62"Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir." İbn Ebî Ömer el-Adenî, Müsned'de ve İbn Ebî Hâtim, Selmân'ın şöyle dediğini bildirir: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce dinlerinden olduğum kişilerin namazından ve iabdetlerinden bahsedip durumlarını sorduğumda: “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..." âyeti nazil oldu." Vâhidî, Mücâhid'in şöyle dediğini bildirir: Selmân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (önceki) arkadaşlarını anlatınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar ateştedir" buyurdu. Selmân der ki: “Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle deyince yeryüzü bana kapkaranlık geldi. Nihâyet "Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" âyeti nazil oldu." İbn Cerîr, -lafız kendisinindir- ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin, "Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" âyetinin nüzul sebebi hakkında şöyle dediğini bildirir: Bu âyet Selmân el-Fârisî'nin (önceki) arkadaşları hakkında nazil oldu. Selmân, Cündey Sâbûr ahalisinin eşrafındandı ve kralın oğlu ile arkadaştı. Cündi Sâbûr şehrinden ve şehrin ileri gelenlerinden idi. Kralın oğlu ile arkadaş idiler ve yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. "Bu nedir?" diye sorunca, Rahip: “Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim" cevabını verdi. Bunun üzerine ikisi de rahibin yanına girdiler ve rahip: “Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Hırsızlık yapmayacaksın, zina etmeyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almayacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlattı. Bu kitap, Allah'ın İsa'ya (aleyhisselam) indirdiği İncil'di. Rahip onları dine davet etti. İkisi de Müslüman oldular. Rahip onlara, kavimlerinin kestiği hayvanların kendilerine haram olduğunu ve etlerini yiyemeyeceklerini söyledi. İkisi de rahibin yanında kalıp kitabın içindekileri öğrendiler. Kral bir bayramda yemek yapıp bütün ileri gelenleri davet etti ve kralın oğlu da bu sofraya davet edildi. Kralın oğlu: “Benim işim var, sen ve arkadaşların yiyiniz" deyince, kral arkasından birçok haberci gönderdi. Bunun üzerine kralın oğlu: Biz sizin kestiklerinizi yemeyiz. Siz kâfirsiniz ve kestiğinizi yemek helal değildir" dedi. Kral: “Sana bunu kim emretti?" diye sorunca, oğlu rahibin kendilerine böyle dediğini söyledi. Kral rahibi çağırıp: “Oğlum ne diyor?" diye sorduğunda, rahip: “Oğlun doğru söylüyor" cevabını verdi. Bunun üzerine kral: “Eğer kan akıtmak bize göre büyük bir cinâyet olmasaydı seni öldürürdüm. Memleketimden çık" dedi ve memleketi terk etmesi için bir süre verdi. Selmân der ki: “Biz rahibin bu durumuna ağlamaya başlayınca rahip: “Eğer gerçekten iman etmişseniz, ben altmış kişiyle beraber Musul'daki manastırda Allah'a ibadet ediyorum. Yanımıza geliniz" dedi ve yola çıktı." Selmân ve kralın oğlu memleketlerinde yalnız kalınca, Selmân, kralın oğluna: “Haydi rahibin yanına gidelim" diyor, Kralın oğlu: “Olur gidelim" cevabını veriyordu. Kralın oğlu sefer için hazırlık yapmak üzere eşyalarını satmaya başladı; ama hazırlığı uzayınca Selmân tek başına yola çıkıp manastıra gitti. Rahip o manastırın sahibiydi. Orada bulunanlar da rahiplerin ileri gelenlerindendi. Selmân orada bütün varlığı ile rabbine ibadet ediyor ve kendini yoruyordu. Rahip ona, "Sen gençsin. Bu kadar çok ibadet etme, korkarım usanırsın. Onun için nefsine ibadeti biraz hafiflet" deyince, Selmân: “Benim yaptığım mı yoksa senin şu emrettiğin mi daha hayırlıdır?" diye sordu. Rahip: “Elbet'te senin yaptığın şey" cevabını verince, Selmân: “O zaman bana karışma" dedi. Sonra manastırın sahibi Selmân'ı çağırıp: “Bu manastırın bana ait olduğunu biliyor musun? Ben, buradakiler içinde bu manastırda en fazla hakka sahibim. Eğer istersem bunları manastırdan çıkarabilirim; ama ben bunlar kadar ibadet yapamıyorum. Bu sebeple bunlardan daha az ibadet yapan başka bir manastıra gitmek istiyorum. Sen, istersen burada kal, istersen benimle gel" dedi. Selmân: “Hangi manastırdakiler daha üstündür?" diye sorunca, rahip: “Buradakiler daha üstündür" cevabını verdi. Selmân: “O zaman ben bu manastırda kalacağım" deyip, rahiple gitmeyerek o manastırda kaldı. Manastırın sahibi giderken oradakilere Selmân hakkında tavsiyede bulundu. Selmân onlarla ibadet ediyordu. Bir gün, manastırın başrahibi Beytu'l- Makdis'e gitmek isteyince, Selmân'ı çağırıp: “Ben, Beytu'l-Makdis'e (Kudüs'e) gitmek istiyorum. İster benimle gel, istersen burada kal" dedi. Selmân: “Seninle gelmem mi daha faziletli, yoksa burada kalmam mı?" diye sorunca, başrahip: “Benimle gelmen daha faziletlidir" cevabını verdi. Yolda kötürüm birine rastladılar ve kötürüm olan onları görünce: “Ey rahiplerin efendisi! Bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin" dedi; ama rahip ona bakmadı ve yola devam ettiler. Beytu'l-Makdis'e gelince başrahip Selmân'a: “Git ve ilim öğren. Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelirler" dedi. Bunun üzerine Selmân bu âlimleri dinlemeye başladı. Selmân bir gün üzüntülü bir şekilde dönünce rahip: “Neyin var ey Selmân?" diye sordu. Selmân: “Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tâbi olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler" cevabını verdi. Bunun üzerine rahip: “Ey Selmân üzülme! Geride bir Peygamber daha var. Hiçbir peygambere tâbi olan, ona tâbi olandan daha üstün değildir. İşte bu zaman onun beklendiği zamandır. Ben ona kavuşacağımı sanmıyorum. Fakat sen gençsin, belki de ona kavuşabilirsin. O, Arap topluluklarında ortaya çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et ve ona tâbi ol" dedi. Selmân: “Sen bana, onun belirtilerinden bir şey öğret" deyince, başrahip: “Onun sırtında peygamberlik mühürü bulunacaktır. O, hediyelerden yiyecek, sadakadan yemeyecektir" karşılığını verdi. Sonra geri döndüler ve o kötürümün yanına vardıklarında, kötürümün: “Ey rahiplerin efendisi, bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin!" demesi üzerine merkebinden ona doğru eğilip kötürümü tutup yere çaldı ve onun için dua ettikten sonra: “Allah'ın izniyle kalk!" dedi. Kötürüm sapasağlam ayağa kalkınca Selmân adama şaşkınlıkla bakmaya başladı. Selmân şaşkın şaşkın bakınırken rahib yoluna devam etti ve gözden kaybolup gitti. Selmân şaşkınlığından uyanıp rahibi aradı; ama bulamadı. Yolda Kelb oğullarından iki Arapla karşılaşıp onlara kaybettiği rahibi sorunca, Araplardan biri devesini çökertti ve: “Bu ne güzel deve çobanıdır" deyip Selmân'ı Medine'ye götürdü. Selmân diyor ki: “O sırada üzüldüğüm kadar hiçbir zaman üzülmemiştim." Selmân'ı, Cüheyne kabilesinden bir kadın satın aldı. Selmân, kadının diğer bir kölesiyle birlikte sıra ile onun koyunlarını otlatıyordu. Selmân para biriktiriyor ve Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkacağı günü bekliyordu. Selmân bir gün koyun otlatırken, kendisinden nöbeti devralacak olan arkadaşı geldi ve ona: “Farkında mısın bugün Medine'ye bir adam geldi. O, peygamber olduğunu iddia ediyor" dedi. Selmân: “Ben gelene kadar koyunların yanında dur" deyip Medine'ye indi ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bakıp etrafında dolanmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görünce ne istediğini anlayıp elbisesini indirerek mührü gösterdi. Peygamberlik mühürü göründü. Selmân mühürü görünce Resulullah'a yaklaştı ve onunla konuştu. Sonra gidip bir dinara bir koyun ve biraz ekmek alarak Resullah'a getirince Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Bu nedir?" diye sordu. Selmân: “Bu bir sadakadır" cevabını verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim ona ihtiyacım yok. Sen onu götür Müslümanlar yesin" dedi. Bunun üzerine Selmân tekrar gidip bir dinara ekmek ve et satın alarak Resulullah'a getirdi. Resûlullah: “Bu nedir?" diye sorunca, Selmân: “Bu bir hediyedir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Otur ve ye!" dedi. Selmân oturdu ve beraberce onlardan yediler. Yemek yerlerken Selmân, Resulullah'a arkadaşlarını anlattı ve: “Onlar namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi" dedi. Selmân'ın onlara olan övgüsü bitince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Selmân! Onlar, Cehennem ehlindendir" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü Selmân'a çok ağır gelmişti. Kaldı ki Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer onlar Sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı" demişti. Bunun üzerine Allah: “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Selmân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (önceden kendileriyle beraber olduğu) Hıristiyanları, onlardan gördüğü amelleri anlatarak sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslüman olarak ölmediler" cevabını verdi. Selmân der ki: “O anda yeryüzü bana kapkaranlık kesildi ve onların kendilerini ibadete vermelerini hatıraadım." Bu olay üzerine: “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..." âyeti nazil oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Selmân'ı çağırıp: “Bu âyet arkadaşların hakkında nazil oldu" buyurduktan sonra: “Benim gönderildiğimi duymadan, İsa'nın dini üzere ölen kişi hayır üzeredir. Benim gönderildiğimi duyduğu halde iman etmeden ölen ise helak omuştur" dedi. Ebû Dâvûd, en-Nâsih ve'l-Mensûh'ta, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Abbâs der ki: Yüce Allah: “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır..." âyetinden sonra, "Kim islam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir" âyeti indirmiş ve onu neshetmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Nuceyy tarikiyle Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini bildirir: “Yahudilere bu adın verilmesinin sebebi, «Şüphesiz biz sana döndük» demeleridir." İbn Ebî Hâtim bildiriyor: İbn Mes'ûd der ki: “Yahudilere neden bu adın verildiğini biz daha iyi biliriz. Yahudilere bu ad, Hazret-i Mûsa'nın: «Şüphesiz biz sana döndük» demesi sebebiyledir. Nasrânilere bu ismin veriliş sebebi ise Hazret-i İsa'nın: «Allah'ın dininin yardımcıları olun» demesi sebebiyledir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle der: “Yahudilere ve Nasrânilere neden bu adın verildiğini biz daha iyi biliriz. Yahudilere bu ismin verilmesinin sebebi Hazret-i Mûsa'nın : “Şüphesiz biz sana döndük" demesidir. Hazret-i Mûsa vefat ettiği zaman Yahudiler: «Bu söz Mûsa'nın hoşuna giderdi» deyip kendilerine bu adı verdiler. Nasrâniler ise, Hazret-i İsa, "Allah'a giden yolda yardımcılarım kimlerdir?" deyince, Havariler: “Allah'ın dininin yardımcıları biziz..." demişlerdi. Bu sebeple onlara da Nasrâniler adı verildi." İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Nasrânilere bu adın veriliş sebebi, Hazret-i İsa'nın "Nasıra" adındaki bir köyde kalmasıdır. Onlara bu adı kendilerine vermeleri istenmemesine rağmen kendilerini bu adla isimlendirdiler. İbn Sa'd, Tabakat'ta ve İbn Cerîr bildiriyor: Mücâhid der ki: “Nasrânilere bu adın verilmesinin sebebi, Hazret-i İsa'nın köyünün "Nasıra" olmasıdır." Vekî, Abdürrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim bildirir: Mücâhid der ki: “Sâbiîlik, Yahudilik, Mecusilik ve Hıristiyanlıktan meydana gelmiş bir dindir. Onların belli bir dini yoktur." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Sâbiîler, ne Hıristiyan ve ne Yahudi'dir. Onlar kitabı olmayan bir topluluktur." Abdürrezzâk, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Abbâs'a, Sâbiîler hakkında sorulunca şöyle cevap verdi: “Onlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bir itikada sahiptir. Ne kestikleri yenir, ne de onlarla evlenilir." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Sâbiiler, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bir itikada sahiptir." İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise: “Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında bir itikada sahiptir" şeklindedir. Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Sâbiîler Yahudilere gidip: “Sizin dininiz nedir?" diye sorunca, Yahudiler: “Peygamberimiz Hazret-i Mûsa'dır ve bize şunları getirmiştir, şunları yasaklamıştır. Bu da Tevrattır. Bize tâbi olan cennete girer" dediler. Sonra Hıristiyanlara gidip aynı şeyi sordular. Hıristiyanlar da Yahudilerin Hazret-i Mûsa için dediklerini Hazret-i İsa için söylediler ve: “Bu, İncildir. Bize tâbi olan Cennete girer" dediler. Bunun üzerine Sâbiîler: “Bunlar, biz ve bize tâbi olanlar Cennete girer diyor, Yahudiler de, biz ve bize tâbi olan Cennete girer, diyor, hangisinin dinine uyacağız?" dediler. Bu sebeple Allah onlara (bir dinden çıkıp diğerine giren anlamında) Sâbiîler adını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye, "Sâbiîler, Kitab ehlinden Zebur'u okuyan bir topluluktur" dedi. Vekî, Süddî'nin "Sâbiîler, Kitab ehlinden bir topluluktur" dediğini bildirir. Abdürrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Sâbiîler, meleklere tapan, kıbleye dönmeden namaz kılan ve Zebûr'u okuyan bir topluluktur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih der ki: “Sâbiî, sadece Allah'ın tek olduğunu bilen, uyacağı bir şeriat olmayan ve küfrü gerektiren harekete bulunmayan kişidir." İbn Ebî Hâtim, Ebu'z-Zinâd'dan bildiriyor: “Sâbiîler, Irak tarafında Bekûsâ şehrinde yaşayan ve bütün peygamberlere iman eden bir topluluktur." Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: “Sâibûn diyorlar. Sâibûn ne demek! Doğru olanı Sâbiûn'dur. Hâibûn diyorlar, Hâibûn ne demektir! Doğru olan, Hâtiûn'dur." |
﴾ 62 ﴿