kıyamet gününde) cehenneme karşı perde olurlar" buyurdu.

Müslim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Yoksul bir kadın iki kızını taşıyarak yanıma geldi. Onlara üç tane kuru hurma verdim. Her kızına bir hurma verdi. Üçüncü hurmayı kendisi yemek için ağzına götürdüğünde kızları onu da yemek istedi. Bunun üzerine yemek istediği hurmayı da ikiye ayırıp kızlarına verdi. Bu hareketi hoşuma gitmişti. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda:

“Yüce Allah o hurma sebebiyle ona Cenneti vacip kıldı" veya:

“O hurma sebebiyle onu Cehennemden azad etti" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, el-Edebu'l-Müfred'de Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber:

“İki kıza buluğ çağına erinceye kadar bakan kişiyle bunlar gibi beraber Cennete gireceğiz" buyurdu ve iki parmağını gösterdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Hibbân'ın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki veya üç kızının, iki veya üç kız kardeşinin nafakasını kazanıp onlar ölene kadar veya kendisi ölene kadar kendilerine bakan kişiyle Cennette bunlar gibi beraber olacağız" buyurdu ve işaret parmağı ile yanındaki parmağı gösterdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İki kızı olan bir Müslüman, kızları yanında olduğu müddetçe veya kendisi kızlarının yanında olduğu müddetçe onlara iyilikte bulunursa, onlar sebebiyle muhakkak cennete girer."'

Bezzâr'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Akrabası olan veya olmayan bir yetimi himayesi altına alan kişiyle bunlar gibi Cennetteyiz" buyurdu ve iki parmağını gösterdi. Sonra şöyle devam etti:

"Kim üç kıza bakarsa o da Cennettedir. Onun sevabı, Allah yolunda cihad edenin ve gündüz oruç tutup geceyi ibadetle geçirenin sevabı gibidir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Hibbân'ın Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi veya üç kız yeğeni varsa ve Allah korkusuyla yanlarında kalarak onlara bakarsa (diğer bir lafızda:

“Onları güzel terbiye edip büyütür ve evlendirirse..." şeklindedir) buna karşılık ona Cennet vardır. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, el-Edebül-Müfred'de, Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Şuab'da, Beyhakî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kimin üç kızı varsa ve onları barındırıp merhamet ederek nafakalarını karşılarsa Cennet ona vacip olur." Oradakiler:

“Ey Allah'ın Resûlü! İki kız olsa da durum aynı mıdır" deyince:

“İki de olsa aynıdır" buyurdu. Orada bulunanlardan bazıları:

“Bir kızın durumu sorulsaydı Allah Resûlü bir kız için de aynı durumun geçerli olacağını söyleyecekti" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kimin üç kızı varsa ve onları barındırıp hüzünlü ve neşeli anlarında onlara sabrederse Yüce Allah onlar sebebiyle onu Cennete sokar." Adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! İki kız olsa da durum aynı mıdır" deyince:

“İki de olsa aynıdır" buyurdu. Yine biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bir kız olsa da durum aynı mıdır?" deyince:

“Bir de olsa aynıdır" buyurdu.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de ve Beyhakî'nin Şuab'da, Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kimin üç kızı varsa ve onlara sabrederek malından yedirir, içirir ve giydirirse, bu kızlar (kıyamet gününde) onunla Cehennem ateşi arasında perde olurlar."

263

"Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, Halîm'dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir)."

İbn Ebî Hâtim, Amr b. Dînâr'dan bildiriyor: Bize Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu söylendi:

“Allah katında hiçbir sadaka kişinin: «Yüce Allah'ın:

“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır..." buyurduğunu işitmedin mi?» demesinden daha sevimli değildir. "

İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En hayırlı sadaka, Müslümamn ilim öğrenip öğrendiğini de diğer bir Müslüman kardeşine öğretmesidir"

Murhibî, Fadlu'l-İlm'de ve Beyhakî'nin, Şuab'da Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman kişi Müslüman kardeşine, kendisiyle daha fazla hidayete ereceği ve kötü şeyden alıkoyacağı hikmetli bir sözden daha güzel bir şey hediye edemez. "

Taberânî'nin, Semure b. Cundub'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar yayılan bir ilimden daha güzel hiçbir sadakada bulunmadı."

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Verilebilecek en güzel sadaka, kişinin işittikten sonra gidip başka bir Müslüman kardeşine öğreteceği hak sözdür. "

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir)." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişinin, birine: «Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Allah sana rızık versin» demesi, onu azarlayan ağır sözler söylememesidir."

İbn Cerîr'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Zengin kişi zenginliğiyle, sabırlı kişi de sabrı ile kemâle eren kişidir" dedi.

264

"Ey îman edenler! Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bir infakta bulunup verdiği bu infakla başa kakanın ecri yok olur. Yüce Allah bunu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayaya benzetmektedir. Yüce Allah sadaka verip de sonra başa kakanın ecrini, yağmurun kayanın üstündeki toprağı silip götürmesi gibi silip götürmektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi: Yüce Allah müminlere:

“...Sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın...'" buyurmaktadır. Riyada bu şekilde sadakayı boşa çıkarır. İnsanlara gösteriş olsun diye sadaka verenin sadakası riya ile beraber, yağmurla kayanın üzerindeki toprağın gitmesi gibi gider.

Ahmed, Zühd'de , Abdullah b. Ebî Zekeriya'dan bildiriyor:

“Bana bildirilene göre kişi bir şeyde riya ile amel ederse daha önceki amellerini de boşa çıkarır."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Verdiğiyle başa kakan, anne babaya asi olan, devamlı içki içen, sihirbaz ve kâhine inanan kişiler Cennete girmeyecektir. "

Bezzâr ve Hâkim'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah kıyamet gününde üç kişiye (rahmet bakışıyla) bakmayacaktır. Bunlar anne babaya asi olan, devamlı içki içen ve verdiğiyle başa kokanlardır. Üç kişi de Cennete girmeyecektir. Bunlar da anne babaya asi olan, deyyus ve erkeğe benzemeye çalışan kadınlardır. "

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Mennân, Cennete girmeyecektir. Bu söz Allah'ın Kitâbı'nda (.....) âyetini okuyana kadar ağrıma giderdi."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Amr b. Hureys:

“Kişi bazen savaşa gider, çalmaz, zinaya bulaşmaz ve ganimete hainlik etme,z ama yine de sevap kazanmadan geri dönebilir" dedi. Kendisine:

“Bunun nedeni nedir?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi:

“Kişi savaşa gittiğinde, Allah'ın kendisine takdir etmiş olduğu bir belaya maruz kalırsa komutanına söverek savaştığı ana lanet eder ve:

“Bir daha bununla asla savaşa gelmeyeceğim" der. Bu kendisinin lehine değil aleyhinedir. Bu da Allah yolunda verilen sadakayı başa kakarak eziyet edip boşa çıkarmaya benzer ki Yüce Allah bunu:

“Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez" âyetiyle örneklendirmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bu taştır" dedi. (.....) ifadesi için de:

"Üzerinde bir şey bırakmadı, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Bu, kaya gibidir, mânâsındadır" dedi. (.....) âyeti hakkında ise:

“Onun üzerini temizleyip bir şey bırakmadı, mânâsındadır. Münâfığın da kıyamet gününde iyi amelinden geriye bir şey kalmayacaktır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Vâbil ifadesi yağmur anlamındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Vâbil" kelimesini açıklarken şöyle dedi:

“Vâbil, kuvvetli yağmur mânâsındadır. Kafirlerin kıyamet gününde işledikleri amellere yönelik Yüce Allah'ın verdiği bir örnektir. Başka bir âyette:

“Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.." buyurmuştur. Yağmurun, taşın üzerini temizlemesi gibi kıyamet gününde kafirlerin amelleri de heba olup gidecektir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Onu kupkuru, çok sert ve üzerinde bir şey bitmeyecek şekilde bıraktı, mânâsındadır" dedi.

Tastî, Mesâil'de İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Safvân" kelimesinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs:

“Sert ve kaygan taş mânâsındadır" karşılığını verdi. Nâfi:

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" deyince de, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Evs b. Hacer'in:

"Sırtı sanki üzerine yağ dökülmüş gibidir

Ona basan kayar, kaygan kaya gibidir" dediğini işitmedin mi?" Nâfi':

“Salden" kelimesini açıklar mısın?" deyince, İbn Abbâs:

“O da pürüzsüz ve kaygan taş mânâsındadır" karşılığını verdi. Nâfi':

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" deyince de, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Ebû Tâlib'in:

"Ben efendi biriyim ve Hâşimîlerin efendilerinin oğluyum

Doğrudur, atalarım cömertlikte sağlam kaya gibidir" dediğini işitmedin mi?

265

"Allah'ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyet hakkında:

“Bu, Yüce Allah'ın müminlerin amelleri için verdiği bir örnektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: (.....) âyetini açıklarken:

“Allah'ın rızasını kazanmayı ümid ederek, anlamındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında:

“Bunlar, nam ve gösterişi istemeyenlerdir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî: (.....) âyetini açıklarken:

“Şüphesiz olarak inananlar mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: (.....) âyetini açıklarken:

“Kalben mutmain olarak mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Tesbîten" kelimesini açıklarken:

“Mallarını nereye vereceklerine dikkat eder ve işlerini sağlam yaparlar, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Kişi sadaka vereceği zaman işini sağlama alırdı. Eğer (vereceği) Allah yolundaysa verir, eğer buna gösteriş karışmışsa vazgeçer vermezdi."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada niyet kastedilmiştir" dedi.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) lafzıyla, "ra" harfini esre ile okurdu, (.....) kelimesinin yerden yüksekçe bir arâzi anlamına geldiğini söylerdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelimesi için:

“Yüksekte düz bir arâzi, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Kendisinde nehirlerin akmadığı yüksekçe yer, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: (.....) âyetini açıklarken:

“Bolca yağmur almış bahçe, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî:

“Vâbil, bolca yağmur anlamındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Meyveleri iki kat vermiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“(.....) âyetini açıklarken:

“Bahçenin meyveleri iki kat verildi. Bunun için infakta bulunana da iki kat verilecektir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi için:

“Nem mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) kelimesi için:

“Hafif yağmur mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir:

“et-Tüll, hafif yağmur anlamındadır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor:

“Yüce Allah bunu müminin ameli konusunda örnek olarak vermiştir. Bahçenin bolca yağmur veya nem almasıyla ürünü değişmez. Her iki durumda da verimini verdiği gibi her ne olursa olsun müminin de sevabını verecektir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter..." âyetini açıklarken:

“Bu killi topraktır. Nem aldığında bereketli olur, bolca yağmur aldığında da kat kat ürün verir" dedi.

266

"Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor."

Zühd'de İbnu'l-Mübârek, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir gün Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına:

“Herhangi biriniz ister mi ki..." âyeti sizce ne konuda nâzil oldu?" diye sordu. Ashâb:

“Allah daha iyi bilir" karşılığını verince, Ömer hiddetlenip:

“Biliyor veya bilmiyoruz, deyin" dedi. İbn Abbâs:

“Ey müminlerin emiri! Benim bu konuda bir görüşüm vardır" deyince, Ömer:

“Söyle kardeşimin oğlu, görüşünü değersiz görme" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Bu, amele misal olarak verildi" dedi. Ömer:

“Hangi amele?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Bir amele" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Bu âyet, zengin olup da iyi ameller işleyen, sonra da Yüce Allah ona bir şeytan gönderince bütün amellerini boşa çıkarıncaya kadar günah işleyen kişi hakkında inmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ömer b. el- Hattâb:

“Bu gece beni uyutmayan bir âyet okudum" dedi. Sonra:

“Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun..." âyetini sonuna kadar okuyup:

“Bunda ne kastedilmektedir?" dedi. Ashâbdan bazıları:

“Allah daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Ömer:

“Ben de Allah'ın daha iyi bildiğini biliyorum. Ancak içinizden bu konuda bilgisi olan ve bu konuda bir şey işiten biri varsa bize haber versin diye sordum" dedi. Herkes susmuştu. Benim kısık sesle bir şeyler söylediğimi görünce:

“Söyle kardeşim oğlu, kendini değersiz görme" dedi. Bunun üzerine:

“Bununla amel kastedildi" dedim. Ömer:

“Hangi amel kastedildi?" deyince, bu konuda aklıma ne geldiyse söyledim. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi:

“Doğru söyledin ey kardeşim oğlu! Bununla amel kastedilmiştir. Âdemoğlu yaşlanıp çocukları çoğaldığı zaman, bahçesine en fazla ihtiyaç duyacağı zamandır. Yine Âdemoğlunun ameline en fazla ihtiyaç duyacağı zaman, kıyamet günüdür. Doğru söyledin kardeşim oğlu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah güzel bir örnek vermiştir ve O'nun bütün örnekleri güzeldir" dedi. Sonra:

“Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu... hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun..." âyetini okudu ve şöyle devam etti:

“Kişi genç iken bahçeyi ekip yetiştiriyor ve sonra yaşlanıyor. Ömrünün sonunda çocukları ve zürriyeti muhtaç durumda iken ateşli bir kasırga gelip bahçesini yakıyor. Bu kişinin bir daha bahçeyi ekip yetiştirme gücü de artık kalmamıştır. Çocuklarından malı olan biri de yoktur, işte kâfir kıyamet gününde bu konumdadır. Bu kişi Yüce Allah'ın huzuruna geldiği zaman nasıl bahçeyi bir daha işleme gücü olmadıysa oradada hayır işleme imkânı olmayacaktır. Malı olan evladı olmadığı gibi kendisine gideceği hayırlı bir ameli de olmayacaktır. En muhtaç anında ve zürriyeti daha zayıf iken bahçesinden mahrum edildiği gibi en muhtaç anında amelinden de mahrum edilecektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu örnek, sadakayı gösteriş olarak verenler içindir. Çünkü o, insanlara gösteriş olsun diye sadaka veriyor ve malı kendisinden gidiyor. Bu sebeple de Yüce Allah ona bir ecir vermemektedir. Kıyamet gününde sadakasına ihtiyaç duyduğu anda, onu gösterişin yakıp yok ettiğini görecektir. Tıpkı bahçesine emek eden ve yaşlandığında zürriyeti zayıf durumda iken, sam yelinin bahçesini yakıp yok ettiği yaşlı adamın bahçede bir şey bulamaması gibi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu örnek, ölene kadar Allah'a itaatte eksiklik eden kişi hakkındadır. Bu kişi, bahçesi yanan, yaşlılıktan dolayı onu bir daha ekemeyen ve çocukları da daha küçük olduğundan kendisine yardımcı olamayan adama benzer. Allah'a karşı itaatte kusur eden kişi, ölümünden sonra her şey için pişmanlık duyacaktır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Muleyke'den bildiriyor: Ömer bu âyeti okuyup:

“Bu örnek, salih ameller işleyen kişi için verilmiştir. Bu kişi ömrünün sonunda iken ve o salih amellerine en çok ihtiyacı olduğu zaman kötü ameller işler" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet amel için örnek verilmiştir. Kişi amellere salih amelle başlar ki bu kişi bahçe gibidir. Sonra ömrünün sonunda kötü ameller işler ve bu kötü amellere ölene kadar devam eder. Bahçeyi yakan ateşli (yıldırımlı) kasırga da kötü ameller üzere ölmesine örnek verilmiştir."

Abd b. Humeyd, Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Allah'ın Kitâbı'nda bir âyet buldum ki onu bana açıklayacak kimseyi bulamıyorum" dedi. Sonra:

“Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor" âyetini okudu. Bitirince İbn Abbâs:

“Ey müminlerin emiri! Benim bu konuda bir görüşüm vardır" dedi. Ömer:

“Niye kendini değersiz görüyorsun?" deyince, İbn Abbâs:

“Yüce Allah bunu örnek oalrak verdi" deyip şöyle devam etti:

“Herhangi biriniz ister mi ki, ömür boyu hayır ve saâdet ehlinin amelini işlesin, yaşlanıp eceli yaklaştığında, kemikleri inceldiğinde ve amellerini hayırlı bir amelle bitirmeye tam ihtiyacı varken, sapkınların amelini işlesin ve daha önceki amellerini de yaksın?" Bu, Ömer'in kalbine işledi ve hoşuna gitti.

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allahım! Benim en geniş rızkımı yaşlanacağım ve ömrümün biteceği zaman kıl" diye dua ederdi.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Şiddetli sıcağı olan sam yelidir" dedi.

Tastî, Mesâil'de , İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: (.....) kelimesini sorunca:

“Şiddetli bir rüzgârdır" dedi. Nâfi':

“Araplar böylesi bir kelimeyi bilir mi?" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilir. Şâirin:

"O intiham isteyen zayıf biridir

O çok hafiftir ve rüzgâr gibidir " dediğini işitmedin mi?"

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklıyor" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu, Yüce Allah'ın vermiş olduğu bir örnektir. Allah'ın vermiş olduğu örnekleri anlayınız. Çünkü Yüce Allah:

“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir" buyurmaktadır."

267

"Ey İman edenleri Kazandıklarınızın İyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın..."' âyetini açıklarken:

“Altından ve gümüşten, tahıldan ve meyveden olmak üzere zekat düşen her şeyden Allah yolunda harcayın, mânâsındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın..." âyetini açıklarken:

“Ticaretle kazandıklarınızdan ve meyvelerinizden Allah yolunda harcayın, mânâsındadır" dedi.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Beş veskten az kuru hurmaya zekât yoktur. Beş ukiyyeden az gümüşe zekât yoktur. Beşten daha az deveye zekât yoktur."

Müslim lafzında ise:

“Beş veskten az tahıl ve kuru hurmaya zekât yoktur" şeklindedir.

Müslim, İbn Mâce ve Dârakutnî'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Beş ukiyyeden az gümüşe zekât yoktur. Beşten daha az deveye zekât yoktur. Beş veskten az kuru hurmaya zekât yoktur. "

Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yağmur suları, pınar suları ve (kendiliğinden akıp gelen) nehir suları ile sulanan ürünlerde onda bir, kova ile (taşıma suyu ile) sulanan üründe ise yirmide bir zekât vardır. "

Ebû Dâvud, Nesâî ve Dârakutnî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yağmur sulan ve pınar suları ile sulanan ürünlerde ondabir, başka şeylerle (taşıma suyuyla) sulanan üründe ise yirmide bir zekât vardır. "

Tirmizî ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yağmur suları ve pınar sulan ile sulanan ürünlerde onda bir, kova ile (taşıma suyuyla) sulanan üründe ise yirmide bir zekât vardır. "

Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî'nin, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“At ve köle zekâtından sizleri muaf kıldım. Ancak her kırk dirheme bir dirhem olmak üzere gümüşün zekâtını getirin. Yüz doksan dirhemin (dört dirhem vereceğinizden başka) bir şeyi yoktur. Ancak iki yüz dirheme ulaşırsa o zaman beş dirhem zekâtını verirsiniz."

Dârakutnî ve Hâkim'in, Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Devenin, ineğin, koyunun ve elbisenin zekâtı vardır." Ravi der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elbise kelimesini (.....) şeklinde (.....) harfi ile söyledi.

Ebû Dâvud, Hubeyb b. Süleyman b. Semure vasıtasıyla babasından, o da dedesinden bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) satmak için hazırladığımızdan zekât vermemizi emrederdi."

İbn Mâce ve Dârakutnî, İbn Ömer ve Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her yirmi dinardan yarım dinar, her kırk dinardan da birer dinar (zekât) alırdı."

İbn Ebî Şeybe ve Dârakutnî'nin Amr b. Şuayb kanalıyla babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Beşten daha az deveye zekât yoktur. Kırktan az koyuna zekât yoktur. Otuzdan az sığıra zekât yoktur. Yirmi miskaldan az olan altına zekât yoktur. İki yüzden az olan dirheme zekât yoktur. Beş veskten az ürüne zekât yoktur. Kuru hurma, kuru üzüm, buğday ve arpada onda bir zekât vardır. Akarsu ile sulanan ürünlerde onda bir, kovayla (taşıma suyuyla) sulanan ürünlerde ise yirmide bir zekât vardır. "

İbn Mâce ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Amr b. Şuayb, babasından naklen şöyle dedi: Abdullah b. Amr'a mücevherin, incinin, değerli taşların, boncuğun, yer bitkilerinin, baklanın, acurun ve salatalığın zekâtı sorulunca şöyle dedi:

“Taşlarda ve sebzelerde zekât yoktur. Ancak buğday, arpa, kuru hurma, kuru üzüm ve darı gibi ürünlerde zekât vardır."

Dârakutnî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize dört şeyde zekâtı emretti. Bunlar, buğday, arpa, kuru üzüm ve kuru hurmadır."

Tirmizî ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Muâz, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektupla sebzelerin yani baklagillerin zekâtını sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlarda zekât yoktur" buyurdu.

Dârakutnî ve Hâkim, Muâz b. Cebel'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gökyüzünden yağmurla sulanan veya akarsu ile sulanan ürünlerde onda bir, taşımayla sulanan ürünlerde ise yirmide bir zekât vardır" buyurdu. Bu kuru hurma, buğday ve hububatlarda geçerlidir. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kavun, karpuz, nar ve kamış gibi şeylerden zekat almamıştır.

Dârakutnî'nin Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yeşilliklerin ve ariyyenin zekâtı yoktur. Beş veskten az olan ürünün, sulama işlerinde kullanılan hayvanların ve cebhe'nin zekâtı yoktur." Sakr b. Habîb:

“Cebhe, atlar katırlar ve köleler demektir" dedi.

Dârakutnî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yerin vermiş olduğu sebzelerin zekâtı yoktur."

Dârakutnî'nin, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sebzelerin zekâtı yoktur."

Bezzâr ve Dârakutnî'nin Talha'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber:

"Sebzelerin zekâtı yoktur" buyurdu.

Dârakutnî'nin, Muhammed b. Abdillah b. Cahş'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sebzelerin zekâtı yoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Dârakutnî'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“At ve köle zekâtından sizleri muaf kıldım. Fakat gümüşünüzün, ekinlerinizin, deve, sığır, koyun ve keçilerinizin zekâtını getirin. "

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Dârakutnî ve Hâkim, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Yemen'e gönderdi ve:

“(Zekât olarak) hububattan hububat, davar kısmından koyun veya keçi, develerden deve ve sığırlardan sığır al" buyurdu.

Mâlik, Şâfiî, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hayvan yaralanmasında, kazılan kuyuya düşüp yaralanmada ve maden (kazasındaki) yaralanmada bir ceza yoktur. Ancak bulunan hazinelerde beşte bir zekât vardır. "

Tirmizî ve İbn Mâce'nin İbn Mes'ud'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Otuz sığırdan bir yaşında bir dana veya bir düve, her kırk sığırdan da üç yaşında bir inek zekât verilir."

Dârakutnî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kendisiyle iş yapılan sığırların zekâtı yoktur. Her otuz sığırdan bir yaşında bir dana, her kırk sığırdan da üç yaşında bir dana veya inek zekât verilir. "

Tirmizî'nin Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“On ölçek balda bir ölçek zekât vardır."

Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden naklen bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zekât olarak baldan onda bir almıştır." Ebû Dâvud lafzında şöyle der:

“Mut'ân oğullarından Hilâl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) arılarının balının onda birini getirdi. Sonra Selebe denilen bir vadinin (arıları için) kendisine tahsis edilmesini istedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o vadiyi kendisine tahsis etti. Ömer b. el-Hattâb halife olduğu zaman Süfyân b. Vehb kendisine bir mektup yazıp o vadiyi sordu. Ömer ona cevap olarak şöyle yazdı:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ödediği gibi sana da öderse Selebe'yi ona tahsis et. Yoksa o arılar (bitkiler ile beslenen) yağmur sinekleridir. O arıların balını isteyen yer."

Şâfiî, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Ebû Bekr halife olduğu zaman Enes'i Bahreyn'e (zekât toplamak için) gönderdi ve ona şöyle bir ferman yazdı:

“Bu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara belirtmiş olduğu ve Yüce Allah'ın kendisine emretmiş olduğu zekâttır. Müminlerden, kimden buna uygun olarak zekât istenirse versin. Bundan daha fazlası istenirse de vermesin. Yirmibeş deveden daha aşağı olanlar (zekâtı) koyun olarak verir. Her beş deve artması halinde bir koyun daha verilir. Bunların sayısı yirmi beşe ulaştığında otuz beşe varana kadar içlerinde bir yaşını bitirmiş dişi deve varsa verilir. Yoksa iki yaşını bitirmiş erkek bir deve verilir. Otuzaltıdan kırkbeşe ulaşana kadar içlerinde iki yaşını bitirmiş dişi deve varsa verilir. Kırk altıdan altmışa kadar erkek deveden çekilebilecek üç yaşını bitirmiş dişi deve verilir. Altmış birden yetmiş beşe kadar dört yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Yetmiş altıdan doksana ulaşana kadar iki yaşını bitirmiş iki dişi deve verilir. Doksan birden yüz yirmiye ulaşana kadar erkek deveye çekilebilecek üç yaşım bitirmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirmiden sonra her kırk devede iki yaşını bitirmiş bir dişi deve ve her elli devede üç yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Zekât olarak verilecek develerin yaşında ihtilaf olursa durum şöyle olur: Zekâtı dört yaşını bitirmiş dişi bir deveye ulaşan kişinin yanında böyle bir deve olmayıp ta üç yaşını bitirmiş dişi devesi varsa o da kabul edilir. Ancak yanında varsa aradaki farkı kapatmak için ek olarak iki koyun veya yirmi dirhem gümüş verir. Zekâtı iki yaşını bitirmiş dişi bir deveye ulaşan kişinin yanında böyle bir deve olmayıp ta üç yaşını bitirmiş dişi devesi varsa o da kabul edilir. Ancak zekât memuru aradaki fark için mal sahibine iki koyun veya yirmi dirhem verir. Zekâtı iki yaşını bitirmiş dişi bir deveye ulaşan kişinin yanında böyle bir deve olmayıp ta bir yaşını bitirmiş dişi devesi varsa o da kabul edilir. Ancak yanında varsa aradaki farkı kapatmak için ek olarak iki koyun veya yirmi dirhem gümüş verir. Zekâtı bir yaşını bitirmiş dişi bir deveye ulaşan kişinin yanında böyle bir deve olmayıp ta iki yaşını bitirmiş erkek devesi varsa o da kabul edilir. Ancak yanında bir şey alınıp verilmez. Dört devesi bulunan kişiye zekât yoktur. Ancak sahibi vermek isterse verebilir.

Yayılan davarda ise zekât kırk taneden yüz yirmiye ulaşana kadar bir koyun verilir. Yüz yirmiden sonra iki yüze kadar iki koyun verilir. İki yüzden sonra üç yüze kadar üç koyun verilir. Üç yüzden sonra her yüz koyuna bir koyun verilir. Zekât alınırken yaşlı veya özürlü hayvan ve teke alınmaz. Zekat memuru dilerse bunu kabul eder. Zekât artar veya azalır korkusuyla ayrı sürüleri bir araya toplamak veya toplu olanı da ayırmak caiz değildir. İki kişinin bir araya toplanmış malından alınan sadaka ikisi arasında paylarına göre hesap edilir. Davarın sayısı kırktan aşağı ise zekatı yoktur. Ancak sahibi vermek isterse verebilir. Gümüşte onda birin dördü (kırkta bir) zekat verilir. Eğer mal (gümüş) sadece yüz doksan dirhemse zekâtı yoktur. Ancak sahibi vermek isterse verebilir. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, Zührî vasıtasıyla Sâlim'den o da babasından bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zekâtın nasıl verildiğiyle ilgili bir mektup yazdı ve kılıcının kınına koydu. Ancak onu kimseye veremeden vefat etti. Ebû Bekr vefat edene kadar zekât toplama işini o mektuba göre uyguladı. Sonra Ömer de zekât toplama işini bu mektuba göre uyguladı. O mektupta şöyle yazılıydı:

“Beş devede bir, on devede iki, on beş devede üç, yirmi devede dört koyun verilir. Yirmi beşten otuz beşe ulaşıncaya kadar bir yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Otuz beşten sonra kırk beşe ulaşıncaya kadar iki yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Kırk beşten sonra altmışa ulaşana kadar üç yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Altmıştan sonra yetmiş beşe ulaşana kadar dört yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Yetmiş beşten sonra doksana ulaşana kadar iki yaşını bitirmiş iki dişi deve verilir. Doksandan sonra yüz yirmiye ulaşana kadar üç yaşını bitirmiş iki dişi deve verilir. Develer bundan da çok ise her elli deveye üç yaşını bitirmiş bir dişi deve ve her kırk deveye iki yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir.

Koyunlarda ise, kırk koyundan yüz yirmi koyuna ulaşana kadar bir koyun verilir. Yüz yirmiden sonra iki yüze ulaşana kadar iki koyun verilir. İki yüzden sonra üç yüze kadar üç koyun verilir. Eğer koyunlar üç yüzdende fazla ise her yüz koyuna bir koyun verilir. Uç yüzden dört yüze ulaşana kadar bir şey verilmez. Zekât artar veya azalır korkusuyla toplu sürüyü ayırmak veya ayrı olanıda toplamak caiz değildir. İki kişinin bir araya toplanmış malından alınan sadaka ikisi arasında paylarına göre hesap edilir. Zekât alınırken yaşlı veya özürlü hayvan alınmaz."

Zührî der ki:

“Zekât memuru geldiği zaman sürü kötü, iyi ve vasat olmak üzere üçe ayrılır. Zekât memuru da vasat olandan alır."

Hâkim, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yemen ahalisine miras, sünnetler ve diyetler hakkında bir mektup yazıp Amr b. Hazm'la gönderdi. Amr bunu Yemen ahalisine okudu. Mektup şöyledir:

“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle! Allah'ın Peygamberi Muhammed'den, Ruayn'ın kiralı Şurahbîl b. Abdi Kulâl'a, Meâfir'in kiralı Hâris b. Abdi Kulâl'a, Hemdân'ın kiralı Nuaym b. Abdi Kulâl'a! Derim ki, elçiniz geldi ve ganimetlerden Allah için beşte bir verdiniz. Yüce Allah müminlere ürünlerden onda bir verilmesini farz kıldı. Yağmurla ve akarsu ile sulanan ekinlerden onda bir zekât verilir. Tabi beş vesk'i bulursa. Yirmi dört deveye ulaşana kadar yayılan her beş deveye bir koyun verilir. Yirmi dörde bir tane daha eklenir ve yirmi beş tane olurlarsa o zaman bir yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Eğer bir yaşını bitirmiş dişi bir deve bulunmazsa iki yaşını bitirmiş erkek bir deve verilir. Bu, otuz beşe ulaşana kadar öyledir. Otuz altıdan kırk beşe ulaşana kadar iki yaşını bitirmiş erkek bir deve verilir. Kırk beşten sonra altmışa kadar erkek deveden çekilebilecek üç yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir. Altmıştan sonra yetmiş beşe ulaşana kadar dört yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir. Yetmiş beşten sonra doksana ulaşana kadar iki yaşını bitirmiş iki dişi deve verilir. Doksandan sonra yüz yirmiye ulaşana kadar erkek deveden çekilebilecek üç yaşını bitirmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirmiden sonra her kırk deveye iki yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir. Her elli devede üç yaşını bitirmiş dişi bir deve verilir. Her otuz sığırdan bir yaşında bir dana veya bir düve ve her kırk sığırdan üç yaşında bir inek zekât verilir. Yayılan davarda ise kırk taneden bir tane koyun verilir. Bu yüz yirmiye ulaşana kadar öyledir. Ancak yüz yirmiden sonra iki yüze kadar iki koyun, iki yüzden sonra üç yüze ulaşana kadar üç koyun verilir. Üçyüzden sonra da her yüz koyuna bir koyun verilir. Zekât alınırken yaşlı veya özürlü hayvan ve teke alınmaz. Sadaka memuru dilerse bunu kabul eder.

Zekât artar veya azalır korkusuyla ayrı sürüleri bir araya toplamak veya toplu olanı da ayırmak caiz değildir. İki kişinin bir araya toplanmış malından alınan sadaka ikisi arasında paylarına göre hesap edilir. Gümüşte onda birin dördü (kırkta bir) zekât verilir. Her beş ukiyye gümüşe beş dirhem zekât verilir. Beş ukiyyeyi geçtiği zaman da her kırk dirheme bir dirhem verilir. Beş ukiyye gelmeyen gümüşün zekâtı yoktur. Yine her kırk dinara bir dinar zekât verilir. Zekât, Muhammed'e ve Muhammed'in Ehl-i beytine caiz değildir. Zekât verenlerin ruhları temizlenir. Zekât fakir müminlere, Allah yolunda ve yolculara verilir. Kölenin tarlanın ve çiftlikte çalışan hayvanların zekâtı yoktur. Bunların zekatı öşürle ödenmektedir. Müslüman kölenin ve atının zekâtı yoktur."

Mektupta bir de şunlar vardı:

“Kıyamet gününde Allah katında büyük günahların en büyüğü; Allah'a ortak koşmak, Müslümanı haksız yere öldürmek, Allah yolunda savaştan kaçmak, anne babaya asi olmak, iffetli kadına iftira atmak, sihir öğrenmek, faiz yemek ve yetim malı yemektir. Umre küçük haçtır. Kur'ân'ı ancak temiz kişiler tutabilir. Nikah olmadan talak olmaz. Köleyi satın almadan azad etmek olmaz. Sizden biriniz tek parça elbisesini tam giymeden namaz kılmasın. Yine sizden biriniz saçları başı üstünde bükülüp topuz yapılmış şekilde namaz kılmasın. Sizden biriniz tek parça elbiseyle omuzları açık bir şekilde namaz kılmasın."

Mektupta şunlar da yazılmıştı:

“Suçsuz yere bir mümini bilerek öldürene kısas uygulanır. Maktülün ailesi diyete razı olursa uygulanmaz. Birini öldürmenin diyeti yüz devedir. Burnun tamamen kesilmesi tam diyet, dilin kesilmesi tam diyet, dudakların kesilmesi tam diyet, teslislerin kesilmesi tam diyet, erkeklik organının kesilmesi tam diyet, belin kırılması tam diyet ve iki gözün çıkarılması tam diyettir. Tek ayak ta yarım diyettir. Kafatasına ulaşan yaralamalarda diyetin üçte biri, derin yaralamalarda diyetin üçte biri vardır. Kemiği yerinden oynatan yaralamalarda diyet olarak on beş deve, el ve ayak parmaklarından her parmak için on deve, her diş için beş deve diyet vardır. Kemiğe ulaşan yaralamada diyet olarak beş deve vardır. Kısas olarak kadına karşı erkek öldürülebilir. Altını olanlar diyeti bin dinar olarak öder. "

Ebû Dâvud, Habîb el-Mâliki'den bildiriyor: Adamın biri İmrân b. Husayn'a:

“Ey Ebû Nuceyd! Siz bize Kur'ân'da bulamadığımız bazı hadisler rivayet ediyorsunuz" deyince, İmrân kızarak:

“Her kırk dirhemden bir dirhem verileceğini Kur'ân'da görmüyor musunuz? Şu kadar şu kadar koyundan şu kadar şu kadar koyun ve şu kadar şu kadar deveden şu kadar şu kadar verileceğini görmüyor musunuz?" diye sordu. Adam:

“Hayır, görmüyoruz" deyince, İmrân:

“Öyleyse bunları kimden öğrendiniz, bizden öğrenmediniz mi? Biz de bunları Allah'ın Peygamberinden (sallallahü aleyhi ve sellem) öğrendik" karşılığını verdi.

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî, İbn Ömer'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını hür veya köle, erkek veya kadın fark etmeksizin bütün Müslümanlara kuru hurmadan veya arpadan bir sa' olarak farz kıldı."

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Dârakutnî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını orucu kötü sözlerden, çirkin hareketlerden temizleyici ve fakire yiyecek yardımı olarak farz kıldı. Kim onu bayram namazından önce verirse o, kabul edilmiş bir zekât olur. Kim de onu namazdan sonra verirse o sadakalardan bir sadaka olur."

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Dârakutnî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Biz, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında fıtır sadakasını büyük, küçük, köle veya hür herkes için yemeklerden bir sa' verirdik. Bu bir sa' yağsız peynir veya bir sa' arpa veya bir sa' kuru hurma veya bir sa' kuru üzümdür."

Ahmed, Ebû Dâvud ve Dârakutnî, Sa'lebe b. Suayr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bayramdan iki gün önce hutbeye kalktı ve her kişi için fıtır sadakası olarak bir sa' kuru hurma veya bir sa' arpa verilmesini emretti. Veya her iki kişi için bir sa' buğday verilmesini emretti. Bu kişiler büyük veya küçük, hür veya köle, erkek veya kadın, zengin veya fakir fark etmez. Zengin ise Allah onun günahlarını temizler, fakir ise Yüce Allah verdiğinden daha fazlasını kendisine ihsan eder.

Ahmed, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim, Kays b. Sa'd'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zekât âyeti indirilmeden önce bize fıtır sadakası vermemizi emretti. Ancak zekât farz kılındıktan sonra fıtır sadakasının verilip verilmemesi hakkında herhangi bir şey demedi. Biz bunu yine veriyorduk. Yine Ramazan orucu farz kılınmadan önce bize Aşure orucu tutmamızı emretti. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bunu tutmamızı emretmediği gibi tutmaktan da nehyetmedi. Biz yine bu orucu tutuyorduk."

Dârakutnî, İbn Ömer ve Hazret-i Ali'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını büyük veya küçük, erkek veya kadın, hür veya köle herkesin yiyeceğinden vermesini emretti."

Şâfiî, Câfer b. Muhammed kanalıyla babasından bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını hür veya köle, erkek veya kadın herkesin yiyeceğinden vermesini emretti."

Bezzâr, Dârakutnî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birini göndererek Mekke'nin ortasında:

“Fıtır sadakası; küçük veya büyük, erkek veya kadın, hür veya köle, köylü veya şehirli bir sa' arpa veya bir sa' kuru hurma olmak üzere her Müslümana hak ve vaciptir" diye seslenmesini emretti.

Dârakutnî ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ramazan sadakası olarak her kişiyi bir sa' kuru hurma veya bir sa' arpa veya bir sa' buğday vermeye teşvik etti."

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Hişâm b. Urve vasıtasıyla babasından, o da annesi Esmâ'dan bildirir:

“Müslümanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında fıtır sadakasını evlerinde yiyecek ölçtükleri müd veya sa' ölçeği ile verirdi. Bütün Medine halkı öyle yapardı."

Ebû Hafs b. Şâhîn'in, Fadâilu Ramadân'da, Cerîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan orucu, yer ve gök arasında asılı kalır, o ancak fıtır sadakası ile yükseltilir." İbn Şâhîn der ki:

“Garîb (tek kanallı) bir hadistir, ancak isnâdı ceyyiddir."

Mâlik, Şâfiî, Ruzeyk b. Hayyân'dan bildiriyor: Ömer b. Abdilazîz bana:

“Yanına geleceklerin görünen ticaret mallarına bak ve her kırk dinardan bir dinar al. Kırk dinarla yirmi dinar arasında olanları ise hesapla ve ona göre al. Eğer yirmi dinardan bir dinarın üçte biri eksik ise ondan bir şey alma" diye bir mektup yazdı.

Dârakutnî, Ebî Amr b. Hamâs'tan, o da babasından bildiriyor: Ben deri ve ok kuburu (sepeti) satarken yanıma Ömer b. el-Hattâb gelip:

“Malının sadakasını ver" dedi. Ona "Ey müminlerin emiri! Bunlar daha (ham) deridir (işlenmemiştir)" deyince:

“Malına bir değer koy ve sadakayı ayır" karşılığını verdi.

Bezzâr ve Dârakutnî, Semure b. Cündüb'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize bir kadının veya erkeğin yanında bulunan ve satılık olmayan işçi ve hizmetçi köleler için zekât verilmemesini emretti. Ancak satılık olanların da zekâtının verilmesini emretti."

Hâkim, Bilâl b. el-Hâris'ten bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kabliyye maden ocaklarının zekâtını aldı."

Şâfiî ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a amberin zekatı sorulunca:

“Bu denizin atmış olduğu bir şeydir. Eğer bunda ödenecek bir şey varsa o da beşte birdir" dedi.

Mâlik ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“Zeytinde onda bir zekât vardır" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Zeytinde onda bir zekât vardır" dedi.

Dârakutnî'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yayılarak beslenen atların her birinde bir dinar zekât vardır."

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Dârakutnî ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslümana, kölesinden ve atından dolayı zekâtı yoktur. Ancak kölesinin fıtır sadakasını verir."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Hâkim ve Sünen'de Beyhaki'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib:

“Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet, biz Ensâr topluluğu hakkında nâzil oldu. Biz hurma sahibiydik. Her kişi hurmasının azlığına veya çokluğuna göre hurma getirirdi. Kişi bir veya iki salkım hurma getirip onu Mescid'e asardı. Suffe ehlinin de yiyecek bir şeyi olmazdı. Suffe ehlinden biri acıktığı zaman asasıyla salkıma vurup düşen yaş ve kuru hurmalardan yerdi. Hayır yapmada pek hevesli olmayan bazı kişiler hurması değersiz ve kötü olan salkımı veya kırılmış hurma salkımını getirip Mescid'e asardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın" âyetini indirdi. Âyet, sizden birine, vermiş olduğu salkımın bir benzeri hediye edilse onu gözünü kapatıp utanarak alır, demek istiyordu. Bundan sonra da biz yanımızda bulunan malın en güzelini getirmeye başladık.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor:

“Bize iki bahçesi olan bir adam anlatıldı. O hurmanın en kötüsünü alıp ona çekirdek tutmamış hurmaları da karıştırarak sadaka olarak verirdi. Bunun üzerine âyet indi ve Yüce Allah onları ayıplayıp bunu yasakladı."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildiriyor: Münâfıklardan bazıları, Yüce Allah zekâtı emredince sadaka olarak yanlarındaki meyvelerinin en kötüsünü getirmeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın...'" âyetini indirdi"

Abd b. Humeyd, Câfer b. Muhammed'den, o da babasından bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını emrettiğinde adamın biri kalitesiz hurmayla gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hurmanın ne kadar çıkacağını (ve ne kadar zekât verileceğini) tahmin eden kişiye bu hurmayı kabul etmemesini emretti. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın..." âyetini indirdi.

Hâkim, Câfer b. Muhammed vasıtasıyla o da babasından bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) fıtır sadakası olarak bir sa' kuru hurma verilmesini emretti. Adamın biri kötü hurma getirince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullâh b. Revâha'ya:

“Bu hurmayı kabul etme" buyurdu. Bu olaydan sonra:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır" âyeti indi.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Sehl b. Huneyf'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadakayı emrettiği zaman adamın biri zayıf, henüz çekirdek tutmamış bir hurma salkımı ile geldi ve bıraktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp gelince:

“Bunu kim getirdi?" diye sordu. O zaman da kim ne getirirse bilinirdi. Bunun üzerine:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır" âyeti indi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadaka olarak ufak ve kötü olmak üzere bu iki çeşit hurmaların alınmasını yasakladı.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve el-Muhtâre'de Diyâ, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ucuz yiyecekleri satın alırlar ve bu yiyecekleri sadaka olarak verirlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ... Allah yolunda harcayın..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Ubeyde es-Selmânî'den bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib'e:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır" âyetini sorduğumda şöyle dedi:

“Bu âyet farz kılınan zekât hakkında indi. Eskiden kişi bahçesine gider ve hurmasını toplayıp iyi olanını bir tarafa ayırırdı. Zekât memuru geldiğinde de güzel olmayan hurmadan verirdi. Yüce Allah da bu konuda:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." buyurdu. Yani sizden hiç kimse bu hurmayı yemek için almak istemez, mânâsındadır."

İbn Cerîr, Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bildiriyor: Adamın biri Medine'de hurma salkımlarının asıldığı yere kalitesiz bir hurma salkımı astı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Bu nedir? Bu ne kötüdür" dedi. Bunun üzerine:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti nâzil oldu.

İbnu'l-Münzir, Ensâr'dan Muhammed b. Yahya b. Hibbân el-Mâzinî'den bildiriyor: Bizim kabileden bir adam sadaka olarak getirdiği cu'rûr, lîne, eyârih, kasare ve em'â-i fa're diye bilinen dört hurma çeşidiyle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Bunların hepsi de kalitesiz hurmadandı. Böylesi bir sadakayı ne Allah, ne de Resûlü kabul etmedi ve Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır"' âyetini indirdi.

Süfyân b. Uyeyne ve Firyâbî, Mücâhid'den bildiriyor: Önceleri bozuk ve kalitesiz hurmalarla tasaddukta bulunurlardı. Bundan nehyedilip güzel hurmalarla sadaka vermekle emrolundular. Bunun üzerine de:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti nâzil oldu.

Vekî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Eskiden kişi malının en kötüsünden zekât verirdi. Bu sebeple:

“"...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti nâzil oldu.

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Avf b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sopayla Mescid'e girdi. Mescid'de hurma salkımları asılıydı. Ancak kalitesiz bir salkım vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu salkımı sopayla dürterek:

“Bunun sahibi bundan daha güzelini tasadduk etseydi zarar etmezdi. Bu salkımın sahibi, kıyamet gününde kötü hurma yiyecektir" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kazandıklarınızın iyilerinden ... Allah yolunda harcayın..." âyetini açıklarken:

“Malınızın en güzelinden ve en temizinden tasaddukta bulunun, mânâsındadır" dedi. "...Göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyler..." âyetini açıklarken de şöyle dedi:

“Eğer birinde bir alacağınız olsa ve bu kişi size alacağınızı öderken kötü bir mal verse siz o malı güzel hesab ederek almaz, değerini düşürerek alırsınız. İşte:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..."âyetinden kasıt da budur. Yüce Allah:

“Kendi nefsinize istemediğinizi nasıl bana istersiniz? Benim sizdeki hakkım malınızın en güzeli ve en temiz olanıdır" der ve bu konuda:

“Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe iyiliğe erişemezsiniz..." buyurur.

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Ma'kil:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Müslümanın kazancı pis değildir. Ancak kötü mal ve sahte (eksik) dirhemle tasaddukta bulunma, zira onda hiçbir hayır yoktur. Yüce Allah'ın:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti da:

“Böylesi bir sadakayı geçerli saymayın, mânâsındadır."

İbn Mâce, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Berâ b. Âzib:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Zekât olarak kötüden verme kastında bulunmayın. Biliniz ki Yüce Allah'ın sadakalarınıza ihtiyacı yoktur."

Tastî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıkla deyince, İbn Abbâs:

“Size verilmesi halinde kabul etmeyeceğiniz, meyvelerinizin ve malınızın kötüsünden sadaka vermeye kalkışmayın, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi?" deyince de, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilir. A'şâ'nın:

"Onun hayır ve ihsânım ümid ederek

Bineğimi Muhammed'e doğru yönelttim " dediğini, yine:

"Kays'a doğru yöneldim ve aramızda

Nice zorlu ne uzun bir mesafe vardı" dediğini işitmedin mi?"

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Ubeyde'ye:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini sorduğumda şöyle dedi:

“Bu âyet, zekât hakkında inmiştir. Kişinin zekât dışında hayırda bulunacağı zaman değeri düşük para vermesinde bir sakınca yoktur. Ancak kişinin değeri düşük para ile tasadduk etmesi tek hurma ile tasadduk etmesinden daha hayırlıdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyler vermeye kalkışmayın..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Kişi malının zekâtını kötü hurmadan verirdi. Ama birinden alacağını istediği zaman kendisine kötü mal verilirse o malı ancak göz yumarak (müsamaha ederek) alır."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyler vermeye kalkışmayın..."âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Alacaklı olduğunuz kişiden veya bir şeyi satın alacağınız zaman, malın değersiz olmasından dolayı onu iyi olandan daha fazla bir değerle alırsınız. Böylesi kötü hurmaları da Medine'de (Mescid'de) asarlardı. Bunun için tasaddukta bulunacağınız zaman mutlaka malınızın iyisinden tasadduk edin."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Burada kötü hurma ve kurtlanmış buğday kastedilmektedir. Eğer birinden bir alacağın olsa ve bu kişi sana sahte (eksik) dirhem verse ve sen de alsan, onu hakkından vazgeçip de utanıp göz yumarak almış olmaz mısın?"

Vekî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın...'" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kötü malın çarşıda satıldığını görseniz ve satıcı size (bu malın) fiyatını düşürmese onu satın almazsınız" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer birinden bir alacağın olsa, o kişiden hakkından daha az olanı almaya razı olmazsın. Peki, Allah'a yaklaşmak için nasıl oluyor da malın en kötüsünü vermeye razı oluyorsun."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kötü malı iyi mal değerinde almazsınız. Ancak bunu size iyi olandan daha ucuza sayarsa alırsınız."

Ebû Dâvud ve Taberânî'nin, Abdullah b. Muâviye el-Gâdirî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey var ki bunları yapan kişi imanın tadını tatmış olur. Kişinin tek olan Allah'a kulluk edip de ondan başka ilah olmadığına inanması, içinden gelerek (severek) malının zekâtını her sene vermesi ve verirken de, yaşlı, uyuz, hasta ve kötü olmaksızın malın orta olanından vermesidir. Zira Yüce Allah sizden malınızın en iyisini istemediği gibi en kötüsünü de vermenizi emretmemiştir,"

Şâfiî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Ebû Süfyân'ı Tâif'te zekât toplamak için görevlendirdi ve ona şöyle dedi:

“Evde besledikleri (evcil) koyunu, gebe koyunu, sütünü kullandıkları koyunu, etlik için beslenen ve damızlık olarak kullandıkları koçları da da kendilerine bırakacağını onlara bildir. Küçükbaş hayvanlar içinden dişi oğlak, bir ve iki yaşında olan koyunlardan al. Davarın en iyisi ve kuzu arasındaki denge bu şekilde sağlanmış olur."

Şâfiî, Adiy oğullarıne mensup Si'r'den bildiriyor: İki adam geldi ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi insanların malından sadaka toplamak için gönderdi" dediler. Bunun üzerine onlara gebe bir koyun getirdim. Onu almayıp:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize gebe koyun almamızı yasakladı" dediler. Onlara vasat bir koyun getirince de aldılar.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Hâkim, Ubey b. Ka'b'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni zekât memuru olarak göndermişti. Bir adamın yanına uğradığımda bana bütün malını topladı. O hayvanların zekâtının bir yaşını bitirmiş dişi bir deve olduğunu gördüm ve adama:

“Bir yaşını bitirmiş dişi bir deve ver. Bu, senin zekâtındır" dedim. Adam:

“Bunun ne sütü, ne de sırtı (taşıma durumu) vardır. Ancak bu genç ve tam besili bir devedir, sen bunu al" karşılığını verdi. Ona:

“Almam emredilmeyen bir şeyi şeyi alamam. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sana yakındır, dilersen git bu durumu ona sor" dedim. Adam:

“Tamam" karşılığını verdi ve deveyi de alıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittik. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına vardığımızda adam durumu haber verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer hayırda bulunuyorsan Allah sana ecrini verecektir. Biz de bunu senden kabul ettik" buyurdu. Sonra ondan deveyi almamı emredip onun malına bereket duası yaptı.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre'den: Temiz bir dirhem benim için yüz bin (pis) dirhemden daha iyidir" dedi ve:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Kazandıklarınızın iyilerinden... Allah yolunda harcayın..."' âyeti hakkında:

“Burada helal kazanç kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ma'kil:

“...Kazandıklarınızın iyilerinden... Allah yolunda harcayın..." âyeti hakkında:

“Burada helal kazanç kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın..." âyeti hakkında:

“Burada haram kazanç kastedilmektedir" dedi.

Beyhakî'nin, Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kul haram para kazanıp ondan infak edip sadaka verdiği zaman ne malı bereketli kılınır, ne de sadakası kabul edilir. Arkasında bıraktığı malı da ancak ona Cehennem azığı olur. Yüce Allah kötülüğü kötülükle silmez, ancak kötülüğü iyilikle siler. Pis olan şey de pis olanı temizlemez. "

Bezzâr'ın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Haram sadaka günahı temizlemez. Ancak helal sadaka günahı temizler. "

Ahmed'in, Zühd'de bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Kazanç temiz olursa nafakanın sevabı çoğalır. Haram sadaka da günahı temizlemez" dedi.

Ahmed, Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor:

“Allah yolunda helal para kazanmak pek azdır. Haram para kazanıp da onu yerli yerince harcayan kişi, yetim malı yiyip dul kadının ihtiyaçlarını gideren biri gibidir. Haram para kazanıp da haram yerde harcayan kişinin durumu, ilacı olmayan müzmin hastalık gibidir. Kişinin helal para kazanıp da helal yerde harcaması, suyun bir kaya üzerindeki toprağı yıkayıp temizlemesi gibi onun günahlarını temizler."

İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zekâtı ödediğin zaman üzerine düşen görevi yapmış olursun. Haramdan mal toplayıp da sonra tasaddukta bulunan kişinin bu tasadduktan bir sevabı yoktur. Ayrıca günahı da kendisine aittir. "

Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kazanılan temiz para, zekât vermeyerek kirlenir. Kirli para da zekât vererek temizlenmez."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi helal parayla hacca gideceği zaman daha ayağını üzengiye koyup: «Lebbeyk Allahümme lebbeyk» dediğinde, semâdan biri: «Ben sana geldim ve emrindeyim. Azığın helal, bineğin helal, haccın şüphesiz kabul edilmiştir» diye karşılık verir. Bu giden kişi haram parayla gideceği zaman ayağını üzengiye koyup: «Lebbeyk Allahümme lebbeyk» dediğinde, semâdan biri: «Sana ne gelir, ne de emrine gireriz! Azığın da, harcaman da haramdır. Şüphesiz haccın da kabul edilmemiştir» diye karşılık verir.

İsbehânî'nin, et-Terğîb ve't-Terhîb'te Ömer b. el-Hattâb'ın azatlı kölesi Eslem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Haram parayla hacca giden kişi: «Lebbeyk Allahümme lebbeyk» dediğinde, Yüce Allah: «Sane ne gelir, ne de sözünü dinleriz! Haccın da sana iade edilmiştir (kabul edilmemiştir)» karşılığını verir."

Ahmed, Ebû Burde b. Niyâr'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) en üstün kazancın ne olduğu sorulduğunda:

“Dürüst ticaretin kazancı ile kişinin kendi elinin emeğidir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Saîd b. Umeyr'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) en temiz kazancın ne olduğu sorulduğunda:

“Kişinin kendi elinin emeği ve dürüst ticaretin kazancıdır" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Yüce Allah:

“Kazandıklarınızın temizinden yiyiniz. Çocuklarınız sizin en iyi kazancınızdandır. Çocuklarınız da malları da sizindir" buyurmuştur.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin yediğinin en güzel olanı kendi kazandığıdır. Çocuğu da kişinin kendi kazanandandır. "

Abd b. Humeyd, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kişinin yediğinin en güzel olanı kendi kazandığıdır. Çocuğu da kişinin kendi kazanandandır. Çocuk babasının malından ancak onun izni ile alabilir. Baba ise izinsiz olarak çocuğunun malından dilediğini alır."

Abd b. Humeyd, Âmir el-Ahvel'dean bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Çocuklar üzerinde ne gibi haklarımız vardır?" dediğinde:

“Onlar sizin en güzel kazancınızdır, malları da sizindir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Muhammed b. el-Münkedir'den bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Benim malım ve çocuklarım vardır. Babamın da malı ve çocukları vardır. Ancak babam benin malımı alıyor" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen de, malın da babanıza aitsiniz" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor:

“Baba, çocuğunun ailesi dışında malından dilediğini alabilir."

Abd b. Humeyd, Şa'bî'den bildiriyor:

“Kişiye çoçuğunun malı helaldir."

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Anne ve baba, çocuğunun malından dilediğini alabilir. Çocuk da babasının malından ancak onun rızasıyla alabilir."

Abd b. Humeyd, İbrâhim(-i Nehaî)'den bildiriyor:

“Kişi çocuğunun malından ancak ihtiyacı olan yiyecek, içecek ve giyecek cinsinden şeyler alabilir."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Zührî'den bildiriyor:

“Kişi çocuğunun malından ancak ihtiyacı olan nafakasını normal bir şekilde (aşırıya kaçmaksızın) alabilir. Babanın çocuğa bakmış olduğu gibi çocuk da babaya bakar. Babanın maddi durumu iyi ise kendi malını azaltmamak için çocuğunun malından alamaz. Veya çocuğundan aldığını helal olmayan bir yere harcayamaz."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Kişi çocuğunun malından dilediğini alabilir. Eğer çocuğunun yanında hoşuna giden bir cariye varsa onu da alabilir." Katâde:

“Cariye hakkındaki Hasan'ın sözünü beğenmedim" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Zührî'den bildiriyor:

“Yetim kişinin annesi muhtaç biri ise ona yetimin malından nafakası verilir. Ancak maddi durumu iyi ise hiç bir şey alamaz."

268

"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaadediyor. şüphesiz Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir."

Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve Şuab'da Beyhakî'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanoğluna şeytanın verdiği düşünce ve meleğin verdiği ilham vardır. Şeytanın verdiği düşünce onu kötülüklere götürmek ve hakkı yalanlamaktır. Meleğin ilhamı ise hayırlara vesile olup hakkı doğrulamaktır. Kim içinde bunu (hayırlara yönelip hakkı doğrulamayı) hissederse bunun Allah'tan olduğunu bilip Allah'a hamd etsin. Kim de içinde diğerini (kötülüklere gitmeyi ve hakkı yalanlamayı) hissederse şeytandan Allah'a sığınsın" buyurdu ve:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder..."' âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İki şey Allah'tan, iki şey de şeytandandır. İşte:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder..." âyeti de şeytanın:

“Malını tasadduk etme yanında tut. Ona ihtiyacın olacaktır" demesi mânâsındadır. "Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaadediyor..."âyetinde ise, Allah'ın bu ma'siyetlerinizi affedeceğini ve rızık vereceğini vaad etmesidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaadediyor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Allah'ın çirkinliklerinizi affedeceğini ve fakirliğinizi giderip rızık vereceğini vaad etmesidir."

İbnu'l-Münzir, Hâlid er-Rab'î'den bildiriyor: Yüce Allah'ın Kur'ân'da zikretmiş olduğu şu üç âyete şaşırdım. Birincisi:

“Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim" âyetidir. Yüce Allah kendisiyle kulu arasında bir vasıta bırakmadı. Bu, peygamberlere has bir şeydi; ancak bunu bu ümmete de verdi. İkincisine gelince:

“Artık beni anın, ben de sizi anayım..." âyetidir ki bu âyette durup iyice düşün. Buna tüm kalbinle inanırsan zikrin devamlılığından dolayı dudakların hiç kurumazdı. Üçüncüsü ise:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet vaadediyor...'" âyetidir.

Ahmed, Zühd'de , İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“İnsanoğlu Allah ve şeytan arasında atılan bir şey gibidir. Allah kulunun kalbinde imandan bir şey olduğunu görürse onu şeytandan korur. Eğer görmezse onu şeytanla baş başa bırakır."

269

"Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Kur'ân'ı bilmek (anlamak), neshedeni, neshedileni, muhkemini, müteşâbihini, öncesini, sonrasını, helalini, haramını ve misallerini bilmektir."

İbn Merdûye'nin Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk ve İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini okudu ve:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'dır" buyurdu. Yani Kur'ân'ın tefsiridir. İbn Abbâs:

“Kur'ân'ı iyiler de, kötüler de okumuştur" dedi.

İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt Kur'ân'dır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyeti hakkında:

“Burada hikmetten kasıt, peygamberliktir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Burada hikmetten kasıt, peygamberlik değildir. Kur'ân'ı, ilmi ve fıkhı bilmek demektir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'ı hükümleriyle anlamaktır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Kur'ân'ı okumak ve onu düşünmektir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû'l-Âliye:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'ı okumak ve onu anlamaktır" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'dır ve Yüce Allah Kur'ân hakkında doğru düşünmeyi dilediğine verir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'ı anlamaktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, doğru konuşmaktır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'da derin bilgi sahibi olmak demektir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Kur'ân'dır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Allah, hikmeti dilediğine verir..." âyetini açıklarken:

“Burada hikmetten kasıt, Allah korkusudur. Çünkü Allah korkusu her hikmetin başıdır" dedi ve:

“...Allah'ın kulları arasında O'ndan korkan, ancak bilginlerdir..." âyetini okudu.

Ahmed, Zühd'de Hâlid b. Sabit er-Rabî'den bildiriyor: Dâvud'a (aleyhisselam) inen Zebur'da, giriş olarak:

“Hikmetin başı, Allah korkusudur" yazılı olduğunu gördüm.

İbn Ebî Hâtim, Matar el-Varrâk'tan bildiriyor:

“Bize hikmetin Allah'tan korkmak ve Allah'ı bilmek olduğu söylendi."

İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Korkmak, hikmet demektir. Allah'tan korkan kişi de hikmetin en güzeline ermiş olur."

İbn Ebî Hâtim'in, Mâlik b. Enes'ten bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem şöyle dedi:

“Hikmet, akıl demektir. Bana göre hikmet Allah'ın dininde fakih olmak demektir. Hikmet, Yüce Allah'ın kalplere rahmetinden ve faziletinden koyduğu bir şeydir. Bir kişiyi dünya işlerine baktığı zaman onun çok akıllı olduğunu görüyoruz. Diğer bir kişiyi de dünya işlerinde zayıf, dininde ise âlim ve doğru görüşlü olduğunu görüyoruz. Yüce Allah ona din bilgisi verip dünya bilgisinden de mahrum bırakmaktadır. Ama esas hikmet, Allah'ın dininde derin bilgi sahibi olmaktır."

İbn Ebî Hâtim, Mekhûl'dan bildiriyor: Kur'ân, peygamberliğin yetmiş iki bölümünden bir bölümdür. Bu da Yüce Allah'ın:

“Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir" buyurmuş olduğu hikmettir.

İbnu'l-Münzir, Urve b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Yumuşak (huylu) olmak hikmetin başıdır.

Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân' da Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim Kur'ân'ın üçte birini okursa ona peygamberliğin üçte biri verilir. Kim Kur'ân'ın yarısını okursa ona peygamberliğin yarısı verilir. Kim Kur'ân'ın üçte ikisini okursa ona peygamberliğin üçte ikisi verilir. Kim Kur'ân'ın tümünü okursa ona peygamberlik verilir ve kıyamet gününde kendisine: «Oku ve her âyette yüksel» denilir. Bütün bildiklerini okumayı bitirince ona: «Ellerini kapat» denilir. O da ellerini kapatır. Kendisine: «Ellerinde ne olduğunu biliyor musun?» denildiğinde, ellerini açıp bakacak ve sağ elinde Huld Cennetinin, diğer elinde de Naim Cennetinin bulunduğunu görecektir."

Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kur'ân'ı ezberleyen kişinin omuzlarına peygamberlik iner. Ancak ona vahiy gelmez. Kur'ân'ı okumaya nail olup da başkasına verileni kendisine verilenden daha üstün görürse, Allah'ın küçültüğünü büyütmüş, büyüttüğünü de küçültmüş olur. Kur'ân'ı ezbere bilen kişinin, Kur'ân içindeyken zenginliğin arkasından koşanlarla ve cahillik edenlerle beraber olması ona yakışık almaz. "

Hâkim'in Abdullah b. Ebî Nehîk'ten bildirdiğine göre Sa'd şöyle demiştir:

“Ey kazanmak isteyen tüccarlar! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: «Kur'ân'da teğanni etmeyen kişi bizden değildir.»" Süfyân b. Uyeyne:

“Teğanniden kasıt, onunla zenginleşmektir" dedi.

Bezzâr, Taberânî ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân'da teğanni etmeyen kişi bizden değildir" buyurdu.

Bezzâr'ın Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kur'ân'da teğanni etmeyen kişi bizden değildir.'"

Taberânî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Kadının biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Benim kocam fakir biridir ve hiçbir şeye gücü yetmiyor" deyince, adama:

“Kur'ân'dan okuduğun (bildiğin) bir yer var mıdır?" diye sordu. Adam:

“Filan sûreyi okuyorum (biliyorum)" karşılığını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama:

“Aferin, aferin" deyip kadına da:

“Kocan zengin biridir" buyurdu. Bunun üzerine kadın kocasından ayrılmadı. Daha sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Allah bize bolca rızık verdi" dedi.

Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da, Ebu Umâme'den bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Filan oğullarının hisselerini aldım ve ondan şu kadar kâr ettim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana bundan daha fazla kârlı bir şey söyleyeyim mi?" deyince, adam:

“Niye bundan daha kârlı bir şey var mıdır?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin on âyet öğrenmesi bundan daha hayırlıdır" buyurdu. Adam gitti ve on âyet öğrenince geri dönüp bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, kişiye bir âyet okur ve ona:

“Bunu öğren, bu senin için yeryüzü ve gökyüzü arasındakilerden daha hayırlıdır" derdi. Hatta Kur'ân'ın bütün âyetleri için hep böyle derdi.

Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Birinize:

“Eğer sabaha köye gidersen sana dört genç deve vardır denilseydi:

“Ben giderim" derdi. Ancak kişi Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet ezberlemiş olarak sabahlarsa onun için onaltı deveden daha hayırlıdır." Ravi der ki:

“İbn Mes'ûd bununla beraber çok şey de saydı" demiştir.

Beyhakî'nin, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey tüccarlar topluluğu! Biriniz çarşıdan döndüğü zaman on âyet okumaktan aciz midir? Yüce Allah size her âyette bir sevap yazar. "

Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kur'ân okunan evin hayrı artar, okunmayan evin ise hayrı azalır" buyurmuştur.

Ebû Nuaym, Fadlu'l-îlmi ve Riyâdetu'l-Muteallimîn'de ve Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kur'ân öyle bir zenginliktir ki ondan sonra fakirlik olmaz ve ondan başka (gerçek) zenginlik de yoktur. "

Târih'te Buhârî ve Beyhakî'nin Recâ' el-Ganevî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah kişiye Kur'ân'ın hıfzını verir de kişi kendisine en güzel şeyin verilip verilmediği şüphesine düşerse hakkı bilerek inkâr etmiş olur."

Beyhakî'nin, Semure b. Cündüb'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her güzel ahlâklı kişi güzel terbiye vermek ister. Yüce Allah'ın terbiyesi de Kur'ân'dır, onu terketmeyin."

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Yüce Allah her âyet indirdiğinde kulunun bu âyetin neden indiğini ve bu âyetle ne kastedildiğini bilmesini sever."

Abd b. Humeyd'in Ebû Kılâbe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yeryüzünden ilk kaldırılacak olan şey ilimdir" buyurunca, ashâb:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kur'ân da kaldırılacak mı?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır, ancak onu öğretenler ölecektir"- veya- "Onu tefsir edip açıklayanlar ölecektir. Kalanlar da onu kendi hevalarına göre tefsir edeceklerdir" buyurdu.

İbn Cerîr ve Şuab' da Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) on âyet öğrendiğimiz zaman bu âyetlerde neler olduğunu öğrenmeden inen diğer on âyeti öğrenmezdik." Şerîk'e:

“Öğrenmeden kasıt, onunla amel etmek mi?" diye sorulunca:

“Evet" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Murhibî, Fadlu'l-İlm'de Ebû Abdurrahman es-Sülemî'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından Kur'ân'ı öğrenenler bize şöyle anlattılar:

“Onlar, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) on âyet öğrenir ve bu on âyetin ilim ve amel olarak neler kapsadığını öğrenmeden diğer bir on âyeti öğrenmezlerdi. Biz de bu şekilde ilmi ve ameli öğrendik."

Taberânî, M. el-Evsat'ta İbn Ömer'den bildiriyor:

“Ben o zamandan kısa bir süreyi yaşadım. Bizden her kişi Kur'ân'ı öğrenmeden önce iman edip inanırdı. Sûreler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilince helal-haramı öğrenir ve sizin gibi okuduğumuzu anlayıp nerede durup düşüneceğimizi bilirdik. Bilâhare Kur'ân geldikten sonra iman eden kişiler gördüm. Kur'ân'ı Fatiha'dan sonuna kadar okurlar ve onun neyi emredip neyi de yasakladığını anlamazlar, onunla amel de etmezlerdi. Onu kalitesiz hurmanın sergiye serilmesi gibi sererlerdi."

Tirmizî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hikmetli söz, müminin kaybulmuş malı gibidir. Onu bulduğu yerde almakta hak sahibidir."

Ahmed'in, Zühd'de Mekhûl'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim Yüce Allah'a karşı kırk gün samimiyetle ibadet ederse, hikmet pınarları kalbinden diline akar."

Ebû Nuaym, Hilye'de Mekhûl vasıtasıyla Ebû Eyyûb el-Ensârî'den merfû olarak aynısını rivayet etti.

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Lokmân (aleyhisselam) oğluna: «Ey oğlum! Daima âlimlerle beraber oturup onların sözünü dinle. Yüce Allah ölü toprağı yağmurla canlandırdığı gibi ölü kalbi de hikmet nuruyla diriltir» dedi. "

Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Haset ancak şu iki şeyde olabilir. Allah'ın birine mal verip de o malı hak yolda harcamasında muvaffak kılması ve Allah'ın birine hikmet verip de o hikmet ile amel edip onu öğretmesindedir. "

Beyhakî'nin Şuab'da Yezîd b. el-Ahnes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ancak şu iki şeyde aranızda gıpta olabilir: Yüce Allah birine Kur'ân'ı verip de, bu kişinin onu gece ve gündüz okuyup onunla amel etmesi halinde, diğer birinin: «Eğer Allah bana filan kişiye verdiği gibi verirse onunla o kişinin amel ettiği gibi amel edeceğim» demesidir. Bir adama da, Yüce Allah mal verip de o malı infak edip tasadduk etmesi halinde, birinin: «Eğer Allah bana filan kişiye verdiği gibi verirse onu tasadduk ederdim demesidir.»" Adamın biri:

“Cesarette de gıpta olur mu?" deyince:

“Bu onlara benzemez, köpek de ailesini cesaretle korur" karşılığını verdi.

Buhârî, Müslim ve İbn Mâce'nin Muâviye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah birinin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar."

Ebû Ya'lâ'nın Muâviye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah birinin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar. Fakih kılmadığı kişiyi de önemsemez"

Bezzâr ve Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah birinin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar, ona hidayeti ilham eder."

Taberânî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En üstün ibadet, fikıh öğrenmektir. Dinde ise en üstün mertebe takvadır. "

Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Murhibî'nin, Fadlu'l-îlm'de Huzeyfe b. el-Yemâni'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İlim öğrenmek ibadetten daha hayırlıdır. Dinde ise en üstün mertebe takvadır. "

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Az ilim çok ibadeten daha hayırlıdır. Kişi Allah'a ibadet ederse ona fıkıh yeter. Kişiye cahillik olarak da kendi görüşünü beğenmesi yeter. "

Taberânî'nin Hazret-i Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir kazanan sahibini hidayete erdirecek veya kötü yoldan geri çevirecek ilimden daha güzel bir şey kazanmamıştır. O aklı selim olmadan dini ayakta durmaz. "

İbn Mâce'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey Ebû Zeri Sabahladığında Yüce Allah'ın Kitabından bir âyet öğrenmen yüz rekat (nafile) namaz kılmandan daha hayrlıdır. Yine sabahladığında, kendisiyle amel edilsin veya edilmesin, bir ilmi öğrenmen, bin rekat (nafile) namaz kılmandan daha hayrlıdır. "

Murhibî, Fadlu'l-İlm'de, Taberânî, M. el-Evsat'ta, Dârakutnî ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a ibadet etmede fıkıh öğrenmekten daha üstün bir şey yoktur. Şeytana karşı bir fakih bin ibadet edenden daha kuvvetlidir. Her şeyin direği dayanağı vardır. Dinin direği de fıkıhtır." Ebû Hureyre:

“Benim için bir saat fıkıh öğrenmek gece boyu ibadet etmemden daha güzeldir" dedi.

Tirmizî ve Murhibî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Münafık bir kişide iki haslet bir araya gelmez. Bunlar güzel ahlâk ve dinde fıkıhtır (derin bilgi)."

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İlmin fazileti ibadetten daha üstündür. Dinin direği de takvadır. "

Taberânî'nin Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Az fıkıh öğrenmek, çok ibadetten daha hayırlıdır. En hayırlı amelleriniz de kolay olanıdır. "

Beyhakî'nin Şuab'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a ibadette en üstün şey fıkıh öğrenmektir."

Taberânî'nin Sa'lebe b. el-Hakem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde mahkeme için Yüce Allah, kürsüsüne oturduğunda âlimlere: «Benim size ilmimden ve Mimimden vermem ancak sizleri bağışlamam içindir. Yaptıklarınızı da önemsemem.»"

Taberânî'nin Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Yüce Allah kullarını dirilttikten sonra âlimleri ayırıp: «Ey Âlimler topluluğu! Benim size ilmimden vermem sizi azap vereceğim için değildir. Gidin sizleri bağışladım» buyurur. "

270

"Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir..." âyetini açıklarken:

“Onu sayıp tesbit eder mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk ve Buhârî, İbn Şihâb vasıtasıyla Hazret-i Âişe'nin anne tarafından kardeşi oğlu olan Avf b. el-Hâris b. Tufayl'dan bildiriyor: Bir kişi Hazret-i Âişe'ye satmış olduğu veya bağışlamış olduğu bir şey için Abdullah b. ez-Zübeyr'in:

“Vallahi Âişe bu işten ya vazgeçer veya onun bunu yapmasına mani olurum" dediğini söyledi. Hazret-i Âişe:

“O mu böyle dedi?" deyince:

“Evet" karşılığını verdiler. Hazret-i Âişe:

“Allah'a adağım olsun ki İbnü'z-Zübeyr'i bir daha asla konuşturmayacağım" dedi. Hazret-i Âişe'nin dargınlığı uzayınca İbnü'z-Zübeyr Muhacirleri aracı ederek bağışlanmasını istedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe:

“Vallahi onun için kimsenin aracılığını kabul etmem ve adağımı da bozmam" dedi. Bu dargınlık daha da uzayınca Zühre oğullarından olan Ali b. ez-Zübeyr Misver b. Mahreme'ye ve Abdurrahman b. el-Esved b. Abdi Yağûse'ye durumu anlatarak:

“Allah için beni Âişe'ye götürün. Benimle konuşmamak üzere adakta bulunması helal değildir" dedi. Misver ve Abdurrahman bunu kabul edip ridalarına bürünerek Hazret-i Âişe'nin yanına gitiler. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine:

“Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Allah'ın Peygamberi! Girebilir miyiz?" deyip Hazret-i Âişe'den izin istediler. Hazret-i Âişe:

“Girin" diye karşılık verince:

“Hepimiz mi?" dediler. Hazret-i Âişe:

“Evet, hepiniz girin" karşılığını verdi. Fakat Hazret-i Âişe beraberlerinde Abdullah b. ez- Zübeyr'in de bulunduğunu bilmiyordu. İçeri girdiklerinde İbnu'z-Zübeyr perdenin arkasına geçerek Hazret-i Âişe'nin boynuna sarılıp ağladı ve Allah için kendisini bağışlamasını söyledi. Misver ve Abdurrahman da, Allah için onu konuşturmasını ve özrünü kabul etmesini isteyip:

“Sen de biliyorsun ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin (Müslüman) kardeşinden üç günden fazla dargın kalmasını yasaklamıştır" dediler. Bu kadar ısrar ve hatırlatma sonunda, Hazret-i Âişe ağlayarak çok büyük bir adakta bulunduğunu söyledi. Sonra kendisine o kadar ısrar ettiler ki Hazret-i Âişe, İbnu'z-Zübeyr'le konuştu. Bu adağının bozmasından dolayı Allah için kırk köleyi azad etti. Hazret-i Âişe daha sonra kırk köle azat ettiğini her zikredişinde ağlar ve gözyaşları başörtüsünü ıslatırdı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre adamın biri Abdullah b. Huceyre el- Ekber'e gelip:

“Kardeşimi konuşturmamak üzere adakta bulundum" deyince, Abdullah:

“Şeytanın bir oğlu oldu ve onun adını Nezr (adak) koydu. Her kim Allah'ın, ziyaret edip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerse lanetlenmesi helal kılınmıştır" karşılığını verdi.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah'a itaat olan bir konuda adakta bulunursa bu adağını yerine getirsin. Ancak Allah'a isyan olan bir konuda adakta bulunmuşsa bu adağını yerine getirmesin. "

Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a isyan olan bir konuda adak olmaz. Kefareti de yemin kefareti gibidir. "

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, imrân b. Husayn'dan bildiriyor: Ensâr'dan bir kadın esir edilmiş, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi Adbâ da düşman eline düşmüştü. Kadın Adbâ'nın gerisine binerek, ona bağırarak sürdü ve oradan kaçtı. Eğer Allah kendisini bu deveyle kurtarırsa onu keseceğine dair adakta bulundu. Medine'ye geldiğinde onu görenler:

“Bu, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi Adbâ'dır" dediler. Bunun üzerine kadın:

“Allah beni bu deveyle kurtarırsa onu keseceğime dair adakta bulundum" dedi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu haber verdiklerinde:

“Sübhanallahl Ne kötü bir ceza, eğer Allah onunla kendisini kurtarırsa onu keseceğine dair adakta bulunmuş. Allah'a isyan olan bir konuda ve kişinin sahip olmadığı bir şeyde adak olmaz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ukbe b. Amir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Adak edilecek şeyin adı konulmamışsa yemin kefareti gibi kefaret gereklidir. "

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmiz, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Sâbit b. ed- Dahhâk'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kulun sahip olmadığı bir şeyde adağı olmaz."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adak adamayı yasakladı ve:

“(Adak) hayırla gelmez, ancak cimri kişiden mal çıkarır" buyurdu.

Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Adakta bulunmayın, o kaderden hiçbir şeyi değiştirmez. Ancak cimri bir kişinin elinden mal çıkarır."

Buhârî, Müslim ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah buyuruyor ki:

“Adak Âdemoğluna, benim takdir etmiş olduğum bir şey dışında gelmez. Ancak adak onu kadere götürür. Takdirim, adak olmayınca cimrinin yolumda vermeyeceğini adakla ondan almamdır."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yaşlının iki oğlu arasında yürüdüğünü görünce:

“Buna ne olmuş?" diye sordu. "Kâbe'ye kadar yürüyeceğine dair adakta bulunmuş" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şüphesiz ki Yüce Allah bu adamın kendine işkence etmesine muhtaç değildir" buyurdu ve bir bineğe binmesini emretti.

Müslim ve İbn Mâce, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yaşlının iki oğlu arasında onlara dayanarak yürüdüğünü görünce:

“Bunun hali nedir?" diye sordu. Oğlu:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kâbe'ye kadar yürüyeceğine dair adağı vardır" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey ihtiyar! Bineğine bin, Allah sana da adağına da muhtaç değildir" buyurdu.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Ukbe b. Âmir'den bildiriyor: Kız kardeşim Beytullah'a kadar yalın ayak yürümeyi adadı ve bu durumun fetvasını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormamı söyledi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda:

“Hem yürüsün, hem de binsin" buyurdu.

Ebû Dâvud, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ukbe b. Âmir'in kız kardeşi yürüyerek hacca gitmeyi adadı. Ancak buna gücü yetmezdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kız kardeşinin yürümesine muhtaç değildir. Bineğe binsin ve adağına karşılık bir kurban hediye etsin" buyurdu.

Ebû Dâvud ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kız kardeşim yürüyerek hacca gitmeyi adadı" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kız kardeşinin meşakketiyle bir şey yapacak değildir. Bir binekle hacca gitsin ve yemininin kefaretini versin" buyurdu.

Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir, yalın ayak, yürüyerek başörtüsüz hacca gitmeyi adayan kız kardeşinin durumunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca:

“Ona başını kapatmasını, bir bineğe binmesini ve üç gün oruç tutmasını söyle" buyurdu.

Buhârî, Ebû Dâvud ve İbn Mâce, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verirken, bir adamın güneşin altında ayakta durduğunu görüp durumunu sorunca:

“Bu Ebû İsrail'dir, kendisi ayakta durup oturmamayı, gölgelenmemeyi, kimseyle konuşmamayı ve oruç tutmayı adadı" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona konuşmasını, gölgelenmesini, oturmasını ve orucunu tamamlamasını emredin" buyurdu.

Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim adını koymadan bir adakta bulunursa kefareti yemin kefaretidir. Kim Allah'a isyan olan bir konuda adakta bulunursa kefareti yemin kefaretidir. Kim yerine getiremeyeceği bir adakta bulunursa kefareti yemin kefaretidir. Kim de gücünün yetebileceği bir adakta bulunmuşsa adağını yerine getirsin. "

Nesâî'nin İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İki çeşit adak vardır. Allah'a itaat konusunda olan adak, Allah için adanmış adaktır ve yerine getirilmesi gerekmektedir. Allah'a isyan konusunda olan bir adak ise şeytan için adanmış bir adaktır. Öylesi bir adak yerine getirilmez ve yemin kefareti ödenir. "

Ebî Şeybe, Nesâî ve Hâkim'in, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İsyan veya öfke ile adak olmaz. Kefareti de yemin kefaretidir. "

Hâkim, İmrân b. Husayn'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize ne zaman hutbe verdiyse mutlaka sadakayı emredip müsleyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“Burun kesmek ve yürüyerek hacca gitmeyi adamak, tnüsledendir. Yürüyerek hacca gitmeyi adayan kişi, bir kurban hediye etsin ve bineğe binsin. "

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Adamın biri İbn Abbâs'a gelip:

“Ben Kuaykiân dağında geceye kadar çıplak bir şekilde kalmayı adadım" deyince, İbn Abbâs:

“Şeytan senin avret yerlerini açmanı ve herkesin sana gülmesini istiyor. Sen elbiselerini giy ve Hicr'de iki rekat namaz kıl" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Dört çeşit adak vardır. Adını koymadan adakta bulunan kişi yemin kefâreti ödesin. Kim Allah'a isyan olan bir konuda adakta bulunursa yemin kefâreti ödesin. Kim yerine getiremeyeceği bir adakta bulunursa yemin kefâreti ödesin. Kim de gücünün yetebileceği bir adakta bulunursa adağını yerine getirsin."

İbn Ebî Hâtim, Şureyh'ten bildiriyor:

“Zalim kişi cezayı, mazlum kişi de yardımı bekler."

Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulüm, kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır."

Buhârî, Edeb'de , Müslim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulmetmekten sakının. Zulüm kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır. Tamahkârlıktan sakının. Tamahkârlık sizden öncekileri helak etti. Sonuçta birbirlerinin kanlarını döktüler ve birbirlerinin mahremiyetlerini çiğnediler. "

Buhârî, Edeb'de, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulmetmekten sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır. Fuhuştan da sakının. Çünkü Allah fuhşu ve çirkin şeyleri sevmez. Tamahkârlıktan sakının. Tamahkârlık sizden öncekileri kışkırttı.

Sonuçta birbirlerinin kanlarını döktüler, birbirlerinin mahremiyetlerini çiğnediler ve akrabalık ilişkilerini kopardılar,

Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuab'da Abdullah b. Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulmetmekten sakının. Çünkü zulüm, kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır. Fuhuştan ve çirkin şeylerden sakının. Tamahkârlıktan sakının, sizden öncekiler tamahkârlıkla helak oldular. Tamahkârlık onlara akrabayla bağları kesmelerini emredince, onlar da akrabalık bağlarını kestiler. Onlara cimriliği emretti ve cimri oldular. Onlara günaha dalmayı emretti ve günaha daldılar. "

Taberânî, Hirmâs b. Ziyâd'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesi üzerinde şöyle hitab ettiğini gördüm:

“Hainlikten sakının. Çünkü o, en kötü dosttur. Zulümden sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde (Allah katında) karanlıklardır. Tamahkârlıktan sakının, sizden öncekiler tamahkârlıkla helak oldular. Sonuçta birbirlerinin kanlarını döktüler ve akrabalık ilişkilerini kopardılar.

İsbehânî, Ömer b. el-Hattâb'ın hadisinin aynısını rivayet etti.

Taberânî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Zulmetmekten sakının. Aksi takdirde dua ettiğinizde duanıza icabet edilmez, yağmur duasını edersiniz Allah duanızı kabul etmez ve yardım dilediğinizde size yardım edilmez. "

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden iki sınıfa şefaatim olmayacaktır. Biri çok zalim kalpli idareci, diğeri de dinde aşırı giden kimsedir. "

Hâkim'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mazlumun duasından sakının. Zira onun duası gökyüzüne kıvılcım gibi çıkar. "

Taberânî'nin Ukbe b. Âmir el-Cühenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz şu üç kişinin duası kabul olunur: Mazlumun duası, babanın oğluna olan duası ve yolcunun duası."

Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mazlum, günahkâr da olsa duası kabul edilir. Onun günahları kendi nefsine aittir. "

Taberânî ve İsbehânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki dua vardır ki onlarla Allah arasında perde yoktur. Biri mazlumun duası, diğeri de müminin kardeşine gıyabında ettiği duadır. "

Taberânî'nin, Huzeyme b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mazlumun duasından sakının. Onun duası bulutların üzerine taşınır ve Yüce Allah: «İzzetime yemin olsun ki bir süre sonra olsa dahi sana yardım edeceğim» buyurur."

Ahmed'in, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mazlum kişi kâfir de olsa onun duasından sakının. Onunla Allah arasında bir perde yoktur."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Benden başka yardımcı bulamayan mazluma zulm edene hiddetim arttı.»"

Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân'ın, et-Tevbîh kitabında, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: «İzzetime ve Celâlime yemin olsun ki zalim kişiden er geç intikam alacağım. Mazlum kişiyi görüp de gücü yettiği halde yardımda bulunmayan kişiden de intikam alacağım.»"

İsbehânî, Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor: Yüce Allah yaratıkları yarattığı zaman, ayakları üzerine kalkıp başlarını kaldırarak:

“Ey Rabbim! Sen kimden yanaşın?" dediler. Yüce Allah:

“Ben kendisine hakkı ödenene kadar mazlumdan yanayım" buyurdu.

İbn Merdûye ve Isbehâni, et-Terğîb'te İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kralın biri tanınmayacak bir şekilde (kıyafet değiştirerek) memleketini dolaşmaya çıktı ve ineği olan bir adamın yanına geldi. İnek merâdan geldiği zaman onu sağdılar. Otuz inek kadar süt vermişti. Kral içinden bu ineği almayı geçirdi. Sabah inek meraya çıktı ve akşam geri döndüğünde yine onu sağdılar. Ancak bu defa on beş inek kadar süt vermişti. Kral ineğin sahibini çağırıp:

“Bana ineğinin durumunu haber ver. İneğin bu gün, geçenki meradan başka bir yerde mi otlandı, başka bir yerden mi su içti?" dedi. Adam:

“Hayır başka bir yerden otlanıp su içmedi" karşılığını verince, kral:

“Peki bunun sütüne ne oldu ki yarı yarıya düştü?" diye sordu. Adam:

“Görüyorum ki kral bu ineği almaya karar verdi ve sütü yarıya düştü" dedi. Kral:

“Sen kralı nereden biliyorsun?" diye sorunca, adam:

“Durum sana söylediğim gibidir" karşılığını verdi. Kral içinden hiç kimseye zulmetmeyeceğine ve asla onu alıp malı edinmeyeceğine dair Rabbine söz verdi. Sabah inek otlanmaya gitti. Akşam gelip sağıldığında sütü eskisi gibi otuz inek sütü kadar olmuştu. Kral bu durumdan ibret alarak içinden:

“Görüyorum ki eğer kral zulmeder veya zulmetmeye karar verirse bereket yok olup gider. Kesin olarak şimdiden sonra adil olup en güzel adaletle hükmedeceğim" dedi.

İsbehânî, Saîd b. Abdilazîz'den bildiriyor:

“İyilik eden kişi, sevabını Allah'tan beklesin. Kötülük eden kişi de (maruz kalacağı ilahi) cezayı yadırgamasın. Her kim haksız olarak bir izzet kazanırsa, Yüce Allah onu haklı olarak zelil eder. Her kim de zulmederek mal biriktirirse yine Yüce Allah zulmetmeksizin onu fakirleştirir."

Ahmed'in, Zühd'de, Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Yüce Allah şöyle buyurur:

“Kim fakirlerin mallarıyla bir zenginlik elde ederse onu fakirleştiririm. Zayıf kişilerin gücüyle inşa edilen her evin akibetini de harabe kılarım."

271

"Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah gizli verilen sadakayı açıkça verilen sadakadan yetmiş kat daha üstün kıldı. Açıkça verilen zekatı da gizli verilen zekattan yirmi beş kat daha üstün kıldı. Geriye kalan bütün farz ve nafile şeyler için aynı şey geçerlidir."

Beyhakî'nin zayıf bir isnâdla Şuab'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gizli yapılan amel açık yapılan amelden daha üstündür. Örnek alınsın diye açıkça yapılan ibadet ise (gizli yapılandan) daha üstündür."

Beyhakî, Muâviye b. Kurre'den bildiriyor:

“Yüce Allah'ın farz kılmış olduğu her şeyi açıkça yapmak (gizli yapmaktan) daha üstündür."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır'" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Tevbe Sûresi inmeden önce bununla amel edilmekteydi. Ancak Tevbe Sûresi zekâtın farzları ve ayrıntılarıyla inince zekâtlar ona göre ayarlandı."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Niyet halis olduktan sonra hepsi kabul edilir. Ancak gizli verilen sadaka (açık verilenden) daha üstündür. Suyun ateşi söndürmesi gibi, sadaka da hataları yok eder."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel!..." âyeti ile:

“Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır" âyeti hakkında şöyle demiştir:

“Bunlar neshedilmiştir. Tevbe Sûresi'nin:

“Sadakalar (zekâtlar), Allah'tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm'a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyeti, Kur'ân'da bulunan zekât hakkındaki bütün âyetleri neshetti."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Umâme'den bildiriyor:

“Ey Allah'ın Resulü! Hangi sadaka daha üstündür?" dediğimde:

“Maddi durumu zayıf olan birinin (az da olsa gücü nisbetinde) gizlice fakire verdiği sadakadır" buyurdu ve:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyetini okudu.

Tayâlisî, Ahmed, Bezzâr, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî Şuab'da Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Sana Cennet hazinelerinden birini göstereyim mi?" deyince:

“Evet, ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“La havle velâ kuvvete illâ billâh (-Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur) lafzında Cennet hazineleri vardır" buyurdu. O na:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ya namaz?" dediğimde:

“O ortaya konulan bir şeydir, isteyen çok alır isteyen de az alır" buyurdu. "Ey Allah'ın Resûlü! Ya oruç?" dediğimde ise:

“O mükâfatı olan bir farzdır" buyurdu. "Ey Allah'ın Resûlü! Ya sadaka?" diye sorduğumda:

“Onun karşılığı kat kat verilir. Yüce Allah çok verendir" buyurdu. "Sadakanın hangisi daha üstündür?" dediğimde ise:

“Maddi durumu zayıf olan birinin (azda olsa gücü nisbetinde) gizlice fakire verdiği sadakadır" karşılığını verdi.

Ahmed, Taberânî ve İsbehânî et-Terğib'te, Ebû ümâme'den bildiriyor: Ebû Zer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sadaka (nın karşılığı) nedir?" dediğinde, Allah Resûlü:

“Onun karşılığı kat kat verilir. Yüce Allah çok verendir" buyurdu ve:

“Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin..." âyetini okudu. Ebû Zer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Hangi sadaka daha üstündür?" diye sorduğunda, Allah Resûlü:

“Maddi durumu zayıf olan birinin (az da olsa gücü nisbetinde) gizlice fakire verdiği sadakadır" buyrudu ve:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyetini okudu.

Ahmed, Tirmizî, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah yeryüzünü yarattığı zaman yeryüzü sallanmaya başladı. Yüce Allah dağları yaratıp yeryüzüne yerleştirince yeryüzünün sallantısı durdu. Melekler dağların yaratılışına şaşırarak: «Ey Rabbim! Yarattıkların arasında dağlardan daha kuvvetli bir şey var mıdır?» dediler. Yüce Allah: «Evet, demir vardır» buyurdu. Melekler: «Yarattıkların arasında demirden daha kuvvetli bir şey var mıdır?» dediler. Yüce Allah: «Evet, ateş vardır» buyurdu. Melekler: «Yarattıkların arasında ateşten daha kuvvetli bir şey var mıdır?» dediler. Yüce Allah: «Evet, su vardır» buyurdu. Melekler: «Yarattıkların arasında sudan daha kuvvetli bir şey var mıdır?» dediler. Yüce Allah: «Evet, rüzgâr vardır» buyurdu. Melekler: «Yarattıkların arasında rüzgârdan daha kuvvetli bir şey var mıdır?» dediler. Yüce Allah: «Evet, Ademoğlu vardır. O sağ eliyle verdiği sadakayı sol elinden gizler» buyurdu,"

Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yüce Allah kıyamet gününde yedi kişiyi hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde kendi (Arş'ının) gölgesinde gölgelendirir. Bunlardan birincisi adil olan yöneticidir. İkincisi, Allah'a ibadet içinde yetişen gençtir. Üçüncüsü, kalbi mescide bağlı olan kişidir. Dördüncüsü, birbirlerini Allah için seven, Allah için birleşen ve Allah için ayrılan iki kişidir. Beşincisi, birlikte olmak için kendisini çağıran güzel ve saygın bir kadını «Allah'tan korkarım» diyerek reddeden kişidir. Altıncısı, sağ elinin verdiğinden sol elinin haberi olmayacak şekilde gizlice sadaka veren kişidir. Yedincisi ise yalnızken Allah'ı anınca gözlerinden yaş dökülen kişidir."

Taberânî'nin Muâviye b. Hayde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gizli verilen sadaka Rabb'in gazabını söndürür. "

Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İyilikler yapmak kişiyi musibetlere düşmekten korur. Gizli verilen sadaka Rabb'in gazabını söndürür. Akrabaları gözetmek ömrü uzatır.

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta, Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İyilikler yapmak, kişiyi musibetlere düşmekten korur. Gizli verilen sadaka, Rabb'in gazabını söndürür. Akrabaları gözetmek, ömrü uzatır. Her iyilik bir sadakadır. Dünyada iyilik ehlinden olan âhirette de iyilik ehlinden olur. Dünyada kötülük ehlinden olan âhirette de kötülük ehlinden olur. Cennete girecek ilk kişiler de iyilikler ehlinden olanlardır. "

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kadâu'l-Havâic kitabında, Beyhakî, Şuab' da ve İsbehânî'nin et-Terğîb'te, Ebû Saîd el-Hudrî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Gizli verilen sadaka, Rabb'in gazabını söndürür. Akrabaları gözetmek, ömrü uzatır. İyilikler yapmak, kişiyi musibetlere düşmekten korur."

Ahmed, Zühd'de, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd'dan bildiriyor: Salih'in (aleyhisselam) kavminde kendilerine eziyet eden bir adam vardı. Sâlih'in (aleyhisselam) kavminden bir grup:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Bu adama bir beddua etsen" dediler. Sâlih (aleyhisselam):

“Gidin, sizin yaptığınız zaten ona yeter" karşılığını verdi. Bu kişi her gün odun toplamaya çıkardı. Yine bir gün iki ekmek alarak oduna gitti. Ekmeğin birini yiyip diğerini tasadduk etti. Sonra odunlarını yapıp sağ salim kendisine bir şey olmadan geri döndü. Ahali, Salih'e (aleyhisselam) gelip:

“Bu kişi odundan sağ salim geriye döndü" dedi. Sâlih (aleyhisselam) onu çağırıp:

“Bu gün ne yaptın?" diye sorunca, adam:

“Bu gün oduna çıktığımda yanıma iki ekmek almıştım. Birini yedim diğerini de tasadduk ettim" dedi. Bunun üzerine Sâlih (aleyhisselam):

“Odunlarını çözüp indir" dedi. Adam odunları indirince baktılar ki odunların içinde odunu ısırıp duran siyah bir yılan vardı. Sâlih (aleyhisselam):

“Onunla def edildi" dedi. Yani verdiği sadakayla yılanın zararı def edilmişti.

Ahmed, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd'dan bildiriyor:

“Bir kadın çocuğuyla beraber çıkmıştı. Kurt kadının çocuğunu kapıp götürdü. Kadın onların izinden gitti beraberinde bir ekmek vardı. Kadın dilenci biriyle karşılaşınca ekmeği ona verdi. Bunun üzerine kurt çocukla geri dönerek çocuğu kendisine verdi."

Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah üç kişiyi sever ve üç kişiyi sevmez. Sevdiği üç kişi şunlardır: Birinin bir kavme gidip de bir şeyi aralarındaki akrabalık bağı sebebi ile değil de Allah için istediğinde, geriye çekilerek isteyene istediğini Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği şekilde gizlice veren kişi. Diğeri, gece sefere çıkan kavmin uykusu gelip ve kendileri için uykudan daha güzel bir şey olmadığı zaman başlarını koyup yattıklarında, uyumayıp Allah'a dua ederek âyetlerini okuyan kişidir. Bir diğeri de bir bölüğün düşmanla karşılaşıp da kaçtığında kaçmayan ve savaşıp öldürülen veya fetih yapan kişidir. Sevmediği üç kişi ise: Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir."

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Şuab'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namazın içinde Kur'ân okumak namaz dışında okumaktan daha faziletlidir. Namazın dışında Kur'ân okumak ise tesbih ve tekbirden daha faziletlidir. Tesbih sadaka vermekten, sadaka vermek (nafile) oruç tutmaktan daha faziletlidir. Oruç ise Cehennem ateşine karşı kalkandır. "

İbn Mâce, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbesinde şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tövbe ediniz. Meşguliyetiniz olmadan önce salih amellere koşunuz. Allah'ın sizde olan hakkını ödeyip rızıklanmanız, yardım edilmeniz ve düzelmeniz için Allah'ı çokça zikredip gizlice sadakalar veriniz. "

Ebû Ya'lâ'nın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ka'b b. Ucre'ye şöyle buyurdu:

“Ey Ka'b b. Ucre! Namaz kişiyi Allah'a yaklaştırır. Oruç kişiyi günahlardan korur. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahları söndürür. Ey Ka'b b. Ucre! İnsanlar erkenden çıkıp giderler. Bir kısım nefsini satıp onu tutsak eder, bir kısım da nefsini (Allah'a) satıp onu (Cehennem ateşinden) azat eder."

İbn Hibbân'ın Ka'b b. Ucre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey Ka'b b. Ucre! Haramla beslenen et ve kan Cennete girmeyecektir. O, ateşe daha layıktır. Ey Ka'b b. Ucre! İnsanlar erkenden çıkıp giderler. Bir kısım nefsini Allah'a satıp onu (Cehennem ateşinden) azat eder. Kimisi de dünyaya bağlı bırakır. Ey Ka'b b. Ucrel Namaz kişiyi Allah'a yaklaştırır. Sadaka kişinin Müslümanlığının kanıtı olur. Oruç kişiyi günahlardan korur. Sadaka, buzun kaya üzerinde erimesi gibi günahları eritip yok eder. "

Ahmed, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuab'da Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“(Kıyamet gününde) Halk arasında hüküm verilinceye kadar her kişi kendi sadakasının gölgesinde durur."

İbn Huzeyme ve Hâkim, Hazret-i Ömer'den bildiriyor: Ameller övünürken sadaka:

“Ben hepinizden daha üstünüm" der.

Ahmed, Bezzâr, İbn Huzeyme, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kişi bir sadaka verdiği zaman yetmiş şeytanın vesvesesini keser. "

Taberânî ve Beyhakî'nin Şuab'da Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sadaka, sahibinin kabirdeki ateşini söndürür. Mümin kişi de kıyamet gününde sadakasının gölgesinde gölgelenir. "

Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sadakaları erken verin. Zira bela sadakanın önüne geçemez."

Taberânî'nin, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadakaları erkenden verin, çünkü bela onu geçemez" buyurmuştur.

Taberânî'nin bildirdiğine göre Meymûne binti Sa'd:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sadaka hakkında bana bir fetva ver" deyince:

“Sadaka, Allah rızasını gözeterek veren kişi için ateşten kurtarıcıdır" buyurdu.

Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Tasaddukta bulununuz. Zira sadaka sizi ateşten kurtarır."

Tirmizî ve İbn Hibbân'ın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sadaka Rabb'in gazabını söndürür ve kötü ölümü defeder."

Taberânî'nin Râfî b. Hadîc'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sadaka, yetmiş kötülük kapısını kapatır. "

Taberânî'nin, Amr b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın sadakası ömrü uzatır, kötü ölümü uzaklaştırır ve Yüce Allah onunla büyüklenmeyi ve kibiri yok eder. "

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Ebû Zer'den bildiriyor:

“Verilen her sadaka yetmiş şeytanın vesvesesini keser. Bunların hepsi sadakayı önlemeye çalışanlardandır."

İbn Mübârek, el-Birr ves-Sıla'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah sadaka sayesinde yetmiş türlü kötü ölümü kuldan uzaklaştırır. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah miskinin faydalandığı bir lokma ekmek veya bir avuç kuru hurma veya buna benzer şeyler sebebiyle üç kişiyi Cennete alır. Biri sadakanın verilmesini emreden ev reisi, biri yemeği yapan ev hanımı, diğeri de sadakayı fakire veren hizmetçidir,"

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işitti:

“Sizden hiç kimse yoktur ki, Yüce Allah onunla aralarında tercüman olmadan konuşmasın. Kişi sağ tarafına bakacak ve işlemiş olduğu amellerini görecek. Sol tarafına baktığında yine işlemiş olduğu amelleri görecek. Önüne baktığında ise yüzü karşısında ancak ateşi görecektir. Bu sebeple yarım hurmayla olsa bile (sadaka vererek) ateşten korunun."

Ahmed'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sizden her bir kişi yarım hurmayla olsa bile yüzünü ateşten korusun."

Ahmed'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey Âişe! Yarım hurma ile olsa bile ateşten korun. O yarım hurma aç kişiye, tokun karnını doyurduğu hurmalar gibi gelir."

Bezzâr ve Ebû Ya'lâ'ın Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yarım hurma ile olsa bile ateşten korunun. O, eğriyi düzeltir ve kötü ölümü uzaklaştırır. O yarım hurma, aç kişiye, tokun karnını doyurduğu hurmalar gibi gelir."

İbn Hibbân'ın Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İsrailoğulları zamanında bir âbid manastırda altmış yıl boyunca ibadet etti. Yağmurla yerler yeşerince rahip manastırdan çıkıp: «Ben buradan inip Allah'ı zikredersem daha iyi olur» dedi. İndiğinde yanında bir veya iki ekmek vardı. Yolda giderken bir kadınla karşılaştı. Birbirleriyle konuştuktan sonra kadınla ilişkiye girdi ve ardından kendinden geçip yere düştü. Sonra da yıkanmak için bir göle indiğinde bir dilenci geldi. Rahip bir ekmeği veya iki ekmeği alması için dilenciye işaret ettikten sonra öldü. Rahibin altmış yıl boyunca yapmış olduğu ibadet kadınla yaptığı zinayla tartılınca, zina kefesi daha ağır bastı. Bunun üzerine ibadetinin üstüne vermiş olduğu bir veya iki ekmeğin sevabı konuldu. İbadet kefesinin daha ağır basması üzerine bağışlandı. "

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Zamanında bir âbid manastırda altmış yıl boyunca ibadet etti. Kadının biri gelip yanında misafir oldu. Bu kişi kadınla altı gün beraber oldu. Sonra da pişmanlık duyup manastırdan kaçtı. Bir mescide geldi ve orada üç gün bir şey yemeden kaldı. Ona bir ekmek verildiğinde onu ikiye bölüp yarısını sağındaki adama diğer yarısını da solundaki adama verdi. Bunun üzerine Yüce Allah ona ölüm meleğini gönderdi ve canını aldı. Altmış yıllık ameli bir kefeye, kadınla geçirdiği altı gün bir kefeye konuldu. Altı gün kefesi ağır bastı. Vermiş olduğu bir ekmeğin sevabı kefeye konulunca altı günden daha ağır bastı."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den buna benzer bir rivayette bulundu.

Beyhakî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından Hasafe b. Hasafe adlı kişiden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kuvvetlinin kim olduğunu biliyor musunuz?" deyince:

“Kişiyi yere çalandır" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kuvvetli olan şiddetli öfke anında nefsine hâkim olandır" buyurdu ve:

“Rakûb'un kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. "Çocuğu olmayan kişidir" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rakûb, çocuğu olan ancak bunlardan hiç birini kendinden önce âhirete göndermemiş biridir" buyurdu ve:

“Fakirin kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. "Malı olmayan kişidir" dediğimizde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fakir kişi, malı olup da ondan bir şey vermeyendir" buyurdu."

Bezzâr ve Taberânî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:

“Yarım hurma ile olsa bile ateşten korunun."'

Bezzâr ve Taberânî'nin Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yarım hurma ile olsa bile ateşten korunun."

Bezzâr ve Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yarım hurma ile olsa bile ateşten korunun."

Bezzâr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Âişe! Yarım hurma ile olsa bile nefsini Allah'tan satın al. Allah'ın azabı karşısında benim sana bir faydam olmaz. Ey Âişe! Bir isteyen (dilenen) yanından eli boş dönmesin. Bir keçi paçası olsa bile ver" buyurmuştur.

Müslim'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sizden her birinizin her mafsalına bir sadaka vardır. Her tesbih bir sadakadır. Her tahmîd bir sadakadır. Her tehlil bir sadakadır. Her tekbir bir sadakadır. İyiliği emretmek bir sadakadır. Kötülükten nehyetmek bir sadakadır. Bütün bunlara karşılık kişinin iki rekat kuşluk namazı kılması yeterlidir. "

Bezzâr ve Ebû Ya'lâ, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanın her mafsalının her gün bir sadakası vardır" buyurdu. Ashâbdan bazıları:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bu çok ağırdır, buna kimin gücü yeter" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İyiliği emredip kötülükten nehyetmek sadakadır. (Gelen geçene)zarar verici bir şeyi yoldan kaldırmak sadakadır. Zayıfa yardım etmek sadakadır. Namaza giderken kişinin attığı her adım da sadakadır. "

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Âdemoğlunun bedeninde üçyüz altmış mafsal bulunmaktadır. Her biri için her gün bir sadaka vardır. Kişinin konuşacağı her (iyi) söz sadakadır. Kişinin Müslüman kardeşine herhangi bir şeyde yardım etmesi sadakadır. İkram edilen suyu içmek sadakadır. Zarar verici bir şeyi yoldan kaldırmak sadakadır. "

Bezzâr ve Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“(Müslüman) kardeşinin yüzüne karşı tebessüm etmenle sana bir sadaka yazılır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltmanla sana bir sadaka yazılır. Zarar verici bir şeyi yoldan kaldırmanla sana bir sadaka yazılır. Yolunu kaybetmiş kişiye doğru yolu göstermenle sana bir sadaka yazılır. "

Bezzâr, Ebû Cuhayfe'den bildiriyor: Kays kabilesinden bir grup silahlarını kuşanmış ve yırtık elbiselerle beklenmedik bir anda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu durumuna acımıştı. Namaz kıldıktan sonra evine girdi ve geri çıkıp namaz kıldı ve eski yerine oturdu. Sadaka verilmesini emretti veya bu konuda teşvikte bulunup:

“Kimisi bir dinar, kimi bir dirhem, kimi bir ölçek buğday, kimi de bir ölçek kuru hurma tasadduk eder" buyurdu. Ensâr'dan bir adam bir bohça altınla gelip onu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bıraktı. Sonra insanlar birbiri ardınca sadaka vermeye devam etti. Ta ki bir yığın yemek ve bir yığın elbise olana kadar bu böyle devam etti. Sonunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün altın parçası gibi neşelendiğini gördüm.

Bezzâr, Kesîr b. Abdillah b. Amr b. Avf'tan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün insanları sadakaya teşvik etti. Ulbe b. Zeyd kalkıp:

“Benim yanımda onurumdan başka bir şey yoktur. Ey Allah'ın Resûlü! Sen de şahid ol, bana tasaddukta bulunuyorum" dedi ve tekrar oturdu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen hakkını tasaddukta bulunuyorsun, Allah bunu senden kabul etti" buyurdu.

Bezzâr, Ulbe b. Zeyd'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün insanları sadakaya teşvik etti. Ben de kalkıp:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sadakaya teşvikte bulundunuz ama benim yanımda onurumdan başka bir şey yoktur. Bana zulmedene hakkımı helal ederek tasaddukta bulunuyorum" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kabul etmedi. Ancak ikinci gün:

“Ulbe b. Zeyd nerede?" veya:

“Hakkını tasadduk eden nerede? Yüce Allah ondan bunu kabul etti" buyurdu.

Ahmed, Ebû Nuaym, Fadlu'l-îlm'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Zer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Malımız yok ki, nereden sadaka verelim?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Tekbir getirmen, Allah'ı her kötülükten ve eksik sıfatlardan tenzih etmen, Allah'a hamd etmen, tehlil etmen, Allah'a istiğfar etmen, iyiliği emredip kötülükten nehyetmen, Müslümanların yolundan dikenleri, kemikleri ve taşları kaldırman, âmâ birine yardımcı olman, sağır ve dilsiz kişiye ihtiyacını giderene kadar yardımcı olman, ihtiyacı olanı, ihtiyacının nerede olduğunu biliyorsan oraya yönlendirmen, imdat dileyenin yardımına koşman ve zayıf kişiyi ellerinin gücüyle kaldırman sadaka kapılanndandır. Bütün bunlar kendin için sadakadır. Hatta hanımın ile birleşmende bile ecir vardır" buyurdu. Ebû Zer:

“Nasıl olur da kendi şehvetimi gidermemde ecir olur?" dediğinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer senin bir çocuğun olsaydı ve bu çocuk büyüyüp sana faydalı olmasını umduğun sırada ölseydi sen sevabım Allah'tan bekleyecek miydin?" buyurdu. Ebû Zer:

“Evet" diye karşılık verince:

“Onu sen mi yarattın?" diye sordu. Ebû Zer:

“Hayır! Onu Allah yarattı" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona sen mi hidayet verdin?" diye sorunca:

“Hayır! Allah hidayet verdi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona rızkını veren sen misin?" diye sorunca:

“Hayır! Onun rızkını Allah verdi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman şehvetini helalinden gider ve haramdan uzak dur. (Bundan çocuk olması durumunda) eğer Allah dilerse onu yaşatır, dilerse öldürür. Ecir de senindir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin, Hâris b. Vehb el- Huzâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Sadaka verini Öyle bir zaman gelecek ki, kişi sadaka vermek için çıkacak ve onu kabul edecek birini bulamayacaktır. "

İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadaka vermek malı asla eksiltmez, tasaddukta bulunun" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Bize pişirilmiş bir koyun hediye edildi. Omuzu (butu) hariç onu parçalayıp tasaddukta bulundum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde bunu ona söyleyince:

“Omuzu hariç koyunun hepsi sizindi" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, İsbehânî, et-Terğîb'te ve İbn Asâkir, Şa'bî'den bildiriyor:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyeti Ebû Bekr ve Ömer hakkında indi. Ömer malının yarısını insanların başları üzerinde taşıyarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirmişti. Ebû Bekr ise bütün malını çok gizli bir şekilde getirmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e:

“Ailene ne bıraktın?" deyince:

“Allah'ın ve Resûlünün rızasını bıraktım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer, Ebû Bekr'e:

“Ne zaman bir hayır üzerine yarıştıysak mutlaka beni yendin" dedi.

Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, Hazret-i Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bize tasaddukta bulunmamızı emretti. O gün de yanımda mal bulunan bir zamana kadar geldi. Kendi kendime:

“Eğer Ebû Bekr'i geçeceksem bu gün geçerim" dedim. Ben malımın (paramın) yarısıyla Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim. Bana:

“Ailene ne bıraktın?" diye sorunca:

“Bunun kadarını bıraktım" dedim. Ebû Bekr yanında bulunan bütün malıyla geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ona da:

“Ailene ne bıraktın?" diye sorunca:

“Allah ve Resûlünü bıraktım" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr'e:

“Bir daha seninle asla yarışmam" dedim.

İbn Cerîr, Yezîd b. Ebî Habîb'ten bildiriyor:

“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel!" âyeti, Yahudilere ve Hıristiyanlara verilen sadaka hakkında indi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Günahlarınızdan bir kısmına da kefâret olur..." âyetini okudu ve:

“Kefâret olacak şey sadakadır" dedi.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor:

“İbn Mes'ûd'un kıraatında bu âyet G) harfi olmadan (.....) şeklindedir."

272

"Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı sîze tastamam ödenir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd, Nesâî, Bezzâr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Beyhakî, Sünen'de ve Diyâ, el- Muhtâre'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ashâb önceleri müşriklerden olan akrabalarına bağışta bulunmayı istemezdi. Bunun üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyeti indi.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Diyâ, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize sadakalarımızı yalnız Müslümanlara vermemizi emrederdi. Ancak:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyeti inince hangi dinden olursa olsun isteyen kişiye sadaka verilebileceğini söyledi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere sadaka vermezdi. "...Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız..." âyeti inince onlara da sadaka vermeye başladı.

İbn Ebî Şeybe'nin, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ancak dininizden olanlara sadaka verebilirsiniz" buyurdu. Yüce Allah:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız... karşılığı size tastamam ödenir"' âyeti indirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Diğer dinlerden olanlara da sadaka verebilirsiniz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Hanefiyye'den bildiriyor: İnsanlar müşriklere sadaka vermeyi sevmiyordu. Yüce Allah:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir" âyeti indirince onlara da tasaddukta bulundular.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor. Ensâr'dan bazı kişilerin Kureyza ve Nadîr oğullarından yakınları ve akrabaları vardı. Ensâr onlara sadaka vermekten sakınır ve Müslüman olmalarını isterlerdi. Bunun üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyeti indi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize bildirilene göre sahabelerden bzıları:

“Dinimizden olmayanlara sadaka verebilir miyiz?" demesi üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir..." âyeti nâzil oldu.

İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Önceleri Müslüman bir kişi akrabası ve yakını olan bir müşriğe ihtiyaç sahibi olsa dahi sadaka vermez ve:

“Bu bizim dinimizden değildir" derdi. Bunun üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir..." âyeti indi.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Resûlullah, (sallallahü aleyhi ve sellem) dininden olmayan bir kişi kendisinden sadaka isteyince önce vermek istedi.

Sonra da:

“Bu benim dinimden değildir" dedi. Bunun üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir..." âyeti nâzil oldu.

Süfyân ve İbnu'l-Münzir, Amr el-Hilâli'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ehli kitab'tan olanlara sadaka verelim mi?" diye sorulunca. Yüce Allah:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız - hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyetini indirdi. Sonra Yüce Allah:

“(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir" âyetini indirdi ve sadaka vermede daha hayırlı olanını gösterdi.

İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Müslümanlar sadakalarını Zimmilere verirdi. Ancak Müslümanlarda fakirler çoğalınca:

“Sadakalarımızı sadece Müslüman fakirlere vereceğiz" dediler. Bunun üzerine:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyeti indi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Burada onlardan kasıt, müşriklerdir. Yüce Allah:

“(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyetiyle de infakın kimlere yapılacağını göstermiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ el-Horasânî:

“...Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer sen Allah rızasını kazanmak için verdiysen onun işlediği amelden sorumlu değilsin."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında:

“Müminin infakı kendi nefsinedir. Mümin kişi sadaka verdiğinde ancak Allah rızasını kazanmak için verir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Hiç hakkınız yenmeden karşılığı size tastamam ödenir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Verdiğin sadaka sana tekrar ödenecektir. O zaman verdiğin kişiye bu eziyetle minnet niyedir? Sadakan kendi nefsin için ve Allah rızasını kazanmak içindir. Yüce Allah da ecrini verecektir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Habîb:

“...Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir" âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet Yahudilere ve Hıristiyanlara sadaka verme hakkında indi."

273

"(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir"

İbnu'l-Münzir'in el-Kelbî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Sâlih ve İbn Abbâs:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyetinde:

“Suffe ehli kastedilmektedir" dediler.

Buhârî ve Müslim, Abdurrahman b. Ebî Bekr'den bildiriyor: Suffe ehli fakir kişilerdi ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimin yanında iki kişilik yemek varsa (Suffe ehlinden) üç kişiyi götürsün" buyurmuştur.

Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Suffe ehline gidin ve onları davet edin" buyurdu. Suffe ehli Müslümanların misafiridir. Onların ailesi ve malı yoktur. Eğer Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sadaka getirilirse ondan bir şey almaz, öylece suffe ehline gönderirdi. Eğer hediye getirilirse ondan bir şeyler alır ve öyle gönderirdi.

Ebû Nuaym, Hilye'de Fadâle b. Ubeyd'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaate namazı kıldırdığı zaman kıyamda iken açlıktan dolayı düşüp bayılanlar olurdu. Bu düşenler suffe ehlindendir. Hatta bedeviler:

“Bunlar delidir" derlerdi.

İbn Sa'd, Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün Zevâidi olarak ve Ebû Nuaym, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“Suffe ehlinden yetmiş kişinin bir ridası bile yoktu."

Ebû Nuaym, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Kimsesiz Müslümanların kalması için bir Suffe yapılmıştı ve Müslümanlar güçleri nisbetinde buraya yardımlar getirirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına gelir ve:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun ey Ehl-i suffe!" derdi. Onlar da:

“Allah'ın selamı senin de üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verirlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nasıl sabahladınız?" diye sorunca:

“Hayırla sabahladık" derlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Siz bugün mü hayırdasınız, yoksa size tabaklarla yemek getirilip götürüldüğü ve değişik elbiseler geldiği zaman mı?" diye sorunca:

“Bugün hayırdayız. Yüce Allah bize veriyor, biz de ona şükrediyoruz" derlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Siz bugün hayırdasınız" buyururdu.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bunlar Medine'de veya aşiretlerinin yanında evleri olmayan Suffe ehlidir. Yüce Allah bu âyetle insanları onlara sadaka vermeye teşvik etti."

İbn Cerîr'n bildirdiğine göre Rabî':

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Medine'de bulunan fakir Muhacirlerdir" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bunlar kendilerini Allah yolunda savaşmaya adayanlar ve ticaret yapamayanlardır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bunlar Allah yolunda savaşırken yaralananlar ve zayıf düşmelerinden dolayı Allah yolunda yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen kişilerdir. Bu sebeple onlara Müslümanların malında bir pay kılındı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Recâ b. Hayve:

“...Yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyetini açıklarken:

“Ticaret yapmaya gücü yetmeyenlerdir" dedi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor:

“Önceleri yeryüzü küfür ile doluydu. Kişi Allah'ın nimetlerinden kazanabilmek için bir yere gidemezdi. Giden de küfre giderdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir..." âyeti hakkında:

“Müşriklerin onları Medine'de şıkıştırmasından dolayı dolaşmaya ve tiracetle uğraşmaya güç yetirememeleridir" dedi. "...İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır..." âyeti için de:

“Dilenmedikleri için onları zengin sanırlar" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah Müslümanları onlara yöneltti ve nafakalarından sorumlu kıldı. Sadakalarını onlara vermelerini emretti ve onlardan razı oldu."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sen onları yüzlerinden tanırsın..." âyetini açıklarken:

“Yüzlerindeki mahcubiyet ve çekingenlik kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Sen onları yüzlerinden tanırsın..." âyetini açıklarken:

“Yüzlerindeki yorgunluk ve ihtiyaç belirtisi kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Sen onları yüzlerinden tanırsın..." âyeti hakkında:

“Yırtık ve eski elbiseleriyle tanınırlar, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Yezîd b. Kâsıt es-Seksekî'den bildiriyor: Abdullah b. Ömer'in yanındayken bir adam gelip bir şeyler istedi. Abdullah b. Ömer bir çocuğunu çağırıp ona gizlice bir şeyler söyledi ve adama:

“Çocukla beraber git" dedi. Sonra bana:

“Bunun fakir olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordu. "Vallahi ancak fakir biri dilenir" karşılığını verdiğimde de şöyle dedi:

“Bu fakir biri değil, dirhem üstüne dirhem, hurma üstüne hurma yığandır. Halbu ki:

“...Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler..." âyetinde buyurulduğu gibi fakir, elbiselerini ve kendini temiz tutup bir şeye gücü yetmeyendir" dedi.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Miskin, bir iki hurma veya bir iki lokma vererek geri çevrilen kişi değildir. Miskin kişi, kimseye el avuç açmayan ve kimseden bir şey istemeyendir. İsterseniz: «İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler...» âyetini okuyunuz. "

İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Miskin sürekli etrafınızda dolaşan ve sizin lokma lokma (yiyecek) verdiğiniz kişiler değildir. Miskin kişi insanlardan bir şey istemeyen, kimseye el açmayan ve kimseden bir şey istemeyendir. "

İbn Ebî Hâtim'in, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Miskin bir iki hurma veya bir iki lokma vererek geri çevrilen kişi değildir. Miskin kişi ihtiyacı olduğu halde insanlardan bir şey istemeyendir. O kendisine bir şeyler verileceğini düşünmezken ona sadaka verilir. "

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Yüce Allah ağırbaşlı, selim, zengin ve iffetli kişiyi sever. Çirkin sözlü zengini ve arsız dilenciyi sevmez."

İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yüce Allah başkalarına el açmayan kişiyi kimseye muhtaç bırakmaz. İhtiyacı olmadığı halde arsızca başkalarına el açan kişi de ancak içinde yanacağı ateşi arttırmaktadır."

Mâlik, Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin, Esed oğullarından bir kişiden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir ukiyye gümüşü veya bunun değerinde bir şeyi olup da dilenen kişi arsızlık edip de dilenmiş olur. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) kelimesini açıklarken:

“İstemede ısrarcı olandır" dedi.

İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Seleme b. el-Ekva'dan biri Allah rızası için bir şey isterse mutlaka verirdi. Yine de bunu sevmez ve:

“Bu arsızlıktır" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh), Allah rızası veya Kur'ân hürmetine dünyalık bir şey istenmesinden hoşlanmazdı.

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ömer'den bildiriyor:

“Kimden Allah rızası için bir şey istenir de verirse, kendisine yetmiş sevap verilir."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İçinizden bazıları Allah'ın huzuruna yüzünde et kalmayacak şekilde çıkana kadar dilenip duracaktır. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibbân'ın, Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Dilencilik tırmalamalardır. Kişi onunla yüzünü tırmalar. İsteyen o tırmalamaları yüzünde bırakır, isteyen de (dilenmeyip yüzünü) korur. Kişinin idareciden istemesi veya mecburiyetten dolayı birinden istemesi bunun dışındadır. "

Ahmed, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dilencilik, kıyamet gününde sahibinin yüzünde tırmalamalardır. Dileyen onları yüzünde bırakır" buyurduğunu işittim.

Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İhtiyacı olmadan veya muhtaç çocukları olmadan dilenen kişi, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna yüzünde et olmaksızın çıkar."

Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim ihtiyacı olmadan veya muhtaç çocukları olmadan kendine dilencilik kapısını açarsa Yüce Allah ona hesap etmediği yerden bir ihtiyaç kapısı açar" buyurmuştur.

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrudu:

“Sadaka vermek hiçbir malı eksiltmez. Kul elini bir sadakayla uzattığı zaman dilencinin eline varmadan mutlaka Yüce Allah'ın eline ulaşır. Kul muhtaç olmadığı halde dilencilik kapısını açtığında Yüce Allah ona mutlaka bir fakirlik kapısı açar. "

Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Kebşe el-Enmârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Üç şeyin üzerine yemin ederim. Size anlatacağım şeyi hafızanızda tutun. Kulun malı sadaka vermekle eksilmez. Kişi bir haksızlığa uğradığı zaman sabrederse Yüce Allah onunla izzetini arttırır. Kul bir dilencilik kapısı açarsa Allah ona mutlaka fakirlik kapısını açar. Size anlatacağım şeyi hafızanızda tutun. Dünyada dört çeşit insan vardır. Birincisi, Allah'ın kendisine mal ve ilim verdiği kuldur ki bunları Rabbi yolunda kullanıp bununla akrabalarını faydalandırır ve bu nimetlerde Allah'ın da hakkı olduğunu bilir. Bu en güzel olan derecedir. İkincisi, Allahın kendisine ilim verip de mal vermediği kuldur ki bu iyi niyetlidir ve şöyle der: «Eğer benim malım olsaydı filan kişi gibi amel ederdim (harcardım)» der. Bu kişi niyetinden dolayı bahsettiği kişi ile sevapta eşittir. Üçüncüsü, Allah'ın kendisine mal verip de ilim vermediği kuldur. Bu kişi Rabbine karşı sorumluluğunu bilmeyip, malını bilinçsiz bir şekilde harcar, akrabalarını malından faydalandırmaz ve bunda Allah'ın hakkı olduğunu bilmez. Bu kişi en kötü derecededir. Dördüncüsü, Allah'ın kendisine ne mal, ne de ilim vermediği kuldur ki o da: «Eğer benim malım olsaydı filan kişi gibi keyfimce harcardım» der. Bu kişi niyetinden dolayı bahsettiği kişi ile günahta eşittir."

Nesâî, Aiz b. Amr'dan bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dilenmek için geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bir şeyler verdi. Sonra adam daha kapının eşiğine ayak basınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer dilencilikte ne olduğunu bilseydiniz kimse kimsenin yanına dilenmek için gitmezdi" buyurdu.

Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dilenci kişi dilenmede neler (ne gibi uhrevi mahzurlar) olduğunu bilseydi dilenmezdi. "

Ahmed, Bezzâr ve Taberânî'nin İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Muhtaç olmadığı halde dilenen kişinin kıyamet gününde yüzünde çirkinlik olur. Yine, muhtaç olmadığı halde dilenen kişinin dilenmesi kendisi için ateştir. Az verilirse az, çok verilirse çoktur."

Ahmed, Bezzâr ve Taberânî'nin, Sevbân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim ihtiyacı olmadığı halde dilenirse bu, kıyamet gününde yüzünde bir çirkinlik olarak belirir,"

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim muhtaç olmadığı halde dilenirse, kıyamet gününde huzura yüzü yara bere içinde çıkar. "

Hâkim, Urve b. Muhammed b. Atiyye'den, o babasından, o da dedesinden şöyle bildiriyor: Sa'd b. Bekr oğullarından bir grupla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitmiştim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni gördüğünde şöyle buyurdu:

“Allah seni muhtaç durumda bırakmadığı müddetçe kimseden bir şey dilenme. Üstün el veren eldir. Alçak el de alan eldir. Yüce Allah'ın malı istenmek ve verilmek içindir." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni bizim lehçemizle konuşturdu.

Beyhakî, Mes'ûd b. Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cenaze namazını kılacağı biri için:

“Ne kadar bıraktı?" diye sorunca:

“İki veya üç dinar" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bundan dolayı onun için iki veya üç dağlama vardır" buyurdu. Ebû Bekr'in azatlısı Abdullah b. el-Kâsım ile karşılaşıp durumu kendisine anlattığımda:

“Bu kişi mal (para) biriktirmek için dilenen birisiydi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Huzeyme, Taberânî ve Beyhakî'nin Hubşiy b. Cunâde'den bildirdiğine göre Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Muhtaç olmadığı halde dilenen kişi, ateş koru tutmuş gibidir."

İbn Ebî Şeybe'nin lafzında ise:

“Malını çoğaltmak için dilenen kişi, kıyamet gününde yüzü tırmalanmış olarak haşrolunur ve Cehennemin kızgın taşları onu yer" şeklindedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Veda haccında söylemiştir.

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim malını çoğaltmak için dilenirse ateş dilenmiş olur. Artık isterse az, isterse de çok dilensin."

Abdullah b. Ahmed, Müsned'in Zevâidi olarak ve Taberânî, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Ali'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim ihtiyacı olmadığı halde dilenirse kendisi için Cehennemin kızgın taşlarını çoğaltmış olur." Ashâb:

“Muhtaç olmamanın ölçüsü nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir günlük yemeğe sahip olmaktır" karşılığını verdi.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân, Sehl b. el- Hanzaliyye'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimin yanında kendisine yetecek miktarda malı bulunur da dilenirse kendine Cehennem ateşini çoğaltmış olur." Ashâb:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kişinin kendisine yetecek miktarı ne kadardır?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendisine sabah ve akşam yemeğinde yetecek miktardır" buyurdu.

İbn Hibbân'ın Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim malını çoğaltmak için dilenirse bu mal kendisini Cehennemde yakacak kızgın taşlar olur. Artık isteyen çok, isteyen de az dilensin. "

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Dilencinin biri gelip Ebû Zer'den dilenince ona bir şeyler verdi. Ebû Zer'e:

“Durumu güzel olduğu halde ona veriyorsun" denilince:

“O dilencidir ve dilencinin hakkı vardır. Fakat kıyamet gününde, dünyada iken bu aldığının elinde bir kor olmasını ve onu almamış olmayı temenni edecektir" dedi.

Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Avf b. Mâlik el-Eşcaî'den bildiriyor: Dokuz veya sekiz veya yedi kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaydık. Bize:

“Allah'ın Resûlüne biat etmeyecek misiniz?" buyurunca:

“Sana ne üzere biat edeceğiz?" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ona ibadet edeceğinize, beş vakit namaz kılacağınıza, emirlere itaat edeceğinize ve insanlardan bir şey dilenmeyeceğinize dair biat edeceksiniz" karşılığını verdi. Bu durumdan sonra bu arkadaşlarımdan bazılarını gördüm. Eğer birinin kamçısı yere düşse kimseden onu kendisine vermesini istemezdi.

Ahmed, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırıp:

“Cennet karşılığında bana biat eder misin?" buyurdu. "Evet" dediğimde, kimseden bir şey istemememi şart koştu. Buna da:

“Tamam" dediğimde:

"Kırbacın elinden düşse bile inip kendin alacaksın" buyurdu.

Ahmed, İbn Ebî Muleyke'den bildiriyor: Bazen Ebû Bekr es-Sıddîk'in elinden devesinin yuları düşerdi. Devenin ayaklarına vurarak onu çöktürür ve yuları öyle alırdı. Bir defasında ona:

“Bize emretsen biz vermez miydik?" dediklerinde:

“Habibim Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlardan bir şey istemememi söyledi" karşılığını verdi.

Taberânî, Ebû Umâme'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim biat edecek?" buyurunca, Sevbân:

“Ey Allah'ın Resûlü! Biat ettik" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimseden bir şey istemeyeceğinize dair biat edeceksiniz" buyurdu. Sevbân:

“Ey Allah'ın Resûlü! Karşılığı nedir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennettir" buyurdu. Bunun üzerine Sevbân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etti. Sevbân'ı Mekke'de insanların kalabalık olduğu yerde gördüm. Kendisi bineğine (devesine) binmiş iken kırbacı düşüyordu. Kaç defa kırbacı bir adamın boynuna düştü de adam kırbacı alıp kendisine verince almadı. Bineğinden indi ve öyle aldı.

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimseden bir şey istemeyeceğine dair bana kim söz verirse ben de ona Cenneti garanti ederim" buyurdu. Sevbân:

“Ben (söz veriyorum)" dedi ve ondan sonra da (yaşadığı sürece) kimseden bir şey istemedi.

İbn Mâce'nin ifadesi:

“Bundan dolayıdır ki Sevbân kendisi bineğine binmişken kırbacı düşerdi ve kimseye:

“Bana kırbacı ver" demez, iner kendi alırdı."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Hâkim b. Hizâm'dan bildiriyor:

Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey istedim ve bana istediğimi verdi. Bir daha istedim, bir daha verdi ve:

“Bu mal (para) çekici ve tatlıdır. Kim onu gönül hoşluğuyla alırsa o mal onun için bereketli kılınır. Kim de gönülden çıkmaksızın alırsa o mal ona bereketli kılınmaz. Bu kişi yiyip doymayan birine benzer. Veren el de alan elden üstündür" buyurdu. Bunun üzerine:

“Ey Allah'ın Resûlü! Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, senden sonra ölene kadar kimseden bir şey isteyip malını eksiltmeyeceğim" dedim.

Ravi der ki:

“Sonra Ebû Bekr, Hakîm'i kendisine ganimet malından bir şey vermek için çağırdı. Ancak bunu almaktan uzak durdu. Sonra Ömer de bir şeyler vermek için onu çağırdı. Yine bir şey almayı kabul etmedi. Hazret-i peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra ölene kadar Hakîm, kimseden bir şey alarak (isteyerek onun) malını eksiltmedi."

Ahmed'in Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Canım elinde olana yemin olsun ki üç şey hakkında yemin edebilirimi Sadaka vermek malı eksiltmez, sadaka verin. Eğer kul mazlum olduğu halde affederse Yüce Allah onun izzetini daha da arttırır. Kul dilencilik kapısını açtığında Yüce Allah ona mutlaka bir fakirlik kapısı açar."

Ahmed ve Ebû Ya'lâ, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Hazret-i Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Filan ve filanın kişinin, senin kendilerine iki dinar verdiğini söyleyerek seni güzelce övdüklerini gördüm" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fakat filan kişi öyle değildir. Ona on ile yüz arası (dinar) verdim. Ama onlar gibi bir şey söylemiyor. Vallahi biriniz benden dilenip de giderken ancak beraberinde ateş götürür" buyurdu. Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse niye veriyorsun?" deyince:

“Ne yapayım? Kabul etmeyip illaki istiyorlar. Yüce Allah bana cimri denilmesini kabul etmez" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Kabîsa b. el-Muhârik'ten bildiriyor: Bir durumda birinin diyetine kefil oldum ve bunu istemek için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bize zekât gelene kadar bekle de geldi mi sana verilmesini emredelim" buyurdu. Sonra şöyle devam etti:

“Ey Kabîsa! Dilenmek, ancak şu üç kişiden olan bir kişiye caizdir. Kefalet altına girmiş olan birinin meblağı ödeyinceye kadar dilenmesi caizdir. Ödedikten sonra bundan vazgeçer. Malı bir afet veya musibetle telef olan kişinin geçim (veya ihtiyacı) kadar dilenmesi caizdir. Veya biri fakirleşip muhtaç duruma düştüğünde kavminden akıllı üç kişinin: «Falan kişi fakir düştü» derse o kişinin geçim (veya ihtiyacı) kadar dilenmesi caizdir. Ey Kabîsa! Bunların dışında kişinin dilenmesi caiz değildir ve dilenen kişi onu haram olarak yer. "

Bezzâr, Taberânî ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Misvak ucu kadarlık bir şey olsa dahi kimseden bir şey istemeyin."

Bezzâr'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah başkalarına el açmayan, ağırbaşlı ve iffetli olan kişiyi sever. Çirkin sözlü arsız dilenciyi de sevmez. "

Bezzâr, Abdurrahman b. Avf'tan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana vermiş olduğu bir söz vardı. Kureyza fethedildiği zaman söz vermiş olduğu gibi ihtiyacımı görmesi için yanına geldim. Onun:

“Yetinen kişiyi Allah muhtaç etmez, dilenen kişiyi de muhtaç bırakır" dediğini işittim ve kendi kendime:

“Kati olarak ondan bir şey istemeyeceğim" dedim.

Mâlik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberde zekatı zikredip dilenmeden sakınmayı anlatarak şöyle buyurmuştur:

“Üstün el alçak elden üstündür. Üstün olan el veren el, alçak olan el de dilenen eldir."

İbn Sa'd'ın Adiy el-Cuzâmî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Bilin ki üç el vardır. En üstün el, Allah'ın elidir. Orta el veren eldir ve alçak el verilen eldir. (Geçim için) odun toplayıp satsanız da dilenmekten sakının. "

Beyhakî'nin, M. el-Esmâ ve's-Sıfât'da, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç sınıf el vardır. Yüce Allah'ın eli üstün olan eldir. Veren el (Yüce Allah'ın elinin) altındaki eldir. Dilencinin eli ise kıyamet gününe kadar alçak olan eldir. Gücünüzün yettiğince dilenmekten sakının."

Taberânî, el-Evsat'ta, Sehl b. Sa'd'dan bildiriyor: Cibrîl (aleyhisselam) Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle dedi:

“Ey Muhammed! Dilediğin gibi yaşa, çünkü sen mutlaka öleceksin. Dilediğin gibi amel et, çünkü onun karşılığını mutlaka göreceksin. Dilediğini sev, çünkü ondan mutlaka ayrılacaksın. Bilmiş ol ki, gece ibadeti müminin şerefidir. İzzeti ise kimseden bir şey istemeyişidir."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Zenginlik, mal çokluğu değildir. Ancak zenginlik, gönül zenginliğidir. "

İbn Hibbân, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Zer! Malın çokluğunu zenginlik olarak mı görüyorsun?" diye sorunca:

“Evet, ey Allah'ın Resûlü!" dedim. "Malın azlığını da fakirlik olarak mı görüyorsun?" diye sorunca da:

“Evet, ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verdim. Bunun üzerine:

"Esas zenginlik gönül zenginliği, fakirlik de gönül fakirliğidir" buyurdu."

Müslim ve Tirmizî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Müslüman olup da, kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Yüce Allah'ın kendisine vermiş olduğuyla kanaat eden kişi kurtuluşa ermiştir."

Tirmizî ve Hâkim'in Fadâle b. Ubeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İslâm'a hidayet edilip rızkı kendisine yetecek kadar olup da kanaat eden kişiye ne mutlu. "

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Tamahkârlıktan sakının, çünkü o fakirliktir. (Kendisinden dolayı) özür dileyeceğiniz bir şeyi yapmaktan da sakının. "

Hâkim ve Beyhakî, Zühd'de Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildiriyor: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana kısa bir öğüt ver" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların elinde olanda gözün olmasın. Tamahkârlıktan sakın, çünkü o hazır bekleyen fakirliktir. Namaz kılacağın zaman son namazınmış gibi kıl. (Kendisinden dolayı) özür dileyeceğin bir şeyi yapmaktan da sakın" buyurdu.

Beyhakî'nin Zühd'de Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kanaat, bitmeyen bir hazinedir" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Ensâr'dan bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bir şeyler isteyince:

“Evinde bir şey var mı?" diye sordu. Adam:

“Evet, bir kısmını giyip bir kısmını da (yere) serdiğimiz bir çul ile kendisiyle su içtiğimiz bir kâse var" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onları bana getir" buyurdu. Adam bunları getirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları eline alıp:

“Bu iki şeyi kim satın alır?" diye sordu. Adamın biri:

“Ben onları bir dirheme alırım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki veya üç defa:

“Kim bir dirhemden daha fazlaya alır?" deyince başka bir adam:

“Ben bunları iki dirheme alırım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları adama verip iki dirhemi aldı. İki dirhemi Ensarlı olana verdi ve:

“Bu dirhemlerin biriyle yiyecek alıp ailene bırak, diğeriyle de bir keser alarak yanıma gel" buyurdu. Adam (keserle) gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle ona bir sap taktıktan sonra:

“Git odun yap ve sat, on beş gün de gözüme görünme" dedi. Adam öyle yaptı ve (on beş gün sonra) on dirhemle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Bunların bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek aldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi kıyamet gününde dilencilikten dolayı yüzünde bir işaretle gelmenden daha hayırlıdır. Dilencilik sadece üç kişiye caizdir. Bunlar çok fakirlik çeken, çok borç altında olan ve acı çekenin kan parasını ödemeye kefil olan kişilerdir. "

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Mâce'nin Zübeyr b. b. el-Avvâm'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sizden birinin ipini alıp sırtında odun getirerek satması ve ihtiyacını gidermesi, versinler veya vermesinler insanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sizden birinin ipini alıp sırtında odun getirmesi (sallallahü aleyhi ve sellem), versinler veya vermesinler dilenmesinden daha hayırlıdır. "

Taberânî ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah işini iyi yapan kulunu sever. "

Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim insanlardan bir şey istemezse Allah onu muhtaç etmez. Kim (istemeyip) iffetli kalmayı dilerse Allah onu iffetli kılar. Kim elindeki ile yetinirse Allah ona yeter. Kim de bir ukiyye (gümüş) değerinde malı olur da dilenirse arsızlık etmiş olur,"

Ahmed, Müslim ve Nesâî'nin, Muâviye b. Ebî Süfyân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dilencilikte arsızlık etmeyin. Vallahi, kim benden bir şey ister ve ben ona vermek istemediğim halde (ısrarla) o şeyi alırsa vermiş olduğum şeyin bereketini görmez. "

Ebû Ya'lâ'nın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dilencilikte arsızlık etmeyin. Zira kim dilenmekle bizden bir şey alırsa o şey kendisi için bereketli kılınmaz. "

İbn Hibbân'nın, Câbir b. Abdullah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi yanıma gelip dileniyor, ben de ona veriyorum. Ancak o kişi giderken mutlaka kucağında ateş taşımaktadır,"

İbn Hibbân, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) altın taksim ederken adamın biri gelip:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana da ver" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da verdi. Adam:

“Biraz daha versen" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa biraz daha verdi. Sonra da adam çekip gitti. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adamın biri gelip benden dileniyor ve ben ona veriyorum, bir daha istiyor bir daha veriyorum. Sonra da çekip gidiyor. O, ailesine dönerken eteğine ateş koymuştur. "

Ebû Ya'lâ ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! Filan kişi şükredip, senin kendisine iki dinar verdiğini söylüyor" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Fakat filan kişiye on ile yüz arası (dinar) verdim. Ama o öyle bir şey söylemiyor. Yanımdan istediğini alıp giden kişi beraberinde mutlaka ateş götürür" buyurdu. Ömer:

“Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse onlara niye veriyorsun?" deyince:

“Kabul etmeyip illa ki istiyorlar. Yüce Allah bana cimri denilmesini kabul etmez" buyurdu.

Ahmed, Bezzâr ve İbn Hibbân'ın, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bu mal (para) çekici ve tatlıdır. Kime onu gönül hoşluğuyla verirsek o da bunu ihtiyacından dolayı aç gözlülük etmeden alırsa kendisine bereketli kılınır. Kime de gönülden çıkmaksızın verirsek o da bunu ihtiyacından dolayı aç gözlülük ederek alırsa o mal ona bereketli kılınmaz. "

Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir şey verdiği zaman "Bunu benden daha fakir olan birine ver" derdim. Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu al, gözün olmadığı ve sen istemediğin halde sana bu maldan bir şey verilirse onu da al. O, malın olsun. Dilersen ye, dilersen onu sadaka olarak ver. Böyle olmayan bir malı da canın çekmesin" buyurdu.

Sâlim b. Abdillah:

“Bu sebeple Abdullah kimseden bir şey istemez, verileni de geri çevirmezdi" dedi.

Mâlik, Atâ b. Yesâr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer b. el- Hattâb'a bir şeyler göndermişti. Ancak Ömer verileni kabul etmeyip geri çevirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Niye geri çevirdin?" diye sorunca:

“Ey Allah'ın Resûlü! Kimseden bir şey almayışımızın bizim için daha hayırlı olduğunu söylemediniz mi?" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O, dilenmek için geçerlidir. İstenmeden verilen şey, Allah'ın sana vermiş olduğu bir rızıktır" buyurdu. Bunun üzerine Ömer:

“Canım elinde olana yemin olsun ki, asla kimseden bir şey istemeyecek ve istemeden verileni de geri çevirmeyeceğim" dedi.

Beyhakî'nin, Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla bildirdiğine göre babası:

“Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini işittim" dedi ve bir önceki hadisin benzerini rivayet etti.

Ahmed ve Beyhakî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ey Âişe! Kim sana sen istemeden bir şey verirse kabul et. Zira o, Allah'ın sana sunmuş olduğu bir rızıktır."

Ebû Ya'lâ, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Ey Allah'ın Resûlü! Siz:

"Kimseden bir şey istememen senin için hayırlıdır" demiştiniz" dediğimde, Allah Resûlü:

“O dilenmek için geçerlidir. Sen istemeden sana verilen şey Yüce Allah'ın sana vermiş olduğu bir rızıktır" buyurdu.

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim'in Halid b. Adiy el- Cuhenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kime bir kardeşi tarafından kendisi istemeksizin ve gönülden arzu etmeksizin bir şey verilirse onu kabul etsin ve geri çevirmesin. Zira o Allah'ın kendisine sunmuş olduğu bir rızıktır. "

Ahmed'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kime, kendisi istemeden Yüce Allah ona bu maldan bir şey verirse kabul etsin ve geri çevirmesin. Zira o Allah'ın kendisine sunmuş olduğu bir rızıktır. "

Ahmed, Taberânî ve Beyhakî'nin, Âiz b. Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kime kendisi istemeden ve gönülden arzu etmeksizin bu rızıktan bir şey sunulursa onu (kabul etsin ve) malına eklesin. Eğer ihtiyacı yok ise onu daha fazla ihtiyacı olan birisine yönlendirsin. "

İbn Ebî Şeybe'nin, Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir misvak parçası için olsa dahi kimselere el açma. "

İbn Ebî Şeybe, Hubşiy b. Cünâde es-Selûlî'den bildiriyor: Bedevinin biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip dilenerek bir şeyler isteyince ona:

“Dilenmek ancak şiddetli açlık çeken veya kendi suçu olmadan işi çok kötü olan fakire helaldir" buyurdu.

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah size şu üç şeyi kerih kıldı. Bunlar dedikodu yapmak, mal itlaf ve çokça dilenmektir. Baktığında kişinin gün boyu dedikodu ettiğini görürsün. Gece olduğu zaman başına bir leş bırakılmış gibi olur. Yüce Allah böylesi birinin ne gündüzü ne de gecesinde kendisine bir pay verir. Baktığında bazı zenginlerin kendi şehvet ve arzuları ardında, zevki sefa, oyun ve eğlenceler peşinde olduklarını görürsün. Bunlar bu kişiyi Allah'ın emirlerini yerine getirmekten alıkoyar. Mal itlafı da bu şekildedir. Yine baktığında bazı insanları da ellerini açmış insanlardan dilenmekte olduğunu görürsün. Kendisine bir şey verildiğinde vereni çokça över, vermeyen kişiyi de çokça kınar. "

Taberânî'nin, ibn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Durumu iyi olup da veren kişi, muhtaç olup da alan kişiden daha üstün değildir."

İbn Hibbân, ed-Duafâ'da ve Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Durumu iyi olup da veren kişi sevapta muhtaç olup da alan kişiden daha üstün değildir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu Allah katında kayıtlıdır. Allah bunu bilir ve karşılığını verir. Zira Allah'tan daha fazla karşılık veren ve hayırları mükâfatlandıran yoktur."

274

"Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rablerı katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir."

İbn Sa'd, Tabakât'da, Ebû Bekr Ahmed b. Ebî Âsim, Cihâd'da, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Vâhidî'nin, Yezîd b. Abdillah b. Arîb el-Muleykî'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir" âyeti, atlarıyla Allah yolunda cihat edenler hakkında nâzil oldu."

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Umâme el-Bâhilî şöyle dedi:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya... " âyeti, atlarını gösteriş ve yarış alanlarında değil de Allah yolunda kullanan at sahipleri hakkında indi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ, beygirlerin ve melez atların arasında bağlı olan cins atlara bakıp:

“Bunların sahibi:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rahleri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir" âyetinde vasıf edilen kişilerdendir" derdi.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Asâkir ve Vâhidî'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme el-Bâhlî şöyle dedi:

“Gösteriş ve nam olmaksızın atını Allah yolunda bağlayan kişi:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir" âyetinde vasfedilen kişilerdendir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Vâhidî'nin, Haneş es- San'ânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya..." âyetini açıklarken:

“Bunlar atlarını Allah yolunda besleyen kişilerdir" dedi.

Buhârî, Târih'te ve Hâkim'in, Ebû Kebşe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hayır atların alınlarında mevcuttur. Yüce Allah at sahiplerine onları besleme bakımından yardımcı olur. Onları besleyen de Allah yolunda cömertçe sadaka kişi veren gibidir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Asâkir'in, Abdulvehhâb b. Mücâhid vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet Ali b. Ebî Tâlib hakkında indi. Onun dört dirhemi vardı. Bir dirhemi gece, bir dirhemi gündüz, bir dirhemi gizli ve bir dirhemi de açık olarak infak etmişti."

İbn Ebî Hâtim, Mis'ar vasıtasıyla Avn'dan bildiriyor. Adamın biri:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya..." âyetini okuyup:

“Ali b. Ebî Tâlib'in dört dirhemi vardı. Bir dirhemi gece, bir dirhemi gündüz, bir dirhemi gizli ve bir dirhemi de açık olarak infak etmişti" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn İshâk'tan bildiriyor: Ebû Bekr vefat edip Ömer halife olduğu zaman halka hutbe verdi. Allah'a yakışır bir şekilde hamdüsenada bulunup şöyle dedi:

“Ey insanlar! Bazı tamahkârlık fakirlik, bazı göz tokluğu da zenginliktir. Yemeyeceğiniz mallar biriktiriyor ve yetişemeyeceğiniz şeyleri ümid ediyorsunuz. Bilin ki, tamahkârlık nifakın bir kısmıdır. Kendiniz için hayırlı şeylerde infakta bulununuz. Zira:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir" âyetinde zikredilenler nerededir?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Âyette bahsedilen topluluk israfa kaçmaksızın ve kısıtlama yapmaksızın açlık korkusu çekmeden, malda bozgunculuk etmeden Allah yolunda harcamalarda bulunanlardır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbnu'l-Müseyyeb:

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyetin tamamı, Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Affân'ın zorluk ordusuna yapmış oldukları infak hakkında inmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyet hakkında:

“Bu, zekat farz kılınmadan önceydi" dedi.

İbn Cerîr'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Tevbe Sûresi inmeden önce bununla amel edilmekteydi. Ancak Tevbe Sûresi zekâtın farzları ve ayrıntılarıyla inince zekâtlar ona göre ayarlandı."

275

"Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Alışveriş de faiz gibidir» demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır."

Ebû Ya'lâ'nın, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Alışveriş de faiz gibidir» demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bunlar kıyamet gününde bununla (çarpılmışlıklarıyla) bilinirler. Bunlar Allah adına yalan söylemeleri ve alışverişi faiz gibi görmeleri yüzünden kıyamet gününde (kabirlerinden) ancak şeytan tarafından çarpılmış ve boğulmuş bir şekilde kalkarlar. Faiz yemeye devam edenler ise ebedi olarak Cehennemde kalacaklardır.

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın" âyeti hakkında da şöyle dedi:

“Bu âyetin Sakîf'ten Amr b. Avf oğulları ve Mahzûm oğullarından olan Muğîre oğulları hakkında indiği söylendi. Muğîre oğulları Sakîflilere faizle para verirdi. Yüce Allah, Peygamberini Mekke'ye hâkim kılınca faizin her türlüsünü yasakladı. Daha önce Tâif ahalisi faizden alacaklarının kendilerine verilmesi, vereceklerinden ise vazgeçilmesi üzere anlaşma yapmışlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke fethinden sonra Tâiflilerle yaptığı anlaşmanın sonunda şöyle yazdı:

“Müslümanlarla aynı haklara sahiptirler. Müslümanların sorumlu oldukları şeylerden onlar da sorumludurlar. Ne faiz yiyebilir, ne de yedirebilirler."

Bunun üzerine Amr b. Umeyr oğulları ve Muğîre oğulları, Mekke valisi olan Attâb b. Esîd'in yanına gittiler. Muğîre oğulları:

“Faiz konusunda bizi insanların en şanssızı yapan şey nedir? Faiz bizim dışımızda herkesten kaldırıldı" dediler. Amr b. Umeyr oğulları:

“Faizimizin bize ait olması üzerine anlaşma yaptık" karşılığını verdiler. Attâb b. Esîd bu konu hakkında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazınca:

“Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin...'" âyeti indi.

İsbehânî'nin Terğîb'te, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Faiz yiyen kişi, kıyamet gününde organları felç olmuş şekilde her tarafını sürüyerek yürür" buyurdu ve:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında:

“Faiz yiyen kişi, kıyamet gününde boğulan deli olarak dirilir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." âyetini açıklarken:

“Bu, kişinin mezarından çıkarılacağı zamandır" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbesinde faizden bahsedip onun ne büyük bir vebal olduğunu vurguladı ve:

“Faizle bir dirhem kazanan kişinin günahı otuz altı defa zina işlemenin günahından daha büyüktür. Faizin en ağırı, Müslüman kişinin namusu konusundakifazidir" buyurdu.

Abdurrezzâk, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor: Faiz yetmiş iki çeşittir. En hafifi, kişinin İslam'ı kabul ettikten sonra annesiyle zina etmesi gibidir. Faizle bir dirhem kazanmak, otuz küsür defa zina etmekten daha ağırdır. Kıyamet gününde iyilerin de kötülerin de (mezarından) kalkması için izin verilir. Ancak faiz yiyene öylesi bir izin verilmez. Onlar ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalkması gibi kalkarlar."

Beyhakî, Abdullah b. Selâm'dan bildiriyor:

“Faiz yetmiş çeşittir. Bunların en hafifi ise kişinin annesiyle zina etmesi gibidir. Faizin en ağırı kişinin haksız yere Müslüman kardeşinin namusuna dil uzatmasıdır."

Abdurrezzâk, Ahmed ve Beyhakî, Ka'b'dan bildiriyor:

“Otuzüç defa zina etmem benim için faiz olarak bir dirhem yememden ve Yüce Allah'ın bunu bilmesinden daha iyidir."

Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Faizle bir dirhem kazanmak Allah katında otuz altı zinadan daha ağırdır." Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimin eti haramla beslenirse o ateşe daha layıktır" buyurmuştur.

Hâkim, Beyhakî'nin, Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Faiz yetmiş üç kapıdır. En hafifi kişinin annesiyle ilişkiye girmesi gibidir. Faizin en ağırı Müslüman kişinin namusu konusundaki faizidir. "

İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Faiz yetmiş kapıdır. En hafifi kişinin annesiyle zina etmesi gibidir. Faizin en ağırı kişinin Müslüman kardeşinin namusuna dil uzatmasıdır."

Taberânî'nin Avf b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bağışlanmayan günahlardan sakın. Biri hainliktir. Hainlik yapan kişi, kıyamet gününde hainlikle aldığı şeyle beraber gelir. Diğeri de faiz yemektir. Faiz yiyen kişi, kıyamet gününde çarpılmış bir deli olarak haşrolunur" buyurdu ve:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlarâyetini okudu.

Ebû Ubeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Onlar kıyamet gününde şeytan tarafından çarpılmış olarak kalkarlar. Bazı kıraatlarda da bu: (.....) şeklindedir."

Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî, Müslim ve İbnu'l-Münzir, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Bakara Sûresi'nin sonunda faiz hakkındaki bu âyetler inince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e gitti ve bu âyetleri insanlara okudu. Sonra içki ticaretini de yasakladı."

Hatîb, Târih'te, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Bakara Sûresi indiği zaman onda içkiyi haram kılan âyet de indi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içki ticaretini yasakladı."

Ebû Dâvud, Hâkim, Câbir'den bildiriyor:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim muhaberayı (hisseli tarım işlerini) bırakmazsa Allah ve Resûlü ile savaş halinde olduğunu bilsin" buyurdu.

Ahmed, İbn Mâce, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hazret-i Ömer'den bildiriyor:

“İnen son âyet faiz âyetidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bize açıklamadan önce vefat etti. Bu sebeple faizi de faiz olduğu şüphesi bulunan şeyleri de bırakın."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor:

“Kur'ân'da inen son âyet faiz âyetidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bize açıklamadan önce vefat etti. Bu konuda sizi şüpheye düşüreni de düşürmeyeni de bırakın."

Buhârî, Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Delâil'de, Şa'bî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Yüce Allah'ın, Peygamberine indirmiş olduğu son âyet faiz âyetidir."

Beyhakî'nin Delâil'de, Saîd b. el-Müseyyeb vasıtasıyla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Yüce Allah'ın indirmiş olduğu son âyet faiz âyetidir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, Yüce Allah'ın yasaklamış olduğu faiz hakkında şöyle dedi. "Cahiliye zamanında kişinin birine borcu olurdu. Borçlu kişi alacaklıya:

“Sana şunu şunu vereyim ve borcumu ertele" derdi. Bunun üzerine alacaklı (kabul edip) borcu ertelerdi."

İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Cahiliye zamanında faiz şöyleydi:

“Kişi muayyen bir zamanda ödenmek üzere borca satış yapardı. Ödeme zamanı gelince vereceklinin ödeme gücü yoksa alacaklı borca bir şeyler (faiz) ekleyerek ödeme tarihini ertelerdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Faiz yiyenler ancak... kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Alışveriş de faiz gibidir» demelerinden dolayıdır..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Âyette, alışveriş de faiz gibidir deyip faizi helal sayarak yiyenlerin kıyamet gününde (mezarlarından) kalkış şekilleri anlatılmaktadır. Borç ödeme zamanı geldiğinde verecekli, alacaklıya:

“Ödememde bana zaman tanı, ben de alacağına bir eklemede bulunayım" derdi. Bu şekilde yaptıklarında onlara:

“Bu faizdir" denildi. Onlar ise:

“Bizim için satış zamanında veya ödeme zamanında öyle bir ekleme yapmak aynı şeydir" derlerdi. Yüce Allah onları yalanlayıp:

“Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır"' âyetini indirdi. Kur'ân'da faizin haram olduğu beyan edildikten sonra kişinin daha önce aldığı faizin onun olduğu bildirildi. Tahrim âyeti indikten sonra Yüce Allah dilerse bağışlar, dilerse bağışlamaz. Bu âyet indikten sonra yine:

“...Alışveriş de faiz gibidir..." diyerek faizi helal sayıp yiyenler ebedi olarak Cehennemde kalacaklardır.

Ahmed ve Bezzâr, Râfi b. Hadîc'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Allah'ın Resûlü! En temiz kazanç hangi kazançtır?" diye sorulduğunda:

"Kişinin kendi elinin emeği ve dürüst ticaretin kazancıdır" buyurdu.

Müslim ve Beyhakî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kuru hurmayla gelip:

“Bu, bizim hurmadan değildir" buyurdu. Adamın biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! İki ölçek hurma karşılığında bir ölçek bundan aldık" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu faizdir, bunu iade edin. Önce bizim hurmamızı satın, sonra da bu hurmadan alın" buyurdu.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre kadının biri Hazret-i Âişe'ye:

“Zeyd b. Erkam'a borca sekiz yüz dirheme bir köle sattım. Onun bu paraya ihtiyacı oldu. Ben de ödeme zamanı gelmeden önce köleyi kendisinden altı yüz dirheme geri aldım" deyince, Hazret-i Âişe:

“Ne kötü satmışsın ve ne kötü almışsın. Zeyd'e söyle, eğer tövbe etmezse Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte etmiş olduğu cihad iptal edilmiştir" karşılığını verdi. Kadın:

“İki yüzden vazgeçip altı yüzü alsam olur mu?" deyince de, Hazret-i Âişe:

“Evet olur, kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur" karşılığını verdi.

Ebû Nuaym, Hilye'de bildirdiğine göre Cafer b. Muhammed'e:

“Faiz niye haram kılındı?" diye sorulunca:

“İnsanlar iyilik yapmaktan men edilmesin diye" karşılığını verdi.

276

"Allah, faiz malını mahveder, sadakaları İse artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, faizle malı eksiltir, sadakalarla da kat kat artırır" dedi.

Ahmed, İbn Mâce, İbn Cerîr, Hâkim, Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Faiz ne kadar çoğalırsa çoğalsın akıbeti azlıktır."

Abdurrezzâk, Ma'mer'den bildiriyor:

“İşittiğimize göre Yüce Allah faiz yiyen kişiyi kırk yıllık bir süre içinde mahveder (iflas ettirir)".

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim helal kazancından bir hurma değerinde olsa bile bir şey sadaka verirse -ki Yüce Allah sadece helal maldan verilen sadakayı kabul eder- Allah onu kabul ederek sağ eliyle alır. Kişinin küçük tayını beslemesi gibi Allah bu kişinin sadakasını (n sevabını) dağ gibi büyüyünceye kadar besler (büyütür)."'

Şâfiî, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Dârakutnî es-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah sadakayı kabul eder ve onu sağ eliyle alır. Allah bu sadakayı sahibi için, kişinin küçük tayını veya sütten kesilmiş (at katır, eşek) yavrusunu beslemesi gibi besler. Öyle ki bir lokmalık sadaka(nın sevabı) Uhud dağı gibi büyüyene kadar besler." Bunu Yüce Allah'ın Kitâbı'nda doğrulayan âyetler:

“Allah'ın, kullarının tövbesini kabul ettiğini, sadakalar aldığını ... bilmiyorlar mı?..." âyeti ile:

“Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır..." âyetidir.

Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Hibbân ve Taberânî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah sadakayı kabul eder. Tabi ki ancak sadakanın helal maldan olanını kabul eder. Allah bu sadakayı sahibi için, kişinin küçük tayını veya memeden kesilmiş deve yavrusunu beslemesi gibi besler. Öyle ki bir lokmalık sadaka (nın sevabı) Uhud dağı gibi büyüyene kadar besler." Bunu Yüce Allah'ın Kitâbı'nda doğrulayan âyet:

“Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır..." âyetidir."

Hakîm et-Tirmizî'nin, Nevâdiru'l-Usûl'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin kişi helal kazancından bir hurma veya bu değerde bir şey sadaka verirse-Yüce Allah ancak sadakanın helal maldan olanını kabul eder- bu sadaka Allah'ın eline düşer. Yüce Allah bu sadakayı kişinin memeden kesilmiş deve yavrusunu beslemesi gibi büyük bir tepe olana kadar besler (büyütür)" buyurdu ve:

“Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır..." âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Allah, faiz malını mahveder..." âyeti hakkında:

“Faiz dünyada çoğalır, ancak âhirette mahvolur ve ondan sahibine bir şey kalmaz" dedi. "...Sadakaları ise artırır..." âyetini açıklarken de şöyle dedi:

“Yüce Allah sadakayı veren kişiden sadaka alacak kişiye ulaşmadan önce alır. Allah bu sadakayı sürekli besler. Sahibi Rabbine kavuşunca da kendisine geri verir. Sadaka bir hurma veya bu değerde bir şey ise yüce Allah onu büyük bir dağ oluncaya kadar besler."

Taberânî'nin, Ebû Berze el-Eslemî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kul sadaka olarak bir kırıntı verir ve Allah onu Uhud dağı gibi büyütünceye kadar besler."

277

Îman eden, sâlih amel (Kitap, sünnet ve akla uygun işler) yapan, (beş vakit) namazı (vaktinde ve dosdoğru) kılan ve zekâtı verenler var ya, şüphe yok ki, onların Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlar için (âhirette azap görme konusunda) hiçbir korku olmadığı gibi, onlar (dünyada bıraktıklarıyla ilgili) mahzun da olmazlar.

278

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve... faizden geriye kalanı bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet Abbâs b. Abdilmuttalib ve Muğîre oğullarından bir adam hakkında inmiştir. Bunlar Cahiliye zamanında Sakîf'ten, Ğîra oğullarından olan Amr b. ümeyr oğullarına faizle para veren iki ortaktı. İslam geldiği zaman bunların faize verilmiş çok büyük bir miktarda paraları vardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Cahiliye zamanından faize verilmiş ve daha alınmamış paralar hakkında:

“...Faizden geriye kalanı bırakın" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi: Sakîf, faizden alacaklarının kendilerine verilmesi, vereceklerinden ise vazgeçilmesi üzere Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile anlaşma yapmışlardı. Mekke fethedilince Attâb b. Esîd, Mekke valisi oldu. Amr b. Umeyr b. Avf oğulları, Muğîre oğullarına faizle para verirdi. Cahiliye zamanında Muğîre oğulları onlardan faizle para alırdı. İslam geldiği zaman Amr oğullarının kendilerinde büyük bir miktarda paraları vardı. Bunun üzerine paralarını istemeye gelince Muğîre oğulları bu parayı vermeyi kabul etmedi. Bu durumu Attâb b. Esîd'e bildirdiklerinde, o bu konuda Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazdı. Bu mektup üzerine:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur" âyetleri indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Attâb b. Esîd'e bir mektupta bu âyetleri ve:

“Razı olsunlar, aksi takdirde (Allah'a ve peygamberine karşı) savaş açmış olduklarını bilsinler" diye yazdı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah'a karşı gelmekten sakının ve... faizden geriye kalanı bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Faizli alışveriş Cahiliye zamanında olan bir şeydi. Müslüman oldukları zaman sadece ana mallarını almaları emrolundu."

Âdem, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah'a karşı gelmekten sakının ve... faizden geriye kalanı bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Cahiliye zamanında kişinin birine borcu olurdu. Borçlu kişi alacaklıya:

“Sana şunu şunu vereyim ve borcumu ertele" derdi. Bunun üzerine alacaklı da (kabul edip) borcu ertelerdi."

Mâlik ve Sünen'de Beyhakî, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Cahiliye zamanında kişinin birinden belli bir zamanda bir alacağı olurdu. Ödeme zamanı geldiğinde alacaklı:

“Öder misin yoksa borca bir şey mi eklersin?" derdi. Borçlu borcunu öderse o da hakkını alırdı. Ödemezse borcuna bir şeyler (faiz) ekler ve alacaklı kişi ödeme tarihini uzatmış olurdu.

Ebû Nuaym'ın el-Ma'rife'de zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve... faizden geriye kalanı bırakın" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet Sakîf'ten bir grup hakkında indi. Bunlardan bazıları, Amr b. Umeyr oğullarından Mes'ûd, Rabîa, Habîb, Abd b. Humeyd Lîle ve Kureyş'ten Muğîre oğullarıdır."

İbn Ebî Hâtim, Mukâtil'den bildiriyor: Bu âyet Sakîf'ten, Amr b. Umeyr b. Avf oğullarından Mes'ûd b. Amr b. Abd Lîl b. Amr, Rabîa b. Amr ve Habîb b. Amr hakkında inmiştir. Bunların hepsi kardeş olup haklarını Mahzûn oğullarından olan Muğîre oğullarından isteyen kişilerdi. Bunlar Cahiliye zamanında Muğîre oğullarına faizle borç para verirlerdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sakîf'le anlaşma yapmıştı. Amr b. Umeyr oğulları çok büyük bir miktar olan faiz paralarını Muğîre oğullarından isteyince:

“Vallahi, Müslümanlıktan sonra biz bunu ödemeyiz. Allah ve Resûlü faizi kaldırmıştır" dediler. Bu durumlarını Muâz b. Cebel'e anlattılar. Bu durumu Attâb b. Esîd'e anlatıkları da söylenmektedir. Muâz b. Cebel, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Amr b. Umeyr oğulları, Muğîre oğullarından faizli paralarını istiyor" diye bir mektup yazdı. Bu mektup üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın" âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz b. Cebel'e:

“Bu âyeti kendilerine arzet. Eğer kabul ederlerse ana malları kendilerinindir. Kabul etmezlerse bilsinler ki Allah ve Resûlüne savaş açmışlardır" diye bir mektup yazdı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Savaşa girdiğinizi bilin..." âyetini açıklarken:

“Kim faize devam edip bundan vazgeçmezse Müslümanların lideri onları tövbeye davet etme ve kabul etmedikleri zaman boyunlarını vurma hakkına sahiptir" demiştir.  (.....) âyetini açıklarken de:

“Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kıyamet gününde faiz yiyenlere:

“Savaş için silahını kuşan" denilecektir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti hakkında:

“Kesin olarak savaşa girdiğinizi bilin" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Yüce Allah onları öldürmeyi vadetti" demiştir.

Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Amr b. el-Ahvas'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Veda haccında bulunmuştum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Kesinlikle Cahiliye dönemindeki bütün faiz kaldırılmıştır. Ancak ana mallarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur. İlk kaldırılan faiz de Abbâs'ın faizidir" buyurdu.

İbn Mende'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur" âyeti, Rabîa b. Amr ve arkadaşları hakkında inmiştir" dedi.

Müslim ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) faiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve faiz akdini yazanı lanetleyip:

“Hepsi eşittir" buyurdu.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân' da Hazret-i Ali'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu on kişiyi lanetledi: Faiz yiyeni, yedireni, şahitlerini, faiz akdini yazanı, dövme yapanı ve yaptıranı, sadakaya engel olanı, hülle yapanı ve yaptıranı."

Beyhakî'nin, Ümmü'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Mûsa b. İmrân (aleyhisselam):

“Ey Rabbim! Yarın Cennette kim kalacak ve hiçbir gölgenin olmadığı gün senin Arş'ın gölgesi altında kim gölgelenecek?" deyince, Yüce Allah:

“Ey Mûsaî Gözleriyle zinaya bakmayanlar, mallarına faiz karıştırmayanlar, hüküm verirken rüşvet almayanlardır. Ne mutlu onlara ki onları ne güzel bir gelecek beklemektedir" buyurdu.

Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Hibbân ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) faiz yiyeni, yedireni, şahitlerini ve faiz akdini yazanı lanetlemiştir."

Buhârî ve Ebû Dâvud, Ebû Cuhayfe'den bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dövme yapanı, yaptıranı, faiz yiyeni, yedireni lanetleyip, köpek satışı ve fuhuşla para kazanmayı yasakladı. Ayrıca ressamları da lanetledi."

Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Faiz yiyen, yediren, ona şahitlik eden, bilerek faiz akdini yapan, güzellik için dövme yapan ve yaptıran, zekatı geciktiren, hicret ettikten sonra özürsüz olarak tekrar yurduna dönen kişiler kıyamet gününde Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) diliyle lanetlenmişlerdir."

Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dört kişiyi Cennete sokmamak ve nimetlerinden tattırmamak Yüce Allah'ın baklandandır. Bunlar sürekli içki içen, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen ve ana babasına asi olanlardır. "

Taberânî'nin, Abdullah b. Selâm'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişinin faizle bir dirhem kazanmasının günahı, Allah katında Müslüman olduktan sonra otuzüç defa zina işlemenin günahından daha büyüktür. "

Ahmed ve Taberânî'nin, melekler tarafından gasledilen Abdullah b. Hanzala'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Faiz olduğunu bilerek bir dirhem yiyen kişinin günahı, otuzaltı defa zina işlemenin günahından daha büyüktür."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta Berâ b. Âzib'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Faiz yetmiş kapıdır. Bunların en hafifi, kişinin annesiyle ilişkiye girmesi gibidir. Faizin en ağırı, kişinin Müslüman kardeşinin namusuna dil uzatmasıdır. "

Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) meyveleri olgunlaşmadan satın almayı yasakladı ve:

“Eğer bir beldede zina ve faiz zuhur ederse o belde halkı mutlaka kendi nefislerine Allah'ın azabını helal kılmıştır" buyurdu.

Ebû Ya'lâ'nın, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Eğer bir kavimde zina ve faiz zuhur ederse, o kavim mutlaka kendi nefislerine Allah'ın azabını helal kılmıştır,"

Ahmed'in Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kendisinde faiz zuhur eden hiç bir kavim yoktur ki mutlaka kıtlığa maruz kalır. Kendisinde rüşvet zuhur eden hiç bir kavim yoktur ki mutlaka korkuya kapılır."

Taberânî, Kâsım b. Abdilvâhid el-Vezzân'dan bildiriyor: Abdullah b. Ebî Evfâ'yı çarşıda gördüm. "Ey sarraflar topluluğu! Müjdeler olsun size" diyordu. Sarraflar:

“Allah seni Cennetle müjdelesin, bizi ne ile müjdeliyor sun?" diye sorduklarında:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sarraflara: «Cehennemle müjdelenin» buyurdu" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Öyle bir zaman gelecek ki insanlar faiz yiyecekler, yemeyen kişilere de tozundan bulaşacaktır" buyurmuştur.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Mâlik b. Evs b. el-Hadesân'dan bildiriyor: Talha b. Ubeydillah'ta altın karşılığı gümüş bozdurdum. Talha b. Ubeydillah:

“Altınları göster de bekçimiz Ğâbe'den geldiğinde sana karşılığını verelim" dedi. Bunu duyan Ömer b. el-Hattâb şöyle dedi:

“Vallâhi olmaz! Bozukluğunu alana kadar ondan ayrılma. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peşin olmadıktan sonra altını gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla hurmayı hurmayla veresiye olarak değiştirmek faizli alışveriştir" buyurduğunu işittim."

Abd b. Humeyd, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Peşin olarak altın altınla misli misline, gümüş gümüşle misli misline, hurma hurmayla misli misline, buğday buğdayla misli misline, arpa arpayla misli misline, tuz tuzla misli misline değiştirilir. Fazla alan ve fazla veren faiz vermiş veya almış olur. Bu konuda alan ile veren arasında fark yoktur."

Mâlik, Şâfiî, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Altını altınla, gümüşü gümüşle ancak misli misline biri diğerinden eksik veya fazla olmadan değiştirebilirsiniz. Mevcut olanı mevcut olmayanla değiştirmeyin. "

Şâfiî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ubâde b. es- Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla aynı miktarda, aynı kalitede ve peşin olmadıktan sonra değiştirmeyin. Fakat altını gümüşle, gümüşü altınla, buğdayı arpayla, arpayı buğdayla hurmayı tuzla ve tuzu hurmayla peşin olduktan sonra istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Fazla alan veya fazla veren faiz almış veya vermiş olur,"

Mâlik, Müslim ve Beyhakî'nin, Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir dinarı iki dinarla, bir dirhemi de iki dirhemle değiştirmeyin" buyurmuştur.

Mâlik, Şâfiî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dinar dinarla, dirhem dirhemle bozdurulur. Biri diğerinden (değer olarak) fazla olmaz."

Müslim ve Beyhakî'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir dinar bir dinar karşılığı, bir dirhem de bir dirhem karşılığı aynı tartıda değiştirilir ve fazla bir ödeme yapılmaz. Mevcut olan da mevcut olmayanla değiştirilmez."

Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Minhâl'dan bildiriyor: Berâ b. Âzib ve Zeyd b. Erkam'a sarraflığı sorduğumda şöyle dediler:

“Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında iki tüccar idik. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sarraflığı sorduğumuzda:

“Peşin olarak bozdurulan malda bir beis yoktur. Ancak veresiye ile bozdurulan caiz değildir" buyurdu.

Mâlik, Şâfiî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaş hurma ile kuru hurmayı değiştirmeyi sorduklarında:

“Yaş hurma kuruduğunda azalır mı?" diye sordu. "Evet" dediklerinde bunu yapmalarını yasakladı.

Bezzâr'ın Ebû Bekr es-Sıddîk'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Altın altınla, gümüş gümüşle misli mislince değiştirilir. Fazla alan da veren de cehennemdedir. "

Bezzâr, Ebû Bekre'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden iki ay önce sarraflığı (altınla gümüşü değiştirmeyi) yasakladı."

279

Eğer böyle yapmazsanız (haram kılınan fâizi almaya devam ederseniz), Allah ve Resûlü ile bir savaş(a girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (fâiz alıp vermekden) tevbe ederseniz, ana malınız sizindir. Böylece (fâiz alarak) ne haksızlık etmiş, (asıl malınızı isteyerek) ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

280

"Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin..." âyeti, faiz hakkında inmiştir, dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avf vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ... mühlet verin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet faiz alacaklılarına verilen emirdir. Ancak emanet verilen şeyi iade etmek için mühlet verilmesi gerekmez. Emanetler ehline (zamanında) geri verilmelidir."

İbnu'l-Münzir'in, Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin..." âyetini açıklarken:

“Bu, faiz muamelesini kastetmektedir" dedi. "...(Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız..." âyeti hakkında ise:

“Alacağını zor durumda olan borçluya bağışlamak mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Nehhâs, Nâsih'te ve İbn Cerîr, İbn Sîrîn'den bildiriyor: İki kişi alacak verecek konusunda Şureyh'in yanında davalaştılar. Şureyh vereceklinin hapse atılmasına hüküm kılınca yanındakilerden biri:

“Bu kişi zor durumdadır. Yüce Allah: «Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin...» buyurmaktadır" dedi. Şureyh:

“Bu âyet, faiz muamelesi hakkındadır. Ensar arasında faiz muamelesi yapılmaktaydı ve Yüce Allah:

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin..." âyetini indirdi. Yine yüce Allah:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder..."' buyurmaktadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada verecekli kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Eğer borçlu darlık içindeyse... mühlet verin..." âyetini açıklarken:

“Burada anamal kastedilmektedir" dedi. "...eli genişleyinceye kadar..." âyeti hakkında ise:

“Burada da vereceklinin maddi durumu düzelene kadar alacaklının beklemesi kastedilmektedir. Eğer anamalınızı da fakire bağışlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Abbâs bu bağışta bulunmuştur" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Eğer borçlu darlık içindeyse eli genişleyinceye kadar beklenir. Bu, Müslümanın her türlü borcu için geçerlidir. Kişinin Müslüman kardeşinde alacağı olup da onun darda olduğunu bildiği halde hapsettirmesi helal değildir. Yüce Allah onun elini genişletinceye kadar kişi alacağını ondan istemesin. Eli dar olan kişiye anamalınızı bağışlamanız onu beklemenizden daha hayırlıdır. Yüce Allah sadakayı, beklemeye tercih etmiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır"' âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kim zor durumda olan verecekliye borcu bağışlarsa kendisi için en güzel ecirdir. Bağışlamayan kişiye de bir günah yoktur. Borçtan dolayı birini hapsettiren kişi:

“...Eli genişleyinceye kadar mühlet verin ..." âyetine göre günah işlemiş olur. Borcu ödeme gücü olup da ödemeyen kişi zalim olarak yazılır."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müsned'de, Müslim ve İbn Mâce'nin, Ebu'l- Yeser'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kim darda olan borçluya zaman tanırsa veya alacağının bir miktarını düşerse Yüce Allah hiç bir gölgenin olmadığı günde onu (Arş'ın) gölgesinde gölgelendirir. "

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Huzeyfe'den bildiriyor: Bir adam Allah'ın huzuruna götürüldü ve Yüce Allah ona:

“Dünyada ne amel ettin?" dedi. Adam:

“Zerre kadar bir hayırda bulunmadım" karşılığını verdi. Allah bunu üç defa tekrarlayınca adam üçüncüsünde:

“Bana dünyada, malından ihsandan bulunmuştun. Ben insanlara satış yapar ve darda olanlara eli genişleyinceye kadar mühlet verirdim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Biz buna senden daha layığız, onu affedin" buyurdu ve adam bağışlandı.

Ahmed'in, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir borçluya mühlet verirse her gün için bir sadaka sevabı kazanır. "

Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, İstinâu'l-Ma'rüfta, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim duasının kabul olunmasını ve sıkıntısının giderilmesini isterse darda olan borçlunun sıkıntısını gidersin."

Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim darda olan borçluya eli genişleyinceye kadar mühlet verirse Allah bu kişiye günahından tövbe edinceye kadar mühlet verir. "

Ahmed, İbn Mâce, Hâkim, Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da, Bureyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir borçluya mühlet verirse her gün için borç miktarı kadar sadaka sevabı kazanır." Sonra da şöyle buyurduğunu işittim:

“Kim bir borçluya mühlet verirse her gün için borç miktarının iki katı kadar sadaka sevabı kazanır." Bunun üzerine:

“Ey Allah'ın Resûlü! Daha önce:

“Her gün için borç miktarı kadar sadaka sevabı kazanır" dediğini işitmiştim. Şimdi de:

“«Her gün için borç miktarının iki katı kadar sadaka sevabı kazanır» buyurdunuz" dediğimde:

“Borç ödeme zamanı gelmeden önce her gün için borç miktarı kadar sadaka sevabı kazanır. Ancak ödeme zamanı gelir de borçluya mühlet verirse her gün için borç miktarının iki katı kadar sadaka sevabı kazanır" karşılığını verdi.

Ebu'ş-Şeyh, Sevâb'da, Ebû Nuaym, Hilye'de, Beyhakî, Şuab'da, Tastî, et- Terğîb'te ve İbn Lâl'in, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın duasını kabul etmesini, dünya ve âhirette sıkıntısının giderilmesini isteyen kişi darda olan borçluya mühlet versin veya borcundan bir miktar düşsün. Kıyamet gününde, Yüce Allah'ın kendisini Cehennem alevinden korumasını ve kendi gölgesinde gölgelendirmesini isteyen kişi de Müslümanlara karşı katı olmasın, onlara karşı şefkatli davransın. "

Müslim'in bildirdiğine göre Katâde, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi:

“Kim Yüce Allah'ın, kendisini kıyamet günü sıkıntılardan kurtarmasını isterse darda olan borçluyu rahatlatsın veya alacağından bir miktar düşsün. "

Ahmed, Dârimi ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Katâde, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi:

“Kim borçlusunu rahatlatır veya borcunu silerse kıyamet gününde Arş'ın gölgesi altında olur S

Tirmizî ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim darda olan borçlusuna mühlet verir veya alacağından bir miktar düşerse, Yüce Allah onu kıyamet gününde hiçbir gölgenin olmadığı günde Arş'ı gölgesinde gölgelendirir. "

Abdullah b. Ahmed'in, Müsned'in zevâidi olarak bildirdiğine göre Osmân b. Affân, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi:

“Darda olan borçlusuna mühlet veren veya alacağını ona bağışta bulunan kişiyi, Yüce Allah hiçbir gölgenin olmadığı günde Arş'ı gölgesinde gölgelendirdi. "

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi:

“Kim darda olan borçlusuna mühlet verir veya alacağını bağışta bulunursa, Yüce Allah onu kıyamet gününde (arşı) gölgesinde gölgelendirir.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Ebî Katâde'den ve Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim Yüce Allah'ın, kendisini kıyamet günü sıkıntılardan kurtarmasını ve Arş'ı altında gölgelendirmesini isterse darda olan borçlusuna mühlet versin."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Darda olan borçlusuna mühlet veren kişiyi, Yüce Allah kıyamet gününde (Arş'ı) gölgesinde gölgelendirir."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Ka'b b. Ucre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim darda olan borçlusuna mühlet verir veya ona kolaylık sağlarsa Yüce Allah onu kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde (Arş'ı) gölgesinde gölgelendirir."'

Taberânî'nin, M. el-Kebîr'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Darda olan borçlusuna mühlet veren veya alacağından bir miktar düşen kişiyi Yüce Allah kıyamet gününde (Arş'ı) gölgesinde gölgelendirir."

Taberânî'nin, Es'ad b. Zürâre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah'ın gölgesinde olmak isteyen kişi, darda olan borçlusuna kolaylık sağlasın veya alacağından bir miktar düşsün. "

Taberânî'nin, Ebu'l-Yeser'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Allah'ın gölgesinde gölgelenecek ilk kişiler, darda olan borçluya bir şey bulana kadar mühlet veren veya ona alacağını bağışta bulunup: «Allah rızasını gözeterek malımı sana bağışta bulundum» deyip borç kağıdını yırtanlardır. "

Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Îstinâu'l-Ma'rüfta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim darda olan borçlusuna mühlet verir veya alacağından bir miktar düşerse Yüce Allah onu Cehennem alevinden korur."

Abdurrezzâk, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Kim bir Müslümanın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Yüce Allah ondan kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir. Kim darda olan bir borçluya dünyada kolaylık sağlarsa, Yüce Allah ona dünyada ve âhirette kolaylık sağlar. Kim dünyada bir Müslümanın ayıbını örterse, Yüce Allah onun dünyada ve âhirette ayıbını örter. Kul kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah o kulun yardımındadır. "

Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Adamın biri asla hayır işlemezdi. Ancak insanlara borç verir ve kölesine: «Darda olan birine gidersen onu affet. Umulur ki Yüce Allah da bizi affeder» derdi. Bu kişi vefat ettiğinde Allah onu affetti. "

Müslim ve Tirmizî'nin, Ebû Mes'ûd el-Bedrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sizden öncekilerden bir adam hesaba çekildi ve hiçbir hayır işlemediği görüldü. Ancak o, insanların içine karışan zengin biriydi. Kölelerine darda olanları affetmelerini söylerdi. Bu sebeple Yüce Allah: «Biz bu konuda öyle bir şey yapmaya ondan daha layığız, onu affedin» buyurdu."

281

"Öyle bîr günden sakının kî, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır."

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Taberânî, İbn Merdûye ve Delâil'de Beyhakî değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Kur'ân'dan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) inen en son âyet "Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz...'" âyetidir."

İbn Ebî Şeybe, Süddî ve Atiyye el-Avfî'den aynısını rivayet etti.

İbnu'l-Enbârî, Ebû Sâlih ve Saîd b. Cübeyr'den aynısını rivayet etti.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de, Kelbî vasıtasıyla Ebî Sâlih ve İbn Abbâs'tan bildiriyor: (Kur'ân'ın) inen son âyet(i):

“öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz...'" âyetidir. Bu âyet Mina'da indi. Bu âyetin inişiyle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı arasında seksen bir gün vardır."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Kur'ân'ın inen son âyeti:

“Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz..." âyetidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet indikten sonra dokuz gece yaşadı. Sonra Rabîu'l-Evvel ayından iki gece geçmişti ki pazartesi günü vefat etti."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada kişinin yapmış olduğu iyilikler ve kötülükler kastedilmektedir. Kimsenin iyilikleri bir şey eksiltilmeyecek ve kötülüklerine bir şey eklenmeyecektir."

282

"Ey îman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir kâtip adaletle yazsın. Kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bîr günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."

İbn Cerîr, sahîh bir isnâdla Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor:

“Bana söylendiğine göre Kur'ân'ın Arş'tan inen son âyeti borç âyetidir."

Ebû Ubeyd, Fedâil'de, İbn Şihâb'dan bildiriyor:

“Kur'ân'ın Arş'tan inen en son âyeti faiz âyeti ile borç âyetidir."

Tayâlisî, Ebû Ya'lâ, İbn Sa'd, Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve Sünen'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Borç âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İlk inkâr eden kişi Hazret-i Âdem'dir. Yüce Allah, Âdem'i yarattığında onun sırtını sıvazladı ve kıyamet gününe kadar onun zürriyetinden yaratacağı her insan onun sırtından düştü. Sonra ona zürriyetini göstermeye başladı. Hazret-i Âdem yüzü parlayan birini görüp: «Ey Rabbim! Bu kimdir?» diye sorunca, Yüce Allah: «Bu, oğlun Dâvud'dur» buyurdu. «Ey Rabbim! Ömrü ne kadardır?» diye sorduğunda ise Yüce Allah: «Altmış yıl» cevabını verdi. Hazret-i Âdem: «Rabbim onun ömrünü uzat» deyince: «Hayır, ömrünü ancak senin ömrümden ona vererek uzatırım» buyurdu. Hazret-i Âdem'in ömrü bin yıl idi ve bunun kırk yılını Dâvûd'a verdi. Bu konuda bir yazı yazıldı ve melekler buna şahit tutuldu. Hazret-i Âdem'in ömrü dolup ölüm meleği gelince: «Daha ömrümün bitmesine kırk yıl var» dedi. Melekler: «Sen bunu oğluna verdin» deyince: «Hayır vermedim» karşılığını verdi. O zaman Yüce Allah kitabı çıkardı ve melekler şahitlik etti. Yüce Allah Hazret-i Âdem'in ömrünü bin yıla tamamladı ve Dâvud'u yüz yıl yaşattı."

Şâfiî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Şehadet ederim ki belli bir zaman ödenmek üzere yapılan selef (parayı peşin verip, malı sonra alma) satışını Yüce Allah helal kılıp buna izin vermiştir" deyip:

“Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın...'" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman ..." âyetini açıklarken:

“Bu, belli bir ölçüde ve belli zamanda teslim etmek üzere yapılan (parayı peşin verip, malı sonra alma) selem satışı hakkında inmiştir" dedi.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman Medine'liler iki üç yıllık meyvelerini selef satışıyla satıyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim selef (vadeli satış) yaparsa belli bir ölçü, belli bir ağırlık ve belli bir selef (vade) ile satış yapsın" buyurdu.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“Devletin veya birinin (mal veya paraya) vereceği zamana, hasada, harman zamanına ve (üzüm ve zeytin ) sıkma zamanına bağlı olarak selef (vade) olmaz. Ona belli bir müddet koyarak ödeme zamanının bildirilmesi gerekir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Borçlanmada inkar etme ve unutma olmasın diye şahitlik emredildi. Borçta şahit tutmayan kişi asi olmuş olur. "...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyeti hakkında ise:

“Müslüman kişi bir şeye şahitlik etmesi için çağrıldığı zaman veya şahit olduğu bir konu hakkında şahitlik etmeye çağrıldığı vakit kabul etmeyip gelmemesi caiz değildir. "...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..."âyeti hakkında ise:

“Zarar vermek, kişinin şahide ihtiyacı olmadığı ve başka birinin bulunması yettiği halde ona:

“Allah sana şahitliğe çağrıldığın zaman gelmekten kaçınma diye emretti" deyip eziyet etmesi şeklindedir. Yüce Allah:

“...Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur..." buyurarak, bunun ma'siyet olduğunu belirtmiş ve yasaklamıştır. Şahitliği gizlemek büyük günahlardandır. Çünkü Yüce Allah:

“...Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır..." buyurmaktadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Aranızda bir kâtip adaletle yazsın..." âyetini açıklarken:

“Akdi yazarken alıcı ve satıcı arasında adil davranıp ne borçluya çok, ne de alacaklıya az yazsın, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kâtip... yazmaktan kaçınmasın..." âyetini açıklarken:

“Kâtibin akdi yazması vaciptir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kâtip... yazmaktan kaçınmasın..." âyetini açıklarken:

“Borcu yazmak için çağırılan kâtibin işi olmadığı takdirde akdi yazması vaciptir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“...Kâtip... yazmaktan kaçınmasın..." âyetini açıklarken:

“Bunun sebebi, o zaman kâtiplerin sayıca az olmasındandır" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Kâtip... yazmaktan kaçınmasın..." âyetini açıklarken:

“O zaman kâtipler az idi" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Kâtip... yazmaktan kaçınmasın..." âyetini açıklarken:

“Bu (emri yerine getirmek) farzdı, ancak:

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyeti bunu neshetti" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın emrettiği şekilde (yazsın) mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kâtibin, Allah'ın kendisine öğretmiş olduğu gibi yazıp başka şeyleri bırakmasıdır. Borçlu kişi de üzerinde ne hak olduğunu yazdırsın ve borçtan hiçbir şeyi eksik yazdırmasın. Borçlu aciz, dilsiz veya aklı kıt biri ise ve yazdıramıyorsa velisi bunu adaletle, borca bir ekleme yapmadan yazdırsın. Bu akde, hür olan iki Müslüman erkeği şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, bir erkek ve iki kadın şahit tutulur. Eğer kadının biri şahitliği unutacak olursa unutmayan diğer kadın ona hatırlatmada bulunur. Şahitler çağrıldıkları zaman tembellik edip gelmemezlik etmesin. Borcun azlığına ve çokluğuna bakılmaksızın vâdesi ile birlikte yazılmaktan kaçınılmasın, çünkü yazmak gelecekte malı korumak için daha uygun bir davranıştır. Akdi yazmak adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam olan bir harekettir. Borç, ödeme zamanı ve şahitler yazılmışsa hiç bir şüpheye düşmezsiniz. Peşin yapılan alışveriş bunun dışındadır. Peşin olarak yaptığınız alışverişte vade olmadığı için yazmamanızda bir sorun yoktur. Alışveriş vadeli veya peşin olsun her halükârda hakkınızı korumak için şahit tutun. Kâtibe ve şahide eziyet etmek konusunda yasaklama vardır. Öylesi bir durumda günahkâr olursunuz. Allah'a karşı gelmekten sakının, zira o bütün amellerinizi hakkıyla bilendir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer borçlu, aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise..." âyetini açıklarken:

“Burada yazmayı bilmeyen aklı kıt biri kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî ve Dahhâk:

“...Aklı ermeyen..."âyetini açıklarken:

“Burada küçük çocuk kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Velisi adaletle yazdırsın..." âyetini açıklarken:

“Burada borçlu kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Velisi adaletle yazdırsın..." âyetini açıklarken:

“Burada yetim çocuğun velisi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Velisi adaletle yazdırsın..."âyetini açıklarken:

“Burada aklı kıt veya zayıf bir kişinin velisi kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Ömer:

“(Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki... şahit tutun" âyetini açıklarken:

“(Alıcı) eğer satış peşin olursa, şahit tutar ve akit yazmazdı" dedi. Mücâhid:

“Vadeli satış yapıldığında şahit tutar ve akit yazardı" dedi.

Süfyân, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“(Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği... şahit tutun"  âyetini açıklarken:

“Burada hür olanlar kastedilmiştir" dedi.

Saîd b. Mansûr, Dâvud b. Ebî Hind'den bildiriyor: Mücâhid'e cariye ile yapılan zıhar'ın hükmünü sorduğumda:

“Bir şey gerekmez" dedi. Ona:

“Yüce Allah:

“Karılarını zıhar yoluyla boşamak isteyip, sonra sözlerinden dönenlerin, ailesiyle temas etmeden bir köle azad etmeleri gerekir..."buyurmaktadır. Onlar kadın değil midir?" deyince:

“Yüce Allah:

“(Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği... şahit tutun"  buyurmaktadır. Kölelerin şahitliği kabul olunur mu?" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir, Zührî'den bildiriyor: Ona kadınların şahitliği sorulduğunda:

“Yüce Allah'ın zikretmiş olduğu borç konusunda caizdir ve başka şeylerde caiz değildir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mekhûl:

“Kadınların şahadeti, sadece borç olayında geçerlidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Yezîd b. Abdirrahman b. Ebî Mâlik'ten bildiriyor:

“Hukukta dört kadının şahadeti iki erkeğin yerini tutmaz. Onların şahitliği ancak bir erkekle birlikte olduğu zaman caizdir. Bir erkekle bir kadının şahadeti de caiz değildir. Çünkü Yüce Allah: «Eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun» buyurmaktadır."

İbnu'l-Münzir, İbn Ömer'den bildiriyor:

“Kadınların erkeksiz şahadetleri ancak kendilerinin görebileceği, kadınların avretlerine, gebeliğine ve hayız durumuna bakma şahitliğinde geçerlidir."

Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Akıl sahipleri içinde sizden daha fazla aklı ve dini eksik kimseyi asla görmedim" deyince, kadının biri:

“Ey Allah'ın Resûlü! Akıl ve din eksikliği nedir diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İki kadın şahitliğinin bir erkek şahitliğine eşit olması aklın eksikliğidir. (Hayızlı halde iken) gecelerce bekleyip namaz kılmaması ve (yine hayızlı iken) Ramazan'da oruç tutmaması dinin eksikliğidir" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî:

“...(Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz..." âyetini açıklarken:

“Burada şahitlerin dürüst olmaları kastedilmiştir" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, İbn Ebî Muleyke'den bildiriyor: İbn Abbâs'a bir mektup yazarak çocuğun şahitliğini sorduğumda, İbn Abbâs cevaben:

“Yüce Allah:

“... (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz...'" buyurmuştur. Onların dürüstlüğüne razı olup güveneceğimiz kişiler olmadıkları için şahitlikleri caiz değildir" diye yazdı.

Şâfiî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“... (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz..." âyetini açıklarken:

“Bu şahitlerin adil (dürüst), hür ve Müslüman olması mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'nin bu âyeti, (.....) şeklinde şeddesiz olarak okuduğunu bildirir.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'in, bu âyeti, (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, A'meş'ten bildirdiğine göre bu âyet, İbn Mes'ûd'un kıraatında: (.....) şeklindedir.

Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyetini açıklarken:

“Müslüman, bir şeye şahitlik etmesi için çağrıldığı zaman veya şahit olduğu bir konu hakkında şahitlik etmeye çağrıldığı vakit kabul etmeyip gelmemesi caiz değildir. "...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyeti hakkında ise:

“Zarar vermek, kişinin şahide ihtiyacı olmadığı ve başka birinin bulunması yettiği halde ona: «Allah sana şahitliğe çağrıldığın zaman gelmekten kaçınma diye emretti» deyip eziyet etmesi şeklindedir. Yüce Allah:

“...Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur..." buyurarak bunun ma'siyet olduğunu belirtmiş ve yasaklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..."' âyetini açıklarken:

“Eğer şahitlik edecekleri bir şey varsa, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildiriyor: Kişi şahit tutmak için topluluk içinde çok dolaşırdı ve kimse şahitlik etmek için kendisiyle gitmezdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişi şahit tutmak için büyük bir mahallede bir çok evi dolaşırdı ve kimse şahitlik etmek için kendisiyle gitmezdi. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi."

Süfyân, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Daha önce şahit olduğun bir konu hakkında şahitlik etmeye çağrıldığın zaman git. Ancak seni bir mesele için şahit tutmak isterlerse, ister gidersin ister gitmezsin."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar..." âyetini açıklarken:

“Burada daha önce şahit tutulduğu bir konu hakkında çağrılan kişi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet iki çeşit şahitliği ifade etmektedir. Eğer daha önce şahit olduğun bir konu hakkında şahitlik etmeye çağrılırsan şahitlik etmekten kaçınma. Yine bir şey için şahit tutulacaksan o konu hakkında şahit tutulmaktan kaçınma."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“...Bu, Allah katında adalete daha uygun ..." âyetini açıklarken:

“Burada doğruluk kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun..." âyetini:

“...Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah'tan sakınsın..." âyeti neshetti" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd, bir kırbaç satın aldı ve şahit tutup, Yüce Allah:

“...Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun..."buyurmaktadır" dedi.

Nehhâs, Nâsih'te bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti açıklarken:

“Bir şeyi sattığın zaman ya da aldığın zaman şahit tut. Bu bir bağ sebze olsa bile" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun..." âyetini açıklarken:

“Bir bağ sebze olsa bile şahit tutun" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişi iki adama gidip kâtiplik ve şahitlik etmeleri için onları çağırıyor. Adamlar meşgul olduklarını söyleyince, bu kişinin: «Siz böylesi bir şeyi yapmakla emrolundunuz» diyerek onlara eziyet etmeye hakkı yoktur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer kâtibin ve şahidin mutlak suretle yapılması gereken işleri varsa onları rahat bırakın."

Süfyân, Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin İkrime'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb bunun failini meçhul olarak (.....) şeklinde okurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti (.....) şeklinde okurdu ve şöyle açıklardı:

“Borçlanacak kişi kâtip ve şahit çağırmak için gider. Ancak onların işleri veya bir hacetleri olabilir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Tâvus:

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kâtip kendisine söylenmeyen bir şeyi yazmasın, şahit de olmayan bir şeyi söylemesin."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kâtip bir şeyler eklemesin veya değişik bir şey yazmasın. Şahit ise şahitliği gizlemesin ve sadece hak üzere şahitlik etsin" dedi.

İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor:

“...Kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın...'" âyeti indiği zaman kişi kâtibe gelip:

“Bana kâtiplik yap" derdi. O da:

“Ben meşgulüm veya bir işim var. Sen başka birine git" deyince:

“Sen bana kâtiplik etmekle emrolundun" diyerek onu bırakmaz ve bu şekilde eziyet ederdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Kâtibe de, şahide de bir zarar verilmesin...'" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Eğer Allah'ın emretmiş olduğu şeyin dışında bir şey yaparsanız günahkarca bir davranış yapmış olursunuz. Bu size öğretilen bir şeydir onu alınız."

Ebû Ya'kûb el-Bağdâdî'nin, Rivayâtu'l-Kibâri ani's-Siğâr kitabında bildirdiğine göre Süfyân:

“Bildiğiyle amel eden kişi bilmediği bir şeyde de başarılı kılınır" dedi.

Ebû Nuaym'ın, Hilye'de, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bildiği ile amel eden kişiye Yüce Allah bilmediklerini de öğretir. "

Tirmizî, Yezîd b. Seleme el-Cu'fî'den bildiriyor:

“Ey Allah'ın Resûlü! Ben sizden birçok hadis işittim. Ancak sonra öğrendiklerimin öncekileri unutturmasından korkuyorum. Bana toplu olarak bir şeyler söyleseniz" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bildiklerinle Allah'tan kork" buyurdu.

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Takvanınn madeni bildiklerinle bilmediklerini öğrenmektir. Eksiklik ise öğrendiğin şeylerin çoğalmamasıdır. Bilmediklerini öğrenmeyi önemsemeyen kişi bildikleriyle az amel edendir. "

Dârimi, Abdullah b. Ömer'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Abdullah b. Selâm'a:

“İlim sahipleri kimlerdir?" deyince:

“Bildikleriyle amel edenlerdir" dedi. "Kişinin içinden ilmi ne siler?" deyince de:

“Tamahkârlık siler" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şuab'da, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor:

“(Önce) susmayı öğrenin. Sonra sabrı öğrenin, sonra da ilim öğrenip onunla amel etmeyi öğrenin. Sonra da onu yayıp öğretin."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Kitâbu't-Takva'da, Ziyâd b. Hudeyr'den bildiriyor:

“Takva sahibi olmayan bir topluluk fakih olamaz."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Yüce Allah:

“Kulumun en çok itaatime tutunduğunu gördüğümde, ona dünyalıkları bıraktırıp benimle meşgul olmasını sağlarım" buyurmaktadır.

Ebu'ş-Şeyh'in, Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk ile İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İlim İslam'ın hayatı ve dinin direğidir. İlim öğrenen kişinin sevabını Yüce Allah kıyamete kadar çoğaltır. Kim ilim öğrenir ve onunla amel ederse, Allah onun bilmediklerini de ona öğretmeyi üstüne alır."

Henâd, Dahhâk'tan bildiriyor: Üç kişi vardır ki Yüce Allah bunların duasına kulak vermez. Birincisi, zinakâr karısını boşamayan erkektir. Bu kişi onunla her şehvetini gidermesinde:

“Rabbim! Beni bağışla!" der. Yüce Allah:

“Ancak ondan ayrılırsan seni bağışlarım" buyurur. İkincisi, vadeli satış yapıp da akit yapmayan kişidir. Malı alan kişi aldığı malı inkâr edince:

“Ey Rabbim! Falan kişi benden aldığı malı inkâr ediyor" der. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana sevap vermediğim gibi bu durumdan da kurtarmayacağım. Ben sana akit yapıp şahit tutmanı emrettim, sen ise bana asi oldun" buyurur. Üçüncüsü ise, koruması altında olan kavmin malını yiyen kişidir. O:

“Ey Rabbim! Mallarından yediğim için beni bağışla" der. Yüce Allah:

“Onlara mallarını iade etmediğin müddetçe seni bağışlamam" buyurur.

283

"Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah'tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir."

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Mesâhifte İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okuyup:

“Bu, kâtip bulup, kalem, divit ya da kâğıt bulamayabilirsiniz, mânâsındadır. Kitap kelimesi ise bunların hepsini kapsamaktadır" dedi. Ubey'in de kıraati bu şekildeydi.

Abd b. Humeyd, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: O bu âyeti (.....) şeklinde okuyup:

“Kâtibi bulup divit ve kâğıt bulamazsanız" derdi.

İbnu'l-Enbârî, Dahhâk'tan bunun aynısını rivayet etti.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İkrime, bu âyeti (.....) şeklinde okudu.

Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti (.....) şeklinde okuyup:

“Burada mürekkep kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor: O bu âyeti (.....) şeklinde okurdu ve şöyle derdi:

“Kâtipler çoktur, mahallede toplanmış bedevilerin bitişik evlerinin her birinde mutlaka kâtip vardır. Ancak onlar, kâğıt, divit ve kalem almazlardı.

İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde harfini ötre ile (.....) harfini ise şeddeli olarak okurdu.

Hâkim, Zeyd b. Sâbit'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfi olmadan okudu.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Humeyd el-A'rec ve İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti (.....) şeklinde okudular.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ve Ebû Recâ bu âyeti  (.....) şeklinde okudular.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah'tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kim seferde olup da belli bir zamana vadeli bir şey satıp kâtip bulamazsa (satıcının yapılamayan akdine karşılık) rehin alınmasına ruhsat verildi. Eğer kâtip bulursa rehin alamaz.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid (.....) âyetini açıklarken:

“Rehin alma olayı sadece seferde geçerlidir" dedi.

Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudi birinden vadeli olarak yiyecek aldı ve demir zırhını rehin olarak bıraktı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Eğer yolculukta olur da bir yazıcı bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi Allah'tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Seferde olan kişi vadeli bir satış yaptığı zaman kâtip bulamazsa satıcı müşteriden bir şeyler rehin alır. Müşteri satıcıya göre güvenilir biri ise hakkındaki iyi düşünceden dolayı rehin almaz. Borçlu olan kişi arkadaşına borcunu ödesin. Zira Yüce Allah borçluyu korkutarak:

“Kim bir borca şahit olursa o şahitliği olduğu gibi (bir şey değiştirmeden) yapsın. Şahidin şahitliği gizlemesi, önceden şahit olduğu bir konu hakkında çağrıldığı zaman şahitlik etmeye gitmemesidir. Şahitliği gizleyen ve bu şahitliği yerine getirmeyen kişi günahkâr olur" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Rehin edilecek şey mal sahibine teslim edilebilecek bir şey olmalıdır" dedi ve "...Sonra alınmış rehinler yeterlidir..." âyetini okudu.

Târihu'l-Kebîr'de Buhârî, Ebû Dâvud, Nehhâs, Nâsih'te, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hilye'de Ebû Nuaym ve Sünen'de Beyhakî'nin ceyyid isnâdla bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî:

“Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın...'" diye okumaya başladı. "... Eğer birbirinize güvenirseniz..." âyetine gelince:

“Bu âyet bir önceki âyeti neshetti" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şa'bî'den bildiriyor: Eğer güven varsa yazmamamda ve şahit tutmamamda bir sakınca yoktur. Çünkü Yüce Allah:

“... Eğer birbirinize güvenirseniz..." buyurmaktadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî:

“...Bir de şahitliği gizlemeyin..."âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişinin bildiği bir şahitliği kendi aleyhine, anne babasının veya akrabalarının aleyhine olsa bile gizlemesi doğru değildir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Şüphesiz onun kalbi günahkârdır..." âyetini açıklarken:

“Kalbi fâcirdir (fâsıktır)" dedi.

284

"Göklerdeki her şey ve yerdeki her şey Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizlesenız de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter."

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnü'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyeti şahitlik hakkında indi" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Miksem vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“... İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini açıklarken:

“Bu, şahadeti gizlemek ve açığa çıkması gereken şeyi gizli bırakmamak hakkında inmiştir" dedi.

Ahmed, Müslim, Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyeti indiği zaman bu, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına ağır geldi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip diz üstü çökerek:

“Ey Allah'ın Resûlü! (Daha önce) namaz, oruç, cihad ve sadakayla gücümüzün yeteceği şeylerle mükellef kılındık. Şimdi sana bu âyet indirildi ve biz buna güç yetiremeyiz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizden önceki iki Ehli kitâb (Yahudi ve Hıristiyanlar) gibi: «İşittik ve isyan ettik» demek mi istiyorsunuz? Aksine, siz: «İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır»' deyiniz" buyurdu. Ashâb bunu okuyup dilleri de buna alışınca bunun arkasından Yüce Allah:

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: «Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.» Şöyle de dediler: «İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır»" âyetini indirdi. Ashâb da bu şekilde (âyetteki gibi) söyleyince de, Yüce Allah:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): «Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et»" âyetini indirdi.

Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“... Içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyeti indiği zaman ashâbın kalplerine bir sıkıntı girdi. Daha önce kalplerine hiçbir şeyden öylesi bir sıkıntı girmemişti. Bu durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerinde:

“«İşittik, itaat ettik ve teslim olduk» deyin" buyurdu. Yüce Allah onların kalplerine imanı yerleştirdi ve:

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: «Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.» Şöyle de dediler: «İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz.

Sonunda dönüş yalnız sanadır. Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.» (Şöyle diyerek dua ediniz): «Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma»'" âyetlerini indirdi. (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâb âyette olduğu gibi söyleyince (dua edince) Yüce Allah:

“(Tamam sorumlu) tutmayacağım" buyurdu. Sonra Yüce Allah:

“... Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme..." âyetini indirdi. (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâb âyette olduğu gibi söyleyince (dua edince) Yüce Allah:

“(Tamam) yüklemeyeceğim" buyurdu. Sonra da Yüce Allah:

“Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" âyetini indirdi. (Yine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâb âyette olduğu gibi söyleyince (dua edince) Yüce Allah:

“(Tamam size) yardımcı olacağım" buyurdu.

Abdurrezzâk, Ahmed, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs'ın yanına girip:

“İbn Ömer'in yanında idim, o bu âyeti okuyup ağladı" dedim. İbn Abbâs:

“Bu hangi âyettir?" deyince:

“... İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyetidir" cevabını verdim. Bunun üzerine İbn Abbâs dedi ki:

Bu âyet indiği zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbını büyük bir üzüntü ve korku bürümüştü. Onlar:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bizler konuştuğumuz ve işlediğimiz amellerden hesaba çekilecek olursak helak oluruz. Ancak kalplerimiz (vesvesemiz) elimizde değildir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

“«İşittik ve itaat ettik» deyin" buyurdu. Sonra Yüce Allah:

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: «Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.» Şöyle de dediler: İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır. Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır...'" âyetlerini indirip kalplere gelen vesvesenin günah olmasını neshedip amellerle hesaba çekileceklerini bildirdi.

Abd b. Humeyd, Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr, Taberânî ve Şuab'da Beyhakî, Saîd b. Mercâne'den bildiriyor: Abdullah b. Ömer ile beraber otururken o:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini okudu ve:

“Vallahi! Eğer Yüce Allah bizi bu âyete göre hesaba çekecekse helak oluruz" deyip hıçkırığı duyulur bir şekilde ağladı. Sonra kalkıp İbn Abbâs'ın yanına gittim. İbn Ömer'in dediklerini ve dediğinde ne yaptığını ona anlattım. İbn Abbâs dedi ki:

“Allah Ebû Abdirrahman'ı bağışlasın. Bu âyet indiği zaman Müslümanlar da Abdullah b. Ömer'in hissettiklerini hissetmişlerdi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz):

“Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et" âyetini indirdi. İbn Abbâs:

“Bu vesvese Müslümanların güç yetiremeyeceği bir şeydi. Sonra Yüce Allah kişinin amellerle kazandığı iyiliğin kendi yararına, kötülüğün de kendi zararına olacağını bildirdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, Nâsih'te Nehhâs, ve Hâkim'in, Sâlim'den bildirdiğine göre babası:

“... içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder" âyetini okudu ve gözleri yaşardı. Bu durum İbn Abbâs'a bildirilince:

“Allah Ebû Abdirrahman'a merhamet etsin. O, bu âyet indiği zaman Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının yapmış olduğu gibi yaptı" dedi. Bu âyeti bir sonraki âyet olan:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar..." âyeti neshetti.

İbn Ebî Şeybe, Zühd'de Ahmed ve Abd b. Humeyd, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini her okuyuşunda ağlayıp:

“Bu çok şiddetli bir hesaptır" derdi.

Buhârî, Beyhakî, Şuab'da, Mervân el-Asfar'dan, o da İbn Ömer olduğunu sandığım Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişiden bildiriyor:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini bir sonraki âyet neshetti.

Abd b. Humeyd ve Tirmizî, Hazret-i Ali'den bildiriyor:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyeti indiği zaman bizi hüzünlendirdi ve:

“Birimiz içinden bir şeyler geçirdiğinde bundan dolayı sorgulanacak mı? Bunlardan da neyin bağışlanıp neyin bağışlanmadığını bilmeyecek miyiz?" dedik. Sonra:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar..." âyeti indi ve bu âyeti neshetti.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Kişinin (düşündüğüyle) sorgulanması:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...'" âyeti inmeden önceydi. Bu âyet indiğinde de bir önceki âyeti neshetti.

İbn Cerîr'in, Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre müminlerin annesi Hazret-i Âişe bu âyet hakkında:

“Bu âyeti, Yüce Allah'ın:

“Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır" âyeti neshetti" dedi.

Süfyân, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah ümmetimin kalbinden geçirip te söylemediği ve yapmadığı şeyleri bağışlamıştır. "

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildiriyor: Yüce Allah kitapla beraber gönderdiği her bir nebî ve resûle mutlaka:

“...içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini de vahyetmiştir. Ümmetler nebîlerine ve resûllerine gelip:

“İçimizden geçirip te yapamadığımız şeylerle sorguya mı çekileceğiz?" deyip inkâr ederek dalalete düşerlerdi. Bu âyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indiği zaman kendilerinden önceki ümmetlere ağır geldiği gibi Müslümanlara da ağır gelmişti. Bunun üzerine:

“Ey Allah'ın Resûlü! İçimizden geçirip te yapmadığımız şeylerle sorguya mı çekileceğiz?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet, siz işittik itaat ettik deyin ve Rabbinize dua edin" buyurdu. Yüce Allah:

“Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. «Peygamberleri arasından hiçbirini ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır» dediler" âyetiyle yaptıkları dışında düşündüklerinden dolayı (Müslümanların) sorguya çekilmelerini kaldırdı. (.....) âyetinden kasıt, kişinin kazandığı hayırların kendi yararına, kazandığı kötülüklerin de kendi zararına olduğudur. "...Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme...'" âyeti(nin anlamı) ise şöyledir:

“Yüce Allah unutarak ve hata ile bir şey yapan kişinin üstünden sorumluluğu kaldırdı ve daha önceki ümmetlere yüklemiş olduğu gibi kimseye gücünün yetmeyeceği bir yük yüklemedi. Onları affedip bağışlayarak muzaffer kıldı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu senin gizli ve açık olan hallerindir. Bu âyet neshedilmemiştir. Ancak yüce Allah kıyamet gününde insanları bir araya topladığı zaman onlara:

“Size (amellerinizi yazan) meleklerin de bilmediği içinizde gizlediğiniz şeyleri haber vereceğim" buyurur. Müminlere gizli olarak yalanlamış oldukları şeyleri söyler. "...Kalplerinizde, niyet yüzünden kazandığınız günah dolayısıyla sizi suçlu tutar ..." âyetinden kasıt ta budur.

Abd b. Humeyd, Nâsih'te Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyetini açıklarken:

“Burada iman ve şüphe içinde olmak kastedilmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyeti hakkında şöyle dedi:

“Bu, senin gizli ve açık olan hallerindir. Mümin kişi bir iyilik yapmayı içinden geçirip de o iyiliği yaparsa kendisine on sevap yazılır.

Eğer o iyiliği yapması takdir edilmemişse mümin olmasından dolayı kendisine bir sevap yazılır. Yüce Allah müminin içinde gizlediğini de açığa vurduğunu da kabul eder. Ancak bir kötülük yapmayı içinden geçirirse Yüce Allah onu görür ve gizlenenlerin ortaya çıkarılacağı gün ona bunu bildirir. Ancak bu kötülüğü yapmazsa Allah onu (bu düşüncesinden dolayı) sorumlu tutmaz. Şayet bu kötülüğü yaparsa Yüce Allah:

“işte, işlediklerini en güzel şekilde kabul ettiğimiz ve kötülüklerini geçtiğimiz bu kimseler..." âyetinde buyurduğu gibi yine onu bağışlar.

Ebû Dâvud, Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyeti nesholundu dedi ve:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar..." âyetini okudu.

Taberânî ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet indiği zaman Müslümanlara ağır gelmiş ve zorluğa düşmüşlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar..." âyetini indirdi.

Taberânî, Müsned eş-Şâmiyyîn'de İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyeti indiği zaman, Ebû Bekr, Ömer, Muâz b. Cebel ve Sa'd b. Zürâre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip:

“Bize bu âyetten daha ağır bir âyet inmedi" dediler.

İbn Cerîr'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Yüce Allah kıyamet gününde:

“Kâtip(melek)lerim ancak açık olan amellerinizi yazarlar. Fakat ben bu gün sizi içinizden geçirdiklerinizle sorgulayacağım. Dilediğimi bağışlayıp dilediğimi de azaplandıracağım" buyurur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî b. Enes bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu muhkem bir âyettir ve bunu hiçbir şey neshetmemiştir. Yüce Allah kıyamet gününde kişiye sen kalbinde şunu, şunu gizledin diyecek ve onu bundan dolayı sorumlu tutmayacaktır.

Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Şuab'da Beyhakî, Umeyye'den bildiriyor: O, Hazret-i Âişe'ye:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker..." âyetini ve:

“...Kim fenalık yaparsa cezasını görür..." âyetini sorunca şöyle dedi:

“(Bu âyetleri) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğum zamandan beri bana bunu kimse sormadı. O şöyle buyurmuştu:

“Allah, kulunu sıtma hastalığı veya bir musibet vererek veya ona, gömleğinin koluna koymuş olduğu bir miktar malını kaybettirerek üzer ve kaybettiğini koltuğunun altında buldurur. Sonra kul kırmızı altının ateşle temizlenmesi gibi günahlarından temizlenir."

Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“...İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kişi bir masiyet yapmaya karar verir ve bu masiyeti yapmazsa, Allah ona yapmayı düşünmüş olduğu masiyet kadar sıkıntı ve üzüntü verir. Böyle düşünmesinin hesabı öyle olur."

İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Kim bir kötülük işlemeye karar verip içinden bunu geçirirse, Yüce Allah bunun hesabını kendisine korku, hüzün ve keder vererek dünyada ödetir. Bu kötülüğü yapmaya karar verip yapmadığı için kendisine (âhirette) bir ceza gelmez."

Abd b. Humeyd, Asım'ın (.....) şeklinde ötreli olarak okuduğunu söyledi.

A'meş, Âsım'ın (.....) şeklinde cezm ile okuduğunu söyledi.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte Â'meş'ten bildiriyor: İbn Mes'ûd'un kıraati (.....) harfi olmaksızın (.....) şeklindedir.

İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in:

“...Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir:

“Büyük günahlardan dolayı dilediğini bağışlar, küçük günahlardan dolayı da dilediğin azap verir" dedi.

285

Bkz. Ayet:286

286

"Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. «Peygamberleri arasından hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır» dediler. Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et."

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor:

“...içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter" âyeti indiği zaman bu, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına ağır geldi ve:

“Ey Allah'ın Resûlü! İçimizden bir şey geçiririz ve bunu yaratıklardan kimsenin bilmesini istemeyiz. Bu içimizden geçenler için bizlere şu ve şu vardır " dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu size ağır mı geldi? (Size ağır gelmesi) imanın kuvvetindendir" buyurdu. Sonra Yüce Allah:

“Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. «Peygamberleri arasından hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır» dediler. Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et" âyetlerini indirdi.

Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da, Yahya b. Ebî Kesîr vasıtasıyla Enes'ten bildiriyor:

“Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı..." âyeti, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indiği zaman:

“Ona (Peygamber'e, kendisine indirilene) iman etmek yaraşır" buyurdu.

Zehebî:

“Hadisin rivâyetinde, Yahya ve Enes'in arasında kopukluk vardır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Bu âyet indiği zaman Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona (Peygamber'e, kendisine indirilene) iman etmek yaraşır" buyurduğu söylendi.

Derim ki: Bu rivayet Enes'in hadisini desteklemektedir.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhif'te, Ali b. Ebî Tâlib'in bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okurdu.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Bu âyet indiği zaman müminler:

“Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettik" dediler.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...Peygamberleri arasından hiçbirini ayırt etmeyiz işittik ve itaat ettik..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Peygamberlerin getirmiş oldukları arasında ayrımcılık etmeyiz. Yine peygamberler arasında da bir ayrımcılık etmeyiz ve onları yalanlamayız. Allah'tan gelen Kur'ân'a inandık. (Müminler) Allah'ın emir ve yasaklarına itaat edeceklerini söylediler."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Yahya b. Ya'mer'in bu âyeti (.....) şeklinde okuyup:

“Hepsi de inandığı gibi ayrımcılık ta yapmazlardı" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın: «Ben sizi bağışladım» buyurmasıdır" dedi. (.....) âyeti hakkında ise:

“Hesap gününde dönüş sanadır, anlamındadır" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hakîm b. Câbir'den bildiriyor:

“Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. «Peygamberleri arasından hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş Sanadır» dediler" âyeti indiği zaman, Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, seni de, ümmetini de güzel bir şekilde övdü. Sen Rabbinden dile, dileğin sana verilir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..." âyetinde ifade edilen şeyleri diledi. Böylece sûrenin bitişi de Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) istemesi ile oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada "Kişiye"de kelimesinde müminler kastedilmektedir. Yüce Allah müminlerin dini konularını geniş kılmış ve:

“...O, sizi seçmiş, babanız İbrâhîm'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır...", "...Allah size kolaylık ister, zorluk istemez..." ve:

“...Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." buyurmuştur.

Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, Husayn'dan bildiriyor: Bende basur (hastalığı) vardı. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl namaz kılacağımı sorduğumda:

“Ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak kıl, buna da gücün yetmezse yan tarafına uzanarak kıl" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir..." âyetini açıklarken:

“Burada kişinin amelleri kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Zührî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bu âyet indiği zaman müminler feryad ederek Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Elimizle, ayağımızla ve dilimizle işlediğimiz ameller için tövbe ederiz. Ancak içimizdeki vesvese için nasıl tövbe ederiz ve ondan nasıl imtina edebiliriz?" dediler. Bunun üzerine Cibrîl:

“...Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler..." âyetiyle geldi. Bu da vesvesenin önüne geçilemeyeceği mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada kasıt, güç ve kudrettir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken:

“Burada kasıt, güç ve kudrettir" dedi.

Süfyân, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah ümmetimin yapmadıkça ve konuşmadıkça kalbinde geçirdiği şeyleri bağışlamıştır."

İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr el-Huzelî vasıtasıyla Şehr'den ve Ümmü'd- Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şu üç şeyde ümmetimi bağışlamıştır. Bunlar hata, unutma ve zorlama ile yaptıkları şeylerdir." Ebû Bekr şöyle dedi:

“Bunu Hasan'a söylediğimde:

“Evet, bu konuda Kur'ân'da:

“...Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma..." âyetini okumuyor musunuz?" dedi.

İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Taberânî, Dârakutnî, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi:

“Yüce Allah, ümmetimin hata, unutma ve zorlama ile yaptıklarını bağışlamıştır."

İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Ebû Zer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi:

“Yüce Allah, ümmetimin hata, unutma ve zorlama ile yaptıklarını bağışlamıştır."

Taberânî'nin bildirdiğine göre Sevbân, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi:

“Yüce Allah, ümmetimin hata, unutma ve zorlama ile yaptıklarını bağışlamıştır."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, ümmetimin hata, unutma ve zorlama ile yaptıklarını bağışlamıştır."

Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin, Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah, ümmetimin üstünden hata, unutma ve zorlanma ile yaptıkları şeylerden sorumluluğu kaldırmıştır."

İbn Adiy, el-Kâmil'de, Ebû Nuaym, Târih'te, Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah bu ümmetin üstünden hata, unutma ve zorlanma ile yaptıkları şeylerden sorumluluğu kaldırmıştır,"

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söylemiştir:

“Allah bu ümmetin üstünden hata, unutma ve zorlanma ile yaptıkları şeylerden sorumluluğu kaldırmıştır."

Abd b. Humeyd'in, Şa'bî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah üç şeyde ümmetimi bağışlamıştır. Bunlar hata, unutma ve zorlama ile yaptıkları şeylerdir."

Saîd b. Mansûr'un, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah insanoğlunu, hata, unutma ve başkasının zorlamasıyla yaptığını bağışlamıştır."

İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor:

“... Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma..." âyeti indiği zaman Cibril:

“Ey Muhammed! Yüce Allah bunu (sorumluluğu) kaldırmıştır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) kelimesi hakkında:

“Burada ahit almak kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bize de ağır yük yükleme..." âyeti hakkında:

“Burada ahit almak kastedilmektedir" dedi.

Tayâlisî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona:

“Bana:

“...Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme..." âyetini açıkla" deyince:

“Yahudilere sorumluluklar yükleyip te onları maymunlara ve domuzlara çevirdiğin gibi bizlerden de ahit alıp o duruma düşürme, mânâsındadır" dedi. Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" deyince de:

“Evet biliyor, Ebû Tâlib'in:

"Her yıl mı yeni heyet, yeni bir mukavele ile

Anlaşmayı güçlendirip ağırlaştıracağız?" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yahudi ve Hıristiyanlara, belli sorumluluklar yükleyerek, kendilerinden bunları yapacaklarına dair ahit aldığın gibi bize de yapmaktan âciz kalacağımız sorumluluklar yükleyerek onları yapacağımıza dair bizden ahit alma. Onlar, verdikleri ahdi yerine getiremeyince onları cezalandırdın. Bizleri de maymun ve domuzlara çevirme" anlamındadır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yüklem. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Bizden öncekilere nice ağır şeyler yüklenmişti. Bu ümmete de kolay ve hafifleştirilmiş nice şeyler vardır mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rabâh:

“...Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Bizi maymunlara ve domuzlara çevirme, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî:

“...Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Bizden önceki Ehli kitab'a yüklemiş olduğu çok ağır sorumluluklar kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce'nin, Abdurrahman b. Hasene'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İsrail oğulları giysilerine idrar bulaştığı zaman, idrarın değdiği yeri makasla keserlerdi. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Mûsa'dan bildiriyor: İsrail oğullarından birinin elbisesine idrar isabet ettiği zaman, idrarın değdiği yeri makasla keserdi.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Yahudilerden bir kadın yanıma girip:

“Kabir azabı idrardan (sakınmamaktan) dolayıdır" dedi. Ben ona:

“Yalan söylüyorsun" deyince:

“Hayır, ondan dolayı deri ve giysi kesilir" karşılığını verdi. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda:

“Doğru söylemiş" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken:

“Bize tövbesi ve kefâreti olmayan günahlar yükleme, mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Fudayl:

“...Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken şöyle dedi: İsrail oğullarından bir kişi günah işlediği zaman kendisine: «Tövben kendini öldürmendir» denilirdi ve bu kişi kendini öldürürdü. Bunun üzerine böylesi bir ağır yük bu ümmetten kaldırıldı."

İbn Cerîr bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Yapmaktan aciz kalacağımız amelleri bize yükleme, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr bildirdiğine göre Süddî:

“...Gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Onlara yüklemiş olduğun ağır şeyleri bize yükleme ve onlara haram kıldığın şeyleri de bize haram kılma mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr bildirdiğine göre Selâm b. Sâbûr:

“...Gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Burada cinsel şehvetin aşırılığı kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mekhûl:

“...Gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma..." âyetini açıklarken:

“Burada cinsel şehvetin şiddeti ve çok şehvetli cinsel organ kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'in:

“...Bizi affet, bizi bağışla, bize acı..." âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir:

“Bize emretmiş olduğun şeylerde bir noksanlık edersek ve bize yasakladığın şeyler karşısında zayıf kalırsak bizi affet. Ancak senin rahmetinle bize emrettiklerini yerine getirebilir ve yasakladıklarını terk edebiliriz. Kurtulan kişicde ancak senin rahmetin sayesinde kurtulur."

Saîd b. Mansûr ve Şuabu'l-îmân'da Beyhakî, Dahhâk'tan bildiriyor: Cibrîl birçok meleklerle beraber Bakara sûresinin 285 ve 286. âyetlerini getirdi. Ancak:

“Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma" kısmına gelidiğinde:

“Bunu sana (Allah) verdi" dedi. Her kelimeden sonra da aynı şeyi söyledi.

Süfyân b. Uyeyne ve Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bildiriyor: Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara sûresinin sonunu okudu ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu ezberleyince, Cibrîl ona:

“Bunu oku!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okuyup bitirene kadar Cibrîl her kelimede:

“Bunu sana (Allah) verdi" diyordu.

Abd b. Humeyd, Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bildiriyor:

“Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma'" âyeti nâzil olduğu zaman, Cibrîl bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) her okuyuşunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Amin, ey âlemlerin Rabbi!" dedi.

Abd b. Humeyd, Ebû Zer'in:

“Bu, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir" dediğini bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyet hakkında şöyle dedi: Cibrîl (aleyhisselam) bu âyeti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) okuduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Rabbinden diledi ve Rabbi bunu ona verdi. Bu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydi.

Ebû Ubeyd, Ebî Meysere'den bildiriyor: Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara süresinin sonunda:

“Âmin" demeyi öğretti.

Ebû Ubeyd, Musannef’te İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: O, bu sûreyi okumayı bitirip "...Kafirlere karşı bize yardım et" dediği zaman:

“Âmin" derdi.

Ebû Ubeyd, Cübeyr b. Nufeyr'den bildiriyor: O, Bakara sûresinin sonunu okuduğu zaman iki defa:

“Âmin" derdi.

İbnu's-Sünnî ve Beyhakî, Şuab'da Huzeyfe'den bildiriyor: Bakara sûresini okumakta olan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında namaz kıldım. Bitirdiğinde de, on veya yedi defa:

“Allahım! Rabbimizl Sana hamd olsun" dedi.

Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Dârimî, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'd-Durays ve Sünen'de Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir gecede Bakara sûresinin son iki âyetini okursa, bu ona kâfi gelir."'

Ebû Ubeyd, Dârimî, Tirmizî, Nesâî, İbnu'd-Durays, Muhammed b. Nasr, İbn Hibbân, Hâkim ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki âyet indirerek Bakara sûresini o iki âyetle bitirdi. Bu âyetler bir evde üç gece okunduğu takdirde o eve şeytan yaklaşmaz" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Ubeyd ve Muhammed b. Nasr'ın bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi:

“Bakara sûresinin son iki âyetini okuyunuz. Zira Rabbim bana onları Arş'ın altından verdi."

Taberânî, Ukbe b. Âmir'den bildiriyor:

“Bakara sûresinin son iki âyetini tekrar tekrar okuyun. Yüce Allah bunları indirmek için Hazret-i Muhammed'i seçti."

Ahmed, Nesâî, Taberânî, İbn Merdûye ve sahîh isnâdla Şuab'da Beyhakî'nin Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle derdi:

“Bakara sûresinin sonundaki iki âyet bana Arş'ın altındaki hazineden verildi. (Bu iki âyet) benden önce hiçbir peygambere verilmemiştir.'"

İshâk b. Râhûye, Ahmed ve Şuab'da Beyhakî'nin, Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bakara sûresinin sonunu teşkil eden iki âyet bana Arş'ın altındaki hazineden verildi. (Bu iki âyet) benden önce hiçbir peygambere verilmemiştir. "

Müslim, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mirac'a çıkarıldığında Sidretü'l-Münteha'ya götürüldüğünde kendisine üç şey verilmiştir. Ona beş vakit namaz ve Bakara sûresinin sonundaki iki âyet verilip ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları bağışlanmıştır."

Hâkim ve, Şuab'da Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah bana Bakara sûresinin sonunda yer alan iki âyeti Arş'ın altındaki hazineden verdi. Onları öğrenip kadınlarınıza ve çocuklarınıza öğretiniz. Zira bu iki âyet namaz, Kur'ân ve duadır. "

Ebû Ubeyd, İbnu'd-Durays ve ez-Zikr'de Câfer el-Firyâbî'nin, Muhammed b. el-Münkedir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara sûresinin son iki âyeti için:

“Onlar (bu iki âyet) Kur'ân'dır. Onlar duadır. Onlar Cennete sokan ve Rahmân'ı razı eden âyetlerdir" buyurmuştur.

Deylemî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki âyet vardır ki bunlar Kur'ân'dır ve şifa verendir. Bu iki âyet, Allah'ın sevdiği Bakara sûresinin son iki âyetidir."

Taberânî'nin ceyyid bir isnâdla, Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki âyet indirerek Bakara sûresini o iki âyetle bitirdi. Bu âyetler bir evde üç gece okunduğu takdirde o eve şeytan yaklaşmaz. "

Müsedded, Hazret-i Ömer'den bildiriyor: Ergenlik çağında olup da Bakara sûresinin son iki âyetini okumadan uyuyanı görmedim. Zira onlar Arş'ın altındaki hazinedendir.

Dârimî, Muhammed b. Nasr, İbnu'd-Durays ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Ergenlik çağında olup da Bakara sûresinin son üç âyetini okumadan uyuyanı görmedim. Zira onlar Arş'ın altındaki hazinedendir.

Firyâbî, Ebû Ubeyd, Taberânî ve Muhammed b. Nasr, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Bakara sûresinin sonundaki bu âyetler, Arş'ın altındaki hazineden indirilmiştir.

Taberânî, İbn Mes'ûd'un:

“Kim bir gece Bakara sûresinin sonunu okursa çok güzel bir şekilde ibadet etmiş olur" dediğini bildirir.

Hatîb, Talhîs el-Muteşâbih'te İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kim Bakara sûresinin son üç âyetini okursa, çok güzel bir şekilde ibadet etmiş olur."

İbn Adiy'in, Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah Cennet hazinelerinden iki âyet indirdi. Rahmân onları insanları yaratmadan iki bin yıl önce kendi eliyle yazdı. Kim bu âyetleri yatsıdan sonra okursa, onlar kendisi için gece namazı kılması yerine sayılır. "

İbnu'd-Durays, Ebû Mes'ûd el-Bedrî'den bildiriyor: Kim Bakara sûresinin sonunu okursa, onlar kendisi için gece namazı kılması yerine sayılır.

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara sûresinin sonunda yer alan iki âyet, Arş'ın altındaki hazineden verilmiştir.

Ebû Ya'lâ, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazının birinci rekatında:

“Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı..."' âyetinden itibaren sûreyi bitirene kadar okurdu. İkinci rekatta ise:

“De ki: «Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin.» Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin"' âyetini okurdu.

Abd b. Humeyd, Ka'b'dan bildiriyor: Mûsa'ya (aleyhisselam) verilmeyen dört âyet Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) verildi. Mûsa'ya da, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) verilmeyen âyetler verildi. Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) verilen âyetler:

“Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır..." âyetinden sûrenin sonuna kadar olan bu üç âyet ve Âyetü'l-Kürsî'dir. Mûsa'ya (aleyhisselam) verilen ise şöyledir:

“Allahım! Şeytanın kalbimize girmesini engelle ve bizi ondan kurtar. Çünkü kâinat seninve güç senindir. Saltanat senin, mülk senin ve hamd senindir. Yer ve sema da senindir. Tüm zamanlar daima senindir. Amin, amin.

Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: O, Bakara sûresinin sonunu okuduğu zaman:

“Sen büyük bir nimetsin! Sen büyük bir nimetsin!" derdi.

İbn Cerîr, Tezhîbu'l-Âsâr'da, Ebû Eyyûb'dan bildiriyor: Ebû Kilâbe kendisine sıkıntı duasını yazdı ve oğluna şunu öğretmesini emretti:

“Azim ve Halim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Arş'ın yüce Rabbi Allah'tan başka ilah yoktur. Arş'ın Kerim Rabbi, yedi kat göklerin ve yerin Rabbi Allah'tan başka ilah yoktur. Seni eksikliklerden tenzih ederim ey Rahmân! Olmasını dilediğin olur, olmasını dilemediğin de olmaz. Güç ve kuvvet ancak Allah'a mahsustur. Yedi kat gökyüzünü tutan ve içindekileri yere düşürmeyen sensin. Yarattıklarının ve var ettiklerinin şerrinden sana sığınırım. Zehirli haşere ile zehirli yılanın şerrinden, dünyadaki ve âhiretteki tüm kötülüklerin şerrinden,

Yüce Allah'ın, hiçbir iyi ile kötünün aşamayacağı eksiksiz kelimelerine sığınırım. Sonra Âyetü'l-Kürsi'yi ve Bakara sûresinin sonunu okusun. Allah doğrusunun bilir.

0 ﴿