ÂL-İ İMRAN SÜRESİİbnu'd-Durays, Fedâil'de, Nâsih'te Nehhâs ve Delâil'de Beyhakî'nin İbn Abbâs vasıtasıyla bildirdiğine göre o: “Âl-i İmrân sûresi, Medine'de indi" demiştir. Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta zayıf isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim cuma günü Âl-i İmrân sûresini okursa, güneş batıncaya kadar Yüce Allah ona rahmetini gönderir ve melekler ona istiğfar eder." Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: “Kim, Bakara, Nisâ ve Âl-i İmrân sûresini okursa Allah katında hikmet sahibi olanlardan yazılır." Dârimî, Muhammed b. Nasr ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “Âl-i İmrân sûresini okuyan kişi zengindir. Nisâ sûresi ise muhabbiredir. Yani güzelleştirendir." Dârimî, Fadâil'de Ubû Ubeyd ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “Fakir kişinin en güzel hazinesi, Âl-i İmrân süresidir. O, gecenin sonunda kalkarak onunla geceyi ihya eder." Saîd b. Mansûr, Ebû Attâf'tan bildiriyor: “Tevrât'ta, Âl-i İmrân sûresinin adı Taybe'dir." İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Abbâs'tan bildiriyor: “Kendisi Basra'da vali iken güneş tutulmuştu. Bunun üzerine iki rekat namaz kılmış ve bu iki rekatta Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okumuştu." İbn Ebî Şeybe, Abdulmelik b. Umeyr'den bildiriyor: Adamın biri Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunca Ka'b: “Bu kişi, içinde, isimleriyle dua edildiği zaman duaların kabul edildiği sûreler okudu" dedi. İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Ubey b. Ka'b'dan bunun aynısını zikretmiştir. 1Bkz. Ayet:6 2Bkz. Ayet:6 3Bkz. Ayet:6 4Bkz. Ayet:6 5Bkz. Ayet:6 6"Elif, Lâm Mîm. Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, Hayy ve Kayyûm'dur. O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti.. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır. Şu da kesindir ki, ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O dur. Kendisinden başka tanrı olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan Odur." İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Ubey b. Ka'b'ın bu (ilk) âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor: “Kayyûm" kelimesi her şeyi gözeten mânâsındadır. Ebü Ubeyd, Saîd b. Mansûr ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Dâvud, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Hazret-i Ömer'den bildiriyor: O yatsı namazını kıldı ve okumaya Âl-i İmrân sûresinden başlayarak: (.....) şeklinde okudu. İbn Ebî Dâvud, A'meş'ten bildiriyor: Bu âyet Abdullah'ın kıraatında (.....) şeklindedir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Alkame bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, Ebû Ma'mer'den bildiriyor: Alkame'nin bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu işittim. Abdullah'ın öğrencileri de (.....) şeklinde okurlardı. İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Âsim b. Kuleyb'ten, o da babasından bildiriyor: Hazret-i Ömer, cuma hutbesini verdiği zaman Âl-i İmrân sûresini okumayı severdi. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir Muhammed b. Câfer b. ez- Zübeyr'den bildiriyor: Necrân'dan on dördü eşraftan olmak üzere altmış kişilik binekli bir heyet Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Onlardan Ebû Hârise b. Alkame, Âkib, Abdu'l-Mesîh ve Elhem es-Seyyid, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşturdu. Bunlar kırallarınnı dini üzere Hıristiyan idiler. Onlar ihtilafa düşmüş oldukları konuda, kimi: “(Hazret-i İsa için) O Allah'tır" diyor, kimi: “O Allah'ın oğludur" diyor, kimi de: “O üç ilahın üçüncüsüdür" diyordu. Bu Hıristiyanların deyişiydi. "O Allah'tır diyenler delil olarak: “O Allah'tır. Çünkü o ölüleri dirilten, hastaları iyileştiren ve gaybtan haber verendir. O çamuru kuş gibi yapar, sonra ona üflediğinde o gerçek kuş olurdu. Bunların hepsi insanlara delil olsun diye Allah'ın izniyle olmaktadır" dediler. "O Allah'ın oğludur" diyenler ise: “O, Allah'ın oğludur. Çünkü onun belli bir babası yoktur ve beşikte iken konuşmuştur. Hiç bir Âdemoğlu böyle bir şey yapmamıştır" dediler. Onun üç ilahtan üçüncüsü olduğunu iddia edenler de: “Yüce Allah: «Yaptık, emrettik, yarattık ve hükmettik» buyurmaktadır. Eğer Allah bir kişi olsaydı o mutlaka: «Yaptım, emrettim, hükmettim ve yarattım» derdi. Fakat bunlar Allah, İsa ve Meryem'dir" dediler. Bunların öyle deyişi üzerine Kur'ân indi ve Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) onların söylemiş oldukları şeyleri zikretti. Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem), iki bilgin konuşturduğunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Müslüman olun" dedi. Onlar da: “Biz senden önce Müslüman olduk" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yalan söylediniz. Sizin Allah'a çocuk isnâd etmeniz, haça tapmanız ve domuz eti yemeniz Müslüman olmanıza engeldir" buyurdu. Onlar: “Ey Muhammed! Onun babası kimdir?" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve cevap vermedi. Bunun üzerine Yüce Allah onların ihtilafa düştükleri konu hakkında, Âl-i İmrân suresinin başından itibaren seksen küsur âyet kadar indirdi. Yüce Allah bu sûreye, kendisini onların iddia ettiklerinden tenzih ederek başladı. Bir olduğunu ve yarattıklarından herhangi bir ortağı olmadığını bildirerek onların uydurdukları inkârcılığı, onun ortağı olduğunu söylemelerini reddetti ve onların sapıklık içinde olduklarını beyan edip: “Elif, Lam, Mim. Allah, Ondan başka tanrı olmayan Hayy ve Kayyûm olan Allah'" buyurdu. Burada da şu kastedilmektedir: “Onun işlerinde bir ortağı yoktur. O ölmeyendir, oysa İsa (aleyhisselam) dediklerine göre öldü. Yüce Allah kendi zatıyla kaimdir, onun fâni olma durumu yoktur. Oysa İsa (aleyhisselam) fâni olmuştur. İbn İshâk Muhammed b. Sehl b. Ebî Umâme'den bildiriyor: “Necrân ahalisi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına İsa b. Meryem'i sormaya geldiğinde onlar hakkında Âl-i İmrân sûresi, başından 80. âyetine kadar indi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildiriyor: Hıristiyanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip İsa b. Meryem hakkında kendisiyle tartıştılar. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Babası kimdir?" diye sorup Allah'a karşı iftirada bulunarak yalan sözler söylediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Siz her çocuğun kendi babasına benzediğini bilmiyor musunuz?" dedi. Onlar: “Evet (biliyoruz)" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbimizin diri, ölümsüz olduğunu ve İsa'nın fâni olacağını bilmiyor musunuz?" dedi. Onlar yine: “Evet (biliyoruz)" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbimizin her şeyi yönetip idare ettiğini onları koruyarak rızık verdiğini bilmiyor musunuz?" diye sorunca: “Evet (biliyoruz)" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peki, İsa bunlardan bir şeye sahip midir?" deyince: “Hayır (değildir)" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peki, yeryüzünde ve gökyüzünde Yüce Allah'a hiçbir şeyin gizli kalmadığını bilmiyor musunuz?" dedi. Onlar: “Evet (biliyoruz)" deyince: “Peki, İsa kendisine öğretilenler dışında yeryüzü ve gökyüzünde olanlar hakkında bir şey biliyor mu?" dedi. Onlar: “Hayır (bilmiyor)" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, İsa, ana rahmindeyken ona istediği gibi şekil verdi. Rabbimizin yemek yemediğini, bir şey içmediğini ve bizler gibi ihtiyaç giderme durumunun olmadığını bilmiyor musunuz?" diye sorunca da: “Evet (biliyoruz)" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Peki, annesinin İsa'ya her kadın gibi hamile kaldığını, sonra da diğer kadınların doğurması gibi onu doğurduğunu, İsa'nın her çocuğun beslendiği gibi beslendiğini, sonra onun yemek yediğini, içecek içtiğini ve ihtiyaç sahibi olduğunu bilmiyor musunuz?" diye sordu. Onlar: “Evet (biliyoruz)" deyince de: “Öyleyse bu nasıl sizin iddia ettiğiniz gibi (tanrı) olabilir?" dedi. Onlar gerçeği anladılar, ancak kabul etmeyip inkâr ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Elif, Lam, Mim. Allah, Ondan başka tanrı olmayan Hayy ve Kayyûm olan Allah'" âyetlerini indirdi. Saîd b. Mansûr ve Taberânî, İbn Mes'ûd'un bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirirler. İbn Cerîr, Alkame'nin bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kendisinden önceki kitapları tasdik eden hak Kitab'ı sana indirdi...'" âyetini açıklarken: “Burada kendisinden önceki kitaplar veya peygamberler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Tasdik eden hak Kitab'ı sana indirdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Delil olarak Nuh'a, İbrâhim'e ve Hûd'a (aleyhimusselam) ve peygamberlere indirilenler kastedilmektedir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Tasdikeden hak Kitab'ı sana indirdi..." âyetini açıklarken: “Kur'ân kendisinden daha önce indirilen kitapları tasdik edendir" dedi. "...Önceden insanlara yol gösterici olarak Tevrat ve İncil'i de indirmişti..." âyeti hakkında ise: “Bunlar içinde, ona inanıp, onunla amel edecekler için Allah'tan delil ve koruma olan, Yüce Allah'ın indirmiş olduğu iki kitaptır" dedi. "...O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitab'ı indirdi..." âyetini açıklarken de: “Kur'ân'la, hakla batılın arasını ayırıp, helali helal, haramı da haram kılmış, kanunlarını koyup ceza hükümlerini bildirmiş, farzları emredip delillerini göstermiş ve kendisine itaati emredip ma'siyeti yasaklamıştır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “...Tasdik eden hak Kitab'ı sana indirdi..." âyetini açıklarken: “Bazı grupların İsa (aleyhisselam) hakkında ve başka şeylerde ihtilaf ettikleri hususta hakkı batıldan ayırmıştır" dedi. "...Doğrusu Allah'ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli azab vardır. Allah güçlüdür, mazlumların öcünü alır" âyeti hakkında ise: “Yüce Allah, âyetlerini öğrenip bildikten sonra kendi katından gelenleri inkâr eden kişilerden öcünü alır" demiştir. "...Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz" âyetini açıklarken ise: “Onların istediklerini, hilelerini, İsa'yı (aleyhisselam) iddialarıyla ilah ve Rabbe benzetmelerini bilmektedir. Hâlbuki onların bildiği de öyle değildir. Fakat Allah'ı aldatıp onu inkâr etmektedirler" dedi. "...Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur...'" âyeti hakkında İse: “İsa (aleyhisselam) da kendilerine rahimde şekil verilenlerdendir. Onlar İsa'ya (aleyhisselam), başka Âdemoğluna şekil verildiği gibi şekil verildiğini kabul etmeyip inkâr etmemektedirler. O, öylesi bir konumda iken nasıl olur da ilah olabilir?" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur..." âyeti hakkında: “Burada erkek veya dişi olması kastedilmiştir" dedi. İbn Cerîr'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik, Ebû Sâlih, İbn Abbâs, Murra, İbn Mes'ûd ve ashâbtan bazıları: “...Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: “Nutfe ana rahmine düştüğü zaman kırk gün bedende dolaşır. Sonra kırk gün bir pıhtı olarak kalır. Sonra da kırk gün boyunca bir et parçası olarak kalır. Yaratılma zamanına geldiği vakit Yüce Allah ona şekil verecek meleği gönderir. Melek iki parmağı arasında toprak getirir ve bu toprağı o et parçasına karıştırıp onu toprakla yoğurur, sonra da kendisine verilen emir üzere ona şekil verir. Sonra melek: “Bu erkek mi dişi mi, cehennemlik mi, cennetlik mi olacak? Rızkı nedir, ömrü ne kadardır ve başına gelecek musibetler nelerdir?" diye sorar. Yüce Allah bunları söyler, melek te yazar. Bu kişi ölünce de cesedi o toprağın alınmış olduğu yere defnedilir." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur..." âyetini açıklarken: “Erkek, dişi, kırmızı, beyaz, siyah, bedeni tam veya eksik, dilediği gibi şekillendirmesi mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “...Güçlüdür, Hakim'dir" âyetini açıklarken: “O, intikam alacak olursa intikamında güçlüdür ve işlerine hâkimdir" demiştir. 7"Sana bu kitabı indiren O dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, «Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır» derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Muhkem âyetler: “Neshedeci olan, helâli ve haramı belirten, cezaları ve farzları bildiren, iman edilen ve kendisiyle amel edilen âyetlerdir. Müteşabih âyetler ise hükümleri kaldırılan, sonra zikredilmesi icab ederken önce zikredilen, önce zikredilmesi gerekirken sonra zikredilen, misal olarak verilen, yemin olarak zikredilen âyetlerdir. Bunlara iman edilir, fakat amel edilmez." İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Muhkem âyetler: Neshedici olan, kendisiyle amel edilen âyetlerdir. Müteşâbih âyetler ise: “Neshedilen ve kendisiyle amel edilmeyen âyetlerdir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye, Abdullah b. Kays'tan bildiriyor: İbn Abbâs'ın: “...Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ..."" âyetini açıklarken şöyle dediğini işittim: “En'âm sûresinin sonlarında bulunan üç âyet muhkem âyetlerdir. Bunlar: “...Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim..." âyeti ve sonrasındaki iki âyettir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla İbn Abbâs'ın: “...Âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “...Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim..."âyeti ile sonrasındaki iki âyet muhkem âyetlerdir. Yine: “Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ... buyurmuştur..." âyeti ve sonrasındaki üç âyet muhkem âyetlerdir. İbn Cerîr'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik, Ebû Sâlih, İbn Abbâs, Murra, İbn Mes'ûd ve ashâbdan bazıları şöyle demişlerdir: “Muhkem âyetler: Nesheden ve kendisiyle amel edilen âyetlerdir. Müteşâbih âyetler ise: “Neshedilen âyetlerdir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Muhkem âyetler helal ve haramı belirten âyetlerdir" dedi. Firyâbî ve Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildiriyor: Muhkem âyetler: “Helal ve haramı belirten âyetlerdir. Bunların dışında olanlar ve birbirini doğrulayan âyetler ise müteşâbih âyetlerdir. "...Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır...'" âyeti: “...Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır" âyeti ve: “Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarını artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar" âyetleri gibi olanlar müteşâbih âyetlerdir. İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildiriyor: Muhkem olan âyetler kesin hükümlü olan âyetlerdir. Abd b. Humeyd, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İshâk b. Süveyd'den bildiriyor: Yahya b. Ya'mer ve Ebû Fâhite: “...Bu âyetler, kitabın anası demektir ..." âyeti hakkında münakaşa ettiler. Ebû Fâhite şöyle dedi: “Bu âyetler sûrelerin başlangıcıdır ve Kur'ân bunlardan çıkmaktadır. "Elif, Lam, Mim. Bu, ... Kitab'dır" âyetlerinde olduğu gibi Bakara sûresi bununla başlamaktadır. "Elif, Lam, Mim. Allah, Ondan başka tanrı olmayan, Hayy ve Kayyûm'dur" görüldüğü gibi Âl-i İmrân sûresi de bununla başlamaktadır." Yahya ise: “Bu âyetlerde farzlar, emirler, yasaklar, helal olanlar, ceza uygulamaları ve dinin direği bulunmaktadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Bu âyetler, kitabın anası demektir ..." âyetini açıklarken: “Bunlar kitabın aslıdır. Çünkü bunlar bütün kitaplarda yazılıdır" demiştir. İbn Cerîr, Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Muhkem âyetler, içlerinde Yüce Allah'ın kesin delilleri bulunan, kullarını koruyan, bâtıl olarak karşı çıkanları def eden âyetlerdir. Bunların asıl mânâlarını değiştirmek ve tahrif etmek söz konusu değildir. Müteşâbih olan âyetler ise, çeşitli yönlere te'vil edilebilen, sapıkların, sapıklığa çekebilecekleri âyetlerdir. Allah kullarını helal ve haramla imtihan ettiği gibi bu âyetlerle de imtihan etmiştir. Ancak âyetlerin mânâsı, batıl şeylerle değiştirilmemeli ve haktan tahrif edilmemelidir. İbn Cerîr, Mâlik b. Dînar'dan bildiriyor: Hasan(-ı Basrî)'ye: “...Kitabın anası demektir ..." âyetinin anlamını sorduğumda: “Bunlar helal ve haramlardır" karşılığını verdi. Ona: “Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" âyetini sorduğumda da: “Bu, Kur'ân'ın anasıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: O: “...Bunlar kitabın anası demektir ..." âyeti hakkında: “Hiç bir din ehli yoktur ki mutlaka onları kabul etmiştir" dedi. "...Diğer bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir...'" âyeti hakkında ise: “Yani bize söylenen (.....), (.....), (.....), (.....) âyetler gibi olanlardır" dedi. İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Kur'ân'daki müteşâbih âyetler okundukları zaman birbirine benzeyen âyetlerdir. Delalete düşenler bu yüzden düşmektedirler. Her fırka Kur'ân'dan bir âyet okur ve bunun kendi haklarında olduğunu iddia eder. Hariciler, müteşâbih âyetlerden: “...Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir" âyetine tabi olurlar ve onunla beraber: “...Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını eşit sayıyorlar" âyetini okurlar. İmamlarının haksız bir hüküm verdiğini gördüklerinde: “O küfretmiştir, küfreden de bir şeyi Rabbine eşit kılmış olur. Öyle eden de şirk koşmuş olur. Bunlar da müşrik ümmetlerdir" derlerdi. Buhârî, Târih'te ve İbn Cerîr, İbn İshâk vasıtasıyla Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs ile Câbir b. Abdillah b. Riab'dan bildiriyor: Ebû Yâsir b. Ahtab Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına uğradı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Bakara sûresinin (.....) olan baş kısmını okurken Yahudilerden biri geldi. Sonra yahudilerden bir grupla oturan kardeşi Ebû Yâsir b. Ahtab kardeşi Huyey'in yanına gitti ve: “Vallahi Muhammed'in (.....) âyetlerini okuduğunu işittim" dedi. Huyey: “Bizzat sen işittin mi?" diye sorunca, Ebû Yâsir: “Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Huyey yanındaki Yahudilerle beraber Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti ve: “Sana indirilenler içinde (.....) okuduğun söyleniyor" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" cevabını verince, Yahudiler: “Allah, senden önce de peygamberler gönderdi. Allah, onlardan herhangi bir peygambere, iktidarının ve ümmetinin ecelinin ne kadar olacağını beyan ettiğini bilmiyoruz. Bunu ancak sana bildirmiş" dediler ve Huyey b. Ahtab yanındakilere dönüp: “Elif, bir, lam otuz, mim ise kırk demektir (yani Ebced hesabıyla) ve bu da yetmiş bir yıl eder. Şimdi sizler kendi iktidarı ve ümmetinin eceli yetmiş bir yıl sürecek olan bir peygamberin dinine mi gireceksiniz?" dedi. Sonra: “Ey Muhammed! Bu zamana ilave olarak başka bir şey var mı?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet (.....) âyeti vardır" buyurunca, Huyey: “Bu daha ağır ve daha uzundur. Elif bir, lam otuz, mim kırk, sad ise doksan demektir. Bunların hepsi, yüz altmış bir yıl demektir. Bundan başka bir şey var mıdır?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet "(.....) âyeti vardır" buyurunca, Huyey: “Bu daha ağır ve daha uzundur. Elif bir, Lam otuz, ra ise iki yüz demektir. Bunların hepsi, iki yüz otuz bir yıl demektir. Bundan başka bir şey var mıdır?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, (.....) âyeti vardır" karşılığını verince, Huyey: “Bu daha ağır ve daha uzundur. Bu iki yüz yetmiş bir yıl demektir" deyip şöyle devam etti: “Senin işin bize karışık geldi. Öyle ki, sana çok şey mi, yoksa az şey mi verildi anlayamadık." Sonra kalkıp gittiler. Ebû Yâsir, kardeşi Huyey ve yanındakilere: “Ne biliyorsunuz, belki de Muhammed'e, bunların toplamı verilmiştir. Bunlar, yetmiş bir, yüz altmış bir, iki yüz otuz bir, iki yüz yetmiş bir yıldır ve toplam yedi yüz otuz dört yıl yapar" deyince, onlar: “Onun durumu bize karışık geldi" dediler. "Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onda Kitâb'ın temeli olan kesin anlamlı âyetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih (çeşitli anlamlı) olanlarına uyarlar...'" âyetinin bu kişiler hakkında nâzil olduğu söylenir. Yunus b. Bukeyr, el-Meğâzi'de, İbn İshâk'tan, "Muhammed b. Ebî Muhammed — İkrime — Saîd b. Cübeyr — İbn Abbâs ve Câbir b. Riab" kanalıyla bildiriyor: Ebû Yâsir b. Ahtab, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Bakara sûresinin baş kısmını (.....) okurken yanına uğradı" dedi ve bu husustaki meseleyi anlattı. İbnu'l-Münzir, Tefsîr'de başka bir kanalla İbn Cüreyc'ten mu'dal olarak nakletti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kalblerinde kaypaklık olanlar..." âyetini açıklarken: “Kalplerinde kaypaklık olanlar muhkem âyetleri müteşâbih olanlara, müteşâbih âyetleri de muhkem olanlara göre te'vil edip insanların kafalarını karıştırırlardı. Yüce Allah ta onların kafalarını karıştırdı" dedi. "...Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez..." âyeti hakkında ise: “Bunun te'vili kıyamet günündedir ve bunu Allah'tan başka kimse bilmez" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi ile: “Şüphe" kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Kalblerinde kaypaklık olanlar..." âyetini açıklarken: “Burada münafıklar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Müteşabih olanlarının peşine düşerler..." âyetini açıklarken: “Dalalete düştükleri ve helak oldukları kapı, te'vil peşine düşmeleri idi" dedi. "...Fitne ... peşine düşerler..." âyeti hakkında ise: “Şüphelilerin peşine düşerler, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve Delâil'de Beyhakî Hazret-i Âişe vasıtasıyla bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar, «Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır» derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünemez" âyetini okudu ve şöyle buyurdu: “Eğer müteşabih âyetler hakkında mücadele edenleri görürseniz onlardan sakının. Onlar Allah'ın isimlendirdiği (bu) kimselerdir." Buhârî'nin lafzında ise şu şekildedir: “Eğer müteşâbih âyetlere tabi olanları görürseniz onlardan sakının. Onlar Allah'ın (âyette) adlandırdığı kimselerdir." İbn Cerîr'in lafzında ise: “Müteşâbih âyetlere tabi olanları gördüğünüz zaman onlardan sakının. Onlar Allah'ın adlandırdığı kimselerdir" şeklindedir. Ayrıca İbn Cerîr'in lafzında: “Müteşâbih âyetlere tabi olanları ve o âyetler hakkında mücadele edenleri gördüğünüz zaman onlardan sakının. Onlar Allah'ın isimlendirdiği kimselerdir. Onlarla beraber oturmayın" şeklindedir. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Sünen'de, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kalblerinde kaypaklık olanlar... müteşâbih olanlarının peşine düşerler" ' âyeti hakkında: “Bunlar Hâricilerdir" dedi. "O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..."' âyeti hakkında da yine: “Bunlar Hâricilerdir" dedi. Taberânî'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işitti: “Ümmetim için şu üç şeyden korkarım: Fazla mal biriktirmelerinden, hased ederek birbirlerini öldürmelerinden ve kendilerine kitap açıldığı zaman müminlerin te'vil yapmak için müteşâbih âyetleri ele almalarındandır. Zira Yüce Allah «Halbuki onun te'vil ini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde derileşmiş olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez»buyurmaktadır. Onlar, ilimleri artınca onu önemsemeyerek kaybederler. " Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim hesabına korktuğum şey, mal (para) biriktirmeleri ve birbirleriyle yarışarak bu uğurda savaşmalarıdır. Yine ümmetim için korktuğum şey, kendilerine Kur'ân açıldığı zaman onu müminler, kafirler ve münafıkların (herbiri kendince ayrı niyetlerle) okuyup ta müminin (âyette geçen) helali (kendince yoruma gitmeden) helal kabul etmesidir. " Ebû Ya'lâ'nın Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir kavim Kur'ân'ı okuyacak, onu kötü hurma gibi yayacaklar ve onu gerçek te'vilinin dışında te'vil edeceklerdir," İbn Sa'd, İbnu'd-Durays, Fadâil'de , İbn Merdûye, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân hakkında münakaşa eden bir topluluğun yanına gitti. Sonra öyle öfkelendi ki onlara: “Sizden önceki ümmetler bununla dalalete düştüler. Onlar peygamberlerinde ihtilaf ettiler ve kitaplarının bir kısmını bir kısmıyla yalanladılar. Zira Kur'ân bir kısmı bir kısmını yalanlasın diye indirilmedi. Aksine bir kısmı bir kısmını doğrulasın diye indirildi. Siz ondan bildiklerinizle amel edin. Müteşâbih olanlara da iman edin" buyurdu. Ahmed, başka bir kanalla Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir topluluğun münakaşa ettiğini işitti ve: “Sizden önceki kavimler bununla helak oldular. Allah'ın kitabının bir kısmını bir kısmı ile yalanladılar. Oysa Allah'ın kitabı bir kısmı bir kısmını doğrulasın diye indirildi. Onun bir kısmını bir kısmı ile yalanlamayın. Ondan bildiğinizi söyleyin bilmediğinizi de bilenine bırakın" buyurdu. İbn Cerîr, Hâkim, İbâne'de Ebû Nasr es-Siczî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Önceki kitaplar bir kapıdan ve bir kıraat üzere iniyordu. Kur'ân ise yedi kapıdan; yasaklar, emirler, helal, haram, muhkem, müteşâbih ve misaller olmak üzere yedi kıraat üzeri indi. Onun helal kıldığım helal sayıp, haram kıldığını da haram sayın. Size emredileni yapın ve yasaklananı da terkedin. Misallerden ibret alın. «Onun hepsi Rabbimizin katındandır, ona inandık» deyin." İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan aynı hadisi mevkûf (yani onun sözü) olarak nakletti. Taberânî'nin, Ömer b. Ebî Seleme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Mes'ûd'a dedi ki: “Önceki kitaplar gökyüzünden bir kapıdan inerdi. Kur'ân ise yedi kapıdan; helal, haram, muhkem, müteşâbih, misaller, emir ve yasaklar olmak üzere yedi kıraat üzere indi. Onun helal kıldığını helal sayıp, haram kıldığını da haram say. Muhkem âyetlerle amel edip şüphelilerin yanında dur. Misallerinden ibret al. Bunların tümü Allah katındandır. Bunlardan ancak akıl sahipleri ibret alır? İbnu'n-Necâr'ın zayıf bir isnâdla, Târih Bağdâd'da, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Yüce Allah Kitab'ında muhkem âyetlerle sizlere helal ve haram kıldığı şeyleri göstermiştir. Onun helal kıldığını helal sayıp, haram kıldığını da haram sayın. Müteşâbih âyetlere de iman edin. Muhkem olan âyetlerle amel edip misallerinden ibret alın." İbnu'd-Durays, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “Kur'ân, haram, helal, muhkem, müteşâbih ve misaller olmak üzere beş yönü ile indi. Onun helal kıldığını helal sayıp, haram kıldığını da haram sayın. Müteşâbih âyetlere de iman edin. Muhkem olan âyetlerle amel edip misallerinden ibret alın." İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Kur'ân, Peygamberinize (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi kıraat üzere indirildi. Sizden öncekilere kitap bir kapıdan bir kıraat üzere inerdi. İbn Cerîr ve Nasr el-Makdisî'nin, el-Hucce'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kur'ân yedi harf üzere inmiştir. Kur'ân'da münakaşa etmek küfürdür. Ondan bildiklerinizle amel edin ve bilmediklerinizi bilen birine havale edin. " Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân' da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kur'ân'ı i'rab ederek onun gariplerine tabi olun. Onun garipleri mirası ve cezaları bildirmesidir. Zira Kur'ân, haram, helal, muhkem, müteşâbih ve misaller olmak üzere beş yönü ile indi. Helal olanlarla amel edip haramdan sakının. Muhkem olan âyetlere uyun, müteşâbih olanlara iman edin ve misallerinden ibret alın."' İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kur'ân sarmaşık dalları gibi çok fenlere sahiptir. Zâhiri ve bâtinidir. Onda acaip olan şeyler tükenmez ve mânâsının sonuna varılmaz. Onu sabırla (yavaşça düşünerek) okuyan kişi kurtuluşa erer. Onu şiddetle (düşünmeden) okuyan kişi sapıklığa düşer. Onda haber, misal, haram, helal, nesheden, neshedilen, muhkem, müteşâbih, zâhiri ve bâtini âyetler vardır. Zâhiriliği tilâveti, bâtiniliği ise te'vilidir. Onu âlimlerden dinleyin ve cahillerle oturmaktan sakının. Aynı zamanda âlim kişinin yanlış fetvasından da sakının. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildiriyor: Hıristiyanlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen İsa'nın kelimetullah ve ruhundan olduğunu iddia etmiyor musun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet" karşılığını verdi. Onlar da: “Bu bizim için kâfidir" dediler ve Yüce Allah: “...Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te'vil yapmak için onun müteşâbih olanlarının peşine düşerler..."' âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, Azdâd'da ve Hâkim, Tâvus'tan bildiriyor: İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, A'meş'ten bildiriyor: Bu âyet Abdullah'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ebî Muleyke'den bildiriyor: Hazret-i Âişe bana bu âyetleri okuyup: “İlimde derinleşmiş olanlar, muhkem ve müteşâbih âyetlere inanırlar ve te'vilini bilmezlerdi. Onun te'vilini sadece Allah bilir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şa'sâ' ve Ebû Nehîk'ten bildiriyor. Siz, âyeti munkatı' olduğu halde: (.....) kısmını okuyup durakladıktan sonra (.....) kısmını okumanız gerekirken) onu mavsûl olarak okuyorsunuz. İlimde derinleşmiş olanların ilmi müteşâbih âyetlerde: “ Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır" derler") kısmına kadardır." İbn Cerîr, Urve'den bildiriyor: İlimde derinleşmiş olanlar onun te'vilini bilmezler. Ancak: “Biz buna inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ömer b. Abdilazîz'den bildiriyor: İlimde derinleşmiş olanların ilmi, Kur'ân'ın te'vili karşısında bitti ve onlar: “Biz buna inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" dediler. İbn Ebî Şeybe Musannef’te, Ubey'den bildiriyor: Allah'ın Kitâbı'nda açık (muhkem) olan âyetlerle amel edin. Müteşâbih olanlara da iman ederek onları bilenlere (ilim ehline) bırakın. İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Kur'ân'ın yol gösteren yol işaretleri gibi işaretleri vardır. Ondan bildiklerinize tutunun ve bilmediklerinizi (ilim ehline) bırakın. İbn Ebî Şeybe Muâz'dan bildiriyor: Kur'ân'ın yol gösteren, yol işaretleri gibi işaretleri vardır. Bu, hiç kimseye gizli değildir. Ondan bildiğiniz bir şeyi kimseye sormayın, şüpheye düştüğünüz şeyleri de bilenine bırakın. İbn Cerîr, Eşheb vasıtasıyla bildirdiğine göre Mâlik bu âyeti okurken: (.....) kısmını okuyup durakladıktan sonra (.....) kısmını okudu ve "Fakat ilimde derinleşmiş olanlar onun te'vilini bilmezler" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Enes, Ebû Umâme, Ebu'd-Derdâ ve Vâsile b. el-Eska' bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ilimde derinleşmiş olanlar sorulduğunda: “Yeminini bozmayan, dili doğru söyleyen, kalbi doğru olan, midesini ve cinsel organını haramdan koruyan kişi, ilimde derinleşenlerdendir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve el-Vakfta İbnu'l-Enbârî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: “Kur'ân'ın dört yönü vardır. Bir yönü sadece âlimlerin bildiğidir, bir yönü herkesin bilmesi gereken ve bilmemesi mazur görülmeyen helal ve haramdır, bir yönü dillerinin Arap olması sebebiyle Arapların bildiğidir, bir yönü de te'vilini sadece Allah'ın bildiğidir. Onun te'vilini bildiğini iddia eden kişi yalancıdır." İbn Asâkı'r, Abdullah b. Yezîd el-Evdî vasıtasıyla bildiriyor: Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini işittim: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ilimde derinleşenlerin kim olduğu sorulunca: “İlimde derinleşenler doğru konuşan, yeminini bozmayan ve cinsel organını (haramlardan) koruyandır" buyurdu. İbnu'l-Münzir, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kur'ân'ın dört yönü vardır. Bir yönü sadece âlimlerin bildiğidir, bir yönü herkesin bilmesi gereken ve bilmemesi mazur görülmeyen helal ve haramdır, bir yönü dillerinin arap olması sebebiyle arapların bildiğidir, bir yönü de te'vilini sadece Allah'ın bildiğidir. Onun te'vilini bildiğini iddia eden kişi yalancıdır. İbn Cerîr'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kur'ân yedi mânâ üzere inidirildi. Biri herkesin bilmesi gereken ve bilmemesi mazur görülmeyen helal ve haramdır, biri Arapların bildiği, biri âlimlerin bildiği, biri de sadece Allah'ın bildiği müteşâbih âyetlerdir. Bunları (müteşâbih âyetleri) Allah'tan başka birinin bildiğini iddia eden kişi yalancıdır. " İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî, Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'ın: “Ben onun te'vilini bilenlerdenim" dediğini bildirir. İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: İlimde derinleşenler onun te'vilini bilirler ve: “Biz buna inandık" derler. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî'nin vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Biz buna inandık..." âyeti hakkında: “Biz muhkem olanları bilir ve onunla amel ederiz. Müteşâbih olanlarla da amel etmeyiz. Hepsi Rabbimizin katındandır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Hepsi Rabbimiz katındandır..." âyeti hakkında: “Burada neshedilen ve neshedilmeyen (âyet) ler kastedilmiştir" dedi. Dârimî, Müsned'de, Nasr el-Makdisî, el-Hucce'de, Süleymân b. Yesâr'dan bildiriyor: Kendisine Sabîğ denilen bir kişi Medine'ye gelip Kur'ân'daki müteşâbih âyetleri sormaya başladı. Ömer ona gelmesi için haber gönderdi ve bir kaç kuru hurma dalı hazırladı. Hazret-i Ömer: “Sen kimsin?" deyince: “Ben Allah'ın kulu Sabîğ'im" dedi. Ömer: “Ben de Allah'ın kulu Ömer'im" deyip o dallardan birini alarak adamın kafasını kanatıncaya kadar vurdu. Bunun üzerine adam: “Yeter ey müminlerin emîriî Önceleri kafamda bulmuş olduğum (kötü düşünceler) gitmiş bulunmaktadır" dedi. Dârimî, Nâfi'den bildiriyor: Sabîğ el-lrâkî, Müslüman askerler arasında Kur'ân'dan bazı şeyler soruyordu. Nihayet Mısır'a geldi. Amr İbnu'l-Âs onu Ömer b. el-Hattâb'a gönderdi. Yanına gittiğinde Ömer yaprakları soyulmuş hurma dalı istedi ve Sabîğ'i sırtı yaralanana kadar dövdü. Onu iyileşene kadar bıraktı. İyileşince de onu bir daha dövdü ve tekrar iyileşene kadar bıraktı. Onu bir daha dövmek için çağırınca, Sabîğ: “Eğer beni öldürmek istiyorsan güzel bir şekilde öldür. Ancak tedavi etmek istiyorsan vallahi ben iyileştim" dedi. Bunun üzerine Ömer onun memleketine dönmesine izin verdi. Ancak Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye Müslümanlardan kimse kendisiyle oturmasın diye bir mektup yazdı. İbn Asâkir, Târih'te, Enes'ten bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Sabîğ'i Kur'ân'dan bir harf (i sorgulaması) yüzünden sırtı kanayıncaya kadar dövdü. İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Nasr el-Makdisî, Hucce'de ve İbn Asâkir, Sâib b. Yezîd'den bildiriyor: Adamın biri Ömer'e: “Kur'ân'dan mânâsı karışık olan şeyler soran bir adamla karşılaştım" deyince, Ömer: “Allahım! Onu elime düşür" dedi. Bir gün Ömer'in yanına bir adam girip bir şeyler sordu. Bunun üzerine Ömer kollarını sıvadı ve onu kırbaçlamaya başladı. Sonra: “Ona don giydirin ve devenin hörgücüne bindirerek memleketine götürün. Orada sözcünüz: “Sabîğ ilim istedi, ancak yanlış şeyler istedi desin" dedi. Sabîğ kavminin efendisi iken bundan sonra hakir biri olarak kaldı. Nasr el-Makdisî, Hucce'de ve İbn Asâkir, Ebû Osmân en-Nehdî'den bildiriyor: Hazret-i Ömer Basra halkına Sabîğ'le oturmamaları için bir mektup yazdı. O geldiğinde biz yüz kişi olsak bile yine dağılır giderdik. İbn Asâkir, Muhammed b. Sîrîn'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye, Sabîğ'le oturmasın diye bir mektup yazıp vereceğinin ve malının haram olduğunu söyledi. Nasr, Hucce'de ve İbn Asâkir Zür'a'dan bildiriyor: Sabîğ b. İsl'in, Basra'da uyuz deve gibi olduğunu gördüm. O bir halkaya gelip oturduğunda onu tanımazlardı. Diğer bir halkadakiler onlara: “Bu, müminlerin emiri Ömer'in kendisiyle oturulmasını yasakladığı kişidir" diye çağırırdı. Bunun üzerine onu bırakıp giderlerdi. Nasr, Hucce'de Ebû İshâk'tan bildiriyor: Hazret-i Ömer, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye şöyle bir mektup yazdı: “Derim ki: “Sabîğ bilinen (muhkem) şeyleri bırakıp gizli (müteşâbih) olan şeyler peşinden gitti. Bu mektubum sana geldiğinde ona bir şey satmayın, hastalanırsa ziyaret etmeyin ve ölürse cenazesinde bulunmayın." Herevî, Zemmü'l-Kelâm'da, İmam Şâfiî'den bildiriyor: (Müteşâbih âyetler hakkında) söz söyleyenler için hükmüm Ömer'in, Sabîğ'e olan hükmü gibidir. Hurma dalıyla dövülür, deveye bindirilir, kabilesi ve aşireti arasında dolaştırılıp: “Bu kitabı ve sünneti bırakıp müteşâbih âyetler hakkında söylenen sözleri kabul edenin cezasıdır" diye çağrılır. Dârimî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildiriyor: Sizinle Kur'ân'ın müteşâbih âyetleri hakkında mücadele decek insanlar gelecektir. Siz onları sünnetle karşılayın. Zira sünnet ehli Allah'ın kitabını daha iyi bilenlerdir. Nasr el-Makdisî, Hucce'de, İbn Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının yanına gitti ve onlar Kur'ân hakkında münakaşa ediyorlardı. Biri bir âyet hakkında diğeri de başka bir âyet hakkında münakaşa ediyordu. Sanki Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünde nar taneleri ezilmişti. O şöyle buyurdu: “Siz bunun için mi yaratıldınız? Ya da bununla mı emrolundunuz? Allah'ın Kitab'ının bir kısmıyla bir kısmını mı yalanlıyorsunuz? Size emredilene bakırı ve ona uyun, yasaklanan şeyleri de bırakın." Ebû Dâvud ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kur'ân hakkında münakaşa etmek küfürdür." Nasr el-Makdisî, el-Hucce'de, İbn Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) odasından çıktı ve odasının arkasında Kur'ân hakkında münakaşa ediyorlardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü kıpkırmızı bir şekilde çıktı ki sanki yüzünden kan damlıyordu. Bunun üzerine: “Ey topluluk! Kur'ân hakkında münakaşa etmeyin. Sizden önceki (kavim) ler münakaşa yüzünden dalalete düştüler. Zira Kur'ân bir kısmı bir kısmını yalanlasın diye indirilmedi. Aksine bir kısmı bir kısmını doğrulasın diye indirildi. Siz muhkem olan âyetlerle amel edin. Müteşâbih olanlara da iman edin" buyurdu. Nasr, el-Hucce'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Biz Ömer b. el-Hattâb'ın yanında iken adamın biri gelip Kur'ân için: “O yaratılmış mıdır, yoksa yaratılmamış mıdır?" diye sordu. Ömer kalkıp onu yakasından tutarak Ali b. Ebî Tâlib'in yanına çekti ve: “Ey Ebu'l-Hasan! Bunun ne dediğini duymuyor musun?" dedi. Ali b. Ebî Tâlib: “Ne diyor? "diye sorunca: “Bana Kur'ân'ın yaratılıp yaratılmadığını sormaya gelmiş" dedi. Bunun üzerine Ali: “Bu bir kelimedir ve bunun bir meyvesi olacaktır. Eğer ben senin gibi idareci olsaydım onun boynunu vururdum" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyfi eri ne göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, «Biz buna inandık.» derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kavim (müteşâbih âyetlerin) peşine düşerek, yanlış te'vil ederek fitneye düştüler ve şüphelilere uydular. Bu durum içindeyken de helak oldular. İbnu'l-Enbârî, Azdâd'da, Mücâhid'den bildiriyor: İlimde derinleşmiş olanlar (müteşâbih âyetlerin) te'vilini bilirler ve: “Biz Allah'a iman ettik" derler. 8"Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey kalpleri halden hale çeviren (Allahım)! Kalbimi senin dininde sabit kıl" diye dua eder ve: “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın" âyetini okurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye, Ümmü Seleme'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça: “Ey kalpleri halden hale çeviren Allahım! Kalbimi senin dininde sabit kıl" diye dua ederdi. Kendisine: “Ey Allah'ın Resûlü! Kalpler halden hale çevrilir mi?" dediğimde: “Evet, Âdemoğlundan olan hiçbir insan yoktur ki mutlaka kalbi Allah'ın iki parmağı arasındadır. Yüce Allah dilediğini düzeltir, dilediğini eğriltir. Biz, Rabbimiz Allah'tan bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltmesin diye dua ederiz. Yine katından bize rahmet bağışlamasını isteriz. Şüphesiz o bağışta bulunandır" buyurdu. Ona: “Ey Allah'ın Resûlü! Bana kendim için edeceğim bir dua öğretmez misin?" dediğimde: “Evet öğretirim, sen: «Muhammed'in Rabbi olan Allahım! Günahlarımı bağışla, kalbimdeki eğriliği düzelt ve yaşadığım sürece beni fitneye düşmekten koru» diye dua et" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) en çok ettiği dua: “Ey kalpleri halden hale çeviren (Allahım). Kalbimi senin dininde sabit kıl" duasıydı. Kendisine: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu duayı ne kadar çok ediyorsun" dediğimde: “Hiçbir kalp yok ki mutlaka Rahman'ın iki parmağı arasındadır. O düzeltmek isterse düzeltir, eğriltmek isterse eğriltir. Yüce Allah'ın: «Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme...» buyurduğunu işitmedin mi?" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin lafzı: “Hidayete erdirmek istediğini hidayete erdirir, dalâlete erdirmek istediğini de dalâlete erdirir" şeklindedir. İbn Ebî Şeybe, Musannef te, Ahmed, el-Edebü'l-Müfred'de Buhârî, Tirmizî ve İbn Cerîr, Enes'ten bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça: “Ey kalpleri halden hale çeviren (Allahım)! Kalbimi senin dininde sabit kıl" derdi. (Ashâb): “Ey Allah'ın Resûlü! Biz sana ve getirdiğine iman ettik. Yine de bizim için bir korkun var mıdır?" dediklerinde: “Evet (vardır), kalpler Yüce Allah'ın iki parmağı arasındadır ve onları (halden hale) çevirir" buyurdu. Târih'te Buhârî, İbn Cerîr ve Taberânî'nin, Sebre b. Fâtik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “insanın kalbi, Rabbin iki parmağı arasındadır. (Rabbimiz) dilerse onu düzeltir, dilerse de eğriltir. " İbn Ebi'd-Dünyâ, el-İhlâs'ta, Hâkim, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun kalbi kuş gibidir. Günde yedi defa halden hale çevrilir. " İbn Ebi'd-Dünyâ, el-İhlâs'ta, Ebû Mûsa'dan bildiriyor: “Kalbin kalp ismini alması halden hale çevrilmesinden dolayıdır. O, geniş çölde bir tüy gibidir." Ahmed ve İbn Mâce'nin, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kalp geniş bir çölde rüzgarın evirip çevirdiği tüy gibidir" buyurmuştur. Mâlik, Şafîi, İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Sünen'de Beyhakî, Ebû Abdillah es-Sunâbihî'den bildiriyor: Kendisi Ebû Bekr'in hilafeti zamanında Medine'ye geldi ve akşam namazını onun arkasında kıldı. Ebû Bekr ilk iki rekata Fatiha süresiyle kısa surelerden okudu. Üçüncü rekata kalktığında ise Fatiha sûresinden sonra: “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın" âyetini okudu. İbn Cerîr, Taberânî, Sünne'de ve Hâkim, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça: “Ey kalpleri halden hale çeviren (Allahım)l Kalplerimizi senin dininde sabit kıl" diye dua ederdi. Bunun üzerine kendisine: “Ey Allah'ın Resûlü! Sana iman etmiş olmamıza rağmen bizim için bir korkun var mıdır?" deyince: “Ademoğullarının kalbi tek kalp gibi Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Yüce Allah onu halden hale çevirir" buyurdu. Taberânî'nin lafzı ise: “Âdemoğlunun kalbi, Yüce Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır. Onu düzeltmek isterse düzeltir, eğriltmek isterse de eğriltir" şeklindedir. Ahmed, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Hâkim ve el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî'nin bildirdiğine göre Nevvâs b. Sem'ân, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Mizan, Rahmanın elindedir. Kıyamet gününe kadar bazı kavimleri yükselttiği gibi bazılarını da alçaltır. Ademoğlunun kalbi de (Allah'ın) iki parmağı arasındadır. Dilerse onu düzeltir, dilerse eğriltir." Yine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey kalpleri halden hale çeviren (Allahım)! Kalbimi senin dininde sabit kıl" diye dua ettiğini söyledi. Hâkim'in bildirdiğine göre Mikdâd, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Ademoğlunun kalbinin halden hale dönmesi, tencerenin (içindeki suyun) fokurdayarak kaynayıp dönmesinden daha fazladır," İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed. b. Câfer: “Rabbimiz! ... kalblerimizi eğriltme..." âyetini açıklarken: “Dilimiz yanlış söylese de kalplerimizi saptırma mânâsındadır" dedi. İbn Sa'd, Tabakât'ta, Ebû Attâf'tan bildiriyor: Ebû Hureyre: “Ey Rabbim! Zina etmeyeceğim. Ey Rabbim! Hırsızlık etmeyeceğim. Ey Rabbim! Küfretmeyeceğim" deyince, ona: “Korkuyor musun?" dediler. Bunun üzerine üç defa: “Kalpleri halden hale çevirene (Allah'a) iman ettim" karşılığını verdi. Hâkim et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Ebu'd-Derdâ'dan bildiriyor: Abdullah b. Ravâha bizimle karşılaştığı zaman: “Otur ey Uveymir! Seninle az bir şey iman edelim" derdi ve oturup bir süre Allah'ı zikrederdik. Sonra şöyle derdi: “Ey Uveymir! Bu, iman meclisidir. İman meclisleri kişinin giyip çıkardığı gömleğine benzer. Onu bazen giyer, bazen de çıkarırsın. Ey Uveymir! Kalbin halden hale dönmesi, tencerenin (içindeki suyun) fokurdayarak kaynayıp dönmesinden daha fazladır." Hâkim et-Tirmizî, Utbe b. Abdillah b. Hâlid b. Ma'dân'dan, o babasından o da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İman, bazen giyilip bazen de çıkarılan bir gömlek gibidir." Hakîm et-Tirmizî, Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildiriyor: “Kişiye öyle anlar gelecek ki derisinde (kalbinde) iğne ucu yeri kadar nifaksız yer kalmayacaktır. Yine öyle anlar gelecek ki derisinde (kalbinde) iğne ucu yeri kadar imansız yer kalmayacaktır. " Ebû Dâvud, Nesâî, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece vakti uyandığı zaman: “Senden başka ilah yoktur ve seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allahım! Günahlarım için senden bağışlanmamı diler ve rahmetini isterim. Allahım! İlmimi arttır ve beni doğru yola erdirdikten sonra kalbimi eğriltme, katından bana rahmet bağışla, şüphesiz sen sonsuz bağışta bulunansın" diye dua ederdi. Müslim, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Bütün Âdemoğullarının kalpleri, tek bir kalp gibi Rahmân'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır ve onu dilediği gibi evirip çevirir." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey kalpleri çeviren Allahım! Kalplerimizi senin itaatine çevir" diye dua etti. Taberânî'nin, Sünne'de, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun kalbi, Yüce Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır." 9"Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götürmeyen günde, insanları toplayacak olan Sensin. Şüphesiz ki Allah verdiği sözden caymaz." İbn Neccâr, Târih'te, Câfer b. Muhammed el-Huldî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle rivayet edildi: “Kim kaybetmiş olduğu bir şey için: -Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götürmeyen günde, insanları toplayacak olan Sensin. Şüphesiz ki Allah verdiği sözden caymaz» âyetini okuyup: «Geleceği şüphesi götürmeyen günde, insanları toplayacak olan Allahım! Benle malımı bir araya getir. Şüphesiz sen her şeye kadirsin» diye dua ederse, Yüce Allah kaybetmiş olduğu şeyi kendisine iade eder." 10
11"Tıpkı Âl-i Firavun'un gidişi gibi, ki âyetlerimizi tekzib ettiler de Allah onları cürümler ile tutup alıverdi, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tıpkı Âl-i Firavun'un gidişi gibi" âyetini açıklarken: “Firavun'un işlediği ameller gibi mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Tıpkı Âl-i Firavun'un gidişi gibi" âyetini açıklarken: “(Firavun'un) işi gibi mânâsındadır" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: “Tıpkı Âl-i Firavun'un gidişi gibi" âyetini açıklarken: “Firavun'un ameli ve işi gibi mânâsındadır" dedi. 12"İnkar edenlere: «Yenileceksiniz, toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir» de." İbn İshâk, İbn Cerîr ve Delâil'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'de (Kureyş'e karşı) galip geldikten sonra Medine'ye döndüğünde bütün Yahudileri Benî Kaynuka çarşısında toplayıp: “Ey Yahudi topluluğu! Yüce Allah, Kureyş'lilerin başına getirdiği şeyi başınıza getirmeden Müslüman olun" dedi. Onlar: “Ey Muhammed! Kureyş'lilerden savaşmayı bilmeyen birkaç kişiyi öldürmen seni aldatmasın. Vallahi! Bizimle savaşacak olursan bizim nasıl kişiler olduğumuzu ve bizim gibisiyle daha karşılaşmamış olduğunu anlarsın" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İnkar edenlere: «Yenileceksiniz, toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir» de. Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır"' âyetlerini indirdi. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Âsim b. Ömer, İbn Katâde'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrinne'den bildiriyor: Yahudilerden Finhâs, Bedir gününde: “Muhammed'in, Kureyş'lileri mağlub edip öldürmesi onu aldatmasın. Çünkü Kureyş güzel savaşamaz" dedi. Bunun üzerine: “inkar edenlere: «Yenileceksiniz, toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir» de" âyeti indi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sizin için âyet (ibret) vardır..." âyeti hakkında: “İbret ve tefekkür vardır, mânâsındadır" dedi. 13(Bedir savaşında) karşılaşan iki birlik hakkında, size muhakkak bir alâmet (Peygamberin doğruluğuna bir nişâne) olmuştur. Bir birlik (ki mü’minler), Allah yolunda çarpışıyordu; diğeri de kâfirdi. Mü’minler kâfirleri gözgöre kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğine yardımı ile zafer verir. Şüphesiz bunda (azı çoğa üstün getirmekte) anlayış sahibi olanlar için kesin bir ibret vardır. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır..." âyetini açıklarken: “Burada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Bedir'de savaşan ashâb kastedilmektedir" dedi. "...Diğeri inkarcılardır..." âyeti hakkında ise: “Burada da Kureyş'li kafir topluluk kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Musannef’te İkrime'den bildiriyor: “...Size iki grubun birini vaadediyordu...", "Her halde o cemiyyet bozulacak ve arkalarını dönüp gidecekler", "Nihayet refahlı olanlarını azâba çekiverdiğimiz zaman...", (Allah bu yardımı) inkâr edenlerden bir kısmını kessin veya perişan etsin...", "Bu işten sana hiçbir şey düşmez..." "Allah'ın nimetlerine nankörlükle karşılık veren ve sonunda milletlerini helak yurduna konduranları görmedin mi?", "Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar...", "Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır..." âyetleri, Bedir ehli hakkında inmiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “...Sizin için ibret vardır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada sizin için ibret çıkaracağıma ve tefekkür edeceğiniz şeyler vardır. Yüce Allah onları kuvvetlendirerek düşmana karşı muzaffer eyledi. Bedir savaşında müşriklerin sayısı dokuz yüz elli kişiydi. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı ise üçyüz on üç kişiydi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu Bedir savaşındadır. Düşmana baktığımız zaman onların kat kat bizden daha fazla olduklarını gördük. Sonra onlara bir daha baktığımızda, bizden bir kişi bile fazla olmadıklarını gördük. Yüce Allah'ın: “Ve işte onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu..." âyeti da bu mânâdadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ayet vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet Bedir savaşında müminlerin yükünü hafifletmek için inmiştir. O gün Müslümanlar üç yüz on üç kişiydiler. Müşrikler ise onların iki katı olup altı yüz yirmi altı kişiydiler. Yüce Allah, müminlere yardım etti ve bu şekilde yüklerini hafifleti. İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bedir'e katılanlar, üç yüz on üç kişiydi. Aralarında yetmiş beş Muhâcir vardı. Bedir'de müşriklerin hezimete uğraması, Ramazan ayının on yedinci günü cuma gecesiydi. Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: (.....) âyetini sorduğunda şöyle dedi: “Yüce Allah dilediğini yardımıyla destekler" dedi. Nâfi b. el-Ezrak: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" deyince de: “Evet (biliyor), Hassân b. Sâbit'in: "Öyle kişiler ki, siz onlar gibi değilsiniz, Cibril'e yardımlarıyla zafer geldi bilesiniz" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. 14"Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr b. Hafs b. Ömer b. Sa'd'dan bildiriyor: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalındadır" âyeti indiği zaman, Hazret-i Ömer: “Şimdi ey Rabb, onu bize süslü gösterdiğin zaman (biz ne yapabiliriz)?" deyince: “De ki: Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görücüdür" âyeti indi. İbnu'l-Münzir lafzı ise şöyledir: Hazret-i Ömer: “De ki: Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görücüdür" âyetine gelince ağladı ve: “Neden sonra?! Onu bize süslü gösterdikten sonra mı!" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Seyyâr b. Ebi'l- Hakem'den bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır'" âyetini okudu ve: “Şimdi ey Rabb, onu kalplere süslü gösterdikten sonra mı!" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'ün zevâidi olarak ve İbn Ebî Hâtim, Eslem'den bildiriyor: Abdullah b. Erkam süs eşyası ve gümüşle Ömer b. el-Hattâb'a geldi. Ömer şöyle dedi: “Allahım! Sen bu malı zikrettin ve: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır" buyurdun. Yine: “Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir..." buyurdun. Ancak bize süslediğin şeylere sevinmemeye gücümüz yetmiyor. Allahım! Onu hakkıyla infak etmemizi nasip et ve bizi onun şerrinden koru." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır" âyetini açıklarken: “Onu kim süsledi? Hiç kimse onu yaratanından daha zemmetmez" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır" âyetini açıklarken: Onları şeytanı süsledi" dedi. Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bana dünyanızdan kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Gözümün nuru da namaz oldu." Ahmed, İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir kantar (kıntâr) on iki bin ukiyyedir" buyurmuştur. Hâkim, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah'a "...Kantar kantar..." âyeti sorulduğunda: “Bir kantar (kıntâr) iki bin ukiyyedir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kantar (kıntâr) bin dinardır." İbn Cerîr'in Ubey b. Ka'b'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir kantar (kıntâr) bin iki yüz ukiyyedir" buyurdu. İbn Cerîr'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir kantar (kıntâr) bin iki yüz dinardır" buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir gecede yüz âyet okuyan kişi, gafil kişilerden yazılmaz. İki yüz âyet okuyan da itâatkar olarak haşrolunur. Kim de beş yüz ile bin âyet arası okursa kendisine bir kantar (kıntâr) ecir yazılır. Bir kantar da büyük bir tepe gibidir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Sünen'de Beyhakî, Muâz b. Cebel'in: “Bir kantar (kıntâr) bin iki yüz ukiyyedir" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbn Ömer'in: “Bir kantar (kıntâr) bin iki yüz ukiyyedir" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bir kantar (kıntâr) on iki bin dirhem veya bin dinardır" dedi. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bir kantar bin iki yüz dinardır. Gümüş olarakta bin iki yüz miskaldır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî: “Bir kantar bir öküz tulumu dolusu altındır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer'e: “Bir kantar ne kadardır?" diye sorulunca: “Yetmiş bin dinardır" dedi. Abd b. Humeyd, Mücâhid'in: “Bir kantar yetmiş bin dinardır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Saîd b. el-Müseyyeb'in: “Bir kantar seksen bin dinardır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih: “Bir kantar iki yüz rıtıldır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Bir kantarın iki yüz rıtıl altın veya seksen bin gümüş olduğunu konuşurduk" dedi. Tastî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: “...Kantar kantar (altın ve gümüş)..." âyetini açıklar mısın?" deyince: “Biz Ehl-i beyt gibi: “Bir kantar on bin mıskal" diyoruz. Hisl oğulları ise: “Bir öküz tulumu dolusu altın veya gümüştür, derler" dedi. Nâfi b. el-Ezrak: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" diye sorunca da: “Evet (biliyor), Adiy b. Zeyd'in: "Rum krallığına vergi toplanırdı insanlardan Bu vergi biraz az veya çoktu bir kantardan " dediğini İşitmedin mi?" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Câfer: “Bir kantar on beş bin miskaldır. Bir miskal de yirmi dört kırattır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Kantar kantar..." âyetini açıklarken: “Burada çok altın ve gümüş kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: “...Kantar kantar..." âyetini açıklarken: “Üst üste yığılmış çokça mal mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) kelimesini açıklarken: “Basılarak dinar veya dirhem edilmiş şeydir" dedi. İbn Cerîr'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nişanlı atlar..." âyetini açıklarken: “Salınmış (merada yayılan) atlardır" dedi. İbnu'l-Münzir, Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan aynısını bildirir. İbn Cerîr'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nişanlı atlar..." âyetini açıklarken: “İşaretli (alâmetli) atlardır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nişanlı atlar..." âyetini açıklarken: “İşâretli (alâmetli) güzel yürük atlardır" dedi ve: “...Hayvanları otlattığınız bitkiler de onunla biter" âyetini okudu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Nişanlı atlar..." âyetini açıklarken: “Güzel yürük atlardır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İkrime'nin: “(Atın) nişanı güzelliğidir" dediğinin bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mekhûl: “...Nişanlı atlar..."' âyetini açıklarken: “Nişanı alnındaki ve ayaklarındaki beyazlıktır" dedi. Müslim ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dünya bir nimettir, dünya nimetinin en güzeli de saliha kadındır" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır" âyetini açıklarken: “Gidilecek en güzel yer Cennettir" dedi. 15"De ki: Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görücüdür." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Bize Ömer b. el-Hattâb'm: “Allahım! Bize dünyayı süsledin ve dünyadan sonra olanın bundan daha güzel olduğunu haber verdin. Bizim nasibimizi kalıcı ve hayırlı olandan kıl!" diye dua ettiği söylendi. 16O takva sahipleri yalvararak: “ Ey Rabbimiz, biz îman ve itâat ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru” derler. 17"Sabredenler, doğru olanlar, gönülden ibadet edenler, infak edenler ve seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenlerdir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Sabredenler, doğru olanlar, gönülden ibadet edenler, infak edenler ve seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Sabredenler, Yüce Allah'ın itaatine devam edenler ve haramlarına (arzularına karşı) sabredenlerdir. Doğru olanlar da, niyetleri, dilleri ve kalpleri doğru olup gizli ve açık işlerinde doğru olanlardır. İbadet edenler ise itaatkâr olanlardır. Seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenler de namaz kılanlardır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyet hakkında şöyle dedi: “Sabredenler Allah'ın emirlerine (arzularına karşı) sabredenlerdir. Doğru olanlar imanlarında doğru olanlardır. İbadet edenler de itaatkâr olanlardır. İnfâk edenler ise mallarını Allah yolunda harcayanlardır. Seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenler de namaz kılanlardır." İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “...Seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenlerdir" âyetini açıklarken: “Bunlar sabah namazında (cemaatte) bulunanlardır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer geceyi namazla geçirirdi. Sonra: “Ey Nâfi! Seher vaktine girdik mi?" derdi. Ona: “Hayır" denilince namaza devam ederdi. Nâfi: “(Seher vaktine) Girdik" deyince, o Allah'tan mağfiret diler ve sabaha kadar dua ederdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes b. Mâlik: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize seher vaktinde yetmiş defa mağfiret dilememizi emretti" dedi. İbn Cerîr, Câfer b. Muhammed'in şöyle dediğini bildirir: “Kim gece namazı kılar ve gecenin sonunda yetmiş defa istiğfar ederse mağfiret dileyen kişilerden yazılır." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de, Saîd el-Cureyrî'den bildiriyor: Bize, Dâvud'un (aleyhisselam), Cibrîl'e: “Ey Cibrîl! En hayırlı gece hangi gecedir?" diye sorduğunda: “Ey Dâvud! Seher vaktinde Arş'ın sallandığından başka bir şey bilmiyorum" dediği söylendi. 18"Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir." İbn Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de ve Ebû Mansûr eş-Şehhâmî'nin, el- Erbaîn'de, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Fâtiha sûresi, Âyetu'l-Kürsî ve Âl-i İmrân sûresinden olan: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir'" "De ki: “Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandırırsın" üç âyet Arş'ta asılıdır ve Yüce Allah'la aralarında perde yoktur. Bu âyetler: “Ey Rabbim! Bizi senin olan yeryüzüne ve asî olan kullarına mı indireceksin?" derler. Yüce Allah: “Sizi her farz namazdan sonra okuyan kullarımı her ne halde olurlarsa olsunlar onların yerinin Cennet olacağına dair yemin ettim. Mutlaka onu Cennette kılacak ve ona günde yetmiş defa gizli gözümle bakacağım. En küçüğü mağfiret olmak üzere her gün kendisinin yetmiş hacetini gidereceğim. Mutlaka onu düşmanlarına karşı aziz kılıp onu muzaffer kılacağım" buyurur. Deylemî, Müsnedul-Firdevs'te, merfû olarak Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildiriyor: Fâtiha sûresi, Âyetu'l-Kürsî ve "Sabredenler, doğru olanlar, gönülden ibadet edenler, infak edenler ve seherlerde Allah'tan mağfiret dileyenlerdir. Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahibleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir" âyetleri Arş'ta asılıdır. Bu âyetler: “Bizi sana ma'siyetlerle amel edenlere mi indireceksin?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İzzetime, Celâlime ve yüksek makamıma yemin olsun ki, sizi her (farz) namazdan sonra okuyan kulum her ne halde olursa onu mutlaka bağışlayacağım ve meskenini Cennet kılacağım. Ona günde yetmiş defa bakıp, en küçüğü mağfiret olmak üzere yetmiş ihtiyacını gidereceğim" buyurdu. Ahmed, Taberânî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de İbn Sünnî ve İbn Ebî Hâtim, Zübeyr b. el-Avvâm'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir" âyetini okuyup: “Ey Rabbim! Bende buna şahidim" diye dua ettiğini işittim. Taberânî'nin lafzı: “Seden başka ilah olmadığına, senin güçlü ve Hakim olduğuna şahidim" dedi" şeklindedir. İbn Adiy, M. el-Evsat'ta Taberânî, Şuabu'l-İmân'da Beyhakî, Târih'te Hatîb ve İbnü'n-Neccâr, Gâlib el-Kattân'dan bildiriyor: Ticaret sebebiyle Kûfe'ye geldim ve A'meş'e yakın bir yere konakladım. Oradan inmek istediğim gece o kalkıp gece namazı kılmaya başladı ve: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir. Allah katında din, şüphesiz İslam'dır" âyetlerini okuyup: “Ben de, Allah'ın şahid olduğu şeylere şahidim. Bu şahitliğimi de Allah'a emanet ediyorum. Bu, Allah'ın katında bir emanettir" dedi. Bunu birkaç defa tekrarlayınca, kendi kendime: “Bu konuda bir şey duyulmuş" dedim. Bunu kendisine sorduğumda: “Ebû Vâil bana Abdullah'tan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu anlattı: “Bu, kıyamet gününde sahibiyle beraber getirildiğinde, Yüce Allah: «Kulum bana ahid verdi ve benim bu ahdi ödemem haktır. Kulumu Cennete sokun» buyurur" dedi. Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de, Hamza el-Zeyyât'ten bildiriyor: Gecenin birinde Küfe'ye çıkmak istedim. Barınmak için bir harabede konakladım. Ben harabedeyken yanıma cinlerden iki ifrid girdi. Biri arkadaşına: “Bu Kûfe'de isanları okutan Hamza b. Hubeyb ez-Zeyyât değil mi?" deyince, arkadaşı: “Evet, Vallahi onu öldüreceğim" dedi. Diğeri: “Bırak miskin yaşasın" dediğinde, yine: “Vallahi onu öldüreceğim" dedi. Beni öldürmek için süratla üstüme gelince: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir'" dedim. Bunun üzerine arkadaşı ona: “Şimdi onu öldürmekten sakın ve mecburi olarak onu sabaha kadar koru" dedi". İbn Ebî Dâvud'un, Mesâhifte bildirdiğine göre A'meş: “Abdullah'ın kıraati (.....) ve (.....) şeklindedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Adaleti yerine getiren..." âyeti hakkında: “Rabbimiz adaleti yerine getirendir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi "Adaletle mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi: “Allah, melekler ve insanlardan adaleti yerine getiren ilim sahibleri, Allah katında dinin şüphesiz İslam olduğuna şahidlik etmişlerdir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahibleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir'" âyetini açıklarken: “Necran Hıristiyanlarının (İsa (aleyhisselam) hakkındaki) iddialarını çürütmüştür" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah katında din, şüphesiz İslam'dır" âyetini açıklarken: “İslâm, Allah'tan başka ilah olmadığına dair şahidlik etmek ve Allah katından gelenleri ikrar etmektir. Allah'ın kendisi için kabul etmiş olduğu din, İslam dinidir. Peygamberleri bununla gönderdi ve evliyaları buna yöneltti. Bu dinden başkasını kabul etmez ve bu dinden başkasına mükâfat vermez" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Allah katında din, şüphesiz İslam'dır" âyetini açıklarken: “Bütün peygamberleri ancak İslam üzeri gönderdim" mânâsındadır, dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Kâbe'nin etrafında üç yüz altmış put vardı. Araplardan her kabilenin kendine has bir veya iki putu vardı. Yüce Allah: “Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahihleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur, O güçlüdür, Hakim'dir" âyetini indirdiği zaman bütün putlar Kâbe'ye karşı secdeye kapandılar. 19"...Ancak, Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini kim inkar ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Ancak, Kitap verilenler,... ayrılığa düştüler" âyetini açıklarken: “Bunlar İsrâil oğullarıdır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “...Kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler..." âyetini açıklarken: “Dünya malını ve krallığını istediklerinden dolayı insanların âlimleri olmalarına rağmen birbirlerini öldürdüler" dedi. İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Mûsa (aleyhisselam) vefat edeceği zaman İsrâil oğullarından yetmiş âlimi çağırdı ve Tevrât'ı onlara vererek kendilerine emanet etti. Ancak her âlime Tevrat'ın bir kısmını vermişti. Mûsa'dan (aleyhisselam) sonra Yûşa' b. Nûn halife oldu. Fakat birinci, ikinci ve üçüncü asırlar geçince yetmiş âlimin torunlarından olan fırkalar birbirlerine düştüler. Birbirlerinin kanlarını döktüler, aralarına kötülükler ve ihtilaflar düştü. Bu olaylar daha önce kendilerine ilim verilenlerin, dünya malına, saltanatına, hazinelerine ve süsüne olan hırslarından dolayı olmuştur. Bunun üzerine Yüce Allah onlara zalimlerini musallat etti. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “...Ancak, Kitap verilenler..." âyetini açıklarken: “Burada Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. "...Kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler...'" âyetini açıklarken de: “Burada Allah'tan gelen kastedilmektedir. Yani Allah'ın tek olduğu ve ortağının olmadığıdır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “(Allah ) hesapları çabuk görür, mânâsındadır" dedi. 20Ey Resûlüm, din işinde Yahûdî ve Hristiyanlar seninle münakaşaya kalkışırlarsa şöyle de: “ Ben, bana bağlı olanlarla birlikte kendimi Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlerl Arap müşriklerine de söyle: “ Siz İslâmı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâmı kabul ederlerse muhakkak doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Allah, kullarının tasdiklerini de, inkârlarını da hakkıyle görücüdür. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Eğer seninle tartışmaya girişirlerse..." âyetini açıklarken: “Yahudiler ve Hıristiyanlar seninle tartışmaya girerlerse mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Eğer seninle tartışmaya girişirlerse..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Yahudiler ve Hıristiyanlar: “Din Yahudilik ve Hıristiyanlıktır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Muhammed! "...Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a verdim" de..." buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “Eğer seninle tartışmaya girişirlerse..."'O âyetini açıklarken şöyle dedi: Kendilerinin de hak olduğunu bildikleri onlar için batıl ve şüpheli olan: «Yarattık, yaptık, emrettik» sözleriyle seninle tartışırlarsa onlara: “...Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a verdim" de..."" mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Bana uyanlarla..." âyetini açıklarken: “Sana uyanlar da senin dediğin gibi desinler" dedi. Hâkim, Behz b. Hakîm'den, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve: “Ey Allah'ın Peygamberi! Sana Allah için soruyorum. Rabbimiz seni ne üzere gönderdi?" dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İslam üzere" dedi. "Göstergesi nelerdir?" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben her şeyden vazgeçip kendimi Allah'a teslim ettim, demendir. Namaz kılıp zekat vermendir. Müslüman Müslümana zarar vermemeli ve kardeş gibi yardımcı olmalıdır. Yüce Allah, Müslüman olduktan sonra şirk koşan kişinin iyi amellerini, müşrikleri terkedip te tekrar Müslümanlara katılmadıkça kabul etmez. Ben niye sizi eteğinizden tutup ateşten çektiğimi görüyorum ki! Rabbim beni çağırıp: «Bunu kullarıma haber verdin mi?» diye soracaktır. Ben de: «Rabbim haber verdim» diyeceğim. Burada hazır bulunanlar bulunmayanlara haber versin. Sonra siz ağzınız bir bezle kapalı bir şekilde çağrılacaksınız. Sonra sizin ilk konuşacak uzuvlarınız ayaklarınız ve ellerinizdir."Ey Allah'ın Resûlü! Dinimiz bu mudur?" dediğimde: “Dininiz budur, bundan gücün neye yeterse o sana yeter" buyurdu.' İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kendilerine Kitap verilenlere de ki..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. "...Ümmiler..." kelimesini ise: “Yazmayı bilmeyenler mânâsındadır" diye ifade etmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî'nin: “...Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir..." âyetini açıklarken: “Bunu bütün kalbiyle doğru söyleyen, yani iman eden kişi doğru yolu buldu demektir" dedi. "...Yok eğer yüz çevirdilerse..." âyetini ise: “Yani imânâ yüz çevirdilerse mânâsındadır" şeklinde açıklamıştır. 21"Allah'ın âyetlerini inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere şiddetli bir azabı müjdele." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan bildiriyor, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet gününde azabı şiddetli olacak kişiler kimlerdir?" dediğimde: “Bir peygamberi öldüren veya kötülüğü emredip te iyiliği yasaklayandır" buyurdu. Sonra: “Haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere şiddetli bir azabı müjdele. İşte bunlar dünyada da âhirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur'" âyetlerini okudu ve şöyle devam etti: “Ey Ebû Ubeyde! İsrâil oğulları günün başlangıcında kısa bir zaman içinde kırk üç peygamberi öldürmüştür. Bunun üzerine İsrâil oğullarının ibadet edenlerinden olmak üzere yüz yetmiş kişi kalktı. Bu peygamberleri öldüren kişilere iyiliği emredip kötülükten nehyettiler. Onların da hepsi günün sonunda öldürüldüler. İşte bunlar Yüce Allah'ın âyetinde zikretmiş olduğu kişilerdir. " İbn Ebi'd-Dünyâ, Men Âşe Ba'de'l-Mevt'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsa (aleyhisselam), Yahya'yı (aleyhisselam) havârilerden on iki kişi ile beraber insanlara bir şeyler öğretmek için göndermişti. O zaman Yahya b. Zekeriyyâ kardeş kızıyla nikah yapmanın yasak olduğunu öğretiyordu. Kralın da beğendiği bir kardeşi kızı vardı. Onu istedi ve her gün onun bir hacetini gidermeye başladı. Kızın annesi kıza: “Eğer kral sana ihtiyacını sorarsa: «İhtiyacım Yahya b. Zekeriyyâ'yı öldürmendir» de" dedi. Kral kıza: “İhtiyacın nedir?" dediğinde: “İhtiyacım Yahya b. Zekeriyyâ'yı öldürmendir" cevabını verdi. Kral: “Bunun dışında bir şey iste" deyince, kız: “Bundan başka bir şey istemiyorum" dedi. Kız kralın dediğini kabul etmeyince, kralın emri üzerine Yahya b. Zekeriyyâ bir leğende kesildi. Kanından bir damla bir tarafa (leğenin dışına) damladı ve bu bir damla kan Yüce Allah Buhtunassar'ı gönderene kadar hep kaynadı. Bir ihtiyar kadın Buhtunassar'a kaynayan bir damla kanı gösterdi. Bu Buhtunassar'ın ağırına gitmiş ve: “Bu kanın kaynaması duruncaya kadar adam öldürecağim" demişti. Bir günde aynı sıfatlarda, aynı yaşta yetmiş bin kişiyi öldürünce kanın kaynaması durdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Muakkel b. Miskîn'in bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: Vahiy İsrâil oğullarına (Kitap verilmeksizin) gelirdi ve bunu kavimlerine tebliğ ettiklerinde öldürülürlerdi. Onlara inanıp ta tâbi olanlardan bir grup kalkar ve kendilerine bunu tebliğ ederlerse onları da öldürürlerdi. Bunlar (öldürülenler) insanlara adaleti emredenlerdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...İnsanlardan adaleti emredenleri öldürenlere..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar Ehl-i kitaptır. Peygamberlere tabi olanlar, onları kötülükten nehyedip, Allah'ı hatırlatınca öldürülürlerdi." İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İsrâil oğullarından bir kral zamanında insanlar bir kuraklık yaşadı. Kral: “Ya bize gökyüzünden yağmur gönderir veya biz de ona eziyet ederiz" dedi. Arkadaşları ona: “O semada iken nasıl ona eziyet edecek veya kızdıracaksın?" deyince: “Onun yeryüzündeki dostlarını öldürürüm ve bu, ona eziyet olur" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah onlara yağmur gönderdi. İbn Asâkir, Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'ın âyetlerini inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere şiddetli bir azabı müjdele" âyetini açıklarken: “İnsanlara iyiliği ve adaleti emredenler Osmân ve onun gibileridir" dedi. İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, A'meş'ten bildirdiğine göre: Abdullah'ın kıraati: (.....) şeklindedir. 22İşte bunlar, o kimselerdir ki, dünya ve Âhirette yaptıkları ameller boşa çıkmıştır. Onların azâbına engel olacak hiçbir yardımcıları da yoktur. 23Bkz. Ayet:25 24Bkz. Ayet:25 25"Kendilerine Kîtabdan bîr pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitab'ına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir. Onların bu tutumları: «Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır» demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır. Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bîr gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur?" İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudilerden bir grubun Tevrât okuduğu Beytü'l-Medâris denilen yere girip onları Allah yoluna davet etti. Nu'mân b. Amr ve Hâris b. Zeyd: “Ey Muhammed! Sen hangi din üzeresin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İbrahim'im milleti ve dini üzereyim" karşılığını verdi. Onlar: “İbrâhim Yahudi biriydi" dediklerinde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “O zaman Tevrat'a bakalım o aramızı bulur" dedi. Fakat onlar bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kendilerine Kitab'dan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitab'ına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Kendilerine Kitap'dan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek İçin Allah'ın Kitab'ına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar Allah'ın Kitab'ına ve aralarında hüküm kılmak için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) davet edilen Yahudi'lerdir. Onlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), yanlarındaki Tevrât'ta yazılı olduğunu buldukları halde kabul etmemiş ve bu davete yüz çevirmişlerdir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyet hakkında şöyle dedi: “Ehl- i Kitâb, aralarında hak ve hukuk üzere hüküm kılmak için Allah'ın Kitâb'ına davet edilirlerdi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de onları İslam'a davet ediyordu. Ancak onlar bundan yüz çeviriyordu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik (.....) kelimesinden kasıt: “Pay", (.....) âyeti hakkında ise: “Bu, Tevrât'tır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir..." âyeti hakkında: “Onlar, Yüce Allah'ın, Hazret-i Âdem'i yaratmış olduğu günleri kastetmektedirler" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır" âyetini açıklarken: “Bu: «Biz Allah'ın çocukları ve sevdikleriyiz» dedikleri zamandır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır" âyetini açıklarken: “...Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir" demeleri onları yanıltmıştır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?" âyetini açıklarken: “Burada iyi veya kötü her kişinin yapmış olduğu hayır ve şerlerin karşılığının ödeneceği ve amellerine karşı hakısızlık edilmeyeceği bildirimektedir" dedi. 26Bkz. Ayet:27 27"De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın, iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir sin. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Bize, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Rabbinden, Perslerin ve Rumların mülkünün ümmetine verilmesini istediği söylendi. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin" âyetini indirdi."' İbnu'l-Münzir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Cibrîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Muhammed! "...Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın..." de ve Rabbinden iste" dedi. Sonra Cibrîl bir daha gelip: “Ey Muhammed! "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver" de ve Rabbinden iste dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'ın buyurduğu gibi istedi ve Allah kendisine istediğini verdi. Taberânî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kendisiyle dua edildiği zaman duaların kabul edileceği Allah'ın İsm-i A'zam'ı: «De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin» âyetindedir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre, İbn Abbâs: “Allah'ın İsm-i A'zam'ı: «De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin» âyetidir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ, ed-Duâ'da, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Borcumdan dolayı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyette bulunduğumda: “Ey Muâz! Borcunun ödenmesini ister misin?" dedi. "Evet, (isterim)" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “«Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye Kadirisin. Ey dünya ve âhiretin Rahman'ı! Ondan dilediğine verir, dilediğine de vermezsin. Bana borcumu öde(mede yardımcı ol)» diye dua ettiğin zaman yeryüzü doluşunca altın borcun olsa senin yerine onu öder. " Taberânî, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü birilerini arıyordu. Namazı kıldıktan sonra Muâz'a gidip: “Ey Muâz! Ne oluyor ki seni cumada görmedim?" deyince, Muâz: “Bir Yahudinin benden bir ukiyye külçe altın alacağı var. Sana geliyordum ki beni bundan alıkoydu" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sana öyle bir dua öğreteceğim ki bu duayı ettiğinde dağ gibi borcun olsa Yüce Allah bu borcu yerine ödeyecektir. Ey Muâz! Allah'a şöyle dua et: «Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye Kadirisin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandırırsın. Ey dünya ve âhiretin Rahman'ı! Sen onlardan dilediğine verir dilediğine de vermezsin. Allahım! Beni başkasının rahmetine muhtaç kılmadan fakirlikten kurtar ve bana borcumu öde(mede yardımcı ol).»Beni senin ibadetinde ve yolunda öldür." Taberânî, M. es-Sağîr'de ceyyid bir isnâdla, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz b. Cebel'e şöyle buyurmuştur: “Ey Muâz! Sana öyle bir dua öğreteceğim ki bu duayı ettiğinde Uhud dağı kadar borcun olsa bile Yüce Allah bu borcu yerine ödeyecektir. Ey Muâz! Allah'a şöyle dua et: «Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye Kadirisin. Ey dünya ve âhiretin Rahmanı! Sen onlardan dilediğine verir, dilediğine de vermezsin. Allahım, beni başkasının rahmetine muhtaç kılmadan fakirlikten kurtar.»" İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın: “...Mülkü dilediğine verirsin...'" âyetini açıklarken: “Burada verilen şeyin peygamberlik olduğu kastedilmektedir" dediğini bildirir. İbn Cerîr, Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr'in: “De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin... Doğrusu sen, her şeye Kadir'sin" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Ey kulların mâliki olan Rab! Onların ihtiyacını senden başka kimse gideremez. Bu sadece senin elindedir, başkasının elinde değildir. Senin saltanatın ve kudretin gibi buna kimsenin gücü yetmez, mânâsındadır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yaz mevsimini kıştan, kış mevsimini de yazdan alır. Ölüden diri çıkarması, diri adamı ölü bir nutfeden çıkarmasıdır. Diriden ölü çıkarması ise ölü nutfeyi diri bir adamdan çıkarmasıdır." Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kış mevsiminde gecelerin uzamasıyla gündüzlerin kısalması, yaz mevsiminde de gündüzlerin uzamasıyla gecelerin kısalmasıdır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “(Yüce Allah'ın) Gündüzden eksilen zamanı geceye eklemesi, geceden eksilen zamanı da gündüze eklemesidir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “(Yüce Allah'ın) geceyi on beş saate çıkarıp gündüzü dokuz saat kılması, (sonra da) gündüzü onbeş saate çıkarıp geceyi dokuz saat kılmasıdır. Abd b. Humeyd, Mücâhid'in: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyeti hakkında: “İkisinden birine diğerinden katmasıdır" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Dahhâk'ın "Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Bazen geceden alıp gündüze katar ve bu şekilde gündüzü daha uzun kılar. Bazen de gündüzden alıp geceye katar ve bu şekilde geceyi daha uzun kılar." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ölüden diriyi ... çıkarırsın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “(Allah) ölü nutfeyi diri birinden çıkarır, sonra da nutfeden diri insanı çıkarır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Diri insanlar nutfedendir. Nutfe ise cansız olup diri insanlardan çıkmaktadır. Bu durum hayvanlar ve bitkilerde de aynı şekildedir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “...Ölüden diri... çıkarırsın..."' âyetini açıklarken: “Bu canlıdan çıkan cansız yumurtadır. Sonra da o cansız yumurtadan canlı çıkarılır" dedi. İbn Cerîr, İkrime'nin: “...Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Hurma ağacı cansız çekirdekten çıktığı gibi, çekirdekte canlı hurma ağacından çıkmaktadır. Tane de canlı başaktan çıktığı gibi, başak ta cansız taneden çıkmaktadır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Mâlik'ten bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..." âyeti hakkında şöyle dedi: “Kafir kişiden mümini, mümin kişiden de kafiri çıkarır. Mümin kulun kalbi diri, kafir kulun kalbi ise ölüdür." Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, el-Esmâ ve's- Sıfât'ta Beyhakî ve el-Azame'de Ebu'ş-Şeyh, Selmân'dan bildiriyor: Yüce Allah, Âdem'in (aleyhisselam) çamurunu kırk gün mayaladı. Sonra elini o çamura koyunca onda bütün temiz şeylerle bütün pis şeyler çıktı. Sonra da onları birbirine karıştırıp onlardan Âdem'i (aleyhisselam) yarattı. O ölüden diri, diriden de ölü çıkarmaya, yani kafirden mümin, müminden de kafir çıkarmaya başladı. İbn Merdûye, Ebû Osmân en-Nehdî vasıtasıyla, Selmân el-Fârisî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, Âdem'i (aleyhisselam) yarattığı zaman onun zürriyetinden sağ eliyle bir avuç alıp: “Bunlar Cennet ehlidir ve kimseyi umursamıyorum" buyurdu. Diğer eliyle de bir avuç alınca onda bütün kötü şeyler geldi ve: “Bunlar Cehennem ehlidir ve kimseyi umursamıyorum" buyurdu. Sonra onları birbirine karıştırarak mümini kafirden, kafiri de müminden çıkardı. "...Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..."' âyeti de bu mânâdadır. İbn Merdûye, Ebû Osmân en-Nehdî vasıtasıyla, İbn Mes'ûd veya Selmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..." âyetini açıklarken: “Mümini kafirden, kafiri de müminden çıkarır" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Zührî vasıtasıyla Ubeydullah b. Abdillah'tan bildiriyor: Hâlide binti'l-Esved b. Abdi Yağûse Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince: “Bu kimdir?" diye sordu. Kendisine: “Bu, Hâlide binti'l-Esved'dir" denilince: “Ölüden diri çıkaran Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim" dedi. Bu kadın sâliha bir kişiydi. Babası ise kafir birisiydi. İbn Sa'd'ın, Ebû Seleme b. Abdirrahman vasıtasıyla bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde şeddesiz olarak okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb bu âyeti (.....) şeklinde okudu. Bu âyeti ise (.....) şeklinde şeddeli olarak okudu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “...Dilediğine de hesapsız rızık verirsin" âyetini açıklarken: “Yüce Allah yanındaki mevcut olan eksilir korkusuyla, hesaplıyarak vermez. Zira Yüce Allah'ın yanında bulunan şeyler eksilmez. İbn Ebî Hâtim, Meymûn b. Mihrân'ın: “...Hesapsız rızık..."' âyeti hakkında: “Bolca mânâsındadır" dediğini bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın..." âyeti hakkında: “Aynı kudretle mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın" dedi. "...Dilediğine de hesapsız rızık verirsin" âyetini açıklarken ise şöyle dedi: “Buna senden başka kimsenin gücü yetmez ve bunu ancak sen yapabilirsin. Yani Yüce Allah şöyle buyurur: “İsa'ya (Hıristiyanların) kendileriyle ilah olduğunu iddia ettikleri, ölüyü diriltme, hastaları iyileştirme, çamurdan yapılan kuşu canlandırma ve gaybı bilme gücünü vermem onu insanlara delil olarak göstermem ve kavmine peygamber olarak gönderdiğime inanmaları içindir. Benim kudretimden ve saltanatımdan olan kralları kral yapmak ve peygamber gönderme yetkisini kimseye vermedim. Ben onları dilediğime veririm. Yine geceyi gündüze, gündüzü geceye geçiririm, ölüden diri, diriden ölü çıkarırım, iyilerden ve kötülerden dilediğime de hesapsız rızık veririm. Bütün bu güçleri mülkleri İsa'ya vermedim. Bunda onlar için bir delil ve bir ibret olması lazım. Eğer o ilah olsaydı bütün bu güçler kendisinde olurdu. Onlar da biliyor ki o krallardan kaçarak bir şehirden bir şehire gitmektedir. 28"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır." İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Haccâc b. Amr; Ka'b b. el-Eşref, İbn Ebî Hukayk ve Kays b. Yezîd'in anlaşmalısıydı. Bunlar, fitneye düşürme niyetiyle Ensâr'dan bir grupla dostluk oluşturdular. Rifâa b. el-Münzir, Abdullah b. Cübeyr ve Sa'd b. Haysem bu gruba: “Yahudilerden olan bu gruptan uzak durun ve onlarla dostluk kurmaktan sakının. Bunlar sizi dininizde fitneye düşürecektir" dediler. Onlar da bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır. De ki: “İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah her şeye Kadir'dir'" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Müminler, müminleri bırakıp ta kâfirlere yumuşak davranarak onlardan yardım almasınlar. Kafirler kendilerinden kuvvetli ise, onlara yumuşak davranırlar; ancak dinlerinde onlara uymazlar. Yüce Allah'ın: “...Ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır..." âyeti de bu anlamdadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah böyle yapan kişiden beridir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Takiyye ancak dil ile olur. Kişi, Allah'a ma'siyet olan bir şeyi insanlardan olan korkusundan dolayı söyleme durumunda olursa, kalbi de imanda mutmain ise bunda ona bir zarar yoktur. Takiyye ancak dil ile olur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin, Sünen'de, Atâ (b. Ebî Rebâh) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır..." âyeti hakkında şöyle dedi: “Takiyye kalbi iman ile mutmain olması halinde din hakkında aykırı şeyler söylemektir. Ancak, öldürme gibi elle yapılan ameller veya küfür veya haram amel işlemeksizin yapılabilir. Bu konuda bir mazeret yoktur." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır..." âyetini açıklarken: “Dünya hayatında onlara karşı gösteriş yapıp, kalpte ve amelde muhalif olmaktır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'nin bu âyet hakkında: “Takiyye ancak dil ile yapılır, amelle yapılamaz" dediğini bildirir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'nin: “...Ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Ancak aranızda akrabalık bağı olan kafirler bunun dışındadır. Onlara akrabalığın gerektirdiği ilgiyi gösterebilirsiniz." Abd b. Humeyd, Hasan'ın: “Takiyye kıyamet gününe kadar caizdir" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd, Ebû Recâ'nın bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti (.....) şeklinde (.....) harfi ile okurdu. Abd b. Humeyd, Ebû Bekr b. Ayyâş vasıtasıyla bildiriyor: Âsim bu âyeti (.....) şeklinde (elif) harfi ile okuyup, (te) harfini de ötre ile okumuştur. 29"De ki: «İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah her şeye Kadir'dir.»" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Yüce Allah onlara gizlediklerini de açıkladıklarını da bildiğini haber vererek: “...İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir..." buyurmaktadır. 30Kıyâmet gününde herkes, dünyada hayır ve kötülükten yaptığı şeyi hazır bulacak ve ister ki, o kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsaydı. Yine Allahü Tealâ size kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarına karşı çok raûf, pek merhametli ve şefkatlidir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “O gün her nefis, ne hayır işlemişse ... onları önünde hazır bulur..." âyetini açıklarken: “Burada toplamış olduğu ameller kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kişi onunla hiç karşılaşmayacakmış gibi amelini gizler. Bu ancak onun temennisidir. Fakat dünyada iken bu hatasından zevk alıyordu." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Uzak bir mesafe" âyetini açıklarken: “Kişinin kötü amelinin kendisinden uzak bir yerde olmasını istemesidir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “(.....) kelimesi zaman mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'nin: “Allah, size asıl kendisinden çekinmenizi emreder. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok esirger" âyeti hakkında şöyle dediğini bildirir: “Yüce Allah onları çok esirgemesinden dolayı onların kendisinden çekinmelerini emretti." 31"De ki: «Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder.»" İbn Cerîr, Bekr b. el-Esved vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir kavim: “Ey Muhammed! Biz Rabbimizi seviyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: “Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..."âyetini indirdi. Bu şekilde Yüce Allah, Peygamberi Muhammed'e uymayı sevgisi için bir işaret, ona karşı gelmeyi de azabı için bir gösterge kılmıştır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Ubeyde en-Nâcî vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bazı kavimler: “Ey Muhammed! Vallahi biz Rabbimizi seviyoruz" demişlerdir. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abbâd b. Mansûr vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bazı kavimler Allah'ı sevdiklerini iddia ediyordu. Yüce Allah onların dediklerini amelle tasdik etmek için: “Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder" âyetini indirdi. Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uymaları onların dediklerini doğrulamış olurdu. Hakîm et-Tirmizî, Yahya b. Ebî Kesîr'den bildiriyor: Onlar "Rabbimizi seviyoruz" deyince sınandılar ve Yüce Allah: “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Bazı kavimler: “Biz Rabbimizi seviyoruz" diyerek Allah'ı sevdiklerini iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uymalarını emretti ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uymayı sevgisi için bir işaret kıldı. Abd b. Humeyd'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sünnetimi terkeden benden değildir" dedi ve: “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder" âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Eğer İsa (aleyhisselam) hakkında söyledikleriniz Allah'a olan sevgi ve ta'zimden dolayı ise bana (Resûlullah'a ) uyun ki geçmişteki küfrünüz bağışlansın." İsbehânî'nin, et-Terğîb'te, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müminin hevası bana indirilene tabi olmadıkça imanı kâmil olamaz." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: “Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin..." âyetini açıklarken: “İyilik, takva, tavazu ve nefsin zilletin de bana (Resûlullah'a ) tabi olunuz" dedi. Hakîm et-Tirmizî, Ebû Nuaym, Deylemî ve İbn Asâkir'in, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin..." âyetini açıklarken şöyle buyurdu: “İyilik, takva, tevazu ve nefsin zilletinde bana tabi olunuz. " İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun..." âyetini açıklarken: “İyilik, takva, tevazu ve nefsin zilletinde bana (Resûlullah'a) tabi olunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Hâkim'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şirk, gece karanlığında sert bir kaya üzerinde yürüyen karıncadan daha gizlidir. Onun en hafifi zulümden bir şeyi sevmek ve adaletten bir şeye buğzetmektir. Din ise mutlaka Allah için sevip Allah için buğzetmekten ibaret değil midir? Yüce Allah'ın: «De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..."» âyeti de bu anlamdadır. " İbn Ebî Hâtim, Havşeb vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'nin: “...Bana uyun. Allah da sizi sevsin..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah'ın kendilerini sevdiğinin alâmeti Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymalarıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Süfyân b. Uyeyne'den bildiriyor: Kendisine, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi sevdiğiyle beraberdir" âyeti sorulunca: “Yüce Allah'ın: “De ki: “Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin..." buyurduğunu işitmedin mi? Sevmek Allah'a yaklaşmak demektedir. Yüce Allah kafirleri sevmez, yani onları kendine yaklaştırmaz" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “De ki: Allah'a ve Peygambere itaat edin Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Necrân Hıristiyanlar! Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) biliyor ve sizin kitabınızda buluyorlardı. Onlar küfürlerine devam ederlerse bilsinler ki Yüce Allah inkar edenleri sevmez." Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim'in Râfi'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden birinize emrettiğim veya nehyettiğim bir konu geldiğinde koltuğunuza yaslanmış bir şekilde: «Biz bilmeyiz, biz ancak Allah'ın Kitâbı'nda bulduğumuz şeylere uyarız» derken tesadüf edip görmeyeyim" buyurdu. 32Yine de ki: “ Allah’a ve Peygambere itâat edin.” Eğer yüz çevirirlerse, Şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. 33Bkz. Ayet:35 34Bkz. Ayet:35 35"Allah Âdem'i, Nuh'u, İbrâhîm ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Birbirinden gelen bir zürriyet olarak, Allah işitendir, bilendir. İmran'ın karısı: “Ya Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin" demişti." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nuh'u, İbrâhîm ailesi ile İmrân ailesini seçip parmağı ile dürter. Çocuğun ilk ağlaması da bu sebepledir. Ancak Hazret-i Meryem'den ve oğlundan olanlara şeytan ilişemedi" buyurduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Meryem'in annesi Hanna doğum yaptığı zaman kız çocuğunun Allah yolunda hizmetçi olarak kabul edilmemesinden korktu. Çocuğu kundaklayıp, Beytül-Makdis'e götürerek, oradaki kurralara teslim etti. Orada kurraların hepsi onu almak istediler." -Çünkü bu çocuk onların imamlarının çocuğu idi. Kurraların imamı ise Hârun'un çocuklarındandır - "Hahamların başı olan Zekeriyyâ (aleyhisselam): “Onu ben alacağım. Teyzesi Ümmü Yahya'nın yanımda olması sebebi ile onu almakta en fazla hak sahibiyim" dedi. Bunun üzerine kurralar: “Kavimde ona en fazla ihtiyacı olan kişi almalı, eğer hak sahibi olan kişiye bırakılacaksa babasına bırakılması gerekir. Ancak o Allah yoluna adanmış olduğu için babasına bırakılamaz. Kura çekelim ve kurasına çıkan kişi onda hak sahibi olsun" dediler. Vahyi yazdıkları kalemlerle: “...Meryem'e hangisi kefil olacak..." diye üç defa kura çektiler. Yani onu kim alacak diye kura çektiler ve kura da Zekeriyyâ (aleyhisselam) çıktı. Onların kalemlerle kuraları şöyleydi. Kalemleri bir yere toplayarak bir örtüyle örttüler. Beytül-Makdis'in hizmetçilerinden akılbaliğ olmayan kölelerden birine: “Elini örtünün altına sok ve bir kalem çıkar" dediler. Köle elini uzattı ve Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemini çıkardı. Kurralar: “Hayır kabul etmeyiz, kalemleri nehre atarız. Kimin kalemi akıntının tersine giderse Meryem'e (aleyhesselam) O kefil olur" dediler. Bunun üzerine kalemlerini Ürdün nehrine attılar. Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemi akıntının tersine gitti. Yine kabul etmeyerek üçüncü defa kura çekeceğiz, kimin kalemi akıntı ile beraber giderse Meryem'e (aleyhesselam) o kefil olur" dediler ve kalemleri tekrar suya attılar. Bu defa Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemi akıntıyla beraber giderken onların kalemleri akıntının tersine gitti. Sonra da Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: “Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel bir bitki gibi yetiştirdi; Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı..." Meryem'i (aleyhesselam), Zekeriyyâ (aleyhisselam) yanına aldı ve onu Rabbine ibadet ve itaatte güzel bir şekilde terbiye etti. Meryem (aleyhesselam) büyüdüğü zaman Zekeriyyâ (aleyhisselam) Beytül-Makdis'te ona has bir yer yaptırdı. Kapısını da duvarın orta tarafına koydu. Yanına ancak merdivenle çıkılabilirdi. Ona bir sütanne tutmuştu. İki yaşını doldurduğunda sütten kesilmiş ve yürümeye başlamıştı. Zekeriyyâ (aleyhisselam), onun üstüne kapıyı kapatır ve anahtarı kendisinde bırakırdı. Onu hiç kimseye emanet etmezdi. O büyüyünceye kadar ona faydalı şeyleri kendisinden başka kimse vermedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime: “Meryem'in (aleyhisselam) annesinin ismi Hanna'dır" dedi. Hâkim, Ebû Hureyre'nin: “Hanna, İsa'nın (aleyhisselam) annesi Meryem'i (aleyhisselam) doğurmuştur" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Abbâs: “...Ya Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Annesi onu ibadet etmesi için kiliseye koymayı adamış ve onun erkek olmasını temenni etmişti. İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “Onu ibâdet etmesi (kilisenin hizmetini görmesi) için Allah yolunda adadı." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid (.....) kelimesi hakkında: “Kiliseye hizmetçi olarak vermektir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: (kelimesi hakkında: Dünya işlerini karıştırmadan has bir şekilde (Allah'a ibadet etmek) mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “İmrân'ın hanımı karnındaki bebeğini Allah yolunda adamıştı. O zamanlar sadece erkekleri Allah yolunda adarlardı. Kişi Allah yolunda adandığı zaman kiliseye bırakılır ve kiliseden ayrılmayıp sürekli olarak oranın temizlik işlerini hallederdi. Kadınların bazı hallerinden dolayı girip orayı temizlemeleri uygun değildi. İşte o zaman İmrân'ın hanımı: “Erkek kız gibi değildir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr (.....) kelimesi hakkında: “Onu Allah yolunda ve kiliseye adadı. Onu ibadetten alıkoyacak hiçbir şey yoktur" dedi. İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildiriyor: İsrâil oğulları zamanında kadın erkek çocuk doğurduğunda onu hizmet edebileceği yaşa kadar besler ve kitabı okuyanların hizmetine verirek: “Bu sizin hizmetiniz için adanmıştır" derdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: O zaman İmrân'ın karısı Hanna çocuğu olmayacak kadar yaşlı bir kadındı. O doğum yapmayan biriydi. Çocukları olan kadınlara gıpta ediyordu. Bunun üzerine: “Allahım! Bu benim adağım olsun. Eğer bana bir çocuk nasip edersen onu Beytül-Makdise koyarak senin yolunda tasadduk edeceğim. O orada temizlik ve hizmet edenlerden olacaktır" dedi. Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken "Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir..." dedi. Yani onun hayız halinin olması ve erkeklerle bir yerde kalamaması sebebiyle böyle bir imkânı yoktu. Ümmü Meryem onu bir kundağa sardı ve Musa'nın kardeşi Hârun'un oğlu kâhin'e götürdü. Onlar o gün Beytül-Makdis'te, Kâbe'nin görevlileri gibi görev yapıyordu. Onlara: “Bu benim adağımdır ben onu Allah yolunda adadım. Ancak o kızdır ve kiliseye hayızlı kimse giremez. Fakat onu evimede geri götürmeyeceğim" dedi. Bunun üzerine onlar:"Bu bizim imamımızın kızıdır" dediler. İmrân onlara namazda imamlık ediyordu. Zekeriyyâ (aleyhisselam) : “Onu bana verin, çünkü teyzesi benim nikahlımdır" dedi. Oradakiler: “Bizim içimiz buna el vermez" dediler. İşte o zaman Tevrât'ı yazdıkları kalemlerle kura çektiler ve kurada Zekeriyyâ (aleyhisselam) çıkınca onu himayesi altına aldı. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'ın bu âyeti (.....) şeklinde (te) harfini ötre ile okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd, Âsim b. Ebi'n-Necûd'un bu âyeti (.....) şeklinde (te) harfini ötre ile okuduğunu bildirir. Abdullah b. Ahmed, Zühd'de, Süfyân b. Hüseyin'in (Allah onun ne doğurduğunu bilirken) hakkında: “Bu Yüce Allah'a halini arzetmek babından bir şeydi" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Esvad bu âyeti: (.....) şeklinde (ayn) harfini nasb ederek okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti: (.....) şeklinde (ayn) harfini nasb ederek okudu. 36"Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi." Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki şeytan ona mutlaka dokunur ve şeytanın kendisine dokunmasıyla çocuk feryatla ağlar. Ancak şeytan Meryem'e (aleyhisselam) Ve oğluna dokunamamıştır." Ebû Hureyre: “İsterseniz: “...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım..."' âyetini okuyunuz" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hazret-i Âdem'in çocuklarından doğan her kişiyi mutlaka şeytan dürter. Çocuk doğduğu zaman da bu sebeple ağlar. Ancak Meryem binti İmrân ve oğlu bunun dışındadır. Çünkü annesinin onu doğruduğu zaman: «...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım...» diye dua etmesiyle şeytanla aralarında bir perde konuldu. Şeytan perdeye dürtmüş ve onlara dokunamamıştır." İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki, doğduğu zaman şeytan onu bir veya iki defa sıkar. Ancak İsa b. Meryem ve Meryem (aleyhimesselam) bunların dışındadır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım... " âyetini okudu. İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki doğduğu zaman mutlaka ağlamıştır. Mesih b. Meryem bunun dışındadır. Çünkü şeytan ona musallat olmamış ve onu dürtmemiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: İsa (aleyhisselam) doğduğu zaman şeytanlar İblis'e gelip: “Putlar başları düşmüş bir şekilde sabahladı" dediler. İblis: “Bu bir musibettir, yerinizde kalın" deyip ne olduğuna bakmak için uçarak yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaştı bir şey bulamadı. Sonra denizlere gitti, yine bir şey bulamadı. Bir daha uçtu ve İsa'nın (aleyhisselam) bir merkep ahırının yanında doğmuş olduğunu gördü. Melekler İsa'nın (aleyhisselam) etrafını sarmıştı. İblis tekrar şeytanların yanına geri dönerek: “Dün bir peygamber doğdu. Hiçbir kadın yoktur ki hamile kaldığı ve doğum yağtığı zaman mutlaka yanında bulunmuşumdur. Ama bunda bulunmadım. Bu geceden sonra putlara tapılacağım ümid etmeyin. Ancak yine de insanların işlerinde acele etmelerini sağlayın" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bize, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu anlatıldı: "Şeytan, Âdemoğullarının tümünü (doğdukları zaman) böğründen dürtmüştür. Ancak İsa (aleyhisselam) ve annesi bunların dışındadır. Bunların aralarına bir perde konulmuştu ki şeytanın dürtmesi perdeye denk geldi." Yine bize, onların Âdem oğulları gibi günah işlemedikleri söylenip Yüce Allah'ın, İsa'ya (aleyhisselam) vermiş olduğu iman ve ihlas ile karada yürür gibi denizde yürüdüğü de söylendi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: “...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım..." âyetini açıklarken: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur" dedi: “Şeytan, Âdemoğullarının tümünü (doğdukları zaman) böğründen dürtmüştür. Ancak İsa (aleyhisselam) ve annesi bunların dışındadır. Onlar Âdemoğulları gibi günah işlememişlerdir. İsa (aleyhisselam) Rabbine hamdü sena ederken: «Rabbim beni ve annemi şeytanın şerrinden korudu. Onun bize gelecek bir yolu yoktur» dedi." Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Eğer (Meryem'in annesi Hanna): “...Ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım..." demeseydi onun zürriyeti olmazdı" dedi. 37"Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel bir bitki gibi yetiştirdi; onu Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı. Zekeriyyâ mabedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. «Ey Meryem. Bu sana nereden geldi?» dermiş, o da: «Bu, Allah'ın katındandır, doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır» derdi." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel bir bitki gibi yetiştirdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah, Meryem'in (aleyhisselam) kilise hizmetine verilmesini kabul buyurdu ve onu bununla mükafatlandırdı. O, Allah'ın sunmuş olduğu besinlerle yetişti." İbn Cerîr, Rabî'nin: (.....) âyetini açıklarken: “Onu Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı" dediğini bildirir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Zekeriyyâ (aleyhisselam) onu himayesi altına aldı. Zekeriyyâ (aleyhisselam) mabedde onun her yanına girişinde, üzüm zamanı olmadığı halde yanında bir sepet üzüm bulurdu. Ona: “Bu sana nereden geldi?" deyince o da: “Bu, Allah'ın katındandır, doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" karşılığını verdi. Zekeriyyâ (aleyhisselam): “Sana zamanı olmadığı halde üzümü veren (Allah) yaşlı ve kısır kişiden bir çocuk vermeye de kadirdir" dedi. Orada Zekeriyyâ (aleyhisselam) Rabbine dua etti. O, Yahya ile müjdelendiği zaman: “Ya Rabbi! Bana bir alamet ver" dedi. Yüce Allah "Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır..." buyurdu. Yani, sen düzgün ve hasta olmadığın halde dilin tutulacaktır, dedi. Abd b. Humeyd, Âdem, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onu Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı..." âyetini açıklarken: “Onları kalemiyle yendi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Meryem (aleyhesselam) onların efendilerinin ve imamlarının kızı idi. Hahamlar onu vermek istemediler ve onu kefaletleri altına almak için kura çektiler. Zekeriyyâ (aleyhisselam) onun teyzesi kocasıydı. Onu kefaleti altına alarak yanında bıraktı ve güzelce terbiye etti. Sünen'de Beyhakî, ibn Mes'ûd'dan, İbn Abbâs'tan ve sahabelerden olan bazı kişilerden bildiriyor: Tevrât'ı yazan kişilere Allah yolunda adanmış bir çocuk getirildiğinde, onu kimin alıp ta eğitimini vereceği konusunda kura çekilirdi. O zaman Zekeriyyâ (aleyhisselam) bu kişilerin arasındaydı. Meryem'in ablasının nikahı altında olmasıyla onu almakta en fazla hak sahibiydi. Onu getirdiklerinde Zekeriyyâ (aleyhisselam): “Onun ablası nikahlımdır, ben onu almakta sizden daha fazla hak sahibiyim" dedi. Onlar bunu kabul etmediler ve Ürdün nehrine gittiler. Onu, kimin kefaleti altına alacağı belli olsun diye Tevrât'ı yazdıkları kalemlerini nehre attılar ve hangi kalemin kalkacağına baktılar. Kalemler akıntıda gitmişti. Ancak Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemi çamura saplanmış gibi yerinde durdu. Bunun üzerine de çocuğu aldı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “... Onu Zekeriyyâ'nın himayesine bıraktı..." âyetini açıklarken: “Onu beraberinde kendi mihrabına bıraktı" dedi. Abd b. Humeyd, Âsim b. Ebî Necûd'un bu âyeti (.....) şeklinde şeddeli, (.....) kelimesini de med harfiyle mansub ve hemzeli olarak okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yanında bir yiyecek bulurdu..." âyetini açıklarken: “Üzüm zamanı olmadığı halde yanında bir sepet üzüm bulurdu" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yanında bir yiyecek bulurdu..." âyetini açıklarken: “Üzüm zamanı olmadığı halde yanında üzüm bulurdu" dedi. İbn Cerîr başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yanında bir yiyecek bulurdu..." âyeti hakkında: “Yaz mevsiminde yetişen meyveleri kışın, kış mevsiminde yetişen meyveleride yazın yanında bulurdu" dedi. İbn Ebî Hâtim başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yanında bir yiyecek bulurdu..." âyeti hakkında: “Burada ilim kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yanında bir yiyecek bulurdu..."" âyeti hakkında: “Cennet meyvelerinden, yaz mevsiminde yetişeni kışın, kış mevsiminde yetişeni de yazın yanında bulurdu" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, ibn Abbâs'ın: “...Yanında bir yiyecek bulurdu...'" âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirir: “Kimsenin yanında meyve bulunmazken kendisinin yanında taze meyveler bulunurdu." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik, (.....) kelimesi için: “(Bu meyveler) Neredendir?" mânâsındadır, dedi. İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî'nin: (.....) âyeti hakkında: “Bunu sana kim getirdi?" mânâsındadır, dedi. Ebû Ya'lâ, Câbir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) günlerce yemek yememişti. Bu durum artık kendisine ağır gelince hanımlarını dolaştı ve yiyecek bir şey bulamadı. Sonra Hazret-i Fâtıma'nın yanına gidip: “Ey kızım! Ben açım, yanında yiyebileceğim bir şey var mıdır?" diye sordu. Kızı: “Hayır, vallahi yoktur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıkıp gidince komşusu kendisine iki ekmek ve bir parça et gönderdi. Bunları alıp bir çanağa koydu. Sonra kendi kendine: “Vallahi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi nefsime ve yanımdakilere tercih edip bu yemeği ona kaldıracağım" dedi. Hepsinin de doyumluk bir yemeğe ihtiyacı vardı. Bunun üzerine Hasan'ı veya Hüseyin'i kendisine gönderdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geri dönünce: “Sen annem babamsın! Yüce Allah bize bir şey gönderdi ve ben onu sana sakladım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey kızım! Çanağı getir" buyurdu. Kızı çanağı açtığında ekmek ve etle dolu olduğunu gördü. Bunun Allah'tan bir bereket olduğunu bildi ve Allah'a hamd etti. Çanağı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaştırdığında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemeği görüp hamd ettikten sonra: “Ey kızım! Bu sana nereden geldi?" dedi. Hazret-i Fâtıma: “Ey baba! Bu Allah katındandır, Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine Allah'a hamdettikten sonra: “Seni İsrâil oğulları kadınlarının efendisi gibi kılan Allah'a hamd olsun. Allah ona rızık verdiğinde ve kendisine bu rızkın nereden olduğu sorulduğunda: «Bu Allah katındandır, Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır» derdi" buyurdu. 38"Orada Zekeriyyâ Rabbine dua etti: “Ya Rabbi! Bana kendi katından teiniz bir soy bahşet doğrusu Sen duayı işitirsin." İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Zekeriyyâ (aleyhisselam) kış meyvesini yazın, yaz meyvesini de kışın Meryem'in (aleyhisselam) yanında görünce: “Bunu zamanı olmadığı halde Meryem'e (aleyhisselam) veren (Allah) bana da bir çocuk ihsan etmeye kadirdir" dedi ve o anda Rabbine dua etti. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Zekeriyyâ (aleyhisselam) Cibrîl'in, kış meyvesini yazın, yaz meyvesini de kışın Meryem'e (aleyhisselam) getirildiğini görünce: “Bu meyvelerin zamanı olmadığı halde bunlar sana nereden geliyor?" diye sordu. Meryem (aleyhesselam): “Bu rızık Allah katından gelmektedir. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır" dedi. Bunun üzerine Zekeriyyâ (aleyhisselam) bir çocuğu olmasını istedi ve: “Bunu zamanı olmadığı halde Meryem'e (aleyhisselam) veren (Allah) hanımımı düzelterek ondan bana bir çocuk vermeye de kadirdir" dedi. O anda Zekeriyyâ (aleyhisselam) ısrarla Rabbine dua etti. Muharrem ayından üç gece kalmıştı ki Zekeriyyâ (aleyhisselam) kalkıp gusletti. Sonra Allah'a: “Ey Meryem'i yaz meyveleriyle kışın, kış meyveleriyle de yazın rızıklandıran! "...Bana kendi katından temiz bir soy bahşet..." diye dua etmeye başladı. Buda Allah katından takva sahibi bir soy mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Temiz bir soy bahşet..."âyeti hakkında: “Mübarek bir soy anlamındadır" dedi. 39"Mihrâb'da namaz kılarken melekler ona seslendiler: «Allah sana, Allah'ın emriyle (vücud bulan İsa'yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.»" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Melekler ona seslendiler..." âyetini açıklarken: “Burada Cibrîl kastedilmektedir" dedi.' İbn Cerîr, Abdurrahman b. Ebî Hammâd'dan bildiriyor: İbn Mes'ûd'un kıraatında bu âyet (.....) şeklindedir. İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “Melekleri müzekker olarak adlandırın" dedi ve: “Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere "dişi" adını takarlar" âyetini okudu. Yine o, Âl-i İmrân sûresinin otuz dokuzuncu âyetini (.....) şeklinde okurdu. Hatîb'in Tarih'te, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti (.....) şeklinde (te) harfiyle okudu. İbnu'l-Münzir, İbrâhim'den bildiriyor: Abdullah (b. Mes'ûd) Kur'ân okurken melekleri müzekker olarak telaffuz ederdi. Abd b. Humeyd, Âsim b. Ebî Necûd'un bu âyeti (.....) şeklinde (te) harfiyle, (.....) şeklinde (elif) harfini nasbederek, (.....) kelimesini de musakkel olarak okuduğunu bildirir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Sâbit'ten bildiriyor: Namaz yeryüzünde Allah'a hizmettir. Eğer namazdan daha faziletli bir şey olsaydı Yüce Allah: “Mabedde namaz kılarken melekler ona seslendiler..." buyurmazdı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî (.....) kelimesini açıklarken: “Namazgâh mânâsındadır" dedi. Taberânî ve Beyhakî'nin, Sünen'de, İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mescitlerde namaz için kendinize has yerler edinmekten sakının " buyurmuştur. Burada mihrablar kastedilmektedir. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te, Mûsa el-Cuhenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim, Hıristiyanların kiliselerinde kendilerine has mihrablar edindiği gibi mescidlerinde bir yer edinmedikleri müddetçe hayırdadırlar demektir." İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'un: “Mescitlerde namaz için kendinize has yerler edinmekten sakının" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe, Sâlim b. el-Ca'dî'den bildiriyor: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı: “Kıyametin alametlerinden biri mescidlerde mihrablar edinmektir" demişlerdir. Yani özel bölmeler edinmek mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe, Ebû Zer'in: “Kıyametin alametlerinden biri mescidlerde mihrablar edinmektir" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali mescidde (insanlardan ayrı olarak) özel bölmede namaz kılmayı sevmezdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i İbrâhim mescidde (insanlardan ayrı olarak) özel bölmede namaz kılmayı sevmezdi. İbn Ebî Şeybe, Sâlim b. el-Ca'd'ın: “Mescitlerde namaz için kendinize özel yerler edinmekten sakının" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b, mescidlerde kendine has yerler edinmeyi sevmezdi. İbn Cerîr, Muâz el-Kûfî'den bildiriyor: Bu âyet (.....) şeklinde şeddeli olarak okunduğunda müjde, (.....) şeklinde okunduğunda ise sevinmek anlamındadır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor: Melekler, Zekeriyyâ (aleyhisselam) ile yüzyüze gelerek onu Yahya ile müjdelediler. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah sana ... Yahya'yı müjdeler..." âyetini açıklarken: “Yahya'ya (aleyhisselam) bu adın verilmesinin sebebi Yüce Allah'ın onu imanla ihya etmesinden dolayıdır" dedi. İbn Adiy, Dârakutnî, el-Efrâd'da, Beyhakî ve İbn Asâkir merfû olarak İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Yüce Allah Firavun'u annesinin karnında kafir olarak yarattı. Yahya'yı da (aleyhisselam) annesinin karnında mümin olarak yarattı. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada İsa b. Meryem kastedilmektedir" dedi. (.....) lafzı ise: “Yüce Allah'ın ol demesiyle oluvermek mânâsındadır" dedi. Ahmed, Zühd'de ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) hanımı, Meryem'e (aleyhisselam): “Karnımdaki bebeğin senin karnındaki bebek için hareketlendiğini hissediyorum" dedi. Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) hanımı Yahya'yı (aleyhisselam); Meryemde (aleyheselam) İsa'yı (aleyhisselam) doğurdu. Yüce Allah'ın: “...Allah'ın emriyle tasdik eden..." âyeti da bu mânâdadır. Yahya (aleyhisselam) ; İsa'yı (aleyhisselam) tasdik edendir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Allah'ın emriyle tasdik eden..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahya (aleyhisselam), İsa'ya (aleyhisselam) ilk inanan kişi olup onun Allah'ın kelimesi olduğuna şahitlik etmiştir. Yahya (aleyhisselam), İsa'nın (aleyhisselam) teyzesi oğluydu ve İsa'dan (aleyhisselam) daha büyüktü. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'ın emriyle tasdik eden..."âyetini açıklarken: “Yahya (aleyhisselam), İsa'nın (aleyhisselam), sünnetini ve minhâcını (yolunu) tasdik eden biri idi" dedi. İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın emriyle tasdik eden..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Yahya (aleyhisselam) ve İsa (aleyhisselam) teyze çocuklarıydı. Yahya'nın (aleyhisselam) annesi, Meryem'e (aleyhisselam): “Karnımdaki bebeğin senin karnındaki bebeğe secde ettiğini görüyorum" diyordu. Onun İsa'ya (aleyhisselam) tasdiki annesinin karnında ona secde etmesiydi. O İsa'ya (aleyhisselam) inanan ilk kişiydi. İsa (aleyhisselam) onunla konuştu ve Yahya (aleyhisselam) İsa'dan (aleyhisselam) daha büyüktü. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Yahya'nın (aleyhisselam) annesi ve İsa'nın (aleyhisselam) annesi ile karşılaştı. Biri Yahya'ya (aleyhisselam) diğeri de İsa'ya (aleyhisselam) hamileydi. Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) hanımı, Meryem'e (aleyhisselam) : “Karnımdaki bebeğin senin karnındaki bebeğine secde ettiğini görüyorum" dedi. Yüce Allah'ın: “...Allah'ın emriyle tasdik eden...'" âyeti da bu mânâdadır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) kelimesi için: “Ağır başlı ve takva sahibi mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Seyyid" kelimesi, Allah katında üstün olan mânâsındadır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmu'l- Ğadab'da ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “Seyyid" kelimesi, öfkeye yenilmeyen kişi mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “Seyyid" kelimesi, fakih olan âlim mânâsındadır" dedi. Ahmed, Zühd'de ve Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Dahhâk'tan bildiriyor: “Seyyid" kelimesi, güzel ahlâklı, hasûr ise kadınlara karşı nefsini şehvetlerden koruyan iffetli kişi mânâsındadır. Ahmed ve Sünen'de Beyhakî, Mücâhid'in: “Hasûr" kelimesi kadınlara karşı nefsini şehvetlerden koruyan iffetli kişi mânâsındadır, dediğini bildirir. Ahmed, Zühd'de, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: “Gökyüzünden bir münâdi Yahya b. Zekeriyyâ'nın, kadınların doğurmuş olduğu herkesin efendisi olduğunu, Cîrcîs'in de şehitlerin efendisi olduğunu nidâ etti." Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Seyyid" kelimesi ağırbaşlı, "Hasûr" kelimesi ise kadınlara karşı kendini şehvetlerden koruyan kişi mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Zühd'de bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr şöyle dedi: “Seyyid" kelimesi ağırbaşlı, "hasûr" kelimesi ise kadınlara beraber olmayan kişi mânâsındadır. Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hasûr" kelimesi erkeklik (organından) meni gelmeyen kişi mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Hasûr" kadınlara yaklaşmayan mânâsındadır" dedi. İbnu'l- Münzir'in lafzı ise: “Kadınlara karşı şehveti olmayan kişi" şeklindedir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in, Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yahya b. Zekeriyyâ dışında hiçbir kul yoktur ki mutlaka Rabbinin karşısına günahkâr olarak çıkar. Zira Yüce Allah: «...Efendi, iffetli...» buyurmaktadır." Sonra parmak ucunu göstererek: “Onun erkeklik organı elbisenin püskülü gibidir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve İbn Ebî Hâtim bunu başka bir kanalla İbn Amr'dan mevkuf olarak zikreder. Mevkûf olarak zikredilen hadisin isnâdı merfû olarak zikredilenden daha kuvvetlidir. İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her Ademoğlu, Allah'ın huzuruna işlemiş olduğu günahlarıyla çıkar. Yüce Allah dilerse onu azarlandırır, dilerse merhamet eder. Ancak Yahya b. Zekeriyyâ bunun dışındadır. Çünkü o efendi, iffetli ve iyilerden bir peygamberdir" buyurdu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) eğilip yerden bir çöp alarak: “Onun erkeklik organı bu çöp gibiydi" dedi. Taberânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dört kişi vardır ki dünyada ve âhirette lanetlenmişlerdir. Melekler de amin demiştir. Biri, Allah'ın kendisini erkek olarak yaratmış olduğu halde kadınlara özenip kendini kadınlara benzeten erkektir. Biri, Allah'ın kendisini dişi olarak yaratmış olduğu halde erkeklere özenip kendini erkeklere benzeten kadındır. Biri, âma birine (bilerek) yanlış yol gösterendir. Biri de (yaratılışı dışında) kendini hasûr kılan kişidir. Yüce Allah Yahya'dan (aleyhisselam) başka kimseyi hasûr olarak yaratmamıştır. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Muâviye b. Sâlih bazı kişilerden hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak şöyle dedi: “Yüce Allah ve melekler Yahya b. Zekeriyyâ'dan sonra hasûr olan erkekleri lanetlemiştir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd el-Müseyyeb: (.....) kelimesini açıklarken şöyle dedi: Bu, kadınları arzulamayan kişidir. Sonra yerden bir çekirdek alarak: “Kendisinde (erkeklik organı) ancak bunun kadar olandır" dedi. Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak kendisine (.....) kelimesini sorunca: “Kadınlarla beraber olmayan kişidir" dedi. Ona: “Bunu Araplar biliyor mu?" deyince de: “Evet (biliyor), şâirin: "Hasûr kişi hainlik etmeyendir, Halkı hayırlara teşvik edendir" dediğini işitmedin mi?" dedi. 40"«Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?» dedi. Allah: «Böyledir, Allah dilediğini yapar» dedi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Zekeriyyâ (aleyhisselam) kendisine gelen nidayı işittiğinde şeytan kendisine gelip: “Ey Zekeriyyâ! İşittiğin ses Rabbinden gelen bir ses değildir. O seninle alay etmek için şeytandan gelen bir sestir. Eğer Allah katından gelen bir ses olsaydı, sana bunu başka şeyleri vahyettiği gibi vahyederdi" dedi. Bunun üzerine Zekeriyyâ (aleyhisselam) şüpheye düşüp: “...Nasıl oğlum olabilir?...'" dedi. İbn Cerîr, İkrime'den bildiriyor: Rabbinin verdiği nimeti kendisine zor göstererek: “Sana nida edeni biliyor musun?" deyince, Zekeriyyâ (aleyhisselam): “Evet (biliyorum), Rabbimin melekleri bana nida etti" dedi. Şeytan: “Hayır, sana nida eden şeytandır. Eğer bu nida Rabbinden olsaydı senin sesini gizlediğin gibi o da sesini gizlerdi" dedi. Bunun üzerine Zekeriyyâ (aleyhisselam) "Ya Rabbi! Bana bir alamet ver..." dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şuayb el-Cubâî: “Yahya'nın (aleyhisselam) annesinin adı Eşyea'dır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) kelimesi için: “Aynen öyle mânâsındadır" dedi. "Ya Rabbi! Bana bir alamet ver..." âyeti hakkında ise, Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Eğer bu nidâ senin katından ise bana bir alâmet ver" dediği bildirilmektedir" dedi. 41Zekeriyya (aleyhisselâm): “ Ey Rabbim, zevcemin hamlinden haberdar olabileceğim bir nişan ve alâmeti bana ver.” dedi. Allah şöyle buyurdu: “ Senin (anlıyabileceğin) alâmet ve nişan, insanlara üç gün (el, baş ve göz işaretinde bulunup) söz söyleyememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah tesbih et.” İbnu'l-Münzir, Ebû Cüreyc: “Ya Rabbi! Bana bir alamet ver..." âyeti hakkında: “Eşimin hamile olduğuna dair bir alamet ver, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Melekler, Zekeriyyâ (aleyhisselam) ile yüzyüze gelerek onu müjdeledikten sonra Zekeriyyâ (aleyhisselam) yine de Rabbinden bir işaret istemiştir. Bu isteğinden dolayı da ceza olarak üçgün sadece işaret ile konuşacağı bildirilmiştir." İbn Ebî Hâtim, Ebû Abdurrahman es-Sülemî'den bildiriyor: “Zekeriyyâ (aleyhisselam) Rahatsız olmaksızın dili tutulmuştur" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) dili üç gün üç gece tutulmuş kaldı" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Cübeyr b. Nufeyr'den bildiriyor: Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) dili ağzını dolduracak kadar büyüdü ve onu konuşmaktan alıkoydu. Üç gün sonra da Yüce Allah onun dilini eski haline getirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Dudaklarla işaret etmek mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîrîn bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Dudaklarla imâ ederek anlaşmak mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: “İşaretle anlaşmak mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, Dahhâk'ın: “Ramze" kelimesi el veya başla işaret ederek konuşmadan anlaşmaktır" dediğini bildirir. İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla ibn Abbâs'ın: “Ramze" Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) dilinin tutulması ve insanları eliyle konuşturmaya çalışmasıdır" dedi. Tastî, Mesâil'de, İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nafî b. el-Ezrak kendisine (.....) âyetini sorunca: “İşaret el ile, imâ ise baş ile olur" dedi. Ona: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" deyince de: “Evet (biliyor), şâirin: "Semâdaki her varlık Allah 'a işarettir Yeryüzünde her hata Allah'a masiyettir" dediğini İşitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildiriyor: Yüce Allah eğer kendisini zikretmeyi terk etme ruhsatı verecek olsaydı: “...Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır; Rabbini çok an..." buyurduğu zaman öyle bir ruhsatı Zekeriyyâ'ya (aleyhisselam) verirdi. Eğer kendisini zikretmeyi terk etme ruhsatı verecek olsaydı öyle bir ruhsatı Allah yolunda savaşanlar için verirdi. Zira Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın" buyurmaktadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Akşam sabah tesbih et" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Akşam, güneşin meyletmeye başlamasından sonra batma anına kadar olan zamandır. Sabah ise, tan ağarmasının ilk zamanıdır.' 42Bkz. Ayet:45 43Bkz. Ayet:45 44Bkz. Ayet:45 45"Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil. (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak dîye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin. Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesih'tir; dünyada da, âhirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır." Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “...Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu" âyetini açıklarken şöyle dedi: Ebû Hureyre, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle aktarıyordu: “Develere binen kadınların en hayırlısı, Kureyş kadınlarıdır. Onlar küçük çocuklarına karşı daha şefkatli ve kocalarının malında daha tutumludurlar," Ebû Hureyre: “Meryem binti İmrân asla deveye binmedi" dedi. Buhârî ve Müslim âyeti zikretmeden hadisi nakletmişlerdir. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: "Meryem binti İmrân zamanındaki kadınlarının en hayırlısı Meryem'dir. Yine Hatice binti Huveylid zamanındaki kadınlarının en hayırlısı Hatice'dir," Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Alemlerin en faziletli kadınları Hatice binti Huveylid, Fâtıma, Meryem ve Firavun'un hanımı Âsiye'dir." İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah âlemlerin içinde dört kadını bütün kadınlardan üstün kılmıştır. Bunlar, Âsiye binti Muzâhim, Meryem binti İmrân, Hatice binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed'dir." Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve Hâkim'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âlemlerin içindeki kadınlardan (güzel örnek olarak) Meryem binti İmrân, Hatice binti Huveylid, Fâtıma binti Muhammed ve Firavun'un hanımı Âsiye sana yeter." İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bu hadisi mürsel olarak nakletmiştir. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Cerîr'in, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden çok kişi kemâle ermiştir. Ancak kadınlardan Meryem binti İmrân, Firavun'un hanımı Âsiye dışında kimse kemâle ermiş değildir. Hazret-i Âişe'nin de kadınlara olan üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Hazret-i Fâtıma'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Sen, Meryem el-Betül dışında Cennetteki bütün kadınların efendisisin" dedi. İbn Cerîr'in Ammâr b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Meryem'in (aleyhisselam) âlemlerin bütün kadınlarına üstün kılındığı gibi Hatice ümmetimdeki bütün kadınlardan üstün kılınmıştır." İbn Asâkir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cennet ehli kadınlarının efendisi Meryem binti İmrân'dır. Sonra Fâtıma, sonra Hatice sonra da Firavunun karısı Âsiye'dir." İbn Asâkir'in, Mukâtil vasıtasıyla Dahhâk'tan ve İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dört kadın vardır ki bunlar zamanlarının efendisidir. Bunlar Meryem binti İmrân, Âsiye binti Muzâhim, Hatice binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed'dir. Hepsinin efendisi de Fâtıma'dır." İbn Ebî Şeybe'nin, Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Meryem binti İmrân, Firavunun hanımı Âsiye ve Hatice binti Huveylid'den sonra âlemlerin kadınlarının efendisi Fâtıma'dır. İbn Ebî Şeybe'nin, Mekhûl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Develere binen kadınların en hayırlısı Kureyş kadınlarıdır. Onlar küçük çocuklarına karşı daha şefkatli ve kocalarının malında daha tutumludurlar. Meryem binti İmrân'ın deveye bindiğini işitsem bile kimseyi ondan daha üstün tutmazdım." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah seni seçip temizledi..."' âyetini açıklarken: “Senin imanını şüphelerden ve mânevi kirlerden temiz kıldı, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah seni hayızlık durumundan temizledi ve o zamanın kadınlarının efendisi kıldı." İbn Cerîr, İbn İshâk'tan bildiriyor: Meryem (aleyhesselam) kendini kiliseye kapatmıştı. Beraberinde Yusuf adında bir çocuk vardı. Yusuf'u annesi ve babası bu yolda adamışlardı. Onlar kilisede beraber kalıyordu. Meryem'in (aleyhisselam) Ve Yusuf'un suyu bittiği zaman onlar su kablarını alıp içinde su bulunan mağaraya gider, kapları doldurarak geri dönerlerdi. Melekler de onu koruyup: “Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu"" diyordu. Zekeriyyâ (aleyhisselam) bunları işitiği zaman: “Bint İmrân'ın ne yüce şanı vardır" derdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ..." âyetini açıklarken: “Durmayı uzat, yani kıyamı uzat, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Meryem'e (aleyhisselam): “...Rabbine gönülden boyun eğ..."" denildiği zaman ayakları şişene kadar kıyamda kaldı. İbn Cerîr, el-Evzaî'den bildiriyor: Meryem (aleyhiselam) ayaklarından irin akana kadar kıyamda kalırdı." İbn Asâkir, Ebû Saîd'den bildiriyor: Meryem (aleyhiselam) ayakları şişene kadar namaz kılardı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Rabbine gönülden boyun eğ..." âyetini açıklarken: “İhlas içinde boyun eğ, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, Katâde'nin: “Rabbine gönülden boyun eğ..." âyetini açıklarken: “Rabbine itaat et" dediğini bildirir. İbn Ebî Dâvud'un, Mesâhifte bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sen yanlarında değildin...'"' âyetini açıklarken: “Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Meryem (aleyhesselam) kiliseye bırakıldığı zaman vahiy yazan kâtipler onu kimin kefaleti altına alacağı hususunda kalemleriyle kura çektiler. Yüce Allah bu konuda Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın" buyurmuştur." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kalemlerini suya attıklarında kalemler akıntıyla beraber gitti. Ancak Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemi (akıntıyla gitmeyip) yükselince onu kefaleti altına aldı. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildiriyor: Onlar kalemlerini (asalarını diyenler de vardır) akıntıya attıklarında Zekeriyyâ'nın (aleyhisselam) kalemi akıntıya karşı gitti. Bunun üzerine Meryem'i (aleyhisselam) kefaleti altına aldı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Kalemleri..." kelimesini açıklarken: “Burada Tevrât'ı yazdıkları kalemler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bunun aynısını nakletti. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “...Kalemleri..." kelimesini açıklarken: “Burada okları kastedilmektedir" dedi. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yüce Allah, Zekeriyyâ'ya Yahya'yı (aleyhimesselam) bahşettiğinde ve o üç yaşına girdiğinde Meryem'i (aleyhesselam) İsa (aleyhisselam) ile müjdeledi. Meryem (aleyhesselam) mihrabta iken melekler yani Cibrîl (.....) dedi. Yani: "Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Zamanınındaki bütün kadınlardan seni üstün tuttu" dedi. Sonra (.....) dedi. Yani, namaz kılanlarla, Beytü'l-Makdis'in kurrâları (Tevrat okuyucuları) ile birlikte Rabbin için namaz kıl ve kıyamda uzunca dur, mânâsındadır. Ayakları şişene kadar kıyamda kalırdı. Sonrasında Yüce Allah Peygamberine: “Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin...'" buyurdu. Yani Zekeriyyâ, Yahya ve Meryem'in (aleyhimusselam) kefalet hakkındaki kıssasını haber vermiştir. Sonra Yüce Allah, İsa'nın (aleyhisselam) kıssasını haber vererek, Ey Muhammed! "Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir sözü, adı Meryem oğlu İsa olan Mesih'i, dünya ve âhirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler" buyurdu. Yani İsa (aleyhisselam) dünyada saygın, âhirette ise Allah'a yakın kılınandır. Sonra: “İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir" buyurdu. Yani o kundakta iken ve büyüdükten sonra semaya çıkarılmadan önce insanlarla konuşacaktır. O, Allah'ın göndermiş olduğu elçilerdendir. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Meryem'in (aleyhesselam) hamileliği belli olup müjdelenince Yüce Allah'ın kerametine inandı ve kalbi mutmain oldu. Onun morali düzeldi ve kuvvetlendi. Yanında Allah yolunda adananlardan dayısı oğlu Yusuf vardı. O perdenin arkasından Meryem'in (aleyhisselam) hizmetini görüyor onunla konuşuyor ve onun ihtiyaç duyduğu şeyleri veriyordu. Onun hamile olduğunu gören ilk kişi Yusuf'tu. Onun bu durumuna üzülüp kederlenerek, kaldıramayacağı bir belanın başına gelmesinden korktu. Bütün işlerini bırakarak Meryem'in (aleyhisselam) yanına nereden girildi diye düşünmeye başladı. Çünkü o, ibadet eden hikmet sahibi birisiydi. Meryem (aleyhesselam) hicabı koymadan önce kendisiyle beraberdi ve beraber büyümüşlerdi. Meryem'in (aleyhisselam) ve Yusuf'un suyu bittiği zaman onlar su kablarını alıp içinde su bulunan mağaraya gider, kapları doldurarak geri dönerlerdi. Melekler de devamlı Meryem'le (aleyhisselam) konuşuyor ve: “Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi" diye onu müjdeliyorlardı. Yusuf işittiklerinden dolayı şaşırıyordu. Yusuf, Meryem'in (aleyhisselam) hamileliğini görünce onun durumundan şüpheye düştü. Kendi içinde onun hakkında fitneye düşüp töhmette bulunacağı sırada Allah'ın onu seçip temizlediğini, yine Allah'ın, annesine kendisini ve zürriyetini şeytandan koruyacağına dair ahdi olduğunu hatırladı. Meleklerin: “Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi" dediğini ve Yüce Allah'ın kendisine olan faziletini hatırlayarak kendi kendine: “Zekeriyyâ onu mihrabta korudu ve yanına kimse girmedi. Şeytanın da ona gidecek bir yolu yoktur. O zaman bu nereden?" diyordu. Meryem'in (aleyhesselam) renginin değiştiğini ve karnının büyüdüğünü görünce bu ağırına gitti ve ona: “Ey Meryem! Tohum olmadan ekin olur mu?" dedi. Meryem (aleyhesselam): “Evet (olur)" karşılığını verdi. O: “Bu nasıl olur?" deyince de: “Yüce Allah ilk tohumu ekin olmadan yarattı ve ilk ekini tohumsuz bitirdi. Belki: «İlk ekini ancak tohumla yaratabilir» dersin. Belki de: «Tohumsuz onu yaratmaya ve yerde bitirmeye gücü yetmez» dersin" dedi. Yusuf: “Bunları söylemekten Allah'a sığınırım. Sen doğru söyledin, nur ve hikmetle konuştun. Allah'ın ilk ekini yaratıp tohumsuz olarak bitirmeye gücü yettiği gibi yine tohumsuz ekin bitirmeye de gücü yeter. Söyle bana, ağaçlar susuz ve yağmursuz yeşerir mi?" dediğinde: “Tohumu, ekini, suyu, yağmuru ve ağaçları yaratanın bir olduğunu bilmiyor musun? Belki: «Eğer su ve yağmur olmasaydı Allah'ın ağaçları yeşertmeye gücü yetmez dersin» dedi. Yusuf: “Bunları söylemekten Allah'a sığınırım. Sen doğru söyledin, söyle bana, erkek olmadan çocuk ve hamilelik olur mu?" diye sorunca, Meryem (aleyhesselam): “Evet (olur)" dedi. Yusuf: “Bu nasıl olur?" deyince de: “Yüce Allah'ın Âdem'i ve hanımı Havva'yı hamilelik, erkek ve dişi olmadan yarattığını bilmiyor musun?" dedi. Yusuf: “Biliyorum, bana senin durumunu haber ver" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Meryem (aleyhesselam): “Yüce Allah beni: “Kendinden bir sözü, adı Meryem oğlu İsa olan Mesih'i, dünya ve âhirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler. İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir" buyruğuyla müjdeledi" dedi. O zaman Yusuf bunun Meryem (aleyhesselam) için Allah tarafından bir hayır olduğunu bildi ve bu konuda sessiz kaldı. Doğum sancıları kendisine gelinceye kadar bu şekilde kaldı ve sancı gelince kendisine mihrabı terketmesi için bir nida geldi. Bunun üzerine Meryem (aleyhesselam) mihrabı terketti. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey Meryem! Allah sana ... müjdeler" âyetini açıklarken: “Melekler kendisiyle yüzyüze görüştüler" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah sana kendinden bir sözü... müjdeler'" âyetini açıklarken: “İsa (aleyhisselam), Allah'ın bir kelimesidir" dedi.' İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Peygamberlerin içinde İsa (aleyhisselam) ve Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) başka iki ismi bulunan kimse yoktur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbrâhîm(-i Nehaî)' nin: (.....) kelimesi hakkında: “Doğruluğu devamlı olan mânâsındadır" dediğini bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd: “İsa'nın (aleyhisselam) adının Mesih olmasının sebebi bereketle meshedilmiş olmasındandır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Yahya b. Abdirrahman es-Sekafî'den bildiriyor: Isa (aleyhisselam) seyahat eden biri olması sebebi ile Mesih diye adlandırılmıştır. O bir yerde akşamlar başka bir yerde sabahlardı. O yükseltilinceye kadar da evlenmemiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “O kıyamet gününde Allah'a yakın kılınanlardandır" dedi. 46Ve yine, hem beşikte iken, hem de yetişkinken insanlara söz söyliyecek olduğunu ve salihlerden bulunduğunu sana Allah müjdeliyor. 47"O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak. Meryem: «Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?» deyince Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildiriyor: Bana İbn Abbâs'ın: “Mehd" süt emen çocuğun yattığı yerdir" dediği söylendi. Buhârî ve İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Beşikte iken sadece üç kişi konuşmuştur. Birincisi Hazret-i İsa'dır. İkincisi şöyledir: İsrâil oğulları zamanında Cüreyc denilen rahip bir kişi vardı. Bir defasında namaz kılarken annesi gelmiş kendisini çağırmıştı. O da namazı bozup cevap verip vermemede tereddüt edince, annesi: «Allahım! Ona fahişe kadınların yüzlerini göstermedikçe canını alma» diye beddua etti. O manastırında iken kadının biri yanına geldi ve kendisiyle konuştu. O, bunu kabul etmeyip reddetti. Kadın gidip bir çobanla beraber oldu ve ondan bir çocuk doğurdu. Bu çocuğun Cüreyc'ten olduğunu iddia etti. Bunun üzerine gidip onu manastırını yıktılar ve onu yerinden indirerek ona sövgüde bulundular. Cüreyc abdest alıp namaz kıldıktan sonra çocuğa gidip: «Baban kimdir ey çocuk?» dedi. Çocuk: «Babam çobandır» cevabını verince (ona söven kişiler) kendisine: «Sana manastırını altından yapalım» dediler. O: «Hayır, mutlaka çamurla yapılacaktır» karşılığını verdi. Üçüncüsü de şöyledir: İsrâil oğullarından olan çocuğunu emziren kadın, yakışıklı bir süvari görünce: «Allahım! Oğlumu bunun gibi güzel kıl!» diye dua etti. Çocuk annesinin göğsünü emmeyi bırakıp adama dönerek «Allahım! Beni bunun gibi yapma!» dedi ve tekrar emmeye devam etti. Sonra bazı kişiler tarafından sürüklenen bir cariye ile karşılaştılar ve kadın: «Allahım! Oğlumu bunun gibi kılma» dedi. Çocuk yine kadının göğsünü bırakarak: «Allahım! Beni bunun gibi kıl» dedi. Annesi: «Niye öyle diyorsun?» deyince, çocuk: «O süvari zalim biriydi. Bu cariye ise kendisine "zina ettin" diyorlar, o: “Allah bana yeter" diyor. Ona "hırsızlık ettin" diyorlar, o yine: “Allah bana yeter diyor"» karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beşikte İken Sadece Isa (aleyhisselam), Yusuf'un (aleyhisselam) şahidi, Cüreyc'in sahibi ve Firavunun (kızının) berberinin oğlu konuşmuştur" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “O, insanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: kelimesini açıklarken: “Otuz ile elli yaş arası kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ağırbaşlı mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Habîb: (.....) sabrın doruğu mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyet hakkında şöyle dedi: “İsa (aleyhisselam) insanları beşikte iken konuşturmuştu. O, Deccal'ı öldüreceği zaman onları tekrar konuşturacaktır. Ancak ozaman yetişkin biri olacaktır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “...Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der ve olur" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah dilediğini yapar, insan veya başka şeylerden dilediğini de yaratır. Zira Yüce Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır ve o şey istediği gibi olur." 48"Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ona yazmayı ... öğretecek" âyetini açıklarken: “Ona kalemle yazmayı öğretecek mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Ona yazmayı ... öğretecek" âyetini açıklarken: “Ona eliyle yazmayı öğretecek mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir sahîh bir isnâdla Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) büyüyünce annesi onu getirip kâtiplere verdi. Öğretmen, İsa'ya (aleyhisselam): “Bismillah de!" deyince, İsa (aleyhisselam): “Bismillah" dedi. Öğretmen ona: “Rahman de" dediğinde, İsa (aleyhisselam): “Rahmani'r-Rahîm" dedi. Öğretmen ona: “Alfabe (Ebû Câd) harflerini say" deyince, İsa (aleyhisselam): “O bir kitapta mevcuttur, (elif) harfinin ne olduğunu biliyor musun?" dedi. Öğretmen: “Hayır (bilmiyorum)" dedi. İsa (aleyhisselam): “Allah'ın nimetleridir, (be) harfinin ne olduğunu biliyor musun?" dediğinde: “Hayır (bilmiyorum)" dedi. İsa (aleyhisselam): “Allah'ın cemâlidir, (cim) harfinin ne olduğunu biliyor musun?" diye sorunca öğretmen: “Hayır (bilmiyorum)" cevabını verdi. İsa (aleyhisselam): “Celâlullah'tır. (lam) harfinin ne olduğunu biliyor musun?" dediğinde, öğretmen: “Hayır (bilmiyorum)" dedi. İsa (aleyhisselam): Allah'ın nimetleridir" deyip bu şekilde harfleri açıklamaya başlayınca, öğretmen: “Benden daha bilgili olan birine ben ne öğretebilirim?" dedi. Meryem (aleyhesselam): “Bırak onu çocuklarla otursun" dedi. İsa (aleyhisselam) çocuklara (daha önce) yediklerini ve annelerinin kendilerine evde ne sakladığını söylerdi. İbn Adiy ve İbn Asâkir, hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak Ebû Saîd el-Hudrî ve İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “İsa b. Meryem'i, annesi öğretilmesi için kâtiplerin yanına bıraktı. Öğretmen İsa 'ya (aleyhisselam): «Bismillah yaz» deyince, İsa (aleyhisselam): «Bismillah nedir?» dedi. Öğretmen ona: «Bilmiyorum» deyince, İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: «(Be) harfi Allah'ın cemâli, (sin) harfi Allah'ın yüceliği, (mim) harfi Allah'ın mülküdür. Yüce Allah ilahların ilahıdır. Rahman sıfatıyla dünya ve âhiretin rahmanı, Rahîm sıfatıyla ise âhiretin rahimidir.» Ebû Câd ise şöyledir: «(Elif) harfi Allah'ın nimetleridir, (be) harfi Allah'ın cemâlidir, (cim) harfi Celâlullah'tır, (del) harfi Allah'ın devamlı var oluşudur.» Hevvez ise şöyledir: «(He) harfi Cehennem, (vav) harfi Cehennem ehlinin veyl deresi, (zeyn) harfi dünya ehlinin süsüdür.» Hutti ise şöyledir: «(Ha) harfi Allah'ın günahkârlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakan, hilmi çok olan, (ta) harfi Allah'ın bütün hak sahiplarine haklarını iade etmesi, (ye) harfi gündüzün esası ve gidip geri dönmesidir.» Kelemen ise şöyledir: «(Kef) harfi Allah'ın yeterliliği, (lam) harfi Allah'ın kâim olması, (mim) harfi Allah'ın mülkün sahibi olması, (nun) harfi denizin nûn'udur.» Sa'fas ise şöyledir: «(Sad) harfi Allah'ın doğruluğu, (ayn) harfi Allah'ın bilgisinin sonsuz oluşu, (fe) harfi- burada fe harfinin karşılığı olan bir kelime söyledi- "(sad) harfi Allah'ın hiç kimseye muhtaç olmayışıdır.» Kareşet ise şöyledir: «(Kâfi harfi dünyanın etrafını saran bir dağdır ki gökyüzün onunla yeşermiştir, (ra) harfi insanların dünya hakkındaki görüşleri, (sin) harfi Allah'ın örtüsü, (te) harfi, ebedi olarak tam olandır.»'" İbn Adiy der ki: “Bu rivayet bu isnâdla batıl bir rivayettir. Bunu İsmâîl b. Yahya'dan başka kimse rivayet etmemiştir." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Cuveybir ve Mukâtil vasıtasıyla Dahhâk ve İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) insanları bebek iken konuşturduktan sonra konuşmadı. Diğer çocuklar gibi konuşma zamanı gelince Yüce Allah onu hikmet ve delillerle konuşturdu. Yahudiler kendisinin ve annesinin hakkında çok batıl şeyler konuştular. İsa (aleyhisselam) daha annesinden süt emiyordu. O sütten kesildiği zaman yedi yaşına kadar yemek yedi ve içecek içti. Yahudiler onun için fahişenin oğlu diyordu. Yüce Allah'ın: “...Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri" buyruğunda da bu Yahudiler kastedilmektedir. İsa (aleyhisselam) yedi yaşına vardığında annesi onu, diğer çocuklara öğretildiği gibi kendisine de öğretilsin diye bir adama teslim etti. Ancak adam dersi anlatmaya başladığı zaman İsa (aleyhisselam) mutlaka dersi ondan önce anlatmaya başlardı. Adam kendisine Ebû Câd'ı (alfabeyi) öğretmeye kalkınca İsa (aleyhisselam) ona: “Ebû Câd nedir?" dedi. Adam: “Bilmiyorum" deyince: “Bilmediğin şeyi bana nasıl öğreteceksin?" dedi. Bunun üzerine öğretmen: “O zaman bana bunu sen öğret" deyince, İsa (aleyhisselam) : “Oturduğun yerden kalk" dedi. Öğretmen kalkınca da Isa (aleyhisselam) yerine oturup: “Şimdi bana sor" dedi. Öğretmen: “Ebû Câd nedir?" diye sorunca İsa (aleyhisselam) şöyle cevap verdi: “(Elif) harfi Allah'ın nimetleridir, (be) harfi Allah'ın cemâlidir, (cim) harfi Allah'ın cemâli ve güzelliğidir" dedi. Öğretmen bu duruma şaşırmıştı. Çünkü Ebû Câd'ı ilk açıklayan kişi İsa b. Meryem'di. Ravi der ki: “Osman b. Affân, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Câd'ın açıklaması nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebû Câd'ın (Arap alfabe harflerinin) açıklamasını öğrenin. Onda acayip şeyler vardır. Onun açıklamasını bilmeyen âlimin vay haline" buyurunca: “Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Câd nedir?" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “(Elif) harfi Allah'ın nimetleridir, (be) harfi Allah'ın güzelliği ve celâlidir, (cim) harfi Allah'ın izzet ve şanıdır, (del) harfi Allah'ın dinidir. Hevvez ise şöyledir: «(He) harfi Cehennemdir, oraya gidenlerin vay haline, (vav) harfi Cehennem halkı için veyl deresidir, (Zeyn) harfi Cehennemin köşeleridir.» Hutti ise şöyledir: «(Ha) harfi Kadir gecesinde istiğfar eden kişilerin günahlarının silinmesi ve Cibrîlin meleklerle beraber onlara tan ağarana kadar indirdiği şeylerdir, (ta) harfi istiğfar edenler için Allah'ın kendi eliye diktiği tuba ağacıdır ki orası gidilecek en güzel yerdir, (ye) harfi Allah'ın mahlûkatının üstünde olan elidir.» Kelemun ise şöyledir: «(Kef) harfi Allah'ın değiştirilmez kelamıdır, (lam) harfi Cennet ehlinin toplanması, birbirlerini ziyaret ederek birbirlerine selam vermeleridir. Cehennem ehlinin de birbirlerini kınamasıdır, (mim) harfi Allah'ın bitmeyen mülkü ve Allah'ın baki kalıp fani olmayışıdır, (nun) harfi Kalem sûresinin başlangıcıdır.» Sa'fas ise şöyledir: «(Sad) harfi ölçeğe karşı ölçek, adalete karşı adalet, kısasa karşı kısastır.» -yani cezaya karşı cezadır- «Hangi ölçüyle aldıysan o ölçüyle verirsin. Yüce Allah kullarına zulmü istemez. Karişât ise Yüce Allah'ın kıyamet gününde insanları bir araya toplayıp onlara zulmetmeden aralarında hüküm kılmasıdır.»"' İsa'dan (Aleyhisselam) Bazı Hikmetler İbn Mübârek, Zühd'de bildiriyor: İbn Uyeyne'nin Halef b. Havşeb'ten bize naklettiğine göre: “İsa b. Meryem, Havârilere: “Kralların size hikmeti bıraktığı gibi siz de onlara dünyayı bırakın" dedi. İbn Asâkir, Yûnus b. Ubeyd'den bildiriyor: İsa b. Meryem: “Kişi ancak dünyayı kimin yediğine aldırış etmediği zaman imânın hakikatına ulaşır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Ahmed, Zühd'de, Sâbit el-Bünânî'den bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam): “Binmek için bir merkep edinsen" dediklerinde: “Ben Allah katında, beni meşgul edecek bir şey kılmasından daha değerliyim" dedi. İbn Asâkir'in, Mâlik b. Dînar'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “Ey Havariler! Allah korkusu ve Firdevs (cennetinin) sevgisi meşakkatlere karşı sabrı ve dünya çiçeğinden uzaklaştırmayı miras olarak bırakır." İbn Asâkir'in Utbe b. Yezîd'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle dedi: “Ey zayıf olan Âdemoğlu! Nerede olursan ol Allah'tan kork ve ekmeğini helalden ye. Mescidleri ev edin ve dünyada zayıf ol. Kendini ağlamaya, kalbini tefekküre, bedenini de sabra alıştır. Gelecekteki rızkın için tasalanma ki bu sana günah olarak yazılır." İbn Ebi'd-Dünyâ ve İsbehânî'nin et-Terğîb'de bildirdiğine göre Muhammed b. Mutarrif: “İsa (aleyhisselam) şöyle dedi" diyerek sözkonusu hadisi zikretti. İbn Ebi'd-Dünyâ, Vuheyb el-Mekkî'den bildiriyor: Bana İsa'nın (aleyhisselam) şöyle dediği nakledildi: “Her günahın başı dünya sevgisidir. Nice şehvetler (istekler ve arzular) sahiplerine uzun süreli bir keder bırakır." İbn Asâkir'in, Yahya b. Saîd'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Dünyayı bırakın ve onu tamir etmekle uğraşmayın. Dünya sevgisi bütün günahların başıdır. Bakmakta kalbte şehveti eker." Ahmed ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da, Süfyân b. Saîd'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Dünya sevgisi her günahın başıdır. İçindeki mal da büyük bir hastalıktır." Kendisine: “Hastalığı nedir?" dediklerinde: “Kişinin kibirden ve gururdan kurtulamamasıdır" dedi. "Ya kurtulursa" dediklerinde: “O malı ıslah etmek, onu Allah'ın zikrinden alıkoyar" karşılığını verdi. İbn Mübârek, İmrân el-Kûfî'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam), havarilere: “İlim öğrettiğiniz kişilerden ancak bana verdiğiniz gibi ücret alın. Ey yeryüzünün tuzu! Bozulmayın, çürüyen her şey tuzla düzeltilir. Ancak tuz bozulursa onu düzeltecek bir şey yoktur. Şunu bilinki, sizde cehaletten iki haslet vardır. Biri gülünecek bir şey olmadan gülmek, diğeri de seher vaktinde kalkmadan (gece ibadeti yapmadan) sabahlamaktır." Hâkim et-Tirmizî'nin, Yezîd b. Meysere'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “Yüce Allah sâlih kalplerle yeryüzünü yaşatır. Kalpler başka bir şey üzere ise yine onlarla yeryüzü harab olur. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Mâlik b. Dînar'dan bildiriyor: İsa b. Meryem sahipleri ölen bir eve geldiği zaman orada durur ve: “Seni miras olarak paylaşan sahiplerinin vay haline! Nasıl oluyor da önceki kardeşlerine yapmış olduklarından ibret almıyorlar" derdi. Beyhakî, Mâlik b. Dînar'dan bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam): “Ey Allah'ın Ruhu! Sana bir ev yapalım" dediler. İsa (aleyhisselam): “Olur, deniz kenarında yapın" buyurunca: “O zaman su gelir ve onu alır" dediler. Bunun üzerine: “Bana nerede ev yapmak istiyorsunuz? Yüksek bir binanın üzerine mi?" karşılığını verdi. Ahmed, Zühd'de, Bekr b. Abdillah'tan bildiriyor: Havariler, İsa'yı (aleyhisselam) kaybettiler ve onu aramaya çıktılar. Onu su üzerinde yürürken buldular ve içlerinden biri: “Ey Allah'ın Peygamberi! Senin yanına gelelim mi?" dedi. İsa (aleyhisselam): “Olur (gel)" dedi. Havari ayağının birini suya koydu ve öbürünü koyarken suya gömüldü. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Elini ver ey kısa imanlı! Eğer Âdemoğlunun bir miskal kadar veya bir zerre kadar imanı olsaydı su üzerinde yürürdü" dedi. Ahmed, Abdullah b. Numeyr'den bildiriyor: İsa'nın (aleyhisselam) şöyle dediğini işittim: “O (dünya) vardı, ben yoktum. O, olacak ve ben onda olmayacağım." Ahmed, Mâlik b. Dinar'dan bildiriyor: “İsa (aleyhisselam) gönderildiği zaman dünyayı yüzüstü bıraktı. O yükseltildiği zaman insanlar dünyayı yücelttiler." Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'in ez-Zühd'ün zevâidi olarak Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam): “Ben dünyayı yüzüstü bıraktım ve üstünde oturdum. Benim ne ölecek oğlum, ne de bozulacak evim vardır" dedi. Ona: “Bir ev edinmeyecek misin?" dediler. O: “Bana sel olabilecek bir yerde ev yapın" deyince: “O ev orada kalmaz, kendine bir eş edinmeyecek misin?" dediler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Ölecek bir eşle ne yapayım?" karşılığını verdi. Ahmed, Hayseme'den bildiriyor: Bir kadın İsa'ya (aleyhisselam) uğrayıp: “Seni emziren göğse ve taşıyan kucağa ne mutlu!" deyince, İsa (aleyhisselam): “Allah'ın kitabını okuyup ta onunla amel edene ne mutlu" karşılığını verdi. Ahmed, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam) şöyle vahyetti: “Ben sana miskinlerin sevgisini bahşettim ve onlara rahmet ettim. Sen onları seveceksin, onlar da seni sevecekler, seni lider ve komutan olarak kabul edecekler. Sen de onların dostluğundan ve sana uymalarından razı olacaksın. Onlar iki seciyedir. Bil ki kim onlarla bana gelirse huzuruma en güzel ve en sevdiğim amellerle gelmiş olur." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in, Meymûn b. Siyâh'tan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “Ey Havâriler topluluğu! Mescidleri mesken edinin, evlerinizi de misafirin konakladığı yer gibi sayın. Sizin bu âlemde bir menziliniz yoktur. Ancak siz bir yolcu gibisiniz." Ahmed'in, Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “Size hak ile söylüyorum. Gökyüzünün etrafında zenginler çok azdır. Devenin iğne deliğinden geçmesi zenginin Cennete girmesinden daha kolaydır." Abdullah'ın, ez-Zühd'ün zevâidi olarak Câfer b. Cirfâs'tan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi günahların başı, içki her kötülüğün anahtarı ve kadınlar şeytanın ipleridir. Ahmed'in, Süfyân'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Hikmetin ehli vardır. Onu ehli olmayan kişilere bırakırsan kaybedersin. Onun ehline verilmesini engellersen yine kaybedersin. Doktorun ilacı gerektiği yere vermesi gibi ol." Ahmed'in, Muhammed b. Vâsi'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Ey İsrâil oğulları! Ehl-i Kitâb'a utanç veren kişilerden olmaktan sakının. Ey İsrâil oğulları! Sözleriniz hastalığı götüren şifadır. Amelleriniz ise ilacı kabul etmeyen bir hastalıktır." Ahmed, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam), İsrâil oğullarının bilginlerine: “İnsanlara karşı çalan kurt, aldatan tilki ve avını süratle kapan çaylak kuşu gibi olmayın" demiştir. Ahmed, Mekhûl'den bildiriyor: İsa b. Meryem: “Ey havariler topluluğu! Hanginiz deniz dalgaları üstünde bir ev inşa edebilir?" dediğinde: “Ey Allah'ın ruhu! Buna kimin gücü yeter ki?" dediler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Dünyadan sakının ve ona kalıcı yurtmuş gibi bağlanmayın" dedi. Ahmed, Ziyâd Ebû Amr'dan bildiriyor: Bana, İsa'nın (aleyhisselam) şöyle dediği nakledildi: “Bildiğinle amel etmeden bilmediğin şeyi öğrenmen sana hiçbir fayda sağlamaz. İlmin çokluğu onunla amel edilmediği müddetçe sadece kibri artırır." Ahmed, İbrâhim b. el-Velîd el-Abdî'den bildiriyor: Bana, İsa'nın (aleyhisselam) şöyle dediği nakledildi: “Zaman üç günden ibaretir. Sana ders veren dün geçmiştir. Azığın bu gündedir ve yarının sana ne sakladığını bilemezsin. İşlerde üç şekilden ibarettir. Biri iyi olduğu açık olandır ki onu yap, biri kötü olduğu açık olandır ki ondan sakın, diğeri de sana şüpheli gelen şeydir. Onu da Yüce Allah'a havale et." Ahmed'in, Katâde'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Bana istediğinizi sorun, benim kalbim yumuşaktır ve içimde böbürlenme yoktur." Ahmed, Beşîr ed-Dimaşkî'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) bir topluluğa uğradı ve üç defa: “Allahım! Bizi bağışla" dedi. Oradakiler: “Ey Allah'ın ruhu! Bu gün senden bir vasiyet ve daha önce duymadığımız bir şey dinlemek istiyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam): «Ben kimi bir defa bağışlarsam o bağışlamayla onun dünyasını ve âhiretini ıslah ederim» de!" diye vahyetti. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Hayseme'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) misafirleri davet ettiği zaman başlarında durur (hizmet eder) ve: “Siz de misafirinizin başında böyle durun (hizmet edin)" derdi. Ahmed'in, Yezîd b. Meysere'den bildirdiğine göre Mesih (aleyhisselam) şöyle buyurdu: “Eğer Allah'ın dostu ve insanlara ışık tutan biri olmak isterseniz size zulmedeni affedin, sizi hasta iken ziyaret etmeyeni siz ziyaret edin, size iyilikte bulunmayana siz iyilikte bulunun ve iade edilmeyeceğini bilseniz bile borç verin." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Ubeyd b. Umeyr'den bildiriyor: Isa (aleyhisselam) kıldan giysi giyer, ağaç yapraklarından yer, akşamladığı yerde sabahlar, sabah yemeğinden akşama, akşam yemeğinden de sabaha bir şey kaldırmazdı. O: “Hergün, kendi rızkı ile beraber gelir" derdi. Ahmed, Vehb'den bildiriyor: İsa b. Meryem: “Ey ev! Harab olacaksın ve sende oturanlar yok olacaktır. Ey nefis! Çalış ki rızıklanasın. Ey beden! Yorul ki dinlenesin" dedi. Ahmed, Vehb b. Münebbih'den bildiriyor: İsa b. Meryem, havarilere: “Size hak ile söylüyorum" -İsa (aleyhisselam) çoğu zaman: “Size hak ile söylüyorum" derdi- "Dünyayı en fazla seveniniz, musibetlere en fazla üzüleninizdir" dedi. Ahmed'in, Atâ el-Ezrak'tan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Ey havariler topluluğu! Arpa ekmeği ve yerde bitenlerden yiyip kuyu sularından için. Buğday ekmeği yemekten sakının. Zira onun şükrünü eda edemezsiniz. Bilin ki, dünyanın tatlılığı, âhiretin acılığıdır. Dünyanın acılığı ise âhiretin tatlılığıdır." Abdullah b. Ahmed, ez-Zühd'ün zevâidi olarak, Abdullah b. Şevzeb'den bildiriyor: İsa b. Meryem: “Güzel elbiseler (giyinmek) kalbi kibirli kılar" dedi. Ahmed'in, Süfyân'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam): “Size tuhafınıza gitmesi için değil, uygulamanız için anlatmaktayım" dedi. Abdullah b. Ahmed'in Ebû Hassân'dan bildirdiğine göre İsa b. Meryem: “İlacı fayda edecek yere koyan doktor gibi ol" dedi. Abdullah b. Ahmed, İmrân b. Süleyman'dan bildiriyor: Bana, İsa b. Meryem'in şöyle dediği nakledildi: “Ey İsrâil oğulları! Dünyaya önem vermeyin ki önem vermediğiniz takdirde dünya size kolay gelir. Dünyaya önem vermezseniz âhiret sizin için kıymetli olur. Eğer dünyaya önem verirseniz âhiret sizin için değersiz olur. Dünya kıymet verilecek bir şey değildir. O her gün (sizi) fitne ve hüsrana davet etmektedir." İbnu'l-Mübârek ve Ahmed, Ebû Gâlib'den bildiriyor: İsa'nın (aleyhisselam) vasiyetinde şu vardı: “Ey havariler topluluğu! Günahkârlara buğzederek kendinizi Allah'a sevdirin. Onlara kızarak Allah'a yaklaşın ve onlara öfkelenerek Allah'ın rızasını arayın. Oradakiler: “Ey Allah'ın peygamberi! Kiminle oturalım?" deyince: “Konuşmasıyla amellerinizi çoğaltacak, gördüğünüzde size Allah'ı hatırlatacak ve amelleriyle sizi dünya nimetlerinde kanaat sahibi edecek kişilerle oturun" karşılığını verdi. Ahmed, Mâlik b. Dînar'dan bildiriyor: Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam): “Önce kendi nefsine nasihat et. Sen bu nasihata uyduğun zaman insanlara nasihatte bulun. Yoksa benden hayâ et" diye vahyetti. Ahmed'in, Vehb (b. Münebbih)'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam), havarilere şöyle dedi: “Burada (dünyada) ne kadar yorulursanız orada (âhirette) o kadar rahat edersiniz. Burada ne kadar rahat ederseniz orada o kadar yorulursunuz." İbnu'l-Mübârek ve Ahmed'in, Sâlim b. Ebî'l-Ca'd'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam): “Diline sahib olan, evine sığan ve hatalarını hatırladığında ağlayan kişiye ne mutlu" dedi. İbnu'l-Mübârek, İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in, Hilâl b. Yesâftan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Biriniz sağ eliyle sadaka verdiği zaman onu sol elinden gizlesin. Oruç tuttuğu zaman yağ sürünsün ve dudaklarını da yağla silsin ki onu gören oruçlu olduğunu anlamasın. Namaz kılacağı zaman da kapısının örtüsünü indirsin. Çünkü Yüce Allah rızkı böldüğü gibi senayı da böler. Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Hâlid er-Rebaî'den bildiriyor: Bana, İsa'nın (aleyhisselam) ashâbına şöyle dediği söylendi: “Müslüman kardeşiniz uyurken eğer biriniz yanına gitse ve rüzgarın elbiselerinden bir kısmını üstünden attığını (avret yerinin açıldığını) görse ne yapardı?" dedi. Ashâb: “Biz olsaydık onu tekrar örterdik" cevabını verdi. İsa (aleyhisselam): “Hayır, siz kalan kısmı da açardınız" dedi. İsa (aleyhisselam) bunu birinin kötülüğünü işitip te işittiğinden daha fazlasını anlatanlar için misal vermişti. Ahmed'in, Ebu'l-Celd'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “İnsanları düşündüm ve yaratılmamış olanlara yaratılanlardan daha fazla imrendim. Sahipleriymiş gibi başkalarının kusurlarının peşine düşmeyin. Köleymişsiniz gibi kendi kusurlarınıza bakın. İnsanlar sağlıklı ve mubteli (sağlıksız) olmak üzere ikiye ayrılır. Mubteli olanlara merhamet edin ve sağlıktan dolayı Allah'a şükredin." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Ebû Huzeyl'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam), Yahya (aleyhisselam) ile karşılaştı ve Yahya (aleyhisselam) ona: “Bana vasiyette bulun" dedi. İsa (aleyhisselam): “(Kendine hâkim ol ve) Hiddetlenme!" deyince, Yahya (aleyhisselam): “Buna güç yetiremiyorum" dedi. Isa (aleyhisselam): “Mal biriktirme!" dediğinde, Yahya (aleyhisselam): “Belki buna güç yetiririm" karşılığını verdi. Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ, Mâlik b. Dinâr'dan bildiriyor: Isa (aleyhisselam) ve havariler bir köpek leşiyle karşılaştılar ve: “Bu leş ne kadar kötü kokuyor!" dediler. İsa (aleyhisselam): “Dişleri ne kadar da beyaz!" diyerek onlara nasihatte bulundu ve gıybetten nehyetti. Ahmed, Evzal'den bildiriyor: İsa (alerhisselam) kişinin bir iş öğrenip te kimseye yük olmamasını severdi. Ancak kişinin ilim öğrenip te onu iş olarak görmesini sevmezdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Sâlim b. Ebî'l-Ca'd'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Uğraşınız Allah için olsun, mideniz için olmasın. Şu kuşlara bakın, onlar sabah çıkıp gidiyor. Ekmiyor, biçmiyor, ama Allah onların rızkını veriyor. Eğer bizim midemiz onların midesinden daha büyük diyecek olursanız, şu ineklere, vahşi hayvanlara ve eşeklere bakın. Onlar da ekmiyor, biçmiyor ama Allah onların da rızkını veriyor. Dünyanın faydasız şeylerinden sakının. Zira onlar Allah katında pisliktir." Ahmed, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: İblîs, İsa'ya (aleyhisselam): “Sen ölüyü dirilttiğini iddia ediyorsun. O zaman Allah'a dua et te bu dağı ekmeğe çevirsin" dedi. İsa (aleyhisselam), ona: “Bütün insanlar ekmekle mi yaşıyor?" dedi. İblîs: “Eğer dediğin gibiyse kendini bu yerden at, melekler de seni tutacaktır" dedi. İsa (aleyhisselam): “Rabbim bana kendimi denememi emretmedi. Beni tutup tutmayacağını da bilmiyorum?" karşılığını verdi. Ahmed'in, Sâlim b. Ebî'l-Ca'd'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Dilenci sana gümüşle eyerlenmiş bir atla gelse bile onun sende hakkı vardır." Ahmed'in birisinden bildirdiğine göre İsa'ya (aleyhisselam) şöyle vahiy geldi: “Milletin seni ağızlarında çiğnemesinden üzülüyorsan, seni yanımda rahib olarak yazmam. Ben senden razı olduktan sonra insanların seni buğzetmesi sana bir zarar vermez. Ben senden razı olmadığım zaman da insanların seni sevmesi sana bir fayda vermez." Ahmed, el-Hadramî'den; İbn Ebi'd-Dünyâ ile İbn Asâkir ise Fudayl b. İyâd'dan bildiriyor: İsa b. Meryem'e: “Suda ne ile yürüyorsun?" diye sordular. Isa (aleyhisselam): “İmân ve yakinle yürüyorum" karşılığını verince: “Biz de senin iman ettiğin gibi iman ettik ve yakin ettiğin gibi yakin ettik" dediler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “O zaman siz de suda yürüyün" dedi. Onlar da kendisiyle beraber suda yürüdüler ve dalga gelince de battılar. İsa (aleyhisselam): “Ne oldu?" deyince: “Dalgadan korktuk" dediler. İsa (aleyhisselam): “Dalganın rabbinden korkmadınız mı!" dedi ve onları sudan çıkardı. Sonra elleriyle yerden bir şeyler aldı. Ellerini açtığında birinde altın, diğerinde ise balçık vardı. Onlara: “Sizin için hangisi daha güzeldir?" deyince: “Altın daha güzeldir" cevabını verdiler. İsa (aleyhisselam): “Benim yanımda ikisi de aynıdır" dedi. İbn Mübarek, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Asâkir, Şa'bî'den bildiriyor: İsa b. Meryem'in yanında kıyamet zikredildiği zaman feryad eder ve: “Meryem'in oğlunun yanında kıyamet zikredildi mi susmaya gücü yetmez" derdi. Ahmed ve İbn Asâkir, Mücâhid'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) kıldan elbise giyer, ağaçlardan yer, ikinci gün için yemek saklamaz ve akşamladığı yerde sabahlardı. Onun ne ölecek bir oğlu, ne de bozulacak bir evi vardı. İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) kıyamet gününde zahidlerin başıdır. Dinlerini kurtarmak için kaçanlar kıyamet gününde İsa (aleyhisselam) ile beraber haşrolunacaklardır. İsa (aleyhisselam) bir taşa yaslanmış ve uykunun tadını bulmuş iken İblîs gelip: “Ey İsa! Sen dünya malından bir şey istemediğini iddia etmiyor musun? İşte bu taş, dünya malıdır" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam) kalkıp taşı İblîs'e atarak: “Bu da dünya ile beraber senin olsun" dedi. İbn Asâkir, Ka'b'dan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) arpa yer, bineğe binmeyip yaya yürürdü. Evlerde oturmaz, ışıkla aydınlanmaz ve pamuklu elbise giymezdi. Kadınlarla beraber olmaz, koku sürünmez, içeceğine asla bir şey katmaz ve soğutmazdı. Başına asla bir şey sürmez, saçını ve sakalını asla sabunla yıkamazdı. (Oturacağı veya uyuyacağı zaman) kendisiyle yer arasında asla giysisinden başka bir şey olmazdı. Sabah yemeğini de akşam yemeğini de asla önemsemezdi. Dünya şehvetlerinden hiçbir şeyi arzulamadı. O zayıflarla, kötürümlerle ve miskinlerle beraber otururdu. Ona bir şey üzerinde yemek sunulduğu zaman yemeği yere koyardı. Yemekle beraber asla katık olarak bir şey yemezdi. O dünyadan az yemekle yetinir ve: “Bu, ölüp te hesabını vercek kişiye çoktur" derdi. İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Bana şöyle söylendi: İsa b. Meryem'e: “Evlen!" denilince, İsa (aleyhisselam) "Evlenip te ne yapacağım?" karşılığını verdi. "Sana çocuklar doğurur" denilince, İsa (aleyhisselam): “Eğer çocuklar yaşarlarsa fineye götürürler, ölürlerse de üzerler" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Şuab'da, Eş'as b. İshâk'tan bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam): “Bir ev edinsen" dediklerinde: “Bizden öncekilerin yaşantıları bize yeter" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Meysere'den bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam): “Kendine bir ev inşa etmeyecek misin?" dediklerinde: “Ben arkamda onunla zikredileceğim dünyalık bir şey bırakmayacağım" dedi. İbn Asâkir, Ebû Süleymân'dan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) yaz günü yürürken sıcağın, güneşin ve susuzluğun etkisiyle bir çadırın gölgesinde oturdu. Çadırın sahibi gelince: “Ey Allah'ın kulu! Bizim gölgemizden kalk" dedi. Isa (aleyhisselam) kalkıp güneşte oturarak: “Beni (gölgeden) kaldıran sen değilsin. Beni, dünyadan bir şey almamı istemeyen kaldırdı" dedi. Ahmed, Süfyân b. Uyeyne'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) ve Yahya (aleyhisselam) bir köye geldikleri zaman, İsa (aleyhisselam) köyün kötülerini, Yahya da (aleyhisselam) iyilerini sorardı. Ona: “Niçin kötü kişilerin yanında konaklıyorsun?" denildiğinde: “Ben hastalan tedavi eden bir doktorum" derdi. Ahmed, Hişâm b. ed-Destuvâî'den bildiriyor: Bana İsa b. Meryem'in hikmetli sözlerinin birinde şu söz olduğu anlatıldı: “Size amelsiz olarak rızık verilecek dünya için çalışıyor, amel etmeden rızık verilmeyecek âhiret için ise çalışmıyorsunuz. Kötü âlimler! Vay halinize, ücreti alıyor (Allah'ın nimetlerinden faydalanıyor) fakat amel etmiyorsunuz. Dünyayı terkedip kabrin karanlıklarına ve darlığına gitmeniz pek yakındır. Yüce Allah size orucu ve namazı emrettiği gibi günah işlemenizi de yasaklamıştır. Dünyası âhiretinden daha kıymetli olan ve dünyaya rağbet eden kişi nasıl ilim ehlinden olabilir? Hedefi âhiret olup ta dünyaya yönelen, kendisine zarar verecek şeyleri fayda verecek şeylerden daha fazla arzulayan kişi nasıl ilim ehlinden olabilir? Allah'ın ilmi ve kudretiyle olduğunu bildiği halde kendi mevkiini hakir görüp kızan kişi nasıl ilim ehlinden olabilir? Yüce Allah'ın kaderini ve kendisine takdir etmiş olduğu şeyi kabul etmeyen kişi nasıl ilim ehlinden olabilir? İlmi amel etmek için değil de konuşmak için isteyen kişi nasıl ilim ehlinden olabilir?" Ahmed, Saîd b. Abdilazîz ve hocalarından bildiriyor: İsa (aleyhisselam) ve havarilerinden bir kişi Şam'da dağbaşında olan bir köye geldiler. Adamın biri yollarını kesti ve: “Herbirinize bir tokat atmadan buradan geçmenize izin vermem" dedi. Adamla anlaşmak istediler, ancak adam dediğinden başkasına razı olmadı. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “İşte yüzüm, vur!" deyince, adam tokadı vurdu ve geçmesine izin verdi. Adam, havariye: “Sana da bir tokat atmadan geçmene izin vermeyeceğim" dedi ve geçmesine izin vermedi. İsa'(aleyhisselam) durumu öyle görünce yüzünü adama döndü ve adam İsa'ya (aleyhisselam) bîr tokat daha atarak geçmelerine izin verdi. İsa (aleyhisselam): “Allahım! Eğer bu senin rızan içinse bana razı olduğunu bildir. Eğer bu gazabından ise sen bağışlamakta hak sahibisin" dedi. Abdullah b. Ahmed, Ali b. Ebî Talha'dan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) Havarileriyle beraber otururken yanlarından bir kadın geçti. Ashâbdan biri kadına bakınca, diğeri kadına bakan kişiye: “Zina ettin" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam) öyle diyen kişiye: “Eğer oruçlu olsaydın ve et pişirilen bir yerden geçseydin kokuyu aldığında orucun bozulur muydu?" dedi. Adam: “Hayır (bozulmazdı)" karşılığını verdi. Ahmed'in, Atâ'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Bir köye girdiğimde o köy halkı beni köyden çıkarmak isterlerse mutlaka çıkarırlar. Çünkü beni orada bağlayacak bir şeyim yoktur." İsa'nın (aleyhisselam) ayakkabıları ağaç kabuğundan, bağları da liftendi. Ahmed'in, Saîd b. Abdilazîz'den bildirdiğine göre Mesih şöyle buyurmuştur: “(Allahım! Her şey) Benim istediğim gibi değil, senin istediğin gibidir. Benim dilediğim gibi değil, senin dilediğin gibidir." Ahmed'in, Saîd b. Abdilazîz'den bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam) söylenen hiçbir kelime yoktur ki: “Şu miskin vardı ya" denilmesinden daha fazla hoşuna gitsin. Abdullah b. Ahmed'in, İbn Halbes'ten bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Şeytan dünya ile beraberdir. Mal sevdasıyla insanı yanıltır, nefsin arzularını insana hoş ve güzel gösterir. İnsanı şehvete yönlendirince de işini tamamlamış olur. İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in, Câfer b. Burkân'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Allahım! Sevmediğim şeyleri def etmeye gücüm yetmez oldu. Bana faydalı olan şeye de sahip değilim. Güç başkasının elinde ve amellerimin esiri olmuşum. Benden daha fakir kimse yoktur. Bu durumumla düşmanımı sevindirme ve dostumu bana karşı katı eyleme. Musibetimi dinimde kılma ve bana merhamet etmeyecek birini üzerime musallat etme." Ahmed, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Havarilerin kitabında şöyle bir yazı vardı: “Şayet belalara maruz kalman takdir edilmişse bil ki peygamberlere ve salihlere takdir edilen sana takdir edilmiştir. Şayet sana rahatlık ve bolluk takdir edilmişse bil ki onlara takdir edilenin dışında olan şeyler sana takdir edilmiştir. Bu durumda da onların yollarının dışında gitmiş olursun." Ahmed'in Mâlik b. Dinâr'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Sizi koçlar gibi gönderiyorum. Ancak siz İsrâil oğullarının koyunlarını yiyorsunuz. İnsanlara zarar veren kurtlar gibi değil de kuzular gibi olun. Ne oluyor size ki abalar giyiyorsunuz, kapleriniz de domuz kalpleri gibi? Krallar gibi giyinin, ama kalplerinizi Allah korkusuyla yumuşatın." Yine İsa (aleyhisselam) şöyle dedi: “Ey Âdemoğlu! İyi ameller işle ki, amellerin Allah katına çıksın ve seni Allah'a sevdirsin. Senin yaptığın ameller Allah'a fayda verecek değildir." Isa (aleyhisselam), havarilere: “Şeytan sizi cimri yapmak istiyor, onun cimriliğine kapılmayın" dedi. Ahmed, Hasan b. Ali es-San'ânî'den bildiriyor: Bana nakledildiğine göre İsa (aleyhisselam): “Ey havariler topluluğu! Allah'ın (ölüm) sekaratımı hafifletmesi için dua edin" dedi ve şöyle devam etti: “Ölümden o kadar korktum ki ölümden olan korkum beni ölüme götürdü." Ahmed, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Isa (aleyhisselam), havarilerle beraber bir mezarda durmuştu. O an ölüyü mezara indiriyorlardı. Havariler mezarın karanlığını, zorluğunu ve darlığını zikrettiler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Sizin daha önce bulunmuş olduğunuz anne rahmi bu mezardan daha dardı. Yüce Allah genişletmek isterse genişletir" dedi. Ahmed'in, Vehb (b. Münebbih)'den bildirdiğine göre Mesih (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Allah'ı çokça zikredip, hamd ve takdis ederek ona itaat edin. Eğer Yüce Allah kişiden razı olursa kendisine şu dua yeter: “Allahım! Hatalarımı bağışla ve maişetimi ıslah et. Ey ilahım! Beni kötülüklerden koru." Ahmed'in, Ebu'l-Celd'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam), havarilere: “Size hak ile söylüyorum: “Siz ne dünyayı, ne de âhireti istiyorsunuz" deyince, havariler: “Ey Allah'ın Resûlü! Bunu bize açıklasan, biz birini istediğimizi düşünüyorduk" dediler. İsa (aleyhisselam): “Eğer dünyayı istiyor olsaydınız dünyanın sahibine itaat ederdiniz ve dünya hazinelerinin anahtarı elinde olan size istediğinizi verirdi. Eğer âhireti istiyor olsaydınız âhiretin sahibine itaat ederdiniz ve size istediğinizi verirdi. Ancak siz ne bunu, ne de onu istiyorsunuz" dedi. Ahmed, Ebû Ubeyd'den bildiriyor: Havariler, İsa'ya (aleyhisselam): “Ne yiyeceğiz?" dediklerinde: “Arpa ekmeği ve yabani bitkiler yiyin" dedi. Havariler: “Ne içelim?" dediklerinde ise: “Kuyu suyu için " karşılığını verdi. Havariler: “Neyin üzerine oturalım?" diye sorduklarında: “Yere oturun" cevabını verdi. Bunun üzerine havariler: “Görüyoruz ki bize hep maişetteki zor şeyleri emrediyorsun" dediler. İsa (aleyhisselam): “Bunlarla kurtulursunuz, kişi bunlara çok ihtiyaç duyup arzularken bunları terketmediği müddetçe (ruhu) melekler âlemine çıkamaz" dedi. Havariler: “Bu nasıl olacak?" dediklerinde, İsa (aleyhisselam): “Kişinin acıktığı zaman en fazla isteyeceği şey arpadan da olsa bir ekmek kırıntısı değil mi? Susadığı zaman kuyudan da olsa en fazla isteyeceği şey su değil mi? Fazla ayakta kaldığı zamanda en fazla isteyeceği şey yerde oturmak değil mi?" buyurdu. Ahmed, Atâ'dan bildiriyor: Bana, İsa'nın (aleyhisselam) şöyle buyurduğu nakledildi: “Maişet için yetecek kadarını temenni et. Gaflet zamanında uyanık ol. Anlayış lutfuyla hüküm kıl ve yaşadığın müddetçe yere serilen bir çul olma." İbn Ebî Şeybe ve Ahmed, Ebû Hureyre'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) şöyle derdi: “Ey havariler topluluğu! Evlerinizi konaklama yeri, mescidleri de mesken edinin. Yabani bitkilerden yiyin ve dünyadan selametle ayrılın." Ahmed'in, İbrâhîm et-Teymî'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Hazinelerinizi gökyüzüne koyun. Zira kişinin kalbi hazinesinin yanındadır." İbn Ebî Şeybe'nin, Abdullah b. Saîd el-Cu'fî'den bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Evim mescid, içeceğim sudur. Katığım açlık, şiarım korkudur. Atım ise ayaklarımdır. Kışın ısınacağım şey güneş ışınları, gece ışığım aydır. Beraber oturduğum kişiler kötürümler ve miskinlerdir. Malım mülküm hiçbir şeyim olmaksızın akşamlar ve sabahlarım. Bu şekilde ben hayırlardayım. Kim benden daha zengindir?" İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Fudayl b. İyâd'dan bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Dünya sizin için serildi ve siz üzerinde oturdunuz. Ancak krallar ve kadınlar dünyayı elinizden almaya çalışır. Krallardan dünyayı almaya çalışmayın. Siz onları dünyalarıyla baş başa bıraktığınız müddetçe size bir şey demezler. Ancak kadınlardan oruç ve namazla uzak durun." İbn Asâkir'in, Süfyân es-Sevrî'den bildirdiğine göre Mesih (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Dünya nimetleri iyilik için istenir. Ancak onu terketmek daha iyidir." İbn Asâkir'in, Şuayb b. Sâlih'ten bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Vallahi! Dünya kimin kalbine yerleşirse bu kişinin kalbi üç şeye bağlanır. Bunlar yorgunluğu bitmeyecek iş, zenginliğini hissetmeyecek bîr fakirlik ve sonuna ulaşılmayacak emellerdir. Dünya hem isteyen, hem istenendir. Bir kimse âhireti isterse, dünya da onu rızıklarını eksiksiz vermesi için ister. Dünyayı isteyen kişinin de, âhiret boynunu vurmak için ölüp gelmesini ister." İbn Asâkir'in, Yezîd b. Meysere'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Alçak gönüllü olduğunuz kadar yükseltilirsiniz. Merhamet ettiğiniz kadar merhamet edilirsiniz. İnsanların ihtiyacını ne kadar giderirseniz Yüce Allah ta bir o kadar sizin ihtiyacınızı giderir." Ahmed ve İbn Asâkir'in, Şa'bî'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “İyilik etmek sana karşı ihsanda bulunan kişiye iyilik etmek değildir. O ancak mükâfat olur. İyilik etmek, sana kötülük edene iyilikte bulunmaktır." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbnu'l-Mübârek kendisine şöyle nakledildiğini söyledi: “İsa b. Meryem bir topluluğa uğradı ve kendisine kötü sözler söylediler. Buna karşılık İsa (aleyhisselam) onlara güzel sözler söyledi. Başka bir topluluğa uğradığında daha fazla kötü sözler söylediler. İsa (aleyhisselam) onlara da daha fazla güzel sözler söyledi. Havarilerden bir kişi: “Sana kötü söz söylemeyi ne kadar arttırdılarsa sen de onları teşvik edercesine o kadar güzel söz söylemeyi arttırdın" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Her insan kendi yanındakinden verir" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Mâlik b. Enes'ten bildiriyor: İsa b. Meryem'in yanından bir domuz geçerken, İsa (aleyhisselam) ona: “Selametle geç!" dedi. Yanındakiler: “Ey Allah'ın ruhu! Bu domuza mı diyorsun?" deyince: “Dilimi kötü şeye alıştırmayı sevmiyorum" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Süfyân'dan bildiriyor: İsa b. Meryem'e: “Bize onunla Cennete gireceğimiz bir amel söyle" dediklerinde: “Asla konuşmayın" dedi. "Buna güç yetiremeyiz" dediklerinde ise: “O zaman mutlaka hayırlı şeyler konuşun" buyurdu. Harâitî'nin, ibrâhîm en-Nehaî'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Hakkı batıl ehlinden alın ve batılı hak ehlinden almayın. Az konuşanlardan olun ki size yanlış konuşmak yakışmaz." İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Zühd'de, Zekeriyyâ b. Adiy'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Ey havariler topluluğu! Dünya ehlinin dünya selametiyle beraber dinin az bir şeyine razı olduğu gibi siz de dinin selametiyle beraber dünyanın az bir şeyine razı olun." İbn Asâkir'in, Mâlik b. Dinâr'dan bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Kül ile arpa yemek, çöplüklerde köpeklerle yatmak Cenneti istemek için azdır." İbn Asâkir, Enes b. Mâlik'ten bildiriyor: İsa b. Meryem şöyle derdi: “Kul iki Rabbi olması durumuna güç yetiremez. Birini razı ederse diğerini gazaplandırır. Birini de öfkelendirirse diğerini razı eder. Aynı şekilde kul dünyanın hizmetçisi olup âhiret için amel etmeye güç yetiremez. Yediğiniz ve içtiğiniz şeyleri önemsemeyin. Zira Yüce Allah rızkından daha büyük bir nefis, elbisesinden daha büyük bir beden yaratmaz. Bundan ibret alın." İbn Asâkir, el-Makburî'den bildiriyor: Bana, İsa b. Meryem'in şöyle dediği nakledildi: “Ey Âdemoğlu! Eğer bir iyilik edersen onu unut. Çünkü o onu kaybetmeyecek kimsenin yanındadır. Eğer bir kötülük edersen o kötülüğü iki gözünün ortasına koy." İbn Asâkir'in, Saîd b. Ebî Hilâl'dan bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle derdi: “Hırsla malını çoğaltacağını sanan kişi, boyunu uzatsın veya enini genişletsin veya parmaklarının sayısını çoğaltsın vaya rengini değiştirsin. Bilmiş olunuz ki! Allah yaratıklarını yarattı ve her şey yarattığı gibi kaldı. Sonra rızkı taksim etti ve rızık ta taksim ettiği gibi kaldı. Dünya, kişiye ait olmayan bir şeyi verecek değildir. Aynı şekilde kişiye ait olan şeyi de men edecek değildir. Rabbinizin ibadetine dikkat edin. Zira bunun için yaratıldınız." İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İmrân b. Süleymân der ki: Bana bildirildiğine göre İsa (aleyhisselam) Havarilerine şöyle buyurdu: “Eğer benim kardeşlerim ve Havarilerim iseniz kendinizi insanların düşmanlığına ve öfkesine alıştırın." Ahmed ve Beyhakî'nin, Abdulazîz b. Zabyân'dan bildirdiğine göre Mesih (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Kim öğrenir, öğrendiğiyle amel eder ve bilirse, bu kişi melekler âleminde yüce bir kişi sayılır." İbn Asâkir'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsa (aleyhisselam), İsrâil oğullarının arasında durup: «Ey havariler topluluğu! Hikmetli sözlerle ehlinden başka kimselerle konuşmayın. Yoksa hikmete zulmetmiş olursunuz. Hikmeti de ehlinden esirgemeyin, ehline zulmetmiş olursunuz. İşler de üç şeyden ibarettir. Biri iyi olduğu açık olandır ki onu yapın, biri kötü olduğu açık olandır ki ondan sakının, diğeri de şüpheli olan şeydir. Onu da Yüce Allah'a havale edin.»" İbn Asâkir'in, Amr b. Kays el-Mulâî'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “Eğer hikmeti ehlinden men edersen cahillik etmiş olursun. Ehlinden başkasına verirsen yine cahilik etmiş olursun. İlacı sadece tedavi edilmesi gereken yere koyan doktor gibi gibi ol." Abdullah b. Ahmed, Zühd'de ve İbn Asâkir'in, İkrime'den bildirdiğine göre İsa b. Meryem, havarilere şöyle dedi: “Ey havariler topluluğu! İnciyi domuza atmayın. Çünkü domuz inciyle bir şey yapacak değildir. Hikmeti de istemeyen kişiye vermeyin. Zira hikmet inciden daha değerlidir. Hikmeti istemeyen kişi de domuzdan daha kötüdür." İbn Asâkir'in, Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Ey kötü âlimler! Cennetin kapılarına oturdunuz ve girmediğiniz gibi miskinleri de geçirmediniz. Allah katında en kötü insanlar ilmiyle dünyayı isteyenlerdir." İbn Ebî Şeybe'nin, Sâlim b. Ebî Ca'd'dan bildirdiğine göre İsa b. Meryem şöyle buyurmuştur: “İnsanın kötü şeyler düşünmesi evdeki duman gibidir. Duman evi yakmasa da evin kokusunu ve rengini değiştirir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “İsa (aleyhisselam) Tevrat'ı ve İncil'i okurdu" dedi. 49"O, İsrailoğullarına bîr elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Sîze Rabbinizden bîr mucize getirdim: Sîze çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır." İbn Cerîr, İbn İshâk'tan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) bir gün genç çocuklarla oturdu ve eline çamur alarak: “Bu çamurdan size kuş yapayım mı?" dedi. Çocuklar: “Bunu yapabilir misin?" diye sorunca: “Evet, Rabbimin izniyle yapabilirim" dedi. Sonra çamuru kuş gibi yapıp ona üfleyerek: “Allah'ın izniyle kuş ol" dedi. Bunun üzerine çamur kuş oldu ve ellerinin arasından uçup gitti. Çocuklar da gidip bu durumu öğretmenlerine haber verdiler ve bunu insanlar arasında yaydılar. İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc'ten bildirdiğine göre İsa (aleyhisselam): “Hangi kuşu yaratmak zordur?" dediğinde: “Yarasadır, çünkü o sırf ettir" dediler ve İsa (aleyhisselam) bir yarasa yarattı. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsa (aleyhisselam) bir kuş yarattı, o da yarasadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) anadan doğma kör demektir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Atâ (b. Ebî Rebâh) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “(.....), Anadan doğma âma olup gözleri görmeyen demektir" dedi. Ebû Ubeyd, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî, Azdâd'da, Mücâhid'den bildiriyor: (.....) gündüz görüp gece görmeyen kişi demektir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre İkrime: (.....) gözleri akan ve zayıf olandır" dedi. İbn Asâkir, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: İsa'nın (aleyhisselam) hastalara, kötürümlere, körlere, delilere ve başkalarına ettiği dua şöyleydi: “Allahım! Sen gökyüzü ve yeryüzündeki herkesin ilahısın. Onların senden başka ilahı yoktur. Sen gökyüzü ve yeryüzündeki herkesi hoşnud edensin. Onları senden başka hoşnud edecek kimse de yoktur. Sen gökyüzü ve yeryüzündeki herkesin sahibisin. Onların senden başka sahibi de yoktur. Yerdeki kudretin gökyüzündeki kudretin gibidir. Yerdeki hâkimiyetin gökyüzündeki hâkimiyetin gibidir. Senin Kerem sahibi isminle, nurlu yüzünle ve ezeli mülkünle senden istiyorum. Sen her şeye kadirsin." Vehb der ki: “Bu dua korkan kişi ve deli için okunup suyundan içirilir. Allah dilerse bu kişi şifa bulur. İbn Cerîr başka bir kanalla Vehb'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) on iki yaşında olduğunda, onu doğurduğu zaman kavminden kaçarak Mısır topraklarına gelen annesine, Yüce Allah: “Oğlunla beraber Şam'a git" diye vahyetti. O da öyle yapıp Şam'a gitti. Oğlu otuz yaşına basana kadar da Şam'da kaldı. İsa'nın (aleyhisselam) peygamberliği üç yıl sürmüştü. Sonra Yüce Allah onu yanına yükseltti. Vehb'in dediğine göre bazı zamanlarda İsa'ya (aleyhisselam) yaklaşık elli bin hasta gelirdi. Yanına gelebilenler gelmiş, gelemiyenlerin yanına kendisi yaya olarak gitmiştir. Onları Yüce Allah'a dua ederek tedavi etmekteydi.' Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta ve İbn Asâkir, İsmâil b. Ayyâş vasıtasıyla Muhammed b. Talh'a'dan, o da bir adamdan bildiriyor: İsa b. Meryem ölüyü diriltmek istediği zaman önce iki rekat namaz kılardı. Birinci rekatta "Mülk" sûresini, ikinci rekatta ise: “Secde" sûresini okurdu. Namazı bitirdikten sonra da Yüce Allah'ı methedip sena ederek: “Yâ Kadîm, yâ Hayy, yâ Dâim, yâ Ferd, yâ Vitr, yâ Ahad, yâ Samed" diye yedi isimle dua ederdi. Beyhakî: “Bu rivayet kuvetli bir rivayet değildir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Talha b. Musarrif vasıtasıyla Ebû Bişr ve Ebû Huzeyl kendi lafzıyla rivayet edip sonunda şunu eklemiştir: “Eğer bir sıkıntısı olursa: “Yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Zel-Celâli, Ve'l-İkrâm, yâ Nûre's-Semâvâti Ve'l-Ardi Vemâ Beynehume ve-Rabbü'l-Arşil-Azîm" diye yedi isimle daha dua ederdi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Men Âşe Ba'de'l-Mevt'te, Muâviye b. Kurre'den bildiriyor: İsrâil oğulları İsa'yı (aleyhisselam) çağırıp: “Nûh'un (aleyhisselam) oğlu Sâm burada yakın bir yerde defnedildi. Allah'a dua et te onu bize tekrar diriltsin" dediler. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi seslendi, ama bir şey göremedi. Bir daha seslendi, yine bir şey görmedi. İsrâil oğulları: “Buraya yakın bir yere defnedildi" dediler. Allah'ın Peygamberi bir daha seslenince Sâm saçları beyaz bir şekilde çıktı. İsrâil oğulları: “Bu genç kişi olarak ölmüştü, saçlarındaki bu beyazlıkta nedir?" dediler. Sâm: “Kıyamet koptu sandım ve korktum" karşılığını verdi. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, değişik kanallarla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yahudiler, İsa'nın (aleyhisselam) etrafında toplanıp onunla alay ederek: “Ey İsa! Filan kişi dün ne yedi ve yarına ne sakladı?" derlerdi. İsa (aleyhisselam) onların sorularına cevap verdiği halde yine kendisiyle alay ederlerdi. Bu uzun bir süre böyle devam etti. İsa'nın (aleyhisselam) bilinen belli bir yeri yoktu. O sürekli yeryüzünde seyahat eden biriydi. Bir gün bir mezar başında oturup ta ağlayan bir kadın gördü. Ona niçin ağladığını sorduğunda: “Benim kızım öldü ve ondan başka da çocuğum yoktur" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam) iki rekat namaz kıldıktan sonra: “Ey filan! Rahmân'ın izniyle kalk ve (mezardan) çık" diye nida etti. Mezar kıpırdayınca bir daha nida etti ve mezar açıldı. Üçüncü seslenmesinde de kız mezardan başındaki toprakları silkeleyerek çıktı. Kız: “Ey Anne! Benim ölüm sıkıntısını iki defa tatmamı istemen nedendir? Anneciğim! Sabret ve ecrini Allah'tan bekle. Benim dünyalık bir ihtiyacım yoktur. Ey Allah'ın ruhu! Rabbinden iste de bana ölüm sıkıntısını hafifleterek beni tekrar âhirete götürsün" dedi. İsa (aleyhisselam) Rabbine du edince Rabbi kızın canını bir daha aldı ve mezar kızın üstüne kapandı. Bu haber Yahudilere gidince İsa'ya (aleyhisselam) hiddetleri daha da arttı. Kendilerine yakın olan Nusaybin denilen şehirde Yahudilerden zalim ve katı kalpli bir kral vardı. O kralı ve şehir halkını dine davet etmek üzere İsa'ya (aleyhisselam) emir geldi. Havarilerle beraber şehre geldiklerinde ashâbına: “İsa (aleyhisselam), Allah'ın kulu ve Resûlüdür" diye çağırmak için şehre kim gider?" dedi. Havarilerden kendisine Yakûb denilen biri: “Ey Allah'ın ruhu! Ben giderim" deyince: “Tamam git, beni inkar edecek ilk kişi sensin" dedi. Yine Tûsâr diye bilinen biri kalkıp: “Ben de onunla gideyim" dedi. İsa (aleyhisselam): “Sen de onunla git" dediğinde yürüyüp gittiler. Bu sırada Şem'ûn kalkıp: “Ey Allah'ın ruhu! Ben de üçüncüleri olayım. Eğer zor durumda kalırsam senin hakkında kötü söylememe de izin ver " dedi. İsa (aleyhisselam) ona da: “Tamam" dedi. Bunların üçü bir gittiler. Ancak şehre yaklaştıklarında, Şem'ûn onlara: “Siz şehre girin ve size emredileni yerine getirin. Ben burada bekleyeceğim ve başınıza bir şey gelirse sizi kurtarmaya çalışacağım" dedi. Bunun üzerine bu iki kişi şehre girdiler ve İsa'nın (aleyhisselam) emrettiği gibi insanlara söylemeye başladılar. Ancak insanlar İsa (aleyhisselam) ve annesi hakkında hep kötü şeyler söylüyordu. Birinci havari: “İsa, Allah'ın kulu ve Resûlüdür" diye bağırmaya başladı. İkisinin de üstüne saldırdılar ve: “Sizden, kim İsa, Allah'ın kulu ve Resûlüdür dedi" diye sorduklarında, havari: “Ben bir şey demedim" cevabını verdi. Ancak diğer havari: “Hayır dedin, ben de: “İsa, Allah'ın kulu, Resûlü, Meryem'e (aleyhisselam) bıraktığı kelimesi ve ruhudur diyorum. Ey İsrâil oğulları! Ona iman edin, bu sizin için daha hayırlıdır" dedi. Sonra cebbar ve zalim kralın yanına gittiler. Kral: “Yazıklar olsun! Ne diyorsun?" deyince: “İsa, Allah'ın kulu, Resûlü, Meryem'e (aleyhisselam) bıraktığı kelimesi ve ruhudur" diyorum" karşılığını verdi. Kral: “Yalan söyledin" deyince, İsa'ya (aleyhisselam) ve annesine kötü sözler söyleyip iftiralar attılar. Kral, havariye: “Yazıklar olsun! İsa'dan ayrıl ve bizim dediğimiz gibi söyle" dedi. Havari: “Hayır sizin gibi söylemem" deyince: “Eğer söylemezsen senin ellerini, ayaklarını keserim ve gözlerine mil çekerim" dedi. Havari: “İstediğini yap" karşılığını verdi. Kral da dediği gibi yapıp onu şehrin ortasındaki bir çöplüğe attı. Sonra kral onun dilini de kesmek isteyince Şem'ûn geldi ve insanlar etrafına toplandılar. Onlara: “Bu miskin ne dedi?" diye sorunca: “Bu, İsa'nın, Allah'ın kulu ve Resûlü olduğunu iddia ediyor" dediler. Şem'ûn: “Ey kral! Onun yanına yaklaşıp bir şey sormama izin verir misin?" dedi. Kral: “Evet" deyince, Şem'ûn: “Ey Belâlı! Ne diyorsun?" diye sordu. Havari: “İsa'nın, Allah'ın kulu ve Resûlü olduğunu söylüyorum" dedi. Şem'ûn: “Delili nedir biliyor musun?" deyince de: “O, kör olan kişinin gözlerini açar, alacalıları ve hastaları iyileştirir" dedi. Şem'ûn: “Bunu bütün doktorlar yapar, başka bir şey var mı?" dedi. Havari: “Evet, o sizin ne yediğinizi ve ne sakladığınızı bilir" cevabını verdi. Şem'ûn: “Bunu kâhinler de bilir, başka bir şey var mı?" dedi. Havâri: “Evet, o çamurdan kuş yaratır" deyince, Şem'ûn: “Bunu sihirbazlar da yapar, onlardan öğrenmiştir" dedi. Kral bu adama ve sorularına şaşırmıştı. Ona: “Başka bir şey var mı?" deyince: “Evet, o ölüyü diriltir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Şem'ûn: “Ey kral! Bu çok zor bir şey söyledi, bunu Allah'ın izni olmadan kimsenin yapabileceğini sanmıyorum. Allah bu gücü yalancı sihirbazlara da vermedi. Eğer İsa peygamber değilse buna gücü yetmez. Yüce Allah bunu sadece İbrâhîm (aleyhisselam): “Rabim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediği zaman ona göstermiştir. Rahmân'ın dostu İbrâhîm gibi kim olabilir?" dedi. İbn Cerîr, Süddî'den; İbn Asâkir ise, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) gönderip ona dine davet etmesini emrettiği zaman İsrâil oğulları ile karşılaştı ve onu şehir dışı ettiler. İsa (aleyhisselam) ve annesi yeryüzünde seyahat etmeye başladılar. Şehrin birinde bir adamın yanında konakladılar. Adam kendilerini güzel bir şekilde ağırladı ve iyiliklerde bulundu. Şehrin zalim bir kralı vardı. Adam bir gün kederli bir şekilde gelip evine girdi. Meryem (aleyhesselam) adamın hanımının yanındaydı. Kadına: “Kocanın sorunu nedir? Onu kederli görüyorum" dedi. Kadın: “Bizim bir kralımız vardır. Her gün bir kişi kralın ve askerlerinin yiyecek, içeceklerini karşılar. Eğer sırası gelen bunun yapmazsa kral onu cezalandırır. Bu gün de sıra bize geldi. Ancak onlara yedirip içirecek bir şeyimiz yoktur" dedi. Bunun üzerine Meryem (aleyhesselam): “Kocana söyle üzülmesin, oğluma dua etmesini söylerim ve bu dua kocanın kralı ağırlaması için yeterli olur" dedi. Meryem (aleyhesselam), İsa'ya (aleyhisselam) durumu anlatınca, İsa (aleyhisselam): “Anneciğim! Eğer ben öyle edecek olursam kötü şeyler yapmış olurum" deyince, Meryem (aleyhesselam): “Bunu önemseme, o bize ikramda bulundu ve iyilikler yaptı" karşılığını verdi. İsa (aleyhisselam): “Adama söyle kazanlarını ve küplerini su doldursun" dedi. Adam bunları su ile doldurunca, Isa (aleyhisselam), Allah'a dua etti ve kazanlar et, çorba, ekmekle, küpler de daha önce insanların asla görmediği içkilerle doldu. Kral geldiğinde yemeğini yedi. Ancak içkiden içtiği zaman: “Bu içkiyi nereden getirdin?" dedi. Adam: “Bu benim filan ve filan tarlamdandır" cevabını verdi. Kral: “Benim içkim aynı yerden getirildi, ama öyle değildir" dedi. Bu sefer adam: “Bu diğer tarladandır" dedi ve bu karıştırmasından dolayı kendisine kızan krala: “Ben sana durumu anlatacağım. Yanımda bir çocuk var ve o Allah'tan ne isterse Allah ona mutlaka veriyor. Allah'a dua ederek suları içkiye çevirdi" dedi. Bunun üzerine kral adama: “Benim bir oğlum vardı ve kral olmak istiyordu. Ancak o kral olmadan birkaç gün önce öldü. O en fazla sevdiğim kişiydi. Kişi Allah'a dua ediyor ve su içki oluyor. Bu kişi oğlumu diriltmesi için dua ederse Allah onu da kabul eder" dedi. Kral, İsa'yı (aleyhisselam) çağırıp durumu kendisine anlattı ve oğlunu diriltmek için Allah'a dua etmesini istedi. İsa (aleyhisselam): “Bunu yapma, eğer oğlun yaşayacak olursa kötü olacak" dedi. Bunun üzerine kral: “Önemli değil onu görmez miyim? Ne olursa olsun önemli değildir" dedi. İsa (aleyhisselam): “Eğer onu diriltirsem beni ve annemi istediğimiz yere gitmek üzere serbest bırakacak mısınız?" dedi. Kral: “Evet (bırakacağız)" deyince, İsa (aleyhisselam) dua etti ve çocuk dirildi. Memleketlisi onun tekrar dirildiğini görünce bağrışarak silahlarını kuşandılar ve: “Bu ölümü yaklaşıncaya kadar hep bizi yedi. Şimdi de oğlunu kral yapmak istiyor. O da babası gibi bizi yiyecek diyerek savaşa başladılar. Sonra İsa (aleyhisselam), annesi ve beraberinde Yahudi biriyle oradan çıkıp gittiler. Yahudi'de iki ekmek, İsa'da (aleyhisselam) ise bir ekmek vardı. İsa (aleyhisselam) ona: “(Azıkta) ortağım olur musun?" dediğinde, Yahudi: “Evet (olurum) "karşılığını verdi. Ancak Yahudi, İsa'da (aleyhisselam) sadece bir ekmek olduğunu görünce bu ortaklığa pişman olmuştu. İsa (aleyhisselam) uyuyunca Yahudi fazla olan o bir ekmeği yemek istedi. O her lokma yiyişinde, İsa (aleyhisselam): “Ne yapıyorsun?" diyor, o da: “Bir şey yapmıyorum" karşılığını veriyordu. Bu, ekmeği bitirene kadar öyle devam etti. Sabahladıklarında Isa (aleyhisselam): “Yemeğini getir" dedi. Yahudi bir ekmekle gelince, Isa (aleyhisselam): “İkinci ekmeğin nerede?" diye sordu. Yahudi: “Bende sadece bir ekmek vardı" karşılığını verdi. İsa (aleyhisselam) bu duruma suskun kaldı. Kalkıp yollarına devam ettiler ve koyun otlatan bir çoban gördüler. İsa (aleyhisselam): “Ey koyunların sahibi! Bize kesimlik bir koyun ver" diye çağırdı. Çoban da: “Tamam" deyip kendilerine bir koyun verdi. Koyunu kesip pişirdikten sonra Yahudiye: “Ye ve kemikleri kırma" dedi. Yemek yiyip karınlarını doyurduktan sonra İsa (aleyhisselam) kemikleri toplayıp tekrar derinin içine koydu ve asasıyla vurarak: “Allah'ın izniyle kalk" dedi. Koyun kalktı ve melemeye başladı. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Ey koyun sahibi koyununu geri al" dedi. Çoban: “Sen kimsin?" deyince: “Ben İsa b. Meryem'im" cevabını verdi. Çoban: “Sen o sihirbaz mısın?" diyerek kaçıp gitti. İsa (aleyhisselam), Yahudiye: “Bu koyunu yedikten sonra dirilten hakkı için söyle! Sende kaç ekmek vardı?" dedi. Yahudi yemin edip kendisinde sadece bir ekmek olduğunu söyledi. Yine bir sığır sürüsü sahibiyle karşılaştılar. İsa (aleyhisselam): “Ey sığırların sahibi! Bize süründen kesimlik olarak şu danayı ver" dedi. Adam da kendilerine bir dana verdi. Onu da kesip pişirdiler. Adam olup bitenleri seyrediyordu. İsa (aleyhisselam), Yahudiye: “Ye ve kemikleri kırma" dedi. Yemek yemeyi bitirdiklerinde İsa (aleyhisselam) kemikleri toplayıp tekrar derinin içine koydu ve asasıyla vurarak: “Allah'ın izniyle kalk" dedi. Dana böğürerek kalkınca: “Ey dana sahibi dananı geri al" dedi. Çoban: “Sen kimsin?" deyince: “Ben İsa'yım" cevabını verdi. Çoban: “Sen o sihirbaz İsa'mısın?" diyerek kaçıp gitti. İsa (aleyhisselam), Yahudiye: “Bu koyunu ve danayı yedikten sonra dirilten hakkı için söyle! Sende kaç ekmek vardı?" dedi. Yahudi yemin edip kendisinde sadece bir ekmek olduğunu söyledi. Yollarına devam ettiler ve bir şehre vardılar. Yahudi şehrin en yüksek yerinde, İsa (aleyhisselam) ise en engin yerinde konakladı. Yahudi, İsa'nın (aleyhisselam) asası gibi bir asa alıp: “Ben de şimdi ölüyü diriltirim" dedi. O şehrin kralı da ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Yahudi de: “Kim doktor ister?" diye bağırarak dolaşmaya başladı. Kendisine kralın hastalığından bahsedilince: “Beni yanına geçirin, ben onu iyileştiririm. Eğer onun öldüğünü görürseniz ben onu diriltirim" dedi. Yahudiye: “Kralın hastalığı senden önce çok doktoru yorup perişan etti" dediler. Yahudi yine de: “Beni yanına sokun" dedi ve onu kralın yanına soktular. Yahudi kralın ayağını tutup asasıyla ölene kadar vurdu. Sonra da ölü krala asayla vurup: “Allah'ın izniyle kalk" demeye başladı. Oradakiler Yahudiyi çarmıha germek için götürdüler. Bu sırada da İsa (aleyhisselam) geldi. Yahudiyi direğe kaldırmışlardı ki karşılarına geçip: “Eğer sizin dostunuzu diriltirsem arkadaşımı bırakır mısınız?" dedi. Onlar da: “Bırakırız" dediler. İsa (aleyhisselam) kralı diriltti ve kalkıp arkadaşını direkten indirdi. Bunun üzerine Yahudi: “Ey İsa! Şimdiden sonra sen benim yanımda en değerli kişisin. Vallahi şimdiden sonra senden asla ayrılmam" dedi. İsa (aleyhisselam): “Bu koyunu ve danayı yedikten sonra, bunu da öldükten sonra dirilten ve seni çarmıha gerilmek için çıkarıldığın direkten geri indiren hakkı için söyle! Sende kaç ekmek vardı?" dedi. Yahudi bütün bunlara yemin edip kendisinde sadece bir ekmek olduğunu söyledi. Yine yollarına devam ettiler ve üç kerpiç gördüler. İsa (aleyhisselam) dua ederek onları altına çevirip: “Ey Yahudi! Bir kerpiç benim, bir kerpiç senin, bir kerpiç te ekmeği yiyenindir" deyince, Yahudi: “Ekmeği ben yedim" dedi. İbn Asâkir, Leys'ten bildiriyor: Adamın biri İsa (aleyhisselam) ile dost oldu ve beraber bir nehrin kenarına gittiler. Yemek için oturduklarında azıklarında üç ekmek vardı, iki ekmeği yediler ve geriye bir ekmek kaldı. İsa (aleyhisselam) nehre su içmek için gidip geldiğinde üçüncü ekmeğin yok olduğunu gördü. Bunun üzerine adama: “Ekmeği kim yedi?" deyince, adam: “Bilmiyorum" cevabını verdi. Beraber yola devam ettiler ve yolda iki yavrusu olan bir ceylan gördüler. İsa (aleyhisselam) yavru ceylanlardan birini çağırınca ceylan yanına geldi. Onu kesip pişirerek yediler. Sonra ceylan yavrusuna: “Allah'ın izniyle kalk" deyince de ceylan kalktı. Sonra adama: “Sana bu delili gösteren hakkı için soruyorum! O ekmeği kim yedi?" dedi. Adam: “Bilmiyorum" diye cevap verdi. Sonra denize geldiler. İsa (aleyhisselam) adamın elini tutup denizde yürümeye başladı. Sonra: “Sana bu delili gösteren hakkı için soruyorum! O ekmeği kim yedi?" dedi. Adam yine: “Bilmiyorum" dedi. Sonra bir mağaraya gittiler. İsa (aleyhisselam) eline toprak ve çamur alarak: “Allah'ın izniyle altın ol!" dedi. Toprakla çamur altın olunca İsa (aleyhisselam) bu altını üçe bölerek: “Üçte biri senin, üçte biri benim, diğer üçte biri de ekmeği yiyenindir" dedi. Bunun üzerine adam: “Ekmeği ben yedim" dedi. İsa (aleyhisselam): “Bütün altın senindir" deyip adamı terk edip gitti. Sonra iki kişi bu adamın yanına geldi. Bunlar adamı öldürüp altını almak istediler. Durum öyle olunca adam: “Bunu üçe böleriz, ancak birinizi bize yemek getirmesi için şehre gönderin" dedi. Yemek için gönderilen kişi (kendi kendine): “Bu malı niye üçe böleceğim ki? Yemeklerine zehir koyup onları öldüreceğim" dedi. Diğer iki kişi ise: “Malın üçte birini niye ona verelim ki? Döndüğü zaman onu öldürelim" dediler. Adam döndüğü zaman onu öldürdüler ve yemeği yiyip kendileri de öldüler. O mal da öylece mağarada kaldı ve üç kişi o malın yanında öldü. Ahmed, Zühd'de, Hâlid el-Hazzâ'dan bildiriyor: İsa b. Meryem, elçilerini ölüleri diriltmeleri için gönderdiği zaman onlara: “Şöyle şöyle deyin. Eğer bir titreme ve gözyaşı görürseniz o zaman Allah'a dua edin" derdi. Ahmed, Zühd'de, Sâbit'ten bildiriyor: İsa (aleyhisselam) bir kardeşini ziyaret etmek için çıkmıştı. Adamın biri kendisini karşılayıp: “Kardeşin öldü" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam) geri döndü. Kardeşi kızları yanlarından geri döndüğünü işitince yanına gittiler ve: “Ey Allah'ın Resûlü! Senin yanımızdan geri dönmen bizim için babamızın ölümünden daha ağırdır" dediler. İsa (aleyhisselam) gelin bana babanızın mezarını gösterin" dedi. Gittiler ve babalarının mezarını İsa'ya (aleyhisselam) gösterdiler. İsa (aleyhisselam) bağırınca, adam şaçları ağarmış bir şekilde mezardan çıktı. İsa (aleyhisselam) ona: “Sen filan değil misin?" deyince: “Evet benim" cevabını verdi. İsa (aleyhisselam): “Sende gördüğüm bu hal nedir?" dediğinde ise: “Sesini işittiğimde kıyamet koptu sandım" karşılığını verdi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim..." âyetini açıklarken: “Dünkü yediğiniz yemek ve ondan sakladıklarınız, mânâsındadır" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) okulda çocuklara: “Ailen sana şunu, şunu sakladı" derdi. Yüce Allah'ın: “...Evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim...'" âyeti da bu mânâdadır." İbn Asâkir, Abdulah b. Ömer ve Amr b. el-Âs'tan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) daha küçük iken çocuklarla oynar ve çocuklardan birine: “Annenin sana neler sakladığını söylememi ister misin?" derdi. Çocuk ta: “Evet" deyince: “Annen sana şunu, şunu sakladı" derdi. Çocuk eve gidip annesine: “Bana saklamış olduğundan yedir" derdi. Annesi: “Sana ne sakladım?" dediğinde: “Bana şunu, şunu sakladın" derdi. Annesi: “Sana bunu kim söyledi?" diye sorunca da: “İsa b. Meryem söyledi" derdi. Bunun üzerine kadınlar: “Vallahi! Çocukları İsa ile bırakacak olursak onları bozacak" dediler. Bütün çocukları bir eve toplayarak üstlerine kapıyı kapadılar. İsa (aleyhisselam) onları aramaya çıkınca hiç birini bulamadı. Ancak onların evdeki gürültüsünü işitince onları sorup: “Ey onlar! Sanki orada çocuklar var" dedi. Ona: “Hayır orada maymunlar ve domuzlar var" dediler. İsa (aleyhisselam): “Allahım! Onları maymun ve domuz eyle" diye dua etti ve oradaki çocuklar maymun ve domuza dönüştüler. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir: “...Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İsa'nın (aleyhisselam) gökten gelen sofradan neler yediklerini haber vermesidir. Oysa gökten gelen sofradan yedikten sonra bir şey saklamamaları üzere onlardan söz almıştı. Ancak onlar hainlik ederek o sofradan yemekler sakladılar. Bu sebeple de maymun ve domuza dönüştüler." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim b. Ebî Necüd: (.....) âyetini idğamla beraber şeddeli olarak okudu. 50"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin." İbn Cerîr, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: İsa'nın (aleyhisselam) şeriatı, Musa'nın (aleyhisselam) sünneti gibiydi. O cumartesi günü yasağını kabul ediyor ve kıble olarak Beytü'l-Makdis'e dönüyordu. İsa (aleyhisselam), İsrâil oğullarına: “Ben sizi bir harf te olsa Tevrât'ın dışında bir şeye davet etmiyorum. Ben size haram kılınmış olan bazı şeyleri helal kılmak ve üzerinizden bazı yükleri kaldırmak için gönderildim" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “...Size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim" âyetini açıklarken şöyle dedi: “İsa'nın (aleyhisselam) getirdiği şeriat, Mûsa'nın (aleyhisselam) getirdiği şeriatten daha yumuşaktı. Musa'nın (aleyhisselam) getirdiği şeriatte deve eti, bağırsak ve işkembe kendilerine haram kılınmıştı. İsa'nın (aleyhisselam) diliyle de bunlar kendilerine helal kılındı. Mûsa'nın (aleyhisselam) getirdiği şeriatte iç yağları haram kılındı, İsa'nın (aleyhisselam) getirdiği şeriatta ise helal kılındı. Yine bazı balıkları, mahmuzu olmayan kuşları helal kılmıştır. Mûsa'nın (aleyhisselam) haram kılarak şiddetle yasakladığı bazı şeyleri İsa (aleyhisselam) hafifletmek için İncil'le geldi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Size Rabbinizden bir mucize getirdim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İsa'nın (aleyhisselam), İsrâil oğularına gösterdiği bütün şeyler ve Rabbinin kendisine verdikleri delillerdir." 51Şüphe yok ki Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse, ona ibâdet edin. İşte bu doğru yoldur.” 52"Isa onların inkârlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: “Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O na teslim olduğumuza şahid ol." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “İsa onların inkârlarını hissedince..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İsrâil oğulları, İsa'yı (aleyhisselam) yalanlanlayıp ve öldürmek isteyince İsa (aleyhisselam) kavminden yardım istedi. Bunun üzerine Yüce Allah'ın: “...İsrailoğullarının birtakımı böylece inanmış, birtakımı da inkar etmişti..." âyeti indi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?..." âyeti hakkında: “Kim beni Allah yolunda takip eder?" mânâsındadır, dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?..." âyetini açıklarken: “Kim Allah'la beraberdir?" mânâsındadır, dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Onlar elbiselerinin beyazlığından dolayı havariler adını aldılar. Aynı zamanda onlar avcı idiler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû Ertaa'dan bildiriyor: Havariler elbiseleri yıkayarak beyazlatanlardır. Yani elbise yıkayan kişilerdir. İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildiriyor: Havariler demek yıkayıcılar demektir. Nabatice: “Havari", Arapça'da ise: “Muhavvar"dır. Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bildiriyor: Havariler çamaşırcılar demektir. İsa (aleyhisselam) yanlarına uğrayınca ona iman ederek kendisine uydular. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den bildiriyor: Havariler hilafete layık olan kişilerdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Havariler, peygamberlerin seçkin adamlarıdır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Havariler, peygamberlerin seçkin adamlarıdır" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Havari demek vezir demektir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne: “Havari demek yardımcı demektir" dedi. Buhârî, Tirmizî ve İbnu'l-Münzir'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim ise ez-Zübeyr'dir. " İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte bildirdiğine göre Asîd b. Yezîd bu âyeti (.....) şeklinde okudu. Osman'ın mushaf'ında ise üç (nun) harfi bulunmaktadır. 53"Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygamber'e uyduk; bizi şahid olanlarla beraber yaz." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bizi şahid olanlarla beraber yaz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bizi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ürnmetiyle beraber yaz mânâsındadır." Çünkü o ümmet, peygamberlerinin ve elçilerin tebliğ ettiğine dair şahitlik etmişlerdir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bizi şahid olanlarla beraber yaz" âyetini açıklarken: “Bizi Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbıyla beraber yaz anlamındadır" dedi. İbn Merdûye, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını bitirdiği zaman şöyle dua ederdi: “Allahım! Senden dileklerde bulunanların, katındaki hakları adına, karada ve denizde bulunan herhangi bir kulun veya cariyenin dualarını kabul edip icab buyurduğun gibi bizi de güzel dualarına ortak kıl. Bizi ve onları sağlıklı kılıp bizim de onların da dualarını kabul buyurmanı, bizi de onları da bağışlamanı istiyorum. Zira biz indirdiklerine ve peygamberlerine iman ettik. Bizi de şahid olanlarla beraber yaz." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine şöyle buyururdu: “Kim bu kelimelerle dua ederse Yüce Allah onun duasını karada ve denizde dua edenlerin duası ile beraber kılar. Kişi yerinde olduğu halde bu dua onu onların arasında kılar." İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: İsrâil oğulları, İsa'yı (aleyhisselam) ve Havarilerden on dokuz kişiyi bir evde kuşattılar. İsa (aleyhisselam), ashâbına: “Kim Cennet karşılığı yerime geçip öldürülür?" dedi. Bunun üzerine bir kişi İsa'nın (aleyhisselam) şekline girdi. (Yüce Allah ta) İsa'yı (aleyhisselam) gökyüzüne çıkardı. Yüce Allah'ın: “(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır" âyeti da İsrâil oğullarının tuzaklarının bozulmasını anlatmaktadır. 54Yahûdiler, (Îsâ’yı öldürmek için) hileye saptılar. Allah’da (Îsa’yı göğe kaldırıp kendilerinden, Îsa’ya benziyen birini hilekârlarına öldürtmekle onlara) hile yaptı, ceza verdi. Allah fenalığa karşı ceza verenlerin en kuvvetlisidir. 55O vakit Allah şöyle buyurdu: “ Ey İsâ! Şüphe yok ki seni, (ecelin bitince) öldüreceğim, seni bana yükselteceğim, seni küfredenlerin içinden tertemiz kurtaracağım ve sana bağlı olanları, kıyâmet gününe kadar küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz de yalnız banadır. O vakit ihtilâf ettiğiniz şeyler hakkında aranızdaki hükmü ben vereceğim. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyeti için: “Seni ben öldüreceğim, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hasan'ın: (.....) âyeti için: "Yeryüzündeki hayatını sona erdireceğim, mânâsındadır" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyeti hakkında şöyle dedi: Burada vefattan kasıt, uyku halinde olan vefattır. Yani Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) uyku halinde iken yanına yükseltti. Hasan, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere şöyle buyurduğunu söyledi: “İsa (aleyhisselam) ölmüş değildir. O, kıyamet gününde size geri dönecektir. " İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim...'" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu olay mukaddem ve muahher olarak gerçekleşecektir. Yani: “Önce seni kendime yükselteceğim ve sonra vefat ettireceğim, mânâsındadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Matar el-Varrâk bu âyeti açıklarken: “Seni öldürmeyeceğim, dünya hayatını bitireceğim, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr sahîh isnâdla Ka'b'dan bildiriyor: İsa (aleyhisselam) kendisine uyanların azlığını ve kendisini yalanlıyanların çokluğunu görünce, bu durumu Yüce Allah'a arz etti. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim..." âyetini indirdi. Yani: “Seni ölü olarak yanıma yükseltmeyeceğim. Seni kör Deccal'ı öldürmen için tekrar göndereceğim. Deccal'ı öldürdükten sonra yirmi dört yıl daha yaşayacaksın. Sonra da seni diriler gibi öldüreceğim, mânâsındadır. Ka'b der ki: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Benim başında, İsa'nın da (aleyhisselam) sonunda olduğu ümmet nasıl helak olur?» âyeti da bunu doğrulamaktadır." İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Hiçbir peygamberin zamanında İsa'nın (aleyhisselam) zamanı gibi şaşılacak şeyler olmamıştır. Çünkü o Allah katına yükseltilmiştir. Ref edilmesinin sebebi de Dâvud b. Nûza denilen zalim bir kraldı. Bu kral İsa'yı (aleyhisselam) öldürülmesi için isteyen İsrâil oğullarının kralıydı. Yüce Allah, İsa (aleyhisselam) daha on üç yaşındayken kendisine İncîl'i indirmişti. Yükseltildiği zaman da otuz dört yaşındaydı. Yüce Allah ona: “...Seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkarcılardan temizleyeceğim..." âyetini vahyetti. Yani: “Seni Yahudilerden kurtaracağım ve seni öldürmeleri için sana ulaşamayacaklardır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında: “Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) yanına yükseltti ve o, semadadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) gündüz üç saat kadar öldürdü ve onu yanına yükseltti. İbn Asâkir, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) üç gün öldürdü ve sonra onu tekrar diriltip yükseltti. Hâkim, Vehb (b. Münebbih)'den bildiriyor: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) yedi saat öldürdü ve sonra onu tekrar diriltti. Meryem (aleyhesselam) on üç yaşındayken ona hamile oldu. İsa (aleyhisselam) otuz üç yaşında iken yükseltildi. Annesi de, İsa (aleyhisselam)yükseldikten sonra altı yıl yaşadı. İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in, Cuveybir vasıtasıyla bildirdiğine göre Dahhâk ve İbn Abbâs: “...Seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim..." âyetini açıklarken: “Seni yükselteceğim ve âhir zamanda vefat ettireceğim, mânâsındadır" dediler. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyet hakkında: “Onu yükseltmesi vefat ettirmesidir" dedi. Hâkim, Hâris b. Mehaşşe'den bildiriyor: Hazret-i Ali Ramazan ayının yirmi birinci günü öldürüldü. Hasan b. Ali'nin şöyle dediğini işittim: “O, Kur'ân indirildiği gece öldürüldü. O, İsa'nın (aleyhisselam) yükseltildiği ve Musa'nın vefat ettiği gece öldürüldü." İbn Sa'd, Zühd'de Ahmed ve Hâkim, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: İsa (aleyhisselam) otuz üç yaşında yükseltildi. Korunmuş bir şekilde vefat etti. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...ve seni inkarcılardan temizleyeceğim... âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onu Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Mecusîlerden ve kavminden olan kafir kişilerden temizledi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “...ve seni inkârcılardan temizleyeceğim..." âyetini açıklarken: “Seni öldürmeye kastettikleri zaman onlardan temizleyeceğim (koruyacağım) mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar İsa'nın (aleyhisselam) fıtratına, miletine ve sünnetine uyan Müslümanlardır. Bu Müslümanlar, kendilerine düşmanlık edenlere karşı kıyamete kadar üstün olacaklardır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyet hakkında: “Sana İslam üzere uyanları kıyamete kadar kâfirlere karşı muzaffer kılacağım, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nu'mân b. Beşîr, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Ümmetimden bir grup sürekli (kâfirlere) karşı üstün kalacak ve Allah'ın emri zuhur edene kadar kendilerine muhalefet edenleri önemsemeyeceklerdir." Nu'mân der ki: “Birileri benim için "Resûlullah'ın demediği şeyleri demiş gibi naklediyor" derse, bunu Yüce Allah'ın Kitâbı'nda: “...Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim" âyeti doğrulamaktadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Sana uyanları ... üstünde tutacağım...'" âyetini açıklarken: “Onlar Müslümanlardır, biz de onlardanız. Biz kıyamete kadar kâfirlerin üstünde olacağız" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Muâviye b. Süfyân, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Ümmetimden bir topluluk Allah'ın emri zuhur edene kadar, hak üzere üstün bir şekilde savaşmayı bırakmayacaktır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Şüphesiz ki seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım..." âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyet hakkında şöyle dedi: “Hıristiyanlar, kıyamete kadar Yahudilerin üstündedirler. Kıyamet gününe kadar Hıristiyanlar Yahudilerin üstünde olurlar. Dünya üzerinde batıda veya doğudaki bütün beldelerde Hıristiyanlar Yahudilerden hep üstündürler. Yahudiler de her beldede hep aşağılanmışlardır. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında şöyle dedi: “İsa (aleyhisselam), Allah'ın yanına yükseltilmiştir. Sonra kıyamet gününden önce tekrar geri inecektir. İsa (aleyhisselam) ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edip onların dini üzere olanlar kıyamete kadar onlardan ayrılanlara karşı sürekli üstün kalacaklardır. İbn Cerîr, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah farzları edâ edenlere salih amellerinin karşılığını eksiltmeden tam olarak verecektir." 56O kâfir olanlara gelince, ben onları dünyada da, Âhirette de en şiddetli bir azap ile cezalandıracağım ve onları azâptan kurtarmak için yardım edicilerden hiç kimse yoktur. 57Fakat îman edip sâlih ameller işliyenlere gelince: Allah onların mükâfatlarını tamamen ödeyecektir. Allahü Tealâ zâlimleri sevmez. 58Geçmiş peygamberlere âit bu hükümleri âyetlerden ve hikmet dolu Kur’ân’dan Cebrâil vasıtasıyla biz sana okuyoruz. 58"(Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'ân'dan okuyoruz." İbn Ebî Hâtim, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Necrân'lı iki rahib geldi ve biri: “İsa'nın babası kimdir?" diye sordu. Allah'ın Resûlü de Rabbinden emir alıncaya kadar cevap vermekte acele etmezdi. Bunun üzerine kendisine: “(Resulüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'ân'dan okuyoruz. Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma" âyetleri indi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetiyle Kur'ân kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Fitneler olacaktır" buyurduğunu işittim ve: “Ondan kurtulmanın yolu nedir?" diye sordum. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın Kitâb'ına sarılmaktır. Zira Allah'ın Kitabı hikmetlerle doludur ve doğru yoldur" buyurdu. 59"Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Necrân'dan bir heyet Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Aralarında Seyyid ve el-Âkıb bulunmaktaydı. Onlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen neden sahibimizi bu şekilde anıyorsun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sahibiniz kimdir?" karşılığını verdi. Onlar da: “İsa'dır ve sen onun Allah'ın kulu olduğunu iddia ediyorsun" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, o Allah'ın kuludur" buyurdu. Onlar: “Peki İsa gibisini gördün mü? Veya sana öyle biri bildirildi mi?" dediler ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından gittiler. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve: “Eğer sana bir daha gelirlerse onlara de ki: “Allah nezdinde isa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi'" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Necrân'ın efendileri ve piskoposları olan Seyyid ve el-Âkıb, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştılar. Ona İsa'nın (aleyhisselam) durumunu sorarak: “Her insanın babası vardır, İsa'nın babasızlık durumu nedir?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah nezdinde isa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderildiği zaman bunu Necrân'lılar işittiler ve onların ileri gelenlerinden olan dört kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Bunlar el-Âkıb, Seyyid, Mâsercis ve Mâribhur'du. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) İsa hakkında ne dediğini sorduklarında: “O, Allah'ın kulu, kelimesi ve ruhudur" karşılığını verdi. Onlar: “Hayır, o Allah'ın kendisidir. O, mülkünden indi ve Meryem'in içine girdi. Sonra da ondan çıktı. Bununla da bize kudretini ve emrini gösterdi. Daha önce babasız olarak doğan bir insan gördün mü?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi" âyetini açıklarken: “Bu âyet, Necrân'Iı el-Âkıb ve Seyyid hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Bize söylenene göre aralarında Seyyid ve el-Âkıb'ın bulunduğu Necrân'Iı heyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Seyyid ve el-Âkıb, Necrân'ın ileri gelenlerindendi. Onlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Muhammed! Niçin sahibimize sövüyor sun?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin sahibiniz kimdir?" dedi. Onlar: “İsa b. Meryem'dir. Sen onun bir kul olduğunu iddia ediyorsun" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, o, Allah'ın, Meryem'in rahmine bırakmış olduğu kulu, kelimesi ve ruhudur" buyurdu. Onlar da buna hiddetlenerek: “Eğer doğru söylüyorsan bize ölüleri dirilten, âmâyı iyileştiren ve çamurdan kuş yapıp ona üfleyerek canlandıran birini göster. O, Allah'tır" dediler. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl gelip: “Ey Muhammed: “Şüphesiz «Allah, Meryem oğlu Mesîh'dir» diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesîh'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir (O'na kim bir şeyle engel olabilecektir)? Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam mânâsıyla kadirdir. Andolsun ki «Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir» diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh «Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur» demişti'" diyene kadar sessiz kalmıştı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Cibrîl! Benden îsa gibi birini göstermemi istediler" dedi. Cibrîl: “Allah katında İsa, Âdem gibidir. Onu topraktan yarattı ve ona: «Ol!» deyince oluverdi" dedi. Necrân'lılar ertesi gün tekrar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu âyetleri okudu. İbn Sa'd ve Abd b. Humeyd, Ezrak b. Kays'tan bildiriyor: Necrân'ın başrahibi ve el-Âkıl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiklerinde onlara Müslümanlığı anlattı. Onlar: “Biz senden önce Müslümandık" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yalan söylediniz. Sizi üç şey İslam'dan alıkoydu. İsa için «Allah'ın oğludur» demeniz, haça secde etmeniz ve domuz eti yemenizdir" buyurdu. Onlar: “İsa'nın babası kimdir?" dediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne cevap vereceğini bilememişti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi. Gerçek Rabb'indendir, o halde şüphelenenlerden olma. Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: «Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim. Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Allah'tan başka tanrı yoktur. Doğrusu Allah güçlüdür, Hakim'dir. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah bozguncuları bilir"' âyetlerini indirdi. Bu âyetler indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları mülâane (karşılıklı lanetleşme) için çağırdı. Onlar birbirlerine: “ O, (gerçek) peygamber ise onu mülâane edemeyiz" diyerek: “Başka bir teklifin var mıdır?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ya Müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya savaşırsınız" dedi. Onlar da cizye vermeye karar verdiler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Gerçek Rabb'indendir, o halde şüphelenenlerden olma" âyetini açıklarken: “(Ey Muhammed!) İsa'nın (aleyhisselam) durumunun, Hazret-i Âdem'in durumu gibi olduğu hakkında şüphe edenlerden olma. İsa (aleyhisselam) Allah'ın kulu, resûlü ve kelimesidir" mânâsındadır, dedi. İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildiriyor: Necrân'dan bir heyet Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: “Bize İsa b. Meryem'den bahset" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsa (aleyhisselam), Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Yüce Allah onu Meryem'in (aleyhisselam) rahmine bırakmıştır" dedi. Onlar: “İsa (aleyhisselam) daha üstte olmalıdır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi" âyetini indirdi. Yine onlar: “İsa'nın (aleyhisselam), Hazret-i Âdem gibi olmaması gerekir" deyince, Yüce Allah: “Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris b. Cez' ez-Zubeydî Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işitti: “Keşke benimle Necrân'lılar arasında bir perde olsaydı da ne ben onları, ne de onlar beni görmeseydi" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kendisiyle çok tartıştıkları için söylemişti. Beyhakî, Delâil'de, Seleme b. Abdi Yeşûa vasıtasıyla babasından, o da dedesinden bildiriyor: Neml sûresi inmeden önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necrân ahalisine şöyle bir mektup yazdı: “İbrahim'in, İshâk'ın ve Yâ'kûb'un ilahı ismiyle! Muhammed'den Necrân başrahibine ve Necrân ahalisine. Eğer Müslüman olursanız İbrâhîm'in, İshâk'ın ve Yâ'kûb'un ilahı olan Allah'a hamd ederim. Derim ki: «Sizi kulların ibadetinden Allah'ın ibadetine, kulların himayesinden Allah'ın himayesine davet ediyorum. Eğer bunu kabul etmezseniz cizye verirsiniz. Onu da kabul etmezseniz size karşı savaş açarım, vesselam...»" Baş rahib bu mektubu okuyunca mesele gözünde büyüdü ve çok korktu. Sonra Necrân ahalisinden olan Şurahbîl b. Vedâa'nın gelmesi için bir adam gönderdi. Bu kişi geldiğinde ona Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermiş olduğu mektubu verdi. O da mektubu okuyunca, başrahip kendisine: “Ne diyorsun?" diye sordu. Şurahbîl: “İsmâil'in zürriyetindeki peygamberlik konusunda Allah'ın, İbrâhîm'e verdiği vaadi biliyorsun. Bu kişinin o olmadığını garanti edebilir misin? Peygamberlik konusunda benim bir bilgim yoktur. Eğer durum dünyevi işlerle alakalı olsaydı sana o konuda görüşlerimi bildirirdim ve bu hususta senin için çaba sarfederdim" dedi. Bunun üzerine başrahib Necrân ahalisini fikirlerini almak için teker teker huzuruna çağırmaya başladı. Ancak hepsi de Şurahbîl'in dediği şeyleri söylediler. Ortak bir görüşle Şurahbîl b. Vedâa'yı, Abdullah b. Şurahbîl'i ve Cebbâr b. Fayd'ı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermeleri ve durumu öğrenip geri dönmeleri hususunda karar verdiler. Bu heyet yola çıktı ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanma Vardılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara, onlar da Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı sorular sordular. İki tarafın da soruları devam ediyordu ki onlar: “İsa b. Meryem hakkında ne diyorsun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bugün ben de İsa hakkında herhangi bir vahiy yoktur. Yarın sabah bana söyleneni size haber vermem için burada kalın" buyurdu. Yüce Allah: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi. Gerçek Rabb'indendir, o halde şüphelenenlerden olma. Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim'" âyetlerini indirdi. (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu âyetleri bildirince) onlar böyle bir şey yapmayı kabul etmediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu haberi verdiği günün ertesi günü Hasan ve Hüseyin'i kadifeden izarının altına almış bir şekilde geldi. Kızı Hazret-i Fâtıma da lanetleşmek için arkasından geliyordu. O gün lanetleşmek için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kaç hanımı da bulunmaktaydı. Şurahbîl arkadaşlarına: “Eğer bu zât, Allah tarafından gönderilen bir peygamber ise ve biz onunla lanetleşirsek yeryüzünde bizden geride ne bir kıl, ne de bir tırnağın kalmayacağını ve hepsinin helak olacağını görüyorum" dedi. Arkadaşları: “Bu konuda senin fikrin nedir?" diye sorunca: “Benim görüşüm onu aramızdaki mesele için hakem kılmaktır. Onun asla adaletsiz olarak hükmedeceğini düşünmüyorum" karşılığını verdi. Arkadaşları: “Sen istediğini yap" dediler. Şurahbil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim, seninle lanetleşmekten daha hayırlı bir görüşüm vardır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nedir bu görüşün?" diye sorunca: “Bugün akşama kadar, akşamdan da sabaha kadar bizim için ne hüküm kılarsan kabulümüzdür" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) lanetleşmeden geri döndü. Sonra onlarla cizye ödemeleri üzere barış yaptı. Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve Ebû Nuaym, Delâil'de, Huzeyfe'den bildiriyor: Âkıb ve Seyyid, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip lanetleşmek istediler. Biri diğer arkadaşına: “Onunla lanetleşme, vallahi! Eğer o peygamberse ve onunla lanetleşirsek ne biz, ne de bizden sonraki zürriyetimiz iflah olmayız" dedi. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bizden ne istersen vereceğiz. Bizimle emin olan birini gönder" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kalk ey Ebû Ubeyde!" buyurdu. Ebû Ubeyde kalkınca: “Bu kişi bu ümmetin güvenilir kişisidir" dedi. Hâkim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym, Câbir'den bildiriyor: Âkıb ve Seyyid, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları Müslümanlığa davet edince: “Biz Müslümanız ey Muhammed!" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yalan söylediniz, sizi Müslüman olmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu söylememi ister misiniz?" dedi. Onlar: “Söyle" deyince de: “Haçı sevmeniz, içki içmeniz ve domuz eti yemenizdir" buyurdu. Câbir der ki: “Onları lanetleşmeye davet etti. Onlar da: “Yarın lanetleşiriz" dediler. Ertesi gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'nin, Hazret-i Fâtıma'nın, Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak geldi ve onlara haber gönderdi. Ancak onlar lanetleşmeyi kabul etmeyerek, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) istediğini kabul ettiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni hak olarak gönderene yemin olsun ki! Eğer lanetleşmiş olsalardı üzerlerine ateş yağardı" dedi. Câbir şöyle devam etti: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim" âyeti Âkıb ve Seyyid hakkında inmiştir. "...Kendimizi..." kelimesinden kasıt, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ali'dir. "...Oğullarımızı..." kelimesinden kasıt, Hasan ve Hüseyin, "...Kadınlarımızı..." kelimesinden kasıt, ise Hazret-i Fâtıma'dır. Hâkim, Câbir'den bildiriyor: Necrân'dan gelen heyet Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “İsa hakkında ne diyorsun?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): Isa (aleyhisselam), Allah'ın ruhu, kelimesi, kulu ve elçisidir" karşılığını verdi. Onlar: “Biz bunun öyle olmadığını söylüyoruz. Bu konuda bizimle lanetleşir misin?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Siz öyle mi istiyorsunuz?" diye sorunca: “Evet öyle istiyoruz" cevabını verdiler. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem): “Öyle istiyorsanız lanetleşelim o zaman" dedi ve gelip Hasan ve Hüseyin'i aldı. Heyetin başkanı: “Onunla lanetleşmeyin. Vallahi! Onunla lanetleşirseniz iki fırkadan biri yere batacaktır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde: “Ey Ebu'l-Kâsım! Seninle lanetleşmek isteyenler bizim akılsızlarımızda. Biz, senin bizi affetmeni istiyoruz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben de sizi affettim" buyurdu. Sonra da: “Azab Necrân'ı gölgelendirdi" dedi. Ebû Nuaym, Delâil'de, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'den, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Necrân Hıristiyanları eşrafından on dört kişilik bir heyet Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Bunların aralarında Necrân'ın en önde geleni Seyyid ve Seyyid'den sonra gelen görüş sahibi olan Âkıb bulunmaktaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Müslüman olun" deyince: “Biz Müslüman olduk" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır siz Müslüman olmadınız" buyurunca: “Biz senden önce Müslüman olduk" karşılığını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yalan söylüyorsunuz, sizi üç şey Müslüman olmaktan alıkoymuştur. Bunlar haça tapmanız, domuz eti yemeniz ve Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmenizdir" dedi. Bunun üzerine: “Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi" âyeti indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti kendilerine okuyunca: “Ne dediğini bilmiyoruz" dediler. O zaman da: “Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa de ki: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de..." âyeti indi. Kur'ân geldikten sonra seninle İsa (aleyhisselam) hakkında mücadele edenleri lanetleşmeye davet et, mânâsındadır. Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiğinin hak, onların da dediklerinin batıl olduğunu onlara söyleyip bu konuda onlarla lanetleşmesini Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) emretti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Yüce Allah sizin bunları kabul etmemeniz durumunda sizinle lanetleşmemi emretti" deyince: “Ey Ebu'l-Kâsım! Biz şimdi geri dönüp bu durumu düşüneceğiz, sonra sana tekrar geleceğiz" dediler ve gruplar halinde baş başa verip fikir alışverişi yapmaya başladır. Seyyid, Âkıb'e: “Vallahi! Bunun, Allah'ın göndermiş olduğu peygamber olduğunu biliyorsunuz. Eğer bununla lanetleşirseniz kökünüz kuruyacaktır. Peygamberle lanetleşmiş hiçbir kavim yoktur ki mutlaka büyükleri de, küçükleri de yok olmuştur. Siz ona uymayıp dininizde kalmak istiyorsanız onunla anlaşma yaparak yurdunuza geri dönün" dedi. Bu arada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ali, Hasan, Hüseyin ve Hazret-i Fâtıma ile beraber geldi ve: “Ben dua ettiğimde siz: «Âmin» deyin" buyurdu. Bunun üzerine Necrân'lılar lanetleşmeyi kabul etmeyerek cizye ödemek üzere Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) sulh yaptılar. Ebû Nuaym, Delâil'de, Atâ ve Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Necrân ahalisinden sekiz Arap rahip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Aralarında Âkıb ve Seyyid de bulunmaktaydı. Yüce Allah: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de..." âyetini indirdi. Yani burada yalan söyleyeni Allah'ın lanetlemesi için dua etmek kastediliyordu. Necrânlılar: “Bize üç gün fırsat ver" dediler. Kurayza oğulları, Nadîr oğulları ve Kaynuka oğullarının yanlarına giderek onların da bu konuda görüşlerini aldılar. Onlar da, lanetleşmeyip sulh yapmalarını ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Tevrat'ta buldukları peygamber olduğunu söylediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Safer ayında bin elbise, Receb ayında bin elbise ve gümüş ödemek üzere barış yaptılar. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym'ın, Delâil'de bildirdiğine göre Katâde: “...Bu hususta seninle kim tartışacak olursa de ki: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yani İsa (aleyhisselam) hakkında tartışacak olurlarsa, mânâsındadır. Necrân heyeti Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) lanetleşmeye davet edenler ve kendisiyle İsa (aleyhisselam) hakkında tartışanlardı. Ancak bu davetlerinden vaz geçerek lanetleşmeyi kabul etmemişlerdi. Bize, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu nakledildi: “Azab, Necrân ahalisinin üzerine inecekti. Eğer lanetleşmiş olsalardı onların yeryüzünde kökleri kuruyacaktı. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym, Şa'bî'den bildiriyor: Necrân ahalisi, İsa b. Meryem hakkında en fazla tartışan kişilerdi. Onlar bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışıyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim" âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla lanetleşmekle emrolundu ve onlar yarın lanetleşiriz dediler. Ertesi gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hasan, Hüseyin ve Hazret-i Fâtıma ile beraber gelince onlar lanetleşmeyi kabul etmeyerek cizye ödemek üzere barış yaptılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Necrân ahalisi lanetleşmiş olsaydı hepsinin, hatta ağaçlardaki kuşlarının bile helak olacağı haberi verilmişti" dedi. Abdurrezzâk, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Delâil'de Ebû Nuaym, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Eğer Necrân ahalisi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile lanetleşmiş olsaydı geri döndüklerinde ne ailelerini, ne de mallarını bulamayacaklardı. Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildiriyor: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim..."r' âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'yi, Hazret-i Fâtıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırarak: “Allahım! Bunlar benim ailemdir" dedi. İbn Cerîr, İlbâ' b. Ahmar el-Yeşkurî'den bildiriyor: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim..." âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali'ye, Hazret-i Fâtıma'ya, çocukları Hasan ve Hüseyin'e gelmeleri için haber gönderdi ve Yahudileri lanetleşmeye davet etti. Yahudilerden bir genç: “Vay halinize! Daha dün kardeşlerinizin lanetleşmeden dolayı maymun ve domuzlara çevrildiklerini görmediniz mi? Onunla lanetleşmeyin" dedi. Onlar da lanetleşmekten vaz geçtiler. İbn Asâkir'in Câfer b. Muhammed'den bildirdiğine göre babası: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim..." âyeti hakkında şöyle dedi. Bu âyet indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'i ve çocuklarını, Ömer'i ve çocuklarını, Osmân'ı ve çocuklarını, Ali'yi ve çocuklarını yanına alarak lanetleşmeye gelmişti. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc vasıtasıyla İbn Abbâs'ın: “...Sonra lanetleşelim..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah yalancıyı lanetlemesi için tüm gücümüzle dua edelim, mânâsındadır" dedi. Hâkim ve Beyhakî'nin, Sünen'de, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) işaret parmağıyla işaret ederek: “Bu, ıhlashr" dedikten sonra ellerini omuz seviyesine yükselterek (açıp): “Bu, duadır" dedi. Sonra da ellerini tam olarak uzatıp: “Bu da lanetleşmedir" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır..." âyetini açıklarken: “İsa (aleyhisselam) hakkında söylediklerimiz haktır, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, Kays'tan bildiriyor: İbn Abbâs ve başka biri arasında bir şey vardı. Bunun üzerine İbn Abbâs: “...Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşim" âyetini okuduktan sonra Ka'be'nin köşesine doğru yönelerek ellerini kaldırdı (açtı) ve "Allah'ın lanetinin yalancılarin üzerine olmasını dileyelim'" dedi. 60Îsa hakkında sana verilen haber gerçektir. Artık şüphecilerden olma. 61Îsâ (aleyhisselâm’ın) Allah’ın kulu ve Rasûlü olduğuna dâir sana ilim geldikten sonra onun hakkında kim seninle münakaşaya kalkışırsa şöyle de: “ Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizleri ve sizleri çağıralım; sonra hepimiz dua edip yalvaralım da Allah’ın lânetini yalancıların üzerine okuyalım.” 62Bu anlatılanlar, muhakkak ki doğru ve hak olan haberlerdir ve Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur. Şüphesiz o Allah, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir. 63Eğer îman etmekten yüz çevirirlerse, elbette Allah o fesatçıları hakkıyle bilendir (ve cezalarını verendir.). 6464"De ki: «Ey Kitâb ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin». Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin." İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Sünen'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazının ilk rekatında: “Allah'a, bize gönderilene, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız" deyin" âyetini, ikinci rekatında ise: “Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin" âyetini okurdu. Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ebû Süfyân'ın bana anlattığına göre Heraklius, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mektubunu istedi ve onu okumaya başladı. Mektup şöyleydi: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Roma büyüğü Hirakl'e! Doğru yolda gidenlere selam olsun! Derim ki: «Seni İslam daveti ile davet ediyorum. Müslüman olursan kurtuluşa erersin. Müslüman olursan Allah sana ecrini iki kat verecektir. Eğer bu davete yüz çevirirsen çiftçilerin günahları senin üstünedir.»" Mektupta "...Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin". Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin"' âyeti de bulunmaktaydı. Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kâfirlere yazdığı mektupta: “Ey Kitâb ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin". Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin" âyetini de yazmıştı. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Ey Kitâb ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin". Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» deyin" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bana şöyle haber verildi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine halkının Yahudi'lerini lanetleşmek için davet etti. Ancak onlar bunu kabul etmeyince, onlar cizyeyi kabul edene kadar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileriyle mücadele etti. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr bildiriyor: Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine Yahudilerini ortak kelimeye davet etti. Onlar İbrâhim'in (aleyhisselam) Yahudi olarak öldüğünü iddia ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah onları yalanlayarak: “Ey Kitâb ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz?" buyurdu. İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Bize anlatılana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudileri eşit/ortak kelimeye davet etmiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Câfer b. ez-Zübeyr: “De ki: Ey Ehl-i Kitab; hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin..."" âyetini açıklarken: “Necrân ahalisini insafa davet ederek (İsa (aleyhisselam) hakkındaki) tartışmalarını bitirdi. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Necrân'lı heyeti eşit/ortak kelimeye davet etti ve: “De ki: Ey Ehl-i Kitab; hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Allah'dan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiçbir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse; o vakit «Şahid olun ki biz, Müslümanız» deyin" âyetini okudu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “"De ki: Ey Ehl-i Kitâb; hepiniz, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin" âyetini açıklarken: “Burada adalet kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bunun aynısını rivayet ettiler. Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfî b. el-Ezrak ona: “...Sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye gelin" âyetini sorunca: “Burada adalet kastedilmektedir" dedi. Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" diye sorduğunda: “Evet biliyor, şâirin: "Buluştuk ve eşit olarak hükmetik Fakat haller halleri değiştiriyor" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre, Ebu'l-Âliye: “Eşit" kelimesi: "Lâ ilahe illallah" demektir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Eşit olan bir kelimeye gelin" âyeti: “Lâ ilahe illallah" anlamındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Allah'ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rab edinmesin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah'a ma'siyette birbirimize uymayalım, mânâsındadır. Bu şekilde rab edinmek insanların lider ve komutanlarına secde etmeseler dahi ibadetler dışında onlara itaat etme şeklindedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Allah'ı bırakıp da kimimiz, kimimizi Rab edinmesin..." âyetini açıklarken: “Kişilerin birbirini rab edinmesi, birbirlerine secde etmesidir" dedi. 65"Ey kitap ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?" İbn İshâk, İbn Cerîr ve Delâil'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Necrân Hıristiyanlarıyla Yahudilerin hahamları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında toplanarak tartıştılar ve hahamlar: “İbrâhîm Yahudi idi" dediler. Hıristiyanlar da: “İbrâhîm Hıristiyandı" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Kitâb ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrâhîm, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi. Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur'" âyetlerini indirdi. Ebû Râfi' el-Kurazî, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Muhammed! Hıristiyanların İsa b. Meryem'e taptıkları gibi sana tapmamızı mı istiyorsun?" diye sorunca, Necrân ehlinden bir kişide: “Ey Muhammed! Sen bunu mu istiyorsun?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan başkasına kulluk etmekten ve ondan başkasına kulluk edilmesini emretmekten Allah'a sığınırım. Allah beni bunun için göndermedi ve bana bunu emretmedi" dedi. Yüce Allah bu söyleyişlerin ardından: “Allah'ın, kendisine Kitab'ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, «Allah'ı bırakıp bana kullar olun» demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) «öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allah'ın istediği örnek ve dindar kullar) olun. Onun size, "Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin» diye emretmesi de düşünülemez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?" âyetlerini indirdi. Sonra, onlara ve atalarına, kendilerine Peygamber geldiğinde onu tasdik edeceklerine dair söz aldığını ve onların bunu ikrar ettiğini anlattı ve: “Hani, Allah peygamberlerden, «Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz» diye söz almış ve, «Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?» demişti. Onlar, «Kabul ettik» demişlerdi. Allah da, «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım» demişti" âyetini okudu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize şöyle bildirildi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbrâhîm'in (aleyhisselam) hakkında tartışıp Yahudi olarak öldüğünü iddia eden Medine Yahudilerini, Müslümanlığa davet etti. Yüce Allah onları yalanlıyarak ve onların İbrâhîm'in (aleyhisselam) dininden olmadığını bildirerek: “Ey kitap ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz'" buyurmuştur. Siz ibrâhîm'in (aleyhisselam) Yahudi veya Hıristiyan olduğunu iddia ediyorsunuz. Halbuki Yüce Allah: “Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?" buyurmaktadır. Oysa Yahudilik Tevrat'tan, Hıristiyanlıkta İncil'den sonradır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey kitap ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudiler ve Hıristiyanlar, İbrâhîm'in (aleyhisselam) kendileri dininden olduğunu iddia ettikleri zaman Yüce Allah onu kendilerinden tenzih ederek hanif ehli müminlerinden kıldı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey kitap ehli! İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz" âyetini açıklarken şöyle dedi: İbrâhîm (aleyhisselam) için, Hıristiyanlar: “O, Hıristiyan idi" derken Yahudiler: “O, Yahudi idi" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara, Tevrat'ın ve İncil'in ondan sonra indiğini, Yahudilik ve Hıristiyanlığın ondan sonra olduğunu haber verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz?..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada şahid olduğunuz, gördüğünüz ve tetkik ettiğiniz şeyle, görmediğiniz şahid olmadığınız ve tetkik etmediğiniz şeyler kastedilmektedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bunun aynısını rivayet etti. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi: Onların bildiği şeyler kendilerine haram kılınan şeylerle emrolundukları şeylerdir. Bilmedikleri ise İbrâhîm'in (aleyhisselam) bulunduğu durumdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında şöyle dedi: Kişi bildiği bir konu hakkında tartışırsa mazur görülür. Ancak bilmediği bir konu hakkında tartışırsa mazur görülmez. 66İşte siz, o kimselersiniz ki, hakkında biraz bilgi sahibi olduğunuz şeyde (kitabınızda olan âhir zaman Peygamberine âit vasıflarda) niçin münakaşa ettiniz; ya hiç bir bilginiz olmayan şeyde (İbrâhîm’in dîni hakkında) niçin münakaşa edersiniz? Allah hakikati bilir; Hâlbuki siz bilmezsiniz. 67"İbrâhîm, ne Yahudi îdi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah'a ortak koşanlardan da değildi." İbn Cerîr, Şa'bî'den bildiriyor: Yahudiler: “İbrâhîm (aleyhisselam) bizim dinimiz üzeredir" derken, Hıristiyanlar da: “İbrâhîm (aleyhisselam) bizim dinimiz üzeredir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İbrâhîm, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı" âyetini indirdi ve onları yalanlayarak delillerini çürüttü. İbn Cerîr, Rabî'den bunun aynısını rivayet etti. İbn Ebî Hâtim, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: Ka'b, arkadaşları ve Hıristiyanlardan bir grup: “İbrâhîm (aleyhisselam), Mûsa (aleyhisselam) ve peygamberler biz (dinimiz)dendir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İbrâhîm, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Sâlim b. Abdillah'tan (sanırım) o da babasından bildiriyor: Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Şam'a gitti ve tâbi olacağı bir dini araştırmaya başladı. Yahudilerden bir âlim buldu ve ona dinini sorup: “Sanırım ben sizin dininize gireceğim. Bana sizin dininizi anlat" dedi. Yahudi: “Sen Allah'ın gazabından pay almadıkça bizim dinimizden olamazsın" deyince, Zeyd: “Ben zaten Allah'ın gazabından kaçıyorum ve asla Allah'ın gazabından bir şey yüklenemem. Bana içinde Allah'ın gazabı olmayan bir din söyler misin?" dedi. Yahudi: “Ben öyle bir din bilmiyorum. Ancak Hanif dininde öyle bir şey yoktur" cevabını verdi. Zeyd: “Hanif nedir?" diye sorunca, Yahudi: “Hanif İbrâhîm'in (aleyhisselam) dinidir. O ne Yahudi ne de Hıristiyandı. Sadece Allah'a kulluk ederdi" karşılığını verdi. Bunun üzerine Zeyd Yahudinin yanından ayrılıp Hıristiyan bir âlim buldu. Ona da dinini sorup: “Sanırım ben sizin dininize gireceğim. Bana sizin dininizi anlat" dedi. O da: “Sen Allah'ın lanetinden pay almadıkça bizim dinimizden olamazsın" deyince, Zeyd: “Ben asla Allah'ın lanetinden ve gazabından bir şey yüklenemem. Bana içinde Allah'ın laneti olmayan bir din söyler misin?" dedi. Bu Hıristiyan âlimde, Yahudinin demiş olduğu şeylere benzer bir şeyler söyleyerek: “Ben öyle bir din bilmiyorum. Ancak Hanif dininde öyle bir şey yoktur" dedi. Zeyd Hıristiyanın yanından ayrıldı ve ikisininde ittifak etmiş olduğu İbrâhîm'in (aleyhisselam) dinine razı olarak sürekli Allah'a el açıp: “Allahım! Seni şahit kılıyorum ki, ben İbrâhîm'in (aleyhisselam) dini üzereyim" dedi. 68"Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'mınlerin dostudur."
Abd b. Humeyd, Şehr b. Havşeb vasıtasıyla İbn Ğanm'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı Necâşi'ye gittiği zaman, Amr b. el-Âs ve Umâre b. Ebî Muayt peşlerinden gittiler. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına ithamlarda bulunarak onları öldürmek istiyorlardı. Bunlar Necâşiye varıp, Mekkeden yanına gelen gurubun Kendisinin mülkünü bozup arazilerini ifsad etmek istediklerini ve Rablerine küfrettiklerini söylediler. Necâşi gelmeleri için onlara haber gönderdi. Geldiklerinde de, Amr b. el-Âs ve Umâre b. Ebî Muayt'ı göstererek: “Bu arkadaşlarınızın ne dediğini işittiniz mi? Onlar sizin malımı bozmak, arazimi ifsad etmek için geldiğinizi iddia ediyorlar" dedi. Bunun üzerine Osman b. Maz'ûn ve Hamza: “Eğer isterseniz bizden bir kişi Necâşi ile konuşsun. Ben sizin en küçüğünüzüm. Onunla ben konuşayım. Eğer doğruyu konuşursak Allah bizi muvaffak eder. Eğer yanlış konuşursam ve durum değişirse siz: “Bu gençtir gençliğine verin" diyerek bu anlamda bir özrünüz olur" dedi. Necâşi, keşişleri, rahipleri ve tercümanlarını toplayıp: “Yanından geldiğiniz arkadaşınız size ne diyor, ne emrediyor ve neyi yasaklıyor? Onun okuduğu kitap var mıdır?" diye sordu. Sözcü: “Evet, bu kişi Allah'ın kendisine indirmiş olduğu vahyi ve işittiği şeyi bize okumaktadır. O iyiliği, komşularla iyi geçinmeyi, yetime bakmayı, bir tek Allah'a kulluk etmeyi ve baraberinde başka bir ilaha kulluk etmemeyi emrediyor" dedi. Sonra "Rûm, Ankebût, Ashâbu'l-Kehf ve Meryem sûrelerini okudu. Kur'ân'da İsa (aleyhisselam) zikredilince Amr b. el-Âs, Necâşi'yi kışkırtmak istedi ve: “Vallahi! Bunlar İsa'yı kötüleyip on küfrediyorlar" dedi. Necâşi: “Arkadaşınız İsa hakkında ne diyor?" diye sorunca, sözcü: “O, İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın, kulu, Resûlü, ruhu ve Meryem'in (aleyhisselam) rahmine bırakmış olduğu kelimesidir der" dedi. Necâşi misvağından bir çöp kadar bir parça koparıp yemin ederek: “Mesih, arkadaşınızın dediğinden şu elimdeki misvak parçası kadar bile fazla bir şey söylememiştir. Müjdelenin ve korkmayın. Bu gün İbrâhîm'in (aleyhisselam) hizbi üzerinde bir korku yoktur" dedi. Amr b. el-Âs: “İbrâhîm'in hizbi kimlerdir" deyince, Necâşi: “İşte bu grup, arkadaşları, yanından gelmiş oldukları kişi ve onlara uyanlardır" dedi. Yüce Allah o gün bu münakaşaları hakkında Medine'de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şüphesiz, insanların ibrahim'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur" âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her Peygamberin başka peygamberlerden bir dostu olur. Benim de onlardan dostum atam ve Rabbim'in dostu İbrahim'dir (aleyhisselam)" Sonra da: “Şüphesiz, insanların İbrahim'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in, Hakem b. Meynâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Ey Kureyş topluluğu! Peygambere en yakın olanlar takva sahibi olanlardır. Sizde takva sahibi olmaya bakın. İnsanlar amellerle karşıma çıkarken, sizler dünya malıyla gelmeyiniz eğer böyle yaparsanız sizden yüz çeviririm» buyurduktan sonra: «Şüphesiz, insanların İbrahim'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur»" âyetini okudu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar..." âyetini açıklarken: “Bu kişiler müminlerdir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber ve mü'minlerdir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ona uyanlar, onun milletine, sünnetine, minhâcına ve fıtratına uyanlardır. Peygamberden kasıt, Muhammed'dir. Müminler ise kendisiyle beraber olanlardır. İbn Ebî Hâtim, Hasan'ın bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: Geçmişten ve gelecekten olan her mümin kişi, İbrâhîm'in (aleyhisselam) dostudur. Ahmed, İbn Ebî Dâvud, el-Ba's'ta, İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Azâ'da, Hâkim, Beyhakî'nin, el-Ba'su ve'n-Nüşûr'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin çocukları Cennette bir dağdadırlar. Kıyamet gününde babalarına teslim edilene kadar İbrahim'in (aleyhisselam) ye Sâre'nin kefaleti altındadırlar." 69"Kitap ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süfyân'dan bildiriyor: Âl-i İmrân sûresinde Ehli- Kitab diye zikredilenler Hıristiyanlardır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Siz kitaplarınızda Allah'ın peygamberi Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıflarını gördüğünüz halde onu inkar edip, yalanlıyor ve ona iman etmiyorsunuz. Halbuki siz onun İncil'de ve Tevrat'ta ümmî Peygamber diye yazılı olduğunu görüyorsunuz." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Siz doğruyu yanınızdaki kitaplarda yazılı olarak buluyorsunuz ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkâr ediyorsunuz, mânâsındadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kur'ân haktır ki, siz Tevrat ve İncîl'de Muhammed Allah'ın Resulüdür diye yazılı olduğunu gördüğünüz halde âyetleri inkar ediyorsunuz mânâsındadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “(Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?"' âyetini açıklarken: “Allah katında din, İslam'dır ve başka din yoktur" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “...Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudiliği ve Hıristiyanlığı niçin İslam'la karıştırıyorsunuz? Allah'ın dininin İslam olduğunu ve ondan başka bir dini kabul etmeyeceğini biliyorsunuz. Yine de siz yanınızdaki Tevrât ve İncîl'de Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yazılı olduğunu gördüğünüz halde onu gizliyorsunuz." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bunun aynısını bildirir. İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abdullah b. es-Sayfi, Adiy b. Zeyd ve Hâris b. Avf birbirlerine: “Gelin günün ilk saatlerinde Muhammed'e ve ashâbına indirilene iman edelim akşam vakti de inkâr edelim ki belki onları dinlerinde şüpheye düşürürüz. Umulur ki bizim yaptığımız gibi yaparlar da dinlerinden geri dönerler" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Kitap ehlinden bir grup, «Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler» dedi. Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın" (dediler). De ki: «Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir.» Ayrıca yine başkasına da verildiğine veya Rabbinizin katında Müslümanların karşı delil getirip sizi alt edeceğine inanmayın, derler. De ki: “Lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir" âyetlerini indirdi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Mâlik'ten bildiriyor: Yahudiler birbirlerine: “Günün başlangıcında dediklerine iman edip, günün sonunda da inkâr edin. Belki sizinle beraber dinlerinden geri dönerler" dediler. Allah onların sırlarını bilip: “Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Kitap ehlinden bir grup, «Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler» dedi'" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Kitap ehlinden bir grup, «Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Arabiyye köylerinin rahipleri on iki kişi idiler. Onlar birbirlerine şöyle dediler: “Günün ilkinde Muhammed'in dinine girin ve: «Muhammed'in hak ve doğru söyleyen biri olduğuna inandık» deyin. Günün sonunda da inkâr ederek: «Biz âlimlerimize ve rahiplerimize gidip onlara bu durumu sorduk. Muhammed'in yalancı biri ve hiçbir şey üzeri olmadığını söylediler. Bu sebeple daha güzel gördüğümüz dinimize geri döndük» deyin. Belki şüpheye düşerler ve: «Bunlar günün başlangıcında bizimle beraber idiler ne oluyor onlara?» derler. Bunun üzerine Yüce Allah bu durumu Peygamberine haber verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kitap ehlinden bir grup, «Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudilerden bir grup: “Eğer günün başlangıcında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ile karşılaşırsanız iman edin. Günün sonunda da kendi ibadetinizi yapın. Belki onlar: «Bu kitap ehli bizden daha bilgilidir» derler ve dinlerinden geri dönerler" dediler. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Diyâ, Muhtâre'de ve Ebû Zabyân vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kitap ehlinden bir grup, «Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler» dedi" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudiler günün başında müminlerle beraber oturur ve onlarla konuşurlardı. Günün sonunda da namaz vakti geldiği zaman inkâr ederek müminleri geri terk ederlerdi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Mü'minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunu Yahudiler söylüyordu. Onlar sabah namazını Hazret-i Peygamber Muhammed'le (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber kılıyor, günün sonunda da inkâr ediyorlardı. Bunu Peygambere tabi olduktan sonra tekrar inkâr edip Peygamberin dininin boş olduğunu göstermek için yapıyorlardı." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ve Rabî: (.....) âyeti için: “Günün başlangıcı mânâsındadır" dediler. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın..." âyetini açıklarken: “Bu, Yahudilerin birbirine söylediği şeydi" dedi. İbn Cerîr, Rabî'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın..." âyetini açıklarken: “Sadece Yahudilere tabi olanlara tabi olun, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildiriyor: Yahudilerin rahipleri kendi dininden olanlara şöyle derdi: “Günün başında Muhammed'e ve ashabına gidip: “Biz sizin dininizdeniz" deyin. Günün sonunda da: “Biz sizin dininizi inkâr ediyoruz. Şimdi eski dinimiz üzereyiz. Biz âlimlerimize sorduk ve sizin yanlış şeyler üzere olduğunuzu söylediler" deyin. Belki Müslümanlar sizin dininize dönerler ve Muhammed'i inkâr ederler. "Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın..." derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “...De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir..." âyetini indirdi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...ve başkasına da verildiğine ... inanmayın derler ..." âyetini açıklarken söyle dedi: “Yahudiler bunu peygamberliğin başkasına verilmesinden dolayı olan hasetlerinden ve din konusunda başkalarının kendilerine tabi olmalarını istemelerinden dolayı demişlerdir." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik ve Saîd b. Cübeyr: “...ve başkasına da verildiğine... inanmayın derler ..." âyetini açıklarken: “Burada Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kastedilmektedir" dediler. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle vahyetti: “De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir. Ayrıca başkasına da verildiğine veya Rabbinizin katında Müslümanların karşı delil getirip sizi alt edeceğine inanmayın." Yani: Ey Muhammed ümmeti! Yahudiler "Yüce Allah bize birçok ikramlarda bulundu. Bize bıldırcını ve kudret helvasını indirdi" diyorlar. Halbuki benim size verdiğim onlara verdiğimden daha üstündür. Siz: “Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir" deyiniz. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir. Ayrıca başkasına da verildiğine veya Rabbinizin katında Müslümanların karşı delil getirip sizi alt edeceğine inanmayın. Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah sizin kitabınız gibi bir kitap indirince ve Peygamberiniz gibi bir peygamber gönderince bunu kıskandınız." İbn Cerîr, Rabî'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah'ın hidayetidir. Ayrıca başkasına da verildiğine veya Rabbinizin katında Müslümanların karşı delil getirip sizi alt edeceğine inanmayın. Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu sizin içinde bulunduğunuz durumdur. Onların bir kısmı bir kısmına şöyle diyordu: “Allah'ın Kitâbı'nda size verdiği ilimlerden Müslümanları haberdar etmeyin. Rabbinizin katında Müslümanlar bunları size karşı delil olarak getirip sizinle çekişirler. "O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir" âyetini açıklarken de: “İslam, Allah'ın elindedir. Dilediğini İslam'a ve Kur'ân'a yöneltir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “O, rahmetini dilediğine has kılar" âyetini açıklarken: “Yüce Allah peygamberliği dilediğine verir, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “O, rahmetini dilediğine has kılar" âyetini açıklarken: “Rahmeti, İslam'dır ve dilediğini İslam'a yöneltir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Allah, büyük lütuf sahibidir" âyetini açıklarken: “Yani bol lütuf sahibidir" dedi. 70Ey ehli kitap (Hristiyan ve Yahûdî’ler!) İncîl ve Tevrât’ta Peygamberin vasfını görüp bilirken niçin Kur’ân’ı ve Peygamberi inkâr ediyorsunuz? 71Ey kitaplılar (Hristiyanlar ve Yahûdiler) Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıp örtüyor ve (Muhammed aleyhisselâm'ın hak peygamber olduğunu bildiğiniz hâlde) gerçeği gizliyorsunuz? 72yahutîlerden bir topluluk diğerlerine şöyle dedi: “ Mü'minlere indirilen Kur’ân’a, gündüzün evvelinde inanın ve sonunda inkâr edin (ki mü'minler şüpheye düşer de) olur ki, dinlerinden dönerler. 73Ve kendi dininize bağlı olanlardan başkasına inanmayın: (Ey Resûlüm onlara) de ki, doğru yol Allah’ın yoludur, İslâm dinidir; -ve size verilen kitabın benzeri, hiç kimseye verilmediğine, yahut mü'minlerin Rabbiniz huzurunda size üstün geleceklerine îman etmeyin.” De ki: Şüphesiz fazilet ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediği kimseye verir ve Allah rahmeti bol olandır, her şeyi hakkıyla bilendir. 74Allah dilediği kimseye rahmetiyle imtiyaz verir (Peygamberlik veya İslâm dinini bahşeder). Allah, çok büyük ihsan sahibidir. 75"Kitap ehlinden öylesi vardır kî, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, «Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur» demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder..." âyetini açıklarken: “Burada Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. "...Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez" âyeti hakkında ise: “Bu da takip edip te isteyeceğin Yahudilerden olandır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudilerin, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına borcu olurdu. Yahudiler: “Müslümanların malını almamızda ve onlara olan borcumuzu ödememede bize bir vebal yoktur" derlerdi. Onlar ehli Kitap'tır ve her müslümana hakkını ödemekle emrolundular." İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Dinâr'dan bildiriyor: Dinâr (altın para) diye adlandırılmasının sebebi, din ve nar (ateş) olmasıdır. Onu kim hakkıyla alırsa onun için din olur. Kim de onu haksız bir şekilde alırsa onun için ateş olur. Hatîb, Târih'te, Ali b. Ebî Tâlib'terı bildiriyor: Kendisine dirhemin niçin dirhem, dinarın da niçin dinar diye adlandırıldığı sorulunca şöyle dedi: “Dirhem "Dârü'l-Hem" yani keder ve üzüntü evidir ki, adını buradan almıştır. Dinâr ise ilk olarak Mecusilerin (ateşe tapanların) basmış olduğu para birimidir ve adını oradan almıştır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Tepesine dikilip durmadıkça..." âyetini açıklarken: “Israrla istemedikçe mânâsındadır" edi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Tepesine dikilip durmadıkça..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Tepesinde dikildiğin müddetçe borcunu kabul eder. Onu bırakıp da sonradan yanına gelip alacağını istediğinde hakkını inkar ederek nankörlük eder." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Bu da onların, «Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur» demelerinden dolayıdır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yahudiler: «Araplardan aldığımız mallardan dolayı bize bir vebal yoktur» dediler. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Yahudiye: “Ne oluyor ki emanetini ödemiyorsun?" denildiğinde: “Arapların mallarını almamızda bizim için bir sakınca yoktur. Allah bize bunu helal kılmıştır" derdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: “Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, «Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur» demelerinden dolayıdır..." âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın düşmanları yalan söylediler. Cahiliye döneminden ne varsa ayaklarımın altındadır. Ancak emanet bunun dışındadır. Çünkü onun sahibi iyi de olsa, facir de olsa ödenmelidir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Sa'sa'a'dan bildiriyor. İbn Abbâs'a: “Savaşta zimmîlerin mallarından tavuk ve koyun alıyoruz" deyince, İbn Abbâs: “(Siz bu konuda) Ne diyorsunuz?" dedi. Sa'sa'a: “Bunda bize bir vebal yoktur, diyoruz" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: “Bu Ehli Kitâb'ın: “Ümmîlerin mallarını almamızda bizim için bir sakınca yoktur" demeleri gibidir. Halbuki onlar cizyeyi ödüyorsa gönül rızaları olmadan mallarını almanız helal değildir" karşılığını verdi. İbn Cüreyc, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyet hakkında şöyle dedi: Cahiliye zamanında Müslümanlardan bazı kişiler Yahudilerle alışveriş yapmışlardı. Bu kişiler Müslüman oldukları zaman onlardan alacaklarını isteyince: “Sizin bizde bir emanetiniz ve bir alacağınız yoktur. Çünkü siz bulunduğunuz dininizi terk ettiniz" dediler ve bunu Tevrat'ta bu şekilde bulduklarını söylediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “.. .Onlar, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler" âyetini indirdi. 76Hayır, öyle inandıkları gibi değil, kim ahdini ve emânetini yerine getirir, Allah’dan korkarsa, şüphe yok ki, Allah takva sahiplerini sever. İbn Cerîr, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hayır! (Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsa..." âyetini açıklarken: “Şirkten sakınırsa mânâsındadır" dedi. "...Şüphesiz Allah da sakınanları sever"' âyeti hakkında ise: “Şirkten sakınanlar kastedilmektedir" dedi. 77"Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır." Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bir müslümanın malını almak için yalan yere yemin ederse Allah'ın gazabına uğramış bir şekilde huzura çıkar." Eş'as b. Kays: “Bu benim hakkımda söylenmiştir. Benimle Yahudi birinin arasında bir arazi meselesi vardı. Adam hakkımı inkâr edince onu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna çıkardım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Delilin var mıdır?" diye sorunca: “Hayır, yoktur" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudiye: “Yemin et" deyince: “Ey Allah'ın Resûlü! Eğer yemin ederse benim malım gider (malımı alır)" dedim. Bunun üzerine Yüce Allah: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, Buhârî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Ebî Evfe'den bildiriyor: Adamın biri malını pazara çıkardı ve Müslüman birini düşürüpte ona satabilmek için yemin ederek malına verilmeyen bir fiyatın verildiğini söyledi. Bunun üzerine: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyetini indi. Ahmed, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Beyhakî, Şuab'da ve İbn Asâkir, Adiy b. Amîr'den bildiriyor: İmriü'l-Kays'ın, Hadramevt'Ii bir adamla bir husumeti vardı. Bunlar davalaşmak için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hadramevt'liye: “Delilini göster veya hasmın yemin etsin" deyince: “Ey Allah'ın Resûlü! Eğer yemin ederse malımı alıp gider" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir müslüman kardeşinin malını almak için yalan yere yemin ederse Allah'ın gazabına uğramış bir şekilde huzura çıkar" buyurdu. İmriü'l-Kays: “Ey Allah'ın Resûlü! Hakkı olduğu halde hakkından vazgeçene ne vardır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennet vardır" cevabını verdi. İmriü'l-Kays: “Onu (araziyi ona) bıraktığıma dair seni şahit tutuyorum" dedi. Bunun üzerine: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyeti indi. İbn Cerîr, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Eş'as b. Kays ve adamın biri, elinde olan bir tarlası için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında davalaştılar. Onu Cahiliye zamanında almıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Delilini göster" deyince, adam: “Eş'as'a karşı bana şahitlik edecek biri yoktur" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman Eş'as yemin edecek" buyurdu. Eş'as: “Yemin ederiz" deyince: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyeti indi. Eş'as yemin etmekten çekindi ve: “Allah'ı ve sizi şahit tutuyorum. Hasmım doğru söylüyor" dedi. Elinde olan araziye kendi arazisinden de katarak adama arazisini fazlasıyla iade etti. İbn Cerîr, Şa'bî'den bildiriyor: Bir kişi, günün başında malını pazara çıkardı. Günün sonu gelince yani pazar biteceği zaman bir kişi geldi ve malın fiyatını sordu. Adam yemin ederek sabah vakti şu kadar verildi de vermedim, akşam olmasaydı bu fiyata vermezdim" dedi ve malını sattı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya..." âyetini indirdi. İbn Cerîr, Mücâhid'den bunun aynısını rivayet etti. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime şöyle dedi: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya..." âyeti, Ebû Râfi, Kinâne b. Ebî Hukayk, Ka'b b. el-Eşref ve Huyey b. Ahtab hakkında inmiştir. İbn Ebî Şeybe, İbn Avn vasıtasıyla bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), Muhammed ve Hasan(-ı Basrî): “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kişinin diğer bir kişinin malını yalan yeminle almasıdır." Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî, Vâil b. Hucr'dan bildiriyor: Hadramevt'ten bir adamla Kinde'den bir adam (davalaşmak için) Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Hadramevt'ten olan adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu adam babamın malını benden aldı" deyince, Kinde'li adam: “Bu benim elimde olan ektiğim arazidir. Onun bu arazide bir hakkı yoktur" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hadramevt'liye: “Bu konuda bir delilin var mıdır? diye sorunca, Hadramevt'li: “Hayır yoktur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman hasmın (malın kendisinin olduğuna dair) sana yemin eder" dedi. Hadramevt'ii: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu kişi facir biridir ve edeceği yeminin yanında bir değeri yoktur. O hiçbir kötülükten de sakınmaz" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ondan (yeminden) başka alacağın bir şey yoktur" dedi. Kinde'li yemin etmek için dönüp gelirken, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer malı almak için haksız yere yemin ederse Yüce Allah kendisinden yüz çevirmiş bir şekilde huzura çıkar" buyurdu. Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Eş'as b. Kays'tan bildiriyor: Kinde'li bir adamla Hadramevt'ii bir adam Yemen'de olan bir arazi için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) davalaşmaya geldiler. Hadramevt'ii: “Ey Allah'ın Resûlü! Bunun babası benim malımı gaspetmişti. Şimdi de malım bunun elinde bulunmaktadır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir delilin var mıdır?" diye sorunca: “Hayır yoktur, ancak babasının bu malı gaspettiğini bilmediğine dair ona yemin ettirin" dedi. Kinde'li yemin etmeye hazırlanınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer kişi yalan yeminle bir mal elde ederse Allah'ın huzuruna cüzzamlı bir şekilde çıkar" buyurdu. Bunun üzerine Kinde'li: “Arazi onundur" dedi. Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'la ve Taberânî hasen isnâdla Ebû Mûsa'dan bildiriyor: Bir arazi için iki kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında davalaştılar. Bunlardan biri Hadramevt'ten idi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) birinin yemin etmesini isteyince, diğeri feryad ederek: “O zaman bu kişi malımı alıp gider" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer o yalan yeminle bu malı alacak olursa, kıyamet gününde, Allah'ın kendisine rahmet bakışıyla bakmayacağı ve temize çıkarmayacağı kişilerden olur. Onun için elem dolu bir azap vardır" dedi. Bunun üzerine diğer kişi yemin etmekten çekinerek araziyi iade etti. Müsned'de Ahmed b. Menî', Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: O: “Biz ğamûs yeminini kefâreti olmayan günahlardan sayardık" dedi. Oradakiler. "Ğamûs yemini nedir?" diye sorunca: “Birinin malını haksız olarak almak için yapılan yalan yemindir" karşılığını verdi. İbn Hibbân, Taberânî ve Hâkim, Hâris b. el-Bersâ'dan bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) haçta, iki cemre (Şeytan) arasında iki veya üç defa şöyle buyurduğunu işittim: “Kim bir Müslüman kardeşinin malını yalan yeminle haksız yere alırsa cehennemde oturacağı yeri seçsin. Bunu burada bulunanlar bulunmayanlara böylece haber versin." Bezzâr'ın, Abdurrahman b. Avf'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yalan yemin, (er veya geç) kişinin (elde ettiği) malını götürür." Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah'a isyanda cezası acele verileceklerin içinde zulümden önce gelen yoktur. Allah'a itaatte mükâfatı acele verileceklerin içinde ise sila-ı rahimden önce gelen yoktur. Yalan yemin, memleketi herşeyi bitmiş bir harabeye çevirir. " Hâris b. Ebî Usâme ve Hâkim, Ka'b b. Mâlik'ten bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Müslüman kardeşinin malını yalan yeminle alan kişinin kalbinde siyah bir nokta oluşur ve onu kıyamet gününe kadar hiçbir şey değiştirmez." Taberânî ve Hâkim, Câbir b. Atîk'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir müslümanın malını yalan yeminle alırsa Allah ona Cenneti haram kılar ve Cehennem ona vacip olur" buyurdu. Oradakiler: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu basit bir şey olsa bile öyle midir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu bir misvak olsa bile aynıdır" karşılığını verdi. Mâlik, İbn Sa'd, Ahmed, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ebû Umâme İyâs b. Sa'Iebe el-Hârisî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bir müslümanın malını yalan yeminle alırsa, Allah ona Cehennemi vacip kılıp Cenneti haram kılar." Ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu basit bir şey olsa bile öyle midir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: “Bu erâk (misvak) ağacından bir çubuk olsa bile aynıdır" karşılığını verdi. İbn Mâce'nin sahîh bir isnâdla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu minberin yanında yaş bir misvak için olsa bile yalan yere yemin eden erkek veya kadın bir kula cehennem gerekli olur. " İbn Mâce ve İbn Hibbân'ın, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu minberin yanında yaş bir misvak için olsa bile yalan yere yemin eden kişi cehennemde oturacağı yeri seçsin." Ebû Ubeyd ve el-Hattâbî: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yemin minberin yanında yapılırdı" dediler. Abdurrezzâk'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yalan yemin malı sattırır ve kârı yok eder." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebû Suveyd, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle işittiğini söyledi: “Yalan yere yemin, rahimleri kısırlaştırır, sayıyı azaltır ve memleketi herşeyi bitmiş bir harabeye çevirir." Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki Yüce Allah kıyamet gününde onları konuşturmayacak, onlara rahmet bakışıyla bakmayacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Biri yalan yere yemin ederek müslümanın malını haksız olarak alandır. Biri ikindi vaktinden sonra malına verilen değerden daha fazla verildiğini yalan yeminle söyleyendir. Diğeri de ihtiyacından fazla olan suyunu başkasından men edendir. Yüce Allah kıyamet gününde: «Senin kullanmadığın şeyi başkasından men ettiğin gibi ben de seni bugün ihsanımdan mahrum bırakacağım» buyurur." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre İmrân b. Husayn şöyle derdi: “Kim Müslüman bir kardeşinin malını almak için yalan yemin ederse cehennemde oturacağı yeri seçsin." Bir kişi ona: “Bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) mı işittin?" diye sorunca: “Siz bunu bulacaksınız" dedi ve: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyetini okudu. Buhârî ve Müslim, İbn Ebî Muleyke'den bildiriyor: İki kadın bir evde boncuk işliyordu. Biri çıkıp gidince eline iğnesi battı. Bunun üzerine bunu diğer kadının yaptığını söyledi. Davalaşmak için İbn Abbâs'a gittiler. İbn Abbâs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer insanlara dava ettikleri her şey verilecek olsaydı çoğu kişi kavmin malını da kanını da alır giderdi" buyurduğunu söyledi ve: “Ona Allah'ı hatırlatıp: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyetini okuyun" dedi. Bunun üzerine kadına Allah hatırlatılıp bu âyet okunduğunda kadın itirafta bulundu. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: Yalan yere yemin etmek büyük günahlardandır" dedi ve: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya..."' âyetini okudu. İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: “Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber iken başkasına zarar verecek sabr (yalan) yeminini bağışlanmayan günahlardan görürdük." İbn Ebî Hâtim, İbrâhîm en-Nehaî'den bildiriyor: “Kim Kur'ân'ı insanlardan bir şeyler alabilmek için okursa, kıyamet gününde Allah, onun yüzünü omuzları arasında kılar. Bu sebepledir ki Yüce Allah: “Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya..."buyurmaktadır". İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Zâdân'dan bildiriyor: “Kim Kur'ân'ı (insanlardan bir şeyler alıp) yemek için okursa, kıyamet gününde yüzü etsiz olarak sadece kemikle haşrolunur." Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Şuabu'l-İmân'da Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki Yüce Allah kıyamet gününde onları konuşturmayacak, onlara rahmet bakışıyla bakmayacak ve onları günahlarından temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Bunlar izarını yerde sürüyenler, yalan yeminle mallarını satıp bitirenler ve verdikleriyle başa kokanlardır. " Abdurrezzâk, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki Yüce Allah kıyamet gününde onları konuşturmayacak, onlara rahmet nazarıyla bakmayacak ve onları günahlarından temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Bunlar ihtiyacından fazla olan sudan yolcuyu men eden, ikindi vaktinden sonra malına (verilen değerden daha fazla verildiğine dair) yemin edip müşteriyi aldatarak satış yapan ve halifeye biat ettikten sonra, halife istediğini verirse ahdine vefa gösteren, vermezse ahdini bozan kişidir. " Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da, Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki Yüce Allah kıyamet gününde onları konuşturmayacak ve onları günahlarından temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Bunlar zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve Yüce Allah'ın verdiği şeyleri mutlaka yeminle satan veya alandır." Taberânî ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah bana ayakları yerde boynu Arş'ın altında olan bir horoz hakkında konuşmama izin verdi. Bu horoz: «Rabbimiz! Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. Sen ne kadar yücesin» der. Ona cevaben: «Yalan yere yemin eden kişi bunu böyle bilmez» denilir." 78"Onlardan bir takımı, Kitâb'da olmadığı halde Kitâb'dan zannedesiniz dîye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlardan bir takımı, Kitâb'da olmadığı halde Kitâb'dan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar Allah'ın kitabını okudukları zaman kendi yanlarından bir şeyler ekleyerek Allah'ın indirmemiş olduğu şeyleri de okuyan Yahudi'lerdir." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kitâb'dan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler..." âyetini açıklarken: “(Yahudiler) Kitâb'ı tahrif ediyorlardı" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Tevrat ve İncîl, Yüce Allah'ın indirmiş olduğu gibi bir harfleri bile değiştirilmeksizin getirilmiştir. Ancak onlar tahrif ve te'vil ederek, onlara kendi yanlarından bir şeyler katarak yazıp: “Bu, Allah katındandır" diyorlardı. Ama o, Allah katından değildir. Allah'ın kitapları korunmuştur ve değiştirilmezler. 79"Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmi, peygamberliği verdiği insanoğluna: «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun» demek yaraşır." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Ebû Râfi' el-Kurazî şöyle dedi: Necrân ahalisinden olan Yahudilerin ve Hıristiyanların hahamları Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında toplandıkları zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları İslam'a davet etmişti. Onlar: “Ey Muhammed! Hıristiyanların İsa b. Meryem'e taptıkları gibi sana tapmamızı mı istiyorsun?" diye sorunca, Necrân ahalisinden kendisine Rîsu denilen bir kişi de: “Ey Muhammed! Sen bunu mu istiyorsun?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan başkasına kulluk etmemizden ve ondan başkasına kulluk edilmesini emretmemizden Allah'a sığınırım. Allah beni bunun için göndermedi ve bana bunu emretmedi" dedi. Yüce Allah bu söyleyişlerin ardından: “Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun» demek yaraşır. Onun size, «Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin» diye emretmesi de düşünülemez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?'" âyetlerini indirdi.' İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Yahudilerden bazı kişiler kitaplarının tahrif edilmesinden dolayı Rablerinden başka kişilere kulluk ediyorlardı. Yüce Allah bu konuda: “Allah'ın kendisine Kitâb'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz..." buyurmaktadır. Yani "'Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" deyip insanlara Allah'ın indirdiğinden başkasını emretmek yaraşmaz. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle dedi: Bana şöyle nakledildi: Adamın biri: “Ey Allah'ın Resûlü! Bizim birbirimize selam verdiğimiz gibi sana selam veriyoruz. Sana secde edebilir miyiz?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, ancak Peygamberinize karşı saygılı olunuz ve hakkı sahipleri için biliniz. Çünkü hiç kimseye Allah'tan başkasına secde etmek yaraşmaz" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun» demek yaraşır. Onun size, «Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin» diye emretmesi de düşünülemez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi hakkında: “Burada fakihler ve öğretmenler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesini açıklarken: “Burada halim, âlim ve hikmet sahipleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesi hakkında: “Burada âlim ve fakih kişiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesini açıklarken: “Burada halim ve fakih kişiler kastedilmektedir" dedi. Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr (.....) âyetini açıklarken: “Burada halim ve fakih kişiler kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'un (.....) kelimesini açıklarken: “Burada hikmet sahipleri ve âlimler kastedilmektedir" dedidiğini bildirir. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: (.....) kelimesini açıklarken: “Bunlar rahiplerden üstün olan fakihler ve âlimlerdir" dedi. İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'in (.....) kelimesini açıklarken: “Burada hikmet sahipleri ile takva sahipleri kastedilmektedir" dediğini bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) kelimesi için: “İnsanları terbiye ve idare eden onları sürekli gözetenlerdir" dedi. Sonra: “Rabbe kul olanlar ve bilginlerin onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi?..." âyetini okuyup: “Burada idareciler, gözeticiler, rahipler ve âlimler kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Kitab'ı öğrettiğinize, okuduğunuza göre «Rabb'e kul olun» demek yaraşır" âyetini açıklarken: “Kur'ân'ı öğrenen her kişinin fakih olması gerekir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. Abd b. Humeyd, Saîd b. Cübeyr'in bu âyeti (.....) şeklinde şeddeli olarak okuduğunu ve (te) harfini ötre ile (lam) harfini ise esre ile okuduğunu bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'in bu âyeti (.....) şeklinde muhaffef (şeddesiz) olarak (te) harfini de nasb ederek okumuştur. İbn Uyeyne: “Onlar (Kur'ân'ı) öğrenmeden öğretmediler" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebû Bekr'den bildiriyor: Âsim bu âyeti (.....) şeklinde (te) harfini ötre ile (lam) harfini de esre ile okurdu, "...öğrettiğiniz kitap ve okuduğunuz şeyler gereğince..."O âyetindeki kitaptan kasıt Kur'ân, öğrettiğiniz şeylerden kasıt ise fıkıhtır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildiriyor: Hür veya köle, erkek veya kadın hiç kimse Kur'ân'da bulunanları öğrenmeye var gücüyle gayret etmezse mazur sayılmaz. Zira Yüce Allah: “...öğrettiğiniz kitap ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabbe halis kullar olun" buyurmaktadır. Yani fakih ve âlim olun, demektir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn: “...ve okuduğunuz şeyler gereğince..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada fıkıh müzakeresi kastedilmektedir. Ashâb fıkıh konusunu bizim aramızda müzakere ettiğimiz gibi onlar da aralarında müzakere ederlerdi. 80Ve Meleklerle peygamberleri tanrılar edinmenizi de size asla emretmez. Artık siz müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi? İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Onun size, «Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin» diye emretmesi de düşünülemez..." âyetini açıklarken: “Burada, Peygamberin öyle bir şey emretmesi düşünülemez, mânâsındadır" dedi. 81"Allah peygamberlerden ahfd almıştı: «And olsun ki size kitap ve hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti." Abd b. Humeyd, Firyâbî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah peygamberlerden ahid almıştı: And olsun ki size kitap ve hikmet verdim..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada katiplerinin hatası vardır. Halbuki bu âyet İbn Mes'ûd'un kıraatında (.....) şeklindedir.'" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî bu âyeti (.....) şeklinde okudu ve: “Bu âyeti Ubey b. Ka'b da bu şekilde okumaktaydı" dedi. Sonra: “...Sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz..." âyetini görmüyor musun? Bu da Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edip ona yardım edeceksiniz, mânâsındadır" dedi. Yani kendilerinden ahid alınan Ehli Kitâb'dır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İbn Abbâs'a: “Abdullah'ın öğrencileri (.....) şeklinde okuyorlar. Biz ise (.....) şeklinde okuyoruz" dediğimde, İbn Abbâs: “Yüce Allah peygamberlerden ümmetlerine karşı ahid almıştır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus bu âyeti açıklarken: “Yüce Allah peygamberlerin birbirlerine iman etmeleri konusunda kendilerinden ahid almıştır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Tâvus bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah, peygambelerin tümünden kendilerinden sonra gelecek Peygambere iman edip yardım etmeleri hususunda ahid almıştır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle dedi: Yüce Allah, Âdem (aleyhisselam) ve ondan sonra ne kadar peygamber gönderdiyse mutlaka her birinden: “Eğer sen hayatta iken Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderirsem kendisine iman edip ona yardım edeceksin" diye ahid almıştır. Aynı şekilde her peygamberin de kendi kavminden: “Kendileri hayatta iken Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilirse ona iman edip yardım edeceklerine dair söz alacaksınız" diye ahid almasını istemiştir. Sonra: “Allah peygamberlerden ahid almıştı: «And olsun ki size kitap ve hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun. Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti"' âyetini okudu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'nin bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “Bu Yüce Allah'ın, peygamberlerden birbirlerine iman ederek Allah'ın kitabını ve emirlerini tebliğ etmeleri konusunda almış olduğu ahiddir. Peygamberler de Allah'ın Kitab'ını ve emirlerini kavimlerine tebliğ ettiler. Yine onlardan -peygamberlerin tebliğ ettikleri arasında- Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) İman edip onu tasdik ederek ona yardım etmeleri hususunda da ahid almıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle demiştir: “Yüce Allah, Nûh'tan (aleyhisselam) sonra göndermiş olduğu her peygamberden kendisi hayatta iken Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilirse ona iman edip yardım edeceklerine dair ahid almıştır. Aynı şekilde her peygamber de kendi kavminden kendileri hayatta iken Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilirse ona iman edip yardım edeceklerine dair ahid almıştır. İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'nin bu âyet hakkında: “Yüce Allah, peygamberlerden önce gelenlerin sonra gelenlere Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) geleceğini tebliğ etmeleri ve ihtilafa düşmemeleri konusunda kendilerinden ahid almıştır" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle demiştir: “Yüce Allah Ehl-i Kitâb'dan ve peygamberlerden Muhammed geldiği zaman onu tasdik ederek ikrar etmeleri konusunda ahid almıştır." Ahmed, Abdullah b. Sâbit'ten bildiriyor: Hazret-i Ömer, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben Kureyza'dan bir kardeşimin yanına uğradım. O bana Tevrat'tan çok kapsamlı âyetler yazdı. Onları sana göstereyim mi?" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü değişince de, Ömer: “Biz Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, peygamber olarak da Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) razı olduk" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatladı ve: “Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki, eğer Mûsa (aleyhisselam) aranızda olsaydı ve siz ona tabi olsaydınız dalalete düşmüş olurdunuz. Ümmetlerden benim payım siz, peygamberlerden de sizin payınız benim" buyurdu. Ebû Ya'la'nın, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ehl-i Kitab'a hiçbir şey sormayın. Çünkü onlar kendileri dalalete düşmüş iken sizi hidayete erdiremezler. Aksi takdirde ya batıl olan bir şeye inanacak veya hak olan bir şeyi yalanlayacaksınız. Vallahi! Musa (aleyhisselam) aranızda bulunacak olsaydı ona bana tabi olmasından başka bir şey helal olmazdı." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr (.....) şeklinde (.....) yi şeddeli olarak okumuştur. Abd b. Humeyd, Âsım'ın (.....) şeklinde muhaffef, (.....) kelimesini de bir (te) ile (.....) şeklinde okuduğunu bildirir. İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) kelimesiyle açıklarken: “Burada ahid kastedilmektedir" dedi. 82Artık bu ikrardan sonra kim yüz çevirirse, işte onlar dinden çıkmış fâsıklardır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Şahid olun, ben de sizinle şahidlerdenim" âyetini açıklarken: “Yüce Allah'ın, peygamberlere, ümmetleriniz hakkında şahit olun. Ben de hem siz, hem ümmetleriniz için şahitlerden olacağım âyeti mânâsındadır. "Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fasık olanlardır" âyeti hakkında ise: “Ey Muhammed! Bu ahidden sonra hangi ümmetten olursa olsun senden yüz çevirenler küfürle isyan edenlerdir, mânâsındadır" dedi. 83"Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur. O na döneceklerdir." Taberânî'nin zayıf bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur" âyetini açıklarken şöyle buyurdu: (.....) âyetinden kasıt: «Meleklerdir. "Yerde kim varsa'dan kasıt ise İslam fıtratı üzerine doğan herkestir, (.....) kelimesinden kasıt ise: “Diğer ümmetlerden, Müslümanların esir alıp ta zincirlerle bağlayarak Cennete götürmek istediği tutsaklardır ki onlar bunu istemiyor," Deylemî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur..." âyetini açıklarken şöyle buyurdu: “Melekler Allah'a gökyüzünde itaat ettiler. Ensâr ve Abdulkays'lılar ise Allah'a yeryüzünde itaat ettiler." İbn Cerîr'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur...'" âyetini açıklarken: “Bu, Yüce Allah'ın (insanlardan) ahid aldığı zamandır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah: «Bana ibadetlerde ister istemez teslim olmuşlardır» buyurmaktadır. "Yerde ve göklerdeki kimseler de ... ister istemez Allah'a secde ederler"' âyeti da bu şekildedir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Oysa göklerde ... kim varsa O'na teslim olmuştur..." âyetini açıklarken: “Bu âyet, diğer kısmından ayrı bir âyettir. İster istemez teslim olmuştur kısmıyla da yerdekiler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “O'na teslim olmuştur..." âyetini açıklarken: “Burada anlamak ve bilmek kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah: “And olsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan kimdir?» diye sorsan, «Allah'tır» derler..." buyurmaktadır. Bu da onların teslim olma şekilleridir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Her insan kendi nefsine: «Allah Rabbimdir ve ben onun kuluyum» diye ikrar da bulunmuştur. İbadetinde Allah'a ortak koşan kişi istemeden teslim olan kişidir. Kulluğunu sadece Allah'a eden kişi de isteyerek teslim olan kişidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “Bazı kavimler İslam'a zorlanırken bazı kavimler isteyerek müslüman oldular" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Matar el-Varrâk bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Melekler, Ensâr, Süleym oğulları ve Abdulkays'lılar isteyerek Allah'a teslim olanlardır. Bunların dışındaki herkes ise istemeyerek teslim olanlardır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Mümin kişi isteyerek müslüman oldu ve bu kendisine fayda sağlayarak müslümanlığı kabul edildi. Kâfir ise Allah'ın azabını görünce müslüman oldu. Bu da kendisine hiç bir fayda sağlamadı ve müslümanlığı kabul edilmedi. Çünkü Yüce Allah: “Ama, bizim şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi" buyurmaktadır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “Gökyüzünde melekler, yeryüzünde ise Abdulkays'lılar isteyerek Allah'a teslim olanlardır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: “Oysa göklerde kim varsa ... O'na teslim olmuştur..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'a bağlanmaları kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sinân: “Oysa göklerde ve yerde kim varsa O'na teslim olmuştur..." âyetini açıklarken: Burada marifet kastedilmektedir. Hiç kimse yoktur ki ondan Allah'ı sorduğunda onu bilmesin" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) kelimesini açıklarken: “Burada Arap müşriklerden ve esirlerden istemeyerek müslümanlığa girenler kastedilmektedir" dedi. Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İster köle, ister hayvan, ister çocuk olsun eğer ahlâkı kötüyse onun kulağına: “«Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar?» âyetini okuyun (ki bu sayede bu huyları gitsin)" buyurmuştur. İbn Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de , Yûnus b. Ubeyd'den bildiriyor: Kişi zor (huysuz) bir bineğin üzerinde olur da: “Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur, O'na döneceklerdir" âyetini okursa o binek Yüce Allah'ın izniyle uysallaşır. 84(Ey Resûlüm), de ki: “ Biz Allah’a îman getirdik; bize indirilen Kur’ân-ı Kerim de; İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya'kûb’a ve oğullarına indirilenlere de; Mûsâ’ya, Îsa’ya ve peygamberlere Rablarından verilenlere de... Peygamberlerden hiç biri arasında (hak peygamber olduklarında) fark gözetmeyiz. Biz Allah’a boyun eğen müslimleriz.” 85"Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." Ahmed ve Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde ameller Allah'ın huzuruna geldiği zaman namaz gelip: «Ey Rabbiml Ben namazım» der. Yüce Allah: «Sen hayır üzeresin» buyurur. Sadaka gelip: «Ey Rabbiml Ben sadakayım» der. Yüce Allah: «Sen hayır üzeresin» buyurur. Sonra oruç gelip: «Ey Rabbiml Ben orucum» der. Yüce Allah: «Sen hayır üzeresin» buyurur. Sonrada bütün ameller gelir. Yüce Allah hepisine de: «Sen hayır üzeresin» buyurur. Sonra İslam gelip: «Ey Rabbiml Sen selamsın, ben de İslam'ım» der. Yüce Allah: «Sen hayır üzeresin, bugün seninle alıp seninle vereceğim» buyurur. Zira Yüce Allah Kitab'ında: «Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir» buyurmaktadır." 86"İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez." Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ensâr'dan bir kişi müslüman olduktan sonra mürted oldu ve müşriklere katıldı. Sonra pişman olunca kavmine: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): «Tövbem kabul olur mu?» sorun" diye bir haber gönderdi. Bunun üzerine: “İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetleri inince, kavmi ona haber gönderdi ve bu kişi tekrar müslüman oldu. Abdurrezzâk, Müsned'de, Müsedded, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ma'rifetu's-Sahâbe'de el-Bâverdî, Mücâhid'den bildiriyor: Haris b. Süveyd Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında müslüman olduktan sonra tekrar kafir olarak kavmine geri döndü. Bunun üzerine Yüce Allah: “İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetlerini indirdi. Adamın biri gidip bu âyetleri kendisine okuyunca, Hâris: “Vallahi! Seni doğru olarak bilirim. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem) senden daha doğrudur. Yüce Allah ise üçümüzden de daha doğrudur" dedi. Sonra geri dönüp müslüman oldu ve müslümanlığı güzel bir şekilde yaşadı. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “İnandıktan ve peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet Hâris b. Süveyd el-Ensârî hakkında indi. O iman ettikten sonra küfredince Yüce Allah bu âyeti indirdi. Sonra da: “Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti inince tekrar tövbe etti. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Mücâhid: “"İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez" âyetini açıklarken: “Bu âyet Amr b. Avf oğullarından bir adam hakkında inmiştir. O iman ettikten sonra küfre girdi ve Şam'a geldi" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: “Bu kişi Amr b. Avf oğullarından biri olup iman ettikten sonra küfre girmiştir" dedi. İbn Cüreyc der ki: Abdullah b. Kesîr bana Mücâhid'den haber verdi: O, Rumların yanına gitti ve Hıristiyan oldu. Sonra kavmine: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorun, benim tövbem kabul olur mu?" diye bir mektup yazdı. Bunun üzerine: “Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti inince tövbe etti ve tekrar müslümanların arasına geri döndü. İbn Cüreyc, İkrime'den şöyle bildirir: Bu âyet İslam'dan çıkıp Kureyş'e katılan Ebû Âmir er-Râhib, Hâris b. Süveyd, İbn Sâmit, Vahvah b. Eslet ve on iki kişi hakında inmiştir. Sonra bunlar ailelerine: “Bizim tövbemiz kabul edilir mi?" diye mektup yazdılar. Bunun üzerine: “Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti indi. İbn İshâk ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hâris b. Süveyd, Uhud savaşında Mucezzer b. Ziyâd'ı ve Dubay'a oğullarından Kays b. Ziyâd'ı öldürdü. Bu durum üzerine Mekke'den Kureyş'e gitti. Sonra kardeşi Culâsi'ye bir mektup yazarak kavmine geri dönmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah onun hakkında: “İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. Orada temellidirler; onlardan azab hafifletilmez; onların azabı geciktirilmez. Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Şeybe, Ümmü Hâni'nin azatlısı Ebû Sâlih'ten bildiriyor: Hâris b. Süveyd, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat ettikten sonra Mekke ahalisinin yanına gitti. Sonra Uhud savaşında bulundu ve Müslümanlara karşı savaştı. Yaptıklarına pişman olup Mekke'ye geri döndü. Kardeşi Cülâs b. Suveyd'e: “Ey kardeşim! Bu yapmış olduklarımdan dolayı pişman olmuş durumdayım. Ben Allah'a tövbe edip tekrar İslam'a dönmek istiyorum. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sor, eğer tövbemin kabul edileceğini anlarsan bana bunu yaz ve bildir" diye bir mektup yazdı. Kardeşi bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirince Yüce Allah: “İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez" âyetini indirdi. Bu kişinin kavminden olup ta karşıtı olanlar: “Müslümanken, inkar ettikten sonra mı tekrar İslam'a dönecek!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İnandıktan sonra inkar edip, inkarda aşırı gidenler var ya, onların tövbeleri kabul edilmeyecektir, işte sapıklar onlardır"" âyetini indirdi. Ebû Nuaym'ın, Ma'rife'de, Süddî es-Sağîr vasıtasıyla Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hâris b. Süveyd b. es-Sâmit on kişilik bir grupla beraber (İslam'dan çıkıp) Mekke'ye gittiler. Hâris b. Süveyd bu yaptığına pişman olarak geri döndü. Medine'nin yakınlarına geldiğinde kardeşi Culâs'e: “Bu yaptığıma pişman olmuş durumdayım. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sor, benim tövbem kabul edilir mi?" diye haber gönderdi. Culâs, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu haber verince, Yüce Allah: “Ancak bunun ardından tövbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" âyetini indirdi. Bunun üzerine Culâs kardeşine: “Yüce Allah senin tövbeni kabul etti" diye haber gönderdi. O da Medine'ye gelip Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) özür diledi ve Allah'a tövbe etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de onun özrünü kabul etti. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “inandıktan ... sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir?" âyetini açıklarken: “Bunlar Ehl-i Kitâb'dır. Onlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hak olduğunu bilip kabul ettikten sonra onu inkar ettiler" dedi. Mehâmilî, Emâli'de, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Abdullah b. Maz'ûrı'un Kıbtî bir kölesi vardı. Bu köle müslüman olmuş ve müslümanlığı güzel bir şekilde yaşamıştı. Abdullah ta bunun müslümanlığını çok beğenmişti. Ukbe bir gün çıkıp gitti ve bu köleyi azığını beline bağlamış ve saçlarını önden kesmiş bir şekilde gördü. Ona: “Ey filan! Neyin var?" diye sorunca: “Bir şeyim yok" dedi ve Hıristiyan ailesinin yanına gidip Hıristiyan oldu. Bunun üzerine Abdullah onu alarak Amr b. el-Âs'ın yanına götürdü. O da bu durumu Ömer'e yazılı olarak bildirdi. Ömer de cevaben: “inandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez'" âyetini yazdıktan sonra: “Ona müslüman olmasını teklif et, kabul ederse onu serbest bırak, kabul etmezse öldür" diye yazdı. Amr b. el-Âs ona müslüman olmasını söyledi. O da kabul etmeyince onu öldürdü. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında şöyle dedi: “Bunlar Yahudilerden ve Hıristiyanlardan olan Ehl-i Kitâb'dır. Bunlar kitaplarında Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderileceğini görmüşler onu ikrar edip hak olduğuna şahitlik etmişlerdir. Ancak peygamber kendi kavimlerinden gönderilmeyince Arapları hased ettiler. Peygamberin gönderileceğini ikrar ettikten sonra kendi kavimlerinden gönderilmeyince Arapları hasedlerinden dolayı onu inkâr edip küfrettiler. 87İşte dinden çıkanlar (var ya), onların cezası şu: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti gerçekten üzerlerindedir. 88Onlar ebedî olarak bu lânet ve azabın içindedirler. Kendilerinden ne azap hafifletilir, ne de onlara merhamet gözü ile bakılır. 89Ancak onun arkasından tevbe edip hallerini düzeltenler başka. Çünkü Allah, hakikaten günahları bağışlayan, çok merhamet edendir. 90"İnandıktan sonra inkar edip, inkarda aşırı gidenler var ya, onların tövbeleri kabul edilmeyecektir. İşte sapıklar onlardır." Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir topluluk müslüman olduktan sonra mürted oldu. Sonra bir daha müslüman olduktan sonra bir daha mürted oldular. Bunun üzerine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) (tövbelerinin kabul edilip edilmeyeceğini) sormaları için kavimlerine haber gönderdiler. Kavimleri bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerinde: “İnandıktan sonra inkar edip, inkarda aşırı gidenler var ya, onların tövbeleri kabul edilmeyecektir. İşte sapıklar onlardır" âyeti indi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet açıklarken: “Yahudilerin ve Hıristiyanların ölüm anındaki tövbeleri kabul edilmez" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Bunlar İncîl'i ve İsa'yı (aleyhisselam) inkâr eden Yahudilerdir. Sonra Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Kur'ân'ı inkâr ederek küfürlerinde aşırı gitmişlerdir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet iman ettikten sonra inkâr eden, inkârda aşırı gidip günah işleyen Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında inmiştir. Sonra bunlar bu küfürleri zamanında işlemiş oldukları günahlarından dolayı tövbe etmek için geldiler. Onlar hidayet üzere olsalardı tövbeleri kabul edilirdi. Ancak onlar sapıklık üzeredirler." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “...Onların tövbeleri kabul edilmeyecektir..." âyetini açıklarken: “Onlar günahlarından dolayı tövbe etmiş, ancak asıl küfürlerinden tövbe etmemişlerdir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...İnkarda aşırı gidenler..." âyetini açıklarken: “Bunlar küfürleri üzerinde devam edenlerdir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...İnkarda aşırı gidenler var ya, onların tövbeleri kabul edilmeyecektir..." âyetini açıklarken: “Burada küfürleri üzere iken ölenler kastedilmektedir. Bunlardan biri ölüm anında tövbe edecek olursa tövbesi kabul edilmez" dedi. 91"Doğrusu inkar edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir. İşte elem verici azab onlaradır, onların hiç yardımcıları da yoktur." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Doğrusu inkar edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir" âyetini açıklarken: “Burada her kâfir kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ue's-Sıfât'ta, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kâfir kıyamet gününde huzura getirildiği zaman kendisine: «Eğer yeryüzü doluşunca altının olsaydı onu fidye olarak verir miydin?» denilir. O: «Evet verirdim» karşılığını verir. Bunun üzerine ona: «Senden daha kolayı istenmişti denilir.» Yüce Allah'ın: «Doğrusu inkar edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir. İşte elem verici azab onlaradır, onların hiç yardımcıları da yoktur» âyeti de bu anlamdadır." 92"Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." Mâlik, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildiriyor: Ensâr'ın içinde en fazla hurma ağacı olan Ebû Talha idi. En fazla hoşlandığı bahçesi de Mescid'in karşısında bulunan Beyruhâ bahçesiydi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o bahçeye girer ve temiz suyundan içerdi. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti inince, Ebû Talha: “Ey Allah'ın Resûlü! Yüce Allah: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" buyurmaktadır. Benimde en fazla hoşlandığım bahçem Beyruhâ bahçesidir. Onu Allah yolunda tasadduk ediyorum. Ben bu bahçenin sevabını diliyor ve Allah katında benim için saklanmasını temenni ediyorum. Ey Allah'ın Resûlü! Onu Allah'ın sana göstermiş olduğu yerlerde harca" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çok güzel, bu mal kazanç bırakan bir maldır, bu mal kazanç bırakan bir maldır. Ben senin ne dediğini işittim. Ben onu akrabalarına bırakmanı uygun görüyorum" buyurdu. Ebû Talha: “Ey Allah'ın Resûlü! Öyle yapacağım" deyip onu akrabaları ve amca çocukları arasında taksim etti. Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Cerîr, Enes'ten bildiriyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti indiği zaman Ebû Talha: “Ey Allah'ın Resûlü! Yüce Allah mallarımızdan istemektedir. Sen de şahid ol ki Beyruhâ adlı bahçemi Allah yolunda bahşediyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu akrabalarına bırak" buyurdu. Ebû Talha da onu Hassân b. Sâbit ve Ubey b. Ka'b'a bıraktı. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Mekârimu'l-Ahlâk'ta Harâitî, Enes'ten bildiriyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti veya: “Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse..." âyeti inince Ebû Talha: “Ey Allah'ın Resûlü! Falan falan yerde bulunan bahçem sadakadır. Eğer bunu gizli olarak vermeye gücüm yetseydi açık olarak vermezdim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu ailenden fakir kişilere ver" buyurdu. Abd b. Humeyd ve Bezzâr, İbn Ömer'den bildiriyor: O, "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyetini ilk öğrendiğimde Yüce Allah'ın bana vermiş olduğu şeyleri düşündüm ve benim için yanımda Rum kökenli olan Mercâne adlı cariyemden daha sevimli bir malımın olmadığını gördüm. Bunun üzerine: “Bu cariyemi Allah rızası için azad ettim" dedim. Eğer Allah yolunda verdiğim bir şeyi geri alma alışkanlığım olsaydı onu kendime nikahlardım" dedi. Sonra Ömer o cariyeyi Nâfi'ye nikahladı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ömer el-Hattâb'tan bildiriyor: Ömer, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye, kendisi için Celûle tutsaklarından bir cariye satın almasını bir mektupla bildirdi. Sonra Ömer bu cariyeyi huzuruna çağırıp: “Yüce Allah: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" buyurmaktadır" dedi ve onu azad etti. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. el-Münkedir'den bildiriyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti indiği zaman Zeyd b. Hârise, Seblu denilen bir atıyla gelip: “Bu, sadakadır" dedi." -Oysa onun için yanında bu attan daha sevimli bir mal yoktu- "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu atı kabul etti ve ona Zeyd'in oğlu Usâme'yi bindirdi. Bunun üzerine Zeyd'in yüzündeki değişikliği gören Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah onu senden kabul etti" buyurdu. İbn Cerîr, Amr b. Dînar'dan bunun aynısını bildirir. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Ma'mer vasıtasıyla Eyyûb ve bir başkasından bildiriyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz. Her ne harcarsanız, şüphesiz Allah onu bilir" âyeti indiği zaman Zeyd b. Hârise çok sevdiği bir atıyla gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu at Allah yolunda (sadaka)dır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ata Zeyd'in oğlu Usâme'yi bindirince Zeyd'in ağırına gitmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'in bu durumunu görünce: “Bilmiş ol ki, Allah onu kabul etti" buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Asâkir, Sâbit b. el-Haccâc'tan bildiriyor: Bana şöyle nakledildi: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti indiği zaman Zeyd: “Allahım! Benim yanımda bu atımdan daha fazla sevdiğim bir malımın olmadığını biliyorsun" dedi ve onu miskinlere tasadduk etti. O miskinler de atı satmak istediler. Zeyd de o atı çok beğenmişti ki, onu satın alabilir mi diye Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bunu yasakladı. İbn Cerîr, Meymûn b. Mihrân'dan bildiriyor: Adamın biri Ebû Zer'e: “Hangi ameller daha faziletlidir?" diye sorunca, Ebû Zer: “Namaz dinin direğidir, cihad amelin başı, sadaka da hayret verici bir şeydir. Bunun üzerine bu kişi: “Ey Ebû Zer! Benim en çok işlediğim ameli bırakıp ta zikretmediğini görüyorum" dedi. Ebû Zer: “O nedir?" diye sorunca: “Oruçtur" karşılığını verdi. Ebû Zer: “Oruç Allah'a yakınlıktır, ancak bunların yanlarında değildir" deyip: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyetini okudu. Abd b. Humeyd, Süleym oğullarından bir adamdan bildiriyor: Ebû Zer'e Rebeze'de komşu oldum. Onun bir deve sürüsü, bir de bu sürüyü güden zayıf bir çobanı vardı. Ona: “Ey Ebû Zer! Seninle arkadaş olup sürünü korumak ve sende olan ilimden bir şeyler öğrenmek istiyorum. Umulur ki Allah bana bunlarla bir fayda sağlar ne dersin?" dedim. Ebû Zer: “Bana arkadaşlık edecek kişi bana itaat edendir. Eğer bana itaat edersen arkadaşımsın, etmezsen değilsin" dedi. Ona: “Hangi konularda sana itaat etmemi ister sin?" dediğimde: “Bana malımdan bir şey getirmeni istediğim zaman en güzelini getireceksin" dedi. Onunla bir süre öylece beraber kaldım. Sonra ona su işiyle uğraşanların ihtiyaç içinde oldukları zikredildi. Bunun üzerine bana: “Develerden bir deve getir" dedi. Develere baktığımda aralarında erkek damızlığın en güzel ve en uysal olduğunu gördüm. Tam onu alacaktım ki Ebû Zer'in ona olan ihtiyaçlarını hatırladım ve onu almaktan vaz geçtim. O deveden sonra en güzel olan deveyi alıp yanına gittim. O, deveye bakıp: “Ey Süleym oğullarından olan kardeşim! Sen bana hainlik ettin" dedi. Onu anladığımda deveyi bıraktım ve sürüye geri dönüp o en güzel olan deveyi getirdim. O, yanında oturanlara: “Allah rızasını gözeterek iş yapacak iki kişi var mıdır?" diye sorunca, oradan iki kişi: “Biz varız" cevabını verdi. Ebû Zer: “O zaman kalkın ve bu deveyi yatırıp ayaklarını bağlayarak kesin. Sonra sucuların evlerini sayın ve eti evlerin sayısına göre taksim edin. Ebû Zer'in evini de onlardan bir tane sayın" dedi. Bunun üzerine onlar da bu şekilde yapıp eti taksim ettikten sonra beni yanına çağırıp: “Vasiyetimi hatırlayıp omuz ardı mı ettin bilmiyorum. Unuttuysan seni mâzur görüyorum" dedi. Ona: “Hayır, vasiyetini unutmadım. Fakat develere baktığımda en güzellerinin erkek damızlık bir deve olduğunu gördüm. Tam onu alacakken ona olan ihtiyacını hatırladım ve geri bıraktım" dedim. Ebû Zer: “Ona olan ihtiyacımdan dolayı mı bıraktın?" diye sorunca: “Evet bu sebeple bıraktım" cevabını verdim. Bunun üzerine: “Sana ihtiyaç günümü haber vereyim mi? Benim ihtiyaç duyacağım gün mezarıma konulacağım gündür. Benim asıl ihtiyaç duyacağım gün işte o gündür. Şüphesiz her malın üç ortağı bulunmaktadır. Biri kaderdir ki o geldiğinde iyi mi, kötü mü demeden alır gider. Biri varistir ki, o da başını ne zaman mezara koyacağını beklemektedir. Sen (mezarda) zelil bir iken o malını alacaktır. Diğeri ise sensin (yani malın sahibidir). Eğer gücün yeterse bu üç ortağın en zayıfı olmaya bak. Çünkü Yüce Allah: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" buyurmaktadır. Bu deve malımın içinde en fazla sevdiğimdi. Onu vererek kendime önden bir şeyler hazırlamak istedim" dedi. Ahmed, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir keler getirildi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yemedi ve yiyene de yasaklamadı. Ona: “Ey Allah'ın Resûlü! Onu miskinlere yedirelim mi?" diye sorduğumda: “Hayır, yemediğiniz şeylerden onlara yedirmeyin" buyurdu. Ebû Nuaym, Hilye'de, Mücâhid vasıtasıyla İbn Ömer'den bildiriyor: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyeti indiği zaman o bir cariyesini çağırıp azat etti. Zühd'de Ahmed, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor: İbn Ömer namaz kılarken okuyordu ki: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" âyetine yetişince, namazdayken eliyle işaret ederek bir cariyesini azat etti. İbnu'l-Münzir, Nâfi'den bildiriyor: İbn Ömer şeker satın alıp onu tasadduk ederdi. Ona: “Şeker parasıyla onlara yiyecek satın alıp versen onlar için bundan daha faydalı değil midir?" dediğimizde: “Sizin dediğinizi biliyorum. Ancak Allah'ın: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz" buyurduğunu işittim" derdi. Çünkü İbn Ömer şekeri severdi. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...İyiliğe erişemezsiniz" âyetini açıklarken: “İyilikten kasıt, Cennettir" dedi. İbn Cerîr, Amr b. Meymûn'dan bunun aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir, Mesrûk'tan bunun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Beğendiğiniz ve hevasına düştüğünüz mallarınızdan harcamadıkça Rabbinizin iyiliğine (Cennetine) erişemezsiniz" dedi. "...Her ne harcarsanız, şüphesiz Allah onu bilir" âyetini açıklarken ise: “O sizin için saklanmıştır. Yüce Allah ondan haberdardır ve mükafatını verecektir" dedi. 93"Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun." Abd b. Humeyd, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada haram kılınandan kasıt, etin içindeki damardır. Yakûb (aleyhisselam) siyatik hastalığına yakalanmıştı. Geceleri ağrısından dolayı hep feryad ederdi. Eğer iyileşirse bir daha içinde damar bulunan etleri yemeyeceğine dair yemin etti ve Yahudiler kendilerine bunu haram kıldılar. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Yusuf b. Mâhek vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs ona şöyle dedi: “İsrail'in kendi kendisine neleri haram kıldığını biliyor musun? İsrâil (Yakub (aleyhisselam)) siyatik hastalığına yakalanmıştı ve bu hastalık kendisini zayıf düşürmüştü. Eğer Allah kendisini sağlığına kavuşturursa bir daha asla damar yemeyeceğine dair yemin etti. Bu sebeple Yahudiler etin içinden damarları çıkarırlar ve yemezler." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs Bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “İsrâil (Yakub(aleyhisselam)) kendine damar yemeyi haram kılmıştı. Siyatik hastalığına yakalandığından dolayı geceleri uyuyamıyordu. Bunun üzerine: “Vallahi! Eğer Allah beni bu hastalıktan kurtarıp sağlığıma kavuşturursa bunu benim çocuklarım yemeyecektir" dedi. Ancak bu, Tevrat'ta yazılı değildi. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Ehl-i Kitâb'dan bir gruba: “Bu haram kılma da nedir?" diye sorunca: “O bize kitaptan önce haramdır" cevabını verdiler. Halbuki Allah: “Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler israiloğullarına helal idi. De ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun" buyurmaktadır. Buhârî, Târih'te, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yahudiler gelip: “Ey Ebu'l-Kâsım! Bize Yâkub'un (aleyhisselam) kendi kendisine neyi haram kıldığını söyle" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yakûb (aleyhisselam) sahrada otururdu. O, siyatik hastalığına yakalanmıştı. Deve eti ve deve sütünden başka kendisine zarar veren bir şey yoktu. Bu sebeple de bunları kendine haram kıldı" buyurdu. Yahudiler: “Doğru söyledin" karşılığını verdiler. İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...İsrail'in kendisine haram ettiğinden..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yakûb (aleyhisselam) kendine, damar ve deve eti yemeyi haram kılmıştı. Kendisinde siyatik hastalığı vardı. Bir gün damar ve deve eti yeyince o gece geceyi feryatla geçirdi. Bunun üzerine de onları bir daha asla yemeyeceğine dair yemin etti. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Miclez: “...İsrail'in kendisine haram ettiğinden..."' âyetini açıklarken şöyle dedi: “İsrâil'den kasıt Yakûb'dur (aleyhisselam). Yakûb (aleyhisselam) yiğit ve güçlü birisiydi. Bir melekle karşılaştı ve onunla güreş tuttu. Melek Yakûb'u (aleyhisselam) yendikten sonra baldırına vurdu. Yakûb (aleyhisselam), meleğin öyle yaptığını görünce onu yere çaldı ve: “Bana bir isim takmadan seni bırakmayacağım" dedi. Bunun üzerine melek te ona İsrâil adını taktı. O günden sonra da Yakûb'un (aleyhisselam) baldırındaki o damar hep ağrıdı ve bir daha bir bineğe binemedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: “Yakûb (aleyhisselam) deve eti yemeyi kendine haram kıldı" dedi. İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle derdi: “Yakûb (aleyhisselam) kendine ciğerin fazlalığını, böbrekleri ve sırt yağı hariç iç yağları haram kılmıştı. Haram olan kısım, kurban olarak ateşe atılırdı ve ateş onu yakardı." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ: “...İsrail'in kendisine haram ettiğinden..." âyetini açıklarken: “Deve eti ve deve sütünü haram kılmıştır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor. Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tevrat'ta, İsrail'in kendine haram kıldığını haram kılmıştır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “De ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun" buyurdu. Oysa onlar yalan söylüyordu. Çünkü Tevrat'ta öyle bir şey yoktu. Ancak Tevrât indirildikten sonra bunlar İsrâil oğullarına ceza olarak haram kılınmıştır. Yüce Allah: “De ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun" buyurmaktadır. Yahudiler, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mûsa bizim dinimiz üzereydi ve Tevrât bize iç yağlarını, tırnağı ve cumartesi gününü haram kılmış olarak geldi" dediler. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yalan söylüyorsunuz, Mûsa Yahudi değildir. Tevrat'ta da sadece İslam vardır" karşılığını verdi. Yüce Allah: “De ki: Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun" buyurmaktadır. Bunda öyle bir şey var mıdır? Onlara, Mûsa'dan sonra gelen peygamberler de öyle bir şeyi haram kılmadı. Onlara levhalarda topluca indirildi. 94Artık bu delilden sonra helâl ve haram hakkında kim Allah’a karşı yalan söyleyip iftira ederse, işte onlar zâlimlerdir. 95Sen de ki: “(Helâl ve haramı haber vermekde) Allah doğru buyurmuştur. O hâlde (her dinden) İslâma yönelerek İbrâhîm’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” Abd b. Humeyd, Âmir'den bildiriyor: Hazret-i Ali, kendine hanımını haram kılan biri hakkında şöyle dedi: “İsrail'in deve etini kendine haram kılmasıyla deve etinin kendisine haram olduğu gibi bu kişiye de hanımı haram olmuştur." Mesrûk der ki: “İsrâil, Allah'ın bilgisinde olan ve kitap indireceği zaman haram kılacağı şeyi kendine haram kılmıştır. Kitap indirilince de İsrâil'in haram kıldığı şeye muvafık olarak inmiştir. Siz de Allah'ın helal kılmış olduğu şeyi kendinize haram kılmaya kalkışıyorsunuz. Benim için, haram kıldığınız şeyle, bir tabak tirit yemeğini haram kılmanız arasında bir fark yoktur." 96"Doğrusu insanlar için ilk Kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Şa'bî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de..." âyetini açıklarken: “Ondan daha önce de evler vardı. Ancak bu, Allah'a ibadet için kurulan ilk evdi" dedi. İbn Cerîr, Matar'dan bu yorumun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyet hakkında: “İnsanların Allah'a ibadet etmeleri için yapılan ilk ev Mekke'de yapılan evdir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da, Ebû Zer'den bildiriyor: “Ey Allah'ın Resûlü! İlk yapılan mescid hangisidir?" diye sorduğumda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mescidu'l- Haram'dır" buyurdu. Sonra hangisidir?" dediğimde: “Mescidu'l-Aksa'dır" dedi. "İkisi arasında kaç yıl vardır?" diye sorduğumda ise: “Aralarında kırk yıl vardır" karşılığını verdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da, İbn Amr'dan bildiriyor: “Yüce Allah, Kâbe'yi yeryüzünden iki bin yıl önce yaratmıştır. -Arş su üzerinde iken- Kâbe beyaz köpük gibiydi. Yeryüzü de altında bir kabuk gibiydi. Daha sonra da yeryüzü Kâbe'nin altında yayıldı." İbnu'l-Münzir, Ebû Hureyre'den bildiriyor: “Kâbe, yeryüzünden iki bin yıl önce kurulmuştur. Ancak o yerdendi ve su üzerinde bir kabuk gibiydi. Üzerinde meleklerden iki melek vardı ki, bu melekler tesbih ediyordu. Yüce Allah yeryüzünü yaratmak istediğinde yeryüzünü Kâbe'den yaydı ve onu yeryüzünün ortasında kıldı." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev..." âyeti "Siz, insanlar için ortaya çıkarılan,... hayırlı bir ümmetsiniz" âyeti gibidir" dedi. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: “İlk kurulan ev Kâbe'dir. Kâbe kurulduğu zaman yeryüzü henüz su idi. Kâbe'de onun üstünde bir köpüktü. Allah yeri yarattığı zaman beraberinde Kâbe'yi de yarattı. O yeryüzünde kurulan ilk evdir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “İnsanlara yapılan ilk kıble, Mescid-i'Harâm'dır" dedi. İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî, İbn Cüreyc'ten bildiriyor. Bize nakledildiğine göre Yahudiler: “Beytü'l-Makdis, Kâbe'den daha muazzamdır. Çünkü o, peygamberlerin hicret ettiği yer olmasıyla beraber mukaddes topraklardır" dediler. Müslümanlar da: “Kâbe daha muazzamdır" dedi. Bu söyleşi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirildiğinde: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe'dir. Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır" âyetleri indi. Halbuki bu âyetlerde bahsedilenler Beytü'l-Makdis'te yoktur. "...Kim oraya girerse, güvenlik içinde olur..." Bu âyette de bahsedilen Beytü'l-Makdis'te değildir. "...Oraya yol bulabilen insana Allah için Kâbe'yi haccetmesi gereklidir..." Bu âyettede bahsedilen yer Beytü'l-Makdis değildir. Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünden yaratılan ilk yer Kabe'nin yeridir. Sonra yeryüzü o yerden yayıldı. Yüce Allah'ın yeryüzünde yarattığı ilk dağda Ebû Kubeys dağıdır. Sonra diğer dağlar da ondan yaratıldı." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “(Mekke'nin) Bekke diye adlandırılmasının sebebi, her taraftan oraya haccetmek için insanların gelmesindendir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Mücâhid: “(Mekke'nin) Bekke diye adlandırılmasının sebebi, orada (tavaf anında) erkek ve kadınların izdiham yaşamalarındandır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Mücâhid'den bildiriyor: (Mekke'nin) Bekke diye adlandırılmasının sebebi orada (tavaf anında) insanların birbirlerini şıkıştırarak izdiham yaşamalarındandır. Orada caiz olan (izdiham ve kadın erkek karışık namaz kılma) başka yerde caiz değildir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da, Katâde'den bildiriyor: (Mekke'nin) Bekke diye adlandırılmasının sebebi Yüce Allah'ın oradaki bütün insanları bir araya toplamasındandır. Orada kadınlar erkeklerin önünde bulunan saflarda namaz kılabiliyor. Ancak bu, başka bir şehirde mümkün değildir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Utbe b. Kays'tan bildiriyor: “Bekke, insanları bir arada toplayandır ki, erkekler orada kadın gibi olur. Bunu kimden rivayet ediyorsun?" denildiğinde: “İbn Ömer'den" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Zeyd b. Muhâcir: “(Mekke'nin) Bekke diye adlandırılmasının sebebi, zulmü parçalamasındandır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildiriyor: Kâbe ve etrafı Bekke, onun dışındaki kısımlar ise Mekke'dir. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik el-Ğifârî: “Bekke, Kâbe'nin yeridir. Onun dışındaki kısımlar da Mekke'dir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb: “Bekke, Beytu'l-Mescid, Mekke ise Harem'in tümüdür" dedi. İbn Cerîr, Dahhâk'ın: “Bekke, Mekke'nin kendisidir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: “Mekke, Fec denilen yerden Ten'îm denilen yere kadar olan bölgedir. Bekke ise Kâbe'den, Bathâ' denilen bölgeye kadardır." Abd b. Humeyd, Mücâhid'in: “Bekke, Kâbe'nin kendisidir. Etrafı ise Mekke'dir" dediğini bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “...Mübarek ve doğru yol gösteren..." âyetini açıklarken: “Onda hayır ve bereket kılındı. Aynı zamanda insanlara kıbleyi gösterdi" dedi. Abdurrezzâk, Musannef’te ve Beyhakî, Şuab'da Zührî'den bildiriyor: Bana şöyle nakledildi: “İbrâhîm'in (aleyhisselam) makamında üç levha bulundu. Her levhada da bir yazı vardı. Birincisinde şöyle yazılıydı: “Ben Bekke'nin sahibi Allahım! Güneş'i ve Ay'ı yarattığım gün Bekke'yi yaratıp etrafını hanif olan yedi melekle kuşattım. Onun ehline, ette ve sütte bereket kıldım. İkincisinde ise: “Ben Bekke'nin sahibi Allahım! Ben akrabalık bağını yarattım ve ona ismimden verdim. Akrabalık bağlarını kuvvetlendirene rahmet eder ve bu bağı koparanı da keserim" yazılıydı. Üçüncüsünde de şöyle yazılıydı: “Ben Bekke'nin sahibi Allahım! Ben hayrı ve şerri yarattım. Hayır üzeri olana ne mutlu, şer üzere olanın da vay haline." el-Ezrakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İbrâhîm'in (aleyhisselam) makamında bir kitap bulundu ve içinde şöyle yazılıydı: “Bu, Allah'ın evi Harem-i Bekke'dir. Allah Bekke ehlinin azıklarından mübarek olan üç şeyi üstlenmiştir. Bunlar et, su ve süttür. İhrama giren kişi aynı anda tekrar geri çıkamaz." Yine bir taş bulunmuştu ki yaratılıştan üstünde şöyle bir yazı vardı: “Ben Bekketü'l- Harem'in sahibi Allahım! Güneş'i ve Ay'ı yarattığım gün Bekke'yi yaratıp etrafını hanif olan yedi melekle kuşattım. Mekke'deki iki dağ var olduğu müddetçe Bekke'de var olacaktır. Onun ehline ette ve suda bereket kılınmıştır." İbn Ebî Şeybe, Mücâhid ve Dahhâk'tan bunun aynısını bildirir. Fedâilu'l-Mekke'de el-Cenedî'nin İbn Abbâs ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, Mekke'yi yarattı ve onu zorluklara ve (bu zorluklara katlananlara verilecek) derecelere koydu" buyurdu. Saîd b. Cübeyr'e: “Dereceleri nedir?" denilince: “Cennettir Cennet" karşılığını verdi. el-Ezrakî ve el-Cenedî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Gökyüzüne Mekke'den daha yakın bir yer görmedim" dedi. el-Ezrakî, Atâ b. Kesîr'den hadisi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak şöyle bildirir: “Mekke'de ikamet etmek saadet, oradan ayrılmak ise şekavettir. " el-Ezrakî, el-Cenedî ve Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim Ramazan ayında Mekke'de bulunur ve bütün Ramazan orucunu orada tutarak gücü nisbetinde gece ibadetine kalkarsa, Yüce Allah ona Mekke'nin dışında tutulan Ramazan orucu sevabının yüz bin katını yazar. Ona orada geçirdiği her gün ve her gece için birer sevap yazılır. Yine her gün ve her gece için bir köle azat etmiş gibi sevap yazılır. Yine her gün ve her gece için iki at yükü malı Allah yolunda infak etmiş gibi sevap yazılır. Yine orada her gün mutlaka bir duası kabul edilir." el-Ezrakî ve M. el-Evsat'ta Taberânî'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu Beyt (Kabe) İslam'ın direğidir. Kim bu evi ziyaret etmek maksismiyle hac veya umre yapmaya çıkarsa (ve bu yolda) öldüğü takdirde Yüce Allah onu Cennetine sokmayı, sağ kaldığı takdirde ise ganimet ve mükâfatla memleketine döndürmeyi taahhüt etmiştir. " Beyhakî'nin, Şuab'da, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidü'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür. Benim bu mescidimde kılınan bir cuma namazı, Mescidü'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan cuma namazından (sevap olarak) bin defa daha üstündür. Benim bu mescidimde tutulan Ramazan orucu, Mescidü'l-Harâm dışında, başka bir mescidde tutulan ramazan orucundan (sevap olarak) bin defa daha üstündür. " Bezzâr, İbn Huzeyme, Taberânî ve Şuab'da Beyhakî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Mescidü'l- Haram'da kılınan bir namaz, başka bir mescidde kınlan namazda yüz bin defa, benim mescidimde kılanan namazdan bin defa, Beytü'l-Makdis'te kılınan namazdan beş yüz defa (sevap olarak) daha üstündür." İbn Mâce'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişinin evinde kıldığı namaz (sevap olarak) bir namaza mukabildir. Mescidde kıldığı namaz (sevap olarak) yirmi beş namaza eştir. Cumanın kılındığı yerde kılınan namaz (sevap olarak) beş yüz namaza mukabildir. Mescidü'l-Aksa'da kılınan namaz (sevap olarak) elli bin namaza mukabildir. Benim mescidimde kılınan namaz (sevap olarak) elli bin namaza mukabildir. Mescidü'l-Haram'da kılınan namaz ise (sevap olarak) yüz bin namaza mukabildir. " İbn Ebî Şeybe, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidu'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür." Tayâlisî, Ahmed, Bezzâr, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, İbn Adiy ve Beyhakî'nin, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidü'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür. Mescidü'l-Haram'da kılınan bir namaz, benim mescidimde kılınan namazdan (sevap olarak) yüz defa daha üstündür." Atâ (b. Ebî Rebâh)'a: “Bahsedilen bu üstünlük sadece Mescidu'l-Harâm'da mı, yoksa Harem bölgesinde mi?" diye sorulduğunda: “Evet, bütün Harem bölgesi için geçerlidir. Çünkü Harem'in tümü mesciddir" karşılığını verdi. Ahmed ve İbn Mâce'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim mescidimde kılınan bir namaz, Mescidü'l- Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür. Mescidu'l-Haram'da kılınan bir namaz, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) yüz bin defa daha üstündür." İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidu'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür." Bezzâr'ın, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben peygamberlerin sonuncusuyum. Mescidim peygamberler mescidlerinin sonuncusudur. Sefer hazırlığı yapılıp ta gidilmesi gereken mescid benim mescidim ve Mescidu'l-Haram'dır. Benim mescidimde kılınan bir namaz, Mescidu'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür." Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Menî', er-Rûyânî, İbn Huzeyme ve Taberânî'nin Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidü'l-Harâm dışında, başka bir mescidde kılınan namazdan (sevap olarak) bin defa daha üstündür." 97"Onda apaçık âyetler ve İbrâhîm'in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur. Oraya gitmeye gücü yeten herkesin o İbadet Evi ni ziyaret etmesi de Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır." Saîd b. Mansûr, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbnu'l- Enbârî'nin, Mesâhif te bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim b. Ebi'n-Necûd bu âyeti (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onda apaçık âyetler vardır..." âyetini açıklarken: “Orada Makâmı-İbrâhîm ve Meş'ar vardır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ve Katâde bu âyeti açıklarken: “Makâm'ı-İbrâhîm açık olan âyetlerdendir" dediler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onda apaçık âyetler ve ibrâhîm'in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyetini açıklarken: “Burada Makâm-ı İbrâhîm" kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Onda apaçık âyetler ve İbrâhîm'in makamı vardır ..." âyetini: “Orada İbrâhîm'in (aleyhisselam) ayak izleri bulunmaktadır. Bu da açık olan âyetlerden bir tanedir" şeklinde açıklamıştır. "...Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyeti hakkında ise: “Bu başka bir şeydir" dedi. el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “Onda apaçık âyetler ve İbrâhîm'in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyetini açıklarken: “Apaçık olan âyetlerden kasıt, Makâm-ı İbrâhîm'dir" demiştir. İnsanların Kâbe'ye gelmeleri konusunda Yüce Allah başka bir âyette: İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" buyurur. İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Kelbî: “Onda apaçık âyetler ... vardır..." âyetini açıklarken: “Açık âyetler; Kâbe, Safa, Merve ve Makâm-ı İbrâhîm'dir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, Cahiliye döneminde olan bir şeydi. O dönemde kişi her günahı işlese de Harem'e iltica ettiği zaman kimse ona karışamaz ve onu geri isteyemezdi. Ancak İslam'da Harem'e iltica etmek, Allah'ın cezalarını uygulamayı engellemedi. Hırsızlık yapanın eli kesilir, zina edene had uygulanır ve öldürülen de öldürülür. el-Ezrakî, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir. İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî, Huvaytib b. Abdi'l-Uzza'dan bildiriyor: Cahiliye döneminde, Kâbe'de hayvanların ağzına vurulan gemler gibi halkalar gördüm. (Başkalarından) korkan bir kişi o halkalardan birine elini geçirince ona kimse dokunamazdı. Bir gün korkan biri gelip elini ona soktu. Başka biri de onu geri çekmeye kalkınca eli felç oldu. İslam zamanında bu kişinin elinin halen felçli olduğunu gördüm. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Eğer Harem'de Hattâb'ın katilini görsem oradan çıkana kadar kendisine el sürmem" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kim (bir suç işleyip te) Kâbe'ye sığınırsa güvenlik altında olurdu. Ancak bu kişi kimsenin yanında barındırılmaz, ona yemek, su verilmez ve oradan geri çevrilmezdi. Ama oradan çıktığı zaman da cezası uygulanırdı. İbnu'l-Münzir ve el-Ezrakî'nin, Tâvus vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Oraya giren güvenlik içinde olur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kim Harem'in dışında bir yerde birini öldürüp veya hırsızlık yapıp Harem'e girerse, kimse onunla oturmaz, konuşmaz ve o kişiyi kimse evine alıp barındırmaz. Fakat kendisinden Harem'den çıkması istenir. Harem'den dışarı çıktığında bu kişi alınır ve suçunun cezası kendisine uygulanır. Eğer biri Harem'in dışında bir yerde birini öldürür veya hırsızlık yapıp Harem'e girerse ve ona cezasını uygulamak isterlerse onu Harem'in dışına çıkararak haddi uygularlar. Eğer Harem'de öldürür veya hırsızlık ederse Harem'in içinde kendisine had uygulanır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: “Kişi haddi (şeri cezayı) gerektirecek adam öldürme ve hırsızlık gibi bir suç işleyip te Harem'e girerse ona bir şey satılmaz ve kimsenin evinde barındırılmaz. Bu kişi bu durumdan bıkıp Harem'den çıkınca ona had uygulanır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvus şöyle demiştir: İbnü'z-Zübeyr, (suçlu) bir adamı Harem'in dışında tutmuştu. Onu Harem'e soktuktan sonra tekrar çıkarıp öldürdü diye İbn Abbâs ta onu ayıplamıştı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: “Biri bir suç işledikten sonra Harem'e iltica ederse emin olur ve ona dokunulmaz. Ancak Harem'in içinde suç işlerse suçunun cezası uygulanır. İbn Cerîr'in, ikrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: “Kim bir suç işler de sonra Harem'e sığınırsa emin olur. Müslümanlar ona hiçbir şekilde ceza uygulayamaz. Ancak Harem'in dışına çıktığı zaman ona had uygulanır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Atâ (b. Ebî Rebâh) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Kim Harem'in dışında bir suç işler de sonra Harem'e iltica ederse ona dokunulmaz, ona bir şey satılmaz ve kimsenin yanında barındırılmaz. Harem'den çıkması beklenir. Harem'den çıktığı zaman da tutulup kendisine had (şeri ceza) uygulanır. Fakat Harem'in içinde suç işleyen kişiye Harem'de had uygulanır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Harem'de, Ömer'in katilini görecek olsam ona dokunmam" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Babamın katilini Harem'de görecek olsam ona dokunmam" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Cahiliye döneminde kişi birini öldürür ve boynuna yün parçası asarak Harem'e girerdi. Maktülün oğlu veya babası onu görürdü ve ona dokunmazdı." Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî, Ebû Şureyh el-Adevî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) fethin ikinci günü kalkıp şöyle buyurdu: “Şüphesiz Mekke'yi Allah haram kılmıştır, ama insanlar onu haram kılmıyor. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişinin orada kan dökmesi veya bir ağaç kesmesi caiz değildir. Eğer biri, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada savaştı, diyerek kendine öylesi bir izin çıkarmak isterse ona: «Yüce Allah, Resulüne bu konuda izin vermiştir. Sana izin vermemiştir» deyin. Bana da gündüzün bir saatinde izin verilmiştir. Mekke'nin dünkü haramlılığı bu gün de devam etmektedir." Saîd b. Mansûr, İbn Ömer'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'nin gölgesinde oturan Kureyş'lilerin yanına gelip selam verdikten sonra: “Biliniz ki Yüce Allah, Kabe'ye kendisinde yapılanı soracaktır. Burada ikamet eden kimse kan dökemez ve dedikodu yaparak bozgunculuk edemez" buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Ca'de b. Hubeyre: “...Oraya giren güvenlik içinde olur..."âyetini açıklarken: “Cehennem ateşinden güvende olur, mânâsındadır" dedi. Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kabe'ye giren kişi bir sevap kazanır ve bir kötülüğü silinip bağışlanmış olur" buyurmuştur. İbnu'l-Münzir, Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bildiriyor: Kim Kâbe'de ölürse emin olarak haşrolunur. Çünkü Yüce Allah: “...Oraya giren güvenlik içinde olur..." buyurmaktadır. Beyhakî'nin, Şuab'da, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İki Harem'den birinde ölen kişi, emin olarak haşrolunur" buyurmuştur. Beyhakî'nin, Şuab'da, Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İki Harem'den birinde ölen kişiye şefaatim vacip olur ve bu kişi kıyamet gününde eminlerden biri olarak haşrolunur. " el-Cenedî ve Beyhakî'nin, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İki Harem'den birinde ölen kişi, kıyamet gününde eminlerden biri olarak haşrolunur. Beni Medine'ye ziyarete gelen kişi de kıyamet gününde komşum olur. " el-Cenedî'nin, Muhammed b. Kays b. Mahrame'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İki Harem'den birinde ölen kişi, kıyamet gününde eminlerden biri olarak haşrolunur. " el-Cenedî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Mekke'de defnedilen Müslüman kişi, kıyamet gününde eminlerden biri olarak haşrolunur" dedi. "Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Evi haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır." Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Hazret-i Ali'den bildiriyor: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır...'" âyeti indiği zaman, ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Her yıl mı gidilecek?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve cevap vermedi. Ashâb bir daha: “Ey Allah'ın Resûlü! Her yıl mı gidilecek?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, eğer: «Evet» demiş olsaydım her yıl gitmek farz olurdu" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın..."" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır...'" âyeti indiği zaman bir adam: “Ey Allah'ın Resûlü! Her yıl mı gidilecek?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sana farz kılınan İslam haccını eda et. Eğer: «Evet» deseydim hac size her yıl farz olurdu" buyurdu. Abd b. Humeyd, Hâkim ve Sünen'de Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verip: “Ey insanlar! Yüce Allah size haccıfarz kıldı" buyurdu. Akra' b. Hâbis kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Her yıl mı gidilecek?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer evet deseydim size (her yıl) farz olurdu. Farz olunca da her yıl gelmezdiniz ve gelmeye de gücünüz yetmezdi. Hac bir defadır, kim bunu arttırırsa nafile haca yapmış olur" buyurdu. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti indiği zaman adamın biri: “Ey Allah'ın Resûlü! Her yıl mı gidilecek?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer: «Evet» deseydim size (her yıl) farz olurdu. Farz olunca da bu farizayı yerine getiremezdiniz. Terk edince de küfre girmiş olurdunuz. Benim sizi bıraktığım gibi siz de beni rahat bırakın. Sizden önceki ümmetler peygamberlerine fazla soru sormaktan ve ihtilaf etmekten dolayı helak oldular. Eğer size bir şey emredersem gücünüz nisbetinde onu yapmaya çalışın. Size yasakladığım şeylerden de uzak durun" buyurdu. Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de, Muhammed b. Mervân vasıtasıyla Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan bildirir: Hâris b. Yezîd: “Ey Allah'ın Resûlü! Hac farizası her yıl mı eda edilecektir?" diye sorunca, "Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti indi. Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî, İbn Ömer'den bildiriyor: Adamın biri kalkıp Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Hacı kimdir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Hac vazifesini eda edebilmek için yollarda) Saçı başı karışmış halde kir içinde kalandır" buyurdu. Başka biri kalkıp: “Hangi hac daha üstündür?" diye sorunca da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüksek sesle telbiye edilen ve kurban kanları akıtılan haçtır" buyurdu. Yine başka bir adam kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Yol bulmaktan maksat nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yoldan kasıt, azık ve binektir" karşılığını verdi. Dârakutnî ve Hâkim, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetindeki: “Yol kelimesinden kasıt nedir?" diye sorulunca: "Yoldan kasıt, azık ve binektir" buyurdu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Sünen'de Dârakutnî ve Sünen'de Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini okuyunca, ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Âyetteki yoldan kasıt nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yoldan kastedilen, azık ve binektir" buyurdu. Sünen'de Dârakutnî ve Sünen'de Beyhakî, Hasan vasıtasıyla annesinden, o da Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hacca yol bulmak ne demektir?" diye sorulunca: “Azık ve binek bulmaktır" karşılığını verdi. Dârakutnî'nin, Sünen'de İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre "Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti hakkında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Yoldan kasıt nedir?" diye sorduklarında: “Yoldan kasıt, azık ve binektir" buyurdu. Dârakutnî, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hacca yol bulmaktan kasıt, oraya gitmek için gereken azık ve binektir" buyurdu. Dârakutnî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti indiği zaman adamın biri kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Yoldan kasıt nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yoldan kasıt, azık ve binektir" karşılığını verdi. Dârakutnî'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) "Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetinin açıklaması sorulunca: “Hacca gitmek için binek olarak bir deve bulmaktır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini açıklarken: “Burada azık ve binek bulabilmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini açıklarken: “Burada azık ve deve kastedilmektedir" dedi. Başka bir lafızda ise: “Binek" olarak geçmektedir. Taberânî ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Yolculukta) yetecek kadar azık ve bir binek bulabilmektir" dedi. İbn Mâce'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti hakkında: “(Yol bulmaktan kasıt hac yolculuğu için gereken) azık ve bineği bulabilmektir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yoldan kasıt, kulun sağlıklı olması ve azıkla binek parasının bulunmasıdır. Ancak azık ve binek parası bütün malını bitirecek şekilde olmamalıdır. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs (.....) kelimesini açıklarken: “Burada kişinin hacca gidecek gücü ve hac ile aralarında bir engel olmayışı kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır...'" âyetini açıklarken: “Burada kişinin hacca gidip gelebilecek güçte (sağlıklı) olması kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini açıklarken: “Burada azık ve binek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Saîd b. Cübeyr'den, Hasan'dan ve Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim, İbrâhîm en-Nehaî'den bildiriyor: “Yüce Allah'ın zikretmiş olduğu yol bulmada, kadın için bir mahremin varlığı da yol bulmaktan sayılır." Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “«Bir kadın bir gecelik yolu» -diğer bir lafızla: Bir kadın iki menzil arasındaki mesafeyi- "tek başına gidemez. Ancak mahremiyle beraber gidebilir. " İbn Ebî Şeybe, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Bir kadın yanında mahremi olmadan bir sefere çıkamaz" buyurunca adamın biri kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben hanımımı hacca gönderdim. Ben de falan falan savaşa katılmak için yazıldım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Git ve hanımınla beraber hacını yap" buyurdu. Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi Beytullah'ı ziyaret etmek için yetecek kadar azık ve binek bulabilir de hac etmezse Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmüş fark etmez. Bu konuda Yüce Allah: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" buyurmaktadır," Saîd b. Mansûr, Kitabu'l-îmân'da Ahmed, Ebû Ya'la ve Beyhakî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer kişinin kendisini haçtan engelleyecek bir hastalığı veya zalim bir idarecisi veya açık bir ihtiyacı yoksa ve buna rağmen İslam'ın haccını yapmadan ölürse, ister Yahudi ister Hıristiyan olarak ölsün fark etmez." İbn Ebî Şeybe, Abdurrahman b. Sâbit'ten merfû ve mürsel olarak bunun aynısını bildirir. Saîd b. Mansûr sahîh bir isnâdla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Bu şehirlere adamlar göndermeyi ve imkânı olup da hac etmeyenleri araştırıp onlara cizye ödetmeyi içimden geçirdim" dedikten sonra iki defa: “Onlar Müslüman değildir" dedi. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe, Ömer b. el-Hattâb'dan bildiriyor: “Kişinin hac etmeye gücü yettiği halde hac etmezse Yahudi veya Hıristiyan olarak ölsün fark etmez." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in, Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Ömer: “Kimin sağlığı ve maddi gücü yerinde olur da hacca gitmezse alnına kâfir yazısı yazılır" dedi ve: “...Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe'nin lafzı ise: “Gücü olduğu halde hac etmeden ölen kişi kıyamet gününde alnında «Kâfir» yazısıyla gelir" şeklindedir. Saîd b. Mansûr, Nâfi vasıtasıyla İbn Ömer'den bildiriyor: “Kim üç yıl üst üste hacca gitmeye yol bulabilir de gitmeden ölürse onun namazı kılınmaz. Yahudi mi, Hıristiyan mı öldü o da belli olmaz." Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Eğer insanlar haccı terk edecek olsaydı, namaz kılmayanlarla ve zekât vermeyenlerle savaştığımız gibi onlara da savaş açardık" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer insanlar bir yıl haccı terk edecek olsalardı ve kimse hac etmeyecek olsaydı Allah'ın himayesinden çıkmış olurlardı (yani bunlara savaş açılırdı)" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada (sağlıklı ve maddi gücü olup ta) haccın kendisine farz olmadığını iddia eden kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: “Burada haccı inkâr ederek hac etmenin iyiliğini terk etmenin de kötülüğünü görmeyen kişi kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de İkrime'den bildiriyor: “Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir'" âyeti indiği zaman Yahudiler: “Biz Müslümanız" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah Müslümanlara Kabe'yi ziyaret etmeyi farz kılmıştır" buyurdu. Onlar: “Bu bize yazılmamıştır" dediler ve hac etmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İkrime'den bildiriyor: “Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir" âyeti indiği zaman milletler: “Biz Müslümanız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyetini indirdi. Müslümanlar hac görevini yerine getirirken kâfirler ise yerlerinde kaldılar. Abd b. Humeyd ve Sünen'de Beyhakî, Mücâhid'den bildiriyor: “Kim İslam'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir" âyeti indiği zaman bütün milletlerin halkları: “Biz müslümanız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyetini indirdi. Âyetteki insanlardan kasıt müslümanlardır. Müslümanlar hac görevlerini yerine getirdiler, müşrikler ise bu görevi terk ettiler. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildiriyor: “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyeti indiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) milletleri yani Arap müşriklerini, Hıristiyanları, Yahudileri, Mecusileri ve Sâbiî'leri toplayıp: “Allah size haccı farz kıldı, Kabe'yi ziyaret edin" buyurdu. Bunu sadece Müslümanlar kabul etti. Diğer beş millet ise inkâr ederek: “Biz buna imân etmiyoruz, ona yönelerek namaz kılmayız ve ona doğru yönelmeyiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Ebû Dâvud Nufey'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Oraya ulaşmaya yol bulabilenin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyetini okuyunca adamın biri kalkıp: “Ey Allah'ın Resûlü! Hac görevini yerine getirmeyen kafir mi olur?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim onu terkettiği halde cezasından korkmaz ve hac ettiği halde sevabını ummazsa işte o kişi öyledir" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah'ı ve âhiret gününü inkâr eden kişi kastedilmektedir" buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildiriyor: Kendisine: “...Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyeti hakkında: “Bu inkâr da nedir?" diye sorduklarında: “Burada Allah'ı ve âhiret gününü inkâr eden kişi kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh bu âyeti açıklarken: “Burada Kâbe'yi inkâr eden kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: Kendisine (inkâr edenlerin kim olduğu) sorulduğunda: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe'dir. Onda apaçık âyetler ve İbrâhîm'in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur. Oraya gitmeye gücü yeten herkesin o ibadet Evi'ni ziyaret etmesi de Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır" âyetlerini okudu ve: “Bunları inkâr edenlerdir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu iki âyeti açıklarken: “Bunları inkâr edip te inanmayan kişi kâfirdir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Eğer hacca gitmek için durumu müsait olan bir komşum olsaydı ve bu komşum hacca gitmeden ölseydi namazını kılmazdım" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş bu âyeti (.....) şeklinde (ha) harfini esre ile okudu. Abd b. Humeyd, Âsim b. Ebi'n-Necûd'un bu âyeti (.....) şeklinde (ha) harfini nasb ederek okuduğunu bildirir. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Akra' b. Hâbis, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hacca her sene mi, yoksa ömürde bir defa mı gidilmesi gerekir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, bir defa. Daha fazla giden nafile hac etmiş olur" buyurdu. 98"De ki: «Ey Kitap ehli! Allah yaptıklarınızı görüp dururken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?»" İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: -Cahiliye döneminde yetişen büyük bir kâfir iken Müslümanlara karşı kin besleyen ve onları kıskanan yaşlı biri olan- Şe's b. Kays, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından olan Eves ve Hazrec kabilelerinden bir grubun yanından geçti. Onlar bir mecliste toplanmış bir şeyler hakkında konuşuyorlardı. Onların bu şekilde toplanmış olmalarını görmesi onu çok öfkelendirmişti. Onlar Cahiliye döneminde birbirlerine düşman iken İslam'da bu şekilde aralarında barış olup bir araya gelmelerinden öfkelenmişti. Şe's b. Kays kendi kendine: “Kayle oğullarının ileri gelenleri bu şehirlerde toplanmış bulunmaktadır. Vallahi! Bunların ileri gelenleri bir arada oldukları müddetçe bizim burada onlarla beraber kalmamız mümkün değildir" dedi. Sonra beraberlerinde olan Yahudi bir gence: “Git aralarında otur. Onlara Buas savaşını ve daha önce yapılan savaşları hatırlat. Sonra da savaşta birbirlerine okumuş oldukları şiirlerden oku" dedi. Buas günü, Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirleriyle yaptığı savaştı. O zaman Evs kabilesi, Hazrec kabilesine karşı zafer kazanmıştı. Genç Yahudi söylenenleri yapınca Müslümanlar birbirleriyle konuşup tartışmaya ve övünmeye başladılar. Hatta iki kabileden iki kişi karşı karşıya diz üstü çöküp ağız kavgası yapmaya başladı. Bunlardan biri Evs kabilesinden, Hâris oğullarından Evs b. Kayzî, diğeri de Hazrec kabilesinden Selime oğullarından Cebbâr b. Sahr'dı. Bunlar ağız kavgası yaparken biri diğerine: “Vallahi! İstersen o savaşı yeniden başlatırız" dedi. Bunun üzerine iki fırka da hiddetlenerek: “Tamam savaşırız" dediler. Sonra: “Silah başına, silah başına! (Toplanma) yeriniz Zâhira'dır" demeye başladılar. Zâhira'da siyah (volkanik) taşlık bir yerdi. Oraya gittiklerinde Cahiliye zamanında olduğu gibi Evs'liler ile Hazrec'liler yan yana dizildiler. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince ashâbından Muhacirlerle beraber yanlarına geldi ve: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah'tan korkun, Allah'tan korkun. Ben sizin aranızda iken daha Cahiliye davalarıyla mı uğraşacaksınız?! Allah sizi İslam'a hidayet ettikten ve onunla şereflendirdikten sonra, onunla Cahiliye adetlerinden ve küfürden kurtardıktan, onunla kalplerinizi birleştirdikten sonra kâfir olduğunuz zamana mı döneceksiniz?" buyurdu. Bunun üzerine toplluklar bunun şeytanın vesvesesi ve düşmanın bir oyunu olduğunu anladılar. Ellerinden silahları bırakarak ağlamaya ve birbirlerinin boynuna sarılmaya başladılar. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber işitmiş ve itaat etmiş bir şekilde (evlerine) gittiler. Yüce Allah, Allah'ın düşmanı Şe's'in oyununu bozmuştu. Yüce Allah Şe's b. Kays ve yaptıkları hakkında: “De ki: «Ey Kitâb ehli! Allah yaptıklarınızı görüp dururken, niçin Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?« De ki: »Ey Kitap ehli! Siz doğru olduğuna şahitken, niçin inananları Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek ondan çeviriyorsunuz?» Allah işlediklerinizden gafil değildir" âyetlerini indirdi. Evs b. Kayzî, Cebbâr b. Sahr, beraberlerinde olanlar ve yaptıkları hakkında ise: “Ey Mü’minler! Kitap verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kafir olmağa çevirirler. Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir. Ey Mü’minler! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin. Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar. Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır" âyetlerini indirdi. Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Ebû Nasr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Cahiliye zamanında Evs ve Hazrec kabilelerinin arasında düşmanlık vardı. Bir gün onlar beraber otururlarken aralarındaki eski husumetten bahsettiler ve hiddetlenerek tekrar birbirlerine silah çektiler. Bu durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince yanlarına gitti. Sonra: “Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir" âyetiyle sonrasındaki iki âyet indi. İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: Cahiliye zamanında Evs ve Hazrec kabileleri arasında savaş vardı. İslam geldiği zaman onların aralarında sulh yaptı ve kalplerini birleştirdi. İçinde Evs ve Hazrec kabilelerinden grupların bulunduğu bir mecliste Yahudi biri oturdu. Bu iki gruptan birinin savaş anında okumuş olduğu şiirlerden okudu. Sanki onları bir daha savaşa sokmuştu. Diğer gruptan biri: “Bizim şairimiz şöyle şöyle demişti" dedi. Öyle deyince de toplanıp silahlarını kuşandılar ve savaş için dizildiler. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Kitap verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kafir olmağa çevirirler. Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir. Ey Mü’minler! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin. Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar." âyetleri indi. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip iki saf arasında durarak sesli bir şekilde bu âyetleri okudu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okuduğunu işittikleri zaman sustular ve dinlemeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) okumayı bitirince de silahları ellerinden attılar, birbirlerine sarıldılar ve diz çökerek ağlamaya başladılar. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor: Ensâr topluluğu Evs ve Hazrec olmak üzere iki kabileden oluşmaktaydı. Cahiliye zamanında bu iki kabilenin arasında sürekli savaş, kan ve düşmanlık vardı. Yüce Allah, İslam'ı ve Peygamberini (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince aralarındaki bu savaşı bitirdi. İslam'la onlar arasında barışı tesis ederek birleştirdi. Evs ve Hazrec kabilesinden iki kişi, Yahudilerden de bir kişi bir yerde oturup konuşuyorlardı. Yahudi sürekli onlara eskiden aralarında olan düşmanlık günlerinden bahsediyordu. Bu iki kişi sonunda birbirlerine sövüp kavgaya tutuştular. İkisi de kavimlerini çağırdı. İki kavim de silahlarını kuşanıp savaş için saf tuttu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip onları yatıştırmak için iki kavmin arasında gidip gelmeye başladı. En sonunda geri çekildiler. Bu olay üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Kitap verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kafir olmağa çevirirler" âyetini indirdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken söyle dedi: Bu âyet, Sa'lebe b. Aneme el-Ensârî hakkında inmiştir. Bu kişiyle Ensâr arasında bazı konuşmalar vardı. Kaynuka Yahudi'lerinden bir kişi aralarında laf taşıyarak bunları birbirlerine düşürdü. Hatta Evs ve Hazrec kabilelerinden bazıları silahlarını alıp savaşmaya niyetlendiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Kitap verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kafir olmağa çevirirler" âyetini indirdi. Yani: “Eğer silahlanıp savaşırsanız küfretmiş olursunuz mânâsındadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Siz doğru olduğuna şahitken, niçin inananları Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek ondan çeviriyorsunuz? Allah işlediklerinizden gafil değildir" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlara: “Kitaplarınızda Muhammed'i buluyor musunuz?" dediklerinde: “Hayır, bulmuyoruz" diyerek insanları Muhammed'e tabi olmaktan alıkoyuyorlardı. Muhammed'in hakkında doğru söylemeyerek onları helaka yönlediriyorlardı. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Siz, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın Resûlü olduğunu, İslam'dan başka hiçbir dinin kabul olunmayacağını, insanların ancak İslam'la mükâfatlandıracağını, Allah'ın Kitâbı'nda okuyup doğru olduğuna şahit olduğunuz halde niçin iman edenleri İslam'dan ve Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) alıkoymaya çalışıyorsunuz?" dedi. Hâlbuki onlar, bunların Tevrat'ta ve İncil'de yazılı olduğunu görüyorlardı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Ey Kitap ehli! Siz doğru olduğuna şahitken, niçin inananları Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek ondan çeviriyorsunuz?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar Yahudiler ve Hıristiyanlardır. Yüce Allah onlara, Müslümanları Allah yolundan geri çevirmeyi ve dalalete düşürmeyi bu âyetle yasakladı." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey Mü’minler! Kitap verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kafir olmağa çevirirler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah âyette duymuş olduğunuz gibi sizi önceden uyarmaktadır. Sizin onlardan sakınmanızı, dalaletlerine düşmemenizi, dininizde onlara güvenmemenizi ve onların nasihatlarını dinlememenizi emretmektedir. Çünkü onlar dalalete düşüren kıskanç düşmanlardır. Nasıl olur da kitaplarını inkâr eden, peygamberlerini öldüren, dinlerini kaybederek aciz düşen bir kavme güvenirsiniz?" Vallahi! Onlar iftira eden düşmanlardır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz?..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Aramızda iki nişâne vardır. Biri Allah'ın Peygamberi, diğeri de Allah'ın Kitab'ıdır. Allah'ın Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip gitmiştir. Fakat Allah'ın Kitab'ını ise Yüce Allah bize rahmet ve nimet olarak bırakmıştır. Onda helal, haram, itaat ve ma'siyet olan şeyler açıklanmaktadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'a iman etmek kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Eb'ul- Âliye: “...Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'a güvenmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak: “Yüce Allah kendisine iman edeni hidayete, kendisine güveneni de kurtuluşa erdireceğine dair ahdetti" buyurduğunu nakletti. Sonra Rabî: “Yüce Allah'ın Kitabı'ndaki: “...Kim Allah'ın Kitab'ına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir" âyeti de bunu doğrulamaktadır" dedi. Abd b. Humeyd, Rabî vasıtasıyla Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Yüce Allah kendisine iman edeni hidayete erdireceğine, kendisine tevekkül edene kâfi geleceğine, kendisine borç vereni ödüllendireceğine, kendisine güveneni kurtaracağına ve Allah'ın emirlerine uyup ta dua edenin duasını kabul edeceğine dair ahdetti." Sonra Rabî: “Yüce Allah'ın Kitabı'ndaki: “...Allah'a kim inanırsa onun gönlünü doğruya yöneltir...", ...Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah, âyetini yerine getirendir..." "Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin...", ...Kim Allah'ın Kitabı'na sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir.""Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar..." âyetler de bunu doğrulamaktadır" dedi. Temmâm'ın, Fevâid'de , Ka'b b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, Davud'a (aleyhisselam) şöyle vahyetti: «Ey Dâvûd! Hangi kul bir mahlûka değil de bana sarılırsa ben bunu onun niyetinden bilirim. Gökler ve gökyüzündekiler ona hileler yapmaya çalışsalar, ben ona mutlaka bir çıkış yolu gösteririm. Hangi kul da bana değil, bir mahluka sarılırsa ben yine bunu onun niyetinden bilirim. Göklerin ona sebep olacağı şeyleri de mutlaka önünden keserim ve havayı ayaklarının altından çekerim» " Hakîm et-Tirmizî, Zührî'den bildiriyor: Yüce Allah, Davud'a (aleyhisselam) şöyle vahyetti: “Hangi kul bir mahlûka değil de bana sarılırsa gökler ve gökyüzündekiler ona hileler etmeye çalışırsa ben ona mutlaka bir çıkış yolu gösteririm. Hangi kul da bana değil bir mahluka sarılırsa, göklerin ona sebep olacağı şeyleri de mutlaka önünden keserim ve yeri ayaklarının altından çekerim." Hâkim ve Zehebî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim ki Allah katından talebte bulunursa gökyüzü onun gölgeliği, yeryüzü de döşeği olur. Artık o dünya işlerinden hiçbir şeye önem vermez. Bu kişi ekin ekmediği halde ekmek yer, ağaç dikmediği halde de meyve yer. Bu kişinin Allah'a tevekkül etmesi ve rızasını aramasından dolayı Yüce Allah onun gökyüzü ve yeryüzündeki rızkını güvence altına almıştır. Onlar (gökyüzü ve yeryüzü) yorularak ona helal rızkını getirirler, o da ölünceye kadar hesapsız olarak bu rızkını alır." Hâkim: “Sahîh hadistir" dedi. Zehebî: “Bilakis, bu münker veya uydurmadır. Çünkü isnâdmda Amr b. Bekr es- Seksekî bulunmaktadır. O da İbn Hibbân'a göre hadis uydurmakla suçlanan biridir" demiştir. Dârakutnî: “es-Sekseki'nin oğlu İbrâhîm de metruktur" demiştir. Hâkim'in, Ma'kil b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz şöyle buyurmaktadır: «Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetlere ver ki kalbini zenginlikle ellerini de rızıkla doldurayım. Ey Âdemoğlu! Benden uzaklaşma, aksi takdirde kalbini fakirlik, ellerini de işle (yorucu meşguliyetle) doldururum.»" Hâkim'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bütün dertleri tek bir dert olarak görürse Yüce Allah dünya ve âhiretteki dertlerini giderir. Kim de dertlerini birçok dert olarak görürse Yüce Allah onun dünyada hangi vadide helak olacağını önemsemez." 99De ki: “ Ey ehl-i kitap! İslâmın hak din olduğunu bildiğiniz hâlde neden îman edenleri, Allah yolundan (iğriliğini istiyerek) çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.” 100Ey îman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir topluluğa uyarsanız, sizi imanınızdan sonra çevirirler, kâfir yaparlar. 101Size Allah’ın âyetleri (Kur’ân’ı) okunduğu ve içinizde Rasûlü bulunduğu hâlde nasıl küfredersiniz? Kim Allah’ın dinine sımsıkı tutunursa, o, muhakkak doğru bir yola iletilmiştir. 102"Ey Mü’minler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun, sizler ancak müslüman olarak can verin." Zühd'de İbn Mübârek, Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'a itaat edip asi olmamak, Allah'ı zikredip unutmamak ve şükredip küfretmemek kastedilmektedir" dedi. Hâkim ve İbn Merdûye'nin başka bir kanalla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “... Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini okudu ve: “Burada Allah'a itaat edip asi olmamak ve Allah'ı zikredip unutmamak kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'a itaat edip asi olmamak ve Allah'ı zikredip unutmamak kastedilmektedir" dedi. İkrime'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: “Bu durum Müslümanlara ağır gelmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada Allah'a itaat edip asi olmamak kastedilmektedir. Müslümanlar buna güç yetiremedikleri için Yüce Allah: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..."âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Bu âyet indiği zaman Müslümanlara ağır gelmişti. Çünkü topukları şişip alınları yara oluncaya kadar Allah'a ibadet ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah Müslümanların yükünü hafifletmek için: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." âyetini indirdi ve bu âyet diğer âyeti neshetti. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." âyeti neshetti" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'te, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet neshedilmiş değildir. «Gücünüz yettiğince sakının»dan maksat ise, Allah yolunda hakkıyla cihad etmek ve bu yolda kınayanların kınamasına aldırmamak, kendinin, atasının veya çocuklarının aleyhine olsa bile adaletten ayrılmamaktır." İbn Cerîr, Rabî b. Enes'ten bildiriyor: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyeti indikten sonra: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." âyeti indi ve Âl-i İmrân sûresinin yüz ikinci âyetini neshetti."" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'te ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyeti: “Allah'a karşı gelmekten gücünüzün yettiği kadar sakının..." âyeti neshetti. Bu âyeti dinlemek ve güçlerinin yettiğince itaat etmek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) biat edildi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “...Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet, Evs ve Hazrec kabileleri hakkında indi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmesinden kısa bir zaman önce Buas gününde aralarında savaş vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince de onların aralarında sulh yaptı. Sonra da bu âyetler indi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes: “Kişi diline sahip olmadıkça Allah'tan gerektiği gibi korkmamış demektir" dedi. Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin, Ba's'ta, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Zakkumdan bir damla yeryüzüne damlayacak olsaydı, bütün insanların hayatını zehir ederdi. Artık ondan başka yiyeceği olmayanın durumu nasıl olur?" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus: “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada Allah'a itaat edip ona asi olmamak kastedilmektedir. Eğer bunu yapmaz ve yapmaya gücünüz yetmezse Müslüman olarak ölün. Yani İslam üzere ve İslam'a saygılı olarak ölün" demektir. Hatîb'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi kendisine isabet eden şeyin kaderinde zaten isabet edeceğinin yazılı olduğuna, isabet etmeyenin de kaderinde zaten isabet etmeyeceğinin yazılı olmadığına inancı olmadıktan sonra hakkıyla Allah'tan korkmuş olmaz." 103"Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin sahîh bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın..." âyetini açıklarken: “Allah'ın ipi Kur'ân'dır" dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'd-Duraysi, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: Bu yol şeytanların gelip hazır olacağı bir yoldur. Şeytanlar insanları yoldan çıkarmak için: “Ey Allah'ın kulu! Haydi, gel işte yol budur" diye çağırırlar. Bu sebeple Allah'ın ipine sarılın. Allah'ın ipi Kur'ân'dır" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın Kitabı gökyüzünden yere uzanan ipidir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Şureyh el-Huzâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu Kur'ân, bir iptir. Bir tarafı Allah'ın elinde, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sarıldıktan sonra asla dalalete düşmez ve helak olmazsınız. " İbn Ebî Şeybe ve Taberânî, Zeyd b. Erkam'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbesinde: “Size Allah'ın Kitab'ını bırakmaktayım. O, Allah'ın ipidir. Ona tabi olan hidayet, terkeden de dalalet üzeredir" buyurdu. Ahmed'in, Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Aranızda iki halife bırakıyorum. Biri Kur'ân'dır ki o gökyüzünden yere uzanan bir iptir. Diğeri ise Ehl-i Beyt'imdir. Ehl-i Beyt'im ile Kur'ân yanıma Havz'a gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır." Taberânî'nin, Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben sizin öncünüzüm. Siz benim yanıma Havz'ıma geleceksiniz. Benden sonraki iki ağır hususunda nasıl amel edeceğinize bakın" buyurdu. Ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! İki ağır dediğiniz nedir?" diye sorduğunda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bu iki ağırdan büyüğü, Yüce Allah'ın ipi olan Kitab'ıdır. Bu ipin bir ucu Allah'ın elinde, diğer ucu ise sizin elinizdedir. Ona hep birlikte sarılın ki hiç dalâlete düşmezsiniz. Küçüğü ise Ehl- i Beyt'imdir. Onlar (Ehl-i Beyt'imle Kur'ân) Havd'ıma gelene kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Çünkü bunun öyle olmasını onlar için ben Rabbimden istedim. Onların önüne geçmeyin, yoksa helak olursunuz. Yine onlara öğretmeye kalkışmayın. Çünkü onlar sizden daha iyi bilenlerdir," İbn Sa'd, Ahmed ve Taberânî'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size iki şey bırakmaktayım. Eğer onlara tutunursanız dalâlete düşmezsiniz. Bu iki şeyin biri diğerinden daha büyüktür. Büyüğü gökle yer arasında uzanmış olan Allah'ın ipi Kur'ân'dır. Diğeri ise Ehl-i Beyt'imdir. Onlar (Ehl-i Bey t'imle Kur'ân) Havd'ıma gelene kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin, Şa'bî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın..." âyetini açıklarken: “Allah'ın ipinden kasıt cemaattir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî vasıtasıyla Sâbit b. Kutbe el-Muzenî'den bildiriyor: İbn Mes'ûd'un hutbesinde şöyle dediğini işittim: “Ey insanlar! Sürekli itaat içinde ve cemaatle birlikte olun. Çünkü bu, Allah'ın ona sarılmamızı emretmiş olduğu ipidir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Simâk b. Velîd el-Hanefî, İbn Abbâs ile karşılaştı ve: “Bize zulmederek söven, saldırıda bulunan ve zekatlarımızı alan bu kral hakkında ne diyorsun? Onları bundan men etmiyecek miyiz?" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: “Hayır zekatı verin" dedikten sonra iki defa: “Sürekli toplulukla beraber ol" karşılığını verdi. Sonra: “Çünkü sizden önceki ümmetler ayrı kalmaktan dolayı helak olmuşlardır. Yüce Allah'ın: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini işitmedin mi?" dedi. İbn Mâce, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâil oğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka dışında bunların hepsi cehennemdedir" buyurdu. Ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu bir fırka hangisidir?" diye sorunca: “Cemaat fırkasıdır" cevabını verip: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini okudu. Müslim ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah sizin üç şeyinize razı olup üç şeyinize de öfkelenir. Sizin ona ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmamanıza, hep birlikte Allah'ın ipine sarılıp, ayrılmamanıza ve size idareci olarak gönderilene nasihatçı olmanıza razı olur. Dedikodu etmenize, çok soru sormanıza ve hesapsız mal sarfetmenize de öfkelenir. " Ahmed ve Ebû Dâvud'un, Muâviye b. Ebî Süfyân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “tki Kitap ehli, dinleri üzerinde yetmiş iki millete ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç millete ayrılacaktır. Yani yetmiş üç görüş belirecektir. Bir tanesi dışında hepsi ateştedir. O bir tanesi de cemaat olup ta ayrılmayanlardır," Hâkim'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim cemaatten bir karış bile ayrılırsa, cemaate geri dönene kadar İslam'ın ipini boynundan çıkarmış gibidir. Cemaat lideri olmadan ölen kişi de Cahiliye döneminde ölmüş gibidir. " İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini açıklarken: “Burada ihlasla Allah'ın ipine sarılmak ve düşmanlık gütmemek kastedilmektedir. Yani Allah'ın ipine sarılıp onda kardeş olmak, mânâsındadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın ipine sarılmaktan kasıt, ona itaat etmektir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın ahdi ve emri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın..." âyetini açıklarken: “Burada İslam kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “...Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı..." âyetini açıklarken: “Siz birbirinizi öldürüyor ve kuvvetliniz zayıf olanınızı yiyordu. Yüce Allah İslam'ı getirdiği zaman onunla aranızı uzlaştırdı ve hepinizi onun üzerinde toplayıp kardeş kıldı" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ensâr'dan bir grupla karşılaştı ve bunlar kendisini tasdik ederek iman ettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileriyle gitmek isteyince: “Ey Allah'ın Resûlü! Bizim kavmimizin kendi arasında savaş vardır. Bizimle bu şekilde gelirsen istediğin şeyler gerçekleşmeyebilir" dediler. Bir sonraki yıl için söz vererek: “(Gelecek yıl) Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber gideceğiz. Umulur ki Allah sulh yapar ve savaşı bitirir" dediler. Onlar Buas günündeydiler. Bu savaşın bitip barış olacağına inanmıyorlardı. Bir sonraki yıl yetmiş kişi olarak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile buluştular. Hepsi de iman etmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların arasından on iki kişiyi lider olarak seçti. Yüce Allah'ın: “...Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz..." âyeti de bu mânâdadır. İbn Cerîr'in lafzı ise şu şekildedir: Evs ve Hazrec'liler, Hazret-i Âişe hakkındaki mesele olduğu zaman aralarında konuştular ve Harre denilen taşlık bir yerde buluşmak üzere anlaştılar. Sonra oraya gittiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Düşmandınız..." âyetini açıklarken: “Burada Hazret-i Âişe hakkında, Evs ve Hazrec arasında olanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbn İshâk'tan bildiriyor: Evs ve Hazrec kabileleri arasında savaş yüz yirmi yıldan beri sürüp gelmekteydi. İslam gelince Yüce Allah aralarındaki savaşı bitirdi ve onları birleştirdi. İbnu'l-Münzir, Mukâtil b. Hayyân'dan bildiriyor: Bana bu âyetin Ensâr kabilelerinden olan iki kabileye mensup iki kişi hakkında indiği söylendi. Bunlardan biri Hazrec kabilesinden, diğeri de Evs kabilesindendi. Bunlar Cahiliye zamanında uzun bir süre savaştılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği zaman aralarında sulh yapmıştı. Bunlar bir mecliste iken geçmişleriyle övündüler birbirlerine sövdüler, hatta karşılıklı mızraklarını bile çektiler. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Siz birbirinizi kesiyordunuz. Kuvvetliniz zayıf olanınızı yiyordu. Yüce Allah İslam'ı getirdiğinde onunla sizi kardeş yapıp kalplerinizi birleştirdi. Ondan başka ilah olmayan Allah'ın adına yemin ederim ki, birleşmek rahmet, ayrılık ise azabtır. Bize Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu söylendi: “Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, birbirini seven iki müslümandan biri bir şuç işlediği zaman diğerinin onu bir suçtan dolayı bırakmaması gerekir. Ancak onların değersiz olanı suçu işleyendir."' İbn Ebî Hâtim'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ensâr topluluğu! Bana ne diye minnet ediyorsunuz? Ben geldiğim zaman siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah sizi benimle hidayete erdirmedi mi? Ben geldiğimde siz düşman değil miydiniz? Allah sizin kalplerinizi benimle birleştirmedi mi?" deyince, Ensâr: “Doğrudur ey Allah'ın Resûlü!" karşılığını verdiler. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bir ateş çukurunun kenarında idiniz..." âyetini açıklarken: “Yani siz ateşin kenarında idiniz. Sizden ölen kişi ateşe (cehenneme) düşüyordu. Fakat Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi ve sizi o ateş çukurundan kurtardı" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı..." âyetini açıklarken: “(Resûlullah ) bizi o cehennem çukurundan kurtardı. Dilerim ki bizi bir daha o çukura döndürmez" dedi. Tastî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana: “...Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı..." âyetini açıklar mısın?" deyince: “Allah sizi o çukurdan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) sayesinde kurtardı" dedi. Nâfi: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" dediğinde ise: “Evet biliyor, Abbâs b. Mirdâs es-Sülemî'nin: "Yüz üstü sakalların kenarına düşer ve kapanır Hufaf denilen adamdan yüzüğün kaydığı gibi" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. 104"Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip Kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Amr b. Dînâr'dan bildiriyor: İbnü'z-Zübeyr'in bu âyeti (.....) şeklinde okuduğunu işittim. Ancak bu şekilde âyeti mi okudu ya da âyeti tefsir mi etti bilemiyorum." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Osmân bu âyeti: (.....) şeklinde okudu. İbn Merdûye'nin, Ebû Câfer el-Bâkır'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun..." âyetini okududuktan sonra: “Burada hayırdan kasıt, Kur'ân ve sünnetime tabi olmaktır" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Allah'ın, Kur'ân'da iyiliği emredin şeklinde indirmiş olduğu âyetlerin hepisinde İslam kastedilmektedir. Kötülükten sakındırın âyetlerinde ise putlara ve şeytanlara kulluk etmek kastedilmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun...'" âyetini açıklarken: “Yani sizden, bir liderin etrafında toplanıp İslam'ı emrederek Allah'a karşı asi olmaktan yasaklayan bir topluluk olsun, mânâsındadır" dedi. Birden üçe kadar kişiyle topluluk, fazlasıyla da ümmet oluşur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun..." âyetini açıklarken: “Burada özellikle Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kastedilmektedir. Çünkü onlar hadis rivayet edenlerdir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali (b. Ebî Talha) vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah müminlere cemaat olmayı emredip ihtilafa düşüp ayrılmalarını yasaklamıştır. Onlara: “Sizden önceki kavimler Allah'ın dininde münakaşa etmekten ve husumetten dolayı helak oldular" diye haber verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb kastedilmektedir. Yani Yüce Allah, Müslümanların, Ehl-i Kitâb gibi ihtilafa düşüp ayrılmalarını yasaklamaktadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Kötü görüş sahipleri: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın...'" âyeti karşısında ne yapacaklar? Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki, onlar bu âyeti omuz ardı ederek terk ettiler. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise yetmiş üç firkaya ayrılacaktır" buyurmuştur. Ahmed, Ebû Dâvud ve Hâkim'in, Muâviye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ehl-i Kitâb dinlerinde yetmiş iki millete ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunlardan bir millet hariç diğerlerinin hepsi cehennemdedir. O da cemaat milletidir. Ümmetimden öyle milletler çıkacak ki, kuduz mikrobunun sahibinin bedeninde gitmesi gibi nefislerinin peşlerinde gideceklerdir. Öyle ki nefislerinin onlarda girmediği damar ve mafsal kalmayacaktır," Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir çift ayakabının birbirinin aynısı olması gibi îsrâil oğullarına gelenin aynısı ümmetimin başına gelecektir. Hatta İsrâil oğullarından biri aleni olarak annesiyle ilişkiye girse ümmetim de bunu yapacaktır. İsrâil oğulları yetmiş bir millete ayrılmıştı. Ümmetim ise yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunlardan bir millet hariç diğerlerinin hepsi cehennemdedir." Ashâb: “O bir millet hangisidir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben ve ashabım ne üzere isek, o üzere olan millettir" karşılığını verdi. Hâkim'in, Kesîr b. Abdillah b. Amr b. Avf'tan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden önceki kavimlerin yolunda muhakkak gideceksiniz. İsrâil oğulları fırkalara ayrılmıştı" buyurmuştur. Hadis metninde aslında devam ediyor. İbn Mâce'nin, Avf b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan biri Cennette diğer yetmiş fırka ise Cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan da yetmiş bir fırka Cehennemde, bir fırka ise Cennettedir. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların da bir fırkası Cennette, diğer yetmiş iki fırkası ise Cehennemdedir" buyurdu. Bunun üzerine ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! O bir fırka kimdir?" diye sorduğunda: “Cemaat fırkasıdır" karşılığını verdi. Ahmed'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâil oğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan bir fırka kurtuluşa ermişken diğer yetmiş fırka helak olmuştur. Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Yine bunlardan da bir fırka kurtuluşa erip diğer yetmiş bir fırka helak olacaktır" buyurdu. Ashâb: “Ey Allah'ın Resûlü! O bir fırka hangisidir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki defa: “ Cemaat fırkasıdır" dedi. Ahmed'in, Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İki kişi bir kişiden, üç kişi iki kişiden, dört kişi de üç kişiden daha hayırlıdır. O halde cemaate sarılın. Zira Yüce Allah ümmetimi ancak hidayet üzere bir araya toplar. " İbn Merdûye'nin, Kesîr b. Abdillah b. Amr b. Avf'tan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanıma giriniz. Ancak Kureyşliden başkası yanıma girmesin" buyurdu ve şöyle devam etti: “Ey Kureyş topluluğu! Bu dinde benden sonra idareciler sizlersiniz. Sizler ancak müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın ve ayrılmayın. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilaf edip te ayrılanlardan olmayın. Hâlbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu, dosdoğru dindir." 105Ey mü'minler, kendilerine açık deliller ve âyetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşen Hristiyan ve Yahûdî’ler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azap vardır. 106"O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, «İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın» denilir." Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî ve İbnu'l-Münzir, Ebû Gâlib'den bildiriyor: Ebû Umâme, Şam mescidinin merdivenlerinde Ezrak'lıların kesik başlarının dikili olduğunu görünce: “Bunlar ateşin köpekleri, gökyüzü altında öldürülenlerin de en kötüsüdür. Bunların öldürdükleri ise öldürülenlerin en güzelidir" dedi ve: “O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, «İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın» denilir" âyetini okudu. Ebû Umâme'ye: “Sen bunu Resûlullah'tan mı (sallallahü aleyhi ve sellem) işittin?" diye sorduğumda: “Ben bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) altı yedi defa işitmeseydim size anlatmazdım" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim, Lâlekâî Sünne'de, Ebû Nasr İbâne'de ve Hatîb'in Târih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Yüzleri ak olanlardan kasıt, Ehl-i sünnet ve'l-cemâattır. Yüzleri kara olanlardan kasıt ise bid'at ve dalâlet ehlidir" dedi. Ruvât Mâlik'te Hatîb ve Deylemî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bildirir: “O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..." âyetinden kasıt, yüzleri ak olanlar Ehl-i sünnet, yüzleri kara olanlar ise bid'at ehlidir." Ebû Nasr es-Seczî'nin, İbâne'de , Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) "O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..."âyetini okudu ve: “Ehl-i sünnet ve'l-cemâatın yüzü ak, bid'at ve nefislerine uyanların yüzü ise kara olacaktır" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Kıyamet gününde iki fırka olacaktır. Yüzleri kara olanlara: “...imanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi?..." denilecektir. Burada imandan kasıt, daha Âdem'in (aleyhisselam) sulbünde ve bir tek ümmet iken Allah'ın kendilerinden almış olduğu ahiddir. Yüzleri ak olanlar ise imanları yolunda gidenler ve dini Allah'a halis kılanlardır. Yüce Allah bunların yüzünü aklaştırır, onları rızası ve Cennetine sokar. Firyâbî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Bunlar peygamberlerine ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) inananlardır. Ancak Yüce Allah Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği zaman onu inkâr ettiler. Yüce Allah'ın: “...İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi?..." âyeti da bu mânâdadır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme: “...Yüzleri kararanlara, "İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi?..." âyetini açıklarken: “Burada Hariciler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “İşittiğiniz gibi bazı kavimler iman ettikten sonra küfretmiştir. Yüzleri ak olanlar ise Allah'a itaat edenler ve Allah'ın ahdini yerine getirenlerdir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Yüzleri kararanlar..." âyetini açıklarken: “Burada dilleriyle iman ettiklerini söyleyip te kalpleriyle ve amelleriyle inkar eden münafıklar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Yüzleri kararır..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: “O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..." âyetini açıklarken: “Burada kıble ehli kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî: “O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..." âyetini açıklarken: “Yüzlerin ağarıp veya kararması yapılan ameller ve söylenen sözlerle olacaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim içinde meçhul bir ravi olan bir isnâdla Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin kimseye şefaatçi olamayacağın bir zaman var mıdır?" diye sorduğumda: “Evet, bazı yüzlerin kararıp bazı yüzlerin de ağardığı gündür. O gün benim halimin ne olacağını" veya "yüzümün ak mı kara mı olacağını bilmeyeceğim gündür" karşılığını verdi. Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta zayıf bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüzlerin kararacağı gün, musibetler sahibinin yüzünü aklaştırır" buyurmuştur. Ebû Nuaym'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda iken bulaşan tozlar kıyamet gününde yüzleri güzelleştiren şeydir" buyurdu. Taberânî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hiç bir kul yoktur ki yüz defa Lâ ilâhe illallah derse mutlaka Yüce Allah onu kıyamet gününde yüzü dolunay gibi parlar bir şekilde haşreder" buyurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb, Kur'ân'da ne kadar (.....) varsa hepsini (.....) şeklinde (te) harfini nasb (cim) harfini de esre ile okumuştur. 107Amma yüzleri ak olanlar, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar, orada (cennette) ebedî olarak kalacaklardır. 108Bunlar Allah’ın âyetleridir. Onları sana, hakkı yerine getirmek için vahy vasıtasıyla okuyoruz. Allahü teâlâ âlemlere zulüm murad etmez. 109Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ın yaratığıdır ve bütün işler Allah’a döndürülür (karşılık görür). 110"Sîz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir." Abdurrezzâk, Firyabî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ahmed, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..."âyetini açıklarken: “Burada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Medine'ye hicret edenler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Ömer b. el-Hattâb der ki: “Yüce Allah dileseydi (.....) derdi ve hepimiz hayırlı ümmet olurduk. Ancak buyurarak Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ve onlar gibi amel edenleri kapsadı. Bunlar insanların içinde çıkarılmış en hayırlı ümmettir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî kendisine anlatan birinden Ömer'in: “Siz ... en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken: “Burada bizden sonraki değil de daha önceki ümmetlerden daha hayırlı olduğu kastedilmektedir" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: “Bu âyet, İbn Mes'ûd, Ammâr b. Yâsir, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim, Ubey b. Ka'b ve Muâz b. Cebel hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize nakledildiğine göre, Ömer b. el- Hattâb: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir" âyetini okudu ve: “Ey insanlar! Kim o hayırlı ümmetten olmak isterse Allah'ın koymuş olduğu şartları yerine getirsin" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, iyiliği emredip kötülükten nehyederek Allah'a iman etmek şartıyla geçerlidir. Yani gelmiş geçmiş bütün ümmetlerden daha hayırlısınız denilmektedir. Yüce Allah'ın: “And olsun ki, onların durumunu bilerek dünyaların üzerinde seçkin kıldık" âyeti da bu mânâdadır." Firyâbî, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken: “Siz insanlar için insanların en hayırlısısınız. Siz, onlar da İslam'a girsinler diye boyunlarına zincirler takarak onları İslam'a getirirsiniz" dedi. İbnu'l-Münzir'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken: “Siz insanlar için en hayırlı insanlarsınız" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre, Ubey b. Ka'b: Bu ümmetten fazla İslam'ı kabul eden bir ümmet olmamıştır." Bu sebeple Allah: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." buyurmaktadır" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muâviye b. Hayde, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken ondan şöyle işittiğini söyledi: “Siz sonunda yetmiş ümmeti tamamlayacak kişilersniz. Bu ümmetlerin Allah katında en hayırlısı ve en değerlisi sizsiniz." İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize nakledildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün sırtını Kâbe'ye dayamış iken: “Biz kıyamet gününde yetmiş ümmetin tamamlayıcısıyız. Biz ümmetlerin sonuncusu ve en hayırlı olanlarıyız" dedi. Ahmed'in hasen senedle, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir peygambere verilmeyen bana verildi. Korkuyla bana yardım edildi, yeryüzünün anahtarları bana verildi, aynı zamanda bana Ahmed ismi verildi, toprak bana temizlik aracı olarak kılındı ve ümmetim ümmetlerin arasında en hayırlı ümmet kılındı."' İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Câfer: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini açıklarken: “Burada Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesi kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye bu âyeti açıklarken: “Siz insanlar için insanların en hayırlısısınız. Siz peygamberlerini görüp te tebliğ ettiklerini inkar eden kavimlere şahit oldunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: “Bu ümetten başka içine çeşitli milletlerden insanlar girmiş başka bir ümmet yoktur" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Siz insanlara Lâ ilâhe illallah demelerini emredip Allah'ın indirdiklerini ikrar etmelerini emredersiniz. Bu yolda da onlarla savaşırsınız. Lâ ilâhe illallah en büyük iyiliktir. Yine onları kötülüklerden nehyetmektesiniz. Kötülük ise yalanlamaktır. Yalanlamak ta en büyük kötülüktür." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onlardan iman edenler de var..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah onlardan (fasıklardan) hidayet ve hak yolunda olanlardan olmak üzere üç kişiyi müstesna kılmıştır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ama pek çoğu fasık kimselerdir...'" âyetini açıklarken: Yüce Allah insanların çoğunu yermiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler..." âyetini açıklarken: “Bu, onlardan işiteceğiniz şeyler sizin için bir eziyettir, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler..." âyetini açıklarken: “Onların, Üzeyr'i (aleyhisselam), İsa'yı (aleyhisselam) ve haçı Allah'a ortak koşmaları size eziyet verir, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler..." âyetini açıklarken: “Onların eziyeti, Allah'ın hakkında yalan söyleyip sizi dalâlete davet etmeleridir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Nerede bulunursalar, alçaklık damgası altında kalmaya mahkumdurlar..." âyetini açıklarken: “Burada kendilerine düşen cizyeden daha fazlasını verenler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Nerede bulunursalar, alçaklık damgası altında kalmaya mahkumdurlar..."" âyetini açıklarken: “Allah onları zelil kılmıştır ve onların sağlam bir barınağı yoktur. Allah onları Müslümanların ayakları altında kılmıştır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Bu ümmet onlara yetiştiği zaman Mecusiler onlardan cizye alıyordu" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ve Katâde: “Nerede bulunursalar, alçaklık damgası altında kalmaya mahkumdurlar..." âyetini açıklarken: “Onlar alçaltılmış bir şekilde cizyeyi elleriyle verirlerdi" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Nerede bulunursalar, alçaklık damgası altında kalmaya mahkumdurlar..." âyetini açıklarken: “Burada zilletten kasıt, cizye vermektir" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ancak Allah'ın ipine ve insanların yapıştıkları ipe yapışanlar müstesna..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın ve insanların ahdi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır..." âyetini açıklarken: “Ma'siyet ve zulümden sakının. Zira sizden önceki helak olan insanlar bunlarla helak olmuşlardır" dedi. 111(Ey müslümanlar) Yahûdiler size eziyyet vermekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşırlarsa arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra, kendilerine yardım da yapılmaz. 112Onlar (Yahûdî’ler) nerede bulunurlarsa boyunlarına zillet ve horluk takılmıştır. Meğer ki cizye vermek sûreti ile Allah’ın ve mü'minlerin barış ve emniyeti altına girmiş olsunlar. Onlar dönüp Allah’ın gazâbına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bunun sebebi şu: Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, peygamberleri haksız yere öldürmüşlerdi; çünkü onlar, isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi. 113"Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Mende, Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de, Delâil'de Beyhakî ve İbn Asâkir, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. Sa'ye, Esed b. Sa'ye, Esed b. Ubeyd ve beraberlerinde Yahudilerden müslüman olanlar iman edip Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) doğrulayarak İslam beğendiler. Rahipler ve kavimlerinden olan diğer kafirler: “Ancak bizim kötülerimiz Muhammed'e iman etmişlerdir. Eğer onlar bizim iyilerimiz olsaydı atalarının dinini bırakıp ta başka bir dine gitmezlerdi" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır. Allah'a âhiret gününe inanır, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar ve hayırlara koşuşurlar. İşte onlar, iyi kimselerdendirler" âyetlerini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır" âyetini açıklarken: “Bütün kavim helak olmamıştı. Onların içinde Allah'a ibadet için kalan kişiler vardı" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır" âyetini açıklarken: “Bu âyet, Abdullah b. Selâm ve kardeşi Sa'lebe b. Selâm, Sa'ye, Mübeşşir, Useyd ve Esed b. Ka'b hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Bunlar Allah'a sürekli ibadet eden ümmet gibi olmayan Yahudilerdir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır" âyetini açıklarken: “Burada hidayete erenler ve Allah'ın emirlerini sürekli yerine getirenler kastedilmektedir. Onlar Allah'ın emirlerini başkalarının terk edip te kaybettiği gibi onlardan vaz geçmeyen terk etmeyenlerdir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Burada adil ümmet kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın Kitabı, cezaları ve farzlarını uygulamakta olan ümmet kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: (.....) âyetini açıklarken: “Burada gece saatleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Nasr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada gece yarısı kastedilmektedir" dedi. Firyâbî, Târih'te Buhârî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup... topluluk vardır" âyetini açıklarken: “Ehl-i Kitâb ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti eşit değildir. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti yatsı namazı kılarlar. Ehl-i Kitâb'dan kimse bu namazı kılmaz" dedi. Ahmed, Nesâî, Bezzâr, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, hasen isnâdla İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını geciktirdi ve sonra çıkıp Mescid'e geldi. İnsanlar namaz için beklemekteydi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu saatte hiçbir din ahalisi sizin gibi Allah'ı zikretmemektedir" dedi. İbn Cerîr ve Taberânî'nin lafzı şu şekildedir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ehl-i Kitâb'dan hiç kimse bu namazı kılmaz" buyurdu. Sonra: “Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır. Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir'" âyetleri indi. " İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî: “Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup... topluluk vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bazıları: “Yatsı namazını sadece Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kılar. Bu namazı Ehl-i Kitâb'dan kimse kılmaz" dediler. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud ve Sünen'de Beyhakî, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazını geciktirmişti. Cemaatten bazıları Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı kılmıştır diye düşünüyordu ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp geldi ve: “Bu namazı geciktirin, zîra siz bu namazla diğer ümmetlerden daha üstün kılındınız. Sizden önce hiçbir ümmet bu namazı kılmamıştır" buyurdu. Taberânî'nin sahîh bir isnâdla bildirdiğine göre el-Münkedir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazını geceden kısa bir zaman veya bir saat geçinceye kadar geciktirdi. İnsanlar Mescid'de bekliyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Siz namazı beklediğiniz müddetçe namazda sayılırsınız" buyurdu. Sonra da: “Sizden önceki ümmetlerden hiç kimse bu namazı kılmadı" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Bezzâr, hasen isnâdla İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece yatsı namazına gecikip gelmeyince Ömer, kendisine: “Kadınlar ve çocuklar uyudular" diye seslendi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu namazı yeryüzünde sizden başka bekleyen yoktur" buyurdu. Taberânî, hasen isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını geciktirmişti. Geldiğinde: “Bu saatte sizi bekleten nedir?" diye sorunca: “Ey Allah'ın Peygamberi! Namaz için sizi bekliyorduk" cevabını verdiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden önce bu namazı asla hiçbir ümmet kılmadı. Siz namaz için bekliyorken namazda sayılırsınız" buyurdu. Taberânî, hasen isnâdla Abdullah b. el-Müstevrid'den bildiriyor: Bir gece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını geciktirmişti ve Mescid'de sadece on küsur kişi kalmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde: “Bu gece vakti namazı sizden başka bekleyen kimse yoktur" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mansûr'dan bildiriyor: Bize nakledildiğine göre: “...Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır..." âyeti akşam ve yatsı namazı arasında secde edenler hakkında inmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Gece vakitlerinde Allah'ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır...'" âyetini açıklarken: “Burada gaflet (uyku) namazı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Amr b. el-Alâ' der ki: Bize nakledildiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde ikisinide (ye) harfi ile okurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) lafzını açıklarken: “Mükâfatlarınız zayi olmaz, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) lafzını açıklarken: “(İyilikleriniz bırakılıp) size zulmedilmez mânâsındadır" dedi. 114Allah’a ve Âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler ve kötülükten vaz geçirirler, hayır işlerinde de yarışırlar. İşte bu özellikleri taşıyanlar Allah katında salihlerdendir. 115Onlar hayra dâir ne işlerse onun mükâfatından asla mahrum edilmiyeceklerdir. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilendir. 116Kâfir olanlar (var ya!) onların ne malları, ne evlâdları kendilerini Allah’ın azâbından asla kurtaracak değildir. Onlar cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalıcıdırlar. 117"Bu dünya hayatında infak ettiklerinin durumu, kendilerine zulmeden kimselerin ekinlerine isabetle kavurup mahveden soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi, onlar kendilerine yazık ettiler." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Bu dünya hayatında infak ettiklerinin durumu..." ayetini açıklarken: “Bu, kâfirin dünyada iken vermiş olduğu nafaka gibidir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Müşriklerin infak edip te infaklannın kabul edilmeyişinin durumu, zalim kavimlerin ektiği sonra da soğuk rüzgârın helak ettiği ekin gibidir. Soğuk rüzgarın ekini helak etmesi gibi şirkleri de nafakalarını helak etmektedir." Saîd b. Mansûr, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada şiddetli soğuk kastedilmektedir" dedi. Tastî, Mesâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: (.....) âyetini açıklamasını sorunca: “Burada soğuk kastedilmektedir" dedi. Nâfi: “Bu ifadeyi Araplar biliyor mu?" diye sorunca da: “Evet biliyor, Zebyân oğullarından Nâbiğa'nın: "Kışın soğuğu yeryüzünü yolunmuş deri gibi Çıplk bıraksa bile usanmazlar" dediğini işitmedin mi? Karşılığını verdi. 118"Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi İsterler. Onların kinleri, konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bazı Müslümanlar, Yahudilerle komşu olmaları ve Cahiliye döneminden aralarında anlaşma olması dolayısıyla dostluk kurmuşlardı. Yüce Allah onlarla dostluğu yasaklamak ve onlardan gelebilecek fitneyi ikaz etmek üzere: “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin..." âyetini açıklarken: “Burada münafıklar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: “Bu âyet, Medine'deki münafıklar hakkında inmiştir. Yüce Allah müminlerin onlarla dostluk kurmalarını yasaklamıştır" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Taberânî ceyyid bir isnâdla Humeyd b. Mihrân el-Mâliku'l- Hayyât'tan bildiriyor: Ebâ Ğâlib'e: “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık" âyetini sorduğumda: “Ebû Umâme bana, bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunlar Hâricilerdir» buyurduğunu söyledi" dedi. Abd b. Humeyd, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüzüklerinize Arapça nakış (yazı) işlemeyin ve müşriklerin ateşleriyle aydınlanmayın" buyurmuştur. Bunu Hasan'a anlattıklarında: “Evet, yüzüklerinize Muhammed yazısını işlemeyin, hiçbir halinizi müşriklerle istişare etmeyin. Yüce Allah'ın: “...Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin..." âyeti bunu doğrulamaktadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Ömer b. el-Hattâb'dan bildiriyor: Kendisine: “Burada Hîre halkından hafız ve kâtip olan genç biri vardır. Eğer onu kâtip olarak alsan denilince: “Eğer onu alırsam müminlerin dışında biriyle sırdaş olmuş olurum" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî: “...Hiçbir sırdaş edinmeyin..." âyetini açıklarken: “Müminlerin dışında münafıklarla dostluk kurup ta onları aranıza almayın, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Hep sıkıntıya düşmenizi isterler..." âyetini açıklarken: “Dalalete düşmenizi isterler, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: “...Hep sıkıntıya düşmenizi isterler..." âyetini açıklarken: “Münafıkların istediği, müminlerin dinlerinde sıkıntı çekmesidir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Müslümanlara olan öfkelerinden dolayı münafıkların kafir arkadaşlarına biz müslümanları aldatıyoruz şeklinde dedikleri sözleriyle kinleri belli oldu. Kalplerindeki kin ise dillerindekinden çok daha büyüktür. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz..."âyetini açıklarken şöyle dedi: “Mümin kişi münafığa karşı, münafığın mümine karşı olduğundan daha hayırlıdır. Mümin münafığa karşı dünyada merhametli olur. Eğer münafık, mümine karşı, müminin kendisine karşı kuvvetli olduğu gibi kuvvetli olsaydı onu kökünden imha ederdi." Abd b. Humeyd, Katâde'den bunun aynısını bildirir. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Siz, bütün kitaplara inanırsınız..." âyetini açıklarken: “Siz hem sizin, hem onların kitaplarına, hem de daha önceki kitaplara inanırsınız. Ama onlar sizin kitabınızı inkâr etmektedir. Bu sebeple buğz etmede onlardan daha fazla hak sahibisiniz" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar..." âyetini açıklarken parmak uçlarını ağzına koyarak: “Bu şekilde yaparlar" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Onlar müminlerle karşılaştıkları zaman can ve mal korkusuyla yalandan «inandık» derler. Yalnız kaldıkları zaman da kalplerindeki kin, nefret ve içinde bulundukları durumdan dolayı, bir güç ve kuvvet bulacak olsalardı müminlerin üzerine giderlerdi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....), "...Size oları kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar..." âyetini açıklarken: (.....) kelimesi parmaklar mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Cevzâ: “Bu âyet, Haricilerden bir fırka hakkında inmiştir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: “Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler..." âyetini açıklarken: “Düşmana karşı üstün gelmeniz, rızık ve hayır içinde olmanız onları üzer. Ancak öldürülmeniz, hezimete uğramanız ve zorluklar çekmeniz onları sevindirir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Münafıklar İslam ahalisinin birbirleriyle iyi geçindiğini, cemaat olduklarını ve düşmana karşı üstün geldiklerini görürlerse öfkelenirler ve üzülürler. Eğer müslümanların birbirlerinden ayrıldığını, ihtilafa düştüklerini ve bir taraftan isabet aldıklarını görürlerse sevinirler ve bununla neşelenirler" dedi. Abd b. Humeyd, Âsım'ın bu âyeti (.....) şeklinde şeddeli, (dad) ve (ra) haflerini ötre ile okuduğunu bildirir. 119İşte siz (mü'minler) o kimselersiniz ki, kâfirleri seversiniz. Hâlbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitapların hepsine îman edersiniz. Onlar ise ancak sizinle karşılaştıkları zaman “İman ettik” derler. Tenhada başbaşa kaldıkları vakit ise, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının uclarını ısırırlar. Resûlüm, de ki: “ Kininizle ölün, mahvolun”. Gerçekten Allah, kalplerin kin ve hasedlerini tamamıyla bilicidir. 120Size bir iyilik dokunursa onları üzer ve kederlendirir. Başınıza bir felâket gelirse, onunla ferahlanır ve sevinç duyarlar. Eğer siz, sabırlı olur da korunursanız, onların hileleri size hiç bir zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını ilmi ile kuşatmıştır. 121"Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir." İbn İshâk ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Şihâb, Âsim b. Ömer b. Katâde, Muhammed b. Yahya b. Hibbân ve Husayn b. Abdirrahman b. Sa'd İbn Muâz şöyle dediler: Uhud günü sıkıntı ve zorluk günüydü. Yüce Allah o gün müminleri sınadı ve dilleriyle Müslüman olduklarını söyleyip de içlerinde küfrü gizleyen kişileri yok etti. O gün Yüce Allah dostlarından ikram etmek istediği kişilere şehadeti ikram etti. Uhud savaşı hakkında Kur'ân'da Âl-i İmrân sûresinde altmış âyet inmiştir. Bu âyetlerde o gün oradaki olaylar ve Allah'ın kınamış olduğu kişiler anlatılmaktadır. Yüce Allah, Peygamberine: “Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir" buyurmaktadır. Beyhakî, Delâil'de, İbn Şihâb'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretin ikinci senesinin Ramazan ayında Bedir savaşında, hicretin üçüncü senesinin Şevval ayında Uhud savaşında, Ahzab günü olan Hendek savaşında ve hicretin dördüncü senesinin Şevval ayında Benî Kureyza ile savaşmıştır. Abdurrezzâk ve Beyhakî, Delâil'de, Urve'den bildiriyor: Uhud savaşı, Bedir savaşından bir sene sonra Şevval ayında gerçekleşmiştir. Abdurrezzâk'ın lafzı: “Uhud savaşı, Nadîr oğulları ile olan savaştan altı ay sonra vaki olmuştur. O gün müşriklerin lideri Ebû Süfyân b. Harb'dı" şeklindedir. Beyhakî, Katâde'den bildiriyor: Uhud savaşı cumartesi günü Şevval ayının on birinci gecesinden sonra gerçekleşmiştir. O gün ashâbın sayısı yedi yüz kişiydi. Müşriklerin sayısı ise iki bin kişi veya bu civarda bir şeydi. Ebû Ya'la, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Misver b. Mahrame'den bildiriyor: Abdurrahman b. Avf'a: “Ey dayı! Bana Uhud savaşı kıssasını anlat" dedim. O: “Âl-i İmrân sûresinin yüz yirminci âyetinden sonraki âyetleri oku, orada bizim kıssamızı bulursun. "Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir. Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi; oysa Allah onların dostu idi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler" âyetlerinde kastedilenler, müşriklerden korkup emniyette olmak için geri duranlardır. "And olsun ki, ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz; işte onu gözlerinizle bakarak gördünüz" âyetine kadar olan kısım, düşmanla karşılaşmayı arzu eden müminleri anlatmaktadır. "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir'" âyeti, Şeytanın: “Muhammed öldü!" diye bağırmasından bahsetmektedir. "Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu..." âyeti ise Uhud gününde bu kederlerden sonra mü'minlerin çoğunu uyuklama almasından bahsetmektedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın..." âyetini açıklarken: “Burada Uhud savaşı kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: “Burada savaşçıları yerlerine yerleştirmek kastedilmektedir" dedi. Tastî, Mesâil'de , İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak kendisine "...İnananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere..." âyetinin açıklamasını sorunca: “Müminlerin kalplerinin teskin edilmesi için gönlünü bu işe bağlamaktır" dedi. Nâfi: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" diye sorduğunda: “Evet biliyor, şair A'şâ'nın: "Safâ'nın ve Harem in batısındaki Ecyâd'a Rahman senin evini yerleştirmedi" dediğini İşitmedin mi?" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın..." âyetini açıklarken: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün müminleri savaşacakları yere yerleştirmek için yaya gitmişti" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Sen ... evinden ayrılmıştın..." âyetini açıklarken: “Burada, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Ahzâb günü müminleri savaş için duracakları yerlere yerleştirmesi kastedilmektedir" dedi. İbn İshâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şihâb, Muhammed b. Yahya b. Hibbân, Âsim b. Ömer b. Katâde, Husayn b. Abdirrahman b. Amr b. Sa'd b. Muâz ve başkaları hepsi de hadisten bir bölümü anlatarak şöyle dediler: Kureyş ahalisi Bedir savaşında mağlub edilip sağ kalanları Mekke'ye geri döndüğünde Ebû Süfyân da kafilesiyle beraber geri dönmüştü. Abdullah b. Ebî Rabîa, İkrime b. Ebî Cehl, Safvân b. Umeyye, Bedir savaşında babalan çocukları ve kardeşleri öldürülen bazı kişiler Ebû Süfyân b. Harb'ın yanına geldiler. Ona ve bu kafilede Kureyş'ten ticaret kervanı olan kişilere: “Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizi perişan ederek iyilerinizi öldürdü. Ona karşı savaşmak için bize bu mallarınızı verin. Umulur ki bunlarla ondan intikam alırız" dediler. Onlar da bunu kabul ederek Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşmak için büyük kuvvetler topladılar. Savaştan kaçmamak ve onları korumak için kadınlarını da beraber götürdüler. Ebû Süfyân başlarında komutan olmak üzere yola çıktılar ve Medine tarafında Kanât vadisinin Ayneyn tepesinde konakladılar. Burası Medine'nin karşısındaki vadinin çıkışında Sebha denilen yerin içlerinde bir tepeydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar, müşriklerin oraya konakladığını öğrenince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbına: “Ben (rüyamda) kesilen sığırlar, kılıcımın ağzında bir kırık ve elimi bir zırhın içine geçirdiğimi gördüm. Bunu da Medine'de kalırız diye yorumladım. Eğer Medine'de kalıp ta onları konakladıkları yerde bırakırsak onları en kötü yerde bırakmış oluruz. Eğer onlar bize saldırırlarsa onlarla savaşırız" buyurdu. Kureyş çarşamba günü Uhud'a konaklamıştı. Perşembe ve cuma günü de orada kaldılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazını kıldıktan sonra askeriyle beraber çıktı ve Uhud'un Şi'b denilen yerinde konakladı. Bu olay hicretin üçüncü senesinin Şevval ayının ortasında oluyordu. Abdullah b. Ubey de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aynı fikirdeydi. O da düşmana saldırmayıp Medine'de kalmak istemişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'den çıkmak istemiyordu. Bedir savaşında yakınları şehid olanlarla Bedir savaşında bulunmayan bazı kişiler: “Ey Allah'ın Resûlü! Hep beraber düşmana saldıralım, onlar bizim korkak ve zayıf olmadığımızı görsünler" dediler. Abdullah b. Ubey: “Ey Allah'ın Resûlü! Medine'de kalalım ve onlara saldırmayalım. Vallahi Medine'den savaş için ne zaman çıktıysak mutlaka hüsranla dönmüşüzdür. Medine'ye saldıran da mutlaka hüsranla dönmüştür. Onları bırak Ey Allah'ın Resûlü! Eğer düşman ordusu yerinde kalmak isterse kötü bir yerde kalmış olur. Eğer saldırırlarsa erkekler onlarla savaşırken kadınlarımız ve çocuklarımız onları üstlerinden taşlarlar. Eğer geri dönerlerse geldikleri gibi geri gitmiş olurlar" dedi. Ancak Müslümanlar istediklerini yapana kadar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ısrarda bulundular. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girip zırhını giydi. Bu olay cuma namazını kıldıktan sonra oluyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhıyla müslümanların yanına çıkınca ashâb yaptıklarına pişman olarak: “Biz Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) fazla ısrar ettik. Ey Allah'ın Resûlü! İstersen gitmeyip Medine'de kalalım" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zırhını giydikten sonra savaşmadan geri çıkarmak bir peygambere yakışmaz" karşılığını verdi. Sonra ashabından bin kişilik bir orduyla yola çıktı. Medine ve Uhud arasında Şavt'ta iken Abdullah b. Ubey ordunun üçte birini alarak geri döndü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hârise oğullarının (volkanik) kara taşlık bölgesine (Harre'ye) varana kadar devam etti. Atın biri kuyruğuyla kınında duran bir kılıca vurdu. Bunun üzerine adam kılıcını kınından çekince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kılıç sahibine: “Kılıcını kınına koy, görüyorum ki, bu gün kılıçlar kınından çekilecektir" buyurdu. -Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uğurlu şeyleri sever ve hiç bir şeyi uğursuz saymazdı. — Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), vadiye karşı Uhud'un eteğinde konakladı. Ordusunun arkasını dağa vermişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi yüz kişiyle savaş için tam hazırlanmıştı. Abdullah b. Cübeyr'i elli kişilik okçu grubuna komutan kılarak: “Siz oklarla bize arkamızdan saldıracak olan atlıları vurun. Biz yensek de yenilsek de yerinizde kalın ve biz karşınızdan gelene kadar inmeyin" buyurdu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki zırh giydi. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Uhud savaşında ashâbına: “Bana ne yapacağımı söyleyin" dediğinde: “Ey Allah'ın Resûlü! Bu köpeklere saldıralım" dediler. Ensâr: “Ey Allah'ın Resûlü! Bizim şehrimize saldırmış hiçbir düşman bizi yenememiştir. Sen aramızda mevcut iken bizi hiç yenemez" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce hiç çağırmamış olduğu Abdullah b. Ubey'i çağırıp ona bu konudaki fikrini sordu. O: “Ey Allah'ın Resûlü! Bizimle beraber bu köpeklere saldır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmanın şehre saldırmasını ve onlarla sokaklarda savaşılmasını istiyordu. Nu'mân b. Mâlik el-Ensârî gelip: “Ey Allah'ın Resûlü! Bizi Cennetten mahrum etme" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne ile?" diye sorunca: “Ben Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resûlü olduğuna şahidim. Ben savaştan kaçmam" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Doğru söyledin" buyurdu. Nu'mân b. Mâlik el-Ensârî bu savaşta şehid edilmişti. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhının getirilmesini istedi ve onu giydi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zırhını giyip silahını kuşandığını gören ashâb pişman olarak: “Biz ne kadar kötü bir şey yaptık. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy gelirken biz ona akıl vermeye kalktık" diyerek kalkıp Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) özür dilediler ve: “Dilediğin gibi yap" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Zırhını giydikten sonra savaşmadan geri çıkarmak bir peygambere yakışmaz" karşılığını verdi. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bin kişilik bir orduyla Uhud'a yürüdü. Ashâbına eğer sabrederlerse muzaffer olacakları vaadinde bulundu. Abdullah b. Ubey üç yüz askerle geri döndü. Ebû Câbir es- Sülemî onları çağırmak için arkalarından gitti. Ancak onları dönmeye ikna edemedi ve kendisine: “Eğer sen de bizi dinlersen bizimle geri dönersin" dediler. "Sizden iki fırka bozulup geri çekilmek üzere idi ..."'âyetinde kastedilenler, Abdullah b. Ubey geri çekildiği zaman geri çekilmek isteyen Seleme oğulları ve Hârise oğullarıydı. Ama Allah onları öyle bir şey yapmaktan korudu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yedi yüz kişi kalmıştı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın...'" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, Uhud savaşında gerçekleşen bir şeydir. Allah'ın Peygamberi Uhud savaşında müminleri savaş için duracakları yerlere yerleştirmek için evinden ayrılmıştı. Uhud, Medine tarafındadır." 122"Sîzden iki fırka bozulup geri çekilmek özere idî; oysa Allah onların dostu îdi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Delâil'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Bu âyet; bizim, yani Hârise oğulları ve Seleme oğulları hakkında inmiştir. Yüce Allah'ın bu âyette: “...Oysa Allah onların dostu idi..." buyurmasından dolayı bu âyetin inmemiş olması beni sevindirmezdi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sizden iki fırka bozulup geri çekilmek üzere idi ..." âyetini açıklarken: “Hârise oğulları Uhud dağı tarafında, Seleme oğulları Sel' dağı tarafındaydı" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Sizden iki fırka bozulup geri çekilmek üzere idi ..." âyetini açıklarken: “Bu, Uhud savaşında olan bir meseledir. O iki fırka ise Hârise oğulları ve Seleme oğullarıdır. Bunlar Ensâr'dan iki gruptu. Onlar bir ara çekilmeye karar vermişlerdi ki Yüce Allah onları bundan korudu. Bize anlatıldığına göre bu âyet indiği zaman: “Bizi sevindiren karar verdiğimizi yapmamamız değil, Allah'ın dostumuz olduğunu haber vermesidir" dediler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sizden iki fırka bozulup geri çekilmek üzere idi ..." âyetini açıklarken: “Onlar Hârise oğulları ve Seleme oğullarıdır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: “Sizden iki fırka bozulup geri çekilmek üzere idi ..." âyeti Hazrec kabilesinden Seleme oğulları ve Evs kabilesinden Hârise oğulları hakkında inmiştir. İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Gevşeklik, korkaklık demektir" dedi. 123"And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedır'de, Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz." Ahmed ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre İyâd el-Eş'arî der ki: Yermûk savaşında bulundum ve bu savaşta beş komutan vardı. Bunlar, Ebû Ubeyde, Yezîd b. Ebî Süfyân, İbn Hasena, Hâlid b. el-Velîd ve İyâd'dır. Bu İyâd, Simâk'ın kendisinden hadisi anlattığı İyâd değildir. Hazret-i Ömer: “Eğer sıkışırsanız Ebû Ubeyde'den yardım isteyiniz" dedi. Biz de ona ölümün bize hücum ettiğini yazıp ondan yardım istedik. O da bize şöyle bir cevap yazdı: "Benden yardım istediğiniz mektup geldi. Ben de size, askeri benden daha çok ve daha kuvvetli olan Allah'tan yardım istemenizi tavsiye ediyorum. Muhammed'in asker sayısı sizden daha az iken Bedir savaşında muzaffer oldu. Eğer size mektubum gelirse onlarla savaşın ve geri çekilmeyin." Biz de onlarla savaştık ve onları dört fersahlık bir mesafe kadar (kovalayarak) hezimete uğrattık." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz. Hani sen mü'minlere, «Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun"' âyetleri Bedir savaşı hakkında inmiştir" dedi. İbnu'l-Münzir, Ali b. Ebî Tâlib'in: “Bedir bir kuyudur" dediğini bildirir. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: “Bedir, kendisine Bedir denilen Cuheyne'li bir adamın kuyusuydu. Bu sebeple Bedir diye adlandırılmıştır." İbn Cerîr, Dahhâk'ın: “Bedir, Mekke yolunun sağında Mekke ve Medine arasında bulunan bir sudur" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bedir, Mekke ve Medine arasında bulunan bir (kuyu) sudur. Orada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müşrikler savaşmıştı. Oradaki savaş Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk savaşıydı. Bize söylendiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün orada ashâbına: “Sizin sayınız Tâlut'un, Câlut ile savaşan askerleri sayısı kadardır" dedi. Ashâbın sayısı üç yüz on küsür kişiydi. Müşriklerin sayısı ise bin veya o civarda bir şeydi. İbnu'l-Münzir, İkrime'nin: “Bedir, Cahiliye zamanında ticaret yeriydi" dediğini bildirir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Siz düşkün bir durumda iken..." âyetini açıklarken: “Yani siz sayı olarsak azdınız" mânâsındadır. O gün ashabın sayısı üç yüz on küsür kişiydi. İbn Ebî Şeybe, İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Râfi b. Hadîc der ki: Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden, Bedir savaşına katılanları nasıl biri olarak sayarsınız?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “En iyilerimizden sayarız" buyurdu. Bunun üzerine Cibrîl: “Biz de Bedir savaşında bulunan melekleri en iyilerimizden sayarız" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne der ki: Allah'ın Bedir'de yapmış olduğu yardımdan dolayı her müslümanın Allah'a şükretmesi gerekir. Zira Yüce Allah: “And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de, Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz" buyurmaktadır. Abdurrezzâk'ın, Musannef’te bildirdiğine göre Zührî der ki: İbnu'l- Müseyyeb'in şöyle dediğini işittim: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) on sekiz savaşa katılmıştır." Yine bir defa: “Yirmi dört savaşa katıldı" dediğini işittim. Onun bunu yanlış mı söylediğini bir yerden mi işittiğini bilmiyorum. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) katıldığı her savaş Kur'ân'da zikredilmiştir. İbn Ebî Şeybe, Katâde'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) on dokuz savaş yapmış ve sekizine katılmıştır. Bunlar Bedir, Uhud, Ahzâb, Kudeyd, Hayber, Mekke'nin fethi, Benî Mustalik ve Huneyn savaşıdır. 124Bkz. Ayet:127 125Bkz. Ayet:127 126Bkz. Ayet:127 127"Hani sen mü'minlere, «Rabbinizin, indirilmiş öç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun» Evet siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildiriyor: Bedir savaşında Kurz b. Câbir el-Muhâribî'nin müşriklere yardım edeceği haberi müslümanlara ağır gelmişti. Bunun üzerine Yüce Allah: “«Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun. Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder"' âyetlerini indirdi. Müşriklerin hezimete uğradığı Kurz'e haber verilince yapacağı yardımdan vazgeçti. Bunun üzerine Müslümanlara yapılacak beş bin kişilik yardımdan da vazgeçildi. İbn Cerîr, Şa'bî'den bildiriyor: “Bedir savaşında, Kurz b. Câbir'in müşriklere yardım edeceği Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verildi" dedi ve devamla söz konusu hadisi zikretti. Ancak şunu da ekledi: “...Onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder." Yani ansızın gelecek kişiler, Kurz ve adamlarıydı. Ancak müşriklerin hezimete uğradığını öğrenince gelmekten vazgeçti. Bunun üzerine Müslümanlara da beş bin kişilik yardım gönderilmedi. Fakat bin kişilik bir yardım gönderildi. Böylece meleklerle beraber müslümanların sayısı dört bin kişi oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun" âyeti hakkında: “Bu âyet, Bedir savaşı hakkında inmiştir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “(Müslümanlara) Önce bin, sonra üç bin, sonra da beş bin melekle yardım edildi. Bu, Bedir savaşında gerçekleşti." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “Evet, sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder" âyetini açıklarken: “Bu âyet, Uhud savaşı hakkındadır. Müslümanlar o gün sabretmedi ve Allah'a karşı gelmekten sakınmadı diye onlara yardım gönderilmedi. Eğer onlara yardım gönderilseydi o gün hezimete uğratılmazlardı" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildiriyor: Uhud savaşında bir melekle de olsa Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım gönderilmemiştir. Çünkü Yüce Allah: “...Sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde..." buyurmaktadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Sabrettiğiniz ve Allah'a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder" âyetini açıklarken: “Bu, Uhud gününde Allah'ın Peygamberine vermiş olduğu vaaddi. Müslümanlar sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırlarsa onlara nişanlı beş bin melekle yardım edecekti. Müslümanlar Uhud savaşında arkalarını dönerek kaçtılar. Allah ta onlara yardım etmedi." İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildiriyor: Ashâb, müşrikleri beklerken Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Allah'ın Resûlü! Allah bize Bedir'de yardım ettiği gibi burada da yardım edecek mi?" diye sordular. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “... Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?" âyetini okudu ve: “Allah, size Bedir gününde bin melekle yardım etmişti" dedi. Bunların fazlası ise Müslümanların sabretmeleri ve Allah'a karşı gelmekten sakınmalarından dolayı olmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Âyetteki "Fevr" kelimesiyle sefer kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: “Âyetteki "Fevr" kelimesiyle taraf, yön kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî), Rabî, Katâde ve Süddî'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr başka bir kanalla İkrime'nin: (.....) âyetini açıklarken: “Bu, Uhud savaşındadır. (Müşrikler) Bedir savaşında verdikleri kayıplardan dolayı öfkelenmişlerdi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Âyetteki "Fevr" kelimesinden kasıt, onların öfkesidir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ümmü Hânî'nin azatlısı Ebû Sâlih'ten bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: “Onlar size kendi yönlerinden ve öfkelerinden gelirler, mânâsındadır" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin zayıf bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):"...Nişanlı..." kelimesini açıklarken: “Burada «Nişan» kelimesiyle meleklerin işaretli oldukları kastedilmektedir. Bedir savaşında bulunan meleklerin sembolü siyah sarık, Uhud savaşında bulunanların sembolü ise kırmızı sarıktı" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Burada işaretli melekler kastedilmektedir. Bedir savaşında Zübeyr'in başında sarındığı sarı bir sarık vardı. O gün melekler de sarı sarıklarla (savaş alanına) inmişlerdi. İbn İshâk ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bedir savaşında meleklerin işareti beyaz sarıklardı. Sarıklarını başlarından sırtlarına salmışlardı. Huneyn gününde ise işaretleri kırmızı sarıktı. Melekler Bedir savaşı hariç hiç bir savaşta düşmana vurmamıştır. Onlar sadece sayı olarak çok görünmek için yardımcı olarak gelirler ve vurmazlardı. Tastî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak ona: “Bana: “...Nişanlı..."kelimesini açıkla" deyince, İbn Abbâs: “Meleklerin üzerinde işaret olarak sarındıkları beyaz sarıklar vardır. Meleklerin işareti budur" dedi. Nâfi: “Araplar bu ifadeyi biliyor mu?" diye sorunca: “Evet biliyor, şairin: "Himaye eden benim silahımı taşıyan Eyersiz ve bembeyaz işaretli atlar?" dediğini İşitmedin mi?" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Bedir savaşına katılmış biri olan Ebû Useyd şöyle der: “Benim gözlerim benimle olsaydı (görüyor olsaydı) ve siz benimle Uhud'a gelseydiniz size meleklerin sarı sarıklarla çıkmış oldukları o vadiyi gösterirdim. Onlar sarıklarının uçlarını) başlarından omuzları aralarına bırakmışlardı." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Urve: “Bedir savaşında melekler beyaz ayaklı atlar üzerinde sarı sarıklarla inmişlerdi. O gün Zübeyr'in başında da sarı bir sarık vardı" dedi. Ebû Nuaym, Fedâilu's-Sahâbe'de bildirdiğine göre Urve der ki: “Bedir gününde Cibrîl indiği zaman Zübeyr'in sarmış olduğu sarık gibi bir sarıkla indi. Zübeyr o gün başına sarı bir sarık sarmıştı." Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr'den bildiriyor: Kendisine nakledildiğine göre, Bedir savaşında melekler başlarında sarı sarıklar ile uçarak indiler. O gün herkesin içinde sadece Zübeyr'in başında sarı sarık vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Melekler, Ebû Abdillah'ın işareti (sarığı) gibi sembolle indiler" buyurdu. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğinde başında sarı bir sarığı vardı. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Umeyr b. İshâk der ki: İşaret olarak ilk defa Bedir savaşında yün takıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kendinizi işaretleyin, muhakkak melekler de işaretlenmiştir" buyurdu. O günde yünün işaret olarak giyildiği ilk gündü. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: Bedir savaşında meleklerin işareti atlarının alınlarındaki ve kuyruklarındaki beyaz yündü. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "...Nişanlı..." kelimesini açıklarken: “Kırmızı yünle işaretlenmişlerdi" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nişanlı..."kelimesini açıklarken şöyle dedi: “(Melekler) yünle işaretlenmiş bir şekilde geldiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ve ashâbı hem kendilerini, hem de atlarını meleklerin işareti gibi işaretlediler." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Nişanlı..." kelimesini açıklarken: “Nişan işaret anlamındadır. (Meleklerin) atlarının kuyrukları kısaltılmış alınlarına da yün konulmuştu" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Nişanlı..."kelimesini açıklarken şöyle dedi: “Bize anlatıldığına göre o günkü sembolleri, atlarının kuyruklarında ve alınlarında olan yündü. Melekler beyaz ayaklı atlar üzerinde idiler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “...Nişanlı..."kelimesini açıklarken: “Savaş sembolleriyle" dedi. İbn Cerîr, Rabî'nin: “O gün (melekler) beyaz ayaklı atlar üzerindeydiler" dediğini bildirir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Umeyr b. İshâk der ki: Uhud savaşında ashâb, Resûlullah'l (sallallahü aleyhi ve sellem) yalnız birakip kaçtı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında sadece Sa'd b. Mâlik kalmıştı. O düşmana ok atıyordu. Genç biri de ona ok veriyordu. Onun okları bittikçe ona ok getiriyor ve önüne koyarak: “At ey Ebû İshâk! At ey Ebû İshâk!" diyordu. Savaş bittiğinde bu gencin kim olduğu sorulmuştu, ama kimse onu tanımamıştı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı"' âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah melekleri müjdelenesiniz ve kalpleriniz rahatlasın diye indirdi. Onlar Bedir savaşı dışında ne o gün, ne daha önce ne de daha sonra kimseyle savaşmamıştır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır" âyetini açıklarken: “Yüce Allah size, melekleri indirmeden yardım etmek isteseydi yapardı" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Küfredenlerden bir kolu kessin..."- âyetini açıklarken: “Yüce Allah, Bedir savaşında kafirlerin askerlerini, liderlerini ve komutanlarını öldürerek bir taraflarını kesti" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Bir kolu kessin ..." âyetini açıklarken: “Bu, Bedir savaşında gerçekleşen bir olaydır. Yüce Allah kafirlerden bir kolu kesti ve bir kolu bıraktı" dedi. İbn Cerîr, Süddî'den bildiriyor: Yüce Allah Uhud'da müşriklerden öldürülen on sekiz kişiyi zikrederek: “Küfredenlerden bir kolu kessin..." buyurdu. Sonra da şehitleri zikrederek: “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar" buyurdu." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...veya perişan etsin de..." âyetini açıklarken: “Burada onları zelil etmek kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, Katâde ve Rabî'den bunun aynısını bildirir. 128"Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs ve Delâil'de Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Ön dişlerinden biri kırıldı, yüzü yaralandı ve kanlar yüzünde aktı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nasıl olur da kendilerini Rablerine davet eden peygamberlerine öyle yapan bir kavim iflah olur?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Katâde'den bildiriyor: Bize nakledildiğine göre bu âyet, Uhud savaşında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indi. Çünkü Uhud savaşında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü yaralanmış, ön dişlerinden bazıları kırılmış ve kaşının üzerinde de yara olmuştu." -Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzündeki kanları yıkıyordu- "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nasıl olur da kendilerini Rablerine davet eden peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim iflah olur?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Bu âyet, Uhud savaşında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) inmiştir. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü yaralanmış ön dişlerinden bazısı kırılmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara beddua etmeyi düşünüp: “Peygamberleri kendilerini Allah'a davet ederken, kendileri onu şeytana davet ederek yüzünü kanatan bir kavim nasıl iflah olur? Peygamberleri kendilerini hidayete davet ederken, onu dalâlete davet eden kavim, Peygamberleri kendilerini Cennette davet ederken, onu Cehenneme davet eden bir kavim nasıl iflah olur?" dedi. Sonra beddua edecekti ki Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir"' âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beddua etmekten vazgeçti. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Bize nakledildiğine göre, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı kendisini Uhud savaşında bırakıp dağıldıklarında ön dişleri kırılmış ve yüzü yaralanmıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Uhud'a çıkarken: “Nasıl olur da kendilerini Rablerine davet eden peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim iflah olur?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Uhud savaşında Utbe b. Ebî Vakkâs tarafından ön dişlerine darbe almış ve yüzü yaralanmıştı. Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzündeki kanları yıkarken, o: “Peygamberlerine öyle yapan bir kavim nasıl iflah olur?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Delâil'de, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Uhud savaşında: “Allahım! Ebû Süfyân'a lanet et. Allahım! Hârise b. Hişâm'a lanet et. Allahım! Süheyl b. Amr'a lanet et. Allahım! Safoân b. Umeyye'ye lanet et" diye beddua etti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir'" âyetini indirdi. Sonra da (bunlar tövbe edince) hepsinin tövbesi kabul edildi. Tirmizî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dört kişiye beddua ederdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. Sonra da Allah onları İslam'a hidayet etti. Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs ve Sünen'de Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birine dua veya beddua edeceği zaman namazdan sonra kunût ederek: “Allahım! Velîd b. el-Velîd'i, Seleme b. Hişâm'ı, Ayyâş b. Ebî Rabîa'yı ve zayıf olan müminleri kurtar. Allahım! Mudar kabilesine azabını şiddetlendir. Onlara aynı Yusuf'un (aleyhisselam) kıtlık seneleri gibi kıtlık ver" diye dua ve beddua ederdi. Yine bazı sabah namazlarında: “Allahım! Falan ve falan kişiye lanet et" diye beddua ederdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. Başka bir lafızda ise: “Allahım! Lihyân'a, Ri'lân'a, Zekvân'a, Allah ve Resulüne asi olanlara lanet et" şeklindedir. Bize nakledildiğine göre, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyeti inince beddua etmeyi terk etti. Abd b. Humeyd ve Nâsih'te Nehhâs, İbn Ömer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında ikinci rekatın rükûsundan sonra: “Allahım! Falan ve falana lanet et" diye münafıklardan bazı kişilere beddua etti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir'" âyetini indirdi. İbn İshâk ve Nâsih'te Nehhâs, Sâlim b. Abdillah b. Ömer'den bildiriyor: Kureyş'ten adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Sen esir almayı yasaklıyorsun ve Arapların esir aldığını söylüyorsun" dedikten sonra Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Sirtini dönerek Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kıçını açtı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona lanet edip beddua edince Yüce Allah: “Allah'ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" âyetini indirdi. Sonra bu adam Müslüman oldu ve Müslümanlığı güzel bir şekilde yaşadı. 129Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi Allah’ındır. Kullarından dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Allahü teâlâ çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. 130"Ey Mü’minler! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah'tan sakının ki başarıya erişesiniz." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildiriyor: Cahiliye döneminde borca alışveriş yapılırdı. Borç ödeme zamanı geldiğinde borçlu borcunu ödeyemezse alacaklı borcu arttırır ve vade süresini uzatırdı. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Faizi kat kat alarak yemeyin..." âyeti indi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Atâ (b. Ebî Rebâh)'dan bildiriyor: Cahiliye döneminde Sakîf oğulları Muğîre oğullarına borç verirdi. Borç ödeme zamanı geldiğinde: “Borcu arttıralım ve bize vâdeyi biraz uzatın" derlerdi. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Faizi kat kat alarak yemeyin...'" âyeti indi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Kişinin kişiden alacağı olurdu. Vâde dolduğu zaman alacağını verecekliden isterdi. Verecekli: “Vâdeyi uzat ben de alacağın mala bir eklemede bulunayım" derdi. Bu şekilde de yaparlardı. İşte bu kat kat faizin kendisidir. Yüce Allah faiz konusunda onlara vaaz edip: “...Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz..." buyurdu. Kurtarmak için de: “inkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının" buyurarak faiz yiyen müminleri inkâr edenler için hazırlanmış ateşle korkuttu. "Size merhamet edilmesi için, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin" âyeti da, umulurki size merhamet edilir de azap görmezsiniz, mânâsındadır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Muâviye b. Kurre'den bildiriyor. İnsanlar, "inkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının" âyetini te'vil ederken: “Sakının ki sizi günahlarınızdan dolayı inkâr edenler için hazırlanmış cehennemde azaplandırmayayım, mânâsındadır" derlerdi. 131Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. 132Allah’a ve peygambere itâat edin ki, rahmete erdirilesiniz. 133"Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirir: Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Allah katında İsrâil oğullarının değeri bizimkinden daha mı fazla? Zira onlardan biri bir günah işlediği zaman bu günahın kefaretini: “Kulağını kes! Burnunu kes! Şöyle yap! Böyle yap!" şeklinde kapı eşiğinde yazılı olarak bulurmuş" deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve herhangi bir cevap vermedi. "Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler...'" âyetleri nazil olunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Bu istediğinizden daha hayırlısını size söyleyeyim mi?" buyurdu ve nazil olan bu âyetleri onlara okudu. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlîk: “Rabbinizin bağışına... koşun" âyetini açıklarken: “Namazdaki ilk (iftitâh) tekbiri getirmektir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Günahlarınızın bağışlanması için salih amellerde bulunmaya ve bu sayede gökler ile yer genişliğinde olan Cennete koşuşun, anlamındadır. Cennetin gökler ile yer genişliğinde olması da, yedi kat gök ile yedi kat yer birbirine eklense bunların genişliği ne kadarsa Cennetin genişliği de bu kadardır, anlamındadır." İbn Cerîr'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Kumaşın birbirine dikilip eklenmesi gibi yedi kat gök ile yedi kat yer birbirine eklendiği zaman genişlikleri ne kadarsa Cennetin genişliği de o kadardır." Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Kureyb'den bildirir: İbn Abbâs beni: “Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet" âyetini sormak üzere Ehl-i Kitab'dan bir adamın yanına gönderdi. Gidip sorduğumda adam Hazret-i Mûsa'ya inen kitapları karıştırmaya başladı. Sonrasında da şöyle dedi: “Kumaşın birbirine dikilip eklenmesi gibi yedi kat gök ile yedi kat yer birbirine eklendiği zaman genişlikleri ne kadarsa Cennetin genişliği de o kadardır. Uzunluğuna gelince ise onu ancak Allah bilir." İbn Cerîr, Hirakl'in elçisi et-Tenûhî'den bildirir: Hirakl'in mektubuyla birlikte Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim. Mektupta Hirakl: “Beni, genişliği gökler ile yer kadar olan ve muttakiler için hazırlanan Cennete davet eden mektubunu aldım. Cennet gökler ile yeri kaplıyorsa peki Cehennem nerede?" diye soruyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de cevaben: “Sübhânallah! Peki, gündüz vakti gece nerede olur ki?" karşılığını verdi. Bezzâr ve Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Yüce Allah: «...Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet...» buyurur. Cennet gökler ile yeri kaplıyorsa peki Cehennem nerede olacak?" dedi. Allah Resulü: “Gece her tarafı kapladığı zaman sence gündüz nereye gider?" diye sorunca, adam: “Allah'ın dilediği yere gider" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü: “Cehennem de Allah'ın dilediği yerde olur" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Târik b. Şihâb'dan bildirir: Bazı Yahudiler Ömer b. el-Hattâb'a: “Allah: “...Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet..." buyurur. Cennet gökler ile yeri kaplıyorsa peki Cehennem nerede olacak?" dediler. Ömer: “Gece geldiği zaman gündüz, gündüz geldiği zaman da gece nerede olur?" diye sorunca, Yahudiler: “Bu cevabı sen Tevrat'tan çıkardın!" karşılığını verdiler. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Yezîd b. el-Asam'dan bildirir: Ehli kitaptan bir adam İbn Abbâs'a: “...Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet..." diyorsunuz. O zaman Cehennem nerede olacak?" diye sordu. İbn Abbâs da: “Gece geldiği zaman gündüz, gündüz geldiği zaman da gece nerede olur?" karşılığını verdi. Müslim, İbnu'l-Münzir ve Hâkim, Enes'ten bildirir. Bedir savaşı sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Genişliği gökler ile yer kadar olan Cennete doğru kalkın!" buyurdu. Umeyr b. Humâm el-Ensârî: “Yâ Resûlallah! Genişliği gökler ile yer kadar olan bir Cennet mi?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Evet!" karşılığını verdi. Umeyr: “Ne güzel ne güzel! Yâ Resûlallah! Vallahi böyle ise mutlaka bu Cennetin ahalisinden biri olmam lazım" deyince, Allah Resulü: “Cennet ahalisinden birisin!" buyurdu. Bunun üzerine Umeyr torbasından birkaç hurma çıkardı ve yemeye başladı. "Bu hurmalar bitene kadar yaşayacak olsam yine de çok fazla yaşamış olurum" dedi ve yanındaki hurmaları atıp müşriklerin üzerine daldı. Ölene kadar da savaştı. 134"Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: (.....) âyeti hem bollukta, hem de darlıkta Allah yolunda harcayanlar, anlamındadır. (.....) âyeti kişinin öfkesine hakim olup onu yenmesi anlamındadır. "...Öfkelendikleri zaman bağışlayanlar..." âyetinde olduğu gibi herhangi bir durum karşısında kızıp öfkelendikleri zaman, öfkelerinin gereğini yapmaları halinde harama düşeceklerini bildiklerinde Allah rızası için karşı tarafı affedip bağışlarlar. (.....) âyeti da müsamahakâr olup insanları affedenler, anlamındadır. "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere vermemek için yemin etmesinler, affedip hoş görsünler..." âyetinde olduğu gibi birilerine nafaka vermeyi kesmek üzere yemin edilmemesi gerektiği bildirilmiş, affedip hoş görülü olunması gerektiği ifade edilmiştir." İbnu'l-Enbârî'nin el-Vakf ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) buyruğundaki (.....) ifadesi ne anlama gelmektedir?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle karşılık vermiştir: “Öfkelerini yenip bastıranlardır, anlamındadır. Şâir Abdulmuttalib b. Hâşim de şöyle der: "Kabilemi kışkırtıp savaşmalarını bekledim Ne var ki savaşma korkusuyla öfkelerini bastırmışlardı. " İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “... İnsanları affedenlerdir..." âyetini açıklarken: “Köle ve cariyelerine karşı hoş görülü ve bağışlayıcı olanlardır" demiştir. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “... insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bir işte kızıp öfkelendikleri zaman insanları affedip bağışlarlar. Bunu yapan kişi de iyilik yapmış olur ki Yüce Allah iyilik yapanları sever. Bana ulaşana göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduktan sonra: “Yüce Allah'ın gözettikleri hariç bu tür kişiler ümmetim içinde az olacaktır. Ancak daha önceki ümmetlerde böylesi kişiler çoktu" buyurmuştur." Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Hureyre'den bildirir: “...Öfkelerini yenenler..." âyeti hakkında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, öfkesinin gereğini yerine getirmeye gücü yettiği halde onu yenip, yok eden kişinin kalbini iman ve huzurla doldurur" buyurmuştur. Ahmed, Beyhakî'nin Şuab'da hasen bir senedle İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah katında yutulan öfkeden daha sevimli bir lokma yoktur. Kul, Allah için öfkesine sahip olup onu yuttuğu zaman Yüce Allah onun içini imanla doldurur" buyurmuştur. Beyhakî, İbn Ömer'den aynısını zikreder. Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî'nin Şuab'da Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, öfkesinin gereğini yerine getirmeye gücü yettiği halde onu yenip, yok eden kişiyi kıyamet gününde bütün mahlûkatın önünde çağırır ve dilediği huriyi seçip almasını ister. " Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güçlü kişi başkalarını yere çalabilen kişi değil, öfkelendiği zaman öfkesine hakim olabilen kişidir" buyurmuştur. Beyhakî, Âmir b. Sa'd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük taşları kaldırıp güçlerini birbirlerine gösteren bir topluluğa uğrayınca: "Gücün taş kaldırmakta olacağını mı zannediyorsunuz? Kişinin gücü, kin ve öfkeyle dolması ve bu öfkesini yenmesinde belli olur" buyurdu. İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Kıyâmet gününde: “Yüce Allah'tan alacağı olan kalksın!" denildiğinde sadece başkalarını affetmiş kişiler ayağa kalkar. Hâkim'in Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim (Cennette) kendisine yüksek binaların dikilmesini, (Allah katında) yüksek derecelere yükseltilmesini isterse kendisine haksızlık edeni affetsin, kendisinden bir şeyi esirgeyene kendisi versin, ziyaretine gelmeyeni kendisi ziyaret etsin. " Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Hüseyn'in cariyesi, abdest için ona suyu dökerken ibrik elinden kayıp Ali'nin yüzüne düştü ve yüzünü yaraladı. Ali öfke içinde başını kaldırıp cariyeye bakınca, cariye: “Yüce Allah: “...Öfkelerini yenenler..." buyurur" dedi. Bunun üzerine Ali: “Ben de öfkemi yendim" karşılığını verdi. Cariye: “Yüce Allah yine: “... İnsanları affedenlerdir..." buyurur" deyince, Ali: “Yüce Allah seni affetsin" karşılığını verdi. Cariye: “...Allah, iyilik edenleri sever" deyince de Ali: “Git, özgürsün" karşılığını verdi. İsbehânî'nin Terğîb'de Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Öfkelendirilmesine rağmen müsamahakâr ve ağır başlı olan kişi, Yüce Allah'ın sevgisini kazanır" buyurmuştur. Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Amr b. Abese'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “İman nedir?" diye sorunca, Allah Resulü: "Sabır, hoşgörü ve iyi ahlâktır" karşılığını verdi. Beyhakî, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Seleme oğullarından bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) İslâm'ın ne olduğunu sordu. Allah Resûlü: “Güzel ahlâktır" karşılığını verdi. Sonrasında adam aynı soruyu farklı zamanlarda beş kez daha sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de her defasında: “Güzel ahlâktır" karşılığını verdi. Taberânî, M. el-Evsafta ve Beyhakî, Câbir'den bildirir: Ashab: “Yâ Resûlallah! Şu'm (değersizlik, uğursuzluk, meymenetsizlik) nedir?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kötü ahlâktır" karşılığını verdi. Taberânî, M. el-Evsaf ta ve Beyhakî'nin Şuab' da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şu'm (değersizlik, uğursuzluk, meymenetsizlik) kötü ahlâktır" buyurmuştur. Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'ta Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi ahlâk, güneşin buzu eritmesi gibi günahları eritip yok eder" buyurmuştur. Beyhakî, Enes'ten bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sabır'ınyemeği bozması gibi kötü ahlâk da imanı öyle bozar" buyurdu. Bir müminin ahlâkının en güzel şekilde olması gerektiği de söylenirdi. İbn Adiy, Taberânî ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi ahlâk, güneşin buzu eritmesi gibi günahları eritip yok eder. Kötü ahlâk da sirkenin balı bozması gibi kişinin amellerini bozar" buyurmuştur. Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi ahlâk, güneşin buzu eritmesi gibi günahları eritip yok eder. Kötü ahlâk da sabır'ın balı bozması gibi kişinin amellerini bozar" buyurmuştur. Beyhakî'nin Saîd b. Ebî Burde b. Ebî Mûsa el-Eş'arî'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Güzel ahlâk, sahibinin burnuna takılı, Allah'ın rahmetinden bir dizgin gibidir. Bu dizgin kendisini hayra çekip yönlendiren bir meleğin elindedir. Yöneldiği bu hayırlar da iyi ahlâk sahibini doğruca Cennete götürür. Kötü ahlâk da sahibinin burnuna takılı, Allah'ın azabından bir dizgin gibidir. Bu dizgin kendisini kötülüklere çekip yönlendiren bir şeytanın elindedir. Yöneldiği bu kötülükler de kötü ahlâk sahibini doğruca Cehenneme götürür." Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi Yüce Allah'ın, yaratılışını ve ahlâkını güzel kıldığı bir kula Cehennem ateşi dokunamaz" buyurduğunu işittim. Harâitî ve Beyhakî'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi ahlâk, insanoğlunun mutluluğuna vesiledir. Kötü ahlâk da onun mutsuzluğuna bir sebeptir" buyurmuştur. Harâitî ve Beyhakî, İbn Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çokça: "Allahım! Senden sıhhatli, iffetli, emin, iyi ahlâklı ve kadere rıza gösteren biri olmayı dilerim" diye dua ederdi. Ahmed ve Beyhakî, ceyyid bir senedle Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dualarından bîri de: “Allahım! Yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzel kıl" şeklindeydi. Buhârî ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirir: Adamın biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Bana yapabileceğim kolay bir amel söyle de belki onu iyice anlar devamlı uygularım" deyince, Allah Resûlü: “Öfkelenme!" buyurdu. Adam aynı şeyi bir daha isteyince, Allah Resûlü yine: "Öfkelenme!" buyurdu. Hâkim ve Beyhakî, Câriye b. Kudâme'den bildirir: “Yâ Resûlallah! Bana faydalı olacak, ama kolay ve basit olan bir söz söyle ki aklımda tutayım" dediğimde: “Öfkelenme!" buyurdu. Beyhakî, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni Allah'ın öfkesinden uzak tutacak şey nedir?" diye sorduğumda: "Öfkelenmemendir" karşılığını verdi. Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî ve Hâkim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi sonrası güneş batımına kadar süren bir hutbe verdi. Bu hutbeyi aklında tutanlar tuttu, unutanlar da unuttu. Bu hutbesinde kıyamet gününde olacak tüm şeylerden bahsetti. Yüce Allah'a hamdu senâda bulunduktan sonra şöyle buyurdu: “Bilin ki dünya tatlı ve çekicidir. Yüce Allah da sizleri dünyaya göndermiş ne yapacağınızı gözlemektedir. Dünya nimetleri ile kadınlara karşı dikkatli olun! Bilin ki insanlar değişik sınıflarda yaratılmışlardır. Kimisi mümin olarak doğar, mümin olarak yaşar ve mümin olarak ölür. Kimisi kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar ve kafir olarak ölür. Kimisi mümin olarak doğar, mümin olarak yaşar ancak kafir olarak ölür. Kimisi de kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, ancak mümin olarak ölür. Bilin ki öfke kişinin içinde tutuşan bir kor parçası gibidir. Öfkelenen kişinin gözlerinin nasıl kıpkırmızı kesildiğini ve boyun damarlarının nasıl kabardığını görmez misiniz? Kişi öfkelendiğini gördüğü zaman (bir şey yapmaya kalkışmasın) yerinde otursun. Bilmelisiniz ki bu konuda insanların en hayırlısı geç öfkelenen, ancak öfkelendiği zaman da çabuk sakinleşen kişidir. En kötü kişi de çabucak öfkelenen, ancak geç sakinleşen kişidir. Kişi çabucak öfkelenip çabucak da sakinleşiyorsa bu iki özelliği birini dengeler. Kişi zor öfkelenip geç de sakinleşiyorsa bu iki özelliği de birbirini dengeler. Bilmelisiniz ki tüccarların en hayırlısı, bir şeyi güzelce isteyen ve ödemesini de aynı şekilde güzelce yapan kişidir. En kötü tüccar istemesi de, ödemesi de kötü olan kişidir. Kişinin ödemesi güzel, ancak istemesi kötü ise bu iki özelliği birbirini dengeler. Kişinin istemesi güzel, ancak ödemesi kötü ise bu iki özelliği de birbirini dengeler. Dikkat edin de insanlardan korkusu kişinin hak olarak bildiği bir şeyi söylemesine engel olmasın! Bilin ki ihanet eden her bir kişinin kıyamet gününde bu ihaneti büyüklüğünde bir sancağı olur. En büyük ihanet de umumu idare eden kişinin yapacağı ihanettir. Bilin ki en değerli cihad, zalim olan yöneticiye karşı hakkı söylemektir." Güneş batmak üzereyken de sözünü şöyle bağladı: “Dünyanın geçen ömrüne oranla kalan ömrü, bu gününüzün geçen zamanına oranla kalan zamanı kadardır. " Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usül'de ve Beyhakî, Behz b. Hakîm'den, o babasından, o da dedesinden naklen şöyle der: “Yâ Resûlallah! Bana kısa, öz ve her zaman yapabileceğim bir nasihatte bulun" dediğimde: “Ey Muâviye b. Hayde! Öfkelenme! Zira öfke, sabır'ın balı bozması gibi kişinin imanını bozar" buyurdu. Hakîm'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Öfke, Yüce Allah'ın, kişinin sinirlerinin üzerine koyduğu Cehennem ateşinden kızgın bir demir gibidir. Öfkelenen kişinin gözlerinin nasıl kıpkırmızı kesildiğini, yüzünün renginin attığını ve boyun damarlarının kabardığını görmez misin?" Beyhakî'nin Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Öfke, kişinin kalbinde bir kor gibidir. Öfkelenen kişinin boyun damarlarının nasıl kabardığını ve gözlerinin kıpkırmızı kesildiğini görmez misiniz? Onun için kişi öfkelendiğini hissettiği zaman ayaktaysa otursun, oturuyorsa da uzansın." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah katında yutulan öfkeden daha sevimli bir lokma, musibet anında sabırdan daha değerli davranış yoktur. Yine Allah katında Allah haşyetiyle dökülen gözyaşı ile Allah yolunda dökülen kan damlasından daha değerli bir damla yoktur." Abd b. Humeyd'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki gerçekleşmesi haktır. Kişi bir haksızlık gördüğü zaman karşı tarafı affederse Yüce Allah onun değerini arttırır. Kişi zengin olmak için dilenmeye kapı aralarsa Yüce Allah onun malını daha da azaltır. Kişi bir yardım veya akrabayı gözetme kapısı açtığı zaman Yüce Allah onun malını daha da çoğaltır." İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim ve Tirmizî, İbn Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaba konuşmaz, çirkin davranışlarda bulunmaz ve: “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır" buyururdu. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Bezzâr, İbn Hibbân ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'ta Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişiye yumuşak huyluluktan payı verilmişse hayırdan olan payı da verilmiş demektir. Kişi yumuşak huyluluktan olan payından mahrum edilmişse hayırdan olan payından da mahrum kalmış demektir" buyurdu. Yine: “Kıyamet gününde müminin mizanında güzel bir ahlâktan daha ağır çeken bir şey olamaz. Yüce Allah kaba ve ahlâksız olan kişileri sevmez. Kişinin güzel ahlâkı kendisini çokça oruç tutup namaz kılanların derecesine kadar yükseltir." Tirmizî, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Zühd'de Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “İnsanların Cennete girmelerine daha fazla vesile olacak şey nedir?" diye sorulunca: “Allah'a karşı takva ve güzel bir ahlâktır" karşılığını verdi. "Peki, insanların Cehenneme girmelerine daha fazla sebep olacak şey nedir?" diye sorulunca da: “İki boşluk, yani ağız (dil) ve cinsel organdır" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müminler içinde imanı en kamil olanlar, güzel bir ahlâka sahip olanlar ile ailesine karşı iyi ve yumuşak davrananlardır" buyurmuştur. Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Hibbân ve Hâkim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mümin, güzel ahlâkı sayesinde gecelerini ibadetle, gündüzlerini de oruçla geçirenlerin derecesine yükselebilir" buyurmuştur. Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Yüce Allah kulunu, güzel ahlâkı sayesinde oruç tutup namaz kılmışların derecesine yükseltir" buyurmuştur. Taberânî ve Harâitî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kul ameli az olmasına rağmen güzel ahlâkı dolayısıyla ahirette yüksek makamlara ulaşabilir, güzel konaklara nail olabilir. Kötü ahlâkı dolayısıyla Cehennemin en alt seviyesine de inebilir. " Ahmed, Taberânî ve Harâitî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mutedil olan bir kül, güzel ahlâkı ve iyi huyu dolayısıyla gündüzlerini oruçla, gecelerini de Allah'ın âyetleriyle (ibadetle) geçiren kişinin derecesine ulaşabilir" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın es-Samt'ta Safvân b. Süleym'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size, kolay olan ve bedene zor gelmeyen bir ibadeti söyleyeyim mi? Susmak ve güzel ahlâktır" buyurmuştur. Muhammed b. Nasr el-Mervezî, es-Salât'da, Alâ b. eş-Şıhhîr'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) önünden geldi ve: “Yâ Resûlallah! En değerli amel hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü: “Güzel ahlâktır" karşılığını verdi. Sonrasında adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sağ tarafından geldi ve: “Yâ Resûlallah! En değerli amel hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü yine: “Güzel ahlâktır" karşılığını verdi. Sonrasında adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sol tarafından geldi ve: “Yâ Resûlallah! En değerli amel hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü yine: “Güzel ahlâktır" karşılığını verdi. Sonra adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arka tarafından geldi ve: “Yâ Resûlallah! En değerli amel hangisidir?" diye sordu. Allah Resûlü adama dönüp baktı ve: “Neden anlamıyorsun! En değerli amel güzel ahlâktır. Elinden geldiği kadar da öfkelenmemeye çalış" buyurdu. Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Haklı olduğu halde tartışma ve çekişmeden uzak duran kişiye Cennetin kenarında bir ev verilmesine ben kefilim. Şakadan da olsa yalandan uzak duran kişiye Cennetin orta yerinde bir ev verilmesine ben kefilim. Ahlakını güzelleştiren kişiye de Cennetin en yüksek bölgesinde bir ev verilmesine ben kefilim. " Tirmizî ve Harâitî'nin Mekârimu'l-Ahlâk'ta Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Kıyamet gününde en sevdiğim ve bana en yakın olacak kişi, ahlâkı en güzel olan kişidir" buyurmuştur. Taberânî'nin Ammâr b. Yâsir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güzel ahlâk Yüce Allah'ın yarattıkları içinde en değerli olanıdır" buyurmuştur. Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, İbrahim'e (aleyhisselam) şöyle vahyetti: Halîlim! Kafirlere karşı olsa dahi ahlâkını güzel kıl ki iyilerle birlikte Cennete giresin. Zira benim hükmüm ilk önce ahlâkını güzel kılanlar üzerinde tecelli eder ki bu da onu Arş'ımın altında gölgelendirmem, Cennet sularından içirmem ve onu kendime yakın kılmamdır." Ahmed ve İbn Hibbân, İbn Amr'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde en sevdiğim ve bana en yakın olacak kişinin kim olacağını size söyleyeyim mi?" diye sorduğunu işittim. Ashab: “Evet, söyle yâ Resûlallah!" dediklerinde: “Ahlakı en güzel olanınızdır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebû Ya'lâ ve Taberânî, ceyyid bir senedle Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zer'le karşılaşınca ona: “Ey Ebû Zer! Sana yük bakımından hafif, ama Mizan'da diğer bütün amellerden daha ağır çeken iki şeyi söyleyeyim mi?" diye sordu. Ebû Zer: “Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Suskunluğu elden bırakma ve güzel bir ahlâkın sahibi ol. Nefsim elinde olana yemin olsun ki hiçbir kul bu ikisi gibi iyi bir amelde bulunamaz" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân, es-Sevâb'da vâhi (zayıf) bir senedle Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Ebû Zer! Sana ibadetler içinde en değerli olan, bedene hafif gelen, ancak Mizan'da ağır çeken ve dile de çok kolay gelen bir ibadeti söyleyeyim mi?" diye sordu. Ben: “Anam babam sana feda olsun! Tabi ki söyle!" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Suskunluğu elden bırakma ve güzel bir ahlâkın sahibi ol. Zira bu ikisi gibi değerli olan başka bir amelde bulanamazsın" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu'd-Derdâ! Bedeli hafif, ancak sevabı çok olan ve Allah'ın huzuruna onlardan daha değerli bir amelle çıkamayacağın iki şeyi söyleyeyim mi? Suskunluk ve güzel ahlâktır." Bezzâr ve İbn Hibbân, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “En hayırlınızın kimler olduğunu size söyleyeyim mi?" diye sorunca ashab: “Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yaşça büyük, ahlâkı da güzel olanlardır" buyurdu. Taberânî ve İbn Hibbân, Usâme b. Şerîk'ten bildirir: Bazıları: “Yâ Resûlallah! Yüce Allah'ın en sevdiği kullar kimlerdir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ahlakı en güzel olanınızdır" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Usâme b. Şerîk'ten bildirir: Ashab: “Yâ Resûlallah! İnsana verilen en değerli şey nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güzel bir ahlâktır" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Taberânî'nin ceyyid bir senedle Câbir b. Semure'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kabalığın ve çirkin davranışların İslam'da yeri yoktur. İnsanlar içinde İslam'ı en güzel olan kişi, ahlâkı en güzel olan kişidir. " İbn Hibbân, Hâkim ve Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'da İbn Amr'dan bildirir: Muâz b. Cebel bir yolculuğa çıkmak isteyince Allah Resûlü'ne geldi ve: “Ey Allah'ın Peygamberi! Bana nasihatte bulun" dedi. Allah Resûlü: “Sadece Allah'a kulluk et ve ona hiçbir şeyi ortak koşma" buyurdu. Muâz: “Ey Allah'ın Peygamberi! Bir tane daha nasihatte bulun" deyince, Allah Resûlü: “Kötülük yaptığın zaman ardından bir iyilik yap" buyurdu. Muâz: “Ey Allah'ın Peygamberi! Bir tane daha nasihatte bulun" deyince, Allah Resûlü: "Dosdoğru ol ve ahlâkını güzelleştir" buyurdu. Ahmed, Tirmizî, Hâkim ve Harâitî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Nerede olursan ol Allah'a karşı takvalı ol. İşlediğin bir kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki bu kötülüğü silsin. İnsanlara da iyi bir ahlâkla muamele et. " Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tüm ahlâklar Allah katındandır. Yüce Allah hayır dilediği kuluna güzel bir ahlâk, şer dilediği kuluna da kötü bir ahlâk verir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Hibbân ve Taberânî'nin Ebû Sa'Iebe el- Huşenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştun "Kıyamet gününde en sevdiğim ve bana en yakın olacak kişiler, ahlâkları güzel olanlarınızdır. Kıyamet gününde en sevmediğim ve bana en uzak olacak kişiler de geveze, olur olmaz gülen ve aklına geldiği gibi konuşan kötü ahlâklılarınızda. " Bezzâr, Taberânî ve Harâitî, Enes'ten bildirir: Ümmü Habîbe: “Yâ Resûlallah! İki erkekle evlenen bir kadın, hem kendisi, hem de kocaları öldükten sonra üçü de Cennete girmeleri halinde kadın ilk kocasının mı yoksa ikinci kocasının mı olur?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Böylesi bir kadın muhayyer bırakılır. Kadın da dünyada iken hangi kocası ona iyi muamelede bulunmuşsa Cennette onu eş olarak seçer. Ey Ümmü Habîbe! Bilmelisin ki güzel ahlâk hem dünya, hem de âhiretteki hayırlı şeylere sahip olur. " Taberânî'nin M.es-Sağîr'de Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kötü ahlâk dışında her bir şeyin tövbesi vardır. Çünkü kötü ahlâklı olan biri, bir günahından dolayı tövbe etse de ondan daha kötü olan başka bir günahı işler. " Ebû Dâvud ve Nesâî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Ayrılıktan, nifaktan ve kötü bir ahlâktan sana sığınırım" şeklinde dua ederdi. Harâitî, Cerîr b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Yüce Allah seni güzel bir şekilde yarattı. Sen de ahlâkını güzelleştirmeye bak" buyurdu. Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbn Hibbân, İbn Amr'dan; Harâitî ve Hatîb'in de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “En hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır" buyurmuştur. Harâitî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İyi ahlâk, insanlar arasında dolaşan bir şahıs olsaydı salih bir kişi olurdu" buyurmuştur. Harâitî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç şeyi veya bunlardan birini taşımayan kişinin yapacağı hiçbir amele itibar edilmez. Biri Yüce Allah'a isyan etmesine engel olacak takva, diğeri sefihlere karşı kendisini koruyacak bir hilim, üçüncüsü de insanlarla yaşayacak bir ahlâktır. " Harâitî'nin Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “(Uhrevi) saadet, uğur güzel ahlâk (sayesinde)dir" buyurmuştur. Harâitî'nin İsmail b. Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan, babasından, dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güzel ahlâk insanoğlunun (dünya ve âhiret) mutluluk vesilelerindendir" buyurmuştur. Kudâî'nin Müsnedu'ş-Şihâb'da Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Güzeller içinde en güzeli güzel bir ahlâktır" buyurmuştur. Harâitî, Fudayl b. İyâd'dan bildirir: “İnsanların arasına karıştığın zaman onlarla güzel bir ahlâkla muamelede bulun. Zira güzel ahlâk, ancak hayırlı olan şeylere götürür." Ahmed'in Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine şöyle buyurmuştur: “Kişiye yumuşak huyluluktan payı verilmişse dünya ve âhiretteki hayırlardan payı da verilmiş demektir. Kişi yumuşak huyluluktan olan payından mahrum edilmişse dünya ve âhiretteki hayırlardan olan payından da mahrum kalmış demektir. Akrabayı gözetme, güzel ahlâk ve güzel bir komşuluk kişinin dünya hayatını imar eder ve ömrünü de uzatır." Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Siftât'ta Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yumuşak huyluluk uğur, ihtilaf ise uğrusuzluk getirir. Yüce Allah bir ev halkına hayır dilediği zaman o eve yumuşak huyluluğu geçirir. Yumuşak huyluluk da bulunduğu yeri süsler, güzelleştirir. Tahammülsüzlük ise bulunduğu her yeri çirkinleştirip bozar. Hayâ imandandır, imanın götüreceği yer de Cennettir. Hayâ, insanlar arasında dolaşan biri olsaydı mutlaka salih biri olurdu. Ahlaksızlık fücurdandır, fücur da kişiyi Cehenneme götürür. Ahlaksızlık insanlar arasında dolaşan biri olsaydı mutlaka kötü biri olurdu. Ahmed, Züdh'de Ümmü'd-Derdâ'dan bildirir: Bir gece Ebu'd-Derdâ namaza kalktı. Gece boyu da ağlayarak: “Allahım! Yaratılışımı güzel kıldın, ahlâkımı da güzel kıl!" diye dua etti. Sabah olunca ona: “Ey Ebu'd-Derdâ! Neden dün geceyi güzel ahlâk konusunda dua ederek geçirdin?" diye sorduğumda şöyle dedi: “Ey Ümmü'd-Derdâ! Müslüman kul ahlâkını güzel tuttuğu zaman bu ahlâkı onu Cennete götürür. Ahlakını çirkinleştirdiği zaman bu ahlâkı onu Cehenneme götürür." İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanların iman bakımından en kamili, ahlâkı en güzel olanıdır. Müminler içinde en üstünü ahlâkça en güzeli olanıdır. En hayırlınız da kadınlarına en iyi davrananlarınızda." Temmâm, Fevâid'de ve İbn Asâkir, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimin en hayırlıları beşyüz kişidir. Abdallar da kırk kişidir. Ne bu beşyüz kişi ne de kırk kişi azalırlar. Bu beşyüz kişiden biri öldüğü zaman Yüce Allah başka birini ölenin yerine getirir ve sayıyı tamamlar. Abdallardan biri de öldüğü zaman Yüce Allah onun yerine beşyüz kişinin içinden birini buraya katıp kırkı tamamlar. Bu şekilde ne beşyüz kişi, ne de kırk kişi eksik kalmazlar." Ashab: “Yâ Resûlallah! Bunların amellerinin nasıl olduğunu bize söylesene" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bunlar kendilerine haksızlık edeni affederler, kendilerine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verirler ve Yüce Allah'ın kendilerine ihsan ettiği malları başkalarıyla paylaşırlar. Yüce Allah'ın Kitab'ındaki: «Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever» ayeti de bunu tasdik etmektedir." İbn Lâl ve Deylemî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâ gecesinde götürüldüğüm zaman Cennette dikilmiş saraylar gördüm. Cebrail'e: «Ey Cebrâil! Bu saraylar kimin?» diye sorduğumda: «Bunlar, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerindir. Zira Yüce Allah iyilik yapanları seer» karşılığını verdi. " 135Bkz. Ayet:136 136"Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) önce: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever..." âyetini, sonra da: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyetini okudu. Ardından: “Her iki âyette bahsedilen özellikler bir kişinin özellikleridir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyette iki günahtan bahsedilmektedir. "Onlar çirkin bir iş yaptıklarında..." birinci günah, "...Kendilerine zulmettiklerinde..." de ikinci günahtır. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında..." âyetini açıklarken: “Kâbe'nin Rabbine andolsun ki bunlar zina etmişlerdir!" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında..." âyetini açıklarken: “Buradaki çirkin işten kasıt zinadır" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim en- Nehaî bu âyeti açıklarken: “Zulüm de çirkin bir iştir. Çirkin bir şeyi yapmak da bir zulümdür" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'un yanında İsrâil oğullarından ve Yüce Allah'ın onları diğerlerine üstün tutmasından bahsedilince İbn Mes'ûd şöyle dedi: “İsrâil oğullarından biri bir günah işlediği zaman diğer günün sabahında işlediği günahın keffaretini kapı eşiğinde yazılı bulurdu. Oysa sizden, günahlarınızın keffâreti olarak sadece bir söz söylemeniz istendi. Bu sözle de Yüce Allah'tan bağışlanma diler, Allah da sizi bağışlar. Nefsim elinde olana yemin olsun ki Yüce Allah bize öyle bir âyet verdi ki benim için bu âyet dünya ve içindekilerden daha değerlidir. O da: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler'" âyetidir." Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Taberânî, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Yüce Allah'ın Kitab'ında iki âyet var ki kişi bir günah işlediğinde bunları okur ve Allah'tan bağışlanma dilerse mutlaka bağışlanır. Bunlardan biri: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyetidir. Diğer ise: “Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur" âyetidir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Sâbit el-Bünânî'den bildirir: “Bana ulaşana göre: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyeti nazil olduğu zaman İblis ağlamaya başlamıştır." Hakîm et-Tirmizî, Attâf b. Hâlid'den bildirir: Bana ulaşana göre: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyeti nazil olduğu zaman İblis askerlerini çağırdı, feryat figan etmeye ve başına toprak saçmaya başladı. Dünyanın dört bir tarafından askerleri yanına geldiklerinde: “Efendimiz! Sana ne oldu?" diye sordular. İblis: “Öyle bir âyet nazil oldu ki artık insanoğluna işlediği hiçbir günahın zararı olmayacak" karşılığını verdi. Askerleri: “Nasıl bir âyet?" diye sorduklarında İblis nazil olan bu âyeti onlara söyledi. Askerleri: “Onlara hevalarının kapılarını açarız. Bu şekilde tövbe edip bağışlanma dilemezler ve hep hak üzerinde olduklarını düşünürler" dediklerinde İblis buna da razı oldu. Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Humeydî, Adenî, Abd b. Humeyd, İbn Manî', Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Dârakutnî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul bir günah işleyip de bu günahını hatırladığında kalkıp abdest alır, iki rekat namaz kılar ve günahı için Allah'tan bağışlanma dilerse Yüce Allah mutlaka onun bu günahını bağışlar" buyurdu ve: “Onlar çirkin bir iş yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyetini okudu. Beyhakî'nin Şuab'da Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kul bir günah işlediği zaman güzelce abdest alır sonra açık bir alana çıkıp iki rekat namaz kılar ve o günahı için bağışlanma dilerse Yüce Allah mutlaka o günahını bağışlar." Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "İnsanoğlunun konuştuğu her şey leh veya aleyhinde kayda geçip yazılır. Kişi bir günah işlediği zaman yüksekçe bir yere gelip ellerini Yüce Allah'a açsın ve: «Allahım! Bu günahımdan dolayı sana tövbe ediyorum ve bir daha böylesi bir günaha bulaşmayacağım» desin. Bir daha işlemediği sürece o günahı bağışlanır." Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Beni, iyilik yaptığında buna sevinen, kötülük yaptığında ise buna bağışlanma dileyen kişilerden kıl" diye dua ederdi. Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dört kişi Cennette en güzel bahçelerin içinde olurlar. Bunlar şüphe taşımadan «Lâ ilahe illallah» ilkesine tutunan kişi, iyilik yaptığı zaman buna sevinen ve Allah'a hamdeden kişi, kötü bir şey yaptığında buna üzülen ve bağışlanma dileyen kişi, başına bir musibet geldiğinde «înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» diyen kişidir." Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Adamın biri bir günah işledi ve: «Rabbim! Bir günah işledim, bu günahımı bağışla!» dedi. Yüce Allah: «Kulum bir günah işledi. Ancak bu günahını bağışlayacak veya onu bundan sorumlu tutacak bir Rabbinin olduğunu da itiraf etti. Ben de kulumu bağışlıyorum» buyurdu. Sonra bir günah daha işledi ve: «Rabbim! Bir günah işledim, bu günahımı bağışla!» dedi. Yüce Allah: «Kulum bir günah işledi. Ancak bu günahını bağışlayacak veya onu bundan sorumlu tutacak bir Rabbinin olduğunu da itiraf etti. Ben de kulumu bağışlıyorum» buyurdu. Sonra bir günah daha işledi ve: «Rabbim! Bir günah işledim, bu günahımı bağışla!» dedi. Yüce Allah: «Kulum bir günah işledi. Ancak bu günahını bağışlayacak veya onu bundan sorumlu tutacak bir Rabbinin olduğunu da itiraf etti. Siz de şahit olun ki kulumu bağışlıyorum. Artık dilediği gibi amel etsin» buyurdu." Ahmed ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şayet günah işlemeyecek olsaydınız Yüce Allah sizin yerinize kendilerini bağışlayacağı günah işleyecek başka bir topluluk yaratırdı" buyurmuştur. Ahmed'in Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İblis: «Rabbim! İzzetine andolsun ki ruhları bedenlerinde durduğu müddetçe insanoğullarını yoldan çıkaracağım!» deyince, Yüce Allah: «İzzetime yemin olsun benden bağışlanma diledikleri sürece ben de onları bağışlayacağım» karşılığını verdi," Ebû Ya'lâ'nın Ebû Bekr'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Elinizden geldiği kadar çokça «Lâ ilahe ilallah» ve «Estağfirullah» deyin. Zira İblis: «Ben insanları günahlarla helak ettim. Ancak onlar beni "Lâ ilâhe ilallah" ve "Estağfirullah" ile helak ediyorlar. Böyle yaptıklarını görünce ben de onları hevalarına uydurarak helak ettim. Zira hevalarma uydukları halde doğru yolda olduklarını zannediyorlar» demiştir." Bezzâr ve Beyhakî, Şuab'da, Enes'ten bildirir: Adamın biri Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Yâ Resûlallah! Ben günah işledim" dedi. Allah Resûlü: “Günah işlediysen Rabbinden bağışlanma dile" buyurdu. Adam: “Bağışlanma diliyorum, ancak yine aynı günahı işliyorum" deyince, Allah Resûlü: “Yine günah işlediğin zaman yine bağışlanma dile" karşılığını verdi. Adam aynı şeyi dördüncü kez tekrar edince Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytanın elinde sana karşı bir şey kalmayıncaya kadar Rabbinden bağışlanma dile" buyurdu. Beyhakî, Ukbe b. Âmir el-Cühenî'den bildirir: Adamın biri: “Yâ Resûlallah! Bazen birimiz günah işliyor" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu günahı aleyhinde yazılır" buyurdu. Adam: “Ancak bu günahı için bağışlanma dileyip tövbe ediyor" deyince, Allah Resûlü: “O zaman Yüce Allah da onu bağışlayıp tövbesini kabul eder" buyurdu. Adam: “Bir daha dönüp günah işliyor" deyince, Allah Resûlü: “Bu günahı aleyhinde yazılır" buyurdu. Adam: “Ancak bu günahı için bağışlanma dileyip tövbe ediyor" deyince, Allah Resûlü: “O zaman Yüce Allah da onu bağışlayıp tövbesini kabul eder" buyurdu. Adam: “Bir daha dönüp günah işliyor" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu günahı aleyhinde yazılır" buyurdu. Adam: “Ancak bu günahı için bağışlanma dileyip tövbe ediyor" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman Yüce Allah da onu bağışlayıp tövbesini kabul eder. Siz tövbe ve istiğfardan bıkmadıkça Yüce Allah da bağışlamaktan ve tövbenizi kabul etmekten bıkmaz" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Günah olan bir şeyde ısrar etmezler ve Yüce Allah'ın bağışlanma dileyen kişiyi bağışlayacağını, tövbe edenin de tövbesini kabul edeceğini bilirler" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: “Günahlarda ısrar etmekten sakının! Zira sizden öncekiler bu yönde ısrarlarından dolayı helak oldular. Allah korkusu kendilerini Yüce Allah'ın haram kıldığı şeylerden alıkoymadı. İşledikleri günahlara da tövbe etmediler. Bu halde iken de ölüm gelip kendilerini buldu." Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Merhamet ediniz ki size de rahmet edilsin. Bağışlayın ki siz de bağışlanasınız. Ezanın susturulmasına çalışanın vay haline! Günah olduğunu bile bile bu günahta ısrar edenlerin vay haline! " İbn Ebi'd-Dünyâ, Tevbe'de ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir: “Kulun işlemekte ısrar ettiği her günah büyük günahlardan olur. Ancak kul bu günaha tövbe ettiği sürece büyük günahlardan sayılmaz." Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kişi tövbe etmediği sürece bilerek işlediği bir günahta ısrar ediyor demektir" demiştir. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Evzaî: “Günahta ısrar, kişinin işlediği günahı küçük ve değersiz görmesidir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Günah işledikleri zaman günah olduğunu bile bile buna bağışlanma dilemeden öylece susup kalmazlar." Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi bağışlanma diledikten sonra bir günahı günde yetmiş defa işlese de onda ısrar etmiş sayılmaz" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: “... Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir" âyetini açıklarken: “Allah'a itaat yolunda amel edenlerin mükâfatı Cennet olacaktır" demiştir. 137"Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de, yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “clî- âl" âyetini: "Geçmiştir" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sizden önce neler gelip geçmiştir..." âyetini açıklarken: “Kafirler ile müminlerin hayır ve şer arasında dönüp dolaşmalarıdır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bundan kasıt, önceki ümmetlerin akıbeti ve sonudur. Yüce Allah onları bir zaman dünya ve nimetleriyle faydalandırmış, sonra gittikleri yer Cehennem olmuştur." 138"Bu, insanlar için bir açıklama, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür" İbn Eşte, el-Mesâhifte Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Âl-i İmrân Sûresi'nden ilk nazil olan âyet: “Bu, insanlar için bir açıklama, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür" âyetidir. Sûrenin diğer âyetleri de Uhud savaşı sırasında nazil olmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Bu, insanlar için bir açıklama..." âyetini açıklarken: “Bundan kasıt Kur'ân'dır" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Bu, insanlar için bir açıklama, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bundan kasıt Kur'ân'dır. Yüce Allah Kur'ân'ı insanların geneline bir açıklama, sadece muttakiler için ise hidâyet ve öğüt kılmıştır." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Kur'ân kapalı olan şeyleri açıklar. Dalâletten doğru yola erdirir. Öğüt ve nasihatlerle de kişinin cehaletini giderir." 139"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka sfz üstün geleceksiniz" İbn Cerîr, Zührî'den bildirir: (Uhud savaşında) Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından ölenler ile yaralananların sayısı artınca Müslümanlardan her bir kişinin içine savaşın kazanılamayacağı yönünde bir karamsarlık çöktü. Bunun üzerine Yüce Allah: “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz... Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı..." âyetlerini indirdi. Yüce Allah bu âyetlerle de daha önceki ümmetlere yaptığı gibi Müslümanların gönlünü alıp onları teselli etti. İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hâlid b. el-Velîd birliğiyle gelip Uhud dağına çıkmak istedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Üst tarafımıza çıkamasınlar!" diye dua edince: “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz" âyeti nazil oldu.' İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildirir: Uhud savaşında Müslümanlar dağın eteklerinde hezimete uğrayınca aralarında: “Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ne oldu? Filan kişiye ne oldu? Filan kişiye ne oldu?" diye sormaya başladılar. Bu soruşturmada bazılarının öldüğü haberi verildi. Ölenlerin arasında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) de olduğu söylenince bir üzüntü ve sıkıntının içine girdiler. Böylesi bir durumdayken de Hâlid b. el-Velîd süvarileriyle Müslümanları üstten görecek şekilde dağa çıktı. Zira müşrik kuvvetlerinin bir tarafı dağın hemen bitişiğinde duruyordu. Aşağıda Müslümanlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hâlâ hayatta olduğunu gördüklerinde buna çok sevindiler. Hâlid'in dağa çıkması üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Senden gayrı dayanağımız, güç ve kuvvetimiz yok! Buradaki birkaç müslümandan başka da bu bölgede sana ibadet edecek birileri yok. Onun için bunları da yok etme!" diye dua etti. Bu esnada Müslüman okçulardan bir grup hemen dağa çıktılar ve dağda bulunan müşrik atlıları oklarla vurdular. Müşrikler dağda bu şekilde hezimete uğrayınca Müslümanlar dağa çıktılar. İşte: “...Eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz..." âyetinden kasıt da budur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Zaafiyet göstermeyin" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: “Galip olanlar sizlersiniz" şeklinde açıklamıştır. 140Bkz. Ayet:142 141Bkz. Ayet:142 142"Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez. Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkarcıları ise yok etmek ister. Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?" İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “ âyetini: “Eğer size dokunursa..." şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) kelimelerinin "ö" harflerini ötreli olarak okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Şâyet yaralanır veya öldürülürseniz" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Eğer siz bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da benzeri bir yara almıştı..." âyetini açıklarken: “Şâyet Uhud savaşında sizden ölenler olduysa bilmelisiniz ki Bedir savaşında siz de onlardan bazılarını öldürmüştünüz" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Uhud savaşında Müslümanlar geceyi edip uyuduklarında içlerinde birçok yaralı da vardı." ikrime der ki: İşte: “Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyeti onlar hakkında nazil olmuştur. "...Eğer siz acı duyuyorsanız, onlar da sizin kadar acı duyuyorlar..." âyeti de onlar hakkında nazil olmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müslümanların Uhud savaşındaki hezimeti, Bedir savaşındaki mağlubiyetlerine karşılık oldu. Uhud savaşında müslümanlar öldürülmüş, Yüce Allah birçoğunu şehit düşürmüştür. Ancak daha önce Bedir savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikleri mağlup etmişti. Bundan dolayı Uhud savaşında durum Müslümanların aleyhinde olmuştur." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah Uhud savaşında müşrikleri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı galip kılmıştır. Bana ulaşana göre Uhud savaşında müşrikler yetmiş küsur müslümanı öldürmüşlerdir. Bu rakam da Bedir savaşında esir alınan müşrik sayısıyla aynıdır. Zira Bedir savaşında Müslümanlar yetmişüç müşriği esir almıştı." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah günleri insanlar arasında bir gün bunların lehine, bir gün de diğerlerinin lehine olacak şekilde dönüşümlü kılmıştır. Bundan dolayıdır ki Uhud savaşında kafirler, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına karşı galip gelmişlerdir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Vallahi eğer durumlar insanlar arasında dönüşümlü olmasaydı müşrikler müminlere asla bir zarar veremezdi. Ancak Yüce Allah, kendisine kimin itaat edip kimin isyan edeceğini ve kimin yalancı olup kimin doğruyu söylediğini ortaya çıkarmak için mümin, kafir karşısında mağlup olabilir veya kafirlerle sınanabilir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken: “Bir gün lehinize, bir gün de aleyhinize olacak şekilde günleri evirir çeviririz" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn: “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken: “Bundan kasıt, yöneticiliğin el değiştirmesidir" demiştir. İbnu'l-Münzir, Ebû Câfer'den bildirir: “Hakkın üstün geldiği günler olduğu gibi batılın da galip geldiği zamanlar olur. İblis'e Hazret-i Âdem'e secde emri verildiği zaman Hazret-i Adem'e karşı mağlup olmuştu. Ancak Hazret-i Adem ağaçla sınanıp ondan yiyince İblis ona üstün geldi." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu günleri insanlar arasında bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar: “Allahım! Bize Bedir günü gibi bir gün göster ki müşriklerle savaşalım, katından hayırlar elde edip şehit düşelim" diye dua ediyorlardı. Uhud savaşında müşriklerle karşılaştıkları zaman da Yüce Allah içlerinden bazılarını şehit olarak katına aldı." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Müslümanlar Yüce Allah'tan Bedir günü gibi bir günü kendilerine göstermesini, hayırlarla sınanıp şehadete, Cennete, sonsuz bir hayat ile nimetlere nail olmayı dilerlerdi. Uhud savaşında müşriklerle karşılaştıklarında Yüce Allah onlardan bazılarını şehit olarak katına aldı. "Allah yolunda öldürülenlere 'Ölüler' demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz" âyetinde Yüce Allah'ın zikrettiği şehitler de işte bunlardır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah sevdiği kullarına düşmanlarının eliyle şehadeti nasip eder. Sonrasında yine tüm işler sonuç ve akıbet olarak Yüce Allah'a itaat edenlerin lehine döner." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abîde: “...Ve içinizden şahitler edinmesi için..." âyetini açıklarken: “Şâyet öldürülmeyecek olsalar o zaman şehit de düşmezlerdi" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Ebu'd-Duhâ'dan bildirir: “...Ve içinizden şahitler edinmesi için..." âyeti nazil olduktan sonra Müslümanlardan yetmiş kişi şehit düştü. Bunlardan Hamza b. Abdillmüttalib, Abduddâr oğullarının kardeşi Mus'ab b. ümeyr, Şemmâs b. Osmân el-Mahzûmî ve Abdullah b. Cahş olmak üzere dördü Muhacirlerden, kalanlar ise Ensâr'dandı." İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Uhud'da olanların haberi Medine'deki kadınlara gelmekte gecikince haber almak üzere Medine dışına çıktılar. Bu esnada bir deve veya bir atın üzerinde iki adamın cesedi getirildi. Ensâr'dan bir kadın: “Bunlar kim?" diye sorunca: “Falan kişi ile filan kişi" karşılığını verdiler. İki cesetten biri kadının kocası diğeri de kardeşi veya oğlu idi. Ancak kadın: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne oldu?" diye sordu. "Hayatta" dedikleri zaman, kadın: “O zaman öldürülen bu yakınlarıma aldırmam, zira Yüce Allah kullarından dilediğini şehit olarak katına alır" dedi. Kadının bu sözü üzerine: “...Ve içinizden şahitler edinmesi için..." âyeti nazil olmuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Allah, müminleri belalarla sınamak ve kafirleri azaltmak ister" demiştir. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn bu âyeti okuduğu zaman: “Allahım! Bizi temizle ve kafirlerden kılma!" diye dua ederdi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Türlü sıkıntılara, hoşlanmadığınız şeylere sizleri maruz bırakıp içinizden doğru söyleyenler ile yalan söyleyenleri, bana hakkıyla iman edip başına gelenlere sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennete girip vereceğim mükafatlara nail olacağınızı mı düşünüyorsunuz?" 143"Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden ince onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz," İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazıları: “Keşke biz de Bedir'de öldürülenler gibi öldürülüp şehit düşseydik. Keşke Bedir savaşı gibi bir savaş daha olsa da orada hayırlara nail olsak, şehadeti isteyip Cennete, sonsuz hayata ve nimetlerine erişsek" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah karşılarına Uhud savaşını çıkardı. Bu savaşta da Allah'ın diledikleri dışındakiler sebat gösteremedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bedir savaşına katılmayanlar Bedir savaşı gibi bir savaşın olmasını ve Bedir'de savaşanlar gibi hayır ve mükafatlara nail olmayı dilerlerdi. Ancak Uhud savaşı olunca Müslümanlardan kaçanlar da oldu. Bunun üzerine Yüce Allah onlara sitem mahiyetinde bu âyeti indirdi." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' ile Katâde şöyle demişlerdir: “Müminlerden bazıları Bedir savaşına katılamamış, bu savaşta Yüce Allah'ın verdiği ecirlere nail olamamışlardı. Bunun için bir savaşın çıkmasını ve kafirlere karşı savaşmayı temenni ederlerdi. Bunun üzerine Medine yakınlarında Uhud savaşı gerçekleşti. Yüce Allah da böylesi bir savaşı bekleyenler hakkında: “Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz" âyetini indirdi." İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Bana ulaşana göre ashâbdan bazıları: “Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa katılırsak şöyle böyle savaşacağız!" dediler. Ancak böylesi bir savaş geldiğinde böyle diyenlerin hepsi Yüce Allah'a verdikleri bu sözde duramadı. Bunun üzerine: “Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: “Ashâb'dan bazıları Bedir savaşına katılmamışlardı. Bedir savaşına katılanlara verilen değeri gördüklerinde: “Allahım! Bize Bedir savaşı gibi bir günü göstermeni ve bizi de hayırlarla denemeni isteriz" demeye başladılar. Uhud savaşına geldiklerinde Yüce Allah onlar hakkında: “Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz" âyetini indirdi. 144Bkz. Ayet:145 145"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mî döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir. Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız." İbnu'l-Münzir, Küleyb'den bildirir: Hazret-iÖmer bize bir hutbe verdi. Minberde Âl-i İmrân Sûresi'ni okudu. "Bu sûre Uhud savaşında nazil olan sûrelerdendir" dedi ve şöyle devam etti: Uhud savaşında dağıldığımızda dağa çıktım. O arada Yahudinin birinin: “Muhammed öldü!" dediğini duydum. Ben de: “Kimsenin, Muhammed'in öldüğünü söylediğini duymayacağım! Söyleyenin de boynunu vururum!" dedim. Bu esnada Müslümanların Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafında toplandıklarını gördüm. Sonrasında: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir'" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Uhud savaşı sırasında Müslümanlar kaçışırken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gurup ashabıyla birlikte bir kayalığa doğru çekildi. Adamın biri de durup kaçışanlara: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne oldu?" diye soruyordu. Bu şekilde yanından geçen herkse tek tek sordu. Sorduğu kişiler de: “Vallahi ona ne olduğunu bilmiyoruz" karşılığını veriyorlardı. Bunun üzerine adam: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldü ise savaşı onlara verip anlaşma yapacağız, zira onlar da bizim kabilemizin insanları ve kardeşlerimizdir" dedi. Başkaları da: “Şâyet Muhammed hayatta olsaydı hezimete uğramazdı. Hezimete uğradığımıza göre öldürülmüştür" dediler ve savaştan kaçmaya ruhsat kapısı aralamaya çalıştılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti, ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet, Uhud savaşında Müslümanların verdiği yaralı ve ölüler üzerine nazil olmuştur. O kargaşada birbirlerine Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ne olduğunu sordular. Öldürüldü haberi yayılınca bazıları: “Gerçekten peygamber olsaydı öldürülmezdi" dediler. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) seçkin sahabelerinden bazıları ise: “Yüce Allah size galibiyeti ihsan edene veya siz de onun gibi canınızı teslim edene kadar Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) savaştığı dava uğruna savaşın!" dediler. Bize anlatılana göre Muhacirlerden biri kanları içinde kıvranan Ensâr'dan biriyle karşılaşınca ona: “Ey Filan! Sen Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldüğünü gördün mü?" diye sordu. Ensarlı: “Şâyet Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldüyse risaletini tebliğ etmiş bir şekilde ölmüştür. O halde siz de dininizin uğruna savaşın!" karşılığını verdi. Bu durum üzerine de: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti, ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz..." âyeti nazil oldu ve Peygamberin ölmesi halinde dinlerinizden dönüp kafir mi olacaksınız, uyarısında bulunuldu. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Katâde'den bu yorumun benzerini zikreder. İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Uhud savaşı sırasında Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı hezimete uğrayınca, biri: “Muhammed öldürüldü! Eski dininize geri dönün!" diye bağırdı. Bu durum hakkında Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz..." âyetini indirdi. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: Uhud savaşı sırasında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldüğü haberi Müslümanlar arasında ağızdan ağza dolaştı. Bunun üzerine: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz..." âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir: Uhud savaşı sırasında Müslümanlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafından kaçışınca kalbinde hastalık, şüphe ve nifak olanlar: “Muhammed öldürüldü! Eski dininize geri dönün!" demeye başladılar. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Uhud savaşı sırasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldüğü haberi yayıldı. Bunun üzerine kayalıklara sığınanlar: “Keşke bir elçi olsaydı da Abdullah b. Ubey'ye gönderseydik, o da bizim için Ebû Süfyân'dan eman alsaydı. Ey insanlar! Bilin ki Muhammed öldürüldü. Sizleri gelip öldürmeden önce eski kabilelerinize geri dönün!" diye konuşmaya başladılar. Bunun üzerine Enes b. en-Nadr: “Ey insanlar! Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) öldüyse, bilin ki Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbi öldürülmedi! Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) uğruna savaştığı dava için siz de savaşın! Allahım! Bunların bu dediklerinden beriyim! Bunların bu yaptıklarından dolayı da sana sığınırım!" diye seslendi ve kılıcını çekip müşriklerin arasına daldı. Öldürülünceye kadar da savaştı. Bu durum hakkında da Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti, ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Adiy b. en-Neccâr oğullarının kardeşi Kâsım b. Abdirrahman b. Râfi'den bildirir: Uhud savaşında, Enes b. Mâlik'in amcası Enes b. en-Nadr, savaşmayı bırakıp bir kenarda Muhacir ve Ensâr'dan oluşan bir gurupla oturan Ömer ile Talha b. Ubeydillah'ın yanına geldi. Onlara: “Neden burada öylece oturuyorsunuz?" diye sorunca: “Çünkü Allah'ın Resûlü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldü" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Enes: “O ölmüşse sizler neden hâlâ hayattasınız! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne için ölmüşse kalkın sizler de aynı dava için ölün!" dedi ve müşriklerin arasına daldı. Ölene kadar da savaştı. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Atiyye el-Avfî'den bildirir: Uhud savaşında Müslümanlar hezimete uğrayınca içlerinden bazıları: “Şâyet Muhammed öldüyse karşı tarafla anlaşmaya bakın, zira onlar sizin kardeşlerinizdir" dediler. Bazıları da: “Şâyet Muhammed öldürüldüyse, öldüğü dava uğruna siz de kalkıp savaşın ve ona yetişin" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir. Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Onların sözleri ancak, "Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et" demekten ibaretti. Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel davrananları sever" âyetlerini indirdi.' İbn Sa'd, Tabakât'ta Muhammed b. Şurahbîl el-Abderî'den bildirir: Uhud savaşında sancağı Mus'ab b. Umeyr taşıyordu. Sağ eli kesilince sancağı sol eline aldı. Bir yandan da: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz..." diyordu. Sol eli de kesilince sancağın üzerine eğildi ve onu kollarıyla göğsüne bastırıp tuttu. Yine: Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz..." demeye devam etti. Bu âyet de o zaman henüz nazil olmamıştı ve Mus'ab'ın bu hadisesinden sonra nazil oldu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez..." âyetini açıklarken: “Geriye dönmekten kasıt, dinden dönmektir" demiştir. Buhârî ve Nesâî, Zührî vasıtasıyla Ebû Seleme'den, o da Hazret-i Aişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde Ebû Bekr, Sunc'de bulunan evinden atı üzerinde geldi. Atından inip Mescid'e girdi. Hiç kimseyle konuşmadan doğruca benim odama geldi. Hibere kumaşından bir giysiyle örtülmüş olan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yöneldi. Yanına geldiğinde yüzünü açtı. Üzerine eğilip yüzünden öptü, ağlayarak da: “Anam babam sana feda olsun. Vallahi Yüce Allah sana ikinci ölümü tattırmayacaktır. Sana takdir edilen ölümü de işte böyle ifa ettin" dedi. Zührî der ki: Ebû Seleme'nin İbn Abbâs'tan naklen bana bildirdiğine göre Ebû Bekr, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geri çıktığı zaman Ömer cemaate bir konuşma yapıyordu. Ebû Bekr ona: “Ey Ömer! Otur!" deyince, Ömer oturmak istemedi. Ancak insanlar Ömer'i bırakıp Ebû Bekr'e yöneldiler. Bunun üzerine Ebû Bekr şöyle dedi: “Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kulluk edenler bilsin ki o öldü. Allah'a kulluk edenler de bilsin ki Allah diridir ve ölmez. Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" buyurur." Vallahi oradakiler sanki Ebû Bekr okuyana kadar bu âyetin nazil olduğundan habersiz gibiydi. Ebû Bekr okuduktan sonra da herkes bu âyeti okuyup tekrar etmeye başladı. İbnu'l-Münzir, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Ömer b. el-Hattâb kalkıp şöyle dedi: “Bazı münafıklar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiğini söylüyorlar! Oysa Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölmedi, Mûsa b. İmrân gibi Rabbinin yanına gitti. Zira o da kavminden kırk gün ayrı kalmış, artık öldüğünü düşündükleri zaman da geri dönmüştü. Vallahi Hazret-i Mûsa'nın dönmesi gibi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de dönecek ve öldüğünü söyleyenlerin el ve ayaklarını kesecektir." Bu sırada Ebû Bekr içerden çıktı ve Ömer'e: “Ey Ömer! Yavaş ol ve dinle" dedi. Sonrasında Ebû Bekr, Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra: “İnsanlar! Her kim Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kulluk ediyorsa bilsin ki o öldü. Allah'a kulluk edenler de bilsin ki Allah diridir ve ölmez" dedi. Ardından: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti, ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" âyetini okudu. Vallahi oradakiler sanki Ebû Bekr okuyana kadar bu âyetin nazil olduğundan habersiz gibiydi. Ebû Bekr okuduktan sonra da herkesin ağzında bu âyet dolaşmaya başladı." Ömer de: “Vallahi Ebû Bekr'den bu âyeti işitir işitmez ayaklarım beni taşıyamaz oldu ve kendimden geçip yere düştüm. Kendime geldiğimde anladım ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmişti" demiştir. Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde Ömer b. el-Hattâb kalktı ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öldüğünü söyleyenleri öldürmekle, kesmekle tehdit etti. O esnada Ebû Bekr gelip minberin yanında durdu ve şöyle dedi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz hayatta iken Yüce Allah onun öleceği haberini verdi. Aynı şekilde sizin de bir gün öleceğinizi bildirdi. Varlık aleminde sadece Yüce Allah kalana kadar da herkes ölecek. Yüce Allah: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" buyurur." Bunun üzerine Ömer: “Bu âyet Kur'ân'da var mıydı? Vallahi şu ana kadar böylesi bir âyet yok gibi biliyordum!" karşılığını verdi. Ebû Bekr devamen şöyle dedi: “Yüce Allah yine: “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir" buyurmuştur." İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin İbn Abbâs vasıtasıyla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb şöyle demiştir: “Yüce Allah'ın: “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık..." buyruğuna göre zannediyordum ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sonuna kadar ümmetinin başında kalacak ve son amellerine şahitlik edecektir. Vefat ettiği denildiği zaman o sözleri söylememe neden olan da böylesi bir düşünceydi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “...Allah şükredenlerin mükafatını verecektir" âyetini açıklarken: “Bunlar dinlerinde sebat gösteren Ebû Bekr ve arkadaşlarıdır" demiştir. Hazret-i Ali yine: “Ebû Bekr, şükredenlerin lideri idi" derdi. Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de Hasan b. Muhammed b. el-Hanefiyye'den bildirir: Ömer: “Yâ Resûlallah! Bana izin ver de Süheyl b. Amr'ın ön dişlerini dökeyim, bir daha kabilesinin içinde kalkıp bir şeyler konuşamasın!" deyince, Allah Resûlü: “Hayır dökme! Belki de gün gelir senin de hoşuna gidecek bir şeyler yapar" karşılığını verdi. Daha sonraları Allah Resûlü vefat ettiği zaman Mekke ahalisi ayaklandı. Bunun üzerine Süheyl, Kâbe'nin yanında kalkıp: “Her kim Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kulluk ediyorsa bilsin ki o öldü. Ancak Allah diridir ve ölmez" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ali b. Ebî Tâlib, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz hayatta iken şöyle derdi: “Yüce Allah: “...ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?" buyurur. Vallahi Yüce Allah bizlere hidâyeti ihsan ettikten sonra gerisin geriye dönecek değiliz. Vallahi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölecek veya öldürülecek olursa savaştığı dava uğruna ben de ölene kadar savaşırım." İbnu'l-Münzir, Zührî'den bildirir: “İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur..." âyeti nazil olduğu zaman Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! İmanın arttığını biliyoruz da peki eksilir mi?" diye sordular. Allah Resûlü: “Beni hakla gönderene yemin olsun ki evet, eksilir" karşılığını verdi. "Yâ Resûlallah! Bu konuda Yüce Allah'ın Kitab'ında bir şey var mı?" diye sorduklarında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?" âyetini okudu ve: “Burada geri dönme (imanda) eksilmedir, ama küfür değildir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Hazret-i Peygamber Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir ecelinin olduğu ve ancak Yüce Allah'ın izin vermesiyle vefatının gerçekleşeceği ifade edilmiştir. Devamında ahirette gözü olmayıp dünyayı isteyen kişilere, dünyadan kendisine takdir edilen nasibinin verileceği ancak ahirette hiçbir payının olmadığı bildirilmiştir. Aynı şekilde ahretteki sevap ve mükâfatı isteyen kişilere ahirete yönelik bu isteğinin yanında dünyada kendisi için takdir edilen rızkının da verileceği ve bunun Allah'a şükredenlerin mükâfatı olduğu dile getirilmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bir nefis dünyada bir anlık bir ömrü kalmışsa eğer onu da yaşamadan asla ölmez." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, kulunun niyeti ve isteğine göre dünya veya ahiret nimetlerini verir" demiştir. İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: Ebû Bekr: “Şâyet daha önce (zekat olarak) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) verdikleri bir yuları dahi benden esirgeyecek olurlarsa bunun için onlarla savaşırım!" dedi ve: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?'" âyetini okudu. Bağavî, Mu'cem'de İbrâhim b. Hanzala'dan, o da babasından bildirir: Yemâme savaşında Müslümanların sancağını Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim taşıyordu. Sağ eli kesilince sancağı sol eline aldı. Sol eli de kesilince sancağını kollarıyla göğsünün üzerine bastırıp tuttu ve: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir. Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız" âyetlerini okudu. 146Bkz. Ayet:148 147Bkz. Ayet:148 148"Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Evet, onların bu durumda dedikleri sadece şu oldu: «Ey bizim kerîm Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle!» Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de, ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah iyilikte bulunanları sever." Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Ebû Ubeyde'den bildirir: İbn Mes'ûd: “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı..." âyetini okur ve şöyle derdi: “Görmüyor musun Yüce Allah bunlar hakkında: «...Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar...» buyuruyor." Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Şimdiye kadar bir peygamberin savaşta öldürüldüğünü duymuş değiliz" demiştir. Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti (.....) şeklinde okurlardı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti: (.....) şeklinde, (.....) kelimesinde (.....) harfi olmadan okurdu. Abd b. Humeyd, Atiyye'den yorumun benzerini zikreder. Abd b. Humeyd'nin Zir'den naklen bildirdiğine göre İbn Mes'ûd da bu âyeti aynı şekilde, (.....) kelimesinde (.....) harfi olmadan okurdu. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) ifadesini "binlerce" olarak açıklamıştır. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Dahhâk, (.....) ifadesini açıklarken: “Bunun tekili olan ifadesi bin kişi anlamına gelir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini "topluluklar" olarak açıklamıştır. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) ifadesini "fakihler" olarak açıklamıştır. İbn Abbâs ise bunu açıklarken: “Birçok topluluk, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Enbârî, el-Vakf vel-İbtidâ'da ve Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: “Topluluklar, anlamındadır" demiştir. Nâfi': “Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: “Tabi ki bilirler. Şâir Hassân'ın: "Bir topluluk yoldan çıktığı zaman Kalabalık bir toplulukla üzerlerine yürürüz" dediğini işitmedin mi?" İbn Cerîr'in Saîd b. Mansûr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs ifadesini "Birçok alim" olarak açıklamıştır. İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesi "Birçok topluluk anlamındadır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), (.....) ifadesini "Birçok alim" olarak açıklamıştır. İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirir: (.....) ifadesi tâbi olanlar, (.....) ifadesi ise dostlar anlamına gelir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar peygamberleri öldürülen bir topluluktu. Ancak peygamberleri öldürüldü diye zafiyet göstermediler ve düşmanlara karşı boyun eğmediler." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar..." âyetini açıklarken: “Başlarına gelenlerden kasıt, peygamberlerinin öldürülmesidir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “...Başlarına gelenlerden yılmadılar..." âyetini açıklarken: “Yani düşmanlarına karşı zaafiyet göstermediler" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “Peygamberleri öldürüldü diye aciz düşmediler ve zaafiyet göstermediler" demiştir. (.....) âyetini açıklarken de: “Ne doğru bildikleri şeylerden, ne de dinlerinden vazgeçtiler. Can verene kadar da peygamberlerinin savaştığı dava uğruna onlar da savaştı" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Düşmana karşı boyun eğmediler" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: “Boyun eğmediler" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini: “Düşmanlarına karşı boyun eğmediler" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “İşlerimizdeki hataları" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Nefsimiz konusunda hatalarımızı ve zulümlerimizi" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: “İşlediğimiz büyük hatalar, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de, âhiret nimetini de fazlasiyle verdi..." âyetini açıklarken: “Dünya nimeti, zafer ve ganimettir. Ahiret nimeti de, Yüce Allah'ın rızası ve rahmetidir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de, ahiret nimetini de fazlasiyle verdi..." âyetini açıklarken: “Dünya nimeti kurtuluş, zafer, galibiyet ve düşmanlara karşı güçlenmedir. Ahiret nimeti de Cennettir" demiştir. 149"Ey iman edenler! Siz eğer Kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız"' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Dininiz konusunda Yahudi ve Hıristiyanların sözleri ile nasihatlerine kulak asmayın ve bu konuda onların hiçbir sözüne inanmayın." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız" âyetini açıklarken: “Eğer Ebû Süfyân b. Harb'e itaat edecek olursanız sizleri tekrar küfre döndürecektir" demiştir."' İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e: “Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız" âyetinde geriye dönmeden kasıt bedevileşme mi?" diye sorulunca, Hazret-i Ali: “Hayır, kişinin (cihadı bırakıp) kendini tarıma vermesidir" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Amr şöyle demiştir: “Bu âyette ifade edilen gerisin geriye dönmenin ne anlama geldiğini size söyleyeyim mi? Kişinin, önceleri devletten maaşı alıp gazvelere katıldığı halde sonradan bunu bırakıp cizye ile araziler edinerek tarımla uğraşmasıdır. İşte gerisin geriye dönmek budur." 150Şüphesiz Allah, sizin mevlânız ve yardımcınızdır ve o, yardım edenlerin en hayırlısıdır. 151"Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı,- inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür." İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Uhud savaşından sonra Ebû Süfyân ile müşrikler Mekke'ye doğru dönüşe geçtikleri zaman bir müddet yol aldıktan sonra içlerine bir pişmanlık düştü ve Ebü Süfyân, müşriklere: “Ne kötü yaptınız! Onları öldürüyordunuz, ancak kaçmaya başladıklarında da bıraktınız. Geri dönüp onları yok edelim!" dedi. Ancak Yüce Allah onların kalplerine bir korku saldı ve geri dönmeye cesaret edemediler. Yolda bedevinin biriyle karşılaştıklarında ona biraz para verip: “Muhammed'le karşılaşırsan ona neler hazırladığımızı söyle!" dediler. Ancak Yüce Allah bu durumu Resûlü'ne bildirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine peşlerinden bir birlik gönderdi. Bu birlik Hamrâu'l-Esed bölgesine kadar müşriklerin peşinden gitti. Yüce Allah da bu konuda âyet indirdi. Ebû Süfyân'ın geri dönmek istediğini ancak kaplerine korku saldığını haber verip: “Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız..." buyurdu. " İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşından sonra Yüce Allah, Ebû Süfyân'ın kalbine korkuyu yerleştirince Mekke'ye dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebû Süfyân geri dönüp sizden kalanları da öldürmek istedi. Ancak Yüce Allah onun kalbine korkuyu salınca yoluna devam etmek zorunda kaldı" buyurdu. Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Düşmana karşı korku vermekle bana yardımda bulunuldu" buyurmuştur. Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Sünen'de Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dört konuda diğer peygamberlerden üstün kılındım. Birincisi, insanların tümüne peygamber olarak gönderildim. İkincisi, yeryüzünün tamamı bana ve ümmetime mescid, toprağı da temiz kılındı. Bundan dolayı ümmetimden biri namaz vaktini nerede idrak ederse orası onun mescidi ve temizleneceği yerdir. Üçüncüsü, bana yardım olarak bir aylık mesafeden dahi düşmana korku verme özelliği verildi ki Yüce Allah böylesi bir korkuyu düşmanlarımın kalplerine salar. Dördüncüsü ise ganimetlerin bize helal kılınmasıdır. " 152"And olsun kî, Allah, sîze verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sîzi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur." Beyhakî, Delâil'de Urve'den bildirir: “Yüce Allah, sabır ve takvalarına karşılık Müslümanları beşbin seçkin melekle destekleyeceğini vaad etmiş ve bunu da yapmıştı. Ancak müslümanlar Allah Resûlü'nün emrini dinlemeyip safları terk edip, tepedeki okçular da dünyalık uğruna yerlerinden ayrılınca meleklerin yardımı kesildi. Yüce Allah da bu konuda: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı..."' buyurdu. Yüce Allah, ifade ettiği gibi Müslümanlara yardım sözünü tutmuş ve başta onları üstün çıkarmıştı. Ancak verilen emirlere isyan ettiklerinde savaşı aleyhlerine çevirdi." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Süfyân ordusuyla birlikte Şevvâl ayının 3. gününde gelip Uhud'da karargahı kurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Müslümanlara savaş için çağrı yaptı ve onları topladı. Süvarilerin başına Zübeyr b. el-Avvâm'ı komutan olarak atadı. O günlerde Abdullah'ın yanında Mikdâd b. Esved el-Kindî'de vardı. Sancağı da Kureyşlilerden Mus'ab b. Umeyr adında birine verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hamza b. Abdulmuttalib'i zırhsız ve miğfersiz olan askerlerin başında önden gönderdi. Hâlid b. el-Velîd yanındaki İkrime b. Ebî Cehl ile atlıların başında karşıdan görününce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zübeyr'i ona karşı gönderdi ve: “Hâlid'i karşıla ve ikinci emri sana verene kadar sakın onu gözünden ayırma!" buyurdu. Başka bir atlı birliğini de bir yere yerleştirdi ve: “Ben size izin vermedikçe sakın yerinizden ayrılmayın" buyurdu. Lât ile Uzza putlarını taşıyan Ebû Süfyân saldırıya geçince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zübeyr'e haber gönderip saldırıya geçme emrini verdi. Zübeyr de Hâlid b. el-Velîd'in atlı birliğine saldırdı ve yanındakilerle birlikte onu hezimette uğrattı. Yüce Allah bu konuda: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz..." buyurmuştur. Zira Yüce Allah bu savaşta müminlere yardım edeceği ve yanlarında duracağı sözünü vermişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş öncesi Müslümanların arka tarafına bir gurubu (okçuları) yerleştirmiş ve onlara: “Sizler burada durun ve arkamızdan bize yaklaşacak düşmanlara karşı koyun, arkamızı koruyun" emrini vermişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı meydanda müşrikleri hezimete uğrattı. Ancak arka tarafta yerleştirilen gurup, (okçular) müşrik kadınların dağa doğru kaçışmasını ve meydanda kalan ganimetleri görünce içlerinden bazıları: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına koşun! Başkaları bitirmeden önce ganimetlere siz de yetişin!" dediler. İçlerinden bazıları da: “Hayır gitmeyelim! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrine uyup yerimizde kalalım!" karşılığını verdiler. İşte: “...Dünyayı isteyeniniz de vardı...'" âyeti ganimetler için yerlerini bırakanlar, "...Ahireti isteyeniniz de vardı..."âyeti da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrine uyup bulundukları yerin terk edilmemesi gerektiğini söyleyenler hakkındadır. Arkaya yerleştirilenler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler. Ancak yeri terk edip etmeme konusunda aralarında çekişmeleri ve yerlerini terk etmeleri savaşın seyrini değiştirdi. Yüce Allah bu konuda: “...Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." buyurmuştur. Zira Müslümanlar zaferi ve ganimetleri başlarda görmüşlerdi. Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yüce Allah'ın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşı sırasında yaptığı yardım gibisini başka hiçbir yerde yapmış değildir" deyince onu dinleyenler bu sözünü biraz garipsediler. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: “Bu söylediğime inanmayan ve kabul etmeyenlerle aramızda Kur'ân hakem olsun. Yüce Allah, Uhud savaşı konusunda: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur" buyurmuştur. Burada kastettiği kişiler tepedeki okçulardır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bir yere konuşlandırıp: “Arkamızı koruyun! Öldürüldüğümüzü görseniz bile bize yardıma gelmeyin! Ganimetleri topladığımızı görseniz de katılmak üzere yanımıza gelmeyin!" emrini verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikleri hezimete uğratıp ganimetler ortada kalınca okçuların hepsi yerlerinden inip müşriklerin askeri karargahına girdiler ve ganimetleri toplamaya başladılar. Bu karagaşada Müslümanların safları şu şekilde (İbn Abbâs burada parmaklarını birbirine geçirdi) birbirine girip karıştı. Okçular konuşlandıkları yeri terk edince müşriklerin atlı birliği o yerden, Müslümanlara arkadan saldırıya geçti. Bu kargaşada herkes birbirini vurmaya başladı. Burada Müslümanlar birçok şehit verdi. Oysa günün ilk saatlerinde savaş, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabının lehineydi ve müşrik sancaktarlardan yedi veya dokuz kişi öldürülmüştü. Arkadan gelen bu saldırıdan sonra Müslümanlar dağın etrafında dolandılar, ancak sığınmak istedikleri Ğâr denilen yere ulaşamadılar. Mihrâs denilen büyük kayanın alt tarafında iken Şeytan: “Muhammed öldürüldü!" diye bağırdı. Bu haberin doğruluğu konusunda kimse şüpheye düşmedi. Bu şekilde öldürüldüğünden yana herhangi bir şüphe taşımazken dağın eteklerinden üst tarafa çıktığını gördük ki yürüyüşünden onu tanımıştık. Onu gördüğümüze o kadar sevindik ki başımıza geleni bile unuttuk. Bulunduğumuz yere doğru çıkarken de: “Peygamberlerinin yüzünü kanatan bir topluluğa Yüce Allah'ın öfkesi çok şiddetli olacak!" diyordu. Arada bir de: “Allah'a yemin olsun yanımıza kadar artık çıkamazlar!" diyordu. Yanımıza ulaşınca az bir bekledi. O esnada Ebû Süfyân dağın alt tarafında: “Hübel yüceldi! Hübel yüceldi! İbn Ebî Kebşe (Muhammed) nerede! İbn Ebî Kuhâfe nerede! Nerede İbnu'l-Hattâb!" diye bağırmaya başladı. Ömer: “Yâ Resûlallah! Ona cevap vereyim mi?" diye sorunca, Allah Resûlü: “Ver" buyurdu. Ebû Süfyân bir daha: “Hübel yüceldi!" diye bağırınca, Ömer: “Allah daha yüce ve daha uludur!" karşılığını verdi. Ebû Süfyân bir daha: “İbn Ebî Kebşe (Muhammed) nerede! İbn Ebî Kuhâfe nerede!" diye bağırınca, Ömer: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) işte burada! Ebu Bekr de burada! Ben de işte buradayım!" karşılığını verdi. Ebû Süfyân: “Bu gün, Bedir savaşının karşılığıdır! Günler karşılıklı savaşlar da bazen lehte bazen aleyhtedir" deyince, Ömer: “Ama eşit değiliz! Zira bizim ölülerimiz Cennette, sizin ölüleriniz ise Cehennemdedir!" karşılığını verdi. Ebû Süfyân: “Bu sizin iddianız. Öyle olacaksa kaybeden ve hüsrana uğrayan biz olacağız!" dedi ve ekledi: “Ölülerinize müsle yapıldığını görürseniz bilin ki bu, liderlerin emirleri ile yapılmış değildir." Sonra cahili duyguları daha ağır bastı ve: “Ama müsle yapılırsa da bundan rahatsızlık duymayız" dedi.' İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Uhud savaşı sırasında kadınlar Müslüman erkeklerin arkasında, müşriklerden yaralı düşenlere saldırıp öldürüyorlardı. O günde Müslümanlardan hiç kimsenin dünya peşinde olmadığına dair yemin etsem yeminimin yerinde olmasını umardım. Ne var ki daha sonra Yüce Allah: “...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..."" buyurdu. Müslümanlar (okçular) Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emirlerine itaat etmeyip yerlerini terk edince hezimet oldu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece dokuz kişiyle birlikte meydanda kaldı. Bunlardan yedisi Ensâr'dan ikisi de Kureyş'ten idi. Onuncuları da Allah Resûlüydü. Müşrikler ona ulaştığında: “Bunları bizden savacak kişiye Allah merhamet etsin" deyince Ensâr'den biri kalkıp bir süre gelenlerle savaştı ve öldürüldü. Müşrikler bir daha Allah Resûlü'ne yetiştiklerinde: “Bunları bizden savacak kişiye Allah merhamet etsin" dedi ve başka biri onlara karşı savaşıp öldürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrikler kendisine yetiştiğinde bu şekilde dîye diye yanındakilerden yedi kişi onları savmak üzere çarpışıp öldürüldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde öldürülenler için ashabına: “Onlara pek de insaflı davranmadık!" buyurdu. Müslümanlar dağa çekildikten sonra da Ebû Süfyân dağın eteğine gelip: “Bizim Uzza'mız var ama sizin yok!" diye seslendi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbına: “Ona, Allah bizim dostumuzdur, oysa kafirlerin dostu yoktur, cevabını verin" buyurdu. Sonra Ebû Süfyân: “Bu gün, Bedir gününün karşılığıdır! Bir gün size bir gün bizedir. Bir gün üzülür, bir gün seviniriz. Hanzala'ya karşı Hanzala, filana karşı filan.. " deyince, Allah Resûlü: “Biz eşit değiliz! Zira bizden öldürülenler diridirler ve rızıklandırılıyorlar. Oysa sizden öldürülenler Cehennemde azap görüyorlar" karşılığını verdi. Sonra Ebû Süfyân: “Ölülerinize müsle yapıldı, fakat bizden bir emir ile yapılmış değildir. Ancak ne müsle yapılmasını emrettim, ne de bundan alıkoydum. Müsle yapılmasına ne sevindim, ne de üzüldüm. Müsle yapılması beni ne mutlu ne de rahatsız etti" dedi. Daha sonra Müslümanlar ölülerine baktıkları zaman Hamza'nın karnının deşildiğini gördüler. Hind onun karnını deşmiş, ciğerini çıkarıp çiğnemiş ancak yutamamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) durumu öğrenince: “Hind ondan bir şeyi yedi mi?" diye sordu. "Hayır!" dediklerinde, Allah Resûlü: “Yüce Allah da Hamza'dan bir parçayı Cehenneme koyacak değildil" buyurdu. Ölülerin namazlarının kılnması sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Hamza'yı öne koyup namazını kıldırdı. Sonra onu kaldırmadan Ensarlı birini getirip Hamza'nın yanına koydu ve onun da namazını kıldırdı. Namazı kılındıktan sonra Hamza yerinde bırakılıp Ensarlı olan kaldırıldı ve yerine başka bir Ensarlı getirildi. Onun da namazı kılınınca Hamza bırakılıp Ensarlı kaldırıldı yerine başka bir Ensarlı getirildi. Bu şekilde o gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hamza'nın yetmiş defa namazını kıldı. Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de Berâ b. Azib'den bildirir: Uhud savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), 50 okçunun başına Abdullah b. Cübeyr'i koydu. Onları önemli bir yere konuşlandırıp: “Cesetlerimizi kuşların alıp götürdüğünü görseniz dahi ben size haber vermeden sakın yerinizden ayrılmayın!" emrini verdi. Müslümanlar, müşrikleri hezimete uğrattı. Vallahi Müşrik kadınların dağa doğru kaçışırken yukarı çektikleri eteklerinden bacakları ile halhallarını gördüm. Abdullah'ın yanında duranlar: “Ganimet! Ahali, ganimete yetişin! Arkadaşlarınız zafer kazandı, hâlâ ne duruyorsunuz!" diye bağrışınca, Abdullah b. Cübeyr onlara: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size söylediğini unuttunuz mu?" dedi. Ancak onlar: “Vallahi yanlarına gidecek ve biz de ganimetten bir şeyler alacağız" karşılığını verdiler ve meydana indiler. Onlar inince de arkadan dolaşıp gelen müşrikleri göremez oldular. Arkadan gelen bu saldırıyla da Müslümanlar hezimete uğradı ve kaçışmaya başladılar. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) çağrılarına rağmen yanında sadece 12 kişi kalmıştı. O gün bizden yetmiş kişiyi öldürdüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı daha önce Bedir savaşında 70'i esir 70'i de ölü olmak üzere müşriklerden 140 kişiyi almışlardı. Savaş sonrası Müslümanlar dağa çekilince Ebû Süfyân aşağıdan üç defa: “Muhammed aranızda mı?" diye seslendi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların cevap vermemelerini istedi. Ebû Süfyân ikişer defa: “İbn Ebî Kuhâfe aranızda mı? İbnu'l-Hattâb aranızda mı?" diye seslendi. Ancak cevap gelmeyince arkadaşlarına dönüp: “Bu sorduklarım ölmüşler. Onlardan istediğinizi aldınız!" dedi. Bunun üzerine Ömer dayanamadı ve: “Vallahi yalan söyledin ey Allah düşmanı! Sorduğun kişilerin hepsi de hayatta! Seni hüsrana uğratacak kişiler hâlâ yaşıyor!" diye seslendi. Ebû Süfyân: “Bu gün, Bedir gününün karşılığıdır! Savaş da bir lehte bir aleyhte olur. Ölülerinizin uzuvlarının kesildiğini, onlara müsle yapıldığını göreceksiniz! Ben bunu emretmiş değilim, ama yapılmasına da üzülmedim" diye seslendi ve: “Hübel uludur! Hübel uludur!" demeye başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara: “Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurunca, Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Ona nasıl bir cevap verelim?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Yüce Allah daha yüce ve daha uludur!» deyin!" buyurdu. Ebû Süfyân: “Bizim Uzza'mız var! Sizin ise bir Uzza'nız yok!" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara: “Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu. Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Ona nasıl bir cevap verelim?" dediklerinde, Allah Resûlü: “«Yüce Allah bizim mevlâmızdır! Oysa sizin bir mevlanız yoktur!» deyin" buyurdu. Beyhakî, Delâil'de Câbir'den bildirir: Uhud savaşında hezimete uğrayan Müslümanlar kaçışmaya başlayınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Ensâr'dan 11 kişi ile Talha b. Ubeydillah dışında kimseler kalmadı. Onlar da dağa doğru tırmanırken müşrikler arkalarından yetişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunları savacak kimse yok mu?" diye sorunca, Talha: “Yâ Resûlallah! Ben savarım!" dedi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen yerinde kal!" buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam: “Yâ Resûlallah! Ben savarım!" dedi ve dönüp gelenlerle çarpışmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanındakiler tırmanmaya devam ettiler. Ensarlı öldürülüp müşrikler tekrar onlara yetişince, Allah Resûlü: “Bunları savacak biri yok mu?" diye sordu. Talha aynı şeyi söyleyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam: “Yâ Resûlallah! Ben savarım!" dedi ve dönüp gelenlerle çarpışmaya başladı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanındakiler tırmanmaya devam ettiler. Ancak o da öldürülüp müşrikler tekrar onlara yetişti. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikler ona her yetişmede onları kimin savacağını soruyor, her defasında Talha: “Yâ Resûlallah! Ben savarım!" diyordu. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona izin vermiyor, Ensâr'dan biri izin isteyince ise ona izin veriyordu. O da çarpışıp diğerleri gibi öldürülüyordu. En sonunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Talha'dan başka kimse kalmadı. Müşrikler yine onlara yetişince Allah Resûlü: “Bunları kim savar?" diye sordu. Talha: “Ben savarım!" deyip öldürülen Ensarlı arkadaşları gibi müşriklerle çarpışmaya başladı. Aldığı bir darbe ile parmakları kesilince: “Ahh!" diye inledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şayet inlemek yerine «Bismillah» deseydin veya Allah'ın adını ansaydın, tüm insanların gözü önünde melekler seni gökyüzüne kaldırırlardı" buyurdu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağın başında toplanan ashabının yanına vardı. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf: (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi öldürmek anlamına gelir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan benzerini zikreder. İbn Cerîr'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini: “Öldürüyordunuz" şeklinde açıklamıştır. Tastî, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini sorunca, İbn Abbâs: “Öldürmek anlamına gelir" demiştir. Nafi': “Peki, Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: “Tabi ki bilirler. Şairin: "Bizdendir Muhammed'in kılıcını alıp da Herkesin önünde düşmanları öldüren" dediğini işitmedin mi?" Taberânî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin ne anlama geliyor?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Onları öldürüyordunuz, anlamına gelir" demiştir. Nafi': “Peki, Kur'ân Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) inmeden önce Araplar öylesi bir ifadeyi biliyorlar mıydı?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: “Tabi ki bilirler. Şair Utbe el- Leysî'nin: "Parlayan kılıçlarımızla kafataslarmı Acı elma gibi doğrar öldürürüz" dediğini işitmedin mi?" İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi korkaklık, ödleklik anlamına gelir" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': “...Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Âyette bahsedilen olay Uhud savaşında geçmiştir. O savaşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlara: “Bu savaşta zafer sizin olacaktır, ancak savaş tam olarak bitmeden de sakın ganimetlerin peşine düşmeyin!" buyurmuştu. Ancak Müslümanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği bu emri dinlemeyip isyan ettiler, ona verdikleri sözü unutup ganimetlere saldırdılar. Bu şekilde Yüce Allah onların arzu ettiği zaferi kendilerine gösterdikten sonra düşmanları onlara tekrar yönelip hezimete uğrattılar." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Abdirrahman: “...Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşında Havvât'ın kardeşi Abdullah'ın komutasında ashabından 50 kişiyi Hâlid b. el-Velid ve başında olduğu süvari birliğini gözetlemekle görevlendirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikleri hezimete uğratınca bu elli kişiden yarısı: “Gidip Müslümanlara katılalım ki ganimetten payımızı biz de alalım" derken, diğer yarısı: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisi emir verene kadar yerimizden ayrılmamamızı söyledi" dedi. Hâlid b. el-Velîd önemli bir yere konuşlandırılan bu elli kişilik gurubun sayılarının azaldığını görünce de o yönden saldırıya geçip kalanları da öldürdü. Bu konuda Yüce Allah: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." buyurdu ve yerlerinden ayrılan o kişileri isyancı olarak niteledi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Berâ b. Âzib: “...Ama Allah size arzuladığınız şeyi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken: “Arzulanan şeyden kasıt, ganimet ve müşriklerin hezimetidir" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ama Allah size arzuladığınız şeyi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşında Yüce Allah müminlere yardım edip müşrikler hezimete uğratıldı. Hatta müşrik kadınlar kaçışırken büyük küçük demeden develere atlayıp kaçmaya başladılar. Ancak Müslümanlardan bazıları Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği emri dinlemeyince durum Müslümanların aleyhine döndü." İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan bir guruba: “Müslümanların arkasını koruyun!" buyurarak onları önemli bir yere konuşlandırdı ve kendisi izin vermediği sürece bu yerden asla ayrılmamaları emrini verdi. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) meydanda Ebû Süfyân ve birlikleriyle karşılaştı ve onları hezimete uğrattı. Müslümanların arkasını korumak üzere yerleştirilen Müslüman birlik müşriklerin hezimete uğradığını görünce: “Ganimet! Bitmeden ganimete koşun!" diye bağrışmaya başladı. İçlerinden bazıları da: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin vermeden yerimizden ayrılmayız!" deyip mekanı terk etmediler. İşte aralarındaki bu görüş ayrılığı konusunda Yüce Allah: “...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu...'" buyurmuştur. Bu konuda İbn Mes'ûd da: “Uhud savaşındaki durumu görene kadar hiçbir müslümanın dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim" derdi. İbn Cerîr'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Uhud savaşında Yüce Allah müşrikleri hezimete uğratınca tepeye yerleştirilen okçulardan bazıları: “Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer Müslümanlara yetişin de onlar alıp bitirmeden ganimeten bizler de bir şeyler alalım!" dediler. Bazıları da: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize izin vermeden yerimizden ayrılmayız" dediler. İşte bu konuda Yüce Allah: “...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..." buyurmuştur. İbn Cüreyc der ki: İbn Mes'ûd da bu konuda: “Uhud savaşındaki durumu görene kadar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimsenin dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim" derdi. Ahmed, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî, Delâil'de sahih bir senedle İbn Mes'ûd'dan bildirir: “...Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu..." âyeti nazil olana kadar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimsenin dünya ve nimetlerini istediğini düşünmezdim. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müslümanlar yerlerinden ayrılıp arkadan gelen müşrik birlikleri artık göremeyince, Bedir savaşında öldürülen müşrik sayısı kadar Müslüman öldürüldü. Bu savaşta Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası (Hamza) da öldürüldü. Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) ön dişlerinden biri kırıldı, yüzü yaralandı. Müslümanlar: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize zafer vaad etmemiş miydi?" diye söylenmeye başlayınca, Yüce Allah: “And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri öldürüyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini açıklarken şöyle demiştin Yüce Allah bununla: “Bana isyan etmenize rağmen sizleri bağışladım ve toptan yok edilmenize izin vermedim" demiştir. Affedildikleri belirtilen bu kişiler Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Allah yolunda, Allah düşmanlarına karşı savaştıkları halde Allah'ın öfkesine maruz kalmışlardır. Zira yapmamaları gereken bir şeyi, emre itaat etmeyerek yapmışlardır. Ardından böylesi bir sıkıntıya maruz kalıp itaatsizliğin karşılığını görmüşlerdir. Bu savaşta Müslümanlardan yetmiş kişi öldürüldü. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası da öldürüldü. Allah Resûlü'nün ön dişlerinden biri kırıldı, yüzü yaralandı. Oysa bugün fasıklar fasıkı olanlar her türlü büyük günaha kalkışır, türlü kötülüğe bulaşır yine de bir şey olmaz diyerek yaptığını önemsemez. Oysa neyin ne olduğunu daha sonra anlayacaktır." İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...And olsun ki O, sizi bağışladı..." âyetini açıklarken: “Toptan yok edilmenize izin vermeyerek sizleri affetmiştir" demiştir. Buhârî, Osmân b. Mevheb'den bildirir: Adamırı biri İbn Ömer'e geldi ve: “Sana bir şey soracağım ama Kâbe'nin hürmeti aşkına bana doğrusunu söyleyeceksin" dedi ve: “Uhud savaşı sırasında Osmân'ın kaçtığını biliyorsun değil mi?" diye sordu. İbn Ömer: “Evet, biliyorum" dedi. Adam: “Bedir savaşına da katılmadığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Ömer: “Evet, biliyorum" dedi. Adam: “Aynı şekilde Rıdvân Biatı'nda da hazır bulunmadığını biliyorsun değil mi?" diye sorunca, İbn Ömer: “Evet, biliyorum" dedi. Adam bunları duyduktan sonra tekbîr getirince de İbn Ömer ona şöyle dedi: “Gel bana sorduğun şeyleri sana tek tek anlatıp açıklayayım. Uhud savaşında kaçması konusunda şehadet ederim ki Yüce Allah onu (ve diğer kaçanları) affetti. Bedir savaşına katılmayışı konusu ise, o zamanlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kızıyla evleydi ve bu hanımı çok hastaydı. Allah Resûlü de ona: “Burada kalıp ilgilenmen halinde sana Bedir savaşına katılan kişi gibi sevap ve ganimetten payın verilecektir" buyurmuştu. Rıdvân Biatı'nda hazır bulunmayışı konusuna gelince de, Allah Resûlü Mekke'ye birini gönderecekti. Orada bulunanlar içinde Osmân'dan daha değerli biri olsaydı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu gönderirdi. Ancak bu işe Osmân'ı uygun gördü ve onu gönderdi. Rıdvân Biati da Osmân'ın Mekke'ye gidişinden sonra oldu. Hatta biat sırasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sağ elini gösterip: “Bu, Osmân'ın elidir" dedi ve diğer eline vurdu. Bu şekilde gıyabında onun biatini kabul etti. Şimdi işin gerçeğini öğrenmiş bir şekilde gidebilirisin." 153"Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan el-Basrî bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) ile (.....) harflerini fethalı olarak okudu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) harfini dammeli, (.....) harfini ise kesreli olarak okudu. İbn Cerîr, Hârun'dan bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet: “(Siz vadide kaçıyordunuz)" şeklindedir. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kimseye bakmadan kaçıyordunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud'da Müslümanlar kaçışmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de arkalarından: “Ey Allah'ın kulları! Yanıma gelin! Yanıma gelin ey Allah'ın kullan! Geri dönün!" diye sesleniyordu." İbnu'l-Münzir, Atiyye el-Avfî'den bildirir: Uhud savaşı sırasında Müslümanlar sonradan hezimete uğrayınca dağa doğru kaçışmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de arkadan onları geri çağırıyor, meydana inmelerini istiyordu. Yüce Allah bu konuda: “Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz..." buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “...Kimseye bakmadan kaçıyordunuz..." âyeti sorulunca şöyle demiştir: “O zaman Müslümanlar zorlu bir vadide kimselere dönüp bakmadan kaçışmaya başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de arkalarından: “Ey Allah'ın kulları! Yanıma gelin! Yanıma gelin ey Allah'ın kulları!" diye sesleniyordu. Ancak kimseler dönüp bakmıyordu." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Hadise Uhud savaşı sırasında gerçekleşmiştir. Müslümanlar vadide kaçışırken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de arkalarından: «Ey Allah'ın kulları. Yanıma gelini Yanıma gelin ey Allah'ın kulları!» diye sesleniyordu." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) geri dönün çağrısından sonra sahabeler döndüler ve: “Vallahi geri dönüp, bizden öldürdükleri kişilere karşılık onları öldürüp yok edeceğiz!" demeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Sakin olsun! Emrime karşı gelip dinlemediğiniz için bunlar başınıza geldi" buyurdu. Bu halde ümitsiz iken müşrikler kılıçlarını çekmiş bir şekilde karşıdan hücuma bir daha geçti. Zaten hezimete uğramanın üzüntüsü içinde iken müşriklerin bir daha saldırıya geçmesi onları başka bir üzüntüye soktu. Yüce Allah bunu: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." şeklinde ifade etmiştir. Devamında da: “...Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye..." buyurmuştur ki burada kaybedilenden kasıt ganimet, başa gelenden kasıt da ölüler ve yaralılardır. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Birinci keder hezimetten dolayıdır. İkinci keder de «Muhammed öldürüldü!» haberi içindi ki bu haber Müslümanları hezimete uğramış olmaktan daha fazla kederlendirmiştir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kederden kedere ifadesinden kasıt, kaçıştan sonra ikinci bir kaçıştır. Birinci kaçış Müslümanların, «Muhammed öldürüldü!» haberini duymalarıdır. İkinci kaçış ise müşriklerin geri toparlanıp Müslümanlardan yetmiş kişiyi öldürmeleridir. Sonrasında Müslümanlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılıp dağa doğru çıkmaya başlamışlardır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de arkalarından onlara savaş alanına geri dönme çağrısı yapmıştır.'" İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İlk keder, verilen yaralı ve ölülerdir. İkinci keder ise Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürüldüğü haberini duymalarıdır. Bu haber, verdikleri yaralı ile ölülerden ve kaçırdıkları ganimetlerden dolayı olan üzüntülerini de unutturmuştur. «...Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye...» âyeti da bu anlamdadır." İbn Cerîr, Rabî'den bu yorumun benzerini zikreder. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: O günü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçan Müslümanları çağırmak üzere peşlerinden gitti. Kayalıklara sığınan Müslümanların yakınına ulaştığı zaman, kayalıkta bulunan Müslümanlardan biri onu düşman kuvvetlerinden biri sanıp vurmak üzere yayına oku yerleştirdi. Allah Resûlü: “Ben, Allah'ın Resûlüyüm!" diye seslenince, Müslümanlar onun hayatta olduğuna çok sevindiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ashabının içinde düşmana karşı hâlâ hazır bekleyenlerin bulunmasına çok sevindi. Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) bir araya gelip onu kaybetmiş olmanın üzüntüsünü üzerlerinden attıktan sonra başlarda kazandıkları zaferi, ellerinden kaçırdıkları ganimetleri ve öldürülen arkadaşları hakkında konuşmaya başladılar. Bu esnada Ebû Süfyân gelip aşağıdan karşılarında durdu. Müslümanlar onu gördüklerinde içinde bulundukları durumu unutup ikinci bir üzüntüye girdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanımıza kadar çıkamazlar. Allahım! Buradaki topluluk da öldürülürse sana ibadet eden kimseler kalmaz" buyurdu. Sonrasında ashabına emrederek müşriklerden dağa çıkmaya çalışanları taşlarla geri püskürttüler. Allah bunu: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." şeklinde ifade etmiştir. Devamında da: “...Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye..." buyurmuştur ki burada kaybedilenden kasıt ganimet, başa gelenden kasıt ölülerdir. Zira Ebû Süfyân'ın karşılarında belirmesiyle bunları unutmuşlardır. İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: “Uhud savaşında Müslümanlar arkadaşlarının öldürülmesinden dolayı çok üzüldüler. Yaralı bir şekilde kaçışıp vadiye girdikten sonra Ebû Süfyân ile askerleri gelip vadinin girişinde durdular. Müminler, müşriklerin vadinin içine dalacaklarını ve kendilerini de arkadaşları gibi öldüreceklerini düşündüler. Bundan dolayı onları bir üzüntü kapladı ki öldürülen arkadaşlarına olan üzüntülerini unutturdu. İşte: “...Allah sizi kederden kedere uğrattı..." buyruğundaki kasıt budur." 154"Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bîr kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahilıye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; «Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok» diyorlardı. De ki: «Bütün iş, Allah'ındır.» Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: «Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.» De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir." İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Uhud savaşından sonra Müslümanlarla aralarında olan şeylerden sonra müşrikler oradan ayrıldılar. Ayrılırken de bir sonraki yıl Bedir'de tekrar karşılaşmak istediklerini söylediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Olur!" karşılığını verdi. Ancak Müslümanlar müşriklerin oradan ayrılıp Medine'ye saldırmalarından çekindiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın birini peşlerinden gönderdi ve ona: “Gidip bak, eğer atlarından uzakta yük ve eşyalarının yanında oturuyorlarsa Mekke'ye dönecekler demektir. Ancak yük ve eşyalarından uzakta henüz atlarının üzerinde iseler demek ki Medine'ye saldıracaklar" buyurdu. Müslümanlara da: “Eğer Medine'ye saldıracaklarsa Allah'a karşı takvalı olup sabretmeniz gerekiyor" buyurdu ve savaş için hazırlıklı olmalarını söyledi. Gönderdiği kişi gidip bakınca müşriklerin telaş içinde yük ve eşyalarıyla uğraştıklarını gördü. Durumu öğrenen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüksek bir sesle müşriklerin Mekke'ye döneceklerini Müslümanlara bildirdi. Müminler bunu Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işitince inanıp rahatladılar ve Medine'de rahat bir şekilde uykuya daldılar. Ancak münafıklardan bazıları hâlâ müşriklerin Medine'ye saldıracakları endişesini taşıyıp durdu. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin saldırmayacağı haberini vermesi konusunda Yüce Allah: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü...'" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “O günü Yüce Allah Müslümanlara endişelerinden sonra bir uyku gönderip rahatlattı. Zira kişi ancak kendini emniyette hissettiği zaman uykuya dalabilir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de Misver b. Mahreme'den bildirir: Abdurrahman b. Avf'a: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi..." âyetini sorduğumda: “Uhud savaşı sırasında bizleri bir uyku sarmıştı" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî'nin Delâil'de Enes'ten bildirdiğine göre Ebû Talhâ şöyle demiştir: Uhud savaşı sırasında mevzilerimizde iken hepimizi bir uyku bastırdı. Uyuyanlardan biri de bendim. Kılıcım elimden düşüyor onu geri alıyordum, bir daha düşüyor bir daha alıyordum. Yüce Allah'ın: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi..." âyeti da bunu dile getirmektedir. Diğer kısım da münafıklardır. Onların da kendilerini düşünmekten başka da bir dertleri yoktu. İnsanlar içinde en ödlek, en korkak ve hak konusunda en kuşkucu olanlar bunlardır. Yüce Allah onlar hakkında: “...Allah'a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; "Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok" diyorlardı..." buyurup bu iddialarını yalanlamış, Allah hakkında kuşkucu ve şüpheci olduklarını ifade etmiştir. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî'nin Delâil'de Sâbit vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Ebû Talha şöyle demiştir: Uhud savaşında başımı kaldırıp etrafıma baktığımda herkesin kalkanının altında uyukladığını gördüm. Yüce Allah'ın: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi...'" âyeti da bunu dile getirmektedir. Tirmizî, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm: “Uhud savaşında başımı kaldırıp etrafıma baktığımda herkesin kalkanının altında uyukladığını gördüm" dedi ve: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi..." âyetini okudu. ibn İshâk, İbn Râhuye, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, ibn Merdûye, Ebû Nuaym ve Beyhakî, Delâil'de Zübeyr'den bildirir: Uhud savaşında Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikteyken korku ve endişemiz arttığı bir zamanda Yüce Allah bize bir uyku gönderdi. Bunun ardından başı öne düşüp uyumayan kimse kalmadı. O sırada Muattib b. Kuşeyr'in sesini rüyada gibi duyuyordum. Muattib: “Savaş konusunda bizim de görüşümüz alınsaydı bugün burada böyle ölümle başbaşa kalmazdık" diyordu. Muattib'in bu sözü üzerine: “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; «Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok» diyorlardı. De ki: «Bütün iş, Allah'ındır.» Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik..." âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî), Âl-i imrân Sûresi'nin bu âyetini: (.....) lafzıyla okurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Savaş ortamında uyku Yüce Allah tarafından ihsan edilen bir güvendir. Namaz esnasında uyku ise şeytandandır." İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Uhud savaşı sırasında münafıklar, münafıkların lideri sayılan Abdullah b. Übey'ye: “Bugün Hazrecliler öldürüldü" dediklerinde: “Bu konuda bizim elimizden bir şey gelir mi ki? Ama Allah'a yemin olsun Medine'ye geri döndüğümüzde saygın olanlar (bizler) aşağılık olanları (Müslümanları) şehirden çıkaracaktır!" karşılığını verdi. Bu iddiaya cevaben de: “Şâyet evlerinizde kalsaydınız dahi ölmeleri takdir edilenler yine kalkıp ölecekleri yerlere giderlerdi" mealindeki âyet nazil oldu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ile Rabî': “...Allah'a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar..." âyetini açıklarken: “Cahiliye zannından kasıt, şirke dayalı zandır" demişlerdir. İbn İshâk ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Uhud savaşı sırasında Muattib: “Savaş konusunda bizim de görüşümüz alınsaydı, bugün burada böyle ölümle başbaşa kalmazdık" deyince Yüce Allah bu yöndeki sözleri konusunda: “...Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; «Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok» diyorlardı. De ki: «Bütün iş, Allah'ındır.» Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik..."" âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': “...Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunların içlerinde sakladıkları ve açıklayamadıkları şey: “...Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öidürülmezdik..."buyruğuyla ifade edilmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye bu âyet sorulunca şöyle demiştir: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birçok kişi öldürülünce Abdullah b. Übey'ye gelip: “Bu konuda ne dersin?" diye sordular. O da: “Vallahi bu konuda bizim görüşümüz alınmıyor. Şâyet alınsaydı burada bu şekilde ölümlerle baş başa kalmazdık" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “...De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi..." âyeti sorulunca şöyle dedi: “Yüce Allah Müslümanların kendi yolunda savaşmalarını emretmiştir. Ancak bu, savaşa katılan herkesin öleceği anlamına gelmez. Sadece ölmesini Yüce Allah'ın takdir ettiği kişiler ölür." 155"İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halimdir." İbn Cerîr, Küleyb'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb, Cuma günü bir hutbe verdi ve hutbede Âl-i İmrân Sûresi'ni okudu. Hutbe verdiği zaman da bu sûreyi okumayı severdi. Sûreyi okurken: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetine geldiği zaman şöyle dedi: “Uhud savaşında başta müşrikleri hezimete uğratmıştık. Daha sonra olaylar olduğunda dağa çekildim. Dağa da tırmanırken kendimi sıçrayarak koşan bir geyik gibi hissettim. Çıktığımda insanlar: “Muhammed öldürüldü!" diyorlardı. Ben de: “Muhammed'in öldüğünü söyleyen birini görürsem öldürürüm!" dedim. Dağda hepimiz bir araya geldikten sonra: “iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halimdir" âyeti nazil oldu. İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Avf: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüz çevirip kaçanlar biri Mühacirlerden, ikisi de Ensâr'dan olmak üzere üç kişiydi." İbn Mende, Ma'rifetu's-Sahâbe'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Osmân, Râfi' b. el-Muallâ ve Hârice b. Zeyd hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Râfi' b. el- Muallâ, Ensâr'dan başka bir adam, Ebû Huzeyfe b. Utbe ve başka biri hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Osmân, Velîd b. Ukbe, Hârice b. Zeyd ve Rifâ'a b. el- Muallâ hakkında nazil oldu" demiştir. Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: “O günü yüz çevirip kaçanlar Osmân b. Affân ve Zurayk oğullarından (Ensarlı iki kardeş olan) Sa'd b. Osmân ile Ukbe b. Osmân'dı." İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn ishâk: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Kaçanlar filan kişi, Ensarlı ve Zurayk oğullarından iki kardeş olan Sa'd b. Osmân ile Ukbe b. Osmân'dır. Savaş esnasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafından kaçan Müslümanlardan bazıları A'vas'ın bu tarafında olan el-Munekkâ'ya kadar ulaştılar. Ukbe b. Osmân ile Sa'd b. Osmân, A'vas yakınında bir dağ olan Cel'ab'a kadar ulaştılar ve orada üç gün boyunca kaldılar. Daha sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına dönmüşlerdir. Döndüklerinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Çok uzağa gitmişsiniz" buyurduğunu söylemişlerdir. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Hadise Uhud savaşı sırasında gerçekleşmiştir. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazıları o günü savaş meydanından ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından kaçmışlardır. Bu da şeytanın yönlendirmesi ve onları korkutmasıyla olmuştur. Ancak sonrasında sizin de okuduğunuz gibi Yüce Allah bu konuda onları mazur görüp affetmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halimdir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşında Müslümanlardan ve müşriklerden oluşan iki ordu karşı karşıya geldiği zaman Müslümanlar savaş meydanından ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından kaçışmışlar, Allah Resûlü'nün yanında sadece 18 kişi kalmıştır. Âyet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sakın yerinizi terk etmeyin!" emrine rağmen Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) bu emrine karşı gelip yerlerini terk eden okçuların da bunu şeytanın yönlendirmesi ile yaptıklarını ifade etmiştir. Ancak bu hareketlerine rağmen Yüce Allah onları affedip tümden yok edilmelerine izin vermemiştir. Bedir savaşından kaçanları cehennemle tehdit etmesi gibi Uhud savaşından kaçanları tehdit etmeyip onları bağışlamıştır. Bu da tavizsiz bir tavırdan sonra verilen bir ruhsattır." Ahmed ile İbnu'l-Münzir, Şakîk'den bildirir: Abdurrahman b. Avf, Velîd b. Ukbe ile karşılaşınca, Velîd ona: “Müminlerin emiri Osmân'a karşı neden bu kadar katısın?" diye sordu. Abdurrahman: “Ona söyle, Uhud savaşında kaçan ben değildim. Bedir savaşına katılmayan ben değildim. Ömer'in uygulamalarını da bırakan ben değilim" karşılığını verdi. Velîd gidip bunları Osmân'a söyleyince, Osmân da şöyle karşılık verdi: “Uhud savaşında kaçtığımı söylüyor. Ancak Yüce Allah: “İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yi ne de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halimdir" buyurup beni bağışlamışken kendisi nasıl beni bu konuda ayıplar? Bedir savaşına da katılmadığımı söylüyor. Oysa Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hasta olan kızı Rukayye'nin yanında kalıp vefatına kadar bakımını yaptım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Bedir'de elde edilen ganimetlerden bana da pay verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de birine ganimetten pay verdiği zaman o kişi savaşa katılmış gibi olur. Ömer'in sünnetini bıraktığımı söylemesine gelince ise, Ömer'in sünnetini uygulamaya ne benim gücüm yeter, ne de onun. Git ve bunları ona anlat." İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Recâ b. Ebî Seleme: “Hilim, akıldan daha değerlidir. Zira Yüce Allah kendisini 'Halîm' olarak nitelendirmiştir" dedi. 156Bkz. Ayet:158 157Bkz. Ayet:158 158"Ey iman edenleri Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, «Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürölmezlerdi» diyen inkârcılar gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, «Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın...'" âyetini açıklarken: “Böyle diyenler Abdullah b. Ubey b. Selûl ile münafıklardı" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, «Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Böyle diyenler Abdullah b. Ubey ve çevresinde bulunan münafıklardır. Âyette bahsedilen seferden kasıt da ticaret için çıkılan yolculuklardır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar kafirlerin sözleridir. Zira onlardan bir kişi öldüğü zaman: «Şâyet yanımızda olsaydı ölmezdi» derlerdi. Yüce Allah da burada Müslümanlara, böylesi durumlarda kafirler gibi bu tür şeyleri söylememelerini emretmiştir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah, bunu onların kalplerine bir hasret olarak koydu..." âyetini açıklarken: “Onların bu sözü kendilerine hiçbir fayda sağlamadığı gibi kendilerini daha da üzmektedir" demiştir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “...Allah, bunu onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah, kafirlerin kalplerine, ölülerine yönelik böylesi bir duygu ve düşünceyi Allah'a olan imanlarının azlığı ve zayıflığından dolayı koymuştur. Yaşatan ve öldüren Allah'tır. Kudretiyle dilediği kişilerin ecelini öne alıp, dilediği kişilerin ecelini de erteler. Her insan sonuçta mutlaka ölecektir. Ancak kişinin Allah yolunda ölmesi veya öldürülmesi, ölüm korkusuyla savaştan geri durup mal biriktirmesinden ve biriktirdiği mallardan daha değerlidir. Tabi bunu biliyorlarsa ve Allah'a karşı takvaları varsa. Böylesi bir tavır da kişinin ahiretten yüz çevirip dünyaya yöneldiğini göstermektedir. Son olarak Yüce Allah, ölerek veya öldürülerek herkesin bir şekilde hayatının sona ereceğini ve ölüm sonrasında hekesin Allah'ın huzurunda toplanacağını ifade etmiştir. Onun için dünya hayatı insanı baştan çıkarıp aldatmamalıdır. Cihad ile Yüce Allah'ın emrettiği şeyler uğrunda verilecek çabalar, dünya ve nimetlerinden daha değerli ve kalıcıdır." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş, Kur'ân'da ile (.....) şeklinde geçen ifadelerin tümünde baştaki (.....) harfini kesreli okumuştur. 159"Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Âyette Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'ın merhametiyle insanlara karşı yumuşak davrandığı ifade edilmiş, Yüce Allah'ın onu kabalıktan, sertlikten uzak tuttuğu, müminlere yakın, şefkatli ve merhametli kıldığı dile getirilmiştir. Bize anlatılana göre de Tevrat'ta Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kaba ve katı olmayan, çarşılarda çığırtkanlık yapmayan, yapılan kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, aksine şahsına yapılan kötülüğü hoş görüp affeden biri şeklinde anlatılmaktadır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye bu âyet sorulunca: “Burada Yüce Allah, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ahlâkını anlatmıştır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Senin yanından dağılıp giderlerdi" şeklinde açıklamıştır. Hakîm et-Tirmizî ve İbn Adiy'in içinde metrûk biri olan bir senedle Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah farzları ikâme etmemi emrettiği gibi insanlarla iyi geçinmemi de emretti" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...İş hakkında onlara danış..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah aslında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) onların görüşlerine ihtiyacı olmadığını biliyor, ancak bu yönde sonra dan geleceklere örnek olması bakımından bunu dile getirmiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...İş hakkında onlara danış..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Yüce Allah kendisine vahiy indirmesine rağmen Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına danışmasını söylemiştir. Zira bu hem insanların gönlünü alıp rahatlatır, hem de iş yapacakları zaman Allah'ın rızasını umarak birbirlerine danıştıkları zaman doğru yolu bulmaları daha kolay olur." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: “Yüce Allah böylesi bir davranışın değeri ve bereketini bildiği içindir ki Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) danışmayı emretmiştir." Süfyân der ki: “Bana ulaşana göre başkalarına danışma aklın yarısıdır. Ömer b. el-Hattâb da kadınlara bile danışır, görüşlerini alırdı." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: “Bir topluluk işlerini danışarak yaptıkları sürece en doğru yolu bulmuş olurlar." İbn Adiy ve Beyhakî, Şuab'da hasen bir senedle İbn Abbâs'tan bildirir: “...İş hakkında onlara danış..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah'ın ve Resûlünün aslında öylesi bir danışmaya ihtiyacı yoktur, ancak Yüce Allah bunu ümmetime bir rahmet kılmıştır. İçlerinden danışarak iş yapanlar doğruyu bulurlar. Danışmadan iş yapanlar ise yanlış yola girmekten korunamazlar" buyurdu. Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İstihare yapan hüsrana uğramaz, danışan pişman olmaz, tutumlu olan da yoksul düşmez" buyurmuştur. Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...İş hakkında onlara danış..." âyetini açıklarken: “Burada kendileriyle danışılması istenen kişiler Ebû Bekr ile Ömer'dir" demiştir. Hâkim, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bu âyet (istişare âyeti) Ebû Bekr ile Ömer hakkında nazil oldu" demiştir. Ahmed'in Abdurrahman b. Ğanm'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr ile Ömer'e: “Bir konuda size danıştığımda bildirdiğiniz ortak görüşe aykırı davranmam" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “İnsanlar içinde Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) daha fazla ashabına danışan biri yoktu" demiştir. Bezzâr, Ukaylî ve Taberânî ceyyid bir senedle İbn Amr'dan bildirir: Ebû Bekr, Ömer'e: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş konusunda ashabıyla istişare yapardı. Sen de bu konuda istişare yap" şeklinde bir yazı yazdı. Hâkim'in Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şayet istişare yapmadan birini yerime halef bırakacak olsaydım İbn Ümmü Abd'i (Abdullah b. Mes'ûd'u) bırakırdım" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de ve İbnu'l-Münzir'in hasen bir senedle bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: “(=Bazı işlerde onlarla danış)" lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in İbn Şîrîn vasıtasıyla bildirdiğine göre Abîde: “...İş hakkında onlara danış..." âyetini açıklarken: “Bundan kasıt, savaş konularında onlarla istişare yapmadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Fakat karar verdin mi Allah'a güven..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir konuda karar aldığı zaman Allah'ın emirleri doğrultusunda ve ona tevekkül ederek bu kararı uygulamaya geçirmesini emretmiştir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd ile Ebû Nehîk bu âyeti: “(=Ey Muhammed! Sana yapmanı karar kıldığım bir konuda Allah'a tevekkül et)" lafzıyla okumuşlardır. İbn Merdûye, Hazret-i Âli'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir işe azmetme konusu sorulunca: “Önce akıllı kişilerle istişare edilmeli, sonra verdikleri karara göre işe başlanmalıdır" buyurdu. Hâkim, Hubâb b. el-Münzir'den bildirir: Bedir savaşı sırasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iki konuda fikir verdim ve dediklerimi kabul edip uyguladı. İlki, savaş için çıktığımızda askeri karargâhı Bedir'deki suya varmadan kurdu. Ona: “Yâ Resûlallah! Bunu sana gelen vahye göre mi, yoksa kendi görüşünce mi yaptın?" diye sorduğumda: “Kendi görüşümce ey Hubâb!" karşılığını verdi. "Ben olsam suyu arkadamda bırakırdım. Sığınmak zorunda kalırsam arkasına sığınırım" dediğimde bu fikrimi kabul etti. İkincisine gelince, Cebrâîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Dünyada ashabınla birlikte kalmak mı istersin, yoksa Yüce Allah'ın katına çıkıp sana vaad ettiği Cennet nimetlerine kavuşmak mı? İkisinden birini seç" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda ashabına danışınca: “Yâ Resûlallah! Burada bizimle kalman bizim için daha iyidir. Zira düşmanlarımızın açıklarını bize söyler, Allah'tan bize yardım diler, sana gelen vahiyleri bize aktarırsın" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Hubâb! Sen neden konuşmuyorsun?" diye sorunca: “Yâ Resûlallah! Rabbin senin için neyi seçmişse sen de onu seç" dedim. Bu fikrimi de kabul etti." Zehebî: “Münker bir hadistir" demiştir. İbn Sa'd, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşı için askeri karargâhını bir yerde kurdu. Hubâb b. el-Münzir: “Burası karargâh kurulacak bir yer değil. Müşriklere en yakın suyun yanına gidelim. Orada bir havuz yapar, içini su doldurur ondan içeriz. Sonrasında savaşırken diğer kuyuları kapatırız" dedi. Bunun üzerine Cebrâîl Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve: “Hubâb b. el-Münzir'in görüşü isabetli bir görüş" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Ey Hubâb! Bize iyi bir fikir verdin" buyurdu ve Hubâb'ın dediği gibi yapıldı. İbn Sa'd, Yahyâ b. Saîd'den bildirir: Bedir savaşında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlarla istişarede bulundu. Hubâb b. el-Münzir kalktı ve: “Biz savaşçı bir topluluğuz. Benim görüşüm, biri hariç su kuyularının hepsini kapatalım. Kalan kuyunun yanında da onlarla savaşalım" dedi. Aynı şekilde Kurayza ve Nadîr oğullarıyla yapılan savaşta da müslümanlarla istişarede bulundu. Hubâb b. el-Münzir yine kalkıp: “Benim görüşüm, iki kabilenin kaleleri arasında karargâhı kuralım. Bu şekilde birbirlerinden haber almalarını engellemiş oluruz" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onun bu görüşünü dikkate aldı. 160"Allah sîze yardım ederse, sîzi yenecek yoktur. Eğer sîzi yardımsız bırakırsa, ondan sonra sîze kim yardım edebilir? Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Eğer Yüce Allah sana yardım ederse insanlardan hiç kimse seni artık yenemez. Senden yardımını kesenlerin de bu durumda sana bir zararları olmaz. Ancak Yüce Allah yardımını senden keserse bu durumda insanlardan hiç kimse sana yardım edemez. İnsanlar için benim emirlerimi bırakma, aksine benim emirlerimi yerine getirmek için insanları bırak. Müminlerde insanlara değil bana tevekkül etsinler." 161Bkz. Ayet:163 162Bkz. Ayet:163 163"Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızm herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir! Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir." Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Miksam vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez...'" âyeti, Bedir savaşında kaybolan kadife bir kumaş hakkında nazil olmuştur. Bazıları: “Belki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) almıştır" deyince: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir"' âyeti nazil oldu. İbn Merdûye, Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: “Münafıklar çalınan bir şey konusunda Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) suçlayınca: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti nazil oldu." İbn Cerîr, A'meş'ten bildirir: İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) (=Hiçbir peygambere ihanet edilemez) şeklinde okurdu. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle demiştir: “Aksine edilir, hatta öldürülür. Bu âyet kaybolan kadife bir kumaş hakkında nazil olmuştur. Bazıları: “Bedir savaşında onu Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) almıştı " deyince: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti nazil oldu." Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti, Bedir savaşında ganimet mallarından olan ve kaybolan kırmızı kadife bir kumaş parçası konusunda nazil olmuştur." Taberânî ceyyid bir senedie İbn Abbâs'tan bildirin "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ordu gönderdi, ancak ordu ancak bir zafer elde edemeden geri döndü. Daha sonra bir ordu daha gönderdi. Dönüşte ganimet mallan içinden altından bir geyik başı kaybolunca: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti nazil oldu." Bezzâr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyetini: “Bir peygamber ashabı tarafından ihanetle suçlanamaz" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir. "Bedir savaşı sonrası müşriklerden elde edilen ganimetler arasında olan kırmızı renkli kadife bir kumaş kayboldu. Bazıları: “Belki onu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) almıştır" deyince, "Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..."âyeti nazil oldu." Ravi Husayf der ki: Saîd b. Cübeyr'e: “Bu âyet, (.....) (=Hiçbir peygambere ihanet edilemez) şeklinde mi okunuyor?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: “Hayır! İhanet etmesi düşünülemez anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla okunur. Zira vallahi bazı peygamberlere ihanet edilmiş, hatta bazıları öldürülmüştür." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti "(Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez)" lafzıyla okumuştur. Abd b. Humeyd de Ebû Abdirrahman es-Sülemî, Ebû Recâ, Mücâhid ve İkrime'den benzerini zikreder. Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: “(Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez)" lafzıyla okudu." İbn Menî', Müsned'de Ebû Abdirrahman'dan bildirir: İbn Abbâs'a: “İbn Mes'ûd bu âyeti, "(=Hiçbir peygambere ihanet edilemez) şeklinde okuyor" dediğimde şu karşılığı verdi: “Peygambere ihanet edilirdi, hatta öldürülürdü. Âyet, ihanet etmesi düşünülemez anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla okunur. Zira Yüce Allah ihanet eden birini peygamber kılacak değildir." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada ihanetten kasıt, ganimeti patlaştırırken Müslümanlardan bazılarına pay verip bazılarına haksızlık yapıp vermemesidir. Âyet, bu konuda onun adaletli olmasını, Yüce Allah'ın emri ve hükmü doğrultusunda paylaşımı yapmasını söylemiştir. Burada, Yüce Allah, ashabına ihanet eden birini peygamber yapacak değildir ki böyle yaparsa ashabı da bu konuda onu örnek alacaklardır, denilmiştir." İbn Ebî Şeybe ile İbn Cerîr, Seleme b. Nubayt vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktığı bir savaşta bir öncü birlik gönderdi. Kendisi de yaptığı savaşta ganimet elde etti. Ganimeti Müslümanlar arasında paylaştırıp öncü birliğe bir şey ayırmadı. Öncü birlik döndüğünde: “Ganimeti paylaştırdı, ancak bize bir şey vermedi" demeye başladılar. Bunun üzerine, "Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti nazil oldu. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyetini açıklarken: “Ganimeti paylaştırırken bazılarına verip bazılarına vermemesidir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez" şeklinde açıklamıştır. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti, (.....) (=Hiçbir peygambere ihanet edilemez) şeklinde okumuştur. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ile Rabî' bu âyeti, (.....) (=Hiçbir peygambere ihanet edilemez) şeklinde okumuş ve şöyle açıklamışlardır: “Bir peygambere, çevresindeki ashabı ihanet edemez. Bize bildirilene göre bu âyet Bedir savaşında, ashâbdan bazılarının ganimet konusunda ihanet etmesi üzerine nazil olmuştur." Taberânî ve Hatîb, Târih'de Mücâhid'den bildirir: İbn Abbâs bu âyeti, hiçbir peygambere ihanet edilemez anlamına gelecek şekilde (.....) lafzıyla okuyanların bu kıraatlerini kabul etmez ve şöyle derdi: “Bir peygambere nasıl ihanet edilemez? Oysa ihanet bir yana öldürülenler de olmuştur. Yüce Allah: “...Haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı..."buyurmuştur. Halbuki münafıklar ganimet konusunda Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ihanetle itham edince: “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez..." âyeti nazil olmuştur." Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Zeyd b. Hâlid el- Cühenî'den bildirir: Huneyn savaşı sırasında Müslümanlardan biri vefat etti. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip namazını kıldırmasını istediklerinde: “Namazını siz kılın" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği bu karşılık karşısında Müslümanların yüzünün rengi değişti. Bunu gören Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Arkadaşınız Yüce Allah yolunda iken hıyanette bulundu" buyurdu. Adamın eşyalarını aradığımızda da Yahudilerden elde edilen ganimetten alınmış iki dirhem değerinde boncuklar bulduk.' Hâkim, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet elde edildiği zaman Bilâl bir çağrı yapar herkes de elindeki ganimeti getirirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ganimetlerde humusu (beştebiri) ayırdıktan sonra kalanı Müslümanlar arasında paylaştırırdı. Yine böylesi bir ganimet paylaşımından sonra adamın biri kıldan yapılmış bir yular getirdi ve: “Yâ Resûlallah! Bu da ganimet olarak ele geçirdiklerimizden biriydi" dedi. Allah Resûlü adama üç defa: “Bilâl'in çağrısını işittin mi?" diye sorunca, adam: “Evet, işittim" dedi. Allah Resûlü: “Peki çağrıyı duyduğunda neden bunu getirmedin?" diye sorunca, adam: “Yâ Resûlallah! Bundan dolayı özür dilerim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kıyamet gününde bu yuları huzura sen getir. Ben senden bunu kabul edip alamam" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Sâlih b. Muhammed b. Zâide'den bildirir: Mesleme, Rum topraklarına savaşa çıktı. Savaş sonrası elde edilen ganimetlerde hıyanet eden biri getirilince durumunu Sâlim'e sordu. Sâlim şu karşılığı verdi: “Babam'ın Ömer'den naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ganimet malından çalan birini görürseniz eşyalarını yakıp onu dövün» buyurmuştur." Adamın, yakmak için topladığımız eşyaları içinde bir Mushaf bulduk. Ne yapılması gerektiği Sâlim'e sorulduğunda: “Satın ve parasını sadaka olarak verin" dedi. Abdurrezzâk, Musannef’te Abdullah b. Şakîk'ten bildirir: Bizzat şahit olan birinin bana anlattığına göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Vâdi'l-Kurâ'da iken adamın biri yanına geldi ve: “Azatlın olan filan kişi şehit düştü" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Aksine şimdi, Allah ve Resûlü'ne ihanet edip çaldığı aba içinde ateşe doğru sürükleniyor" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüküyle ilgilenen Kirkire adında bir adam vardı ve öldü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onun için: “O, Cehennemdedir" buyurdu. Gidip ona baktıklarında üzerinde ganimet mallarından çaldığı bir aba buldular. İbn Ebî Şeybe, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ Resûlallah! Azatlın olan filan kişi şehit düştü" dediklerinde: “Hayır, şehit düşmedi, zira üzerinde ganimet mallarından çaldığı bir aba gördüm" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den bildirir: Rifâ'a, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir köle hediye etti. Allah Resûlü Hayber'e giderken bu köleyi de yanında götürdü. İkindi ile akşam arasında konakladıklarında kör bir ok gelip bu köleyi öldürdü. Ona: “Cennet sana kutlu olsun" dediğimizde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nefsim elinde olana yemin olsun ki Müslümanların ganimetinden çaldığı o hırka ateş olup üzerinde yanmaktadır" buyurdu. Ensâr'dan bir adam: “Yâ Resûlallah! Ben de o günü iki ip almış, ganimet mallarına katmamıştım" deyince, Allah Resûlü: “O iki ip kadarı senden kesilip Cehennem ateşinde yanacaktır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Amr b. Sâlim'den bildirir: “Arkadaşlarımızın dediğine göre ganimet mallarından bir şey çalanın cezası, çadırı ve eşyalarının yakılmasıdır." Taberânî'nin Kesîr b. Abdillah'tan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ganimet mallarından gizlice aşırma ve çalma olmaz! Yüce Allah: “...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." buyurur." Tirmizî, Muâz b. Cebel'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Yemen'e vali olarak gönderdi. Yola çıktıktan sonra haber yollayıp geri çağırttı. Geldiğimde bana şöyle buyurdu: “Seni neden geri çağırttım biliyor musun ? Benim iznim olmadan kimseden bir şey alma, zira bu hiyanete girer. Yüce Allah da: “...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." buyurur. İşte bunun için seni geri çağırttım. Şimdi görevinin başına dönebilirsin." Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet elde ettiği zaman münadisini gönderip şöyle seslenmesini emrederdi: “Dikkat edin de kimse ganimet mallarından bir iğne dahi çalmasın! Sakın kıyamet gününde birinizi dünyada iken ganimet mallarından çaldığı bir deveyi boynunda böğürerek taşırken görmeyeyim! Sakın kıyamet gününde birinizi dünyada iken ganimet mallarından çaldığı bir atı boynunda kişneyerek taşırken görmeyeyim! Sakın kıyamet gününde birinizi dünyada iken ganimet mallarından çaldığı bir koyunu boynunda meleyerek taşırken görmeyeyim!" Bu çağrıyı da birkaç defa tekrarlatırdı. Yine bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ganimet malları konusunda ihanetten sakının! Zira böylesi bir şey kişi için utanç, rezillik ve ateştir" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp bir konuşma yaptı. Konuşmasında ganimet malları konusunda yapılan ihanetten, böylesi bir ihanetin ne kadar tehlikeli ve büyük bir günah olduğundan bahsetti. Sonra şöyle buyurdu: “Sakın kıyamet gününde birinizi boynunda böğüren bir deveyi taşırken ve: «Yâ Resûlallah! Bana yardım et!» derken görmeyeyim! Çünkü o zaman ona: «Ben zamanında sana tebliğimi yapmıştım. Artık Allah'a karşı sana herhangi bir faydam dokunamaz» diyeceğim. Sakın kıyamet gününde birinizi boynunda kişneyen bir atı taşırken ve: «Yâ Resûlallah! Bana yardım et!» derken görmeyeyim! Çünkü o zaman ona: «Ben zamanında sana tebliğimi yapmıştım. Artık Allah'a karşı sana herhangi bir faydam dokunamaz» diyeceğim. Sakın kıyamet gününde birinizi boynunda dalgalanan giysiler taşırken ve: «Yâ Resûlallah! Bana yardım et!» derken görmeyeyim! Çünkü o zaman ona: «Ben zamanında sana tebliğimi yapmıştım. Artık Allah'a karşı sana herhangi bir faydam dokunamaz» diyeceğim. Sakın kıyamet gününde birinizi boynunda altın ile gümüşü taşırken ve: «Yâ Resûlallah! Bana yardım et!» derken görmeyeyim! Çünkü o zaman ona: «Ben zamanında sana tebliğimi yapmıştım. Artık Allah'a karşı sana herhangi bir faydam dokunamaz» diyeceğim. " Hennâd ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre adamın biri Ebû Hureyre'ye: “Yüce Allah'ın: “...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." âyetini biliyorsun. Ancak biri bin dirhem veya ikibin dirhem çalar ve kıyamet gününde huzura çıkarken bunları taşıyabilir. Peki, yüz veya ikiyüz deve çalan kimse huzura çıkarken bunları nasıl taşıyacak?" diye sorunca, Ebû Hureyre şu karşılığı verdi: “Her bir dişi Uhud dağı kadar, her bir baldırı Verikân dağı kadar, her bir bacağı Beydâ dağı kadar, kalçası da Rebeze ile Medine arası kadar olan bir kişi sence bunları taşıyamaz mı?" İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuab'da Büreyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yedi deve ağırlığında bir taş Cehenneme atıldığı zaman dibe ancak yetmiş sene sonra ulaşır. Bu şekilde kişinin ihanet ederek aldığı mal bu taşla birlikte atılır. Sonra onu alan kişinin bu malı getirmesi istenir. İşte: “...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." âyeti da bunu anlatmaktadır," İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim ve Ebû Dâvud'un Adiy b. Amîre el- Kindî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey insanlar! Her kim bizim için bir görevde bulunur da bir iğneyi dahi bizden gizleyip alırsa ihanet etmiş olur" buyurmuştur. Başka bir lafızda: “...İhanet yapmış olur ve kıyamet gününde huzura aldığı şeyle birlikte çıkar" şeklinde geçer. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Üneys ile Hazret-iÖmer bir gün sadaka konusunu müzakere ettiler. Ömer ona: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) zekat konusunda yapılan ihaneti zikredip: “Zekat malından bir deve veya bir koyun çalan kişi, kıyamet gününde huzura bu çaldığını taşıyarak çıkar" buyurduğunu işitmedin mi?" deyince, Abdullah b. Üneys: “Evet, işittim" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." âyetini açıklarken: “Yani ihanet ederek çaldığı malı kıyamet gününde boynunda taşıyarak gelir" demiştir. Ahmed ve İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhif de Humeyr b. Mâlik'ten bildirir: Mushafların nüshalar halinde çıkarılması (çoğaltılma) işine girişilip eldeki mushafların toplanması emri verildiği zaman İbn Mes'ûd: “Elindeki mushafı vermeyip yanında tutmak isteyen bunu yapsın. Zira kişi bu şekilde aldığı bir şeyle kıyamet gününde huzura çıkar. Kıyamet gününde de kişinin bu şekilde getirebileceği en güzel şey mushaftır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir! Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Allah'ın rızasını gözeterek ganimet malından bir şey çalmayan kişi bu ihaneti yaparak Allah'ın gazabına uğrayan kişiyle bir değildir. Sonrasında Yüce Allah hıyanet edip ganimet malından bir şey çalan kişinin sonunun Cehennem olduğunu ifade etmiştir. Sonrasında böylesi bir ihanete bulaşmayan kişilerin de sonunun ne olacağını zikretmiş ve bunların Allah katında faziletlere nail olacakları bildirilmiştir. En sonunda da Yüce Allah, insanlar içinde kimlerin böylesi bir hıyanete kalkıştığı kimlerin ise uzak durduğunu görüp bildiğini ifade etmiştir.'" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir?"' âyetini açıklarken: “Ganimette hıyanet eden kişi ile etmeyen kişi bir midir?" demiştir. İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir?" âyetini açıklarken: “Yüce Allah'ın emrettiği şekilde ganimetteki humusu veren kişi ile Yüce Allah'ın öfkesi ve gazabına uğrayan kişinin durumu bir midir?" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah'ın rızasına uyan kimse..." âyetini açıklarken: “Ganimetten humusu ödeyen kimsedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Allah'ın rızasına uyan kimse..." âyetini açıklarken: “Kişinin kendisine helal olan şeyi alması haram olan bir şeyi almasından daha hayırlıdır. Bu durum hem ganimetteki hıyanetlerde, hem de diğer tüm haksızlıklarda geçerlidir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlar Allah katında derece derecedirler...'" âyetini açıklarken: “Amellerine göre derecelendirilirler" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar Allah katında derece derecedirler..." âyetini açıklarken: “Onların Allah katında üstün dereceleri vardır, demekle aynı anlamdadır" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Onlar Allah katında derece derecedirler..." âyetini açıklarken: “Onların Allah katında üstün dereceleri vardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye, "Onlar Allah katında derece derecedirler..." âyetinin manası sorulunca: “Allah katında insanların iyi veya kötü amellerine göre dereceleri olacaktır" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Onlar Allah katında derece derecedirler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunlar Cennet ahalisidir ve Cennette kat kat otururlar. Üstte oturan kişi altta oturan kişiyi görüp kendi derecesinin üstünlüğünü görür. Ancak altta olan üstte olanı görmez ve bu şekilde kimsenin kendisinden üstün olduğunu düşünmez." 164"Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bîr sapıklık içinde idiler." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden... bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur..." âyetini açıklarken: “Böylesi bir lütuf Araplara has bir şeydi" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “İçlerinden bir peygamber gönderilmesi, kendilerinden herhangi bir istek ve talep olmadan bu ümmete verilen büyük bir lütuftur. Yüce Allah, kendisini, ümmeti karanlıklardan aydınlığa çıkaran, doğru yola ileten bir rahmet peygamberi kılmıştır. Yüce Allah, onu bilmeyen bir kavme gönderip bilmeleri gerekenleri öğretti. Ahlaktan nasibi olmayan bir kavme gönderdi, onları edepli ve ahlâklı kıldı." 165Bkz. Ayet:168 166Bkz. Ayet:168 167Bkz. Ayet:168 168"Başkalarını İki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz. De ki: «O» kendi tarafınızdandır.» Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir. İki birliğin karşılaştığı gön sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesı ve münafıkları ortaya çıkarması için idî. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın,- ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik» dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdı» dediler. De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşında müşriklerin size verdiği zararın iki katını sizler Bedir savaşında onlara vermiştiniz, anlamındadır." İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Bedir savaşında Müslümanlar, müşriklerden yetmiş kişiyi öldürmüş yetmiş kişiyi de esir almıştı. Uhud savaşında ise müşrikler, Müslümanlardan yetmiş kişiyi öldürmüşlerdir. İşte: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz..." âyeti bunu ifade etmektedir. Müslümanların: “Bizler müslümanız ve Allah için öfkelenip savaşıyoruz onlar ise müşrikler. Neden böylesi bir şeye maruz kaldık" şeklindeki söylenmelerine karşılık da Yüce Allah: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." şeklinde cevap vermiş ve böylesi bir sonucun Peygamberin kendilerine verdiği emri yerine getirmeyip ona isyan etmeleri dolayısıyla gerçekleştiğini dile getirmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar Uhud savaşında kendilerinden bu kadar kişinin öldürüldüğünü görünce: “Neden öyle bir şey oldu? Kafirler bizden bu kadar kişiyi nasıl öldürebilirler?" demeye başladılar. Yüce Allah onların böyle söylendiklerini görünce: “Bunlar Bedir savaşında müşriklerden aldığınız yetmiş esire karşılıktır" cevabını vermiştir. Yüce Allah böylesi bir şeyle Bedir'de esir almalarının karşılığını vermiş ve ahirette bundan dolayı sorumlu tutulmamaları için cezalarını dünyada iken vermiştir. İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: Cebrâîl, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi: “Ey Muhammed! Ashabının esir alma konusunu Yüce Allah pek de hoş karşılamadı. Yüce Allah, esirler konusunda ashabının iki şeyden birini tercih etmelerini emrediyor. Ya aldığınız esirlerin boynunu vurup öldürün veya diğer bir savaşa Müslümanlardan o kadar kişinin öldürülmesine karşılık fidye alarak onları serbest bırakın." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanları toplayıp bu konuyu onlara açtı. Onlar da: “Yâ Resûlallah! Bunlar sonuçta bizim aşiretimiz ve kardeşlerimizdir. Şâyet fidye karşılığında onları bırakırsak aldığımız fidyeyle düşmanlarımıza karşı daha da güçlü oluruz. Aldığımız esir kadarı da bizden şehit olsun. Şehit olmak ve şehit vermek bizim istemeyeceğimiz bir şey değil" karşılığını verdiler. Daha sonra yapılan Uhud savaşında da Müslümanlardan Bedir'de aldıkları esir sayısı kadarı yani yetmiş kişi şehit düştü. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile İbn Cüreyc: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: Uhud savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: “Yerinizden ayrılıp yanımıza gelmeyin!" emrini verdiği halde bu emre uymayıp karşı gelmelerinin cezasıdır. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu nereden, dersiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlar: “Bizler müslümanız ve Allah için öfkelenip savaşıyoruz onlar ise müşrik. Neden böylesi bir şeye maruz kaldık" şeklindeki söylenmelerine karşılık Yüce Allah: “...De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." şeklinde cevap vermiş, Uhud savaşında Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: “Yerinizden ayrılıp yanımıza gelmeyin!" emrini verdiği halde bu emre uymayıp karşı gelmelerinin cezası olduğunu ifade etmiştir. Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz. De ki: “O, kendi tarafınızdandır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Uhud savaşında Müslümanlar hezimete uğrayıp yetmiş şehit verdiler. Daha öncesinde Bedir savaşında ise müşriklerden yetmiş kişiyi öldürüp yetmiş kişiyi de esir almışlardı. Bize bildirilene göre Uhud savaşı öncesi Ebû Süfyân müşriklerle birlikte yola koyulunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını topladı ve: “Bizler sağlam ve korunaklı bir kalede (Medine'de) bulunuyoruz. Bırakalım müşrikler üzerimize gelsin, onlarla burada savaşalım" buyurdu. Ancak Ensâr'dan bazıları: “Medine sokaklarında ölü düşmeyi istemeyiz. Cahiliye döneminde bile burada savaşmaktan uzak duruyorduk. Müslüman olduktan sonra tabi ki daha fazla bundan kaçınacağız. Burada onlarla savaşmak yerine biz üzerlerine gidelim" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip zırhını giyindi. Bu arada müslümanlar: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir şey söyledi, ancak siz karşı çıkıp başka bir şey söylediniz. Ey Hamza! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) git ve bu konuda onun görüşüne göre hareket edeceğimizi söyle" dediler. Hamza gidip bunu aktarınca Allah Resûlü: “Bir peygamber zırhını giydiği zaman aldığı kararı uygulamadan artık onu çıkarmaz. Bu yüzden de başınıza bir musibet gelecektir" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Bu musibet genel mi yoksa kişiye özel mi olacak?" diye sorunca, Allah Resûlü: "Bunun nasıl olduğunu göreceksiniz" karşılığını verdi. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “...Bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik» dediler..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: “Uhud savaşı sırasında iki birliğin karşılaşması sonucu Müslümanların maruz kaldığı durum mümin ile münafıkların ayırtedilip ortaya çıkarılması içindir. Allah yolunda çarpışmaya çağrılan, ancak mazeret öne sürenler de Abdullah b. Ubey ile arkadaşlarıdır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Savaşmasanız dahi düşmana karşı sayıyı çok göstermek için katılın, anlamındadır" demiştir. İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Hâzım'dan bildirir: Sehl b. Sa'd'ın: “Keşke evimi satıp Müslümanların katıldığı bir savaşta düşmana karşı ön saflarda olabilseydim" dediğini işittim. Ona: “Gözlerin görmezken bunu nasıl yapacaksın?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: “Yüce Allah'ın: “...Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın..." âyetini işitmedin mi? Ben de savaşamasam da Müslümanların sayısını çok gösteririm." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini açıklarken: “Savaşmasanız da düşmana karşı Müslümanların sayısını çok gösterin, anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Avn el-Ensârî: (.....) âyetini: “Nöbet tutun" şeklinde açıklamıştır. İbn İshâk, İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İbn Şihâb ve başkalarından bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından 1000 kişiyle birlikte Uhud'a doğru yola çıktı. Uhud ile Medine arasında bulunan Şavt denilen bahçenin yanına ulaştıklarında Abdullah b. Übey, çıkanların üçte birini yanına alıp ayrıldı ve: “(Muhammed) Savaş konusunda diğerlerinin sözünü dinledi, ama benim sözüme karşı çıktı. Vallahi burada birbirimizi ne diye öldüreceğimizi de bilmiyoruz" dedi. Sonra kendisine katılan münafıklar ve içlerinde şüphe olanlarla birlikte Medine'ye doğru yola koyuldu. Seleme oğullarından Abdullah b. Amr b. Harâm peşlerinden gidip: “İnsanlar! Allah'tan korkun! Düşmanların geldiği bir anda Peygamberinizi ve insanlarınızı bırakıp gitmeyin!" diye seslendi. Ancak onlar: “Kesin savaşacağınızı bilseydik sizleri böyle bırakıp gitmezdik, ancak ortada bir savaşın olacağını düşünmüyoruz" karşılığını verdiler. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Savaşmayı bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik, dediler..."âyetini açıklarken: “Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşı için 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. Sabretmeleri halinde de Müslümanlara zafer sözü verdi. Ancak çıktıktan sonra Abdullah b. Ubey 300 kişiyle birlikte geri döndü. Ebû Câbir es-Sülemî onları geri döndürmek için peşlerinden gitti. Ancak onları ikna edemedi. Ona da: “Ortada bir savaşın olacağını düşünmüyoruz. Sen de bizi dinle ve yanımızda geri dön" dediler. Yüce Allah da onların: “Sen de bizi dinle ve yanımızda geri dön" demeleri hakkında: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın" buyurdu. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler...'" âyetini açıklarken: “Bize bildirilene göre bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken: “Bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah b. Ubey hakkında nazil oldu" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken: “Bunu diyen Abdullah b. Übey'dir" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Bunu diyenler Abdullah b. Ubey ile arkadaşlarıdır" demiştir. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bunu diyen kişi Abdullah b. Übey'dir. Dediği kişiler de Uhud savaşı için Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte çıkanlardır." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn İshâk: “...Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Yüce Allah, herbir kişinin mutlaka öleceğini, ancak ellerinden geliyorsa ölümü kendilerinden uzak tutmalarını dile getirmiştir. Âyet, hayatta kalıp ölümden kaçmak hırsıyla Allah yolunda cihad etmeyi bırakıp bu yönde nifak yapmaları üzerine nazil olmuştur." İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'tan bildirir: Yüce Allah, kaderciler (Kaderiyye) konusunda Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler..." âyetini indirmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bunu diyenler kafirlerdir. Kardeşlerinin cihad için savaş meydanında bulunmalarının kendilerini ecellerine yaklaştıracağını zannederek: “Şâyet yanımızda kalsalardı öldürülmeyeceklerdi" demişlerdir. 169Bkz. Ayet:170 170"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbleri katında rızıklandırılırlar. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler." Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbleri katında rızıklandırılırlar" âyeti Uhud'da şehit düşen Hamza ile diğer sahabiler hakkında nazil olmuştur. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Duhâ: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet Uhud savaşında şehit düşen Müslümanlar hakkında nazil olmuştur. Bu savaşta Hâşim oğullarından Hamza b. Abdilmuttalib, Abduddâr oğullarından Mus'ab b. Umeyr, Mahzûm oğullarından Şemmâs b. Osmân ve Esed oğullarından Abdullah b. Cahş olmak üzere dördü muhacirlerden diğerleri ise Ensâr'dandı." Ahmed, Hennâd, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kardeşleriniz Uhud savaşında şehit düşünce Yüce Allah onların ruhlarını, Cennet nehirlerinden içip meyvelerinden yiyen, Arş'ın gölgesinde asılı altından kandiller üzerine konan yeşil kuşların içine yerleştirdi. İçeceklerinin, yiyeceklerinin ve meskenlerinin ne kadar güzel olduğunu gördüklerinde: «Yüce Allah'ın bize bu yaptığını keşke kardeşlerimiz de bilseydi» dediler." Başka bir lafızda şöyle geçer: “«Cihattan yüz çevirip savaştan uzak durmamaları için diri olduğumuzu ve Cennette rızıklandırıldığımızı kardeşlerimize kim bildirir?» dediler. Yüce Allah da: «Sizin adınıza onlara bunu ben bildiririm» buyurdu." Bu konuda hakkında da Yüce Allah: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyetlerini indirdi. Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Âsim, es-Sunne'de, İbn Huzeyme, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Delâil'de Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle karşılaşınca: “Ey Câbir! Neden seni öyle kırgın görüyorum?" diye sordu. "Yâ Resûlallah! Babam Uhud savaşında şehit düştü. Ancak geriye çoluk çocuk ve borç bıraktı" dedim. Bana: “Yüce Allah'ın babanı nasıl karşıladığını sana söyleyeyim mi?" diye sorunca: “Tabi ki söyle" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yüce Allah kişiyle ancak bir perde gerisinden konuşur. Ancak babanı diritmiş, arada perde olmadan onunla konuşup: «Ey kulum! Dile benden dilediğini sana vereyim?» buyurmuştur. Baban: «Rabbim! Bana tekrar dünyaya gönder de senin yolunda bir daha öleyim» demiştir. Yüce Allah: «Ancak ölenlerin bir daha geriye dönmemelerini takdir etmiştim» buyurunca, baban: «Peki, Rabbim içinde bulunduğum durumu arkamda kalanlara bildir» dedi." Bunun üzerine de: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyeti nazil oldu. Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Câbir'e: “Sana güzel bir haber vereyim mi?" diye sorunca, Câbir: “Tabi ki ver" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bana verilen bilgiye göre Yüce Allah, babanı diriltti ve önünde oturtup: «İstediğini benden dile, sana bu isteğini vereceğim» buyurdu. Baban: «Rabbim! Sana hakkıyla kulluk edemedim. Bunun için beni dünyaya tekrar göndermeni ve Peygamberinin yanında savaşıp tekrar öldürülmeyi istiyorum» dedi. Ancak Yüce Allah: «Daha önceden artık dünyaya geri dönmemeni takdir etmiştim» buyurdu. " İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazıları: “Keşke Uhud savaşında öldürülen kardeşlerimizin akibetini öğrenebilseydik" deyince, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr, Rabî'den bildirir: Bize anlatılana göre bazıları: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: Bunlar Uhud savaşında öldürülenlerdir. Yüce Allah bunların canlarını alınca ruhlarını, Cennet nimetlerinden yiyen ve Arş'ın altındaki altından kandilleri mesken edinen yeşil kuşlar içine yerleştirmiştir. Yüce Allah'ın kendilerine vermiş olduğu böylesi ihsanları gördüklerinde de: “Keşke geride kalan kardeşlerimiz içinde bulunduğumuz durumu bilselerdi. Bilseler savaş olduğu zaman içinde bulunduğumuz nimetlere nail olmak için hemen cihada katılırlardı" dediler. Yüce Allah da: “Peygamberinize bu yönde vahiy indirip geride kalan kardeşlerinize içinde bulunduğunuz durumu bildireceğim" buyurdu. Bunu duyunca çok sevindiler ve: “Yüce Allah, içinde bulunduğumuz durumu kardeşlerimize ve Hazret-i Peygamber'e bildirecek" demeye başladılar. "Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek...'" âyeti de işte bu durumu anlatmaktadır. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Kays b. Mahreme'den bildirir: Şehit düşenler: “Rabbim! Geride kalan kardeşlerimize içinde bulunduğumuz durumu anlatacak bir elçi gönderebilir misin?" dediklerinde, Yüce Allah: “Bu konuda elçiniz ben olurum" karşılığını verdi. Sonra Cebrâîl'i: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyetleri ile Allah Resûlü'ne gönderdi. İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir. Uhud savaşında şehit düşenler Rablerinin huzuruna çıktıkları zaman onlara ikramlarda bulundu. Sonsuz bir hayatı, şehadeti ve güzel nimetleri elde ettiler. "Keşke Rabbimize kavuştuğumuzu, bizden razı olduğunu ve bizi razı ettiğini kardeşlerimize bildirecek biri olsa" dediklerinde, Yüce Allah: “Peygamberinize ve kardeşlerinize bunu ben bildiririm" buyurdu. Sonrasında: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, İshâk b. Ebî Talha'dan bildirir: Enes b. Mâlik, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Maûna kuyusunun bulunduğu yere gönderdiği sahabeleri anlatırken şöyle dedi: Sayıları kırk mı yoksa yetmiş mi tam olarak bilemiyorum. Kuyu bölgesinin başında Âmir b. et-Tufeyl bulunuyordu. Allah Resûlü'nün ashabı kuyu bölgesini gören bir mağarada oturdular. Birbirlerine: “Kuyu sakinlerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mesajını kim iletir?" diye sorduklarında, İbn Milhân el-Ensârî: “Ben gider iletirim" dedi. Sonrasında Milhân mağaradan ayrılıp evlerin bulunduğu hizaya geldi ve: “Ey Maûna kuyusu sakinleri! Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size gönderdiği elçiyim. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ediyorum. Siz de Allah'a ve Resûlü'ne iman edin!" diye seslendi. Ancak evin birinin kapısından bir adam çıktı. Elindeki mızrağı Milhân'ın yan tarafına saplayınca ucu öbür tarafından çıktı. Milhân: “Allahu Ekber! Kâbe'nin Rabbine andolsun ki kazandım!" dedi. Sonrasında Milhân'ın izini takip edip mağaradaki diğer sahabeleri buldular. Âmir b. et-Tufeyl hepsini öldürdü. Onlar hakkında önceleri: “Geride bıraktığımız kavmimize bildirin ki Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu, biz de ondan razı olduk" şeklinde bir âyet nazil oldu. Bir zaman bu âyeti okuduk, ancak daha sonra neshedilip kaldırıldı. Yüce Allah onun yerine: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar"' âyetini indirdi. İbnu'l-Münzir, Talhâ b. Nâfi' vasıtasıyla Enes'ten bildirir: Uhud savaşında Hamza ile diğer Müslümanlar şehit düştükten sonra: “Keşke kardeşlerimize, bulunduğumuz yeri ve bize verilen nimetleri bildiren biri olsaydı" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara: “Kardeşlerinize bunu ben bildiririm" buyurdu ve: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar. Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Allâh'ın nimetine, lutfuna ve Allâh'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler" âyetlerini indirdi.' İbn Ebî Şeybe ile Taberânî, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Uhud savaşında Hamza ile diğer Müslümanlar şehit düştükten sonra: “Keşke kardeşlerimize, Yüce Allah'ın bize verdiği mükâfatları bildiren biri olsaydı. Bu onları cihada daha fazla teşvik ederdi" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara: “Bunu onlara ben bildiririm" buyurdu ve: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Musannef’te, Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Hennâd, Abd b. Humeyd, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de Mesrûk'tan bildirir: Abdullah b. Mes'üd'a: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyetini sorduğumuzda şu karşılığı verdi: “Biz de bunu sormuştuk. Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar içindedir (Abdurrezzâk'ın lafzı: “Şehitlerin ruhları Allah katında yeşil kuş gibidir" şeklindedir). Meskenleri Arş'a asılı olan kandillerdir. Cennette diledikleri gibi gezip dolaştıktan sonra dönüp bu kandillere konarlar. Bir ara Rableri onlara baktı ve: “Canınızın istediği bir şey var mı?" diye sordu. Onlar: “Cennette istediğimiz gibi gezip dolaşırken canımız daha ne istesin" karşılığını verdiler. Rableri aynı şeyi onlara üç defa sordu. Bir şey istemeden bırakılmayacaklarını anladıklarında da: “Rabbim! Yolunda bir daha öldürülmek için ruhlarımızı tekrar bedenimize döndürmeni istiyoruz" dediler. Yüce Allah da onların bir şeye ihtiyacı olmadığını görünce de bıraktı." Abdurrezzâk, Ebû Ubeyde'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd bunu anlatırken, Yüce Allah üçüncü defa onlara: “Canınız bir şey istiyor mu?" diye sorunca: “Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selamımızı iletmeni, burada razı olduğumuzu ve bizden razı olunduğunu bildirmeni istiyoruz" dediklerini zikretti. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyetini açıklarken: “Henüz Cennette olmadıkları halde Cennet nimetlerinden rızıklandırılır ve onun kokusunu alırlar" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Kâtâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bize anlatılana göre şehitlerin ruhları beyaz kuşlar suretinde dolaşıp Cennet nimetlerinden yerler. Meskenleri de Sidretu'l-Müntehâ'dır. Yüce Allah kendi yolunda cihad eden kişiye üç haslet vermiştir: Allah yolunda öldürülen kişi diri kalıp rızıklandırılır. Düşmanı yenip zafer elde edeni büyük ecirlerle mükâfatlandırır. Allah yolunda iken ölen kişiye de Yüce Allah güzel rızıklar ihsan eder." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “...Onlar diridirler..."âyetini açıklarken: “Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar sûretinde Cennette diledikleri gibi uçar, diledikleri gibi yerler" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: “Şehitlerin ruhları Cennette beyaz kuşlar içinde olur" demiştir. İbn Cerîr, el-İfrîkî vasıtasıyla Yesâr es-Sülemî'den (veya Ebû Yesâr'dan) bildirir: “Şehitlerin ruhları, Cennette beyaz kubbeler içinde otururlar. Her bir kubbede kendileri için iki eş verilir. Günlük yiyecekleri bir öküz ile bir balıktır. Öküzde Cennette bulunan her türlü meyvenin tadı, balıkda ise Cennette bulunan her türlü içeceğin tadı vardır." İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar içinde Arş'a asılı altından kandiller üzerindedirler. Sabah akşam Cennette gezer, yer içer ve bu kandillerde geceyi geçirirler." Abdurrezzâk ile Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar içinde Cennet meyvelerinden yerler" demiştir. Hennâd b. es-Serî, Zühd'de ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Peygaberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar içinde Cennet bahçelerinde gezer, yer içerler. Sonra da dönüp Arş'a asılı olan kandillere konarlar. Rableri: «Size bundan daha iyi bir ikramda bulunulabilir mi?» diye sorunca: «Hayır, bulunulamaz. Ancak yolunda bir daha öldürülmek için ruhlarımızı bedenlerimize tekrar döndürmeni isterdik» derler. " Hennâd, Zühd'de ve İbn Ebî Şeybe, Musannef’te Ubey b. Ka'b'dan bildirir: “Şehitler Cennetin orta yerindeki kubbelerde otururlar. Yanlarına bir öküz ile bir balık gönderilir. Öküz ile balık önlerinde dövüşerek onları eğlendirirler. Yemek istedikleri zaman öküz ile balıktan biri diğerini keser ve ondan yerler. Yedikleri ette Cennetteki her türlü yiyeceğin tadını bulurlar." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehitler Cennet kapısının yanında bulunan ve suyu parıldayan bir nehrin kenarında, kubbeler içinde otururlar. Sabah akşam yiyecekleri Cennetten yanlarına getirilir. " Hennâd, Zühd'de İbn İshâk vasıtasıyla İshâk b. Abdillah b. Ebî Ferve'den bildirir: Alimlerden birinin bana bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehitler değer bakımından üç derecedirler. Allah katında en alt derecede olan kişi, Allah'ın rızasını umarak canı ve malıyla yola çıkan ancak ne ölmeyi ne de öldürülmeyi isteyen, nereden geldiği belli olmayan bir okla da öldürülen kişidir. Bu kişiden akan ilk kan damlasıyla geçmiş günahları bağışlanır. Sonra Yüce Allah semadan bir beden indirip onun ruhunu bu bedenin içine yerleştirir ve katına yükseltir. Uğradığı her bir kat semada melekler onu karşılayıp uğurlarlar. Yüce Allah'ın huzuruna yetiştiği zaman secdeye kapanır. Yüce Allah emir vererek ona ipekten yetmiş giysi giydirilir. Sonrasında: «Bunu diğer şehit kardeşlerinin yanına götürün ve aralarına katın» buyurulur. Bunun üzerine Cennetin kapısının hemen yanında yeşil kubbeler içinde yaşayan ve yiyecekleri Cennetten getirilen diğer şehitlerin yanına götürülür. " İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “İnsanoğlu hamdeder durur da sonunda hiç ölmeyecek bir şekilde diri kalır" dedi ve: “...Onlar diridirler, Rabbları katında rızıklandırılırlar" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: “Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek..." âyetini açıklarken: “İçinde bulundukları hayır, ikram ve rızıklar dolayısıyla sevinirler" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Şehitler Cennete girip de içeride şehitler için hazırlanan ikramları, onlara verilen değeri görünce: “Keşke dünyadaki kardeşlerimiz değer ve ikram bakımından içinde bulunduğumuz durumu bilseler, savaşa çıktıkları zaman şehit düşmek ve bizim nail olduğumuz hayırlara ulaşabilmek için daha da bir gayret sarfederlerdi" dediler. Bunun üzerine bu şehitlerin içinde bulundukları durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiyle bildirildi. Yüce Allah, şehitlere de: “Peygamberinize vahiy indirerek içinde bulunduğunuz durum ve nimetleri ona bildirdim" buyurdu. "Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyeti de işte bunu anlatmaktadır. Yani şehitler, dünyadaki kardeşlerinin cihada dört elle sarılıp kendilerine yetişeceklerine sevinirler. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:: “Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Şehide, içinde kardeşleri ve ailesinden yanına gelecek olanların adları yazılı olan bir kitap takdim edilir ve: “Filan kişi filan günde, falan kişi filan günde yanında gelecek" denilerek gelecek olanlar ona sayılır. Ailenin gurbette olan fertlerinin gelişine sevinmesi gibi o da bunlardan yanına gelenlere öyle sevinir. 171"Allâh'ın nimetine, lutfuna ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Allah'ın nimetine, lutfuna ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet şehitler dışında tüm müminleri kapsamaktadır. Yüce Allah ne zaman peygamberleri ve onlara verilen mükafatlan zikretse genelde ardından diğer müminlere de verilecek mükafatları da zikreder." Hâkim, Abdurrahman b. Câbir'den, o da babasından bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Uhud savaşında şehit düşenler zikredilince: “Vallahi ben de bu arkadaşlarım gibi o dağın dibinde şehit düşmeyi isterdim" buyurdu. Hâkim, Câbir'den bildirir: Uhud savaşı sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hamza'nın yokluğunu fark etti. Adamın biri: “Ben onu şu ağaçların yanında: “Ben Allah'ın aslanıyım! Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) aslanıyım! Allahım! Ebû Süfyân ve arkadaşlarının yaptıkları şeylerden beriyim. Allahım! Kaçan Müslümanlardan da beriyim!" derken gördüm" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağaçların yanına gelip Hamza'nın cüssesiyle karşılaşınca ağlamaya başladı. Kendisine müsle yapılıp bedeninin parçalandığını görünce derin bir iç çekti ve: “Üzerini örtseydiniz ya" buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam kalkıp giysisini üzerine attı. Başka biri daha kalktı ve o da üzerine giysisini attı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Câbir! Bu giysilerden biri Hamza'nın, biri de babanın kefeni olsun" buyurdu. Daha sonra şehit düşenler sırasıyla getirilip Hamza'nın yanına konuldu. Hamza'yı kaldırmadan onunla beraber bütün şehitlerin namazlarını kıldırdı. Savaş sonrası maddi sıkıntıya girdim. Zira babam savaşta ölünce geriye borç ve çoluk çocuk bıraktı. Akşam olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırdı ve: “Ey Câbir! Yüce Allah babanı diriltti ve onunla konuştu" buyurdu. Ben: “Bildiğimiz gibi mi onunla konuştu?" diye sorduğumda Allah Resûlü şu karşılığı verdi: “Yüce Allah ona: «Dile benden ne dilersen» buyurunca, baban: «Ruhumu geri döndürüp ilkinde olduğu gibi beni dünyaya, Peygamberinin yanına göndermeni, yolunda savaşıp bir daha öldürülmeyi istiyorum» dedi. Yüce Allah da: «Ölenlerin bir daha geriye dönmemelerini daha önce takdir etmiştim» karşılığını verdi." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: “Kıyamet gününde Allah katında şehitlerin efendisi Hamza'dır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim, Enes'ten bildirir: Hamza nemire cinsi bir kumaşla kefenlendi. Ancak kumaş kısa olduğu için başını örttüklerinde ayakları açıkta kalıyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kumaşı başına çekmelerini ayaklarını da ızhır otuyla kapatmalarını söyledi ve: “Şayet Safiyye'nin üzülmeyeceğini bilsem onu defnetmez, bedenini yiyen kuşların midesinde haşredilene kadar böyle bırakırdım" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ka'b b. Mâlik'ten bildirir: Uhud savaşı sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Hamza'nın öldürüldüğünü kim gördü?" diye sordu. Adamın biri: “Ben gördüm" deyince, Allah Resûlü: “O zaman gidip bize yerini göster" buyurdu. Sonrasında gidip Hamza'nın cesedinin başında durdu. Karnının deşildiğini ve kendisine müsle yapıldığını görünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bakamadı. Sonra şehit düşen Müslümanların önünde durup şöyle buyurdu: “Bunların hepsinin şahidi benim. Yıkamadan kanlarıyla onları kefenleyin. Kişi Allah yolunda bir yara aldığı zaman kıyamet gününde yarası henüz taze, kan renginde ve misk kokusundan daha güzel kokacak şekilde huzura çıkar. İçlerinden Kur'ân'ı daha iyi bilenleri mezara önce koyun," Nesâî ve Hâkim, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere namaz kıldırırken adamın biri namaza geldi. Safta durduğu zaman: “Allahım! Salih kullarına ihsan ettiğin en güzel şeylerden bana da ver" diye dua edip namaza başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince: “Demin konuşan kimdi?" diye sordu. Adam: “Benim" deyince, Allah Resûlü: “O zaman Yüce Allah yolunda atın yaralanacak ve sen de şehit düşeceksin" buyurdu. Ahmed, Müslim, Nesâî ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cennet ahalisinden biri huzura çağırılır ve: «Ey insanoğlu! Yerini nasıl buldun?» diye sorulur. Bu kişi: «Rabbim! Olabilecek en güzel yerdir» deyince, Yüce Allah: «Dileğin, isteğin varsa söyle» buyurur. Bu kişi şehitlikle kendisine yapılan ihsanları görünce: «Daha neyi dileyebilir neyi isteyebilirim ki? Ama beni dünyaya geri döndürmeni ve yolunda on defa daha öldürülmeyi isterim» der. Sonra Cehennem ahalisinden biri huzura çağırılır ve: «Ey insanoğlu! Yerini nasıl buldun?» diye sorulur. Bu kişi: «Rabbim! Olabilecek en kötü yerdir» der. Yüce Allah: «Dünya dolusu kadar altın karşılığında bu yerden kurtulmak ister misin?» diye sorunca, bu kişi: «Evet!» der. Ancak Yüce Allah: «Yalan söylüyorsun! Dünyadayken bundan daha azını senden istemiş, ama vermemiştin» buyurur." İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennete girecek ilk üç kişi ile Cehenneme girecek ilk üç kişi bana gösterildi. Cennete girecek ilk üç kişiden biri şehit, ikincisi Rabbine kulluğunu efendisine karşı da görevini hakkıyla yerine getiren köle, üçüncüsü ise yoksul bir ailesi olduğu halde başkalarına el açmayan iffetli kişidir. Cehenneme girecek ilk üç kişiden biri zorba yönetici, ikincisi zengin olup malında bulunan Allah'ın hakkını ödemeyen kişi, üçüncüsü de kibirli fakirdir." Hâkim'in Sehl b. Ebî Umâme b. Sehl'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şehidin kanından dökülen ilk damla ile günahları bağışlanır" buyurmuştur. Hâkim'in Ebû Eyyûb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Savaşta öldürülene veya zafer kazanana kadar sabreden kişi mezarında azap çekmez" buyurmuştur. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Buhârî, Enes'ten bildirir: Hârise b. Surâke gözcü olarak çıktığı bir görevde nereden geldiği belli olmayan bir okla vurulup öldürüldü. Bunun üzerine annesi: “Yâ Resûlallah! Hâris'i ne çok sevdiğimi bilirsin. Şayet Cennete gidecekse ölümüne sabrederim, aksi takdirde ne yapacağımı herkes görür" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Ey Ümmü Hârise! Cennet bir değil birçok tanedir. Senin oğlun da bunların en güzelinde olacaktır" veya: “Senin oğlun da Firdevs cennetinde olacaktır" buyurdu. Ahmed ve Nesâî'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Vefat edip de Allah katında kendisine hayırlar ihsan edilen hiçbir insan dünyaya, insanların arasına geri dönmek istemez. Allah yolunda öldürülen kişi hariç! Zira o, dünyaya geri dönüp bir daha öldürülmeyi ister." Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Beyhakî'nin Şuab'da Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennet ahalisinden hiç kimse, dünya ve on katı daha kendisine verilecek olsa dahi dünyaya geri dönmek istemez. Şehit hariç! Zira şehit, şehadetin değer ve faziletini gördüğü zaman dünyaya on defa döndürülmeyi ve her seferinde şehit düşmeyi ister. " İbn Sa'd, Ahmed ve Beyhakî'nin Kays el-Cüzâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehit düşen kişinin Allah katında altı özelliği olur. Akan ilk kan damlasıyla günahları bağışlanır. Kabir azabından uzak tutulur. Kendisine keramet giysisi giydirilir. Henüz girmeden Cennetteki yeri kendisine gösterilir. Kıyamet anındaki büyük korkudan emin kılınır. Cennet hurileriyle evlendirilir." Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin Mikdâm b. Ma'dikerib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah katında şehid düşen kişinin bazı özellikleri vardır. Akan ilk kan damlasıyla günahları bağışlanır. Henüz girmeden Cennetteki yeri kendisine gösterilir. Kendisine iman giysisi giydirilir. Kabir azabından uzak tutulur. Kıyamet anındaki büyük korkudan emin kılınır. Başına vakar tacı konulur ki üzerindeki bir yakut parçası dahi dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet hurilerinden yetmişiki tanesiyle evlendirilir. Yakınlarından yetmiş kişiye şefaatçi kılınır. " Ahmed ve Taberânî, Ubâde b. es-Sâmit vasıtasıyla benzerini zikreder. Bezzâr, Beyhakî ve İsbehânî'nin Terğîb'de zayıf bir senedle Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehitler üç sınıftır. Biri, Yüce Allah'ın rızasını umarak Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar. Ancak ne öldürmeyi, ne de öldürülmeyi düşünür, sadece düşmana karşı Müslümanların sayısını fazla gösterir. Bu kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman bütün günahları bağışlanır. Kabir azabından uzak tutulur. Kıyamet günündeki büyük korkudan emin kılınır. Cennet hurileriyle evlendirilir. Kendisine kerâmet giysisi giydirilir. Başına sonsuzluk ve vakar tacı konulur. Bir diğeri Yüce Allah'ın rızasını umarak Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar. Gayesi öldürülmeden düşmanları öldürmektir. Böylesi bir kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman Halîlurrahman olan İbrahim'in dizinin dibinde olur. Yüce Allah'ın, o kudretli hükümrânın huzurunda doğruluk makamında oturur. Üçüncüsü de Yüce Allah'ın rızasını umarak canını ve malını ortaya koyup cihada çıkar. Gayesi hem öldürmek, hem de öldürülmektir. Böylesi bir kişi de öldüğü veya öldürüldüğü zaman kıyamet gününde kılıcını çekip omzuna dayamış bir şekilde gelir. Tüm insanlar diz üstü çökmüşken iki defa: «Bize yol verini Biz ki canımızı ve malımızı Allah yolunda feda ettik» der. Nefsim elinde olana yemin olsun ki yol verin sözünü Halîlurrahman olan İbrâhim'e veya başka bir peygambere dahi söyleyecek olsa onlar bile böylesi bir kişinin değeri ve hakkı karşısında ona yol açarlar. Böylesi kişiler Arş'ın sağında bulunan nurdan minberlere gelip otururlar. Oradan insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. Asla ölüm derdi çekmezler. Berzahta üzüntüye maruz kalmazlar. Kıyamet günündeki o çığlıktan korkmazlar. Hesap, Mizan ve Sırat derdi taşımazlar. Oturdukları yerden insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. İstedikleri her şey kendilerine verilir. Bir konuda ettikleri şefaat kabul edilir. Cennetten istedikleri kendilerine verilir, Cennet içinde istedikleri yere yerleşirler. " Ahmed, Taberânî, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Utbe b. Abd b. Humeyd es- Sülemî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Öldürülenler üç sınıftır. Biri, canı ve malıyla Allah yolunca cihada çıkar. Düşmanla karşılaştığı zaman öldürülene kadar savaşır. İşte böylesi kişi saf şehittir. Yeri, Allah'ın Arş'ının altındaki çardaktır. Peygamberler bile sadece peygamber olma vasıfları ile ondan üstün olurlar. Bir diğeri, günah ve hatalarından iğrenip malı ve canıyla Allah yolunda cihada çıkan mümindir. Düşmanla karşılaştığı zaman öldürülene kadar savaşır. Böylesi bir kişi ölümüyle günah ve hatalarından arınır. Kendisini öldüren kılıç darbesi günahlarını silip süpürür. Bu kişi Cennet kapıları içinde istediğinden içeri girer. Zira Cennetin sekiz (Cehennemin ise yedi) kapısı vardır. Her bir kapının diğerinden üstünlüğü olur. Bir diğer kişi de malıyla ve canıyla Allah yolunda cihada çıkan münafıktır. Bu kişi de düşmanla karşılaştığı zaman öldürülene kadar çarpışır. Bu kişinin yeri Cehennemdir, zira kendisini öldüren kılıç darbesi münafıklığını yok edemez. " Müslim ile Hâkim'in Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Borcu dışında şehidin her türlü günahı bağışlanır" buyurmuştur. Ahmed, Abdullah b. Cahş'tan bildirir: Adamın biri: “Yâ Resûlallah! Allah yolunda öldürülmem halinde bana ne var?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennet var" karşılığını verdi. Adam dönüp gidecekken Allah Resûlü: “Sadece borcun hesabı sorulur. Az önce bunu bana Cebrâîl bildirdi" buyurdu. Ahmed ve Nesâî, İbn Ebî Amîre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dünya ve içindekilerin hepsi kendisine verilecek olsa dahi Yüce Allah tarafından ruhu alınan hiçbir can dünyaya geri dönmek istemez. Şehit hariç!" buyurdu. Yine: “Yüce Allah yolunda öldürülmem, benim için çöllerde ve kentlerde yaşayanların benim olmasından daha sevimlidir" buyurmuştur. Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Hibbân'ın Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin şehit düşerken hissettiği acı, ancak birinizin çimdikten duyduğu acı kadardır" buyurmuştur. Taberânî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde kullar hesaba durduğu zaman kan damlayan kılıçlarını omuzlarına dayamış kişiler gelip Cennet kapısının önünde toplanırlar. «Bunlar kim?» diye sorulunca: «Bunlar şehitlerdir, diri kalıp rızıklandırılmışlardı» denilir. " Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Nuaym b. Hemmâr'dan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hangi şehitler daha üstündür?" diye Sorunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi: “Düşmanla karşılaştıkları zaman ardına dahi dönüp bakmayan ve ölünceye kadar savaşanlardır. Böylesi şehitler, Cennette en yüksekte bulunan evlerde otururlar. Yüce Allah onlara bakıp gülümser. Yüce Allah da dünyada iken bir kula gülümsediği zaman kıyamet gününde o kişi için artık hesap olmaz. " Taberânî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde Allah katında en üstün şehitler, savaşta en ön safta durup düşman gelince arkalarına dahi dönüp bakmayan ve öldürülünceye kadar savaşan kişilerdir. Böylesi şehitler Cennette en yüksekte bulunan evlerde otururlar. Yüce Allah onlara bakıp gülümser. Yüce Allah da dünyada iken gülümsediği kişileri kıyamet gününde hesaba çekmez." İbnu'l-Münzir, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında şehitlerden sözedilince şöyle buyurdu: “Şehidin yere dökülen kanı henüz kurumadan Cennetteki eşleri, yavrularını ıssız bir yerde kaybetmiş de bulmuş ceylanlar gibi yanına koşarlar. Her birinin de elinde dünya ve içindekilerden daha değerli olan birer giysi bulunur," Nesâî, Râşid b. Sa'd vasıtasıyla bir sahabiden bildirir: Adamın biri: “Yâ Resûlallah! Neden bütün müminler kabirde azaba maruz kalır da şehit böylesi bir azaptan emin kılınır?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Savaşırken başının üzerinde çakan kılıçlar azap olarak ona yetmiştir" karşılığını verdi. Hâkim, Enes'ten bildirir: Siyah tenli bir adam Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Siyah tenli, kötü kokulu, çirkin suratlı ve malı olmayan biriyim. Ben de kafirlerle ölene kadar savaşırsam nereye giderim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cennete gidersin" karşılığını verdi. Sonrasında adam öldürülene kadar kafirlerle savaştı. Öldükten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve: “Yüce Allah yüzünü beyaz, kokunu hoş, malını da çok kıldı" buyurdu. Oradakilerden birine de ölen siyah adamı kastederek: “Bunun, Cennet hurilerinden olan eşini gördüm. Huri onunla çekişip cübbesinin altına girmek istiyordu" buyurdu. Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla birlikte çıktığı bir gazada bir bedevinin çadırına uğradı. Bedevi çadırının kenarını kaldırıp: “Bunlar kim?" diye sorunca, oradakiler. "Bunlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı, savaşa çıkmışlar" dediler. Bunun üzerine bedevi onlarla birlikte savaşa katıldı. Savaş sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun için: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki o adam Cennet krallarından biri oldu" buyurdu. Sonra cesedinin yanına gelip başucunda oturdu. Allah Resûlü neşeliydi ve gülüyordu. Bir ara yüzünü başka yöne çevirdi. Ashab: “Yâ Resûlallah! Demin neşeliydin ve gülüyordun. Ne oldu da ondan yüz çevirdin?" diye sorduklarında, Allah Resûlü: “Yüce Allah'ın onun ruhuna verdiği değer ile yaptığı ikramı görünce neşelenip sevindim. Yüz çevirmeme gelince ise Cennet hurilerinden olan eşi şu an başucunda duruyor" karşılığını verdi. Hennâd, Zühd'de, Abd b. Humeyd ve Taberânî, Abdullah b. Amr'dan bildirir. Kanından ilk damlanın yere düşmesiyle birlikte şehidin geçmiş günahları bağışlanır. Sonrasında Yüce Allah kendisine iki melek gönderir. Melekler yanlarında ona Cennetten reyhan ile giysi getirirler. Semanın dört bir yanındaki melekler de: “Sübhanallah! Bu gün yerden çok hoş bir koku, hoş bir esinti geldi" derler. Meleklerle birlikte uğradığı her semanın kapısı kendisine açılır. Karşılaştığı her melek ona hayır dua edip bir sonraki semaya kadar ona eşlik eder. Rahmân'ın huzuruna vardığında ise yanındaki meleklerden önce secdeye kapanır. Ondan sonra da melekler secdeye gider. Sonrasında Yüce Allah onun şehitlerin yanına götürülmesini emreder. Diğer şehitlerin yanına gittiğinde onları yeşil bahçelerde ipekten çadırlar içinde bulur. Yanlarında da oynayan ve onları eğlendiren bir öküz ile büyük bir balık vardır. Balıkla öküz hergün başka bir oyun oynarlar. Öküz Cennetteki nehre iner. Akşam olduğu zaman boynuzuyla balığa vurur, şehitler için onu keser. Balığı yedikleri zaman etinde Cennetteki tüm nehirlerin kokusunu bulurlar. Öküz de gece boyu Cennette yayılır durur. Sabah olduğu zaman da bu sefer balık kuyruğuyla öküze vurur, onu keser. Şehitler öküzün etinden yedikleri zaman Cennetteki tüm meyvelerin tadını bulurlar. Sabah akşam Cennetteki yerlerine bakar ve bir an önce kıyametin kopması için Allah'a dua ederler. Mümin vefat ettiği zaman Yüce Allah ruhunu almaları için iki meleği Cennetten reyhan ve bir hırka ile iki meleği yanına gönderir. Yanına vardıkları zaman canına: “En mutmain olan nefis! Reyhanlar içinde yeni mekanına ve sana öfke duymayan Rahmân'ın katına çık!" derler. Bu çağrı üzerine nefis, kişinin duyabileceği en güzel kokulardan birini saçarak bedenden çıkar. Semanın dört bir yanındaki melekler de: “Sübhanallah! Bu gün yerden çok hoş bir koku, hoş bir esinti geldi" derler. Meleklerle birlikte uğradığı her semanın kapısı kendisine açılır. Karşılaştığı her melek ona hayır dua edip bir sonraki semaya kadar ona eşlik eder. Rahmân'ın huzuruna vardığında ise yanındaki meleklerden önce secdeye kapanır. Ondan sonra da melekler secdeye gider. Sonrasında Yüce Allah, Mîkâil'i çağırır ve: “Kıyamet gününde senden geri isteyene kadar bu nefsi götürüp diğer mümin nefislerin arasına koy" emrini verir. Sonra kabrinin enine yetmiş, boyuna da yetmiş (arşın) kadar genişletilmesini emreder. Kabrinin içinde reyhanlar biter ve ipeklerle döşenir. Eğer ezberinde Kur'ân'dan âyetler varsa bu âyetlerin nuru kendisinin giysisi olur. Yoksa da kendisine güneşi andıran bir nur verilir. Kabri içinde yeni evlenen damat gibidir ve onu oradan ancak en sevdiği kişi (hurilerden olan eşi) uyandırır. Kâfir öldüğü zaman ise Yüce Allah canını teslim almak üzere iki meleği, olabilecek en pis şekilde kokan ve çok sert, kaba olan bir kumaş parçasıyla gönderir. Ona da: “Çık ey habis nefis! Kendin için ne kötü bir yer hazırladın!" denilir. Kafirin nefsi daha önce görülmemiş pis bir koku saçarak çıkar. Sonra emir verilerek kabri, kemikleri birbirine girecek şekilde darlaştırılır. Üzerine deve boynunu andıran yılanlar gönderilir. Bu yılanlar onun etini yemeye başlarlar. Başına görmeyen, konuşamayan ve duymayan melekler konulur ki ne sesini duyarlar, ne de onu görürler. Bu şekilde ona acımadan vurmaya başlarlar. Kafir de mezarında bu azaptan kurtulmak ve bir an önce Cehennemdeki yerine gitmek için kıyamet kopsun diye Yüce Allah'a dua eder. Tayâlisî, Tirmizî ve Beyhakî, Şuab'da Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şehitler dört sınıftır. Biri sağlam bir imana sahiptir, düşmanla karşılaştığı zaman da Yüce Allah'a verdiği söze sadık kalıp öldürülene kadar savaşır. Böylesi bir kişiye (kıyamet gününde) insanlar başlarını kaldırıp bakacaklardır" buyurdu ve göstermek için o da başını kaldırdı ki başındaki külahı düştü. (Ravi der ki: Külahı düşen kişi bunu anlatırken gösteren Ömer de olabilir.) Sonra şöyle devam etti: “İşte böylesi kişiler şehitlik makamının ilk derecesinde bulunurlar. Bir diğeri de yine sağlam bir imana sahiptir, ancak düşmanla karşılaştığı zaman korkudan sanki derisi akasya ağacının dikeniyle çiziliyor gibi olur. Kör bir ok da gelip ona isabet eder ve öldürür. Bu da şehitlik makamının ikinci derecesinde bulunur. Bir diğeri de iyi amellerinin yanında kötü amalleri de olan mümin kişidir. Böylesi bir kişi düşmanla karşılaştığında Yüce Allah'a verdiği söze sadık kalıp savaşır ve ölür. Bu da şehitlik makamının üçüncü derecesindedir. Bir diğer kişi de çokça günah işlemiştir. Düşmanla karşılaştığında öldürülene kadar savaşır. Bu da şehitlik makamının dördüncü derecesindedir. " Ebû Dâvud ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaatçi kılınır" buyurmuştur. Taberânî ve Beyhakî'nin el-Ba's ve'n-Nuşûr'de bildirdiğine göre Yezîd b. Şecere şöyle derdi: İnsanlar önce namaz için, sonra da savaş için saf tuttukları zaman semanın, Cennetin ve Cehennemin kapıları açılır. Cennet hurileri de süslenip onları seyretmeye koyulurlar. Kişi düşman üzerine saldırıya geçtiği zaman: “Allahım! Ona yardım et!" diye dua ederler. Dönüp kaçtığı zaman ise ondan gizlenir ve: “Allahım! Onu bağışla" derler. Bunun için düşmana karşı cesur olun ve Cennet hurilerini hüsrana uğratmayın. Savaşan birinizden dökülen ilk kan damlası işlediği tüm günahlarına keffaret olur. Yanına Cennet hurilerinden iki eş iner. Yüzündeki tozu toğrağı silip: “Bizimle olma zamanın geldi" derler. O da: “Sizin de benimle olma zamanınız geldi" karşılığını verir. Sonra ona insan elinden çıkmamış, Cennette bitip dokunmuş yüz tane giysi giydirilir ki hepsi de iki parmak arasına konulsa sığarlar... Bilin ki kılıçlar Cennetin anahtarlarıdır. Beyhakî, Şuab'da Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed et-Teymî'den bildirir: Kâsım b. Osmân el-Cû'î'nin şöyle dediğini işittim: Kâbe'yi tavaf ederken bir adamın hep: “Allahım! İhtiyaç sahiplerinin ihtiyacını giderdin, ama benim ihtiyacımı gidermedin" deyip durduğunu gördüm. Adama: “Neyin var hep aynı şeyi söyleyip duruyorsun?" diye sorduğumda şöyle dedi: “Sana sebebini anlatayım. Değişik beldelerden yedi kişi düşman topraklarında bir savaşa katılmış ve esir düşmüştük. Boynumuzu vurmak üzere bizi ayırdıklarında semaya baktım. Açılmış yedi kapı ve her biri bir kapının yanında duran Cennet hurilerinden yedi tane huri gördüm. İçimizden biri öne alınıp boynu vurulunca hurilerden biri elinde mendille adamın yanına indi. Bu şekilde altı kişinin boynu vuruldu. Geriye ben, bir kapı ve kapıda duran bir huri kaldık. Boynum vurulmak üzere öne alındığımda içlerinden biri beni bağışlamak istedi. Boyunlarımızı vuran kişi de beni o adama bağışladı. Bunun üzerine semadaki kapının yanında duran hurinin: “Neler kaçırdığını biliyor musun ey mahrum!" dediğini işittim. Sonrasında kapıyı kapattı. Kardeşim! İşte ben de kaçırdığım şeylere yanıyorum." Ben bu adamın boynu vurulan diğer altı kişiden daha üstün olduğunu düşünüyorum. Zira onların göremediklerini kendisi görmüş ve kaçırdıklarının hasretiyle amel etmek için hayatta bırakılmıştır. Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Sifât'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, iki kişinin halini beğenir. Bunlardan biri eşini, sevdiği uykusunu ve yatağını bırakıp Allah katında olanları arzu ederek ve azabından korkarak namaza kalkan kişidir. Bir diğeri de Allah yolunda savaşırken arkadaşlarıyla birlikte önce kaçan, ancak kaçmanın vebal ve sorumluluğunu düşünerek tekrar savaş alanına dönüp öldürülen kişidir. Ki böylesi kişi hakkında Yüce Allah meleklere: «Şu kuluma bakın! Katımda bulunanlara rağbet ederek ve azabımdan korkarak kaçtıktan sonra geri döndü ve öldürüldü» buyurur, Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Sifât'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişiyi Yüce Allah sever, durumlarına tebessüm eder ve hoş karşılar. Biri düşmanla karşılaştığında canını ortaya koyup savaşır. Sonunda da ya öldürülür, ya da Yüce Allah kendisine zaferi ihsan eder ve: «Kuluma bakın! Nasıl da benim için canını ortaya koydu» buyurur. Bir diğeri de güzel bir karısı ve yumuşacık bir yatağı dururken şehvetini bırakıp gece namazına kalkan, Allah'ı zikreden, yalvarıp yakaran kişidir ki istese bunlar yerine şehvetine bakardı. Bir diğeri de kervanla birlikte yolculukta olan, konakladıklarında sohbetle geceyi eden, herkes yattıktan sonra da imkanı iyi de olsa kötü de olsa seher vakti ibadete kalkan kişidir." Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Samimi bir şekilde Allah yolunda savaşmayı dileyip de normal bir şekilde ölen kişiye Yüce Allah şehit sevabı verir" buyurmuştur. Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim'in Sehl b. Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Samimi bir şekilde şehadeti isteyen kişi yatağında ölse dahi Yüce Allah onu şehitlerin derecesine ulaştırır" buyurmuştur. Ahmed ve Müslim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi samimi bir şekilde şehadeti istediği zaman ona ulaşamasa da kendisine şehit sevabı verilir" buyurmuştur. 172Bkz. Ayet:175 173Bkz. Ayet:175 174Bkz. Ayet:175 175"Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler. Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun." İbn İshâk, İbn Cerîr ve Beyhakî, Delâil'de Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud savaşı sonrası müşriklerin peşinden Hamrâu'l-Esed bölgesine kadar gitti. Ebû Süfyân ile diğer müşrikler dönüş yolunda toplanıp: “Onların kökünü kazımadan dönüşe geçtik. Geri dönüp kalanlarını da öldürelim" dediler ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashâbına geri dönmek istediler. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peşlerinden bir birlik gönderdiği haberini alınca Ebû Süfyân ile diğer müşrikleri bir korku sardı. Oradan Abdulkays oğullarına ait bir kervan geçince Ebû Süfyân onlara: “Muhammed'e haber verin, toplandık ve köklerini kazımak için onlara geri dönüyoruz" dedi. Bu kervan Hamrâu'l-Esed'de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca Ebû Süfyân'ın dediğini ilettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve yanındaki Müslümanlar: “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler. Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun'" âyetleri nazil oldu. Mûsa b. Ukbe, Meğâzî'de ve Beyhakî, Delâil'de İbn Şihâb'dan bildirir: Ebû Süfyân'ın Bedir savaşı sonrası bir sonraki yıl yine geleceğini söylemesi üzerine Bedir savaşının ertesi yılı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların savaş için hazırlanmalarını istedi. Şeytan da insanlardan olan dostlarını kullanarak Müslümanların üzerine saldı. Bunlar Müslümanlara gelip: “Müşrikler gece karanlığını andıran kalabalıkta asker topladı. Sizinle savaşıp sizi yok etmek istiyorlar. Dikkatli olun! Onların karşısına çıkmayın" diyerek onları korkutmaya çalıştılar. Ancak Yüce Allah Müslümanları şeytanın bu tür korkutmalarından korudu. Yüce Allah'ın ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) çağrısına icabet ettiler ve yanlarına ticaret malları da alıp Bedir'e doğru çıktılar. "Ebû Süfyân'la karşılaşırsak -ki zaten onun için gidiyoruz- onunla savaşırız. Karşılaşmadığımız takdirde de ticaretimizi yaparız" dediler. Zira Bedir ovası Arapların her yıl panayır yapıp pazarlar kurduğu bir yerdi. Müslümanlar Bedir'e geldiler ve kurulan pazarda ticaretlerini yapıp işlerini gördüler. Ebû Süfyân ve askerleri ise söz verdikleri gibi oraya zamanında gelmediler. Bedir ovasına uğrayan İbn Humâm: “Bunlar kim?" diye sorunca, kendisine: “Bunlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı. Ebû Süfyân ile Kureyşlileri bekliyorlar" denildi. İbn Humâm, Kureyşlilere gelip durumu anlatınca Ebû Süfyân korktu ve gitmekten vazgeçip Mekke'ye geri döndü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yüce Allah'tan nimet ve lütuflarla Medine'ye döndü. Bu gazveye Sevik Gazvesi denildi ve hicri 3. yılın Şaban ayında gerçekleşti. İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Uhud savaşı sonrası olanlardan sonra Yüce Allah, Ebû Süfyân'ın kalbine korku verince geri dönmedi ve Mekke'ye doğru yoluna devam etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebû Süfyân sizin bir kısmınıza zarar vermişti. Geri dönüp tamamlamak istedi, ancak Yüce Allah onun kalbine korku saldı" buyurdu. Uhud savaşı Şevvâl ayında olmuştu. Tüccarlar da Zilka'de ayında Medine'ye gelir Küçük Bedir denilen mevkide her yıl bir defa konaklarlardı. O yıl tüccarlar geldiğinde Müslümanlar Uhud'da yara almışlardı. Bu durum da güçlerine gitmiş Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yönde şikâyette bulunmuşlardı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlar şimdi hac için de geri dönüyorlar. Gelecek yıla kadar da bir daha savaş için toparlanamazlar. Peşlerinden gidelim" buyurdu. Ancak şeytan, dostlarına gelip: “Müşrikler size karşı çok sayıda kişi topladılar" dedi ve onları korkuttu. Bu korkuya kapılanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peşinden gitmeyi kabul etmedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yanımda kimse gelmese de tek başıma onların peşinden gideceğim!" buyurunca içlerinde Ebû Bekr, Ömer, Ali, Osmân, Zübeyr, Sa'd, Talha, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes'ûd, Huzeyfe b. el-Yemân ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'ında bulunduğu yetmiş kişi onunla birlikte yola çıktı. Safrâ vadisine kadar Ebû Süfyân'ın peşinden gidip izini aradılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır" âyetini indirdi. Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin sahih bir senedle İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Müşrikler Uhud savaşı sonrası dönüşe geçtikleri zaman birbirlerine: “Ne Muhammed'i öldürebildiniz, ne de Müslümanların kızlarını ele geçirdiniz. Ne kötü yaptınız! Hadi geri dönün!" demeye başladılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca Müslümanları peşlerinden gitmeye çağırdı. Bunun üzerine Müslümanlar Hamrâu'l-Esed'e veya Anebe kuyusuna kadar onları takip ettiler. Ebû Süfyân: “Gelecek yıl geliriz" deyip yoluna devam edince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de geriye göndü. Bu da bir gazve sayılıyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır" âyetini indirdi. Ebû Süfyân, Uhud'dan ayrılırken Allah Resûlü'ne: “Gelecek yıl Bedir'de, arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yerde görüşeceğiz!" demişti. Bir sonraki yıl Müslümanlardan korkak olanlar savaşı göze alamayıp geri dönerken cesur olanlar hem savaşa, hem de ticarete hazırlandılar. Söz konusu yere geldiklerinde müşriklerden kimseleri göremediler. Savaş olmayınca da ticaretlerini yapıp döndüler. Yüce Allah bu konuda da: “Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Küçük Bedir denilen bölgeye çıktı. Yanında Uhud savaşında yaralananlar da vardı. Zira Ebû Süfyân, Uhud savaşı sonrası bir sonraki yıl burada karşılaşmak üzere söz vermişti. Bedevinin biri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabını gördü. Daha sonra Mekke'ye gidip Ebû Süfyân ile arkadaşlarını görünce onlara: "Muhammed ile yanmdakilerden kaçıp da buraya geldim Hurma veya kuru üzüm taneleri kadar kalabalıklardı" dedi. Ebû Süfyân: “Sen ne diyorsun?" diye sorunca, bedevi: “Muhammed ile ashabı Küçük Bedir'de toplanmışlar" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Süfyân: “Onlar bir şey söyledi mi sözlerinde dururlar. Biz ise söz verir, ama sözümüzde durmayız" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı bu çıkışlarında bedevilerden bir şeyler elde edip geri döndüler. İşte: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler. Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular'" âyetleri bu konuda nazil olmuştur. İbn Ebî Hâtim, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Ebû Süfyân ile yanındaki müşrikler Uhud savaşında o kadar müslümanı öldürüp yaraladıktan sonra geri döndüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ebû Süfyân geri dönmek istedi, ancak Yüce Allah onun kalbine korkuyu saldı. Benimle onların peşinden kim gider?" buyurdu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ali ve ashâb'dan bazı kişiler müşriklerin peşine düştüler. Ebû Süfyân, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) peşine düştüğü haberini alınca karşılaştığı bir ticaret kervanına: “Muhammed'in geri dönmesini sağlayın, çok sayıda kişiyi topladığımızı ve onların üzerine döneceğimizi söyleyin, size şu şu kadar mal vereyim" dedi. Tüccarlar gelip bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerinde: “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır" âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bana bildirilene göre Ebû Süfyân ve ordusu Uhud savaşı sonrası dönüşe geçince, Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Bunlar Medine'ye saldıracak!" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Şayet yük ve eşyalarını bir kenarda bırakıp atlarına binmişlerse demek ki Medine'ye saldırmayı düşünüyorlardır. Ancak atlarını bırakıp yük ve eşyalarıyla ilgileniyorlarsa Yüce Allah onların kalplerine korku vermiş ve Mekke'ye dönecekler demektir" buyurdu. Müşriklerin yük ve eşyalarıyla ilgilendikleri görülünce Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hâlâ güçlü olduklarını göstermek için müşriklerin peşinden gidilmesini istedi. Bunun üzerine iki veya üç gün müşriklerin peşinden gittiler. Bu konuda da: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır" âyeti nazil oldu. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir..." âyetini açıklarken Urve'ye şöyle demiştir: “Yeğenim! Baban Zübeyr ile Ebû Bekr de âyette zikredilen kişilerdendi. Uhud savaşında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o şeylere maruz kaldıktan sonra müşrikler çekildi. Ancak Allah Resûlü onların geri dönmesinden endişe etti ve: “Kim onların peşinden gider?" diye sordu. Bu çağrısı üzerine içlerinde Zübeyr ile Ebû Bekr'in de bulunduğu yetmiş Müslüman bu görevi üstlendi ve müşriklerin peşine düştüler. Müşrikler, Müslümanların peşlerinden geldiğini duyunca da Mekke yolunu tuttular. Müslümanlar müşrikleri ortalıkta göremeyince geri döndüler. Yüce Allah bunu: “Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyetiyle ifade etmiştir. İbn Sa'd, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd'dan bildirir: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir..." âyeti biz onyedi kişi hakkında nazil oldu. İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Uhud savaşı Şevvâl ayının onbeşinde Cumartesi günü oldu. Şevvâl ayının onaltısında yani bir sonraki gün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) münadisi düşmanın peşinden gitmek için Müslümanların hazırlanması, ancak sadece bir önceki gün savaşta bulunanların katılması çağrısını yaptı. Câbir b. Abdillah: “Yâ Resûlallah! Babam ölmeden bana yedi kızkardeşimi emanet etti ve: “Oğlum! Bu kadınları erkeksiz bırakmak ne bana ne de sana yakışır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihada katılma konusunda seni kendime tercih edecek de değilim. Onun için kardeşlerinin başında sen dur" dedi. Ben de başlarında durup savaşa katılmadım" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun da katılmasına izin verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde düşmanın peşinden çıkması, onlara hâlâ güçlü olduğunu, savaşta olanların kendilerini zayıf düşürmeyeğini göstermek ve onları korkutmak içindi. İbn İshâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hazret-i Âişe'nin azatlısı Ebu's-Sâib'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından ve Abduleşhel oğullarından, Uhud savaşına katılan bir adam şöyle anlattı: Bir kardeşimle birlikte Uhud savaşına katıldık ve her ikimiz de yaralı bir şekilde geri döndük. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) düşmanın peşinden çıkma çağrısı yapınca kardeşime şöyle dedim veya o bana dedi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) katılacağı bir savaştan geri mi kalacağız? Ancak bineğimiz yok üstelik ağır yaralarımız var." Buna rağmen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıktık. Benim yaram kardeşimin yarasından daha hafifti. Yolda giderken bineğimiz olmadığı için takattan kesilince onu taşıyordum, dinlenince de yürümeye devam ediyordu. Sonunda Müslümanların toplandığı yere ulaştık. Oradan Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte müşriklerin peşinden Hamrâu'l- Esed bölgesine kadar gittik. Orada Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri olmak üzere üç gün kaldık sonrasında Medine'ye döndük. Bu konuda da: “Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyeti nazil oldu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): “Allah'ın ve Resûlünün davetine uyanlardan biri de Abdullah'tı" demiştir. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini açıklarken: “Âyette 'Karh' ifadesinden kasıt yaralanmalardır" demiştir. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: “Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır" âyeti ile: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini birbirinden ayırarak okuyun. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Ebû Süfyân ile ordusu Uhud savaşı sonrası Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbını bırakıp döndüklerine pişman olunca yolda: “Geri dönüp köklerini kazıyalım!" dediler. Ancak Yüce Allah kalplerine korkuyu saldı ve dönmeye cesaret edemediler. Karşılaştıkları bir bedeviye para verip: “Muhammed ve ashabıyla karşılaşırsan, büyük bir kalabalıkla onlara geri döndüğümüzü söyle" dediler. Ancak Yüce Allah bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de müşriklerin peşinden Hamrâu'l-Esed bölgesine kadar gitti. Yolda karşılaştıkları bedevi onlara müşriklerin büyük bir kalabalıkla geri döndüklerini söyledi. Allah Resûlü ve ashâbı: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Sonra Hamrâu'l-Esed bölgesinden Medine'ye döndüler. Yüce Allah onlar ve bedevi hakkında: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini indirdi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre İbn Ebzâ: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Süfyân bir topluluğa: “Muhammed'in ashabıyla karşılaşırsanız, büyük bir kalabalıkla onlara geri döndüğümüzü söyleyin" dedi. Müslümanlar da kendilerine verilen bu haberi duyunca: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Süfyân, Uhud dönüşü Medine'ye ticaret malı götüren ve Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında anlaşmalar olan bir kervanla karşılaştı. Onlara: “Muhammed ile yanındakileri bizden uzaklaştırırsanız sizi razı ederim. Peşimizden geldiğini görürseniz büyük bir kalabalıkla üzerlerine geri döndüğümüzü ona söyleyin" dedi. Kervandakiler Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca: “Ey Muhammed! Ebû Süfyân büyük bir kalabalıkla Medine üzerine yürüyecek. Şâyet imkanınız varsa geri dönün" dediler. Ancak bu haber Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yanındakilerin imanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" karşılığını verdiler. Yüce Allah da bu konuda: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Uhud savaşı sonrası Ebû Süfyân ve müşrikler dönüşe geçtikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabından bir grup peşlerinden gitti. Zu'l-Huleyfe'ye ulaştıkları zaman bedeviler ve bazı insanlar onlara: “Ebû Süfyân büyük bir kalabalıkla üzerinize doğru geliyor" demeye başladılar. Ancak Müslümanlar: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" karşılığını verdiler. Yüce Allah da bu konuda: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Süfyân, Uhud veya Hendek savaşı için Kureyş, Ğatafân ve Hevâzin kabilelerine haber gönderip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşa katılmalarını istedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı da bundan haberdar oldular. Bazıları: “Müslümanlardan bir gurup söz konusu yere gidip baksalar sizin için hayırlı olur" deyince, birkaç kişi müşriklerin toplandığı söylenen yere gidip baktılar. Ancak kimseleri göremeyince geri döndüler. İbn Merdûye ve Hatîb, Enes'ten bildirir: Uhud savaşında bazıları gelip: “Yâ Resûlallah! Müşrikler size karşı çok büyük bir kalabalıkla geldiler. Onlardan korkun" deyince, Allah Resûlü: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir'karşılığını verdi. Yüce Allah da bu konuda: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" âyetini indirdi. İbn Merdûye, Ebû Râfi'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali komutasında bir gurubu Ebû Süfyân'ın peşinden gönderdi. Onları gören Huzâa kabilesinden bir bedevi: “Müşrikler büyük bir kalabalıkla üzerinize geliyorlar" deyince, Müslümanlar: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler"' âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunu diyen Ebû Süfyân'dır. Zira Uhud savaşı sonrası Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gelecek yıl Bedir'de, arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yerde sizinle karşılaşacağız" demiş, Allah Resûlü de: “Olur" karşılığını vermişti. Bir yıl sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) söz verdiği gibi Bedir'e gitti. Kurulmuş pazarlara denk gelince Müslümanlar ticaretlerini yaptılar. "Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyetinde ifade edilen de budur. Buna Küçük Bedir Gazvesi denilmiştir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Bedir ovası cahiliye döneminde pazarların kurulup ticaretin yapıldığı bir yerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Uhud savaşından bir yıl sonra Ebû Süfyân'a burada karşılaşma sözü vermişti. Adamın biri Müslümanlarla karşılaşıp: “Bedir'de müşriklerden oluşan büyük bir kalabalık var" deyince korkak olanlar geri döndü. Cesur olanlar ise kendini hem ticaret, hem de savaş için hazırladılar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Medine'den çıkıp Bedir'e geldiler. Müşriklerden kimseyi bulamadıkları için ticaretlerini yaptılar. Yüce Allah da bu konuda: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler. Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyetlerini indirdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onların imanını artırdı..."âyetini açıklarken: “İman artar ve eksilir" demiştir. Buhârî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu sözü Hazret-i İbrâhim ateşe atıldığı zaman söylemiştir. Aynı şekilde müşriklerin büyük bir kalabalıkla üzerlerine geldiği haberini alan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunu söylemiştir ki Yüce Allah bunu: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" şeklinde ifade etmiştir. Buhârî, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'de İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i İbrâhim'in ateşe atılırken söylediği en son söz, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" idi. Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunu söylemiş, Yüce Allah bunu: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler" şeklinde ifade etmiştir. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Amr'dan bildirir: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" sözü Hazret-i İbrâhim'in ateşe atılırken söylediği bir sözdü. Aynı şekilde müşriklerin büyük bir kalabalıkla üzerlerine geldiği haberini alan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı da bunu söylemiştir ki Yüce Allah bunu: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun"»dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler'" şeklinde ifade etmiştir. İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Büyük bir musibete maruz kaldığınız zaman, «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» deyin" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ, Zikr'de Hazret-i Aişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üzüntü ve endişesi arttığı zaman eliyle başı ile sakalını sıvazlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" derdi. Ebû Nuaym'ın Şeddâd b. Evs'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» sözü, korku içindeki her bir kişinin güvencesidir" buyurmuştur. Hakîm et-Tirmizî'nin Büreyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her namazın ardından şu on sözü söyleyen kişi Yüce Allah'ın isteklerinin karşılığını ve mükafatını verdiğini görecektir. Bu sözlerden beşi dünya beşi de ahiretle ilgilidir ki şöyledir: Borcum konusunda Allah bana yeter. Derdim konusunda Allah bana yeter. Bana saldırana karşı Allah bana yeter. Bana haset edene karşı Allah bana yeter. Bana kötülük düşenene karşı Allah bana yeter. Ölüm anında Allah bana yeter. Kabirdeki sorgu sırasında Allah bana yeter. Mizan'da Allah bana yeter. Sırat'ta Allah bana yeter. Her şeyde Allah bana yeter ki ondan başka ilah yoktur. Ona tevekkül edip ona yönetiyorum." Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Âyette geçen nimet, Müslümanların sağ salim bir şekilde geri dönmeleridir. Lütufa gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o sırada oradan geçen bir ticaret kervanının mallarını satın alıp kâr etmiş ve bunu ashabı arasında dağıtmıştır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken: “Âyette bahsedilen lütuf, bu sefer sırasında ticaretten elde ettikleri ile sevap olarak kazandıklarıdır" demiştir. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Küçük Bedir gazvesine çıkıp da orada müşrikleri bulamayınca kurulan ticari panayırdan para kazanmış ve bunu ashabı arasında dağıtmıştır. "Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler..." âyetinden kasıt budur. Âyette bahsedilen nimet, geriye sağ salim dönmeleridir. Lütuf ticaretten kazandıkları, fenalık da öldürülmedir." İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Fenalığın dokunmaması Müslümanlardan hiçbirine herhangi bir zararın gelmemiş olmasıdır. Allah'ın rızasına uyma da Yüce Allah'a ve Resûlü'ne itaat etmedir." Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el-Mesâhifde ve İbn Ebî Dâvud, el-Mesâhifde Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (=İşte o şeytan, dostlarına karşı sizi korkutur) lafzıyla okumuştur. İbn Cerîr'in Avfî kanalıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini: “Şeytan, müminleri dostlarına karşı korkutur" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini: “Şeytan, müminleri kafirlerle korkutur" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) âyetini: “Şeytan, dostlarını müminlerin gözünde büyük gösterir" şeklinde açıklamıştır. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken: “Şeytan, dostlarının gücüyle sizleri korkutur, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Âyette bahsedilen korku şeytanın kendi verdiği korkudur ki şeytandan ancak kendi dostları olanlar korkar." 176Bkz. Ayet:177 177"Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar» Allah'a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır. İman karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Küfürde yarışanlar seni üzmesin...'" âyetini açıklarken: “Bunlardan kasıt münafıklardır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Küfürde yarışanlar seni üzmesin..." âyetini açıklarken: “Bunlardan kasıt kafirlerdir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İman karşılığında küfrü satın alanlar..." âyetini açıklarken: “Bunlardan kasıt münafıklardır" demiştir. 178"İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Bekr el-Mervezî, Cenâiz'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: İyi olsun kötü olsun her nefis için ölüm hayattan daha hayırlıdır. Kişi iyi biri ise Yüce Allah: “...Allah katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır" buyurur. Kişi günahkar biri ise de: “inkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz..." buyurur. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebu'd- Derdâ'dan bildirir: Her bir mümin için ölüm, hayatta kalmaktan daha hayırlıdır. Her bir kafir için de ölüm, hayattan daha hayırlıdır. Zira Yüce Allah iyiler için: “...Allah katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır'" buyurur. Kafirler için de: “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz..." buyurur. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b: “Ölüm hem mümin, hem de kafir için hayattan daha hayırlıdır" demiş ve bu âyeti okumuştur. Sonrasında: “Kafir ne kadar çok yaşarsa kıyamet günü azabı da o kadar çok olur" demiştir. Abd b. Humeyd, Ebû Berze'den bildirir: Her bir insan için ölüm her zaman hayattan daha hayırlıdır. Mümin kişi ölünce rahatlar. Kafir için de Yüce Allah: “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz..." buyurur. 179"Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır. Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: “Muhammed doğru söylüyorsa o zaman bizlerden kim ona inanacak, kimler onu inkar edecek bildirsin" dediklerinde Yüce Allah: “Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır. Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir. Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar)..."' âyetini indirdi. İbn Ebî Hâtim, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah: “Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır..." buyurur. Müminleri içinde bırakmayacağını bildirdiği durum küfürdür. Temiz ile murdarı ayırmadan kasıt da, saîd (cennetlik) olanlar ile bedbaht olanların ayrılmasıdır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah bu âyette kafirlere şöyle seslenmiştir: “Müminleri sizin şu an içinde bulunduğunuz dalâlette bırakacak değilim. Cihad ve hicret sayesinde sizlerden temiz olanlar ile murdar olanları ayıracağım." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah bunu Uhud savaşında yapmış, münafık olanlarla mümin olanları birbirinden ayırmıştır." Abd b. Humeyd'nin bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah ancak dilediği resulleri gayba muttali kılar" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer..." âyetini açıklarken: “Dilediği kişileri kendine resul olarak seçer, anlamındadır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik, (.....) ifadesini "Seçer" şeklinde açıklamıştır. 180"Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler» sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar» bilakis bu onların kötültiğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada kastedilen Ehl-i Kitab'dan olanlardır. Zira kendilerine verilen kitap konusunda cimri davranıp onu insanlara açıklamamışlardır. Ancak Yüce Allah bu tavırları konusunda: “...Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır..." buyurmuştur. Allah'ın onlar için: “Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar..." buyurduğunu işitmez misin? Yani kendilerine verilen kitaptaki bilgileri gizler, insanların da onu gizlemesini isterlerdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar..." âyetini açıklarken: “Burada kastedilenler Yahudi'lerdir" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar..." âyetini açıklarken: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetleri Allah yolunda infak etmeyip cimri davranmışlar, bunların zekatlarını da vermemişlerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “Burada kastedilenler, kafir olsun mümin olsun Allah yolunda infakta bulunmayanlardır" demiştir. Buhârî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah kendisine bol mal verdiği halde bunun zekatını ödemeyen kişinin bu malı, kıyamet gününde gözlerinin üzerinde iki siyah nokta bulunan kel bir yılana dönüşüp boynuna dolanır, yanaklarından ısırır ve: «Ben senin malınım! Ben biriktirdiğin malınım!» der" buyurdu. Sonra: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar..." âyetini okudu. Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Malının zekatını ödemeyen kişinin bu malı, kıyamet gününde kel bir yılan olarak karşısına çıkar. Kişi bundan kaçtıkça yılan: «Ben senin biriktirdiğin malınım!» diyerek onu kovalar. En sonunda onu yakalayıp boynuna dolanır" buyurdu ve bu sözünü destekler mahiyette: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır..." âyetini okudu. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z- Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Malı olup da zekatını vermeyen kişinin bu malı kıyamet gününde gözlerinin üzerinde iki siyah nokta bulunan kel bir yılana dönüşür. Beynine ulaşana kadar başının etini yemeye başlar. (Hâkim'in lafzı: “Kabrinde onun etini koparıp yemeye başlar" şeklindedir). Kişi: “Benden ne istiyorsun?" diye sorunca, yılan: “Vermede cimri davrandığın malınım ben!" karşılığını verir. Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir: “Kişi malından, Allah'ın ödemesini emrettiği hakları vermediği zaman bu mal, kıyamet gününde kel bir yılana dönüşür ve yılan kovalar, kendisi de kaçıp ondan saklanmaya çalışır." İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, İbn Cerîr ve Ebû Nuaym'ın el-Ma'rife'de, Huceyr b. Beyân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biri akrabasının yanına gidip fazla olan malından istediği zaman mal sahibi cimrilik edip vermezse Yüce Allah kıyamet gününde Cehennemin içinden bir yılan çıkarır ve bu yılan cimrilik edenin boynuna dolanır" buyurdu ve: “Allah'ın kendilerine bolca verdiği nimetlerde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır... âyetini okudu. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuab'da Muâviye b. Hayde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi bir dostuna gelip malının fazlasından istediği zaman mal sahibi cimri davranıp vermezse kıyamet gününde bir yılan çağırılır ve vermediği o malı yer bitirir." Taberânî'nin Cerîr b. Abdillah el-Becelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Biri akrabasının yanına gidip fazla olan malından istediği zaman mal sahibi cimrilik edip vermezse Yüce Allah kıyamet gününde Cehennemin içinden şucâ' denilen bir yılan çıkarır ve bu yılan cimrilik edenin boynuna dolanır. " Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Malı konusunda Allah'a itaat eden kişi, kıyamet gününde malıyla birlikte gelir. Sırattan geçerken malı önünde gider ve kişi düşeceği zamanlarda malı ona: «Devam et! Zira sen bende olan Allah'ın hakkını ödedin» der. Aynı şekilde malı konusunda Allah'a itaat etmeyen kişi, kıyamet gününde malı omuzlarında olacak şekilde gelir. Sırattan geçerken her sallanışında malı ona: «Vay haline! Allah'ın bende olan hakkını ödeseydin ya!» der. Bu şekilde de feryat figan edinceye kadar söylenmeye devam eder. " Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mesrûk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyette söz konusu edilen kişi, Yüce Allah kendisine bol miktarda mal vermesine rağmen akrabalarının bu mal üzerindeki hakkını esirgeyen kişidir. Bu mal kıyamet gününde bir yılan olarak sahibinin karşısına çıkar ve boynuna dolanır. Kişi: “Benden ne istiyorsun?" diye sorunca, yılan: “Ben senin malınım!" karşılığını verir. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehâî: “...Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır...'" âyetini açıklarken: “Ateşten bir halka olup boynuna dolanacaktır" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: “Kıyamet gününde, cimri davrandıkları malların aynısını getirmekten sorumlu tutulacaklardır" demiştir. 181Bkz. Ayet:182 182"Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız ve "Tadın bakalım o yakıcı cezayı!" diyeceğiz. Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Bekr, Yahudilerin içinde Tevrat'ın okutulup öğretildiği Beytu'l-Midrâs adındaki medreseye girdi, içerde Yahudilerin, Finhâs adında bir adamın etrafında toplanmış olduklarını gördü. Finhâs Yahudilerin alimlerinden ve hahamlarından biriydi. Ebû Bekr ona: “Vay haline ey Finhâs! Allah'tan kork ve Müslüman ol. Vallahi Muhammed'in Allah Resûlü olduğunu ve Tevrat'ta bu şekilde tarif edildiğini biliyorsun" deyince, Finhâs şu karşılığı verdi: “Vallahi ey Ebû Bekr, bizim Allah'a ihtiyacımız yok. Aksine o bize muhtaç. Onun bize yalvardığı kadar biz ona yalvarmıyoruz, biz ona muhtaç değiliz. Bize ihtiyacı olmasaydı Peygamberinizin söylediği gibi bizden ödünç istemezdi. Faizi size yasaklarken bize veriyor. Bize ihtiyacı olmasaydı bize faiz vermezdi." Ebû Bekr bunları duyunca öfkelendi, Finhâs'ın yüzüne bir tokat attı ve: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki aramızdaki anlaşma olmasaydı senin boynunu vururdum ey Allah'ın düşmanı!" dedi. Sonrasında Finhâs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti ve: “Ey Muhammed! Arkadaşının bana yaptığına bak!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr'e: “Neden öyle bir şey yaptın?" diye sorunca, Ebû Bekr: “Yâ Resûlallah! Bana çok ağır bir laf etti. Yüce Allah'ın fakir olduğunu ve kendisine ihtiyaçları olmadığını söylüyor. Bunu söyleyince öfkelendim ve yüzüne tokat attım" karşılığını verdi. Ancak Finhâs bunu inkar etti ve: “Öyle bir şey söylemedim" dedi. Yüce Allah da Finhâs'ı yalanlayacak ve Ebû Bekr'i doğrulayacak şekilde: “Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir..." âyetini indirdi. Ebû Bekr ve öfkelenmesi hakkında da: “...Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir başka bir kanaldan, İkrime'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudi Finhâs'tan yardım istemek üzere bir mektup yazdı. Mektubu da Ebû Bekr'le gönderdi. Gönderirken ona: “Yanıma geri dönene kadar sakın ona karşı kendi yanından bir tasarrufta bulunma" buyurdu. Finhâs bu mektubu okuduktan sonra Ebû Bekr'e: “Rabbiniz bize muhtaç oldu" dedi. Bu sözü üzerine Ebû Bekr onu kılıcıyla öldürmek istedi, ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sakın ona karşı kendi yanından bir tasarrufta bulunma" âyetini hatırlayınca bundan vazgeçti. Bunun üzerine Kaynukâ oğulları Yahudilerinden bahseden: “Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir... Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz..." âyetleri nazil oldu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunu Mersed oğullarından biri olan Yahudi Finhâs söyledi. Ebû Bekr kendisiyle karşılaşınca onunla konuştu ve: “Ey Finhâs! Allah'tan kork, ona inan, gönderdiğini tasdik et. Allah'a güzel bir şekilde borç ver" dedi. Finhâs ise: “Ey Ebû Bekr! Rabbimizin fakir olduğunu ve bizden borç istediğini mi söylüyorsun? Zira ancak fakir biri zengin birinden borç ister. Eğer dediğin gerçekten doğru ise o zaman Allah fakirdir" karşılığını verdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Finhâs'ın bu sözü için Ebû Bekr: “Şâyet Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlar arasında bir ateşkes olmasaydı onu öldürürüm" demişti. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: Ebû Bekr Yahudilerden: “Allah fakir biz ise zenginiz. Zenginse neden bizden borç istiyor?" diyen birine vurmuştu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şibl bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bana bildirilene göre bunu söyleyen Yahudi Finhâs'tır. Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu, elinin sıkı, cimri olduğunu da kendisi söylemişti." İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Diyâ'nın el-Muhtâre'de Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: “Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur..." âyeti nazil olduğu zaman Yahudiler Hazret-i Peygamber'e gelip: “Ey Muhammed! Rabbimiz fakir mi ki kullarından borç istiyor?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah fakirdir biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre, "Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur..." âyeti nazil olduğunda Yahudilerin: “Rabbimiz bizden borç mu istiyor? Oysa ancak fakir biri zengin birinden borç ister" demesi üzerine bu âyet nazil olmuştur. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Alâ b. Bedr'e, "...Ama Biz onların dedikleri bu sözü ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız..." âyeti sorulunca şöyle demiştir: “Şimdiki Yahudiler, öldürülen peygamberlere yetişmemişlerdir ancak peygamberleri öldürenlere dost olmuşlardır ve bu dostlukları yazılacaktır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Tadın bakalım o yakıcı cezayı, diyeceğiz...." âyetini açıklarken: “Bana ulaşana göre bunlardan biri her gün yetmiş bin defa (Cehennem ateşinde) yakılır" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah kullarına zulmetmez" âyetini açıklarken: “Yüce Allah, suçu olmayana azap verecek değildir" demiştir. 183Bkz. Ayet:184 184"Onlar, «Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti» dediler. De ki: «Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sîzin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?» Eğer seni yalanladılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı Kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı." İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Önceden biri sadaka olarak bir kurban sunar, bu kurban kabul görürse gökten bir ateş inip onu yerdi. Ehli kitaptan olanlar da Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) aynısını getirmesini istediler." İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bizden önceki ümmetlerden biri bir kurban takdim eder. İnsanlar da çıkıp bunun kabul edilip edilmeyeceğine bakarlardı. Şâyet kabul görürse gökten beyaz bir ateş inip bu kurbanı yerdi. Kabul görmediği zaman da böylesi bir ateş görülmez ve insanların bu kurbanın kabul görmediğini bilirlerdi. Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderince Ehl-i Kitab'dan olanlar ondan böylesi bir kurban getirmesini istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “... De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?" âyetini indirdi. Burada 'Sizin dediğiniz şey'den kasıt, böylesi bir kurbandır. Yüce Allah bununla daha önceki küfürlerinden dolayı Ehli kitab'ı kınamıştır. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Onlar, «Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti» dediler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Yahudilerdir. Zira Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şâyet bize gökten inecek ateşin yediği bir kurban getirirsen sana inanırız. Aksi taktirde sen gerçekten Peygamber değilsindir" demişlerdi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Kişi bazen henüz doğmadan, birinin kanının akıtılmasına ortak olabiliyor. Yüce Allah: “... De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?" buyurmuş, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yaşayan Yahudileri kendilerinden yediyüz yıl önce öldürülen peygamberlerin kanına ortak etmiştir. Çünkü onlar da: “Bu peygamberler ölümü haketmiş ve sünnet gereği öldürülmüşlerdir" diyerek böylesi bir şeye destek çıkmışlardır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlar, «Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti» dediler..." âyetini açıklarken: “Allah adına yalan söylemişlerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim, Alâ b. Bedr'den bildirir: Önceki peygamberler apaçık delillerle gelirlerdi. Bazı peygamberlerin peygamberlik alametleri de eline sığır etinden bir parça koyması, gökten bir ateşin inip de bu eti yemesiydi. İşte bu konuda Yüce Allah: “... De ki: Benden önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi..." buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer seni yalanladılarsa..."âyetini açıklarken: “Yalanlayanlar Yahudilerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı Kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı" âyetini açıklarken: “Burada Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) teselli etmektedir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî arkadaşlarından naklen şöyle demiştir: “...Açık deliller..." âyetinden kasıt, helal ile haramlardır. "...Hikmetli sahifeler..." âyetinden kasıt, Peygamberlere indirilen kitaplardır. "...Aydınlatıcı Kitab..." âyetinden kasıt da Kur'ân'dır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı Kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı" âyetini açıklarken: “Bazen olay bir tane olmasına rağmen kat kat karşılık görebilir" demiştir. 185"Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edip Müslümanlar taziye için gelmeye başladıklarında, sesini duyduğumuz ancak kendisini göremediğimiz biri geldi ve: “Ey ev ahalisi! Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Her nefis ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet gününde yaptıklarınızın karşılığı tamamıyla verilecektir. Yüce Allah katında her musibetin bir tesellisi, yok olup giden her bir şeyin yerine bir yenisi, geçip giden her şeyin de bir telafisi vardır. Onun için Allah'a güvenin ve ona ümit bağlayın. Zira asıl musibette olan kişi, sevaptan mahrum olan kişidir" dedi. Ravi der ki: Sesin sahibi hakkında Hazret-i Ali: “Bu kişi Hızır'dır" demiştir. İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Hibbân, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cennette birinizin kamçısının kapladığı yer bile dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Dilerseniz bu konuda: «...Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir» âyetini okuyun." İbn Merdûye, Sehl b. Sa'd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir sabah veya akşam yürüyüşü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurdu ve: “...Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir" âyetini okudu. Abd b. Humeyd'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah yolunda bir sabah veya akşam yürüyüşü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennette birinizin bir yayı kadarlık bir alan, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim, Rabî'den bildirir: Cennete en son girecek kişiye, emeklerken önünü görebilecek kadar bir nur verilir ve bu şekilde emekleye ernekleye Sırat'tan geçer. "...Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir" âyeti da bunu ifade etmektedir. Ahmed'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cehennemden uzaklaştırılıp Cennete girmek isteyen kişi, Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş bir şekilde ruhunu teslim etsin ve insanlara, kendisine yapılmasını sevdiği şeyleri yapsın." Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: “Mutluluğa erip kurtulur, anlamındadır" demiştir. Nâfi': Araplar öylesi bir ifadeyi bilirler mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: “Tabi ki bilirler! Abdullah b. Revâha'nın: "Umulur ki kurtuluşa ermiş olurum Beni fitnelerden koruyacak bir hüccet bulduğumda" dediğini işitmedin mi?" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Sâbit: “...Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Dünya hayatının, çobanın bir avuçluk hurmadan veya somundan veya sütle birlikte yiyeceği herhangi bir şeyden edindiği azık kadar değeri yoktur." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Vallahi dünya hayatı yok olmaya yüz tutan eskimiş bir eşya gibidir. Siz bu eşyadan Allah'a itaati alın. Zira Allah'a dayanmayan hiçbir güç olamaz." 186"Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah bu âyette müminleri sınayacağını ve dinleri konusundaki sabırlarını ölçeceğini bildirmiştir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zührî: “...Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden... üzücü birçok söz işiteceksiniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Böylesi sözleri söyleyen Ka'b b. el- Eşref'tir. Şiirlerinde de müşrikleri Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabının aleyhinde kışkırtır, onları kötüleyerek eleştirirdi." İbnu'l-Münzir, Zührî vasıtasıyla Abdurrahman b. Ka'b b. Mâlik'ten benzerini zikreder. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar azmi gerektiren işlerdendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada kendilerine kitap verilenlerden kasıt, Yahudiler ile Hıristiyanlardır. Zira Müslümanlar, Yahudilerden: “Üzeyir, Allah'ın oğludur" sözünü, Hıristiyanlardan ise: “Mesîh, Allah'ın oğludur" sözünü çok işitirlerdi. Müslümanlar bu yüzden onlarla çıkacak bir savaşı beklerlerdi. Aynı şekilde onlardan Allah'a şirk koşan sözler de işitirlerdi. Ancak Yüce Allah bu tür şeylere sabretmenin kendisinin de emrettiği azmi gerektiren bir şey olduğunu dile getirmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar azmi gerektiren işlerdendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah burada müminlere işittikleri eziyet verici sözlere karşı sabretmelerini emretmiştir. Zira Yüce Allah'ın da belirttiği gibi Ehl-i Kitab'dan olanlar, Müslümanlara: “Tutunduğunuz davanın hiçbir değeri yoktur. Biz Allah'ın yolunda olmada sizden daha evlayız. Siz yolunuzu kaybetmişsiniz" derlerdi. Yüce Allah da bu âyetle Müslümanların bu tür sözlere aldırmamalarını ve sabretmelerini emretmiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Bunlar azmi gerektiren işlerdendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İyiliği emredip kötülükten nehyetme yolunda maruz kalacağınız eziyetlere göstereceğiniz sabır, azmi gerektiren, yani Yüce Allah'ın emrettiği konularda hakkı verilmesi gereken şeylerdendir." 187"Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz» diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alışverişleri ne kötüdür!" İbn İshâk ve İbn Cerîr'in İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür! Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır'" âyetlerini açıklarken: “Bunlar Finhâs, Eşya' ve benzeri Yahudi hahamlarıdır" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah onlara, ümmi olan Peygambere tâbi olmalarını ve Allah'a iman etmelerini emretmiştir. Bu konuda da: “...Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Resûlü'ne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulaşınız" buyurmuştu. Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderince onlara: “...Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim..." buyurdu ve onlardan aldığı sözü kendilerine hatırlattı. Onlara: “Gönderdiğim peygamberi tasdik edin ki yanımda sevdiğiniz şeyleri bulaşınız" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Alkame b. Vakkâs vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Tevrat ve İncil'de Yüce Allah'ın kullarına gösterdiği hak dinin İslam dini olduğu ve Muhammed'in Allah Resûlü olduğu mevcuttur. Ehli kitap'tan olanlar, bunların kitaplarında yazılı olduğunu bilirler, ancak göz ardı ederler." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Allah, Kitap verilenlerden... ahid almıştı..." âyetini açıklarken: “Burada kitap verilenlerden kasıt Yahudi'lerdir" demiştir. (.....) (=Onu açıklayacağına dair ondan ahid almıştı) buyruğunda kastedilen kişi de Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Yüce Allah, (Tevrat'ta geçen) Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlara açıklayıp anlatmak üzere Yahudilerden söz almıştı" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu, Yüce Allah'ın ilim sahibi kişilerden bildiklerini insanlara da öğretme konusunda aldığı bir sözdür. Onun için bildiklerinizi saklamaktan sakının! Zira bilginin saklanması helak olmakla eştir. Kişi bilmediği konuda da konuşmasın. Zira dinden çıkar ve bilmediklerinden de sorumlu tutulur. Denilirdi ki: “Başkasına öğretilmeyen bir ilim harcanmayan hazine gibidir. Başkalarına gösterilmeyen bir hikmet yemeden ve içmeden öylesine duran bir put gibidir." Hikmet konusunda şöyle de denilirdi: “Bildiklerini başkalarına anlatan alime ne mutlu! Duyduğunu anlayıp kavrayabilen bir dinleyiciye ne mutlu! Zira birisi bildiği bir şeyi çabalayıp başkalarına anlatmış ve insanları ona yönlendirmiş bir alimdir. Bir diğeri de hayırlı bir şeyi duyup aklında tutmuş ve ondan faydalanmış biridir." İbn Cerîr, Ebû Abîde'den bildirir: Adamın biri mescitte, içlerinde Abdullah b. Mes'ûd'un da bulunduğu bir topluluğun yanına geldi ve şöyle dedi: “Kardeşiniz Ka'b size selamını iletiyor ve: “Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı" âyetinin sizin hakkınızda nazil olmadığı müjdesini veriyor." Bunun üzerine Abdullah adama: “Sen de ona selamımızı ilet ve bu âyet nazil olduğunda kendisinin henüz Yahudi olduğunu kendisine söyle" dedi. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a dedim ki: “Abdullah'ın öğrencileri bu âyeti: (.....) lafzıyla okuyorlar." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini: “Hakkı söylemeleri ve bunu amelle desteklemeleri..." şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: “...Onlar ise, onu arkalarına atıp..." âyetini açıklarken: “Bu emri ve hükmü kitaplarında okurlardı, ancak onunla amel etmeyi, onu yerine getirmeyi göz ardı eder önemsemezlerdi" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Onlar ise, onu arkalarına atıp..." âyetini açıklarken: “Verdikleri sözü arkalarına atıp göz ardı ettiler" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Az bir değere değiştiler..."âyetini açıklarken: “Kitaplarında olanları gizlediler ve bedel karşılığında açıklamaya başladılar. Hiçbir şeyi de bedelini almadan açıklamadılar" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Alışverişleri ne kötüdür!" âyetini açıklarken: “Burada alışverişten kasıt, Yahudilerin Tevrat'taki hükümleri değiştirmeleridir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Yüce Allah, kendilerine kitap verilenlerden söz almasaydı size hiçbir şey anlatmazdım" dedi ve: “Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı" âyetini okudu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Yüce Allah, ilim ehlinden söz almasaydı bana sorduğunuz çoğu şey hakkında bir şey anlatmazdım" demiştir. 188"Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır." Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Humeyd b. Abdirrahman b. Avf'tan bildirir: Mervân, kapısıcısı olan Râfi'ye: “İbn Abbâs'a gidip, yaptıklarından dolayı sevinen, yapmadıklarıyla da övünen her bir kişi eğer azap görecekse hepimiz azap göreceğiz demektir, de" dedi. Râfi' gidip bunu söyleyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Bu âyetin sizinle ne ilgisi var? Zira bu âyet Ehl-i Kitab'dan olanlar hakkında nazil oldu. Yüce Allah: “Allah, Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür! Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır" buyurmuştur. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bir konuyu sormuş onlar da gerçeği gizleyip başka bir cevap vermişlerdi. Sorduğu konuda gerçeği söylediklerini de göstermişler ve bu konuda övülmeyi beklemişlerdir. Kendilerine sorulanı gizleyip başka bir cevap verdikleri için de pek sevinmişlerdi." Buhârî, Müslim, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gazveye çıktığı zaman münafıklardan bazıları geride kalır, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döndüğü zaman da yanına gidip yeminler ederek mazeretlerini gösterirler ve yapmadıkları şeylerden dolayı da övülmeyi beklerlerdi. Bu davranışları üzerine: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır" âyeti nazil oldu. Abd b. Humeyd, Zeyd b. Eslem'den bildirir: Râfi' b. Hadîc ile Zeyd b. Sâbit, zamanın Medine valisi Mervân'ın yanında oturuyorlardı. Mervân: “Ey Râfi'! "Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma...'"' âyeti kimler hakkında nazil oldu?" diye sorunca, Râfi': “Bu âyet bazı münafıklar hakkında nazil oldu. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşı çıktığı zaman onlar geride kalır, dönüşünde de yanına gidip: “Sizlerle savaşa katılmamamızın tek sebebi işlerimizdir. Yoksa biz de sizinle birlikte olmayı çok isterdik" şeklinde mazeretler sunarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi" dedi. Ancak Mervân sanki iniş sebebinin bu olduğuna ikna olmamış gibi bir tavır takınınca Râfi' bundan rahatsız oldu. Yanında olan Zeyd b. Sâbit'e: “Allah aşkına söyle! Bu dediğini sen de biliyorsun değil mi?" diye sorunca, Zeyd: “Evet, bu konuda nazil oldu" karşılığını verdi. Mervân'ın yanından çıktıklarında, Zeyd, Râfi'ye: “Senin lehine şahitlik yaptığım için övgünü haketmedim mi?" dedi. Râfi': “Hak olan bir şeyi söylediğin için mi seni öveceğim?" diye sorunca, Zeyd: “Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Râfi': “Hakkı söyleyenleri Allah över" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyette bahsedilen kişiler münafıklardır. Zira Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şâyet savaşa çıkarsan biz de seninle çıkarız" derlerdi. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa çıkınca onlar geride kalır, buna sevinir ve Allah Resulünü oyuna getirdiklerini düşünürlerdi. İbn İshâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyette bahsedilen kişiler, insanları yanlış yola sürüklemeleri sonucu kazandıkları dünya malına sevinen Finhâs, Eşya' ve diğer hahamlardır. Yüce Allah bunlar hakkında: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven..." buyurmuştur ki bunlar kendilerine alim kişi denilmesinden hoşlanırlar. Oysa gerçekten alim değildirler. İnsanları hayırlı bir yola iletmiş, yöneltmiş değildirler, ancak insanların onlar için: “Öyle yaptılar" demelerinden hoşlanırlar. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Burada bahsedilen kişiler Ehl-i Kitab'dan olanlardır. Zira doğru olmayan bir şekilde hüküm vermişler, kitaplarındaki hükümleri değiştirmişler, bu yaptıklarından da sevinç duymuşlar ve yapmadıkları şeylerden dolayı da insanlardan övgü beklemişlerdir. Allah'a iman ettiklerini, namaz kılıp zekat verdiklerini, Allah'a itaat ettiklerini söyledikleri halde Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ona indirileni inkar etmekten sevinç duymuşlardır. Bunun içindir ki Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." buyurmuştur. Burada ettiklerinden kasıt, Allah'ı ve Muhammed'i inkar etmeleridir. Yapmadıkları ve buna rağmen karşılığında övülmeyi bekledikleri şeyler de namaz ve oruç gibi ibadetlerdir. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Yahudiler birbirlerine: “Muhammed gerçekten bir peygamber değildir. Onun için ona karşı sözünüz bir olsun ve elinizde bulunan kitaba sımsıkı sarılın" şeklinde mektuplar yazmışlardır. Bunu da yaptılar ve Muhammed'i inkar etmede birlik olmalarına çok sevindiler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Yahudiler kitablarında bulunan Muhammed ismini gizlemiş ve bunu birlik içinde yapmış olmaya çok sevinmişlerdir. "Biz oruç tutar, namaz kılar ve zekat veririz. Biz İbrahim'in dini üzerineyiz" diyerek de kendilerini haklı çıkarır, temize çekerlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." âyetini indirmiştir. Burada ettiklerinden kasıt, Muhammed'in peygamberliğini gizlemeleridir. Yapmadıkları ve buna rağmen karşılığında övülmeyi bekledikleri şeyler de kendilerini haklı gösterip, temize çektikleri konularda bunları yapmadıkları halde Araplardan övgü beklemeleridir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada ettiklerinden kasıt, Muhammed'in peygamberliğini gizlemeleridir. Yapmadıkları ve buna rağmen karşılığında övülmeyi bekledikleri şeyler de: “Biz İbrâhim'in dini üzerindeyiz" demeleridir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Âyette bahsedilen kişiler Yahudi'lerdir. Zira kitaplarını değiştirmeleri ve bundan dolayı insanlar tarafından övülmeleri kendilerini çok sevindirmiştir. Oysa Yahudilerin öyle bir yetkisi yoktur ve bunu da başaramamışlardır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Âyette bahsedilen kişiler Yahudilerdir. Bunlar Yüce Allah'ın, İbrâhim'e verdiği üstünlüklere sevinirlerdi" Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre Hayber Yahudileri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip getirdiği şeye inandıklarını ve kendisine tâbi olacaklarını söylediler. Oysa hâlâ dalâletlerine tutunmuşlardı ve sözle ifade edip yapmadıkları şeylere karşılık Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerini övmesini bekliyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." âyetini indirdi. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hayber Yahudileri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Din konusunda biz de sizler gibi düşünüyoruz ve bu konuda sizlerin destekçisi olacağız" dediler. Ancak Yüce Allah bu âyetle onların bu sözlerini yalanlamıştır. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hayber Yahudileri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Getirdiğin dini kabul edip ona razı olduk" dediler. Oysa yapmadıkları ve inanmadıkları bir şey için ondan bir övülme beklemişlerdi. İbn Ebî Hâtim, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: İsrâil oğullarından âbid ve fakih insanlar vardı. Bir defasında kralları bunları huzuruna çağırıp bir şeyler sordu. Onlar da krallara diledikleri şekilde ruhsatlar verdiler, bunun karşılığında onlardan para ve mal aldılar. Çıktıklarında kralların onların görüşlerine başvurmalarına ve kendilerine verilen mallara çok sevinmişlerdi. Bu konuda da Yüce Allah: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma..." âyetini açıklarken: “Bunlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için bîr ordu hazırlayan bazı Yahudilerdir" demiştir. Mâlik, İbn Sa'd, Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de Muhammed b. Sâbit'ten bildirir: Sabit b. Kays: “Yâ Resûlallah! Helak olmuş olmaktan korkuyorum" deyince, Allah Resûlü: “Neden?" diye sordu. Sâbit: “Yüce Allah yapmadığımız şeylerle övünmemizi yasakladı, oysa gördüğüm kadarıyla övülmeyi pek seviyorum. Yüce Allah böbürlenmemizi yasaklamış, ama gördüğüm kadarıyla güzel görünmeyi pek seviyorum. Yine Yüce Allah sesimizi senin sesinden fazla yükseltmemizi yasaklamış. Ancak ben sesi yüksek olan biriyim" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Sâbit! Övülen biri olarak yaşamayı, şehit olarak ölmeyi ve Cennete girmeyi istemez misin?" buyurdu. Gerçekten de Sâbit övülen biri olarak yaşadı ve Müseylemetu'l-Kezzâb ile yapılan savaşta şehit düştü. Taberânî, Muhammed b. Sâbit'ten bildirir: Sâbit b. Kays b. Şemmâs'ın bana bildirdiğine göre kendisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Yâ Resûlallah! Helak olmuş olmaktan korkuyorum..." Sonrasında ravi bir önceki rivâyeti zikreder. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre adamın biri Ahnef b. Kays'a: “Yürümekte zorluk çekiyorsan seni taşıyalım mı?" deyince, Ahnef: “Sen itibarcılardan biri olmalısın" dedi. Adam: “İtibara da ne oluyor?" diye sorunca Ahnef şu karşılığı verdi: “Bunlar yapmadıkları şeylerden dolayı övülmeyi sever, isterler. Hak bildiğin bir şeyi gördüğünde ona tutun ve gayrisini bırak." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahyâ b. Ya'mur bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: “... sanmasınlar" şeklinde açıklamıştır. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) şeklinde çoğul lafzıyla okumuştur. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: “Kurtulacaklarını..." şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bu yorumun benzerini zikretmiştir. 189Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri) Allah’ındır. Allah her şeye hakkıyle kadirdir. 190"Göklerin ve yerin yaratılışında» gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri İçle elbette İbretler vardır." İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Kureyşliler, Yahudilere gelip: “Mûsa, mucize olarak size neler gösterdi?" diye sordular. Yahudiler: “Asasını ve beyaz elini gösterdi" dediler. Bu kez Hıristiyanlara gidip: “İsa mucize olarak neler yapardı?" diye sordular. Hıristiyanlar: “Anadan doğma körleri ve alaca hastalarını iyileştirir, ölüleri diriltirdi" dediler. Sonrasında Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Rabbine dua et de Safâ tepesini altına çevirsin" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yönde dua edince, Yüce Allah: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için elbette ibretler vardır'" âyetini indirdi ve mucize olarak bunların üzerinde düşünmelerini istedi. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir: “Bir gece halam Meymûne'nin yanında kaldım. Gece yarısı veya gece yarısından az bir süre önce veya az bir süre sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uykudan kalktı, elleriyle gözlerini ovuşturarak uykusunu dağıtmaya çalıştı. Sonra Âl-i İmrân Sûresi'nin son on âyetini sonuna kadar okudu." Abdullah b. Ahmed Müsned'in zevaidi olarak, Taberânî, Hâkim, el-Künâ'da ve Bağavî, Mu'cemu's-Sahâbe'de Safvân b. Muattal es-Sülemî'den bildirir: “Bir yolculukta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraberdim. Bir gece nasıl namaz kıldığını görmek istedim ve onu izlemeye koyuldum. Yatsı namazını kıldıktan sonra uyudu. Gece yarısı olunca kalktı ve Âl-i İmrân Sûresi'nin son on âyetini okudu. Sonra dişlerini misvaklayıp abdest aldı ve onbir rekat namaz kıldı." 191"Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. «Rabbimız! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru» derler." İsbehânî'nin Terğîb'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde: «Akıl sahipleri neredeler?» diye seslenilir. «Hangi akıl sahipleri?» diye sorulunca: «Ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı ananlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünenler ve: «Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru» diyenlerdir» karşılığı verilir. Bunlar için bir sancak dikilmiştir. Bahsedilen akıl sahipleri bu sancağın yanında toplanır ve kendilerine: «İçinde ebedi kalacağınız Cennete girin» denilir." Firyâbî, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Cüveybir'den, o da Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada kastedilen namazdır. Zira kişi namazını ayakta kılamıyorsa oturarak, oturarak kılamıyorsa da uzanarak kılar." Hâkim'in bildirdiğine göre İmrân b. Husayn'da basur olduğu için namazda oturamıyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uzanarak namaz kılmasını söyledi. Buhârî, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Bende basur vardı. Namazı nasıl kılmam gerektiğini Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda: “Ayakta kılabiliyorsan ayakta kıl, kılamıyorsun oturarak kıl. Oturarak da kılamıyorsan uzanarak kıl" buyurdu. Buhârî, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kişinin oturarak namaz kılmasını sorduğumda: “Kişinin ayakta namazını kılması daha iyidir. Oturarak namaz kılan kişiye ayakta namaz kılan kişinin sevabının yarısı vardır. Uzanarak namaz kılan kişiye de oturarak namaz kılan kişinin sevabının yarısı vardır" buyurdu. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah'ı namazda veya namaz dışında başka bir şeyde zikretmek ve Kur'ân okumaktır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Ey insanoğlu! İşte senin her durumun böyle olmalıdır. Ayakta iken Allah'ı zikret. Ayakta iken zikredemiyorsan oturarak zikret. Oturarak da yapamazsan yatarak zikret. Bu, Yüce Allah'tan sana bir kolaylık ve hafifletmedir." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: “Kul ayakta, oturarak ve yatarak, her halinde Allah'ı zikretmedikçe zikir ehlinden biri sayılmaz." İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de ve İsbehânî, Teğîb'de Abdullah b. Selâm'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tefekkür eden ashâbının yanına çıktı ve: “Allah(ın zatı) hakkında değil, yarattıkları hakkında tefekkür edin" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Tefekkür'de ve İsbehânî, Terğîb'de Amr b. Murre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tefekkür eden bir toplulukla karşılaşınca onlara: “Yaratılanlar hakkında tefekkür edin, ama bunları yaratan (ın zatı) hakkında tefekkür etmeyin" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Osmân b. Ebî Dehreş'den bildirir: Bana ulaşana göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) suskun bir şekilde oturan ashâbının yanına gidince: “Neden konuşmuyorsunuz?" diye sordu. Ashâb: “Yüce Allah'ın yarattıkları hakkında düşünüyor, tefekkür ediyoruz" dediklerinde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın nimetleri hakkında tefekkür edin, ama kendisi (zatı) hakkında tefekkür etmeyin" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Taberânî, İbn Merdûye ve İsbehânî'nin Terğîb'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın nimetleri hakkında tefekkür edin, ama kendisi (zatı) hakkında tefekkür etmeyin" buyurmuştur. Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın yarattıkları hakkında tefekkür edin, ama kendisi (zatı) hakkında tefekkür etmeyin" buyurmuştur. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Sifât'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Her şey hakkında tefekkür edin, ama Allah'ın kendisi (zatı) hakkında tefekkür etmeyin" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Tefekkür'de, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, Sahîh'de, İbn Merdûye, İsbehânî, Terğîb'de ve İbn Asâkir, Atâ'dan bildirir: Hazret-i Âişe'ye: “Bana Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüğün en acayip şeyi anlat" dediğimde şu karşılığı verdi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hangi şeyi acayip değil ki? Bir gece yanına gelip yatağıma girdi. Sonra: “Bana izin ver de Rabbime ibadet edeyim" diyerek kalktı, abdest alıp namaza durdu. Kıyamda öyle ağladı ki gözyaşları göğsüne damlamaya başladı. Sonra rükûya gidip ağladı, sonra secdeye gidip ağladı. Başını secdeden kaldırdıktan sonra da ağladı. Bilâl gelip sabah ezanını okuyana kadar bu şekilde devam etti. Ona: “Yâ Resûlallah! Yüce Allah geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlamış iken neden bu kadar ağlıyorsun?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: “Şükreden bir kul olmayayım mı? Yüce Allah bu gece bana: “Ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı ananlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve: «Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru» diyenlerdir" âyetini indirmişken neden böyle yapmayayım?" Sonra da: “Bu âyeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun!" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Tefekkür'de Süfyân'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Âl-i İmrân Süresi'nin son âyetlerini okuyup da bunlar hakkında tefekkür etmeyene yazıklar olsun!" buyurdu ve son on âyet olduğunu göstermek için on parmağını saydı. Ravi der ki: Evzaî'ye: “Bunlar hakkında tefekkür nasıl yapılacak?" diye sorulunca: “Kişi bunları anlayarak ve düşünerek okur" karşılığını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Âmir b. Abdi Kays'tan bildirir: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir değil, iki değil, üç değil, daha fazla sahabisinden: “İmanın ışığı veya nuru tefekkürdür" sözünü işitmişimdir. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de ve İbnu'l-Münzir, Avn'dan bildirir: Ümmü'd-Derdâ'ya: “Ebu'd-Derdâ'nın en değerli ibadeti ne idi?" diye sorduğumda: “Tefekkür ve ibret alma idi" karşılığını verdi. Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bir anlık tefekkür bir gecelik ibadetten daha değerlidir" demiştir. İbn Sa'd, Ebu'd-Derdâ'dan bunun benzerini zikretmiştir. Deylemî, Enes'ten merfû olarak benzerini zikretmiştir. Deylemî başka bir kanaldan mevkûf olarak bildirdiğine göre Enes: “Gece ile gündüzün dönüşümü, birbiri ardınca gelmesi konusunda bir anlık tefekkür, seksen yıllık ibadetten daha değerlidir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in el-Azame'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir anlık tefekkür, altmış yıllık ibadetten daha değerlidir" buyurmuştur. Ebu'ş-Şeyh ve Deylemî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Adamın biri sırtüstü uzanmış göğü ve yıldızları seyrederken: «Vallahi sizlerin bir Rabbinizin ve yaratıcınızın olduğunu biliyorum. Allahım! Beni bağışla» dedi. Yüce Allah da ona nazar edip bağışladı." 192Bkz. Ayet:194 193Bkz. Ayet:194 194"Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu perişan etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Rabbimiz! Biz, «Rabbinize iman edin» diye imana çağıran bir davetçı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerinle vaadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın." İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ ile İbn Abbâs: “Yüce Allah'ın büyük ismi Rabb'dır" demişlerdir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes: “...Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu perişan etmişsindir..." âyetini açıklarken: “Perişan olmaktan kasıt, kişinin Cehennemde ebedi olarak kalmasıdır" demiştir. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu perişan etmişsindir..." âyetini açıklarken: “Bu, Cehennemden çıkamayacak olanlara has bir şeydir" demiştir. İbn Cerîr ve Hâkim, Amr b. Dînâr'dan bildirir: Câbir b. Abdillah b. Amre bize uğradığında Atâ ile birlikte yanına gittik. Ona: “...Onlar cehennemden çıkmayacaklardır" âyetini sorduğumda: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bildirdiğine göre bunlar kafirlerdir" karşılığını verdi. Câbir'e yine: “...Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu perişan etmişsindir..."âyetini sorduğumda: “Kişinin ateşte yanmasından daha perişan bir durum olabilir mi? Hatta bundan daha hafifi olan bir azap bile kişinin perişanlığıdır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Rabbinize iman edin, diye imana çağıran bir davetçi işittik..." âyetini açıklarken: “Bu davetçi Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir. İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bu yorumun benzerini zikretmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hatîb, el- Muttefik ve'l-Mufterik'de bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: “...Rabbinize iman edin, diye imana çağıran bir davetçi işittik..." âyetini açıklarken: “Bu davetçiden kasıt Kur'ân'dır; zira Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) herkes işitebilmiş değildir" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: İnsanlar Allah'ın davetini işitip buna icabet etmişlerdir. Bu yolda sorumluluklarını en güzel şekilde yerine getirmiş ve sonuçlarına da sabretmişlerdir. Burada Yüce Allah insanlardan mümin olan ile cinlerden mümin olanın bu yönde ne dediğini sizlere haber vermektedir. Cinlerden mümin olan kişi: “...Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık. Biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız" der. İnsanlardan mümin olan kişi ise: “Rabbimiz! Biz, «Rabbinize iman edin» diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al" der. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Rabbimiz! Peygamberlerinle vaadettiklerini bize ver..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada müminler Yüce Allah'tan, Peygamberleri diliyle kendilerine yapılan vaadin yerine getirilmesini dilemişlerdir." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada perişan etmeden kasıt, kişinin rezil edilmesidir. Sözden kasıt da "Lâ ilâhe illallâh" diyen kişiye verilen sözdür. Kulun bu dileği üzerine de Yüce Allah: “...Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim..."karşılığını vermiş, "Lâ ilâhe illallâh" diyenleri, tevhîde sarılıp ihlaslı olanları kıyamet gününde rezil etmeyeceğini bildirmiştir. Ebû Ya'lâ'nın Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü, Yüce Allah'ın huzurunda duran insanoğlunun rezilliği ve utanması öyle bir hale gelir ki artık Cenehheme atılma emrinin verilip bu durumdan kurtulmayı temenni eder. " Ebû Bekr eş-Şâfiî, Rubâiyye'de Ebû Kırsâfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Kıyamet gününde bizi rezil etme! Huzuruna çıktığımızda bizi utandırma" diye dua ederdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Biriniz namazda teşehhüdü bitirdiği zaman şöyle dua etsin: “Allahım! Bildiğim ve bilmediğim tüm hayırlı şeyleri senden diliyorum. Bildiğim ve bilmediğim tüm kötü şeylerden de sana sığınıyorum. Allahım! Salih kullarının senden dilediği en hayırlı şeyleri ben de senden diliyor, sana sığındıkları kötü şeylerden ben de sana sığınıyorum. Rabbimiz! Bize dünyada da, âhirette de iyilikler ver ve bizi Cehennem azabından koru. Rabbimiz! Biz ki iman ettik! "Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al. Rabbimiz! Peygamberlerinle vadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî: “Farz namazlarda Kur'ân'da geçen duaları etmek müstehab görülürdü" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Sîrîn'e namazda dua etme konusu sorulunca: “Ashabın namazlarda etmeyi en çok sevdikleri dualar Kur'ân'da da geçen dualardı" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid ile Tâvus: “Farz namazlarda Kur'ân'da geçen duaları edin" demişlerdir. Ahmed ve İbn Ebî Hâtim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Askalân (kenti) gelin güveyden biridir. Kıyamet gününde Yüce Allah buradan yetmiş bin kişiyi hesaba çekmemek üzere diriltir. Buradan elli bin kişiyi de şehit olarak diriltir ve Yüce Allah'ın huzuruna gelirler. Şehitler arasında kesik başlarını ellerinde taşıyan, şah damarlarından kanlar akan saflar da bulunur. Yüce Allah'ın huzuruna gelip: «Rabbimiz! Peygamberlerinle vaadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın» derler. Bunun üzerine Yüce Allah: «Kulum doğruyu söyledi. Beyaz nehirde onları yıkayın» buyurur. Nehirde yıkandıktan sonra bembeyaz olurlar ve Cennette diledikleri gibi dolaşırlar." 195"Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sîzden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katandadır." Saîd b. Mansûr, Abdurrezzâk, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ümmü Seleme: “Yâ Resûlallah! Bakıyorum da hicret konusunda Yüce Allah kadınlardan hiç bahsetmiyor" deyince Yüce Allah: “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır" âyetini indirdi. Bundan dolayı Ensarlılar: “Yanımıza hicret eden ilk kadın, Ümmü Seleme'dir" demişlerdir. İbn Merdûye, Ümmü Seleme'den bildirir: Son nazil olan âyet: “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır" âyetidir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ'dan: Kul üç defa: “Rabbim! Rabbim! Rabbim.'" dediği zaman Yüce Allah mutlaka ona nazar eder" demiştir. Atâ'nın bu sözü Hasan'a zikredilince de Hasan bunu zikreden kişiye: “Sen Kur'ân'ı okumuyor musun?" dedi ve: “Rabbimiz! Biz, «Rabbinize iman edin» diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al... Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim..." âyetlerini okudu. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: “Âyette bahsedilen Muhacirler, dört bir yandan memleketlerinden çıkarılıp hicrete zorlanan kişilerdir" demiştir. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Cennete ilk girecek gurup fakir Muhacirler olacaktır ki tehlikeler bunlarla savdırdı. Bunlara bir emir verildiği zaman dinleyip itaat ederlerdi. İçlerinden birinin yöneticiden bir ihtiyacı olduğu zaman bu ihtiyacı giderilmez, ölünceye kadar içinde kalırdı. Kıyamet gününde Yüce Allah Cenneti huzuruna çağırır. Cennet bütün süsü ve güzelliğini takınıp huzura çıkar. Yüce Allah: «Yolumda savaşan, öldürülen, eziyet çeken, cihad eden kullarım nerede? Gelin girin Cennete» diye seslenir. Fakir muhacirler de bu şekilde azaba maruz kalmadan ve hesaba çekilmeden Cennete girer. Bunun üzerine melekler gelip secdeye kapanır ve: «Rabbimiz! Biz ki gece gündüz seni tesbih ve takdis ederken bizlere tercih ettiğin bunlar da kim oluyor?» derler. Yüce Allah: «Bunlar yolumda savaşan ve eziyetlere maruz kalan kullarımdır» karşılığını verir. Bunun üzerine melekler Cennetin her bir kapısından içeri girip bunlara: «Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!»derler. " Hâkim, Abdullah b. Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Ümmetimden Cennete ilk girecek zümrenin kim olduğunu biliyor musun?" diye sorduğunda: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İlk girecek zümre muhacirlerdir. Bunlar kıyamet gününde Cennetin kapısına gelip açılmasını isterler. Cennet bekçileri: «Hesaba çekildiniz mi?» diye sorduklarında: «Ne diye hesaba çekileceğiz! Allah yolunda ölene kadar kılıçlarımız omzumuzdan hiç inmedi» karşılığını verirler. Bunun üzerine Cennet kapıları kendilerine açılır ve diğer insanların girişinden kırk yıl önce içeriye girip dinlenirler. " Ahmed'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cennete girdiğimde önümde bir ses işittim. «Bu ne?» diye sorduğumda: «Bilal'dir» dediler. Devam ettiğimde Cennet ahalisinin çoğunun muhacirlerden ve Müslümanların çoluk çocuğundan olduğunu gördüm. Cennet ahalisi içinde en az sayıda olanlar da zenginler ve kadınlardı. Bu konuda bana: «Zenginler henüz kapıda hesaba çekilip temizleniyorlar. Kadınlara gelince dünyada iken iki kırmızı olan altın ve gümüşle çok ilgilenmelerinden dolayı gelmekte geciktiler» denildi, Ahmed, Ebu's-Sıddîk'tan, o da ashâbdan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müminlerin fakirleri Cennete, zenginlerinden dörtyüz yıl önce girer. Öyle ki zenginler: «Keşke biz de dünyada iken fakir olsaydık» demeye başlarlar" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bu fakirleri bize anlat" dediklerinde Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Bunlar, tehlike anında bunu savmak için ilk gönderilen kişilerdir. Ganimeti olan bir iş olduğu zaman da başkaları gönderilir. İdarecilerin kapılarının da kendilerine kapalı tutulduğu kimselerdir" buyurdu. Hakîm et-Tirmizî'nin Saîd b. Âmir b. Cizyem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müslümanların fakirleri Cennete, zenginlerinden elli yıl önce girer. Öyle ki aralarına karışıp içeriye giren bir zengin elinden tutularak geri dışarı çıkartılır." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Kıyamet gününde insanlar toplandığında: “Bu ümmetin fakir ve miskinleri nerede?" diye seslenilir. Fakir ve miskinler öne çıkınca kendilerine: “Yanınızda ne var?" diye sorulur. "Rabbimiz! Yolunda belalara maruz kalıp sabrettik ki, sen daha iyi bilirsin. Malı da, makamı da bizden başkalarına verdin" derler. Bunun üzerine onlara: “Doğru söylüyorsunuz" denilir ve diğer insanlardan çok zaman önce Cennete girerler. Zorlu hesap da zenginlere, makam mevki sahiplerine kalır." Kendisine: “Peki, o günü müminlerin durumu ne olacak?" diye sorulunca Abdullah şöyle demiştir: “Müminlere nurdan divanlar kurulur ve üzerlerinde bulutlar olur. O günü onlar için günün bir anlık zamanından daha kısa gelir." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs şöyle demiştir: “Ey insanlar! Verdiği hükümlerde Allah'ı suçlamayın. Zira Yüce Allah hiçbir mümine haksızlık etmez. Birinizin başına hoşlandığı bir şey geldiği zaman bunun için Allah'a hamdetsin. Başına hoşlanmadığı bir şey geldiği zaman da buna sabredip mükâfatını Allah'tan beklesin. Zira mükâfatların en güzeli Allah katındadır." 196Bkz. Ayet:197 197"Kâfirlerin refah İçinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir." Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın" âyetini açıklarken: “Kafirlerin bol nimetler içinde gecelerini ve gündüzlerini geçirmeleri seni yanıltmasın" demiştir. "Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir!" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: “İbn Abbâs, "Ne kötü varış yeri" ifadesini: “Varacakları ve ikamet edecekleri yer ne kötüdür" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini: “Kafirlerin belde belde dolaşmaları seni yanıltmasın" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Vallahi ölene kadar hiçbir peygamber kafirlerin bu durumlarına ne aldanmış, ne de Allah'ın emirlerinden herhangi birini onlara havale etmiştir." 198"Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bîr ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır» İyi kişiler için Allah katındaki şeyler daha hayırlıdır." Buhârî, el-el-Edebu'l-Müfred'de , Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: “Yüce Allah'ın bunları "Ebrâr (iyi kişiler)" diye isimlendirmesi hem babalarına, hem de çocuklarına karşı iyi davranmalarından dolayıdır. Zira babanın senin üzerinde bazı hakları olduğu gibi çocuklarının da senin üzerinde bazı hakları vardır." İbn Merdûye, İbn Ömer'den merfû olarak aynısını zikretmiştir. Ancak ilk rivâyet daha doğrudur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Ebrâr'dan olanlar en ufak değersiz yaratıklara dahi zarar vermezler" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...İyi kişiler için Allah katındaki şeyler daha hayırlıdır" âyetini açıklarken: “Burada iyi olanlardan (Ebrâr) kasıt, Yüce Allah'a itaat edenlerdir" demiştir. 199"Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah'ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte bunların Rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah» hesabı çabuk görendir." Nesâî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Enes'ten bildirir: Necâşî vefat ettiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun cenaze namazını kılın" buyurdu. Ashap: “Yâ Resûlallah! Habeşli bir kulun mu cenaze namazını kılacağız?" dediklerinde Yüce Allah: “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..." âyetini indirdi. İbn Cerîr, Câbir'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çıkın ve ölen kardeşinizin cenaze namazını kılın!" buyurdu. Sonra önümüze geçip dört tekbirle cenaze namazını kıldırdı. Namazın ardından: “Bu kral Necâşî'nin cenaze namazıdır" buyurunca, bazı münafıklar: “Şuna bakın hele! Hayatında hiç görmediği Hıristiyan bir kafirin cenaze namazını kılıyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..." âyetini indirdi. Hâkim, Abdullah b. ez-Zübeyr'den bildirir: Necâşî'ye kendi bölgesinden düşmanları saldırıya geçince orada bulunan muhacir Müslümanlar ona: “Biz de sizinle birlikte onlara karşı savaşmak istiyoruz. Bu şekilde hem cesaretimizi görür, hem de bize yaptığın iyiliğin karşılığını vermiş oluruz" dediklerinde, Necâşî: “Yüce Allah'ın yardımıyla gelecek bir zafer, insanların yardımıyla gelecek bir zaferden daha hayırlıdır" karşılığını verdi. "Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..." âyeti de onun hakkında nazil olmuştu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Bize bildirilene göre bu âyet Necâşî ile bazı arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Bunlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edip davasını tasdik etmişlerdi. Yine bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Necâşî'nin vefat haberini alınca ona bağışlanma dilemiş ve gıyabi cenaze namazını kılmıştır. Ashabına: “Beldeniz dışında vefat eden bir kardeşinizin cenaze namazını kılın" buyurunca münafıklardan bazıları: “Kendi dininden olmayan birinin cenaze namazını kılıyor!" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..."' âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Necâşî vefat ettiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına: “Kardeşinize bağışlanma dileyin" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! O kafire mi bağışlanma dileyeceğiz?" dediklerinde Yüce Allah: “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..." âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Necâşî'nin gıyabi cenaze namazını kılınca münafıklar: “Dininden olmayan birinin cenaze namazını kıldı" diyerek onu eleştirdiler. Bunun üzerine: “Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar..." âyeti nazil oldu. Münafıklar: “Ama aynı kıbleye dönmüyorlardı ve aralarında denizler vardı" dediklerinde de: “...Nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır..." âyeti nazil oldu. Bazıları ise bu âyetin Yahudiyken sonradan Müslüman olan Abdullah b. Selâm ve beraberindekiler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Taberânî, Vahşî b. Harb'den bildirir: Necâşî vefat ettiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına: “Kardeşiniz Necâşî vefat etti, kalkıp cenaze namazını kılın" buyurdu. Ashab: “Yâ Resûlallah! Kafir biri iken öldüğü halde nasıl cenaze namazını kılalım?" dediklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah'ın: «Kitap ehlinden öyleleri var ki, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene, Allah'a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah'ın ayetlerini az bir değere satmazlar. İşte bunların Rableri katında mükâfatları vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir» âyetini işitmediniz mi?" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kitap ehlinden öyleleri var ki..." âyetini açıklarken: “Bunlar Yahudi ve Hıristiyanlardan Müslüman olanlardır" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken: “Âyette bahsedilen kişiler (sonradan Müslüman olan) Yahudilerdir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken: "Âyette bahsedilen kişiler Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Ehl-i Kitab'dan olanlardır ki daha sonra Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olmuşlardır" demiştir. 200"Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz." İbnu'l-Mübârek, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l- îman'da Dâvud b. Sâlih'ten bildirir: Ebû Seleme b. Abdirrahman bana: “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyeti ne konuda nazil oldu biliyor musun?" diye sorunca: “Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdim. Bunun üzerine şöyle dedi: “Ebû Hureyre'nin: «Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında nöbet tutulacak bir savaş yoktu. Burada nöbetten kasıt, namaz sonrası bir diğer namazı beklemedir» dediğini işittim." İbn Merdûye başka bir kanaldan Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan bildirir: Bir gün Ebû Hureyre yanıma geldi ve: “Yiğenim! "Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyeti ne konuda nazil oldu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır, bilmiyorum" karşılığını verdim. Bunun üzerine şöyle dedi: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Müslümanların nöbetini tutacakları savaşlar yoktu. Bu âyet mescitleri ihya eden, namazlarını vaktinde ve mescitte kılıp ardından Yüce Allah'ı zikreden bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Âyette beş vakit namazı ifa etmede sabretmeleri, nefis ve hevalarına karşı durmada sebat göstermeleri, mescitleri boş bırakmamaları ve kendilerine öğrettikleri konusunda Allah'tan korkmaları emredilmiş, bu şekilde başarıya ulaşacakları bildirilmiştir." İbn Merdûye, Ebû Eyyûb'den bildirir: Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımızda durdu ve: “Yüce Allah'ın kendisiyle günahlarınızı sileceği ve mükafatının büyük tutulacağı bir şeyi ister misiniz?" diye sordu. Biz: “Yâ Resûlallah! Vallahi isteriz" dediğimizde şöyle buyurdu: “Sıkıntılı durumlarda bile abdesti güzelce almak, mescide giderken uzunca yürümek ve namaz bitimi bir sonraki namazı beklemeye koyulmaktır. "Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyeti da bunu ifade etmektedir. Burada nöbet beklemek namaz bitimi bir sonraki namazın gelişini beklemektir." İbn Cerîr ile İbn Hibbân, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah tarafindan hatalarınızın silinmesine sebep olacak ve günahlarınıza keffâret olacak bir şeyi söylememi ister misiniz?" diye sordu. Biz: “Yâ Resûlallah! Tabi ki isteriz" dediğimizde: “Sıkıntılı durumlarda bile abdesti güzelce almak, mescide giderken uzunca yürümek ve namaz bitimi bir sonraki namazı beklemeye koyulmaktır. Âyette bahsedilen nöbet bekleme (ribât) de bir sonraki namazın gelişini beklemedir" buyurdu. İbn Cerîr, Hazret-i Ali'den naklen bu hadisin aynısını zikreder. Mâlik, Şâfiî, Abd b. Humeyd, Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah tarafından hatalarınızın silinmesine sebep olacak ve katındaki derecenizi yükseltecek bir şeyi size söylememi ister misiniz? Sıkıntılı durumlarda bile abdesti güzelce almak, mescide giderken uzunca yürümek ve namaz bitimi bir sonraki namazı beklemeye koyulmaktır. Ayette bahsedilen ribât da bir sonraki namazın gelişini beklemedir. Ribât budur! Ribât işte budur!" İbn Ebî Hâtim, Ebû Ğassân'dan bildirir: “Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyeti, mescitleri ihya edip onlardan geri durmama konusunda nazil olmuştur. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yüce Allah Müslümanlara dinleri üzerinde sabretmeleri, sıkıntıda rahatlıkta, darlıkta ve bollukta dinlerinden ayrılmamaları, kafirlere karşı sebat göstermeleri ve müşriklere karşı nöbet tutup uyanık olmalarını emretmiştir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: “Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Dininiz üzerinde sabırlı olun ve size vaad ettiklerim konusunda sabır gösterin. Hem benim, hem de sizin düşmanlarınıza karşı uyanık kalıp nöbet tutun ki sizi dinlerinizde rahat bıraksınlar. Benimle olan ilişkilerinizde de benden sakının ki huzuruma başarmış bir şekilde gelesiniz." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyetini açıklarken: “Allah'a itaatte sabırlı olun, dalâlette olanlara karşı sebat gösterin ve Allah yolunda nöbet tutup uyanık kalın" demiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyetini açıklarken: “Cihadda sabırlı olun, düşmanlarınıza karşı sebat gösterin ve dininiz için nöbette ve uyanık kalın" demiştir. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyetini açıklarken: “Musibetlere karşı sabırlı olun, Allah yolunda cihad edin" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyetini açıklarken: “Farz ibadetler üzerinde sabırlı olun, Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bulunduğu yerlerde sebat gösterin ve Yüce Allah'ın size emrettiği ve yasakladığı şeyleri gözetin" demiştir. İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin..." âyetini açıklarken: “Allah'a itaat konusunda sabırlı olun, Allah düşmanları karşısında sebat gösterin ve Allah yolunda nöbet tutup uyanık kalın" demiştir. Ebû Nuaym, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey imarı edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz'" âyetini açıklarken: “Beş vakit namaz konusunda sabır gösterin, düşmanlarınızla kılıçla savaşırken sebat gösterin ve Allah yolunda nöbet tutup uyanık kalın ki başarıya ulaşasınız" buyurmuştur. Mâlik, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Zeyd b. Eslem'den bildirir: Ebû Ubeyde, Ömer b. el-Hattâb'a bir mektup yazıp Rumların Müslümanlara karşı toplandığını ve tehlike oluşturduklarını bildirdi. Ömer b. el-Hattâb da cevaben ona şöyle yazdı: “Mümin kul ne kadar sıkıntılı bir durumla maruz kalsa da Yüce Allah mutlaka ona bir çıkış yolu gösterir. Bir zorluk da iki kolaylığa (zafer veya şehadete) üstün gelecek değildir. Yüce Allah da: “Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, nöbet bekleyin ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz" buyurmuştur." Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Beyhakî'nin Şuab'da Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah yolunda bir günlük nöbet, dünya ve üzerindekilerden daha değerlidir" buyurmuştur. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da Fadâle b. Ubeyd'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her ölen kişinin amel defteri kapanıp mühürlenir. Allah yolunda nöbet tutarak ölen kişi hariç! Zira bu şekilde ölen kişinin ameli, kıyamet gününe kadar artar durur ve kabir azabından emin olur" buyurmuştur. Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî, Taberânî ve Beyhakî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda gecesi ve gündüzüyle tutulan bir günlük nöbet, gündüzleri oruçla, geceleri ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Kişi böylesi bir görevi yaparken öldüğü zaman da yaptığı bu görevden alacağı sevap (kıyamet gününe kadar) artar durur, rızkı (kabrindeyken) kendisine verilmeye devam eder ve kabir azabından emin kılınır." Taberânî bunu: “... Kıyamet gününde şehit olarak haşredilir" ziyadesiyle zikreder. Taberânî ceyyid bir senedle Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir aylık nöbet bir yıllık oruçtan daha değerlidir. Allah yolunda nöbette iken ölen kişi, kıyamet günündeki büyük korkudan emin olur. Kabrinde iken rızkını ve Cennet kokusunu alır. Yüce Allah onu geri diriltinceye kadar da nöbetten alacağı sevap artar durur." Taberânî ceyyid bir senedle İrbâd b. Sâriye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi öldüğü zaman ameli de biter. Allah yolunda nöbette iken ölen kişi hariç! Bu şekilde ölen kişinin rızkı, kıyamet gününe kadar (kabrinde) kendisine gelir. " Taberânî ceyyid bir senedle Ümmü'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç gün boyunca Müslümanların sahil bölgelerinde nöbet tutan kişi, bir yıl boyunca nöbet tutmuş gibi karşılığını alır." İbn Mâce sahîh bir senedle Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda nöbet tutarken ölen kişinin sevabı, yaptığı en salih amel üzerinden kıyamete kadar artar durur. Rızkı (kabrinde) kendisine verilir. Kabir azabından uzak tutulur. Yüce Allah kıyamet günündeki büyük korkudan onu emin kılarak haşreder. " Taberânî, M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den merfû olarak benzerini şu ziyadeyle rivayet eder: “Kişi nöbet tutarken öldüğü zaman ameli, kıyamet gününe kadar devam eder. Kabrinde iken rızkı Cennet esintileri içinde yanına gelir. Cennette yetmiş huriyle evlendirilir ve kendisine: «Hesap bitene kadar istediğin kadar kişiye şefaatçi ol» denilir." Taberânî sakıncası olmayan bir senedle Vâsile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim güzel bir yol (çığır) açarsa yaşadığı sürece bunu yapmanın sevabını, öldükten sonra da terk edilene kadar bu yolu takip eden kişilerin alacağı sevabın benzerini alır. Kim de kötü bir yol (çığır) açarsa yaşadığı sürece bunu yapmanın günahını, öldükten sonra da terk edilene kadar bu yolu takip eden kişilerin günahının benzerini alır. Allah yolunda nöbet tutarken ölen kişi, kıyamet gününde tekrar dirilinceye kadar nöbet tutuyor gibi sevabını alır durur." Taberânî, M. el-Evsat'ta ceyyid bir senedle Enes'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) nöbet tutan kişinin sevabı sorulunca: “Bir gece nöbet tutup da Müslümanları koruyan kişiye neslinden gelen tüm kişilerin namaz ve oruçlarının sevabı kadar sevap vardır" karşılığını verdi. Taberânî, M. el-Evsat'ta sakıncası olmayan bir senedle Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, yolunda bir gün nöbet tutan kişiyle Cehennem arasında yedi hendek açar ki her bir hendek yedi kat yer ile yedi gök kadardır. " İbn Mâce, vâhi (zayıf) bir senedle Ubey b. Ka'b'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Tehlikeli bir yerde Müslümanları korumak için Ramazan ayı dışında Allah rızasını umarak tutulan bir günlük nöbet, Allah katında orucu ve gece namazıyla yüz yıllık ibadetten daha değerlidir. Tehlikeli bir yerde Müslümanları korumak için Ramazan ayı içinde Allah rızasını umarak tutulan bir günlük nöbet, Allah katında orucu ve gece namazıyla ikibin yıllık ibadetten daha değerlidir. Eğer Yüce Allah bu kişiyi ailesine sağ salim bir şekilde döndürürse işlediği kötülükler yazılmaz, ancak iyilikleri yazılır. Kıyamete kadar da her günü nöbetteymiş gibi kendisine sevap verilir. " İbn Hibbân ve Beyhakî, Mücâhid'den bildirir: Ebû Hureyre nöbette beklerken bir tehlike arzetti. Sahile doğru kontrol için çıktılar; ancak bir şey bulamayınca: “Bir şey yokmuş" deyip dönüşe geçtiler. Herkes dönerken Ebû Hureyre yerinde duruyordu. Adamın biri ona: “Ey Ebû Hureyre! Sen neden duruyorsun?" diye sorunca, Ebû Hureyre şu karşılığı verdi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Allah yolunda bir an (nöbette) durmak, Kadir Gecesi'ni Hacer-i Esved'in yanında ihya etmekten daha hayırlıdır. " Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim'in Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah yolunda tutulan bir günlük nöbet, başka yerde geçirilen bin günden daha hayırlıdır" buyurmuştur. İbn Mâce'nin lafzı: “Yüce Allah yolunda bir gün nöbet tutan kişiye orucu ve namazıyla bin günün sevabı verilir" şeklindedir. Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Nöbette olan kişinin kıldığı namaz, beşyüz namaz değerindedir. Nöbette olanın infak ettiği bir dinar veya bir dirhem başka yerde infak ettiği dokuzyüz dinardan daha değerlidir. " Ebu'ş-Şeyh, es-Sevâb'da Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nöbet yerinde kılınan namaz başka yerde kılınan bir milyon namaz değerindedir" buyurmuştur. İbn Hibbân'ın Utbe b. en-Nudder'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Uzak bölgelere savaşa gidildiğinde, idareciler ahaliyi savaşa zorladığında ve ganimetler zimmete geçirilmeye başlandığında en hayırlı cihad nöbet tutmak olacaktır" buyurmuştur. Buhârî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dinarın, dirhemin, yiyeceğin ve giyim kuşamın kulu olanlara, verilince razı olan, mahrum bırakılınca da öfke duyanlara yazıklar olsun! İşleri rast gitmesin, diken batsa bu dikeni çıkarılmasın! Saçı başı dağınık, ayakları toz içinde Yüce Allah yolunda atını süren kişiye de ne mutlu! Bu kişi muhafız olarak görevlendirilirse muhafızlığını yapar, ordunun arkasında görevlendirilirse arkada görevini yapar. Ne var ki bir yere girmek için izin istese izin verilmez, birine aracılık etse aracılığı kabul edilmez. " Beyhakî'nin Ümmü Mübeşşir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah katında konumu en hayırlı olan kişi, Allah yolunda atının üzerinde düşmanı korkutan ve düşman tarafından korkutulan kişidir" buyurmuştur. Müslim, Nesâî ve Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında en hayırlı yaşayanlardan biri de, Yüce Allah yolunda atını süren, düşman saldırısı veya tehlikesi sezdiği zaman öldürmeyi ve ölümü kastedip oraya uçarak giden kişidir. Bir diğeri de şu tepelerden birinin üzerinde veya şu vadilerden birinde koyun sürüsünün başında durup namazını kılan, zekatını veren, eceli gelinceye kadar Rabbine itaat eden ve insanlara hayırdan başkasını yapmayan kişidir." Beyhakî, İbn Âiz'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adamın cenazenin arkasından gitti. Namaz için konulduğu zaman Ömer b. el-Hattâb: “Yâ Resûlallah! Bunun namazını kılma, zira sefih biridir" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradaki cemaate dönüp: “Aranızda bu adamı Müslümanca bir iş yaparken gören var mı?" diye sordu. Adamın biri kalkıp: “Yâ Resûlallah! Allah yolunda bir gün nöbet tuttu" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın cenaze namazını kıldırdı. Gömülürken de üzerine toprak attı ve: “Arkadaşların senin Cehennemlik olduğunu düşünüyorlar, ama ben şehadet ederim ki sen Cennetlik birisin" buyurdu. Sonra Ömer'e: “Ey Ömer! İnsanların amelleri senden sorulacak değildir. Kendi fıtratından hesaba çekileceksin" buyurdu. Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-iÖmer şöyle demiştir: “Yüce Allah bu işe peygamberlik ve rahmetle başlamıştır. Sonra hilafet ile rahmet olacaktır. Sonrasında sultanlık ile rahmete dönüşecektir. Sonra da krallık ile rahmete dönüşecektir. Sonra da eşeğin ota yapışması gibi makama yapışanların elinde zorbalığa dönüşecektir. Ey insanlar! Tatlı ve çekici olduğu sürece, sumâm ile hutâm bitkileri gibi acı ve çekilmez olmadan cihad ve savaştan geri durmayın. Uzak bölgelere savaşa gidildiğinde, ganimetler zimmete geçirilmeye başlandığında, haram şeyler de helal kılındığında en hayırlı cihadınız nöbet tutmak olacaktır." Ahmed'in Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dört kişinin ameli ölümünden sonra da lehine işlemeye devam eder. Biri Allah yolunda nöbette iken ölen kişidir. Diğeri, başkasına bir ilmi öğreten kişidir ki bunun da sevabı öğrettiği şeyle amel edildikçe devam eder. Bir diğeri başkasına sadaka veren kişidir ki, bunun da sevabı o sadakadan faydalanıldığı sürece devam eder. Dördüncüsü de geride kendisine dua eden salih bir çocuk bırakan kişidir. " İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de, İbn Merdûye, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her gece Âl-i İmrân Sûresi'nin son on âyetini okurdu. Dârimî'nin bildirdiğine göre Osmân b. Affân: “Gece Âl-i İmrân Sûresi'nin son on âyetini okuyan kişiye tüm geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevap yazılır" demiştir. |
﴾ 0 ﴿