184

"Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Oruç günleri sayılıdır. Hasta veya yolcu olanlarınız, o günlerin sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar. Ama kim fazladan bir hayır işlerse, bu onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız ise, bir bilseniz, sizin için daha da hayırlıdır"

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmek olmak üzere beş temel üzerine bina edilmiştir" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Hem namaz, hem de oruç üç defa değişikliğe uğradı. Namaz konusundaki ilk değişiklik şöyle oldu: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Sonra Yüce Allah:

“Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rab'lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir" âyetini indirdi. Bu âyetle de Yüce Allah kıbleyi Mekke tarafına doğru değiştirdi.

İkinci değişikliğe gelince; önceleri namazı cemaatle kılmak üzere toplanacakları zaman birbirlerine haber verirlerdi. Hatta teke tek haber vermek yerine namaz vaktini bildirmek için çan kullanmayı bile düşündüler. Sonrasında Ensar'dan Abdullah b. Zeyd adında biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Uyku ile uyanıklık arasında iken, hatta tamamen uyanıkken desem yeridir, rüyamda üzerinde iki parçalık yeşil giysi olan bir adam gördüm. Kıbleye doğru döndü ve şöyle dedi: Allahu Ekber! Allahu Ekber! Eşhedu enlâ ilahe illallah..." diyerek ezanın lafızlarını ikişer defa tekrarladı. Ensar'lı şöyle devam etti:

“Adam ezanı bu şekilde bitirdikten sonra az bir bekledi. Sonrasında aynı şeyleri bir daha tekrar etti. Ancak ikinci söylemesinde:

“Kad kâmeti's-salâtü! Kad kâmeti's-salâtü" sözlerini ekledi." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'Iı adama:

“Bu sözleri Bilâl'e de öğret namaz için çağrıyı (ezanı) bunlarla yapsın" buyurdu. Bu sözlerle de ezanı okuyan ilk kişi Bilâl oldu. Ezanı duyan Ömer b. el-Hattâb gelip:

“Ben de aynı şeyi görmüştüm; ancak Ensar'Iı benden hızlı davranmış" dedi.

Üçüncü değişiklik ise şöyle oldu: Ashab bazen namaza geldiklerinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza başlamış oluyordu. Sonradan gelen kişi de safta duran birine:

“Kaç rekat kıldı?" anlamında işaret eder, namazda olan kişi de artık bir veya iki, kaç rekat kılmışlarsa işaret ederek cevap verirdi. Bu şekilde sonradan gelen kişi kaçırdığı rekatları tek başına kılar sonra cemaate katılır onlarla namaza devam ederdi. Bu konuda Muâz:

“Ben de bu şekilde geç kalırsam Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl bulmuşsam katılıp öyle devam edeceğim, namaz bitimi de kalkıp kaçırdığım rekatları kaza edeceğim" dedi. Bir defasında Muâz namaza geldiğinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) başlamıştı. Muâz, Peygamberimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza durdu. Namaz bitince de kalkıp kaçırdığı rekatları kaza etti. Bunun üzerine Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu konuda Muâz size bir sünnet kıldı. Öylesi durumlarda siz de öyle yapın" buyurdu. Namaz konusundaki üç değişiklik işte böyle oldu.

Oruçtaki değişikliklere gelince, birincisi şöyledir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman her aydan üç gün oruç tutardı. Bunun yanında Âşure günlerinde de oruç tutardı. Sonrasında:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Oruç günleri sayılıdır. Hasta veya yolcu olanlarınız, o günlerin sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar. Ama kim fazladan bir hayır işlerse, bu onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız ise, bir bilseniz, sizin için daha da hayırlıdır" âyetleri nazil oldu ve oruç farz kılındı. Bu âyetlere göre de isteyen oruç tuttu, tutamayan da bunun yerine bir miskini doyurdu.

Ancak sonrasında:

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir" âyeti nazil oldu. Bu âyetle de Yüce Allah sağlıklı ve mukîm olanların orucu tutmalarını emretti. Hasta ve yolcu olanların (daha sonra tutmaları şartıyla) oruç tutmamalarına ruhsat verdi. Oruç tutmaya güç yetiremeyen ihtiyarlar için de oruç yerine fidye verilmesini sabit kaldı. Bu şekilde iki değişiklik oldu.

Üçüncü değişiklik ise şöyledir: Önceleri oruçlu olan kişi akşam vakti girdikten sonra uyumadıkları sürece yer, içer ve hanımıyla ilişkiye girerdi. Ancak uyuması halinde yeme içme ve ilişkiden artık uzak dururdu. Ensar'dan Sirma adında biri vardı. Gün boyunca oruçlu bir şekilde çalıştı. Akşam eve gelince de namazını kıldı ve bir şeyler yiyip içmeden uyudu. Uyandığında ikinci gün sabah olmuştu ve hâlâ oruçluydu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu aşırı bitkin bir şekilde görünce:

“Bakıyorum da bayağı yorgun ve bitkinsin, sebebi nedir?" diye sordu. Sirma:

Resûlallah! Dün gün boyu çalıştım, akşam da eve yorgun gelince iftarımı açmadan hemen uyudum. Uyandığımda da sabah olmuştu ve hâlâ oruçluydum" karşılığını verdi.

Ömer de akşam uyuyup geri uyandıktan sonra hanımıyla birlikte olmuştu. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumunu anlatınca:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Burada geçmiş ümmetlerden kasıt Ehl-i kitâb'dır" demiştir.

Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî şöyle demiştir:

“Bize farz kılındığı gibi Hıristiyanlara da oruç farz kılınmıştı. Sanırım yaz mevsiminde oruç tutmaları farz kılınmış, sonradan onu bir sonraki mevsime kaydırmışlar ve bir aydan elli güne çıkarmışlardı. "Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyeti de bu anlama gelmektedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bizden önceki ümmetlerden kasıt, Hıristiyanlardır. Onlara da Ramazan orucunu tutmaları farz kılınmış, bu ay boyunca akşam vaktinden sonra uyumaları halinde yeme içme ile hanımlarıyla ilişkiye girmeleri yasaklanmıştı. Ancak Ramazan orucunu tutmaları kendilerine ağır gelince toplanmış, bu orucu yaz ile kış arasında olan bir aya kaydırmışlar ve:

“Bu yaptığımız değişikliğin kefareti olarak oruca yirmi gün daha ekler elli güne çıkartırız" demişlerdir. Müslümanlar da oruçlarını Hıristiyanlar gibi tutmuşlardır. Ancak Kays b. Sirma ile Ömer b. el-Hattâb'ın başına gelen o olaylardan sonra Yüce Allah Müslümanların, şafak sökünceye kadar yeme içmelerini ve hanımlarıyla ilişkiye girmelerini helal kılmıştır" .

Buhârî, Târih'de, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve Taberânî, Dağfel b. Hanzala'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Önceden Hıristiyanların da Ramazan orucunu tutmaları farzdı. Bir defasında kralları hastalanınca: «Yüce Allah ona şifa verirse otuz günlük oruca on gün daha ekleyeceğiz» dediler. Sonrasında kralları et yiyip ağzından rahatsızlandı. Yine: «Yüce Allah ona şifa verirse (kırk günlük) oruca yedi gün daha ekleyeceğiz» dediler. Bu kraldan sonra gelen başka bir kral: «Orucu bu şekilde eksik bırakmayız, o üç günü de tutacağız. Orucu da Ramazan ayından bahar aylarına kaydıracağız» dedi. Bu şekilde oruç tuttukları gün sayısını elliye çıkardılar. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî':

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Yatsıdan yatsıya oruç tutmaları farz kılınmıştı" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken:

“Burada geçmiş ümmetlerden kasıt, Ehl-i kitâb'dır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Umulur ki korunursunuz" âyetini açıklarken:

“Önceki ümmetlerde olduğu gibi yemeden, içmeden ve kadınlarla ilişkiden uzak durmaktır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“Oruç, sayılı günlerdedir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ay ismi zikredilmeden her aydan üç gün oruç tutmaları farz kılınmıştı ki sayılı günlerden kasıt da budur. Ramazan ayı orucunun farz kılınmasından önce insanlar bu şekilde oruç tutardı. Sonradan Yüce Allah, Ramazan orucunu farz kıldı."

Saîd b. Mansûr, Ebû Câfer'den bildiriyor:

“Ramazan ayı orucunun farz kılınmasıyla daha önce tutulan tüm oruçların hükmü neshedildi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil:

“Oruç, sayılı günlerdedir..."âyetini açıklarken:

“Sayılı günlerden kasıt, Ramazan ayının otuz günüdür" demiştir. .

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri her aydan üç gün oruç tutulurdu. Ramazan ayı orucunun farz kılınmasıyla daha önce yatsıdan yatsıya tutulan oruç şekli neshedildi. Bu yeni nazil olan âyetle de oruç tutmamanın fidyesi olarak bir yoksulu doyurma getirildi. Buna göre yolcu olsun mukim olsun yoksulu doyuran kişi istedikten sonra oruç tutmayabilirdi. Bu, Yüce Allah'ın kendisine verdiği bir ruhsat idi. Ancak daha sonra:

“...Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." âyeti nazil oldu. Bu âyette de:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." ruhsatı yer almadı. Bu şekilde yeni âyetle fidye verip oruç tutmama hükmü neshedilmiş oldu. "...Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez..." buyruğuyla da yolcu olan kişiye oruç tutmama ruhsatı verildi ve tutamadığı gün sayısınca günü başka günlerde tutması emredildi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Farz kılınan bu oruç, Ramazan ayı orucudur. Yüce Allah bizden öndekilere de orucu farz kılmıştır. Onlar her aydan üç gün oruç tutar, sabah iki akşam da iki rekat namaz kılarlardı. Sonrasında Ramazan orucu farz kılındı."

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildiriyor:

“İlk tutulan oruç şekli Hazret-i Nûh'tan itibaren tutulan oruç idi. Aynı orucu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı da tutmuşlardır. Bu oruç da her aydan üç gün yatsıya kadar tutulurdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı da Ramazan orucunun farz kılınmasından önce bu şekilde oruç tutarlardı."

İbn Ebî Hâtim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah Ramazan ayı orucunu sizden önceki ümmetlere de farz kılmıştı" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“Yüce Allah bize bir aylık orucu farz kılması gibi bizden önceki ümmetlere de orucu farz kıldı."

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Orucun size farz kılınması gibi Hıristiyanlara farz kılınmıştı. Bunun delili de:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetidir. Hıristiyanlar:

“Hatalı başlamayalım" diyerek bir gün öncesinden tutmaya başladılar. Sonra:

“Hatalı tutmayalım" diyerek bir gün önceden başlayıp bir gün sonradan bitirmeye başladılar. En sonunda:

“On gün önceden başlayıp sonundan da on gün daha tutalım ki yanlış yapmayalım" dediler ve bu şekilde yoldan çıktılar.

İbn Ebî Hatim, İbn Ömer'den bildiriyor:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyeti nazil oldu. Önceki ümmetlere farz kılınan oruç şekline göre biri akşam namazını kıldıktan sonra uyuduğu zaman diğer günün akşamına kadar artık yemek yiyip bir şeyler içemez ve kadınlarla ilişkiye giremezdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Geçmiş ümmetlerden kişiye, akşam iftarını açmadan uyuduğu zaman diğer günün akşamına kadar yemek yiyemeyeceği ve kadınlarla ilişkiye giremeyeceği emredilmişti. Bu emir, onlar için bu şekilde devam etti, ancak size bu konuda ruhsat verildi."

Buhârî ile Müslim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“Aşûra günü oruç tutulurdu. Ramazan orucu farz kılınınca Aşûre orucunu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı."

Süneyd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceki ümmetlerden kasıt, Ehl- i kitâb'dır. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına farz kılınış şekli de; kişi akşam iftarını açtıktan sonra yatsı namazını kılana veya uyuyana kadar dilediğince yer, içer ve hanımıyla ilişkiye girebilirdi. Ancak yatsı namazını kıldığında veya uyuduğunda diğer günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebet kendisine helal olmazdı. Bu uygulama da:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı..." âyetinin nazil olmasıyla neshedildi."

Abd b. Humeyd, İbn Sîrîn'den bildiriyor: İbn Abbâs hutbe verirken:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini okudu ve:

“Bu âyet neshedildi" dedi.

İbn Ebî Hatim, en-Nehhâs, en-Nâsih'de ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti nazil olduğunda ashaptan dileyen oruç tutar, dileyen de oruç tutmaz, ama buna mukabil fidye olarak her bir gün için bir yoksulu doyururdu. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.." âyetinin nazil olmasıyla fidye konusunda yaşlılar hariç bir önceki âyetin hükmünü neshetti. Yaşlı olanlar için de karşılığında her gün bir yoksulu doyurmak şartıyla dilerlerse oruç tutmamaları ruhsatını geçerli bıraktı."

Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“(Ashâbdan) yoksul doyurmak suretiyle fidye vermek isteyen kişi, bunu verir ve orucu da tamamlanmış olurdu. Sonra Yüce Allah bu konuda:

“...Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır..." Yine:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun.. ." buyurdu."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle demiştir:

“Oruç konusunda oruç tutabilecek güçte olan yaşlı erkek ve kadınların oruç tutmamaları, bunun karşılığında fidye olarak tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmaları yönünde ruhsat vardı. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle bu uygulama neshedildi. Yeni nazil olan bu âyetle de sadece oruç tutamayacak kadar zayıf olan yaşlı erkek ve kadınların oruç tutmamalarına, bunun karşılığında fidye olarak tutmadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmalarına ruhsat tanındı. Aynı şekilde bebeğe veya kendisine zarar gelebilme endişesi taşıyan hamile veya emzikli kadınların da oruç tutmamalarına, bunun karşılığında fidye olarak tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmalarına ruhsatı tanındı ve tutmadıkları günleri kaza etmenin gerekmediği bildirildi."

Dârimî, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, Ebû Avâne, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, en-Nehhâs, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Seleme b. el-Ekva'dan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar.." âyeti nazil olduğu zaman ashaptan isteyen oruç tutar, isteyen de tutmaz karşılığında söz konusu fidyeyi verirdi. Sonrasında nazil olan:

“...Sizden bu. ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle bu uygulama neshedildi.

İbn Hibbân, Seleme b. el-Ekva'dan bildiriyor:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Ramazan ayında önceleri dileyen oruç tutar, dileyen de tutmaz bunun karşılığında fidye olarak tutmadığı gün sayısınca yoksulu doyururdu. "...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil olunca önceki uygulamaya son verildi."

Buhârî, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının bize bildirdiklerine göre Ramazan ayı orucu farz kılınınca kendilerine pek bir ağır gelmiş. Bunun içindir ki oruca gücü yetenler dahi günlük bir yoksulu doyuruyor ve o günü oruç tutmuyordu; zira bu yönde ruhsat vardı. Ancak:

“...Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti nazil oidu ve bu uygulamayı neshederek güç yetirenlerin oruç tutması emredildi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının bize bildirdiklerine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman ashabına nafile olarak her aydan üç gün oruç tutmalarını söyledi. Sonrasında da Ramazan orucunu farz kılan âyet nazil oldu. Oruca pek alışkın olmadıkları için de Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmek kendilerine ağır geldi. Bunun içindir ki oruç tutmayanlar, fidye olarak bir yoksulu doyuruyordu. Daha sonra da:

“...Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" âyeti nazil oldu. İnen bu âyet de sadece hasta ve yolcuya oruç tutmama ruhsatı verdi, diğer Müslümanların ise oruç tutmalarını emretti.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Âmir eş-Şa'bî'den bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti nazil olduğu zaman varlıklı kimseler oruç tutmayıp bunun yerine yoksul doyurdular. Orucu tutmak da fakirlere kaldı. Bunun üzerine:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil oldu ve herkes orucu tutmaya başladı.

Vekî' ile Abd b. Humeyd, İbn Ebî Leyla'dan bildiriyor: Ramazan ayında Atâ b. Ebî Rebâh'ın yanına girdiğim zaman yemek yiyordu. "Yemek mi yiyorsun?" diye sorduğumda şöyle karşılık verdi:

“Orucun farz kılınmasından sonra dileyen oruç tuttu, dileyen de orucu tutmadı; ancak oruç süresince her gün bir yoksulu doyurdu. "...Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir..." âyeti nazil olunca bu sefer oruç tutmayanlar günlük iki yoksulu doyurmaya başladılar. Ancak:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyeti nazil olunca hasta, yolcu veya benim gibi çok yaşlı kimseler dışında her müslümanın orucu tutması farz oldu. Benim gibi yaşlı olanlar ise tutmadıkları her gün için bir yoksulu doyururlar."

Vekî', Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Musannef de, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ömer, bu âyeti:

“ (... Fidye olarak yoksulları doyururlar...) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Bu âyetin hükmü:

“...Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun..." âyetiyle neshedildi."

Vekî', Süfyân, Abdurrezzâk, Firyâbî, Buhârî, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifde, Taberânî, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (...Oruçla mükellef kılınıp tutmaya güç yetiremeyenler...) lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir:

“Bu âyet neshedilmiş değildir. Burada oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı erkek ile yaşlı kadın kastedilmektedir. Bunlar her bir gün yerine bir yoksulu doyururlar ve tutmadıkları günleri kaza etmezler."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve âyeti şöyle açıklamıştır:

“Oruçla mükellef olup da tutamayanlar her gün için bir yoksulu doyururlar. Ancak kişi, fidye konusunda daha iyisini yapmak isterse o zaman bir yoksulu daha doyurur ki bu, onun için daha hayırlıdır. Ancak her halükarda oruç tutulması daha efdaldir. Bu âyet neshedilmiş değildir. Yoksul doyurup oruç tutmama ruhsatı da sadece oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlar ile müzmin hastalığı olanlar için verilmiştir."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

İbn Ebî Dâvud'un el-Mesâhifte bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Vekî', Abd b, Humeyd ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve âyeti şöyie açıklamıştır:

“Bu ifadeden kasıt, oruçla mükellef olup da tutamayanlardır. Âyet neshedilmiş değildir. Tutmaya güç yetirenler tutar, mükellef olup da güç yetiremeyenler ise fidye verirler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ver "Bundan kasıt oruç tutmakla mükellef olanlardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve şöyle derdi:

“Lafız şayet (.....) şeklinde olsaydı zaten oruç tutabiliyor anlamında olurdu."

İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar.." âyeti, oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlar hakkında nazil olmuştur. Kendilerine, tutmadıkları her bir gün için bir yoksulu doyurmaları ruhsatı verilmiştir."

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, en-Nâsih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet neshedilmemiştir. Burada bahse konu olan kişi, oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kişidir. Bu kişi tutmadığı her bir gün için bir müddü yemek, bir müddü de katık olmak üzere bir yoksula yarım sâ' buğdayı sadaka verir."

İbn Sa'd, Tabakât'ta, Mücâhid'den bildiriyor:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyeti, efendim Kays b. es-Sâib hakkında nazil olmuştur. Âyet nazil olunca da oruç tutmamış ve tutmadığı her gün için bir yoksulu doyurmuştur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi ancak güçlükle oruç tutabiliyorsa, oruç tutmama ve tutmadığı her bir gün için de bir yoksulu doyurma ruhsatı vardır. Hamile, emzikli, yaşlı ve müzmin bir hastalığı olanlar için de aynı ruhsat vardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“...Orucu güçlükle tutabilenler ise, fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bundan kasıt oruç tutamayacak kadar yaşlı olanlardır. Bunlar oruç tutmaz, ancak tutmadığı her bir gün için bir yoksulu doyurur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik ölmeden bir yıl önce oruç tutamayacak kadar zayıf düşünce tirit yemeği yapmış ve otuz yoksulu çağırıp yedirmiştir.

Taberânî, Katâde'den bildiriyor:

“Enes b. Mâlik ölmeden bir yıl önce oruç tutamayacak kadar zayıf düşünce otuz gün boyunca her gün bir yoksul doyurmuştur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, kendisine ait olan bir hamile veya emzikli ümmü veled'ine:

“Sen oruç tutmaya güç yetiremeyen kişiler konumundasın. Oruç tutmayabilirsin ve tutmadığın günleri kaza etmen gerekmez" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Dârakutnî, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer'in kızlarından biri, hamile iken oruç tutup tutmayacağını sormak üzere birini İbn Ömer'e gönderdi. İbn Ömer:

“Oruç tutmaz, tutmadığı her bir gün için de bir yoksulu doyurur" cevabını verdi.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor:

“Hamile kadın doğum yapacağı ayın içinde ise oruç tutmaz. Çocuğundan dolayı endişesi olan emzikli kadın da oruç tutmaz. Her ikisi de tutmadıkları her bir gün için bir yoksul doyururlar ve tutmadıkları günleri kaza etmeleri gerekmez."

Abd b. Humeyd, Osmân b. el-Esved'den bildiriyor: Karım hamile idi ve oruç tutmakta zorlanıyordu. Durumunu Mücâhid'e sorduğumda:

“Oruç tutmamasını söyle. Tutmadığı her gün için de bir yoksulu doyursun. Sağlığı yerine geldiği zaman da tutmadığı günleri kaza etsin" dedi.

Abd b. Humeyd, Hasan'dan bildiriyor:

“Emzikli kadın çocuğu konusunda endişeye düşerse oruç tutmaz, tutmadığı her gün için de bir yoksulu doyurur. Hamile kadın da sağlığından yana endişe ettiği zaman oruç tutmaz, ancak tutmadığı günleri kaza eder, zira hasta kişi konumundadır."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), hamile ile emzikli kadın konusunda:

“Oruç tutmazlar, ama tutmadıkları günleri sonradan kaza ederler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehâî:

“Hamile ile emzikli kadın sağlıkları konusunda endişe ettikleri zaman oruç tutmazlar, ancak tutmadıkları günleri sonradan kaza ederler" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Kişi Ramazan ayında sağlığı konusunda endişeye düştüğü zaman oruç tutmasın" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Sîrîn'den bildiriyor:

“İbn Abbâs minber üzerine Bakara Sûresi'ni okudu. Bu âyete geldiğinde yoksul ifadesini çoğul olarak, (.....) şeklinde okudu."

Saîd b. Mansûr, Tâvus'tan bildiriyor:

“İbn Abbâs bu âyeti (.....) lafzıyla okumuştur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken:

“(Her gün için) bir yoksul doyururlar" demiştir.

Vekî'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Fidye olarak yoksul doyururlar..." âyetini açıklarken:

“Fidye olarak, Mekke ahalisinin kullandığı müd'den (ölçekten) bir müd verilir" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd, İkrime'den bildiriyor: Annem susuz kalamıyor rahatsızlanıyordu. Bunun için de oruç tutamıyordu. Durumu Tâvus'a sorduğumda:

“Oruç tutmaz, tutmadığı her bir gün için de bir yoksula yarım müd buğday verir" dedi. "Hangi müd'lerden?" diye sorduğumda:

“Yaşadığın bölgede kullanılan müd'lerden" karşılığını verdi.

Dârâkutnî'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Yaşlı olup da Ramazan orucunu tutamayan kişi, tutamadığı her bir gün için bir müd buğday verir" demiştir.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Süfyân:

“Sadaka ile kefaretler Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kullandığı müd (ölçek) ile verilir" demiştir.

Vekî'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..."  âyetini açıklarken:

“Yoksula bir sâ' tahıl (sadaka) vermesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..." âyetini açıklarken:

“İki yoksulu doyurmaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tavus:

“...Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa..." âyetini açıklarken:

“Birden fazla yoksulu doyurmaktır" demiştir.

Vekî' ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Enes yaşli olduğundan dolayı Ramazan orucunu tutamamış, tutamadığı her bir gün için de dört yoksulu doyurmuştur.

Dârakutnî, Sünen'de Mücâhid'den bildiriyor: Kays b. es-Sâib'in şöyle dediğini işitim:

“Kişi Ramazan ayının orucunu tutamamasının fidyesini her bir gün için bir yoksulu doyurmak suretiyle verir. Siz benim.için günde iki yoksulu doyurun."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“...Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır"  âyetini açıklarken:

“Orucu tutmanız, tutmayıp fidye vermenizden daha hayırlıdır" demiştir.

Mâlik, Ahmed, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebu Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanoğlu yaptığı her bir iyiliğin karşılığını on katından yediyüz katına kadar alır. Ancak Yüce Allah orucu bunun dışında tutup şöyle buyurur: «Kul orucunu benim için tutar ve bunun mükâfatını bizzat ben veririm. Kul yemeğinden, içeceğinden ve şehvetinden benim için uzak durur.» Oruçlunun, biri iftar vakti, biri de Rabbinin huzuruna çıktığı vakit olmak üzere iki sevinci vardır. Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir."

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre ile Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah: «Oruç benim rızam için tutulur ve mükâfatını da ben vereceğim. Oruçlunun, biri iftar vakti biri de Rabbinin huzuruna çıkıp mükafatını aldığı vakit olmak üzere iki sevinci vardır» buyurur. Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. "

Ahmed ve Beyhakî, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Oruç, kulun kendini Cehennem ateşinden koruduğu bir kalkan gibidir. Oruç benim için tutulur, mükafatını da bizzat ben veririm»" buyurmuştur. Yine Allah Resûlünün:

“Oruç, kişiyi Cehennem ateşinden koruyan sağlam bir kalkandır" buyurduğunu işittim.

Beyhakî, Eyyûb b. Hassân el-Vâsitî'den bildiriyor: Adamın birinin Süfyân b. Uyeyne'ye:

“Ey Ebû Muhammed! Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'tan naklen rivayet ettiği: «İnsanoğlu tüm amellerini kendisi için yapar. Sadece orucu benim için tutar. Bundan dolayı bunun mükafatını bizzat ben vereceğim» sözü hakkında ne dersin?" diye sorduğunu işittim. İbn Uyeyne şu karşılığı verdi:

“Bu en güzel ve en hikmetli hadislerden biridir. Zira kıyamet gününde Yüce Allah kulunu hesaba çektiği zaman yaptığı tüm kötülükleri oruç dışındaki amellerinden karşılar. Oruç dışında başka bir ameli kalmadığı zaman da geriye kalan kötülüklerini oruçtan karşılar ve yine oruç dolayısıyla onu Cennete sokar."

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Yüce Allah: «İnsanoğlunun, oruç hariç tüm amelleri kendisi içindir. Ancak orucu benim için tutar. Bunun içindir ki orucunun mükâfatını bizzat ben vereceğim. Oruç kişinin kalkanıdır» buyurur. Biriniz oruçlu olduğu zaman öfkelenip kötü laflar etmesin. Biri ona kötü bir laf ettiği veya onunla kavga etmek istediği zaman ona: «Ben oruçluyum» desin. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki oruçlu kişinin ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu kişinin iki sevinci olur. İftarını yaptığı zaman sevinir. Bir de Allah'ın huzuruna çıktığı zaman (alacağı mükâfat için) oruç tuttuğuna sevinir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Huzeymeve Beyhakî'nn Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennetin sekiz kapısı vardır. Reyyân adında bir kapısı vardır ki kıyamet gününde bu kapıdan çokça oruç tutanlardan başka kimseler giremez. Orada: «Oruç tutanlar nerede?» diye sorulur ve oruç tutanlar bu kapıdan içeriye girer. Son oruçlu da bu kapıdan girdiği zaman kapanır ve artık başkaları bu kapıdan giremez."

İbn Huzeyme kendi rivayetinde şu ziyadeyi yapar:

“Bu kapıdan içeriye giren kişi, kanana kadar Cennet içeceklerinden içer. Bunları içen kişi de artık bir daha susuzluk çekmez. "

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğini göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Oruçta riya olmaz. Yüce Allah: «Kul orucunu benim için tutar; bundan dolayı mükâfatını bizzat ben veririm. Zira benim için yiyeceğinden içeceğinden uzak durur» buyurur."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"İman ederek ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Razaman orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" buyurmuştur.

Nesâî ve Beyhakî'nin, Amr b. Şuayb'tan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlu kişinin iftar vaktinde edeceği dualardan biri kabul görür" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Abdullah b. Ebî Evfâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun uykusu ibadet, suskunluğu tesbîh gibidir. Oruçluyken yaptığı amel kat kat karşılık görür, ettiği dualar kabul edilir ve günahları bağışlanır" buyurmuştur.

İbn Adiy, el-Kâmil'de, Ebû Hasan b. Ahmed b. Cumey' el-Gassânî, Ebû Saîd b.el-A'râbî ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir kul oruçlu bir şekilde sabahladığı zaman kendisi için semaya doğru bir (rahmet) kapısı açılır. Tüm uzuvları Yüce Allah'ı tesbih eder. Bu ameli Allah katına ulaşana kadar dünya semasında olan melekler ona bağışlanma diler. Oruçlu iken iki rekat namaz kıldığı zaman tüm gökler onun için ışıldar ve Cennette eşleri olacak huriler: «Allahım! Onu bizim yanımıza al, zira onu görmeyi çok özledik!» demeye başlarlar. Oruçlu iken «Lâ ilahe illallah» veya «Sübhânallah» veya «Allahu Ekber» demesi halinde Allah katına ulaşana kadar yetmiş bin melek bu sözünün sevabım yazıp dururlar. "

Beyhakî'nin, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, İsrail oğullarından bir peygambere: «Kavmine söyle! Benim rızam için bir gün oruç tutan kulunun bedenini sağlıklı, mükâfatını ise büyük kılarım» diye vahyetti. "

İbn Ebî Şeybe ile Beyhakî, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor: Bir gazvede deniz yolculuğunda iken bir sesin:

“Ey gemi yolcuları! Durun da sizlere bir şeyin haberini verelim!" diye seslendi. Ben:

“Rüzgar tam istediğimiz gibi esiyorken, yelkenlerimiz rüzgarla dolu iken ve gemimiz hızla denizde yol alıyorken nasıl duralım?" karşılığını verdim. Ses:

“Yüce Allah'ın kendine takdir edip sözünü verdiği bir şeyi sizlere haber vereyim mi?" diye sorunca, ben:

“Tabi ki ver" karşılığını verdim. Bunun üzerine ses:

“Yüce Allah, kendisi için dünyada bir gün susuz kalan kişiyi kıyamet gününde asla susuz bırakmayacağının garanti ve sözünü verdi" dedi.

Ahmed, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Umâme'den bildiriyor: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bana, Yüce Allah'ın faydasını göstereceği bir amel söyle" dediğimde:

“Oruçlu olmaya çalış; zira sevabı bakımından orucun dengi olan başka bir amel daha yoktur" buyurdu.

Beyhakî, Abdullah b. Rebâh'tan bildiriyor:

“Kıyamet gününde insanlar henüz hesapta iken çokça oruç tutanlar, kendileri için kurulan sofralardan yerler."

Beyhakî, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildiriyor:

“Kıyamet gününde bir münadi şöyle seslenir:

“Ahiret için çalışan kişinin bu çalışmasının mükâfatı ziyadesiyle verilir. Ancak çokça Kur'ân okuyan ile çokça oruç tutanların mükâfatları hesapsızca verilir."

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her amel sahibinin Cennette, ameline göre çağrılıp içeri gireceği bir kapısı olur. Çokça oruç tutanların ise Reyyân adında bir kapısı vardır" buyurmuştur.

Mâlik, Muvattâ'da, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç (kişiyi günahlardan ve Cehennem azabından koruyan) bir kalkandır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu:

“Rabbiniz: «Oruç bir kalkandır. Kulum oruçla kendini Cehennem ateşinden korur» buyurur. "

Ahmed ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç kişiyi Cehennem azabından koruyan bir kalkan, bir kaledir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve Beyhakî'nin Osmân b. Ebi'l-Âs es-Sekafî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalkanın savaşta sizi koruması gibi oruç da kişiyi Cehennem ateşinden öyle korur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî, İbn Huzeyme ve Beyhakî'nin Ebû Ubeyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Gıybet ve yalan ile) parçalamadıktan sonra oruç kişiyi (günaha bulaşmaktan) koruyan bir kalkandır" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Parçalanmadıktan sonra oruç kişiyi koruyan bir kalkandır" buyurdu. Kendisine:

“Peki, nasıl parçalanır?" diye sorulunca da:

“Yalan söyleyerek veya gıybet yaparak" karşılığını verdi.

Tirmizî ile Beyhakî, Süleym oğullarından bir adamdan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tuttu ve:

“Sübhanallah demek, Mizan'ın yarısını doldurur. Elhamdülillah demek, de Mizan'ın tümünü doldurur. Allahu Ekber demek, yerle gök arasını doldurur. Abdest, imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruç, sabrın yarısıdır. Her şeyin bir zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur" buyurmuştur.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her şeyin bir zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur" buyurmuştur.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Ka'b'ın kızı Ümmü Umâre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdiği zaman önüne yemek koydum. Yemeği yerken bana:

“Sen de ye" buyurunca:

“Ben oruçluyum" karşılığını verdim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun yanında birileri yemek yediği zaman onlar yemeği bitirene veya bırakana kadar melekler oruçlu kişiye hayır dualarda bulunurlar" buyurdu.

İbn Mâce ve Beyhakî, Bureyde'den bildiriyor: Bilâl, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiğinde öğle yemeğini yiyordu. Bilâl'i:

“Ey Bilal! Gel yemek ye" diye davet edince, Bilâl:

Resûlallah! Ben oruçluyum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biz rızkımızı yiyoruz. Bilâl'in rızkı ise bizimkinden daha iyi olan Cennet rızkı olacaktır. Ey Bilâl! Yanında yemek yenildiği sürece oruçlu kişinin kemiklerinin (uzuvlarının) Yüce Allah'ı tesbih ettiğini, meleklerin de ona bağışlanma dilediğini biliyor musun?" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Ömer:

“Melekler, yanında yemek yenilen oruçlu kimseye bağışlanma dilerler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yanında yemek yenilen oruçlu kişinin tüm mafsalları (uzuvları) Allah'ı tesbih ederler" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Yezîd b. Halîl'den bir öncekinin benzerini zikreder.

Ebû Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî'nin Seleme b. Kayser'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, sadece rızası için bir gün oruç tutan kişiyi Cehennem ateşinden, yavruyken yola çıkan bir karganın yaşlanıp ölene kadar uçabileceği bir mesafe kadar uzak tutar" buyurmuştur.

Ahmed ile Bezzâr, Ebû Hureyre'den naklen bir önceki hadisin aynısını zikrederler.

Bezzâr ile Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç kişinin duasına icabet edilir. Biri oruçlunun duasıdır. Diğeri yolcunun duasıdır. Bir diğeri de mazlumun duasıdır" buyurmuştur.

Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Bir defasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e geldiğinde içerde ashabından genç kişiler vardı. Onlara:

“İçinizden geçimini sağlayabilecek olanlar evlensin. İmkanı olmayanlar ise oruç tutsun, zira oruç kişinin şehvetini dindirir ve dizginler" buyurdu.

Tirmizî ile İbn Mâce'nin Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Cennetin Reyyân denilen bir kapısı vardır. Bu kapıdan girmek için sadece çokça oruç tutanlar çağrılır. Bunlardan biri olan kişi bu kapıdan Cennete girer. Bu kapıdan giren kişi de artık asla susuzluk çekmez"- buyurmuştur.

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun iftarını yapacağı zaman reddedilmeyecek bir duası olur" buyurduğunu işittim.

Bezzâr'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Oruçlunun kıyamet gününde sadece çokça oruç tutanların içinden içebileceği bir havuzu olacaktır" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünya ve Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) deniz yoluyla Ebû Mûsa'yı bir gazveye gönderdi. Karanlık bir gecede yelkenleri açmış yol alırlarken üstlerinden bir ses:

“Ey gemi yolcuları! Durun da Yüce Allah'ın kendine takdir edip sözünü verdiği bir şeyin haberini vereyim!" diye seslendi. Ebû Mûsa:

“Varsa bu yönde bir haberin söyle!" karşılığını verince, üstten gelen ses:

“Sıcak bir yaz gününde Yüce Allah için kendisini susuz bırakan kişiyi herkesin susuz kalacağı bir günde (kıyamet gününde) susuzluğunu gidereceğinin garantisi ile sözünü verdi" dedi.

İbn Sa'd, Tirmizî, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin, ed-Da'avât'ta Hâris el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, Yahya b. Zekeriyya'ya beş şeyi yapmasını emretti ve İsrail oğullarının da bu beş şeyi yapmalarını söylemesini istedi. Yahya bu konuda biraz ağır davranır gibi olunca, îsa (aleyhisselam): «Yüce Allah beş şeyi yapmanı ve İsrail oğullarının da bunları yapmasını söylemeni emretmişti. Ya İsrail oğullarına bunları yapmaları için emir verirsin ya da bu emri onlara ben vereceğim!» dedi. Yahya (aleyhisselam) da: «Bu beş konuda beni geçersen yere batırılmaktan ve azaba maruz kalmaktam korkarım» karşılığını verdi ve insanları Beytu'l-Makdis'te topladı. Beytu'l-Makdis'in içi dolunca duvarları üzerine oturmaya başladılar.

Herkes toplandıktan sonra Yahya şöyle dedi:

“Yüce Allah beş şeyi yapmamı emretti. Sizin de bu beş şeyi yapmanız konusunda bana emir verdi. Birincisi, sadece Allah'a kulluk edip ona başka hiçbir şeyi ortak koşmamanızdır. Zira Allah'a ortak koşan kişi, kendi malı olan altın ve gümüşle bir köle satın aldıktan sonra ona: «İşte evim, bu da işim. Çalış ve üzerinde olan hakkımı öde» diyen, ancak kölesi çalışıp kazandığını efendisinden başkasına veren kişinin durumu gibidir. Hangi biriniz kölesinin bunu yapmasını ister?

İkinci olarak Yüce Allah size namaz kılmayı emretti. Namaz kıldığınız zaman da sağınıza solunuza bakmayın. Zira Yüce Allah, kulu namazında yüzünü sağa sola çevirmediği müddetçe yüzünü onun yüzünden çevirmez.

Üçüncü olarak oruç tutmanızı emretti. Oruç tutan kişi de, yanında misk dolu bir kap ile bir grubun arasında oturan kişiye benzer. Oradakilerin hepsi de bu kokuya hayran olur. Oruçlu kişinin kokusu da, Yüce Allah katında o misk kokusundan daha hoştur.

Dördüncü olarak, sadaka vermenizi emretmiştir. Sadaka veren kişinin durumu, düşmanları tarafından esir alınan, kolları boynuna bağlanıp boynu vurulmak üzere hazırlanan kişinin: «Ben az veya çok fidyeyi verip canımı elinizden kurtaracağım» demesine ve bedeli verip canını kurtarmasına benzer.

Beşinci olarak Yüce Allah, kendisini zikretmenizi emrediyor. Yüce Allah'ı zikreden kişinin durumu da, düşman tarafından hızlıca takip edilen ve gördüğü bir kaleye sığınıp kendini koruyan kişinin durumuna benzer. Aynı şekilde kul şeytanın şerrinden ancak Yüce Allah'ı zikredip onu anarak kurtulabilir.

Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gazalara katılın ki ganimet elde edesiniz. Oruç tutunuz ki sağlık bulaşınız. Yolculuklara çıkın ki varlıklı olasınız" buyurmuştur.

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünya, el-Cû'de, Taberânî ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Oruç ile Kur'ân, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olurlar. Oruç: «Rabbim! Ben onu yemekten ve şehvetten alıkoydum. Beni ona şefaatçi kıl!» der. Kur'ân da: «Rabbim! Ben onu gece uykusundan alıkoydum. Beni ona şefaatçi kıl!» der. Yüce Allah da onların bu şefaatini kabul eder ve kulu bağışlar. "

Ebû Ya'lâ ile Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi bir gün nafile oruç tutsa buna karşılık kendisine dünya dolusu altın verilse bu altın, hesap gününde tuttuğu o bir günlük orucun sevabını karşılayamaz" buyurmuştur.

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kendisi için bir gün oruç tutan kişinin yüzünü, bu bir güne karşılık yetmiş yıl boyunca ateşten uzak tutar" buyurmuştur.

Taberânî, M. el-Evsat ve M. es-Sağîr'de Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kendisi için bir gün oruç tutan kişiyle Cehennem ateşi arasında iki kenarının arası yerle gök arası kadar uzak olan bir hendek açar" buyurmuştur.

Taberânî'nin Amr b. Abese'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah için bir gün oruç tutan kişi ile Cehennemin arası yüz yıllık bir yolculuk mesafesi kadar açılır" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kendisi için bir gün oruç tutan kişinin yüzünü bu bir güne karşılık yetmiş yıl boyunca Cehennem ateşinden uzak tutar" buyurmuştur.

Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre .Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ Yüce Allah kendisi için bir gün oruç tutan kişiyle Cehennem ateşi arasında iki kenarının arası yerle gök arası kadar uzak olan bir hendek açar" buyurmuştur.

Ahmed, Tirmizî, îbn Mâce, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İftarını yapana kadar oruçlu olan kişinin, adaletli olan yöneticinin ve mazlumun olmak üzere üç kişinin duası geri çevrilmez. Yüce Allah mazlumun duasını bulutların üzerine çıkarıp göğün kapılarını açar ve: «İzzetime andolsun ki bir zaman sonra da olsa sana yardım edeceğim!» buyurur."

İbn Ebi'd-Dünya, el-Cû'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Oruçlu kişilerin ağızlarından misk kokusu yayılır. Kıyamet gününde de Arş'ın altında kendilerine özel bir sofra hazırlanır ve diğer insanlar hesapta sıkıntı içindeyken kendileri bu sofradan yerler. "

Taberânî, M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah öyle bir sofra kurar ki içinde hiçbir gözün göremediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen çeşit ve güzellikte yemekler bulunur. Bu sofraya da sadece oruç tutanlar oturur" buyurmuştur.

Ebu'ş-Şeyh ve İbn Hibbân, es-Sevâb'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet günü geldiğinde oruç tutanlar mezarlarından çıkarlar. Oruç tutmalarından dolayı kendilerinden gelen güzel kokudan tanınırlar. Zira ağızları miskten daha hoş bir şekilde kokar. Miskle mühürlenmiş sofralar ve içeceklerle dolu ibriklerle karşılanırlar. Kendilerine: «Yiyin, zira aç kaldınız! İçin, zira susuz kaldınız! İnsanları bırakıp rahatınıza bakın, zira insanlar rahatken siz sıkıntı çekiyordunuz» denilir. İnsanlar susuz bir şekilde sıkıntılar içindeyken onlar yer, içer ve dinlenirler."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Ehvâl'de Muğîs b. Sumey'den bildiriyor:

“Kıyamet gününde güneş insanların başının üzerinde birkaç arşınlık bir mesafeye kadar yaklaşır. Cehennemin de kapıları açılır. O yakıcı alevleri ve sıcağıyla insanların üzerine doğru eseri O zaman insanlar öyle bir terler ki terleri yerde leş kokusundan daha ağır bir koku saçarak akar. İnsanlar bu sıkıntılar içinde iken oruç tutanlar Arş'ın gölgesinde olurlar."

İsbehânî, et-Terğîb'de Ahmed b. Ebi'l-Havârî kanalıyla Ebû Süleyman'dan bildiriyor:

“Ebû Ali el-Asam yanıma geldiğinde dünyada duyduğum en güzel sözü bana aktardı ki şöyle dedi:

“Kıyamet gününde insanlar hesapta iken oruçlular, kendilerine özel kurulan sofrada yemek yerler. Diğer insanlar:

“Rabbim! Bizler hesap verirken onlar yemek yiyor" dediklerinde, Yüce Allah:

“Ama onlar oruç tutarken siz yemek yiyordunuz! Onlar gece ibadet yaparken sizler uyuyordunuz!" karşılığını verir.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennette, içerden dışarısı, dışarıdan da içerisi görünen bir ev vardır. Yüce Allah bu evi yumuşak dilli olan, başkalarına yemek yediren, oruçlarını devamlı tutan ve insanlar uykudayken gece kıyamına duran kişiler için hazırlamıştır."

Beyhakî, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer şöyle derdi:

“Denilirdi ki, her oruçlu kişinin iftarını yapacağı zaman kabul gören bir duası vardır. Arttık ya dünyadayken duasının karşılığı kendisine verilir ya da âhirette verilmek üzere geciktirilir." Bundan dolayıdır ki İbn Ömer iftarını yapacağı zaman:

“Ey mağfireti geniş olan Allahım! Beni bağışla!" diye dua ederdi.

Ahmed, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün ashabına:

“Bugün kim bir cenazeye katıldı?" diye sordu. Ömer:

“Ben katıldım" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki, bugün kim bir hastayı ziyaret etti?" diye sorunca, Ömer:

“Ben ziyaret ettim" dedi. Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):"Peki, bugün kim bir sadaka verdi?" diye sorunca, Ömer:

“Ben verdim" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bugün kim oruçlu sabahladı?", diye sorunca yine Ömer:

“Ben oruçluyum" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“(Cennet) vacip oldu! Vacip oldu!" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abdulah b. Rebâh'tan bildiriyor: Muâviye'nin yanına giderken yolda bir zahidle karşılaştık. Bize:

“Kıyanhet gününde bir sofra kurulur ve bu sofradan ilk önce oruç tutanlar yemek yer" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeyme, Dârakutnî ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ramazan ayında bir ruhsatı veya hastalık durumu olmadığı halde orucunu bozan kişi, tüm yılını oruçlu geçirse o günün hakkını ödemiş olmaz" buyurmuştur.

Dârakutnî'nin Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Herhangi bir mazereti olmaksızın Ramazan'da orucunu bozan kişi bozduğu her bir gün için bir ay oruç tutar" buyurmuştur.

Dârakutnî, Recâ b. Cemîl'den bildiriyor: Rabîa b. Ebî Abdirrahman:

“Ramazan ayında bir gün orucunu bozan kişi bu günün yerine on iki gün oruç tutar. Zira Yüce Allah oruç için on iki ay içinden bir ayın tutulmasını istemiştir" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Adamın biri Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ramazan ayında bir gün orucumu bozdum" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadaka ver ve Allah'tan bağışlanma dile. Bozduğun günün yerine de bir gün oruç tut" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Kişi Ramazan ayında mazereti olmadan kasıtlı bir şekilde bir günün orucunu bozduğu zaman yılın tamamını oruçlu geçirse dahi o günün hakkını ödemiş olmaz."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iAli'den bildiriyor:

“Kişi Ramazan ayında mazereti olmadan kasıtlı bir şekilde bir günün orucunu bozduğu zaman yılın tamamını oruçlu geçirse dahi o günün hakkını ödemiş olmaz."

184 ﴿