NİSÂ SÛRESİ

İbnu'd-Durays, Fedâil'de, Nehhâs, Nâsih'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de değişik tariklerle bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Nisâ Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Nisâ Sûresi, Medine'de nazil oldu" demiştir.

Buhârî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Bakara ile Nisâ sûreleri nazil olduğunda ben Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) evliydim" demiştir.

Ahmed, İbnu'd-Durays, Fedâilu'l-Kur'ân'da, Muhammed b. Nasr, Salât'ta, Hâkim ve Beyhakî'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yedi uzun sûreyi (Sebu't-Tivâl) ezberleyen kişi alim biri sayılır" buyurmuştur.

Beyhakî, Şuab'da Vâsile b. el-Eska'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tevrat yerine bana yedi uzun sûre (Sebu't-Tivâl) verildi" buyurdu. Muîn olan sûreler, âyet sayısı 100 ve üstü olan sûrelerdir. Mesânî olan sûreler ise âyet sayısı 100'den az ancak kısa sûrelerden daha uzun olan sûrelerdir.

Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, ibn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Enes'den bildirir: Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsızlandı. Sabah vakti kendisine:

Resûlallah! Acının izleri hâlâ üzerinde görünüyor" denilince:

“Allah'a hamdolsun ki bende gördüğünüz bu durum, yedi uzun sûreyi okumamdan dolayıdır" buyurdu.

Ahmed, Huzeyfe'den bildirir:

“Bir gece Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte gece namazına kalktım. Yedi uzun sûreyi yedi rekatta okudu."

Abdurrezzâk, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesinden birinden bildirir:

Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece kaldım. Gece yarısı kalkıp ihtiyacını gördükten sonra su kabına geldi. Kaptan su dökerek ellerini üç defa yıkadı. Sonra da abdest alıp namaza durdu. Bir rekatta yedi uzun sûreyi okudu."

Hâkim, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: İbn Abbâs'ın:

“Nisâ Sûresi'ni bana sorun! Ben ki Kur'ân'ı okumaya henüz küçükken başladım" dediğini işittim.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Nisâ Sûresi'ni okuyup da mirasta akrabalardan hacbeden ile hacbetmeyeni bilen kişi, miras ilmini öğrenmiş demektir" demiştir.

1

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir."

Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden..." âyetini açıklarken:

“Tek bir nefisten kasıt Âdem'dir. Ondan var edilen eşi de Havvâ'dır ki, onu da Âdem'in kaburga kemiğinden yaratmıştır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Tek bir nefisten kasıt Âdem'dir. Ondan var edilen eşi de Havvâ'dır ki uyuyan Âdem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Uyandığında onu görüp Nebâtice'de kadın anlamına gelen "Esâ!" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Yüce Allah, Havvâ'yı Adem'in sol arka tarafından yarattı. İblis'in karısını da sol arka tarafından yarattı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Ondan da eşini var eden..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Havvâ'yı Adem'in arka ve en alt kaburgasından yarattı" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kadın erkekten yaratıldı. Bunun için kadın erkeğe bağlı kılınmıştır. Bu yüzden kadınlarınızı gözetin. Erkek ise topraktan yaratıldı ve toprağa bağlı kılındı."

İshâk b. Bişr ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Adem'in yirmisi erkek, yirmisi de kız olmak üzere kırk çocuğu olmuştur" demiştir.

İbn Asâkir, Ertea b. el-Münzir'den bildirir:

“Bana bildirilene göre Havvâ, Şit'i dişleri çıkana kadar karnında taşıdı. Karnının beyazlığından dolayı annesi onun yüzünü dahi görebiliyordu. Şît, Adem'in üçüncü çocuğudur. Doğum sırasında Havvâ büyük bir acı çekti. Onu doğurmasıyla birlikte de melekler Şît'i aldılar. Yanlarında kırk gün kaldı. Yürümeyi ona öğrettikten sonra da geri annesine verdiler."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Onun adına birbirinize bir şeyler verdiğiniz Allah'a karşı gelmekten sakının" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyeti açıklarken:

“Adına anlaşmalar yapıp sözler verdiğiniz Allah'tan korkun" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Onun ve akrabalığınızın adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Rabbinize karşı gelmekten sakının" şeklinde açıklamış ve şöyle demiştir: Bundan kasıt kişinin birine:

“Allah adına ve aramızdaki akrabalığın hürmetine senden şunu istiyorum" demesidir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti "akrabalık" kelimesinin sonu esreli olacak şekilde (.....) lafzıyla okumuş ve açıklarken şöyle demiştir: Bundan kasıt kişinin birine:

“Allah adına ve aramızdaki akrabalığın hürmetine senden şunu istiyorum" demesidir.

Câfer de bu âyeti açıklarken şöyle der: Bundan kasıt kişinin birine:

“Allah adına ve aramızdaki akrabalığın hürmetine senden şunu istiyorum" demesidir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle der: Bundan kasıt kişinin birine:

“Allah adına ve aramızdaki akrabalığın hürmetine senden şunu istiyorum" demesidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti okumuş ve:

“Biri senden Allah adına bir şey istediği zaman isteğini ona ver. Aynı şekilde aradaki akrabalığın hürmetine biri senden bir şey istediği zaman onun da isteğini karşıla" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini şöyle açıklamıştır:

“Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının. Aynı şekilde akrabalık bağlarını koparmaktan sakının, akrabalarınızla bağınızı koparmayın."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İbn Abbâs, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen der ki: Yüce Allah şöyle buyurur: «Akrabalık bağlarını koparmayın! Zira böylesi, dünya hayatında bekanız için daha iyi, ahiretiniz konusunda da daha hayırlıdır.»"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirdiğine göre bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu:

“Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarınızı koparmaktan sakının! Zira böylesi, dünya hayatında bekanız için daha iyi, ahiretiniz konusunda da daha hayırlıdır. "

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarınızı kesmeyin, canlı tutun" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“Allah'tan korkun ve akrabalık bağınızı kesmeyin" şeklinde açıklardı.

İbn Cerîr'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Akrabalık bağlarınız kesmekten sakının, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının" şeklinde açıklardı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“Akrabalık bağlarını kesmekten sakının" şeklinde açıklardı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" âyetini açıklarken:

“Sizi gözetip korumaktadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah sizin yaptıklarınızı gözetlemekte ve ne yapıp ettiğinizi bilmektedir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hem namaz hem de ihtiyaç duasını bizlere öğretti. Namazdaki dua teşehhüddür. İhtiyaç /Hâcet duasına gelince, kişi önce:

“Hamd ancak Allah'ındır. Ancak O'na hamdeder, O'ndan yardım ister ve O'ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidâyete erdirdiğini kimse saptıramaz, saptırdığını da kimseler hidâyete erdiremez. Allah'tan başka ilah olmadığına, tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ederim" der. Sonrasında şu üç âyeti:

“Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.'" "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir." "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur" okur, ardından da ihtiyacı olan şeyi dile getirir.

2

"Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Ğatafân kabilesinden bir adamın yanında yetim olan yeğenine ait çok miktarda mal vardı. Yetim olan çocuk büyüyünce amcasından bu malı istedi, ancak amcası bu malları vermek istemedi. Çocuk adamı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyet edince:

“Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin..." âyeti nazil oldu. Burada muhatap olanlar, yetimlerin mallarına bakan vasilerdir ki Yüce Allah onlara şöyle seslenmektedir:

“Ellerinizde bulunan ve yetimlere ait olan malları zamanı gelince onlara geri verin. Başkalarına ait olan ve sizin için haram olan malları kendi mallarınızla değiştirmeyin. Helal olan kendi mallarınızı harcayıp size haram olan başkasının mallarını yemeye kalkmayın!"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Temizden kasıt helal, pisten kasıt ise haram maldır. Kişinin kendisine takdir edilen helal rızık eline geçmeden acele davranıp kendisi için haram olan rızkı yemeye kalkışmaması emredilmektedir. Ellerinde bulunan ve yetimlere ait olan malları da yemek için kendi mallarına katmamaları gerektiği, bunu yapmanın büyük bir günah olduğu ifade edilmiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Mürızir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Temizi pis olanla değişmeyin..." âyetini açıklarken:

“Sizin olan zayıf hayvanı yetimin olan semiz hayvanla değiştirmeyin" demiştir.

İbn Cerîr, Zührî'den bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti açıklarken:

“Sizin olan eksik parayı yetimin olan iyi parayla değiştirmeyin" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Önceleri kişi gözetiminde olan yetimin sürüsü içinden semiz olan koyunu alıp, kendi sürüsünden olan zayıf koyunu onun yerine koyar ve:

“Bir koyuna karşılık bir koyun" derdi. Aynı şekilde yetimin mallan içinden iyi olan dirhemleri alıp yerine elindeki eksik dirhemleri koyar ve:

“Bir dirheme karşılık bir dirhem" derdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye insanları mirastan kadınlara ve küçük çocuklara bir şey vermezlerdi. Bunun içindir ki ölüden geriye kalanları büyükler alırdı. İşte âyetle kişinin mirastan kendi payı olan kısmın kendisi için temiz, çocuk ve kadının payı olan kısmının ise pis olduğu ifade edilmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, Hasan (-i Basrî)'den bildirir: Yetimlerin mallan konusunda bu âyet nazil olunca, elinde yetimlere ait mal olanlar bunları kendi mallarından ayırmaya başladılar. Ancak bu konuda sıkıntı yaşayıp durumdan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şikâyette bulunduklarında:

“Sana yetimleri sorarlar, de ki: «Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır». Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizde..." âyeti nazil oldu. Bu âyetin ardından da malları karıştırdılar, ancak onların mallarını yemekten de sakındılar.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Büyük bir günah" olarak açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abâs: (.....) ifadesini "Zulüm, haksızlık" olarak açıklamıştır.

Tastî, Mesâil'de, İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-İbtidâ'da ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Habeşlilerin dilinde günah anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. A'şâ'nın:

"Benden yapmamı beklediğiniz şey

Akşamı bulan herkes bilmeli ki isyan ve günahtır" dediğini İşitmedin mi?"

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu ifadeyi (.....) şeklinde, (.....) harfini dammeli okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu ifadeyi (.....) şeklinde, (.....) harfini fethali okurdu.

3

"Eğer yetimlerin haklarım gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için en uygunu budur."

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: Hazret-i Âişe'ye:

“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız..." âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle dedi:

“Yeğenim! Bu kız, velisinin himayesinde ve malında da ortak iken kızın malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider. Ancak onunla evlenirken mehrinde adil davranmaz ve başkasının kıza verebileceği mehrin aynısını vermekten kaçınır. İşte bu âyetle mehirlerini en yüksek düzeyde vermek suretiyle adaleti sağlamaları haricinde onlarla evlenmeleri yasaklanmış, ancak başka kadınlardan istedikleriyle evlenebilecekleri buyrulmuştur. Bu âyetin nüzulünden sonra insanlar bu konuda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) fetva istediklerinde "Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: «Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva, kendilerine yazılan şeyi vermeyip kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitap'ta size okunandır.» Ne iyilik yaparsanız Allah onu şüphesiz bilir'" âyeti nazil oldu. Burada Yüce Allah'ın, "Kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız" âyeti, içinizden birinin himayesi altında bulunan, güzelliği ve malı az olan yetim kızla evlenme arzusudur. Onun içindir ki malı ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kadınlarla evlenmeye ancak adalet kaydıyla cevaz verilmiştir. Bu da güzelliği ve malı az olan yetim kızlarla evlenmeye rağbet göstermedikleri içindir."

Buhârî, Hazret-i Aişe'den bildirir: Adamın birinin yanında yetim bir kız vardı ve onunla evlendi. Adamın kızda gönlü yoktu, ancak kızın bir hurmalığı olduğu için onu yanında tutuyordu. Bunun üzerine:

“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız..." âyeti nazil oldu.

Ravi der ki:

“Ravi bunu bize aktarırken sanırım kızın o hurmalık ile diğer mallarda adamın ortağı olduğunu söyledi."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Aişe'den bildirir:

“Bu âyet bir adamın himayesinde bulunan ve malı olan yetim kız hakkında nazil olmuştur. Adam, himayesinde olan bu kızı beğenmese de sırf malı için onunla evlenebilir, sonradan ona kötü davranıp zarar verebilir. Böylesi bir durum için bu âyet uyarı mahiyetindedir."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Bazen Kureyşlilerden birinin yanında hem eş olarak birkaç kadın, hem de yetim kızlar bulunurdu. Bu kişinin malı bitince de himayesinde bulunan yetimlerin malına yönelirdi. Bu konu hakkında da:

“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Önceleri kişi:

“Neden ben de filan kişi gibi birçok kadınla evlenmeyeyim ki?" der ve dört, beş, altı veya on kadınla birden evlenirdi. Bu şekilde himayesinde bulunan yetimin malını kullanarak bu evlilikleri yapardı. Bu âyetle de dört kadından fazlasıyla evlenmeleri yasaklandı.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri kişi himayesinde bulunan yetimlerin malını kullanarak dilediği kadar kadınla evlenirdi. Yüce Allah bu âyetle böylesi evlilikleri yasakladı."

Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yetimlerin mallarının korunması dolayısıyla erkeklerin evlenebilecekleri kadın sayısı dörtle sınırlandırıldı."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberlikle gönderdiğinde verdiği emirler ile getirdiği yasaklar haricinde insanlar Cahiliye âdetlerine göre yaşıyorlardı. İnsanlar da sık sık gelip yetimler konusunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorarlardı. Ancak evlenilecek kadın sayısı ile kadınlar konusunda herhangi bir soru sorma gereği duymuyorlardı. Erkek de dilediği sayıda kadınla evlenebiliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için en uygunu budur" âyetini indirdi. Âyetle Yüce Allah insanların, yetimler konusunda adaletsiz davranmaktan korktukları gibi diğer kadınlar konusunda da adaletsiz davranmaktan korkmaları gerektiğini ifade etti ve evlenilecek kadın sayısını dörtle sınırlandırdı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde kişi dul kadınlardan on tanesini nikahı altında tutabilirdi. Yetimlerin hakları konusunda da çok titiz davranırlardı. Yetimler konusunu dini açıdan çokça sorgular, ama bu kadar kadınla evlenme konusuna hiç girmezlerdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyetle Yüce Allah insanların, yetimler konusunda adaletsiz davranmaktan korktukları gibi nikahları altında tuttukları diğer kadınlar konusunda da adaletsiz davranmaktan korkmaları gerektiğini ifade etmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde kimse yetimin malına dokunmazdı. Ancak on kadınla aynı anda evli bulunabilir, hatta babalarının ölümünden sonra analıkları ile bile evlenirlerdi. Bu âyetten sonra da kadınlar konusundaki uygulamalarını gözden geçirdiler."

İbn Ebî Hâtim'in Muhammed b. Ebî Mûsa el-Eş'arî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Eğer zinaya düşmekten korkarsanız başka kadınlarla evlenebilirsiniz. Yani yetimlerin mallan konusunda adaletsiz olmaktan korktuğunuz kadar evlenmemeniz halinde zinaya düşmekten de korkmalısınız."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“İnanarak ve tasdik ederek yetimlere veli olmaktan ve onların mallarını yemekten çekindiğiniz gibi aynı şekilde zinaya bulaşmaktan da çekinmelisiniz. Böylesi bir durumda da size helal olan kadınlardan iki veya üç veya dört tanesiyle evlenebilirsiniz."

Abd b. Humeyd, İbn İdrîs'ten bildirir: Esved b. Abdirrahman b. el-Esved bana Alkame'nin mushafını verdi. Bu mushafta, "...Size helal olan diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz..." âyetinin, (.....) lafzıyla yazıldığını gördüm. Bundan A'meş'e bahsettiğimde bunu beğendi. Zira A'meş de bazı mushaflarda olduğu gibi bu âyeti (.....) lafzıyla okumazdı.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) âyetini:

“Size helal kılınanlardan" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile Saîd b. Cübeyr: (.....) âyetini:

“Size helal kılınanlardan" şeklinde açıklamışlardır.

İbn Ebî Şeybe ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: (.....) âyetini açıklarken:

“Size helal kıldıklarımdan, anlamındadır" demiştir.

Şafiî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de, Dârakutnî ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir: Ğaylân b. Seleme es-Sekafî Müslüman olduğu zaman on tane hanımı vardı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Bunlardan (dört tanesini) seç" buyurdu. Başka bir lafızda:

“Dördünü yanında bırak geriye kalanlardan ayrıl" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Nehhâs, Nâsih'de Kays b. Hâris el-Esedî'den bildirir: Müslüman olduğumda sekiz tane hanımım vardı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu haber verdiğimde:

“İçlerinden dört tanesini seç, gerisini bırak" buyurdu. Ben de böyle yaptım.

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: İbn Ömer:

“Kölenin en fazla kaç kadın alabileceğini bilen var mı?" diye sorunca, adamın biri kalkıp:

“Ben biliyorum, iki kadın alabilir" dedi. Adamın bu cevabı üzerine İbn Ömer sustu.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Sünen'de Hakem'den bildirir:

“Kölenin aynı anda ikiden daha fazla kadınla evlenemeyeceği konusunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabl icma etmişlerdir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde "...Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Dört kadın arasında adaleti sağlayamamaktan korkarsanız üç kadınla evlenin. Üçü arasında adaleti sağlayamamaktan korkarsanız iki, iki tane arasında adaleti sağlayamamaktan korkarsanız bir tane ile evlenin. Bir tane için de adaleti sağlayamamaktan korkarsanız o zaman elinizin altında bulunan cariyeyle yetinin."

İbn Cerîr, Rabî'den yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız..."' âyetini açıklarken:

“Cinsel ilişki ile sevgi konusunda adaletin sağlanamamasıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Elinizin altındakiyle..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt cariyelerdir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Elinizin altındakiyle..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Önceleri kişi sahip olabildiği bütün kadınlarla evlenebilirdi. Daha sonra Yüce Allah bir kadın ile kızıyla aynı anda evlenmeyi, babanın veya oğlun karısıyla evlenmeyi, sütkardeş olan iki kızla aynı anda evlenmeyi, sütanneyle evlenmeyi, kocası olan kadınla evlenmeyi yasakladı. Yüce Allah, hür de olsalar cariye de olsalar böylesi bir konumda olan kadınlarla evlenmeyi haram kıldı."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Hibbân, Sahîh'de Hazret-i Âişe'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), (.....) âyetini:

“Bu zulmetmemeniz için en uygun olanıdır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim der ki: Babam:

“Hatalı bir hadistir, doğrusu da Hazret-i Âişe'den mevkuf olarak rivâyet edilendir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“(Adaletten) kaymamanız için" şeklinde açıklamıştır.

Tastî, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Adaletten sapmamanız için en uygunu budur, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi birli mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi:

“Tabi ki bilirler. Şâirin:

Biz Allah Resûlü'ne tâbi olduk,

Ancak onlar Peygamherin sözünü dinlemeyip, adaletle tartmadılar" dediğini işitmedin mi?"

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini:

“Adaletten sapmamanız için" şeklinde açıklamış ve şöyle demiştir:

“Ebû Tâlib'in:

"Adaletli olan tartıda bir arpa tanesi dahi kaybolmaz

Doğru tartan kişinin tartmasında adaletsizlik olmaz" demesini işitmedin mi?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû İshâk el-Kûfî'den bildirir: Osmân b. Affân, bir konuda kendisine sitem eden Küfe ahalisine:

“Terazi değilim ki bir tarafa meyletmeyeyim!" şeklinde bir cevap yazmıştır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“(Adaletten) sapmamanız için" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe de Ebû Rezîn, Ebû Mâlik ve Dahhâk'tan yorumun benzerini zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken:

“Zulmettikleriniz daha fazla olmasın diye en uygunu budur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Harcamalarının daha az olması için en uygunu budur. Zira bir kadının masrafı, daha fazla kadının masrafından azdır. Cariyeyi idare etmek de hür olan kadını idare etmekten daha kolaydır. Çocuklar için de aynı durum söz konusudur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne: (.....) âyetini:

“Fakir düşmemeniz için" şeklinde açıklamıştır.

4

"Kadınlara mchîrlerîni gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Sâlih'ten bildirir: Önceleri erkekler kızlarını veya kız kardeşlerini evlendirdikleri zaman ona verilen mehri kendileri alır, evlenen kadına vermezlerdi. Yüce Allah bu şekilde mehri almalarını yasakladı ve:

“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Hadramî'den bildirir: Bazıları kız kardeşlerini birine verir, bunun karşılığında da onun kız kardeşini alırdı. Bu şekilde de karşılıklı olarak birbirlerinin kız kardeşleriyle evlendikleri için kadınlara mehir verilmemiş olurdu. Bu konuda Yüce Allah:

“Kadınlara (nehirlerini gönül hoşluğuyla verin...'" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil: (.....) âyetini:

“Kadınlara mehirlerini verin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bundan kasıt, kadının mehridir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: (.....) ifadesini:

“Bir görev ve gereklilik olarak" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini:

“Adı konulmuş, belirtilmiş bir farz olarak kadınlara mehirlerini verin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: ifadesini Araplar "vecibe, yükümlülük" anlamında kullanırlar. Yüce Allah da burada:

“Kadınlarla evlenebilmek için onlara bir şeyler verme yükümlülüğünüz vardır" buyurmuştur. Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra da hiç kimse dini bir vecibe olarak mehri vermeden bir kadınla evlenemez.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini:

“Farz" olarak açıklamıştır.

Ahmed'in Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi mehir olarak kadına bir avuç hurma dahi verse onu kendine helal kılmış olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Lebîbe'den o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi mehir olarak vereceği tek bir dirhem ile kadını kendine helal kılabilir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Âmir b. Rabîa'dan bildirdiğine göre adamın biri bir kadınla mehir olarak bir çift terlik karşılığında evlenince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu evliliği geçerli saydı.

İbn Ebî Şeybe'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Bir kadınla, mehrini yemek niyetiyle evlenen kişi Allah katında kıyamet gününe kadar zinakar olarak sayılır" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe ile Ümmü Seleme:

“Bir kadının mehri ile bir işçinin ücretini yemek kadar vebali ağır bir şey yoktur" demişlerdir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Bir kısmını size bağışlarlarsa..." âyetini açıklarken:

“Kendilerine bağışlanacak kişiler kocalardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini:

“Eğer kendi istekleriyle mehirlerinin bir kısmını size bağışlarlarsa" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs:

“...Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şâyet herhangi bir hile ve zarar olmadan kadın mehrinin bir kısmını size bağışlarsa Yüce Allah'ın da ifade ettiği gibi bunu afiyetle yiyebilirsiniz."

İbn Cerîr, Hadramî'den bildirir: Bazıları kadınlarına mehir olarak verdikleri bir şeyi geri almaktan sakınır ve bunu günah sayarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

“Biriniz rahatsızlandığı zaman karısından üç dirhem veya buna yakın bir miktar istesin ve bununla bal alsın. Aldığı balı yağmur suyuyla karıştırıp şifa ve bereket niyetine afiyetle içsin."

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Alkame, âyette verilen bu ruhsata atıfta bulunarak karısına:

“Bana afiyetle yiyebileceğim o kısımdan biraz ver" derdi.

5

"Allah'ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin."

İbn Cerîr, Hadramî'den bildirir: Adamın biri malını karısına verince karısı da bu malı hak olmayan bir yerde harcadı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah'ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın lütfedip sana verdiği ve senin için geçim kaynağı kıldığı malı karına veya kızına verip daha sonra onların mallarına muhtaç duruma düşme. Bunun yerine malına sahip çıkıp onu kendin çalıştır ve ıslah et. Giyimlerinden yiyeceklerine kadar ihtiyaçlarını sen karşıla."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Çocuklarından aklı yetmeyen kişileri malının başına getirme. Onun yiyecek ve giyeceğini kendin karşıla."

İbn Ebî Hâtim'in Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt, çocuklar ile kadınlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'în Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Burada kastedilen, akılsız kadınlar, kendisinden sorumlu olana itaat etmeyen kadınlardır" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar insan şeytanlardan olan kişilerdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar kadın ve çocuklardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken:

“Burada akılsız kimselerden kasıt, kadınlarla çocuklardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah burada erkeklerin mallarını bu konularda aklı yetmeyen kadınlara vermemeleri gerektiğini söylemiştir ki bu kadınlar da kişinin karısı, kızı veya annesidir. Bunun yanında bu kadınların geçimlerini sağlamaları ve onlara güzel söz söylemeleri istenmiştir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar yetimler ve kadınlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu mallardan kasıt, kişinin sorumluluğunda bulunan yetim malıdır. Burada Yüce Allah:

“Aklı baliğ olana kadar bu malı ona teslim etme ve onun harcamalarını bizzat kendin yap" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada aklı ermezlerden kasıt yetimlerdir. Mallardan kasıt da yetimlerin mallarıdır. Yüce Allah'ın "mallarınız" ifadesini kullanması:

“...Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin..." âyetindeki kullanım gibidir.

İbn Cerîr, Muvarrik'ten bildirir: Güzel giyimli, güzel görünümlü bir kadın Abdullah b. Ömer'e uğradı. Bunun üzerine İbn Ömer ona:

“Allah'ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin...'" dedi.

Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah üç kişinin dualarına icabet etmez. Biri, ahlâkı kötü olan bir karısı olduğu halde onu boşamayandır. İkincisi, birinden bir alacağı olmasına rağmen bu yönde şahit tutmayan kişidir. Diğeri de Yüce Allah: «...Mallarınızı aklı ermezlere vermeyin...» buyurduğu halde malını aklı ermeyen birine veren kişidir,

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Mûsa'dan aynısını mevkûf olarak zikretmiştir.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir:

“Yüce Allah bu âyetle malın (paranın) en iyi şekilde korunup muhafaza edilmesini ve aklı ermeyen kadın ile çocuğa teslim edilmemesini emretmiştir."

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) lafzını:

“Geçim kaynağı" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) lafzıyla, geçim kaynağı anlamına gelecek şekilde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini:

“Günahlardan korunmak ve geçiminizi sağlamak" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) lafzını:

“Onların harcamalarını karşılayın" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlara güzel söz söyleyin" âyetini açıklarken:

“Âyetle, böylesi kişilere iyi ve gönül alıcı güzel sözler söylenmesi emredilmiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre ibn Cüreyc:

“...Onlara güzel söz söyleyin" âyetini açıklarken:

“Onlara vaadlerde bulunup gönüllerini almaktır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Onlara güzel söz söyleyin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Aklı ermeyen kişi şâyet çocuğun veya nafakasından sorumlu olduğun biri değilse ona:

“Allah size de, bize de afiyetler versin! Allah seni mübarek kılsın" şeklinde güzel sözler söyle.

6

"Yetimleri deneyin. Evlenme çağma erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. Zengin olan iffetli davransın. Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yetimleri, ergenliğe erdikleri zaman malları konusunda deneyin. Akıllarının oturmuş ve mallarını idare edebilecek bir durumda olduklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Ancak henüz ergenliğe ermeden önce onların mallarını yemeye kalkışmayın."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ergenlik çağına geldikleri zaman akli yönden onları deneyip sınayın. Eğer akıllı olduklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin..." âyetini açıklarken:

“Akli yönden onları deneyin. Akıllı olduklarına ve mallarını idare edebileceklerine kanaat getirdiğiniz zaman mallarını onlara verin" demiştir.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mükâtil:

“Yetimleri deneyin..." âyetini açıklarken:

“Burada deneyecek olan kişiler yetimlerin velileri ile vasilerdir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Kays:

“...Evlenme çağına erdiklerinde..." âyetini açıklarken:

“Onbeş yaşına geldiklerinde" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Eğer reşid olduklarını görürseniz..." âyetini açıklarken:

“Reşid olmaktan kasıt, dini yönden salih olması ve mallarının idaresini yapabilmesidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Eğer reşid olduklarını görürseniz..." âyetini açıklarken:

“Reşid olmaktan kasıt, dini yönden salih olması ve mallarının idaresini yapabilmesidir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yetim kişi hilim, akıl ve vakar sahibi olduğu zaman malı ona teslim edilir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir:

“Saçları ağaracak kadar büyüse dahi aklının erdiği görülmedikten sonra yetim birine malı teslim edilmez."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Büyüyecekler diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin..." âyetini açıklarken:

“Ergenliğe ulaşmadan önce acele edip mallarını helal olmayan bir şekilde harcamayın" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Büyüyecekler diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin..." âyetini açıklarken:

“Ergenliğe erer de mallarını alırlar korkusuyla büyümeden önce mallarını haksız yere yemeye kalkışmayın" demiştir.

Buhârî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildirir: Bu âyet yetimin velisi hakkında nazil olmuştur. "...Zengin olan iffetli davransın. Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." buyruğunda fakir olan velinin yetimin malından yeme ölçüsü, yetimin ve malının hizmetini gördüğü kadarıyladır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve Hâkim'in Miksam vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Zengin olan iffetli davransın. Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zengin olan ve yetimin malına ihtiyacı olmayan kişi onun malına dokunmasın. Fakir olan veli ise yetimin malından yiyebilir. Ancak bunun ölçüsü de bu mala ihtiyaç duymayacak ve kendi açılığını giderebilecek kadarıyla olmalıdır."

İbnu'l-Münzir'în Ebû Yahyâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Zengin olan iffetli davransın..." âyetini açıklarken:

“Yetimin malına el uzatmamak için kendi malıyla yetinmelidir" demiştir.

İbn Cerîr'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." âyetini açıklarken:

“Sonradan ödemek şartıyla ödünç olarak alıp yiyebilir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." âyetini açıklarken:

“Sonradan ödemek şartıyla ödünç olarak alıp yiyebilir" demiştir.

Âdem, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yetimin velisi şâyet varlıklı biri ise yetimin malına dokunmasın, ondan yemesin. Ancak fakir biri ise açlığını giderebilecek kadar sütün fazlasından içebilir ve bu ölçüden ileriye gidemez. Yine giyecek konusunda avretini örtecek kadar alıp giyebilir. İlerde durumu iyi olursa bu maldan aldıklarını yetime öder. Durumu iyi olmaması durumunda da aldıkları kendisine helal olur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yetimin velisi şâyet varlıklı biri ise onun malından herhangi bir şey yemesi helal değildir. Ancak fakir ise ödünç olmak şartı ile bu maldan ihtiyacı kadarını kullanabilir. İlerde durumunun iyi olması durumunda ödünç aldıklarını yetime öder. Uygun ve maruf ölçüde yemekten kasıt da budur."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr, Nehhâs, Nâsih'de, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb şöyle demiştir:

“Allah'ın malına karşı (beytulmal'a) kendimi yetimin malına bakan veli gibi görüyorum. İhtiyacım yoksa bu mala dokunmam. İhtiyacım olduğu zaman da maruf ölçülerde ondan yerim. Ancak durumum düzelince de aldığımı yerine geri koyarım."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yetimin velisi muhtaç biri ise onların yemeklerinden yiyebilir. Ancak onların malından ne bir giysi giyebilir, ne de bir sarık edinebilir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Uygun bir şekilde yesin..." âyetini açıklarken:

“Aşırıya kaçmadan üç parmağının ucuyla yemeklerinden yiyebilir" demiştir.

Mâlik, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs, Nâsih'de Kâsım b. Muhammed'den bildirir: Bedevinin biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Himayemde yetimler ve bu yetimlerin develeri var. Bunların sütünden ne kadarı bana helal olur?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Şâyet o develerden kaybolanı arıyorsan, uyuz olanlarını tedavi ediyorsan, su havuzlarını sıvıyorsan ve beslemek için çalışıyorsan yavrularına zarar vermeyecek ve sağmada aşırıya kaçmayacak şekilde sütlerinden içebilirsin" karşılığını verdi.

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de İbn Amr'dan bildirir: Adamın biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim malım yok, ama himayemde olan bir yetimin malı var" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Aşırıya ve israfa kaçmadan, kendin için mal biriktirmeye kalkışmadan ve kendi malını onun malıyla korumaya çalışmadan malından yiyebilirsin" buyurdu.

İbn Hibbân, Câbir'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Himayemde olan yetimi hangi durumlarda dövebilirim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendi çocuğunu hangi durumlarda dövüyorsan onu da, ancak onun için dövebilirsin. Bunun yanında kendi malını onun malıyla korumaya çalışma ve onun malından servet edinmeye kalkışma" buyurdu.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Nehhâs, Nâsih'de Hasan el-Urenî'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Himayemde olan yetimi hangi durumlarda dövebilirim?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendi çocuğunu hangi durumlarda dövüyorsan onu da ancak onun için dövebilirsin" karşılığını verdi. Adam:

“Bu yetimin malından alabilir miyim?" diye sorunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Aşırıya kaçıp onun malından kendine servet edinmeden ve kendi malını onun malıyla korumaya kalkışmadan alabilirsin" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirdiğine göre Ensâr'dan biri olan Sâbit b. Rifâa amcasının himayesinde olan bir yetimdi. Bir defasında amcası Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti ve:

“Kardeşimin oğlu himayemde olan bir yetimdir. Onun malından bana helal olan nedir?" diye sordu. Allah Resûlü:

“Kendi malını onun malıyla korumadan ve onun malından kendine servet edinmeden maruf ölçüde malından yiyebilirsin" buyurdu. Hurmalığı bulunan yetimler de olurdu. Yetimin velisi bu hurmalıkların bakımını yapar, sular ve meyvelerinden yerdi. Aynı şekilde sürüsü bulunan yetimler de olurdu. Yetimin velisi bu sürünün bakımını, beslenmesini ve hastalıklarının tedavisini yapar buna karşılık hayvanların yününden, tüyünden ve sürü içindeki sakat hayvanlardan faydalanırdı. Ancak anamal olan sürüden yeme ve harcama hakkına sahip değildi.

İbnu'l-Münzir, Atâ'dan bildirir: Yüce Allah'ın Kitab'ında beş şey azimete değil ruhsata yöneliktir. Bunlardan biri:

“...Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." buyruğudur. Burada kişi dilerse yer, dilerse de yemez.

Ebû Dâvud, Nâsih'de, Nehhâs, Nâsih'de ve İbnu'l-Münzir, Atâ vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

“...Fakir olan ise uygun bir şekilde yesin..." buyruğundaki hükmü:

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar..." âyeti neshetmiştir.

Ebû Dâvud, Nâsih'de Dahhâk'tan bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ebi'z-Zinâd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu konuda Ebu'z-Zinâd:

“Bu, bedevi ve onlar gibi bir hayat tarzı sürenler için geçerlidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Nâfi' b. Ebî Nuaym el-Kâri'den bildirir: Yahyâ b. Saîd ile Rabîa'ya:

“...Uygun bir şekilde yesin..." âyetini sorduğumda şöyle dediler:

“Burada söz konusu kişi yetim olan kişidir. Bu yetim fakir biri ise onu himayesine alan kişi fakirliği oranınca ona harcama yapar. Ancak malı varsa bu malda velinin bir hakkı yoktur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi yetimin malını kendisine teslim edeceği zaman Yüce Allah'ın emrettiği gibi şahitler huzurunda teslim etsin."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ergenliğe eren yetimlerin mallarını kendilerine teslim edeceğiniz zaman şahitler huzurunda teslim edin. Ancak her ikiniz arasında en iyi şahit de Yüce Allah'tır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Şahit olarak Allah yeter" şeklinde açıklamıştır.

7

"Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bîr hissedir."

Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildirir: Cahiliye döneminde mirastan kızlara ve büyüyene kadar da erkeklere pay vermezlerdi. Ensâr'dan Evs b. Sâbit adında biri öldü ve geriye iki kız ile küçük bir erkek çocuğu bıraktı. Ölümünden sonra asabesinden olan amcaoğullarından iki tanesi gelip adamdan geriye kalan tüm terekeyi aldılar. Adamın karısı onlara:

“Bu iki kızımla evlenin" dedi, ama kızlar çirkin oldukları için onlarla evlenmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine kadın Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Kocam Evs öldü ve geriye iki kız ile küçük bir erkek çocuğu bıraktı. Kocamın amcaoğullarından Hâlid ile Urfata da gelip terekenin tümünü aldılar. Kızlarımla evlenmelerini istedim, ama bunu da kabul etmediler" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Bu konuda ne diyeceğimi bilmiyorum" karşılığını verdi.

Bunun üzerine:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir'" âyeti nazil oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hâlid ile Urfata'ya:

“Mirasa sakın dokunmayın! Bu konuda bana vahiy nazil oldu ve ölüden geriye kalan erkek ile kadınlara da mirastan bir pay olduğu bildirildi" diye haber gönderdi. Daha sonra da:

“Kadınlar hakkında senden fetva isterler..." âyeti nazil oldu. Ardından:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder... Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir..." âyetleri nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölen adamdan geri kalan malı getirdi, kadına malın sekizdebirini verdikten sonra geriye kalanı erkeğe kızın iki katı olacak şekilde paylaştırdı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyet Ensâr'dan olan Ümmü Kucce (veya Ümmü Kuhle), Sa'lebe b. Evs ve Süveyd hakkında nazil olmuştur. Bunlardan biri Ümmü Kucce'nin kocası, biri de çocuğunun amcasıydı. Ümmü Kucce, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Kocam vefat etti, geride de beni ve bir kızını bıraktı. Terekesinden de bize bir şey vermediler" dedi. Çocuğunun amcası da:

Resûlallah! Bu kız ne bir ata binebilir, ne de düşmanı bizden savabilir. Para kazanamadığı gibi kendisine harcama yapılır" deyince:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir" âyeti nazil oldu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Önceden kadınlara mirastan pay vermezlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Cahiliye döneminde kadınlar ile küçük çocuklara mirastan pay vermezler, mirasın tümünü yaşlı olan erkekler alırdı. Bunun üzerine:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir" âyeti nazil oldu ve az da olsa çok da olsa mirastan kadınlara da bir payın farz kılındığı bildirildi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini:

“Farz kılınmış bir pay" şeklinde açıklamıştır.

8

"Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara güzel sözler söyleyin."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa..." âyetini açıklarken:

“Muhkem âyetlerdendir ve neshedilmemiştir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Miksam vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa..." âyetini açıklarken:

“Bu âyetin hükmü devam etmektedir ve bununla amel edilmektedir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hittân b. Abdillah bu âyeti açıklarken:

“Ebû Mûsa bu şekilde fetva verirdi" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Yahya b. Ya'mer'den bildirir: Üç Medenî ve muhkem âyet var ki çoğu kişi bunlarla amel etmeyip bırakmış, bunları heba etmiştir. Biri miras paylaşımında bulunan ve mirastan payı olmayanlara da bir şeyler vermeyi söyleyen:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin..." âyetidir. Diğeri, henüz büluğa ermemiş olanların eve girerken izin istemelerini söyleyen:

“Ey Mü’minler! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler..."' âyetidir. Diğeri de:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık..." âyetidir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Gönüllerinden koptuğu kadar mirasçıların böylesi kişilere bir şeyler vermeleri vaciptir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile Zührî bu âyeti açıklarken:

“Gönüllerinden koptuğu kadar mirasçıların böylesi kişilere bir şeyler vermeleri vaciptir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Saîd b. Cüveyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Bazıları:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa..." âyetinin neshedildiğini söylüyorlar. Oysa insanlar bu âyete yönelik gevşek davranmışlardır. Ölüden geriye kalan tereke konusunda iki veli vardır. Biri mala varis olan kişidir ki taksimatta hazır bulunan ihtiyaç sahiplerine para, mal veya giyecek verir. Diğeri de mala varis olmayan velidir. Bu tür kimselere güzel sözler söyleyecek olan da budur. Bu kişi de taksimatta bulunan, ancak payı olmayan kişilere:

“Bu yetim malıdır" der ve kendilerine bir şey düşmeyeceğini ifade eder.

Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr ve Hâkim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara güzel sözler söyleyin'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Taksimatta bulunan böylesi kişilere az da olsa bir şeyler verilir. Ancak tereke verilemeyecek kadar az ise güzel sözlerle gönülleri alınır."

İbnu'l-Münzir, Abdurrahman'ın kızı Amre'den bildirir: Abdullah b. Abdirrahman b. Ebî Bekr, babasının mirasını taksim ederken bir koyun satın alınmasını istedi. Bu koyun da kesilip taksimatta hazır bulunanlara yemek verildi. Bunu Hazret-i Âişe'ye zikrettiğimde:

“Kur'ân'a göre amel etmiştir, zira bu âyetin hükmü neshedilmiş değildir" dedi.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah miras taksimatı sırasında varislerin, ölen kişi bu yönde vasiyette bulunmuşsa yakınlarını, yetimlerini ve yoksullarını gözetmelerini emretmiştir. Ancak bu yönde ölenin bir vasiyeti yoksa mirastaki paylarından onlara bir şeyler verilir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu uygulama, mirasla ilgili âyetler nazil olmadan önceydi. Miras âyetleri inince herkese hakkı olanı belirlendi. Sadaka da ölen kişinin vasiyetinde belirttiği yerlere verilir."

Ebû Dâvud, Nâsih'de ve İbn Ebî Hâtim'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa..." âyetini açıklarken:

“Miras âyetiyle bu âyetin hükmü neshedilmiş ve her bir kişinin az veya çok mirastaki payı belirlenmiştir" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Sıddîk'ın kızı Esmâ ile Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr'in bana bildirdiğine göre Abdullah b. Abdirrahman b. Ebî Bekr, babası Abdurrahman'ın mirasını paylaştırırken çevresinde bulunan (ve mirastan payı olmayan) tüm yoksul ve yakınlarına babasının mirasından bir şeyler vermiş ve:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara güzel sözler söyleyin'" âyetini okumuştur. Kâsım'ın dediğine göre kendisi bunu İbn Abbâs'a zikredince, İbn Abbâs:

“Doğru bir şey yapmamıştır ve öyle bir hakkı yoktur. Şâyet bunu yapacaksa ancak ölenin vasiyetinden yapabilir. Bu âyette söz konusu olan vasiyettir ve âyette ölenin bu tür kişilere vasiyette bulunması tavsiye edilmiştir" demiştir.

Nehhâs, Nâsih'de Mücâhid vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Miras taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin..." âyetini:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder..." âyeti neshetmiştir.

Abdurrezzâk, Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet neshedilmiştir zira miras âyetleri nazil olmadan önceki döneme aittir. Miras âyetleri inmeden önce mirasçılar ölen kişiden geriye kalan maldan taksimatta hazır bulunan yetim, fakir, miskin ve mirasta payı olmayan akrabalara bir şeyler verirlerdi. Miras âyetleri nazil olunca da bu uygulama neshedildi ve herkese hakkı olan pay belirlendi. Kişi de mirastan payı olmayan yakınlarına ölmeden önce vasiyet ederek dilediği şeyi verebilir."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Mirastan payı olmayan ve taksimatta hazır bulunan kişiler büyük ise kendilerine bir şeyler verilir. Ancak henüz küçük iseler güzel sözlerle gönülleri alınır. "...Onlara güzel sözler söyleyin" âyeti da bu anlama gelmektedir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih bu âyeti açıklarken:

“Önceleri taksimatta bulunan, ancak mirastan payı olmayan akrabalara bir şeyler verirlerdi. Miras âyetlerinin nazil olmasıyla bu uygulama bırakıldı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Miras âyeti, bu âyetin hükmünü neshetti" demiştir.

9

"Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, ürperip korksunlar. Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, ürperip korksunlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ayet, vefat etmek üzere olan birinin yanında bulunan ve ettiği vasiyetle varislerine haksızlık ettiğini ve zarar verdiğini işiten kişiye seslenmektedir. Yüce Allah bu kişinin, vasiyetiyle varislerine zarar veren kişiye Allah'tan korkmasını söylemesini, vasiyetini düzeltme ve doğru bir şekilde yapma konusunda onu uyarmasını istemiştir. Vasiyette bulunan adamın varislerini kendi varisleri gibi düşünsün ve nasıl kendi varislerinin zor durumda kalmasını istemezse onun da varislerinin zor durumda kalmalarına izin vermesin."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyet, vefat anı gelen kişiye orada bulunan kişilerin:

“Malından sadaka ver! Köle azat edip Allah yolunda infak bulun" demelerinden bahsediyor ve onları bu tür şeyler söylemekten sakındırıyor. Yani hasta olan birinize ölüm gelip çattığı zaman yanında bulunan kişi, malını köle azat etmede veya sadaka vermede veya Allah yolunda infakta etmede harcaması yönünde telkinlerde bulunmasın. Bunun yerine ölmek üzere olan kişiye varsa borcu bunu hatırlatıp ödenmesi, kendisine varis olamayan yakınlarına malının beşte birini veya dörtte birini vasiyet etmesi konusunda ona uyarı ve tavsiyelerde bulunsun. Maddi durumu zayıf çocuklarınız olsa ve onlara mal olarak bir şey bırakmadan ölseniz onların sizden sonra sıkıntıya düşmesine ve diğer insanlara muhtaç olmasına razı olur muydunuz? O halde siz de ölmek üzere olan birine kendiniz ve çocuklarınız için razı olamayacağınız şeyleri söylemeyin. Bunun yerine ona hakkı ve doğru olanı söyleyin.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi ölürken geriye küçük ve bakıma muhtaç çocuklar bırakmaktan ve onların fakir düşüp heba olmalarından nasıl korkar endişe ederse aynı şekilde zayıf, güçsüz ve bakıma muhtaç yetim çocuklara veli olduğu zaman onlara iyi davransın. Büyürler de mallarını teslim alırlar korkusuyla acele edip onların bu mallarını tüketip harcamasın."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Ölmek üzere olan birinin, vasiyetini yazacağı sırada yanında bulunulduğu zaman ona:

“Tüm malını vasiyet et! Çocuklarına rızıklarını Yüce Allah verecektir!" denilmesin. Bunun yerine:

“Ahiretin için bir şeyler vasiyet et ve çocukların için de bir şeyler bırak" denilmelidir. Doğru olan da budur. Vasiyetini yazmak üzere olan birine yanlış telkinde bulunan kişinin kendisi çocuklarının fakir düşmesinden korkarken başkasına nasıl böyle bir şeyi söyler.

Saîd b. Mansûr, Âdem ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Önceleri kişi vefat etmek üzereyken yanında bulunanlar:

“Filana vasiyette bulun! Falana da vasiyette bulun! Malını şöyle yap, böyle yap" gibi telkinlerde bulunup onu yönlendirirler ve bu şekilde varislerine zarar verirlerdi. Bunun üzerine:

“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, ürperip korksunlar..." âyeti nazil oldu. Âyete göre kişi, kendi varislerini gözetip koruduğu gibi başkalarının da varislerini düşünmeli ve vasiyetini yazmak üzere olan birine adaleti ve hakkı gözetmesini söylemelidir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, ürperip korksunlar. Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendilerinden sonra zayıf güçsüz ve bakıma muhtaç çocuk bırakmaktan korkan kişiler, ölmek üzere olan başka birinin çocukları için de aynı endişe ve korkuyu taşısınlar. Bunun için ölmek üzere olan birinin yanında bulundukları zaman Allah'tan koksunlar ve vasiyeti konusunda ölmek üzere olana hak ve adaleti gözetmesini, kimseye haksızlık etmemesini söylesinler."

İbn Cerîr, Şeybânî'den bildirir: Mesleme b. Abdilmelik zamanında İstanbul'da bulunuyorduk. Aramızda İbn Muhayrîz, İbnu'd-Deylemî ve Hâni b. Külsûm gibileri de vardı. Ahir zamanda olacak şeyleri kendi aramızda müzakere edince bu konuda duyduğum şeylerden dolayı içime bir sıkıntı düştü. İbnu'd-Deylemî'ye:

“Ey Ebû Bişr! Hiç çocuğumun olmamasını isterdim" dediğimde omzuma vurdu ve şöyle karşılık verdi:

“Yeğenim! Böyle bir şeyi yapmaya kalkışma. Yüce Allah birinin sulbünden bir canın çıkmasını takdir etmişse kişi bunu istese de istemese de mutlaka çıkacaktır. Yapman halinde Yüce Allah'ın seni fitnelerden koruyacağı ve çocuklarını gözeteceği iki şeyi söyleyeyim mi?" "Tabi ki, söyle!" dediğimde de bana:

“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, ürperip korksunlar. Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler" âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Bizi bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrmuştur:

“iki zayıf konusunda Allah'tan korkun. Bunlardan biri yetim, diğeri de kadındır. Yüce Allah çocuğu yetim bırakmış ama kendisine vasiyette bulunulmasını emretmiştir. Yüce Allah hem yetimi bu durumuyla sınamış, başkasını da onunla denemiştir" buyurmuştur.

10

"Yetimlerin mallarını haksız şekilde yiyenler, karınlarına ateş dolduruyorlar. Sonra da onlar alevli bir ateşe gireceklerdir."

İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Ebû Ya'lâ, Taberânî, İbn Hibbân, Sahîh'de ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Berze'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde bazı kimsler ağızlarında çılgınca yanan bir ateşle kabirlerinden çıkarlar" buyurdu. " Resûlallah! Bunlar kim?" diye sorulunca, Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“Yüce Allah'ın: «Yetimlerin mallarını haksız şekilde yiyenler, karınlarına ateş dolduruyorlar. Sonra da onlar alevli bir ateşe gireceklerdir» buyurduğunu görmez misin?"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İsrâ gecesi götürülüşünü anlatırken şöyle buyurdu: Bir yere gelip baktığımda dudakları deve dudaklarını andıran insanlar gördüm. Yanlarında da dudaklarından tutup ağızlarının içine ateşten taşlar atan kişiler görevlendirilmişti. Ağızlarından inen taş alt taraftan çıkıyordu. Hırıltılar içinde de feryat ediyorlardı. «Ey Cebrâîl! Bunlar kim?» dediğimde: «Bunlar haksız yere yetimlerin mallarını yiyenlerdir. Aslında bunlar midelerini ateşle dolduruyorlardı ve sonunda gidecekleri yer de çılgınca yanan bir ateş (Cehennem) olacaktır» karşılığını verdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Dünyada iken haksız yere yetim malı yiyen kişi, kıyamet günü ağzından, kulaklarından, burnundan ve gözlerinden ateşler fışkırır bir şekilde haşredilecektir. Onu görenler yetim malı yediğini anlayacaklardır."

İbn Ebî Hâtim, Ubeydullah b. Ebî Câfer'den bildirir: Yetim malı yiyen kişinin kıyamet gününde dudaklarından tutulup ağzına kor ateşler doludurulur ve kendisine:

“Dünyada iken (yetim malı) yediğin gibi şimdi de bunları ye!" denilir. Daha sonra asıl büyük ateşe (Cehenneme) girer.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken:

“Âyet, yetimlere mirastan pay vermeyen ve mallarını yiyen müşrikler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....)  ifadesini:

“Alevli ateş" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Âyette geçen Saîr, Cehennemde ateşten bir vadidir" demiştir.

Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah dört kişiye cennetin yüzünü göstermez ve hiçbir nimeti tattırmaz. Bunlar alkolik olan, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen ve anne babasına asi olan kişilerdir. "

11

"Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe İM dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar İkinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bîr düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir,- babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu sîz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır."

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah şöyle demiştir: Seleme oğullarının yanında hastalandığım zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr yürüyerek ziyaretime geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim kendimden geçtiğimi görünce su istedi. Getirilen suyla abdest aldı ve üzerime serpti. Kendime geldiğimde:

Resûlallah! Malım konusunda ne yapmamı emredersin?" dedim. Bunun üzerine:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır"' âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve Hâkim, Câbir'den bildirir: Hasta olduğum zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretime gelirdi. Ona:

“Malımı çocuklarım arasında nasıl paylaştırayım?" diye sorduğumda bana herhangi bir cevap vermedi. Sonra:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder..." âyeti nazil oldu.

Tayâlisî, Müsedded, İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, ibn Ebî Ömer, İbn Manî', Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebî Usâme, Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Câbir'den bildirir: Sa'd b. er-Rabî'nin hanımı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Şunlar Sa'd b. er- Rabî'nin iki kızı. Babaları Uhud savaşında seninle birlikteyken şehit düştü. Ancak amcaları babalarından geriye kalan tüm malları aldı ve onlara bir şey bırakmadı. Malları olmadan da onlarla kimseler evlenmez" dedi. Allah Resulü:

“Yüce Allah bu konuda hükmünü verecektir" buyurdu. Sonrasında miras âyeti olan:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder..." âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızların amcasına haber gönderdi ve:

“Sa'd'ın kızlarına malın üçte ikisini, annelerine sekizde birini ver. Kalanını da sen al" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Eskiden ölüden geriye kalan mal çocuğun, vasiyet de anne baba ile diğer akrabaların hakkıydı. Yüce Allah bu uygulamadan dilediğini neshedip kaldırdı ve mirasta erkeğe iki kadının payı kadarını verdi. Anne babadan her birine ölenin çocuğu varsa malın altıda birini, (ölen kocadan geriye kalan) hanıma duruma göre malın sekizde bir veya dörtte birini, (ölen hanımdan geriye kalan) kocaya da duruma göre malın yarısını veya dörtte birini pay olarak verdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Erkek çocuk ile kız çocuğu ve anne babanın mirastaki paylarını belirleyen miras âyeti nazil olunca bu taksimat insanların veya bazılarının hoşuna gitmedi ve:

“Hiç biri düşmanla savaşmadığı ve ganimet elde etmediği halde ölenin geriye bıraktığı maldan kadına dörtte bir veya sekizde bir, kız çocuğuna da malın yarısını nasıl verir, küçük çocuğu nasıl varislerden biri kılarız?" demeye başladılar. Zira Cahiliye döneminde düşmanla savaşmayanlara mirastan pay vermezler ve en büyükten başlamak üzere yaşa göre mirası paylaşırlardı.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder..." âyetini açıklarken:

“Çocuklar küçük olsun büyük olsun hüküm aynıdır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Cahiliye döneminde kız çocuklarına ve henüz küçük olan erkek çocuklarına mirastan pay vermezlerdi. Henüz eli silah tutmayan erkek çocuklar da babalarının malından bir şey alamazlardı. Şâir olan Hassân'ın erkek kardeşi öldü ve geride Ümmü Kucce adındaki hanımı ile beş kız çocuğu bıraktı. Ölenin varisleri gelip malın tümünü aldılar. Ümmü Kucce durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatıp şikâyette bulununca:

“...Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur..." âyeti nazil oldu. Ümmü Kucce'nin durumu için de:

“...Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ölen kişinin kız çocukları şâyet iki veya daha fazla ise ve beraberlerinde erkek çocuğu (kardeş) yoksa terekenin üçte ikisini alırlar. Geriye kalan da erkeğin asebesine (baba tarafından akrabalarına) verilir. Ölenin geride sadece bir kız çocuğu varsa terekenin yarısını alır. Ölenin şâyet erkek çocuğu varsa veya iki ve daha fazla kız çocuğu varsa, ve yanlarında erkek kardeş yoksa anne ile babasının her birine terekenin altıda biri verilir. Ölen kişiden geriye çocuk olarak sadece bir kız çocuğu varsa bu kız çocuğu malın yarısını yani altıda üçünü alır. Bu durumda baba ile annenin her birine altıda bir verilir. Kalan altıda birlik kısım ise ölenin asabesi olduğu için yine babaya verilir. Ölenin erkek veya kız çocuğu yoksa bu durumda anne terekenin üçte birini, kalanı da baba alır. Şâyet ölenin iki veya daha fazla erkek kardeşi veya iki kız kardeşi veya bir erkek bir de kız kardeşi varsa bu durumda anne altıda bir, kalanı da baba alır. Ölenin babası durduktan sonra kardeşlerine bir şey düşmez; ancak annenin mirastaki üçte birlik payını düşürürler. Her durumda da miras taksiminden önce ölenin vasiyeti yerine getirilir ve varsa borcu ödenir. Bu şekildeki miras paylaşımı Yüce Allah'ın farz kıldığı bir taksimattır ve bu taksimat hikmetli bir taksimattır."

Hâkim, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir:

“Ölen baba veya anneden geriye bir kız çocuğu kalmışsa malın yarısını alır. İki ve daha fazla kız çocuğu kalmış ise de malın üçte ikisini alırlar. Ancak yanlarında erkek mirasçı varsa öncelikle kendilerine bir şey verilmez ve taksimata erkekten başlanır. Sonrasında erkeğe kızın iki katı olacak şekilde taksimat yapılır."

Saîd b. Mansûr, Hâkim ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Ömer b. el- Hattâb herhangi bir konuda bir yol (görüş) tutar da biz de ona tâbi olduğumuzda tuttuğu bu yolun çok kolay ve açık olduğunu görürdük. Ölen adamdan geriye kalan bir hanım ile anne babanın mirastaki durumları kendisine sorulduğunda:

“Adamın karısına malın dörtte biri, annesine kalanın üçte biri verilir. Bunlardan sonra kalan da adamın babasınındır" demiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs, ölen kadından geriye kalan koca ile anne babanın mirastaki paylarını sormak üzere beni Zeyd b. Sâbit'e gönderdi. Gidip sorduğumda, Zeyd:

“Kocaya malın yarısı, anneye kalanın üçte biri verilir. İkisinden geriye kalan da babaya verilir" dedi. İbn Abbâs bu cevap karşısında ona haber gönderip:

“Öylesi bir taksimatı Allah'ın Kitab'ında mı buluyorsun?" diye sorunca, Zeyd:

“Hayır, ancak ölenin annesini babasından daha üstün tutmayı çok da hoş görmüyorum" karşılığını verdi. İbn Abbâs ise böylesi bir durumda anneye üçte birlik payı tüm mal üzerinden verirdi.

İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs, Hazret-iOsmân'ın yanına girdi ve:

“Ölenin iki erkek kardeşi, annesinin mirastaki üçte birlik payını düşürmez. Zira Yüce Allah:

“...Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir..." buyurur. İki kardeş de sizin dilinizde kardeşler (çoğul) anlamını vermez" dedi. Osman da:

“Benden önce bu yönde verilen hükümler ile değişik kentlerde uygulanan ve bu şekilde yapılan taksimatı reddedip senin dediğini yapamam" karşılığını verdi.

Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit, ölenin iki erkek kardeşi bulunması durumunda annesinin mirastaki payını düşürürdü. Kendisine:

“Ey Ebû Saîd! Yüce Allah:

“...Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir..." buyurur. Sense iki erkek kardeş ile annenin payını düşürüyorsun" denildiğinde:

“Araplar iki kardeşi de kardeşler (çoğul) olarak isimlendirirdi" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kardeşler mirastan pay almamalarına rağmen ölenin annesinin mirastaki payını düşürürler. Ancak bir erkek kardeş annenin mirastaki üçte birlik payını düşürmez. Birden fazlası ise düşürür. Alimler erkek kardeşlerin annenin üçtebirlik payını düşürmelerinin sebebi olarak, nikahta velilerinin ve nafakalarının annenin değil, babanın yükümlülüğünde olmasını görürlerdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kardeşlerin, annenin üçte birlik payını altıda bire düşürmelerinin sebebi, düşen oranın babalarına değil kendilerine kalması içindir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbnu'l-Cârüd, Dârakutnî ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-iAli'den bildirir: Hepiniz:

“...Ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra..." âyetini okumaktasınız. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de vasiyetten önce varsa borcun ödenmesine, bunun yanında anne baba bir olan kardeşlerin birbirlerine mirasçı olabileceklerine, bunlar varken sadece baba bir kardeşlerin mirastan pay alamayacaklarına hükmetti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra..." âyetini açıklarken:

“Vasiyet yerine getirilmeden önce ölenin borcu ödenir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz..." âyetini açıklarken:

“Babalarınız ve oğullarınızdan Allah'a en fazla itaat edeni kıyamet gününde Yüce Allah'ın katındaki derecenizi en fazla yükseltecek olanıdır. Zira Yüce Allah müminleri birbirlerine şefaatçi kılmıştır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz..." âyetini açıklarken:

“Dünyada iken hangisinin menfaatçe size daha yakın olduğunu bilemezsiniz" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz..." âyetini açıklarken:

“Bazıları söz konusu menfaatin âhiretteki menfaat, bazıları da dünyadaki menfaat olduğunu söylemişlerdir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Miras asıl çocuğundur; ancak Yüce Allah bundan eşe ve anne babaya da pay vermiştir" demiştir.

12

"Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte bîri sîzindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır. Çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana-babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Bu da vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın yapılacaktır. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir. Halim'dir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır. Çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana- babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Bu da vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın yapılacaktır...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir. "Bir erkek, karısı öldüğü zaman şâyet kendisinden veya başka bir kocasından çocukları yoksa terekenin yarısını alır. Ancak kendisinden veya başka bir kocadan erkek veya kız çocukları varsa bu durumda terekenin dörtte birini alır. Bu taksimat da kadının ettiği vasiyet yerine getirildikten ve varsa borcu ödendikten sonra yapılır. Borç da vasiyetten önce ifa edilir. Aynı şekilde bir kadın, kocası öldüğü zaman şâyet kendisinden veya başka bir kadından çocukları yoksa terekenin dörtte birini alır. Ancak kendisinden veya başka bir kadından erkek veya kız çocukları varsa bu durumda terekenin sekizde birini alır. Erkek veya kadına kelâle yoluyla varis olunması da bunlardan birinin geride anne-baba veya çocuk bırakmadan ölmesidir. Kelâle durumunda erkek veya kadına varis olacak erkek ve kızın fazla olmasından kasıt, birden daha fazla yani iki ve daha üzeri olmasıdır."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Dârimî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs bu âyeti:

“(=Eğer bir erkek veya kadının, ana- babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve annebir bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa)" lafzıyla okumuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Şa'bî:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hiç kimse ölenin dedesi varken ölenin anne bir kardeşlerine mirastan pay vermemiştir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar anne bir kardeşlerdir ve üçte birlik payda ortaktırlar. Bu kardeşlerin kız veya erkek olmaları durumu değiştirmez."

İbn Ebî Hâtim, İbn Şihâb'dan bildirir: Ömer b. el-Hattâb, anne bir kardeşlerin mirastaki paylarını verirken erkek ile kızı eşit tuttu. Gördüğüm kadarıyla Ömer b. el-Hattâb'ın bu şekilde hüküm vermesi Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda öğrendikleri ile:

“...Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar..." âyetinden dolayıdır.

Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-iÖmer, Hazret-iAli, İbn Mes'ûd ve Zeyd ölen kişiden geriye kalan anne, koca, anne-baba bir kardeşler ile anne bir kardeşlerin mirastaki payları konusunda şöyle demişlerdir:

“Anne baba bir kardeşler mirastaki üçte birlik payda anne bir kardeşleriyle ortaktırlar. Zira hepsi de anne bir kardeştir. Diğerlerinin babalarının da aynı olması onların yakınlıklarını arttırmaktan başka bir şey değildir. Onun için üçte birlik payda hepsi de ortaktır."

Hâkim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit, müştereke konusunda:

“Babalarını bir eşek saysak dahi bu onların yakınlıklarını arttırmaktan başka bir şey yapmamıştır" demiş ve anne-baba bir kardeş ile anne bir kardeşleri üçte birlik paya ortak kılmıştır.

FERÂİZ (MİRAS) KONUSUNDA GELEN RİVAYETLER

Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ferâiz (miras) ilmini öğrenin ve insanlara öğretin. Zira zamanla unutulacak ve ümmetimden ilk alınacak olan ilim olacaktır" buyurmuştur.

Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ferâiz (miras) ilmini öğrenin ve insanlara öğretin. Zira ben ölüp aranızdan ayrılacağım. İlim de kaldırılacak ve fitneler ortaya çıkacaktır. İki kişi bir miras konusunda ihtilafa düştüğü zaman bu konuda hüküm verecek birini bulamayacak duruma geleceklerdir."

Hâkim, İbnu'l-Müseyyeb'den bildirir: Hazret-iÖmer, Ebû Mûsa'ya:

“Şâyet vakit geçirecekseniz ok talimi yaparak vakit geçirin. Konuşacaksanız da ferâiz konusunu konuşun" diye bir mektup yazdı.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Kur'ân'ı öğrendiğiniz gibi ferâzi ilmini, Arap dilini ve sünneti öğrenin" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer:

“Ferâiz ilmini öğrenin; zira bu ilim de dininizin bir bölümüdür" demiştir.

Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd şöyle demiştir: İçinizden Kur'ân okumayı öğrenen kişi ferâiz ilmini de öğrensin. Olabilir ki bir bedevi kendisiyle karşılaştığı ve:

“Ey muhacir! Kur'ân'ı okuyor musun?" diye sorduğunda, kendisi:

“Evet" karşılığını verir. Bedevi:

“Ben de okuyorum. Peki, ferâiz ilmini biliyor musun?" diye sorduğunda:

“Evet!" derse, bedevi:

“Daha fazla hayır içindesin" karşılığını verir. Ama:

“Hayır, bilmiyorum" derse, o zaman bedevi kendisine:

“Ey muhacir! Bu durumda benden ne üstünlüğün var?" diyecektir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Ferâiz, hac ve talak ilmini öğrenin; zira bu ilimler dininizin bir bölümüdür" demiştir.

Hâkim ve Beyhakî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetim içinde ferâiz ilmini en iyi bilen Zeyd b. Sabit'tir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zührî:

“Zeyd b. Sâbit ferâiz ilmini kayda geçmeseydi bu ilmin insanların arasında kaybolup gideceğini düşünürdüm" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Ebû Dâvud, Merâsil'de ve Beyhakî, Atâ b. Yesâr'dan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölen kişiden geri kalan hala ile teyzenin mirastaki payını öğrenmek için Kubâ'ya gitti. Orada Yüce Allah kendisine bunlara mirastan pay düşmediğini bildirdi."

Hâkim de bunu mevsûl olarak Atâ vasıtasıyla Ebû Saîd el-Hudrî'den nakletmiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Halanın durumuna şaşıyorum. Kendisine mirasçı olunmasına rağmen kendisi (hala olarak) mirasçı olamıyor" derdi.

Hâkim, Kabîsa b. Züeyb'den bildirir: Ninenin biri Hazret-iEbû Bekr'e geldi ve:

“Oğlumun oğlu (veya kızımın oğlu) öldü. Bıraktığı maldan olan hakkımı istiyorum" dedi. Ebû Bekr:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında bu durumda bir hakkının olduğunu göremiyorum. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu yönde bir şey dediğini işitmedim. Anca bunu başkalarına soracağım" karşılığını verdi. Sorduğunda Muğîre b. Şu'be böylesi durumu olan bir kadına Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) altıda bir verdiğine şehadet etti. Ebu Bekr:

“Seninle birlikte bunu kim duydu?" diye sorunca, Muhammed b. Mesleme de bunu Allah Resûlünden işittiğine dair şehadet etti. Bunun üzerine Ebû Bekr nineye torununun malından altıda bir verdi.

Hâkim, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir:

“Hazret-iÖmer, dede ile kardeşlerin mirası konusunda bizlere danıştığında ben böylesi bir durumda kardeşlerin mirasta dededen daha fazla hak sahibi olduğunu düşünüyordum. Ömer ise dedenin mirasta kardeşlerden daha fazla hak sahibi olduğunu düşünüyordu. Bu konuda onunla müzakere edip konuştuk ve ona bir örnek verdim. Ali ile İbn Abbâs da ona örnekler verip benim yaptığım yönde açıklamalar getirdiler, taksimatta bulundular."

Hâkim'in bildirdiğine göre Ubâde b. es-Sâmit:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) miras konusundaki hükümlerinden biri de dede ile nineye altıda biri eşit bir şekilde paylaştırmasıydı" demiştir.

Hâkim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre mirasta avil (avliyye) ile hüküm veren ilk kişi Hazret-iÖmer'dir. Kendisine getirilen bir miras davası konusunda zorlanınca ve hisselerin birbirine uyum sağlamadığını görünce, varislere:

“Vallahi bu konuda nasıl bir hüküm vereceğimi bilemiyorum. Zira Yüce Allah'ın hanginizi önceleyip hanginizi geriye attığını da bilmiyorum. Onun için terekeyi hisselerinize göre taksim etmekten başka bir yol bulamıyorum" demiştir. İbn Abbâs da bu konuda:

“Vallahi şâyet Ömer, Yüce Allah'ın öncelediğini ileri alıp geride bıraktığını da geriye atsaydı hiçbir miras davasında avil ortaya çıkmazdı" dedi. Kendisine:

“Yüce Allah kimleri öncelemiştir?" diye sorulunca da İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Payı duruma göre azalıp çoğalsa da her halükarda terekede payı oları kişiler, Yüce Allah'ın öncelik tanıdığı kişilerdir. Ancak bazı durumlarda payı düşen ve taksimatta geriye kalan üzerinden pay alan kişiler, Yüce Allah'ın geriye attığı kişilerdir. Yüce Allah'ın öncelik tanıdığı kişiler, ölenden geriye kalan karı-koca veya anne gibi pay sahipleridir. Geriye atılan kişiler de ölen kişinin kızkardeşleri veya kızları gibi kişilerdir. Öncelikli olan kişiler ile geriye atılan kişiler, aynı miras davasında bir arada bulundukları zaman Yüce Allah'ın öncelik tanıdığı kişilere payları tam olarak verilir. Bunlar payını aldıktan sonra geriye bir şey kalırsa diğerlerine yani Yüce Allah'ın geriye attığı kişilere hisseleri verilir. Öncelikli olan kişilere payları verildikten sonra bir şey kalmazsa geriye atılan kişilerin de bir alacağı olmaz."

Saîd b. Mansûr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âlic sahrasındaki kumların sayısını bile bilen (Yüce Allah), sizce malı yarım, üçte bir ve dörtte bir şeklinde mi ayırmıştır? Aksine iki yarım, üç üçte bir ve dört dörtte bir şeklinde ayırmıştır."

Saîd b. Mansûr, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs'a:

“İnsanlar miras konusunda ne benim ne de senin sözüne itibar ediyorlar. Her ikimiz de ölecek olsak hiç kimse bizim görüşümüze göre miras taksimi yapmaz" dediğimde, İbn Abbâs:

“O zaman diğer görüş sahipleri toplansınlar, ellerimizi Rükn'e koyalım. Ardından Allah'ın laneti bu konuda yalan söyleyenlerin üzerine olsun diye lanetleşelim. Zira Yüce Allah, onların dediği gibi hüküm vermemiştir" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre miras konusunda avil (avliyye) ile hüküm veren ilk kişi Zeyd b. Sâbit'tir. Avil durumunda kişinin payı en fazla ana payının üçtekisine kadar düşürülebilir.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Dileyen kişilerle Hacer-i Esved'in yanında Allah'ın, Kur'ân'da dede ile nineyi zikretmediğine dair lanetleşebilirim. Zikredilenler babalar (atalar)dır" dedi ve:

“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum...'" âyetini okudu.'

Saîd b. Mansûr'un Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dedeye mirastaki payı hakkında hüküm vermede en cesur olanınız, Cehenneme girme konusunda da en cesur olanınızdır" buyurmuştur.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Hazret-iÖmer:

“Cehennemin dibine girmede en cesur olanınız, dedenin mirastaki payı hakkında hüküm vermede en cesur olanınızdır" demiştir.

Abdurrezzâk ve Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Kim Cehennemin diplerine atılmayı istiyorsa (mirastaki payları konusunda) dede ile erkek kardeşler arasında hüküm versin" demiştir.

Mâlik, Buhârî ve Müslim'in Usâme b. Zeyd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kafir hiri Müslüman birine, Müslüman biri de kafir birine mirasçı olamaz" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, Abdullah b. Ma'kil'den bildirir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının hükümlerinden sonra Muâviye'nin verdiği hükümler kadar ilginç olanları yoktur. Zira ona göre biz Müslüman olmayanlara varis olabiliyorken, onlar bize varis olamaz. Yine biz onlardan kız alabiliyorken onlar bizden kız alamaz."

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Katil kişi (öldürdüğü kişinin bıraktığı) maldan bir şey alamaz" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Bu da vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın yapılacaktır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi vasiyette bulunurken üzerinde olan bir hakkı iddia etmemeli ve varislere zarar verecek bir şekilde malının üçte birinden daha fazla vasiyette bulunmamalıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kimse zarara uğramaksızın..." âyetini açıklarken:

“Varislerden herhangi birine zarar vermeden" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Vasiyette varislere zarar vermek büyük günahlardandır" dedi ve:

“...Bu da vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın yapılacaktır.âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vasiyette varislere zarar vermek büyük günahlardandır" buyurmuştur.

Mâlik, Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Huzeyme, İbnu'l-Cârûd ve İbn Hibbân'ın bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs ağır bir hastalığa yakalandı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyaretine geldiğinde, ona:

Resûlallah! Çok malım var ve bir kızımdan başka varisim yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak verebilir miyim?" dedi. Allah Resûlü:

“Hayır, verme" buyurdu. Sa'd:

“Yarısını verebilir miyim?" diye sorunca, Allah Resûlü yine:

“Hayır, verme" buyurdu. Sa'd:

“Üçte birini vereyim mi?" diye sorunca da Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Üçte bir mi? O da çok! Varislerini varlıklı bırakman, fakir ve başkalarına yük olarak bırakmandan daha hayırlıdır. "

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Muâz b. Cebel:

“Yüce Allah, yaşarken yaptığınız amellere ek olarak malınızın üçte birini sadaka (vasiyet) olarak vermenizi ister" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim, İbn Abbâs'tan bildirir: İnsanların vasiyeti üçte bir yerine dörtte bir olarak yapmalarını isterdim. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üçte bir de çoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir: Ömer'in yanında vasiyetin üçte bir olmasından bahsedilince:

“Üçte birlik bir oran normaldir. Ne az ne de çoktur" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib şöyle demiştir:

“Malımın beşte birini vasiyet etmem, benim için dörtte birini vasiyet etmemden daha iyidir. Dörtte birini vasiyet etmem, benim için üçte birini vasiyet etmemden daha iyidir. Malının üçte birini vasiyet eden kişi de hiç bir şey vasiyet etmeyen kişi gibi değildir."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“Denilirdi ki, malının beşte birini vasiyet edenler, dörtte birini vasiyet edenlerden daha üstündür. Dörtte birini vasiyet edenler de üçte birini vasiyet edenlerden üstündür."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“Malın altıda birini vasiyet etmenin üçte birini vasiyet etmekten daha hayırlı olduğu söylenirdi."

İbn Ebî Şeybe, Âmir eş-Şa'bî'den bildirir:

“Her kim haksızlık etmeyecek ve birilerine zarar vermeyecek şekilde bir vasiyette bulunursa bunun karşılığında, hayattayken ve sağlıklıyken bunu bağışlamış gibi sevap alır."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“Öncekiler, henüz miras âyetleri nazil olmadan önce, kişinin vasiyet bırakmadan ölmesini hoş görmezlerdi."

13

Bkz. Ayet:14

14

"Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. Kim de Allah'a ve Peygamberine isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bîr azap vardır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bunlar Allah'ın yasalarıdır..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın belirttiği şekilde taksimatı yapmak, Allah'a itaat etmek demektir" demiştir. "...Kim de... O'nun koyduğu sınırları aşarsa..." âyetini açıklarken de:

“Bu sınırları aşmak, Allah'ın miras konusunda yaptığı taksimatı kabul etmemektir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“ ait (.....) âyetini:

“Bunlar Allah'ı zikrettiği şartlardır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır... Kim de Allah'a ve Peygamberine isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın yasalarından kasıt, miras taksimindeki takdiri ve emirleridir. Yüce Allah'ın emrettiği şekilde miras taksimini yapan kişi, Allah'a ve Resûlü'ne itaat etmiş olur. Allah'a ve Resûlü'ne isyan etmek de, miras taksiminde Allah'ın koyduğu emirlere uymamaktır. Miras taksiminde Allah'ın emirlerine karşı gelip kabul etmeyenlerin de Cehenemde ebedi kalacakları bildirilmiştir. Bunlar da münafıklardır; zira kadınlar ile küçük çocuklara mirastan pay verilmeyeceğini düşünüyorlardı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse..." âyetini açıklarken:

“İtaatten kasıt, daha önce zikredilen şekilde miras taksiminin yapılmasıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Bunlar Allah'ın yasalarıdır..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Yüce Allah'ın, kullarına takdir ettiği yasalar ve miras taksimi konusunda farz kıldığı emirlerdir. Bu emirlere uyun ve sakın bunları bırakıp başka yollara başvurmayın" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Cüreyc:

“...Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse..." âyetini açıklarken:

“Kim, Yüce Allah'ın miras konusunda yaptığı bu taksimata iman ederse, anlamındadır" demiştir. "...Kim de... O'nun koyduğu sınırları aşarsa..." âyetini açıklarken de:

“Kim, Yüce Allah'ın miras konusunda yaptığı bu taksimata iman etmezse, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bazen kişi yetmiş yıl boyunca hayırlı kişilerin amellerini işler de vasiyetinde başkasına zarar vermesinden dolayı amel defteri kötü bir şekilde kapanır. Bu şekilde de Cehenneme girer. Bazen de kişi yetmiş yıl boyunca kötü kişilerden olan birinin amellerini yapar da ettiği vasiyette adaletli olmasından dolayı amel defteri hayırla kapanır. Bu şekilde de Cennete girer." İsterseniz bu yönde:

“Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. Kim de Allah'a ve Peygamberine isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır" âyetlerini okuyun.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve Saîd b. Mansûr'un Süleymân b. Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın farz kıldığı bir mirası (alacağı) yok sayan kişinin Allah da Cennetteki alacağını yok sayar" buyurmuştur.

İbn Mâce'nin başka bir vecihle Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Varisten miras olarak alacağını yok sayan kişinin Allah da kıyamet gününde Cennetteki alacağını yok sayar" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın ve Resülünün farz kıldığı bir mirası (alacağı) yok sayan kişinin Allah da Cennetteki alacağını yok sayar" buyurmuştur.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Miras taksiminin yapılması bırakılmadıkça ve düşmandan gelen ve sevindiren ganimetler tamamen kesilmedikçe kıyamet kopmaz" demiştir.

15

"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin."

Firyâbî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve Taberânî'nin Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Önceleri bir kadın zina yaptığı zaman onu eve hapsederlerdi. Ölürse ölür, yaşarsa da yaşardı. Bu uygulama:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..." âyeti nazil olana kadar devam etti. Bu âyetle de Yüce Allah, bu durumda olan kadınlara bir çıkış yolu gösterdi. Bu âyetin nüzulünden sonra bu yönde bir şey yapana yüz sopa vurulup salınmaya başlandı.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Nâsih'de ve Beyhakî'nin Sünen'de Ali'den bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Önceleri kadın zina ettiği zaman ölene kadar bir evde kapalı tutulurdu. Daha sonra:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..." âyeti nazil olunca zina edenlerden evli olanlar recmedilmeye, bekar olanlara da yüz sopa atılmaya başlandı.

Ebû Dâvud, Nâsih'de ve İbn Ebî Hâtim'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini, "...Onlar zina gibi açık bir hayâsızlık irtikâb etmedikçe siz onları evlerinizden çıkarmayın. Kendileri de çıkıp gitmesinler..." âyeti ve:

“...Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyetlerde zina anlamına gelen edepsizlik ifadeleri Nûr Sûresi'nin recm ile sopa atma hükmünü içeren âyetinin nüzulünden önceydi. Bu gün artık açıkça zina ettiği ortaya çıkan bir kadın olursa çıkarılıp recmedilir. Zira önceki âyetlerin hükmünü:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..." âyeti neshetmiştir.

Ebû Dâvud, Sünen'de ve Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada Yüce Allah erkeği kadından sonra zikretmiştir. Daha sonra ikisini bir arada zikredip:

“içinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin..." buyurdu. Yüce Allah bu âyeti de celd âyeti ile neshedip:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..." buyurdu."

Âdem ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin"' âyetini açıklarken şöyle demiştir: Burada fuhuştan kasıt zinadır. Bu âyetle önceleri böylesi bir şeyi yapanların hapsedilmesi emredilmişti. Ancak bu hüküm:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..." âyetiyle neshedildi.

Âdem, Ebû Dâvud, Sünen'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Bu âyette bahsedilen yol'dan kasıt cezadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zina eden kişinin cezalandırılması ilk olarak bu şekilde başladı. Zina eden kadın evde hapis tutulurdu. Daha sonra zina edenlerin her ikisine de ceza olarak eziyet edilmeye, sözle azarlanıp kınanmaya başlandı. Daha sonra ise Yüce Allah Nûr Sûresi'ndeki söz konusu âyeti indirdi ve ceza olarak bir çıkış yolu gösterdi. Zina konusunda evli olanların taşla recmedilmesi, bekar olanların ise yüz sopa ile bir yıl sürgün edilmesi uygulanır oldu."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Had âyetlerinin nazil olmasıyla bu âyetin hükmü neshedildi" demiştir.

Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zina eden kadınlara yönelik ilk ceza, evlerinde hapsedilmeleri olarak başladı. Nûr Sûresi'ndeki had âyeti nazil olunca da bu uygulama bırakıldı."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bir kadın zina ettiği ve hür olan dört kişi onun zina ettiğine dair şahitlik ettikleri zaman onu hapishanede hapsedin. Bu uygulama da İslam'ın ilk dönemlerine aitti. Dürüst olan dört kişi bir kadının zina ettiğine dair şahitlik ettiği zaman böylesi bir kadın hapsedilirdi. Şâyet kocası varsa ondan mehri geri alır, ancak nafakasını temin ederdi. Hapis sürecinde kadına herhangi bir had (ceza) uygulanmaz, kocası da onunla ilişkiye giremezdi. Bu şekilde de kadın ya ölene kadar ya da Yüce Allah bu konuda bir çıkış yolu gösterene kadar hapis tutulurdu. Çıkış yolu da sonradan nazil olan had âyetleridir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyette kastedilen kadınlar, evli olan kadınlardır. İlk dönemlerde evli olan bir kadın zina ettiği zaman hapsedilirdi. Bunun yanında kocası da ona verdiği mehri geri alırdı. "...Kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..." âyeti ile:

“...Onlar açık bir hayâsızlık irtikâb etmedikçe..." âyetinde ifade edilen de budur ve kastedilen istisnai durum zinadır. Bu uygulama bu konuda had âyetleri nazil olana kadar devam etti. Had âyetlerinin nazil olmasıyla da bu uygulama neshedildi. Artık zina eden bir kadın durumuna göre ya recmedilir ya da celd (kırbaç) cezası uygulanır. Mehri de miras malı olur. Yüce Allah'ın âyette bahsettiği yol da budur.

Şâfiî, Tayâlisî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Dârimî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Cârûd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Tahâvî, Nehhâs ve İbn Hibbân, Ubâde b. es- Sâmit'ten bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy indiği sırada durumun ağırlığından dolayı sıkılır ve yüzünün rengi bembeyaz olurdu. (İbn Cerîr'de lafız:

“Kendinden geçerdi" şeklindedir.) Yine bir gün kendisine vahiy indi. Kendine geldiğinde:

“Yüce Allah size bir yol gösterdi! Bunu benden alıp öğrenin. Evlinin zina yapması durumunda cezası yüz değnek ile recmdir. Bekarın zina etmesi durumunda cezası ise yüz değnek ile bir yıl sürgündür" buyurdu.

Ahmed'in Seleme b. el-Muhabbik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden öğrenin! Yüce Allah zina eden kadınlar hakkında bir yol gösterdi! Bunu benden alıp öğrenin! Bekarın bekarla zinasında ceza olarak yüz değnek ve bir yıl sürgün, evlinin evli ile zinasında ceza yüz değnek ile recmdir" buyurmuştur.

Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Nisâ Sûresi'ndeki mirasla ilgili âyetler nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nisâ Sûresi nazil olduktan sonra artık (zina eden kadınlara) hapis cezası yoktur" buyurdu.

16

"İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin. Eğer tövbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Önceleri bir erkek zina ettiği zaman sözle kınanır, terlikle dövülürdü. Daha sonra Yüce Allah bu konuda:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun..."âyetini indirdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetinde eğer zina eden kişiler evli ise recmedilirler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, birbiriyle ilişkiye giren iki erkektir" demiştir.

Âdem ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ceza verin..." âyetini:

“Sözle azarlayın" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin. Eğer tövbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlardan bekar olan iki kişi zina ettikleri zaman onları sözle kınayın, bu yaptıklarına karşılık kaba sözlerle onları azarlayın. Bekar oldukları için hapsedilmezler, ancak pişman olup tövbe etmeleri için sözle kınanıp azarlanırlar. Eğer bu yaptıklarından dolayı pişman olup tövbe eder ve hal ile amellerini düzeltirlerse artık kaba ve azarlayıcı sözler söylemeyi bırakın. Zira Yüce Allah tövbeleri kabul eder ve esirger. İslam'ın ilk dönemlerinde zina eden bekar ve evli erkeklerin cezası bu şekildeydi. Zinaya yönelik Nûr Sûresi'ndeki:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun...'" âyeti nazil olunca zina edenlere verilen kınama ve hapis cezalarını neshetti.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ:

“İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, erkek ile kadının zina etmesidir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Daha sonra Yüce Allah:

“İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin..." buyurarak henüz evli olmayan kızlar ile erkeklerin zina etmesi durumunu zikretmiştir. Buna göre zina eden bekar kız ile bekar erkek pişman olup bu tür şeyleri bırakana kadar dışlanıp azarlanırlar.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Eğer tövbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin..." âyetini açıklarken:

“Onları kınayıp azarlamaktan vazgeçin" demiştir.

17

Bkz. Ayet:18

18

"Allah katında makbul tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l- Âliye:

“Allah katında makbul tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir...'" âyetini açıklarken:

“Bu şekilde kabul gören tövbe, müminlerin tövbesidir" demiştir. "Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar da münafıklardır" demiştir. "...Kâfir olarak ölenlerinki değildir..." âyetini açıklarken de:

“Bu da müşrikler hakkındadır" demiştir.

İbn Cerîr, Rabî'den bildirir:

“Tövbe hakkındaki ilk ifade müminler hakkında, ikinci ifade münafıklar hakkında, son ifade de kafirler hakkında nazil olmuştur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in başka bir vecihle Ebu'l- Âliye'den bildirdiğine göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı:

“Kulun işlediği her bir günah, cehalet kapsamındadır" derlerdi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir:

“Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı, kasıtlı veya kasıtsız, kişi herhangi bir şekilde günah işlediği zaman bunun söz konusu cehalet kapsamında sayılacağı üzerinde ittifak etmişlerdir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken:

“Rabbine asi olan her bir kişi bundan vazgeçinceye kadar bir cehalet içindedir" demiştir.

İbn Cerîr, Kelbî'den, o da Ebû Sâlih'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah katında makbul tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Günah işleyen kişi, cahil kişidir ve bunu cehaletinden dolayı işlemiştir. Ancak henüz hayatta ve sağlıklı iken işlediği günaha tövbe etmelidir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Çok geçmeden tövbe edenler..." âyetini açıklarken:

“Çok geçmeden ifadesinden kasıt, kişinin günah işlediği andan ölüm meleğiyle karşılaştığı ana kadar olan süredir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“Kişinin, ölüm meleğiyle karşılaşana kadar tövbe etme hakkı olur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Kays:

“Âyette çok geçmeden ifadesinden kasıt, kişinin bizzat kendisi hakkında âyet nazil olana veya ölüm anı gelene kadardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen çok geçmeden ifadesi, ölüm anı gelene kadar olan süreyi kapsar. Ölüm meleğini görene kadar kişi tövbe etme hakkına sahiptir. Ancak ölüm meleğiyle karşı karşıya kaldığı zaman artık edeceği tövbenin bir anlamı kalmaz."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi hayatta olduğu sürece tövbe için henüz geç değildir. Günahların da tümü cehaletten dolayı işlenir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Çok geçmeden tövbe edenler..." âyetini açıklarken:

“Kişi can çekişmeye başlamadıkça tövbe için geç değildir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer bu âyeti açıklarken:

“Müşrik olan kişi can çekişirken Müslüman olduğunu dile getirse onun hakkında bunun hayırlı olacağını umarım" demiştir.

İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Bana bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“iblis, Adem'in içinin boş olduğunu görünce: «İzzetime andolsun ruhu çıkmadıkça ben de onun içinden çıkmayacağım!» dedi. Buna karşılık Yüce Allah da: «İzzetime andolsun ki canı çıkmadığı sürece edeceği tövbeyi kabul edeceğim» buyurdu."

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da Katâde'den bildirir: Enes b. Mâlik'in yanındaydık. Ebû Kılâbe de oradaydı. Bir ara Ebû Kılâbe şöyle dedi:

“Yüce Allah, İblis'e lanet edince İblis kendisine mühlet tanınmasını istedi. Yüce Allah da kıyamet kopana kadar ona mühlet tanıdı. İblis: «İzzetine yemin olsun ki ruhu çıkmadığı sürece Ademoğlunun kalbinden çıkmayacağım!» deyince, Yüce Allah: «İzzetime andolsun ki canı çıkmadığı sürece edeceği tövbeyi kabul edeceğim» karşılığını verdi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Ya'lâ ve İbn Hibbân, Ebû Saîd el- Hudrî'den bildirir: Bizzat Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzından şu kulaklarımla işittiğim ve aklımda tuttuğum bir şeyi anlatacağım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Adamın biri doksan dokuz kişiyi öldürdü ve tövbe etmek istedi. Yeryüzünün en alim adamını sorunca onu bir adama gönderdiler. Yanına gidip: «Doksan dokuz kişiyi öldürdüm. Tövbe etme hakkım var mı?» diye sorunca, alim olan kişi: «Doksan dokuz kişiyi öldürdükten sonra mı?» karşılığını verdi. Bunun üzerine adam kılıcını çekip onu da öldürdü ve öldürdüğü kişi sayısını yüze tamamladı. Bir daha tövbe etmek istedi ve yeryüzünün en alim adamının kim olduğunu sordu. Ona başka bir adama gönderdiler. Âlime gidip: «Yüz kişiyi öldürdüm. Tövbe etme hakkım var mı?» diye sorunca, alim olan kişi: «Tövbe etmene ne engel olabilir ki? Ancak içinde bulunduğun kötü kasabadan salih ve iyi olan filan kasabaya git. Orada da Rabbine ibadet et» dedi. Adam denildiği gibi kendi kasabasından çıkıp iyi olan kasabaya giderken yolda eceli geldi ve öldü. Öldükten sonra azap melekleri ile rahmet melekleri adam konusunda çekişmeye başladılar. İblis: «Ben onda daha fazla hak sahibiyim; zira hiçbir konuda bana karşı çıkmadı» derken, rahmet melekleri: «Ancak kasabasından tövbe etmiş bir şekilde çıktı» karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah onlara başka bir melek gönderdi ve onun huzurunda davalaştılar. Melek: «Hangi kasabaya daha yakın olduğuna bakın. Hangisine yakınsa o taraftan sayılır» dedi. Yüce Allah kötü olan kasabayı uzaklaştırıp salih olan kasabayı yakınlaştırınca onu salih kasabanın insanlarından saydılar. "

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuab'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, kulun tövbesini can boğaza dayanmadıkça kabul eder" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuab'da ashâbdan birinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin, can boğaza dayanmadıktan sonra ettiği tövbeleri Yüce Allah kabul eder" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Can boğaza dayanmadıkça tövbe kapısı kişiye daima açıktır" dedi ve:

“Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir" âyetini okudu. Âyeti okuduktan sonra da:

“Ölümün gelip çatması canın boğaza dayanmasından başka bir şey midir?" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre ibn Mes'ûd:

“...Kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler..."' âyetini açıklarken:

“Bu kimselerin tövbesi kabul edilmez" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler..." âyetini açıklarken:

“Bunlar müşrik olanlardır" demiştir.

İbn Cerîr, Kelbî'den o da Ebû Sâlih'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah bunların böylesi tövbelerini kabul etmez" demiştir. "...Kâfir olarak ölenlerinki değildir..." âyetini açıklarken de:

“Bunlar ise kabul görecek bir tövbeye daha da uzaktırlar" demiştir.

Ebû Dâvud, Nâsih'de , İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah daha sonra:

“Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder..." âyetini indirdi. Bu âyetle Yüce Allah kafir olarak ölenlere mağfireti haram kılmıştır. Tevhîd ehlinden olanların bağışlanmasını kendi iradesine bağlamış ve bağışlanma konusunda ümitsiz bırakmamıştır.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir:

“Kişi, hayatta iken işleyebileceği herhangi bir günahı için ölmeden önce tövbe ederse Yüce Allah bu tövbesini kabul eder."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbrahim en-Nehaî'den bildirir:

“Denilirdi ki, can boğaza dayanmadıkça tövbe kapısı kişiye her zaman açıktır."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Ölümden iki sağım arası kadarlık bir süre önce tövbe eden kişinin bu tövbesi kabul görür" dedi. Kendisine:

“Ama Yüce Allah:

“Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, «İşte ben şimdi tövbe ettim» diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir" buyurmuyor mu?" denilince de:

“Ben size Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğim şeyi söylüyorum" karşılığını vermiştir.

Ahmed, Buhârî, Târih'de, Hâkim ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Perde inmedikçe Yüce Allah kişinin edeceği tövbeyi kabul eder" veya:

“Kişiyi bağışlar" buyurdu. Kendisine:

“Perdenin inmesi ne demek?" diye sorulunca da:

“Canın müşrik olarak çıkmasıdır" karşılığını verdi.

19

"Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız sîze helâl değildir. Açık bîr hayâsızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bîr şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur."

Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde erkek öldüğü zaman velileri karısı üzerinde kadının ailesinden daha fazla hak sahibi olurlardı. Ölenin velileri dilerlerse kendileri onunla evlenir, dilerlerse başkasıyla evlendirir, dilerlerse de öyle bırakırlardı. Daha sonra Yüce Allah bu konuda bu âyeti indirdi."

Ebû Dâvud'un başka bir vecihle İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde kişi yakını olan bir kadına kocasının ölümünden sonra varis olurdu. Ölünceye veya ölen kocasından aldığı mehri kendisine verinceye kadar da evlenmesine izin vermezdi. Yüce Allah bu âyetle böylesi bir uygulamayı yasakladı."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Cahiliye döneminde bir adam öldüğü zaman akrabalarından biri gelip dul kalan karısının üzerine giysisini atar ve bu şekilde başkalarının onu almasına engel olurdu. Şâyet bu kadın güzel ise onunla evlenir, çirkin ise de ölüp de mirasını alana kadar eve kapatırdı. "Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın...'" buyruğuyla, kişinin, sevmediği, ayrılmak istediği karısını, ona verdiği mehri veya bir kısmını almak düşüncesiyle baskı yapmak ve eziyet etmek yasaklanmıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde kişi, babası veya akrabası öldüğü zaman dul kalan karısının üzerinde herkesten daha fazla hak sahibi olurdu. Ölen kocasından aldığı mehri almak için dilerse onu tutar ve başkasıyla evlenmesine izin vermezdi. Dilerse de bir yere ölene kadar hapseder öldükten sonra da mirasına konardı. "

Atâ b. Ebî Rebâh der ki: Cahiliye döneminde bir adam öldüğü zaman akrabaları onun karısını (mirasını almak için) aralarından bir çocukla sonradan evlendirmek üzere bekletirlerdi. Bunun üzerine:

“...Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyeti nazil oldu.

Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf'ten bildirir: Ebû Kays b. el-Eslet vefat ettiği zaman oğlu, babasından sonra dul kalan analığıyla evlenmek istedi. Cahiliye döneminde de böylesi evlilikler yapılabiliyordu. Bunun üzerine:

“...Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Bu âyet Evs'ten Ma'n b. Âsım'ın kızı Kubeyşe hakkında nazil oldu. Kubeyşe, Ebû Kays b. el-Eslet ile evliydi. Ebû Kays ölünce (üvey) oğlu onu kendi velayetine aldı. Kubeyşe, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ne kocama varis olabildim, ne de başkasıyla evlenmeme izin verildi" deyince bu âyet nazil oldu.

İbn Cerîr, Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Medine ahalisinden bazıları, akrabalarından biri öldüğü zaman içlerinden biri ölen adamın dul kalan karısının üzerine giysisini atar ve kadının evlenme hakkını elinde tutmuş olurdu. Bu durumda artık kadın kendisinden başka kimseyle evlenemezdi. Ölen kocasından aldığı mehri ona verene kadar da adam onu bırakmaz öylece tutardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir...'" âyetini indirdi."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hatim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Cahiliye döneminde kadının kocası öldüğü zaman kocasının velilerinden biri gelip üzerine giysisini atar, bu şekilde evlenme hakkını elinde tutardı. Şâyet küçük bir çocuğu veya kardeşi varsa büyüyüp de onunla evlendirene kadar ya da ölüp mirasına konana kadar kadını bekletirdi. Ancak kadın, üzerine henüz giysi atılmadan kaçıp ailesine gelirse böylesi bir uygulamadan kurtulmuş olurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Ensâr'dan bazıları, biri öldüğü zaman dul kalan karısını ölenin velilerinin tasarrufuna bırakırlardı. Kadın üzerine bu şekilde tasarruf hakkını elde eden kişi de kadını ölene kadar öylece tutar ve mirasına konardı. Bu âyet de bunlar hakkında nazil olmuştur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Cahiliye döneminde Yesrib (Medine) ahalisi, içlerinden biri öldüğü zaman ölen kişinin varisleri dul kalan kadına da varis olurlardı. Bu kadına varis olan kişi de ya kendisi onunla evlenmek ya da istediği biriyle evlenmek için kadını sıkıştırır, zorlardı. Tihâme ahalisinde de erkek boşamak istediği karısına kötü davranır ve mehir olarak verdiğinin bir kısmını ondan geri almak için boşanma karşılığında ancak kendisinin istediği biriyle evlenebilmesini şart koşardı. Yüce Allah da bu âyetle müminlere böylesi bir uygulamayı yasakladı."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. el-Beylemânî:

“Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir...

Kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyetin bir bölümü cahiliye dönemindeki uygulama, diğer bir bölümü ise İslam dönemindeki durum hakkında nazil olmuştur."

İbnu'l-Mubârek der ki:

“Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyeti Cahiliye dönemindeki uygulama, "...Kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın..." âyeti da İslam dönemindeki durum hakkında nazil olmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Onları sıkıştırmayın..." âyetini açıklarken:

“Sana bir bedel ve karşılık verip ayrılması için karını sıkıştırıp ona eziyet etme" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onları sıkıştırmayın..." âyetini açıklarken:

“Bakara Sûresi'nde de geçtiği gibi kadının evlenmesine engel olmayın, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir:

“Kadınlara yönelik böylesi bir sıkıştırma Mekke'de Kureyşliler arasında görülen bir uygulamaydı. Kişi saygın bir kadınla evlenip de anlaşamadıkları zaman ancak kendi izniyle başkasıyla evlenme şartını koşarak kadından ayrılıyordu. Boşanma sırasında da şahitler huzurunda bu şart üzerinden kadından yazılı bir belge alınıyordu. Başkası kadına talip olduğu zaman da şâyet kadın eski kocasına bir şeyler verirse evlenmesine razı oluyor, vermediği taktirde ise evlenme iznini vermeyebiliyordu."

İbn Cerîr'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında...'" âyetini açıklarken:

“Burada hayasızlıktan kasıt, kocaya karşı nefret ve isyandır. Bunu yapması halinde kocasının boşama karşılığında bir bedel alması helal olur" demiştir.

İbn Cerîr, Miksam'dan bildirir: İbn Mes'ûd'un kıraatinde bu âyet: (.....) lafzıyladır. Kadın sana eziyet verdiği zaman da ona mehir olarak verdiğini geri alman sana helal olur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Hayasızlıktan kasıt, kocaya itaat etmemeleridir. İbn Mes'ûd ile Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde ise bu âyet: (.....) lafzıyladır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Burada hayasızlıktan kasıt kocaya itaatsizliktir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ el- Horasânî, karısı hayasızlık eden koca konusunda:

“Böylesi bir durumda koca, kadına verdiği mehri geri alır ve onu boşar. Ancak bu konuda had âyetleri böylesi bir uygulamayı da neshetmiştir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında..." âyetini açıklarken:

“Hayasızlıktan kasıt zinadır. Kadın zina yapması halinde, kocasının bir bedel karşılığında ondan ayrılması helal olur" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Kılâbe ile İbn Şîrîn şöyle demişlerdir:

“Kişi, karısının üzerinde başka bir erkeği görmediği müddetçe bir bedel karşılığında (hul' yoluyla) kadından boşanamaz. Zira Yüce Allah:

“...Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında..." buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrmuştur:

“Kadınlar konusunda Allah'tan korkun! Siz ki onları Yüce Allah'ın bir emaneti olarak aldınız. Allah'ın ismiyle cinsel organlarını kendinize helal kıldınız. Sizin onlar üzerindeki haklarınız sevmediğiniz birilerini evinize almalarıdır. Bunu yapmaları halinde ağır olmayacak şekilde onlara vurun. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları da uygun bir şekilde yiyecek ve giyeceklerini karşılamanızdır. "

İbn Cerîr'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar! Kadınlar yanınızda bir esir gibidirler. Siz ki onları Yüce Allah'ın bir emaneti olarak aldınız. Allah'ın ismiyle cinsel organlarını kendinize helal kıldınız. Sizin onların üzerinde haklarınız vardır ki bunlardan bazıları kimseyi yatağınıza almamaları ve iyi olan hususlarda size karşı gelmemeleridir. Böyle yapmaları halinde maruf ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini temin etmekle yükümlüsünüz. "

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

“Onlarla kaynaşın" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr der ki:

“Ancak bazı raviler Süddî'nin bu açıklamasının yanlış yazıldığını ve "Hâlitûhunne (onlarla kaynaşın)" değil de onlarla iyi geçinin anlamına gelen "Hâlikûhunne" olduğunu söylemişlerdir."

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir:

“Kadının senin üzerindeki hakları ona iyi bir muamele, onunla iyi geçinme ve maruf ölçülerde yiyecek ile giyeceğini karşılamandır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil:

“...Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onlara güzel muamelede bulunun. Onlardan hoşlanmayıp boşamanız halinde kadın başkasıyla evlenebilir. Evlendiği kişiden hayırlı evlatları olabilir. Yüce Allah da bu ikinci evliliğinde kendisi için pek çok hayır takdir etmiş olabilir."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah onda pek çok hayır yaratmış olur" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada pek çok hayırdan kasıt, Yüce Allah'ın kadına şefkat göstermesi ve ondan güzel bir çocuk ihsan etmesidir. Yüce Allah bu çocukla beraber onlara pek çok hayırlar da getirebilir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Olabilir ki Yüce Allah bu hoşnutsuzluğun ardından taraflara pek çok hayırlar ihsan edebilir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Allah onda pek çok hayır yaratmış olur" âyetini açıklarken:

“Pek çok hayırdan kasıt çocuktur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildirir:

“Karı koca arasında bir tartışma çıktığı zaman erkek acele edip de kadını boşamaya kalkmasın. Bunun yerine ağırdan alıp sabretsin. Belki de Yüce Allah o kadın sebebiyle kendisine seveceği pek çok şey gösterecektir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Belki de hoşlanmasa dahi yanında tutması halinde Yüce Allah kadından yana ona bir çok hayırlar ihsan eder" demiştir. Hasan da:

“Belki de adam onu boşar, kadın da evlendiği başka biriyle Yüce Allah'ın inâyetiyle pek çok hayırlar görür" derdi.

20

Bkz. Ayet:21

21

"Eğer bîr eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız? Hem, siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu nasıl alırsınız?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi, şâyet karısını sevmez olur da onu boşar ve beğendiği başka bir kadınla evlenirse boşadığı kadına yüklerle mal vermiş olsa dahi mehrini vermeli, ondan bir şey almamalıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi bir kadını boşayıp başkasıyla evlendiği zaman ilk karısına mehir olarak ne kadar mal vermiş olursa olsun bir şey alması helal değildir."

İbn Cerîr'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) ifadesini:

“İkibin" olarak açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr ve Ebû Ya'lâ ceyyid bir senedle Mesrûk'tan bildirir: Ömer b. el-Hattâb minbere çıktı ve şöyle dedi:

“İnsanlar! Kadınların mehirlerini neden öyle yükseltiyorsunuz? Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı arasında mehir dört yüz dirhem ve daha az olurdu. Şâyet mehri yüksek tutmanın Allah katında bir değeri olsaydı onlar sizden daha fazla verirlerdi. Ancak içlerinden dört yüz dirhemden daha fazlasını veren birini tanımıyorum." Minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın karşısına çıktı ve:

“Ey müminlerin emiri! Kadınlara mehir olarak dört yüz dirhemden daha fazla verilmesini yasakladın mı?" diye sordu. Ömer:

“Evet" karşılığını verdi. Kadın:

“Peki, Yüce Allah'ın:

“...Yüklerle mal vermiş olsanız dahi..." buyurduğunu işitmedin mi?" diye sorunca, Ömer:

“Allahım! Beni bağışla! Bütün insanlar Ömer'den daha bilgili imiş" dedi. Sonra dönüp tekrar minbere çıktı ve şöyle dedi:

“İnsanlar! Kadınlara mehir olarak dört yüz dirhemden daha fazla vermenizi size yasaklamıştım. Şimdi diyorum ki kişi mehir olarak malından istediği kadar verebilir."

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Ebû Abdirrahman es-Sülemî'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb:

“Kadınların mehirlerini yüksek tutmayın" deyince, kadının biri:

“Ey Ömer! Bunu yapma hakkın yok! Zira Yüce Allah:

“(=Onlara yüklerle altın vermiş olsanız dahi onlardan bir şey almanız helal değildir)" buyurur" diyerek karşı çıktı. Bunun üzerine Ömer:

“Kadın Ömer'in hasmı oldu ve onu yendi" dedi.

Zübeyr b. Bekkâr, Ahbâru'l-Muvaffakiyyât'da Abdullah b. Mus'ab'dan bildirir: Hazret-iÖmer:

“Kadınların mehirlerini kırk ûkiyyeden fazla tutmayın. Bundan daha fazlasını veren kişinin fazla olarak verdiğini de beytülmala katarım" dedi. Kadının biri:

“Böyle bir şeyi yapma hakkın yok!" diye karşı çıkınca, Ömer:

“Neden?" diye sordu. Kadın:

“Çünkü Yüce Allah: «...Yüklerle mal vermiş olsanız dahi...» buyurur" karşılığını verince, Ömer:

“Kadın doğru, erkek ise yanlış yaptı" dedi.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Bekr b. Abdillah el-Müzenî'den bildirir: Hazret-iÖmer şöyle dedi:

“Mehri yüksek tutmayı yasaklamak üzere çıktım, ama Yüce Allah'ın Kitab'ında: «...Yüklerle mal vermiş olsanız dahi...» âyeti beni bundan alıkoydu."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Günaha girerek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini:

“Açık bir şekilde" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“(Birleşme)" ifadesi, cinsel ilişki anlamındadır; ancak Yüce Allah bunu kinayeli bir şekilde dile getirmiştir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Siz eşlerinizle birleşmiş..." âyetini açıklarken:

“Birleşmeden kasıt, kadınlarla cinsel ilişkiye girmektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizden sağlam bir söz almış iken..." âyetini açıklarken:

“Sağlam söz kasıt, kadını ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir" demiştir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sağlam bir söz ..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah'ın kadınlar konusunda erkeklerden aldığı sözdür. Bu da onları iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Bu söz de önceleri henüz nikahın kıyılma aşamasında erkekten:

“Allah adına ya onu iyilikle yanında tutar ya da güzellikle salıverirsin" şeklinde alınırdı.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Müleyke'den bildirir: İbn Ömer evleneceği zaman müstakbel eşine:

“Allah'ın emrettiği şekilde ya iyilikle yanımda tutmak ya da güzellikle salıvermek üzere seninle evleniyorum" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Avf'tan bildirir: Enes b. Mâlik kızlarından veya akrabalarından bir kadını evlendireceği zaman, müstakbel kocasına:

“Kızı, ya iyilikle yanında tutmak ya da güzellikle salıvermek üzere seninle evlendiriyorum" derdi.

İbn Ebî Şeybe, Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildirir:

“İbn Abbâs birini evlendireceği zaman erkeğe, kadını ya iyilikle tutma ya da güzellikle salıverme şartını koşardı."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Sizden sağlam bir söz almış iken..." âyetini açıklarken:

“Sözden kasıt, kadını iyilikte tutmak ya da güzellikle salıvermektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Yahyâ b. Ebî Kesîr'den bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sizden sağlam bir söz almış iken..." âyetini açıklarken:

“Bu söz nikah akdinde söylenen: «Seninle evlendiriyorum» sözüdür" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İkrime ile Mücâhid:

“...Sizden sağlam bir söz almış iken..." âyetini açıklarken:

“Onları Allah'ın bir emaneti olarak ve cinsel organlarını Allah'ın ismiyle kendinize helal kılarak aldınız, anlamındadır" demişlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizden sağlam bir söz almış iken..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bundan kasıt, erkeğin nikah aşamasında:

“Kabul edip aldım" demesidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sağlam bir söz ..." âyetini açıklarken:

“Kadının organını erkeğe helal kılan nikah akdidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: (.....) ifadesini:

“Ağır bir söz" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Bekr'e hul' yoluyla ayrılan kadının mehrinden bir şey alınıp alınmayacağı sorulunca:

“Hayır, alınamaz. Zira Yüce Allah: «...Sizden sağlam bir söz almış iken...» buyurmuştur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Daha sonra:

“... Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında kalıp evlilik haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna..." âyeti nazil oldu ve boşanma esnasında kadından bir şeyler almaya ruhsat vererek bu âyetin hükmünü neshetti."

22

"Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bîr yoldur"

Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de Adiy b. Sabit el-Ensârî'den bildirir: Ensâr'ın salih adamlarından biri olan Ebû Kays b. el-Eslet vefat edince oğlu Kays dul kalan analığına talip oldu. Kadın ona:

“Ben seni oğlum gibi görüyorum, ancak Ensâr'ın en iyi adamlarından birisin. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) danışacağım" karşılığını verdi. Kadın Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Ebû Kays vefat etti" dedi. Allah Resûlü kadına teselli babından güzel sözler söyledi. Kadın:

“Oğlu Kays da bana talip oldu. Onu oğlum gibi görüyordum. Kavminin de en iyi adamlarından birisi. Ne dersin?" deyince, Allah Resûlü:

“Evine geri dön" buyurdu. Bunun üzerine:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." âyeti nazil oldu.

Beyhakî:

“Mürsel hadistir" demiştir.

Derim ki:

İbn Ebî Hâtim'in rivâyetinde bu hadis Adiy b. Sâbit vasıtasıyla Ensâr'dan bir adamdan rivâyet edilmiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ebû Kays b. el-Eslet hakkında nazil olmuştur. Ebû Kays, babası el- Eslet'in ölümünden sonra onun karısı ve analığı olan Ümmü Ubeyd binti Damra ile evlenmişti. Aynı şekilde Esved b. Halef hakkında nazil olmuştur. Esved babasının ölümünden sonra analığı olan Ebû Talha b. Abdiluzza b. Osmân b. Abdiddâr'ın kızı ile evlenmişti. Aynı şekilde Safvân b. Umeyye hakkında nazil olmuştur. O da babası Ümeyye b. Halefin ölümünden sonra karısı ve analığı olan Esved b. el-Muttalib b. Esed'in kızı Fâhite ile evlenmişti. Aynı şekilde Manzûr b. Zebbân hakkında nazil olmuştur. Manzûr da babası Zebbân b. Seyyâr'ın ölümünden sonra analığı olan Müleyke binti Hârice ile evlenmişti."

Beyhakî, Sünen'de Mukâtil b. Hayyân'dan bildirir: Cahiliye döneminde biri öldüğü zaman akrabalarından biri gelip dul kalan karısının üzerine giysisini atar ve bu şekilde kadının evlenme hakkını elinde tutardı. Ebû Kays b. el-Eslet vefat edince oğlu Kays babasının karısıyla evlendi; ancak onunla gerdeğe girmedi. Kadın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlatınca, Yüce Allah, Kays hakkında:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..."" âyetini indirdi ve geçmişte olanlar hariç böylesi bir evliliği yasakladı. Aynı şekilde anne ile kızıyla aynı anda evlenmeyi yasakladı. Yine:

“...İki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir..." buyurarak geçmişte olanlar hariç iki kızkardeşi aynı nikah altında tutmayı da yasakladı. Bu yasaklardan önce yapılan bu tür evlilikler içinde:

“...Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Önceleri biri öldüğü zaman dul kalan karısı üzerinde ölenin oğlu herkesten daha fazla hak sahibiydi. Eğer öz annesi değilse dilerse onunla evlenir, dilerse de başkasıyla evlendirirdi. Ebû Kays b. el-Eslet vefat edince oğlu Muhsin, babasının karısı olan analığının evlenme hakkını eline aldı. Ancak ne nafakasını temin etti, ne de babasının malından miras olarak ona bir şey verdi. Kadın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumunu anlatınca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evine geri dön! Belki Yüce Allah hakkında bir şeyler indirir" buyurdu. Bunun üzerine:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..."' âyeti ile:

“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Cahiliye döneminde insanlar analıkla evlenme ile iki kızkardeşi aynı nikah altında tutma dışında Yüce Allah'ın haram kıldıklarını haram sayarlardı. Bu iki konu hakkında da Yüce Allah:

“Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin... İki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir..." buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." âyetini açıklarken:

“Gerdeğe girsin veya girmesin baban ya da oğlunun evlendiği kadın artık sana haramdır" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ b. Ebî Rebâh'a:

“Kişi bir kadınla evlense ancak yüzünü görmeden onu boşasa oğluna helal olur mu?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Hayır, evlenemez. Kadın da tamamen serbest kalır. Zira Yüce Allah:

“...Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." buyurur. Ona:

“Geçmişte olanlar hariç..."âyeti ne anlama geliyor?" diye sorduğumda da:

“Cahiliye döneminde oğullar babalarının ölümünden sonra analıklarıyla evlenirlerdi" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasa(-ı Basrî):

“...Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin...'" âyetini açıklarken:

“Yasak için gerdeğe girme olmasa da nikahın kıyılmış olması yeterlidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr b. Ebî Meryem'den, o da hocalarından bildirir: Kişi annesinin babası olan dedesinin karısıyla evlenemez. Zira o da babası gibi sayılır. Yüce Allah da:

“...Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." buyurur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Geçmişte olanlar hariç..."âyetini açıklarken:

“Cahiliye döneminde yapılan bu tür evliliklerdir" demiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde:

“Geçmişte olanlar hariç..."âyetini açıklarken:

“Cahiliye döneminde kişi babasının ölümünden sonra analığıyla evlenebilirdi" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti:

“(=Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; ancak ölmüşlerse hariç)" lafzıyla okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh:

“...Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur" âyetini açıklarken:

“Böylesi evlilikler Yüce Allah'ın öfkesine sebep olur ve bunu yapanlar pek kötü bir yola girmiş olurlar" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Berâ'dan bildirir: Dayımı elinde sancakla gördüm. Ona:

“Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), babasının ölümünden sonra analığıyia evlenen birine gönderdi ve boynunu vurup malını almamı emretti" dedi.

23

"Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir"

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Yüce Allah kişinin soydan yedi, hısımlıktan da yedi kadınla evliliğini haram kılmıştır. Soydan haram kıldığı kadınları:

“Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları..." buyurarak belirtmiştir. Hısımlıktan dolayı evlenmeyi haram kıldığı kadınlarından altısını belirtirken:

“...Sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı..."' buyurmuştur. Yedincisi de:

“...Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." âyetiyle belirtilmiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Soydan yedi, hısımlıktan da yedi kadınla evlenmek haram kılınmıştır. Soydan dolayı haram olan süt emmeden dolayı da haram olur."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğumdan (soydan) dolayı haram olan süt emmeden dolayı da haram olur" buyurmuştur.

Mâlik ve Abdurrezzâk, Hazret-i Âişe'den bildirir: İlk başlarda:

“On defa emzirmek haramlığı ortaya çıkarır" şeklinde vahiy inmişti. Daha sonra beş defa emzirme on defa emzirmeyi neshetti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde on defa emzirme Kur'ân'dan bir bölüm olarak okunuyordu.

Abdurrezzâk, Hazret-i Âişe'den bildirir: Allah'ın Kitab'ında önceleri on defa emzirmenin haramlığı doğuracağı hükmü vardı. Daha sonra bu beş defa emzirmeye indirildi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) de ruhuyla birlikte alınan bir âyettir.

İbn Mâce ve İbnu'd-Durays, Hazret-i Âişe'den bildirir: Kur'ân'da başlarda:

“Ancak bilinen on defa veya beş defa süt emme haramlığı ortaya çıkarır" âyeti vardı, ancak sonradan kaldırıldı.

İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“Recm âyeti ile yetişkinin on defa emmesi (ile ortaya haramlığın çıkması) âyeti nazil olmuştu ve yatağımın altına koyduğum bir sahifede yazılıydı. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatındaki meşguliyetimizde odaya giren bir keçi (veya koyun) onu yedi."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer, İbnu'z-Zübeyr'in Hazret-i Âişe'ye dayanarak yedi defadan az olan süt emmenin haramlığı ortaya çıkaramayacağı yönünde hüküm verdiğini işitince şöyle demiştir:

“Yüce Allah, Âişe'den daha hayırlıdır. Allah bu konuda:

“...Süt bacılarınız..." buyurmuş ve bir ya da iki defa süt emmeden bahsetmemiştir."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvus'a:

“Bazıları yedi defadan az olan süt emmenin haramlığı ortaya çıkaramayacağını, sonradan bunun beş defa emmeye indirildiğini söylüyorlar" denildiğinde:

“Daha önce öyle bir şey vardı. Ancak daha sonra bunu yasaklayan âyet nazil oldu ve bir defa emmeden dolayı haramlığın ortaya çıkacağı bildirildi" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bir defa süt emmeyle haramlık ortaya çıkar" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Tek bir yudumluk süt emme bile haramlığı ortaya çıkarır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî)'ye süt emme meselesi sorulunca şöyle demiştir: Hazret-iAli ile Abdullah b. Mes'ûd:

“Süt emmenin azı da, çoğu da haramlığı ortaya çıkarır" derlerdi.

İbn Ebî Şeybe, Tâvus'tan bildirir:

“Önceleri haramlığın ortaya çıkması için on defa süt emmenin olması şartı koşulurdu. Daha sonra tek bir emmeyle dahi haramlığın ortaya çıkacağı söylendi."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-i Ali'den bildirir:

“Süt emmeden haramlığın ortaya çıkması için emen çocuğun iki yaşından büyük olmaması lazımdır."

İbn Ebî Şeybe de İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, İbn Ömer ve Ebû Hureyre'den aynısını zikreder.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haramlığı ortaya çıkacarak süt emmenin doyana kadar olması lazımdır" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi bir kadınla evlendiği zaman onunla gerdeğe girsin veya girmesin artık onun annesiyle evlenemez. Ancak evlendiği kadınla henüz gerdeğe girmeden boşanmışsa onun kızıyla evlenebilir. "

Mâlik'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit'e, bir kadınla evlenen ancak ona dokunmadan boşanan kişinin, boşadığı kadının annesiyle evlenip evlenemeyeceği sorulunca:

“Hayır, evlenemez! Böylesi bir annenin durumu âyete göre mübhemdir ve hakkında herhangi bir şart yoktur. Âyette koşulan şart da üvey kızlar hakkındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ'ya:

“Bir kadınla evlenen, ancak ona dokunmadan boşanan kişi, boşadığı kadının annesiyle evlenebilir mi?" diye sorduğumda:

“Hayır! Evlenemez. Çünkü âyette evlenilen kadının annesi kayıtsız ve şartsız bir şekilde haram kılmıştır" karşılığını verdi. Ona:

“İbn Abbâs bu âyeti: «...Ve kendileriyle ilişkiye girdiğiniz eşlerinizin anneleri...» lafzıyla mı okurdu?" diye sorduğumda da:

“Hayır!" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eşlerinizin anaları...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Böylesi durumda olan annenin durumu âyete göre mübhemdir. Onun için kişi bir kadınla evlendiği zaman onunla ilişkiye girmeden boşasa veya kadın ölse onun annesiyle evlenmesi helal olmaz."

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İmrân b. Husayn:

“... Eşlerinizin anaları..." âyetini açıklarken:

“Böylesi konumda olan annenin durumu mübhemdir, belli değildir" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Amr eş-Şeybânî'den bildirir: Şemh oğullarından bir adam bir kadınla evlendi. Bu kadınla henüz ilişkiye girmeden annesini gördü ve onu çok beğendi. Onunla evlenmek konusunda İbn Mes'ûd'dan fetva isteyince, İbn Mes'ûd karısından ayrılıp annesiyle öyle evlenmesini söyledi. Bunun üzerine adam karısını boşadı. Boşadığı kadının annesiyle evlendi ve ondan birkaç çocuğu oldu. Daha sonraları İbn Mes'ûd, Medine'ye geldiğinde bu konuyu Ömer'e (ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına) sordu. Onlar da:

“Böylesi bir evlilik caiz değildir" dediler. İbn Mes'ûd, Kûfe'ye geri döndüğünde adama:

“Evlendiğin kadın (eski karının annesi) sana haramdır. Onun için ondan ayrıl" dedi.

Mâlik'in bildirdiğine göre Kûfe'de bulunan İbn Mes'ûd'a, kişinin bir kızla evlenmesi, ancak onunla henüz ilişkiye girmeden boşayıp annesiyle evlenmesi konusu sorulunca buna ruhsat vermiştir. Daha sonra İbn Mes'ûd, Medine'ye gelip bunu sorunca verdiği fetvanın yanlış olduğu, âyette koşulan şartın üvey kızlarla alakalı bir durum olduğu söylenmiştir. Bunun üzerine İbn Mes'ûd, Kûfe'ye dönünce henüz evine gitmeden evlenmesine ruhsat verdiği adamın yanına gidip yeni fetvayı vermiş ve kadından ayrılmasını istemiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mesrûk'a:

“...Eşlerinizin anaları..."' âyeti sorulunca:

“Burada annenin durumu açık değildir. Onun için Yüce Allah'ın şarta bağlamadığı konularda sizler şartlar aramayın. Açıkladığı şeylerin peşinden gidin" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, kişinin evlendiği kadınla henüz ilişkiye girmeden onu boşaması veya kadının ölmesi durumunda onun annesiyle evlenmesinin helal olup olamayacağı konusunda:

“Kadın adamın üvey kızı konumundadır" demiştir.

ibn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit şöyle derdi:

“Kişinin karısı ölüp de mirasını da aldıktan sonra ölen karısının annesiyle evlenmesi kerih görülmüştür. Ancak kadınla evlenip henüz onunla ilişkiye girmeden boşarsa bu durumda annesiyle evlenebilir."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“Her ikisiyle de gerdeğe girmek kastedilmektedir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir, Müslim b. Uveymir'den bildirir: Bir kadınla evlendim; ancak henüz onunla gerdeğe girmeden babası öldü ve annesi dul kaldı. Onunla evlenip evlenemeyceğimi İbn Abbâs'a sorduğumda:

“Evlenebilirsin" dedi. İbn Ömer'e sorduğumda ise:

“Onunla evlenme" karşılığını verdi. Bu konuda babam, Muâviye'ye bir mektup yazınca olumlu veya olumsuz herhangi bir şey söylemedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr:

“Üvey kız ile annesi aynıdır. Biriyle evli olan kişi, henüz gerdeğe girmemişse boşayıp diğeriyle evlenebilir."

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hâni'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi, cinsel organına baktığı kadının artık kızı veya annesiyle evlenemez" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dâvud, İbn Mes'ûd'un mushafında bu âyeti:

“(=Analarıyla birlikte olduğunuz üvey kızlarınız)" lafzıyla okumuştur.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim sahih bir senedle Mâlik b. Evs b. el- Hadesân'dan bildirir: Bir kadınla evliydim ve ondan çocuklarım vardı. Ölünce de çok üzüldüm. Ali b. Ebî Tâlib beni görünce:

“Neyin var?" diye sordu. "Karım öldü" karşılığını verdim. Ali:

“Kızı var mı?" diye sorunca:

“Evet, var" karşılığını verdim. Bana:

“Senin himayende miydi?" diye sorunca:

“Hayır" karşılığını verdim. Bana:

“O zaman onunla evlen" dedi. Ona:

“Ama Yüce Allah:

“...Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı..." buyuruyor" dediğimde de:

“Şâyet himayende olsaydı haram olurdu" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Âyetteki (.....) ifadesinden kasıt, cinsel ilişkidir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvus:

“Âyetteki  (.....) ifadesinden kasıt, cinsel ilişkidir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Kişinin üvey kızının kızı ve onun da kızı yetmiş batın aşağıdan da olsa kendisine helal değildir" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“...Oğullarınızın eşleri..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Zeyd'in karısıyla evlendiği zaman Mekke müşrikleri bunu dillerine doladılar. Bunun üzerine:

“...Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri... size haram kılındı..." âyeti nazil oldu. Bunun yanında:

“...Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı..." âyeti ile "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir..." âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir başka bir vecihle İbn Cüreyc'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd'in karısı ile evlenince Kureyşliler:

“Oğlunun karısıyla evlendi" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“...Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri... size haram kılındı..." âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasa(-ı Basrî) ile Muhammed b. Şîrîn şöyle demişlerdir:

“...Eşlerinizin anaları...", "...Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri..." ve:

“...Babalarınızın evlendiği kadınlar..." buyruklarında zikredilenlerin durumu mübhemdir, açık değildir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ'ya:

“Kişinin evlendiği ancak henüz onu görmeden boşadığı karısı oğluna helal olur mu?" diye sorduğumda şöyle dedi:

“Âyette böylesi bir kadın, kişiye kayıtsız ve şartsız bir şekilde haram kılmıştır. Zira Yüce Allah:

“... Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri... size haram kılındı...'" buyurmuştur.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Feyrûz ed- Deylemî Müslüman olduğunda iki kızkardeş nikahının altındaydı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“İkisinden dilediğini boşa" buyurdu.

Ahmed, Kays'tan bildirir: İbn Abbâs'a:

“Kişi cariyeleri olan bir kız ve annesiyle aynı anda birlikte olabilir mi?" diye sorduğumda:

“Bir âyet böylesi bir şeyi haram kılmışken, bir âyet de helal kılmıştır. Ancak ben böylesi bir şeyi yapmam" dedi.

İbnu'l-Münzir'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“... iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“İki kızkardeşle aynı anda evli olmaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Amr b. Dînâr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, cariye olmaları halinde iki kız kardeşle aynı anda evli olmakta bir sakınca görmezdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“... İki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“Bu, hür olan kadınlar için geçerlidir. Cariye olmaları halinde bir sakıncası olmaz" demiştir.

Mâlik, Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Sünen'de İbn Şihâb vasıtasıyla Kabîsa b. Züeyb'den bildirir: Adamın biri Osmân b. Affân'a, kişinin cariyesi olan iki kızkardeşle aynı anda evlenip evlenemeyeceğini sorunca:

“Bir âyet böylesi bir şeyi haram kılmışken bir âyet de helal kılmıştır. Ancak ben böylesi bir şeyi yapmam" dedi. Adam Osmân'ın yanından çıktıktan sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından biriyle, sanırım Ali b. Ebî Tâlib'le karşılaştı. Aynı şeyi ona sorunca, Ali:

“Bu konuda yaptırım gücü bende olsaydı ve bunu yapan birini görseydim onu cezalandırırdım" dedi.

İbn Abdilber, İstizkâr'da İyâs b. Âmir'den bildirir: Ali b. Ebî Tâlib'e:

“Yanımda cariyem olan iki kız kardeş var. Bunlardan biriyle birlikte oluyorum ve ondan çocuklarım oldu. Ancak diğer kardeşiyle de birlikte olmak istiyorum. Ne yapayım?" diye sorduğumda:

“Birlikte olduğun kardeşi, azat edersin sonra da diğeriyle birlikte olursun" dedi. Daha sonra da şöyle dedi:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında dört tanesinden daha fazla evlenme durumu hariç hür kadınlar konusunda haram olan şeyler cariyeler için de haramdır. Yüce Allah'ın Kitab'ında kan bağıyla sana haram olan şeyler, süt emme dolayısıyla da haram olur."

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e, cariyesi olan iki kızkardeşten biriyle birlikte olan ve diğeriyle de birlikte olmak isteyen kişinin durumu sorulduğunda:

“Birlikte olduğu kardeşi azat etmeden diğeriyle birlikte olamaz" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a, cariye olan iki kız kardeşi nikahı altında tutan adamın durumu sorulunca bunu kerih gördü. Kendisine:

“Ancak Yüce Allah: «...Sahip olduklarınız hariç...» buyurur" denildiğinde ise:

“Deven de senin sahip olduğun şeylerden biridir" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Dört tanesinden daha fazla evlenme durumu hariç hür kadınlar konusunda haram olan şeyler cariyeler için de haramdır."

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir:

“Yüce Allah, dört tanesinden daha fazla evlenme durumu hariç hür kadınlar konusunda haram kıldığı şeyleri cariyeler için de haram kıldı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin Ebû Sâlih vasıtasıyla bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib cariye olan iki kız kardeşi aynı nikah altında bulundurma konusunda:

“Bunu bir âyet helal kılmışken, bir âyet de haram kılmıştır. Ancak ben ne yapılmasını, ne de yapılmamasını söylerim. Ne helal, ne de haram kılarım. Ne ben ne de ailemden biri öyle bir şeyi yapmayız" demiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, İkrime'den bildirir: İbn Abbâs'ın yanında Ali b. Ebî Tâlib'in, cariye iki kızkardeşi aynı nikah altında bulundurma konusunda:

“Bunu bir âyet helal kılmışken, bir âyet de haram kılmıştır" dediği zikredilince İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Bir âyet helal kılmışken, bir âyet haram mı kılmış! Oysa onları bana haram kılacak olan şey bana olan yakınlıklarıdır. Yoksa birbirlerine olan yakınlıkları onları bana haram kılmaz. Zira Yüce Allah:

“...Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı..."buyurmuştur."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir:

“Birinin yanında kızkardeş olan iki cariye varsa ve biriyle ilişkiye girmişse onu azat etmeden diğeriyle ilişkiye giremez."

İbnu'l-Münzir, Kâsım b. Muhammed'den bildirir: Bir kabile, kişinin yanında bulunan ve kızkardeş olan iki cariyeyle ilişkiye girip giremeyeceğini Muâviye'ye sorduklarında:

“Bir sakıncası olmaz" karşılığını verdi. Nu'mân b. Beşîr bunu duyunca Muâviye'ye:

“Sen şöyle şöyle bir fetva verdin mi?" diye sordu. Muâviye:

“Evet, verdim" dedi. Nu'mân:

“Sence, kişinin yanında cariye olarak kendi kız kardeşi bulunsa onunla ilişkiye girebilir miydi?" diye sorunca, Muâviye:

“Vallahi bu konuda beni ikna ettin ama, fetvayı soranların yanına git ve bundan uzak durmalarını, böyle bir şeyi yapamayacaklarını söyle" karşılığını verdi. Nu'mân da:

“Çünkü azat edilse de edilmese de kardeştir" dedi.

Mâlik, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kadınla halası ve bir kadınla teyzesi aynı nikah altında tutulamaz" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethedildiği gün:

"Bir kadınla halasının veya teyzesinin üzerine evlenilenıez" buyurmuştur.

Beyhakî, Mukâtil b. Süleymân'dan bildirir: Yüce Allah, kişinin babasının karısıyla (analığıyla) evlenmesi konusunda:

“Geçmişte olanlar hariç..."buyurmuştur. Çünkü daha önce Araplar babalarının eşleriyle evlenirlerdi. Daha sonra Yüce Allah soydan ve hısımlıktan dolayı yakın akrabalarla evlenmeyi yasakladı. Ancak yasaklarken:

“Geçmişte olanlar hariç..."istisnası getirmedi. Zira önceden Araplar öylesi evlilikler yapmazlardı. Aynı anda iki kız kardeşi nikah altında tutmayı yasaklarken de:

“Geçmişte olanlar hariç..." buyurmuştur. Çünkü daha önce Araplar iki kızkardeşle aynı anda evli bulunurlardı. Yüce Allah daha önce yapılan bu tür evlilikler konusunda:

“Alhh çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih'e cariye olan iki kızkardeşle ilişkiye girme konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Şehadet ederim ki Yüce Allah'ın Mûsa'ya (aleyhisselam) indirdiği vahiyler arasında iki kızkardeşi bir nikah altında tutan kişinin lanetlenmiş olduğu da vardır.

Yüce Allah hür ya da köle iki kızkardeşi aynı nikah altında tutmamıza izin vermedi."

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb'a, kişi cariye olarak bir anne ile kızına sahip olduğu zaman biriyle birlikte olduktan sonra diğeriyle de beraber olup olamayacağı sorulunca:

“İkisi için böylesi bir şeye cevaz vermek istemem" dedi ve böyle bir şeyi yasakladı.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, kişinin yanında cariye olarak bulunan anne ile kızıyla ilişkiye girmesi konusu sorulunca:

“Böylesi bir ilişkiyi bir âyet helal kılmışken bir âyet de haram kılmıştır. Ancak ben böylesi bir şeyi yapmam" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iAli'ye bu konu sorulunca:

“Şâyet bir âyet böylesi bir şeyi sana helal kıldıysa başka bir âyet de haram kılmıştır. Ancak en iyisi haram kılan âyete uymaktır" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih şöyle demiştir:

“Tevrat'ta, bir kadın ile annesinin cinsel organına bakan (ikisiyle birlikte olan) kişi lanetlenmiştir. Yüce Allah hür ya da köle anne ile kızıyla olan birlikteliği yasaklamıştır."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî:

“Bir anne ile kızının fercine bakan (ikisiyle birlikte olan) kişiye Yüce Allah kıyamet gününde nazar etmez" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Bir anne ile kızının fercine bakan (ikisiyle birlikte olan) kişiye Yüce Allah nazar etmez" demiştir.

24

"Sahip olduklarınız hariç evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın sîze emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."

Tayâlisî, Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Tahâvî, İbn Hibbân ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşı sırasında Evtâs'a bir birlik gönderdi. Orada düşmanla karşılaştıklarında onlarla savaşıp yendiler. Savaş sonrası onlardan esir aldılar. Ancak ashâbdan bazıları esir kadınlarla müşrik kocaları yüzünden birlikte olmaktan kaçındılar. Bunun üzerine:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı...'" âyeti nazil oldu. Âyetle ganimet olarak ele geçirilen evli kadınlarla birlikte olmakta bir sakınca olmadığı bildirildi. Bu âyetin ardından da böylesi kadınlarla ilişkiyi helal saydık.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Huneyn savaşı sırasında nazil oldu. Huneyn fethedildiği zaman Müslümanlar esir olarak kocaları bulunan kadınlar elde ettiler. Ancak biri bu kadınlardan biriyle birlikte olmak istediğin zaman kadın:

“Benim kocam var" diyordu. Konu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulduğunda:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı...'" âyeti nazil oldu. Âyetle müşriklerden esir olarak elde edilen kadınlarla birlikte olmanın (evlenmenin) bir sakıncası olmadığı ifade edildi.

İbn Ebî Şeybe'nin Musannef’te bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Huneyn savaşında esir alınan Huneynli kadınlar hakkında nazil olmuştur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn'i fethettiği zaman Müslümanlar esir kadınlar elde ettiler. Ancak biri bu kadınlardan biriyle birlikte olmak istediğin zaman kadın:

“Benim kocam var" diyordu. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu sorduklarında:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyeti nazil oldu. Burada sahip olunanlardan kasıt, kocası bulunan esir kadınlardır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“Esir olanları hariç evli olan kadınlarla her türlü ilişki zinadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Burada Yüce Allah:

“Kocası olan her kadın sana haramdır. Ancak kocası kendileriyle savaş halinde olan bir bölgede bulunan ve kendisini esir olarak aldığın kadınla iddeti bittikten sonra evlenebilirsin" demiştir.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe ve Taberânî'nin bildirdiğine göre:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken Hazret-iAli:

“Kişi müşrik bir kadını esir aldığı zaman kendisine helal olur" demiştir. İbn Mes'ûd ise:

“Âyet, hem müşrik, hem de Müslüman kadınları kapsar" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“Malınla satın aldıkların dışında evli olan her bir kadın sana haramdır" demiştir. Ayrıca:

“Cariyeyi satmak onu boşamak anlamına gelir" demiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Ubey b. Ka'b, Câbir b. Abdillah ve Enes b. Mâlik:

“Cariyeyi satmak, onu boşamak anlamındadır" demişlerdir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Cariye altı şekilde boşanır. Onu satmak onu boşamak anlamına gelir. Onu azat etmek onu boşamak anlamına gelir. Onu hibe etmek onu boşamak anlamına gelir. Ondan beri olmak onu boşamak anlamına gelir. Kocasının onu boşamasıyla da boşanmış olur..."

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Cariye kocası varken satıldığı zaman onu alan efendisi onunla evlenmede daha fazla hak sahibi olur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Kocası olan kadınlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Musannef te ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ense b. Mâlik: (.....) âyetini açıklarken:

“Bunlar kocası olan evli hür kadınlardır ve bunlarla evlenmek haramdır. Ancak cariye veya esir olarak alınan kadınlar bunun dışındadır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) âyetini:

“Kocası olan kadınlar" şeklinde açıklamıştır.

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar kocası olan evli kadınlardır. Bunlarla ilişkiye girmek zinaya girmektedir ve Yüce Allah zinayı haram kılmıştır."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken:

“Zina etmemiz yasaklanmıştır" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî bu âyeti açıklarken:

“Evtâs savaşı sırasında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr, Ebû Sâîd el-Hudrî'den bildirir: Önceleri kadınlar yanımıza gelir, sonra da kocaları hicret ederdi. "...Evli kadınlar da size haram kılındı..." buyruğuyla Yüce Allah bu kadınları bize haram kıldı.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar evli ve kocaları bulunan kadınlardır. Bunlarla evlenmek bize haram kılındı. Âyetle, evli olan kadının aklını çelip kocasına asi olmasına sebep olunmaması da ifade edilmiştir. Evliliği açık bir şekilde ve bir mehirle olan her kadın bu âyetle kendisiyle evlenmenin haram kılındığı kadiridir. Sahip olduklarınızdan kasıt, Yüce Allah'ın kişiye helal kıldığı hür olan ikinci, üçüncü ve dördüncü eşidir."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Kişinin dört kadından fazlasıyla evlenmesi helal değildir. Dörtten fazlası annesi ve kız kardeşi gibi kendisine haramdır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Yüce Allah önce kişinin iki, üç ve dört kadınla evlenebileceğini bildirdikten sonra soy ve hısımlıktan dolayı kendisine haram olan kadınları zikretti. Daha sonra:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." buyurarak mehir, nikah akdi ve şahit ile olmadıktan sonra bu dördünün de haram olduğunu bildirdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Abîde'den bildirir:

“Sûrenin başında Yüce Allah kişiye dört kadınla evlenmesini helal kıldı. Bu dört kadından sonra sahip olunanlar dışında evli kadınlarla evlenmeyi haram kıldı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ'ya:

“...Evli kadınlar da size haram kılındı..." âyeti sorulunca:

“Yüce Allah dört kadından fazlasıyla evlenmeyi haram kıldı" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken:

“Müslümanlardan veya Ehl-i Kitab'dan iffetli ve akıllı kadınlar" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sahip olduklarınız...'" âyetini açıklarken:

“Açıkça ve mehir karşılığında kendileriyle evlenilen dört kadındır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sahip olduklarınız..." âyetini açıklarken:

“Kişi, kölesinin karısını ondan ayırdıktan sonra alabilir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin cariyeleridir ve kendisine helaldir. Ancak kölesiyle evli olan cariyeler kendisine helal olmaz."

İbn Cerîr, Amr b. Murra'dan bildirir: Saîd b. Cübeyr'e:

“İbn Abbâs'a, (.....) âyeti sorulunca bu konuda bir şey demediğini biliyorsun değil mi?" denilince:

“Çünkü bunu bilmiyordu" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini bilen birinin var olduğunu bilsem deveme biner yanına giderdim.

İbn Ebî Şeybe, Ebu's-Sevdâ'dan bildirir: İkrime'ye (.....) âyetinin ne anlama geldiğini sorduğumda:

“Bilmiyorum" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Zührî vasıtasıyla İbnu'l-Müseyyeb'den o da Ebû Hureyre'den naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Muhsanlık, nikahlanıp evlenerek ve iffetli kalarak olmak üzere iki şekilde olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim der ki:

“Babam bunun münker bir hadis olduğunu söylemiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb'a: (.....) âyetinin anlamı sorulunca şöyle demiştir:

“Bu âyetle evli olan kadınlarla kocaları henüz mevcutken ve kendileriyle evli iken evlenmek haram kılmıştır. İffetli olan hür veya cariye kadınlar da âyette zikredilen muhsan kavramı içinde yer alır. Bunlar da kendileriyle bir nikah akdi yapılmadan veya cariye olarak elde edilmeden kimseye helal olmazlar. Muhsanlık evlenmekle ve iffetli kalmakla olmak üzere iki şekilde olur. Bir nikah akdi yapılmadan veya cariye olarak elde edilmeden hür olsun cariye olsun bu kadınlar kimseye helal olmazlar."

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid, Kur'ân'da geçen muhsan ifadelerinin tümünü, sâd harfini esre ile (.....) şeklinde okumuştur. Sadece Nisâ Sûresi'ndeki bu ifadeyi sâd harfini fetha/üstün ile, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti, sâd harfini fetha/üstün ile, (.....) şeklinde okumuştur. Yahya b. Vessâb ise, sâd harfini esre ile, (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Esved bu ifadeyi bazen (.....) şeklinde sâd harfini fetha ile, bazen de (.....) şeklinde sâd harfini esre okumuştur.

Abd b. Humeyd, ikrime'den bildirir:

“Sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar da size haram kılındı..." âyeti Muâze adında bir kadın hakkında nazil olmuştur. Muâze, Sedûs oğullarından Şucâ' b. el-Hâris adında bir ihtiyarla evliydi ve kuması da vardı. Muâze'nin bu yaşlı kocadan erkek çocukları da olmuştu. Şuca' bir ara ailesine erzak getirmek üzere Hecer'e gittiğinde Muâze'nin yanına amcaoğullarından biri uğradı. Muâze:

“Beni ailemin yanına götür; zira bu ihtiyardan bana bir hayır yok" deyince amcasıoğlu onu alıp yola koyuldu. Ancak yola çıkışları Şucâ'nın geri dönüşüne denk geldi. Şucâ' durumu görünce Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ey Allah'ın Resûlü ve Arapların en hayırlısı! Recep ayında eşime erzak almak için çıktım. Gittiğimde beni kendisine yaklaştırmıyordu. Kadınlar da en güçlü kişiyi bile yenecek güçtedirler. Benim gibi sırtı kambur birinden sonra genç birini buldu ve birbirlerini arzuladılar" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onları bana getirin! Eğer adamla ilişkiye girmişse onu recmedin. Aralarında bir ilişki olmamışsa da onu yaşlı kocasına döndürün" buyurdu. Bunun üzerine Mâlik b. Şucâ' ile Muâze'nin kumasının oğlu peşinden çıkıp kendisini aradılar. Onu bulduklarında da geri evine getirdiler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abîde es-Selmânî:

“...Allah'ın size emri budur..." âyetini açıklarken:

“Dört kadına kadar evlenmenizin helal kılınmasıdır" demiştir.

İbn Cerîr, Abîde vasıtasıyla Ömer b. el-Hattâb'tan bu benzerini zikreder.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın size emri budur..." âyetini açıklarken:

“Birden dörde kadar kadınla evlenebilmedir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbrâhim:

“...Allah'ın size emri budur..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın size haram kıldığı kadınlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla, elif harfini dammeli/ötreli, hâ harfini de esreli bir şekilde okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla, elif ile hâ harflerini fethalı/üstünlü bir şekilde okumuştur.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Kur'ân'da ifadelerinin tümü iki âyet dışında hep (.....) yani ötesine gitme, ötesini arama, haddi aşma anlamında kullanılmıştır. Bu iki âyet de:

“...Bunların dışında kalanlar ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz size helâl kılındı..." âyeti ile:

“Bunun başka bir şey isteyenlerse, onlardır haddi aşanlar" âyetidir. Bu âyetlerde de (.....) ifadeleri "bunun dışında, bundan başka" anlamlarındadır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Bunlardan başkası... size helal kılındı..." âyetini açıklarken:

“Beşten aşağısı size helal kılındı, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkası... size helal kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın emrettiğinden kasıt (bir önceki âyette) haram kılınan akrabalardır. Bunlardan başkası ifadesinden kasıt da bu akrabalar dışındaki kadınlardır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ:

“... Bunlardan başkası... size helal kılındı..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan başkası ifadesinden kasıt (bir önceki âyette) zikredilen akrabalar dışında kalanlardır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bunlardan başkası... size helal kılındı...'" âyetini açıklarken:

“Bunlardan başkası ifadesinden kasıt, kişinin eşleri dışında sahip olduğu kadınlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abîde es-Selmânî:

“...Bunlardan başkası... size helal kılındı..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan başkası ifadesinden kasıt, kişinin odalık olarak edindiği cariyeleridir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Nikah kıymak ve iffetli olup zina etmemek, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'a âyette geçen "Sifâh" ifadesinin anlamı sorulunca:

“Zina, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişi bir kadınla evlendiği zaman onunla bir defa ilişkiye girdikten sonra mehrinin tümünü ona vermesi gerekir. Burada faydalanmadan kasıt, kadınla ilişkiye girmektir. "Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin..." âyeti da bunu ifade etmektedir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İslam'ın ilk dönemlerinde kadınlarla muta nikahı yapılırdı. Kişi bazen uzak bir bölgeye gittiği zaman ihtiyaçlarını görecek ve eşyalarına bakacak birine ihtiyaç duyardı. Gittiği yerde işini bitirene kadar da bir kadınla evlenir, bu kadın onun ihtiyaçlarını görür ve eşyalarına göz kulak olurdu" demiştir. Ayrıca İbn Abbâs bu âyeti: (=Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" lafzıyla okumuş ve şöyle demiştir: Bu âyeti:

“...İffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla..." âyeti neshetmiştir. Nikah (ihsân) da erkeğin elindedir. Kadını dilediği zaman yanında tutar dilediği zaman da boşar.

Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“İslam'ın ilk dönemlerinde kadınlarla muta nikahı yapılırdı. Bu âyet de:

“(=Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" lafzıyla okunurdu. Kişi uzak bir beldeye gittiği ve tanıdığı olmadığı zaman ihtiyaçlarını görüp eşyalarına bakması için orada kalacağı süre zarfında bir kadınla evlenirdi. "Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları... size haram kılındı..."âyetiyle de muta türü evlilik yasaklandı. "Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır..." âyeti de bunu doğrulamaktadır. Bunlar dışında kalan kadınlar ve evlilikler de haram kılındı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî, Mesâhif de ve Hâkîm'in değişik kanallardan bildirdiğine göre Ebû Nadra şöyle demiştir: İbn Abbâs'a:

“...Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." âyetini okuduğumda kendisi bunu:

“(=Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" lafzıyla okudu. Ona:

“Ama biz böyle okumuyoruz!" dediğimde:

“Vallahi Yüce Allah âyeti bu şekilde indirdi" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet:

“(=Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" şeklindedir.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyet:

“(Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" şeklindedir.

Abdurrezzâk, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs'ın bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu işittim. Ayrıca İbn Abbâs şöyle demiştir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde ise bu âyet:

“(=Belirlenen süre zarfında onlardan faydalanmanıza karşılık...)" şeklindedir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt muta nikahıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada kasıt muta nikahıdır. Kişi belirli bir süreyi şart koşarak bir kadınla evlenir. Süre bitiminde kadın üzerinde hiçbir hakkı kalmaz ve kadının onunla ilişkisi biter. Ancak kadının hamile olup olmadığı belli olana kadar beklemesi gerekmektedir. Bu şekilde evlenenler birbirlerine mirasçı olamazlar."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa çıkar, ancak kadınlarımız yanımızda olmazdı. Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendimizi hadım edelim mi?" diye sorduğumuzda bizi bundan alıkoydu ve bir giysi karşılığında olsa dahi belirli bir süreye kadar kadınlarla evlenmemize ruhsat verdi" dedi ve:

“Ey iman edenler, Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın..." âyetini okudu.

Abdurrezzâk, Ahmed ve Müslim, Sebre el-Cühenî'den bildirir: Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) muta nikahı yapmamıza izin verdi. Kabilemden bir adamla birlikte dışarıya çıktık. Ben arkadaşımdan daha yakışıklıydım. Arkadaşım da çirkin biriydi. Herbirimizde de birer giysi vardı.

Benim giysi eski, arkadaşımın giysisi ise yeni ve yumuşacıktı. Mekke'nin üst taraflarına ulaştığımızda deve yavrusuna benzeyen bir kız gördük. "Birimizle muta yapmaya ne dersin?" dediğimizde:

“Karşılığında bana ne vereceksiniz?" diye sordu. Bunun üzerine her birimiz elindeki giysiyi göstermek üzere serdik. Sonrasında her ikimize bakmaya başladı. Kadın bana bakınca, arkadaşım:

“Bunun giysisi eski ve yırtıktır. Benim ise giysim yeni ve yumuşacıktır" dedi. Kadın:

“Bunun da giysisi fena değil" karşılığını verdi. Sonrasında onunla muta nikahı yaptım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yasaklayıncaya kadar da onunla evli kaldım.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim, Sebre'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) iki Rükn ile (Kâbe) kapısının arasında durup şöyle dediğini işittim:

“Ey insanlar! Size muta nikahı yapmanız konusunda izin vermiştim. Bilin ki Yüce Allah böylesi bir nikahı kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Onun için yanında böylesi bir evlilikten kadın olan kişi onu bıraksın ve ona verdiğinden bir şey almasın."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Müslim, Seleme b. el-Ekva'dan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Evtâs savaşının olduğu yıl üç gün muta nikahının yapılmasına izin verdi. Daha sonra ise bunu yasakladı."

Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs'ın Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre ibn Abbâs:

“...Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet, "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın...", "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler...", ve:

“Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır..." âyetiyle neshedilmiştir.

Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbnu'l-Münzir, Nehhâs ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Miras âyeti muta nikahını neshetti" demiştir.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Talak, sadaka, iddet ve miras ile ilgili âyetler muta nikahını neshetti" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir, Hazret-iAli'den bildirir:

“Ramazan orucunu farz kılan âyet, diğer tüm oruçların hükmünü neshetti. Zekatı farz kılan âyet sadaka namına verilecek tüm şeyleri neshetti. Talak, iddet ve miras âyetleri de muta nikahını neshetti. Kurban kesme hükmü de kurban namına yapılan diğer tüm kesimlerin hükmünü neshetti."

Abdurrezzâk, Ebû Dâvud, Nâsih'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hakem'e, (muta nikahıyla ilgili) bu buyruğun neshedilip edilmediği sorulunca:

“Hayır, neshedilmedi" dedi. Hazret-i Ali ise:

“Şâyet Ömer muta nikahını yasaklamasaydı, hain kişilerden başka zina eden olmazdı" demiştir.

Buhârî, Ebû Cemre'den bildirir: İbn Abbâs'a muta nikahı konusu sorulunca bu yönde ruhsat verdi. Bir azatlısı:

“Buna ruhsat verildiği zamanlarda kadınların sayısı azdı ve sıkıntılı bir durum vardı" deyince, İbn Abbâs:

“Evet, öyleydi" karşılığını verdi.

Beyhakî, Hazret-i Ali'den bildirir:

“Muta nikahı evlenme imkanı bulamayanlar içindi. Nikah, talak, iddet ve karı koca arasında miras âyetleri nazil olunca muta nikahı neshedildi."

Nehhâs'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs'a:

“Sen ne dediğini bilmiyorsun! Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) muta nikahını yasakladı" demiştir.

Beyhakî, Ebü Zer'den bildirir:

“Muta nikahı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına üç gün için helal kılındı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yasakladı."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-iÖmer bir hutbe verip şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yasaklamışken bazılarına ne oluyor da hâlâ öylesi bir nikahla evleniyorlar? Böylesi bir nikahla evlenen biri bana getirilirse bilin ki onu recmederim!"

Mâlik, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber savaşında muta nikahı ile ehli eşeklerin etini yasaklamıştır.

Mâlik ve Abdurrezzâk, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirir: Havle binti Hakîm, Ömer b. el-Hattâb'ın yanına girip:

“Rabîa b. Ümeyye bir kadınla muta nikahıyla evlendi ve ondan çocuğu oldu" deyince, Ömer ridasmı peşinde sürüyerek endişeli bir şekilde çıktı ve:

“Bu muta konusunda bana bir dava gelirse bunu yapanı recmedeceğim!" dedi.

Abdurrezzâk, Hâlid b. el-Muhâcir'den bildirir: İbn Abbâs insanlara muta nikahı yapma yönünde ruhsat verince, İbn Ebî Amre el-Ensârî:

“Ey İbn Abbâs! Ne yapıyorsun öyle?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Muttakilerin imamı hayatteyken böylesi bir nikah yapılıyordu" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Ebî Amre:

“Allahım bizi bağışla! Leşin, kanın ve domuz etinin zorunlu durumlarda yenilmesi gibi muta nikahı da zorunlu bir durum için helal kılınmış bir şeydi. Ancak Yüce Allah bu konuda son hükmünü verdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

“Vallahi muta nikahına sadece üç gün ruhsat verilmiş daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yasaklamıştı. Böyle bir şey daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken yapılmadı, daha önce de yapılmış değildi."

İbn Ebî Şeybe, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir:

“Ömer, muta nikahı ile hacdaki muta olmak üzere iki mutayı yasakladı."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Tehzîb'de Nâfi'den bildirir: İbn Ömer'e muta nikahı sorulunca:

“Haramdır" karşılığını verdi. Kendisine:

“Ama İbn Abbâs yapılabileceği yönünde fetva veriyor" denilince de:

“Ömer, zamanında açıkça bunu dile getirseydi ya!" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir:

“Kişi ancak İslam'ın emrettiği bir şekilde evlilik yapabilir ve evleneceği kadına mehrini verir. Karı koca da birbirlerine mirasçı olurlar. Oysa muta nikahında erkek belirli bir süre için kadınla evlenir ve ikisinden biri öldüğü zaman birbirlerine mirasçı olmazlar."

İbn Cerîr, Tehzîb'de, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“Sen ne yaptın öyle? Muta nikahı yönündeki fetvan dört bir yana ulaştı ve şairler bunu dillerine doladı!" dediğimde:

“Şairler ne diyorlar ki?" diye sordu. "Şairler:

İhtiyarın oturması uzaymca dedim ki:

Ayaktayken İbn Abbâs'ın fetvasını kullanmak ister misin?

Sabah olup insanlar dışarıya dökülene kadar

Seni hoşnut edecek genç bir kıza ne dersin?" diyorlar" karşılığını verdiğimde şöyle dedi:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn! Vallahi ben ne bu şekilde fetva verdim, ne de fetvamla böyle bir şeyi kasdettim. Ben zorda kalan kişi için bu yönde fetva verdim." Başka bir lafızda:

“Mutayı helal kılmam, Yüce Allah'ın leşi, kanı ve domuz etini (zorunluluk halinde) helal kılması gibidir" şeklinde geçer.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Allah, Ömer'e rahmet etsin! Muta Yüce Allah'ın, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine ihsan ettiği bir rahmetten başka değildi. Şâyet Ömer bunu yasaklamasaydı hain olanlardan başka kimse zinaya başvurmazdı. Muta nikahı Nisâ Sûresi'ndeki:

“...Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin...'" buyruğuyla sabittir ve erkeğin kadınla belirlenen zamana kadar evli kalmasıdır. Böylesi bir evlilikte karı koca birbirine varis olmaz. Süre bitiminden sonra evliliğe devam etmek isterlerse bir sakıncası olmaz. Süre bitiminde ayrılmalarında da bir sakınca yoktur. Süre bittiği zaman aradaki nikah da düşer." Atâ der ki:

“İbn Abbâs'ın muta nikahını hâlâ helal saydığını işittim."

İbnu'l-Münzir, eş-Şerîd'in azatlısı Ammâr'dan bildirir: İbn Abbâs'a:

“Muta bir zina mıdır, yok da bir evlilik midir?" diye sorduğumda:

“Ne zina, ne de bir evliliktir" karşılığını verdi. "O zaman nedir?" diye sorduğumda:

“Yüce Allah'ın ifade ettiği gibi mutadır, faydalanmadır" dedi. Ona:

“Bunda kadının beklemesi gereken bir iddet var mıdır?" diye sorduğumda:

“Bir hayızlık dönemi iddet bekler" dedi. "Böylesi bir birliktelikte karı koca birbirine mirasçı olur mu?" diye sorduğumda:

“Hayır, olmazlar" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“... Kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." âyetini açıklarken:

“Az olsun, çok olsun bir mehir üzerinde anlaşın ve buna razı olun" demiştir.

İbn Cerîr, Hadramî'den bildirir: Önceleri bazıları mehrin tamamının verilmesini şart olarak görürlerdi. Ancak bazen kişi zor bir duruma veya sıkıntıya düşebiliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Mehir belirlendikten sonra karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur..." buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Nâsih'de Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mehir belirlendikten sonra karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek kadına mehrin tamamını verir, sonra ayrılıp devam etme konusunda kadını muhayyer bırakır."

Ebû Dâvud, Nâsih'de bildirdiğine göre İbn Şihâb bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Nikah hakkında nazil olmuştur. Nikahta mehir belirlendikten sonra bunun arttırılması veya düşürülmesi konusunda karşılıklı anlaşmada bir sakınca olmaz."

Ebû Dâvud, Nâsih'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabîa bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada bahsedilen şey mehrin belirlenmesinden sonra kadının bu mehiri düşürmesi veya bir kısmını kocasına vermesidir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken:

“Kadının bu mehirden bir kısmını düşürmesinin mahzuru yoktur" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Kişi muta nikahıyla evlendiği kadına mehrini verdikten sonra süre bitiminde iddeti bitmeden:

“Şu süreye kadar şu kadar mehirle yine seninle evli kalalım" deyip karşılıklı anlaşmalarında bir sakınca olmaz.

25

"Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin İmanınızı çok iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz.  Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz ise sîzin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hür olan bir kadınla evlenme imkanı olmayan kişi iffetli olan gizli ve açık bir şekilde zinaya bulaşmamış, kendine dost edinmemiş olan müminlerin ellerinin altında bulunan cariyelerle evlensin. Cariye hür olan biriyle evlendikten sonra zina edecek olursa hür kadına verilen celd (kırbaç) cezasının yarısı kendisine uygulanır. Böylesi bir izin de zinaya bulaşma korkusu taşıyanlar içindir. Hür bir kadınla evlenme imkanı olan kişinin bunun yerine cariye ile evlenme hakkı yoktur. Yine de imkansızlıktan dolayı cariye ile evlenmek yerine sabretmek daha hayırlıdır."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hür kadının üzerine cariyeyle evlenmeyi, cariyenin üzerine de hür kadınla evlenmeyi yasakladı. Hür bir kadınla evlenme imkanı olan kişinin cariyeyle evlenmemesi gerektiğini söyledi."

Abd b. Humeyd, Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Mücâhid'den bildirir: Yüce Allah:

“Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın...'" buyruğunda hür kadınla evlenmek için maddi imkanı olmayan kişinin mümin bir cariyeyle evlenmesini söylemiştir. Devamında:

“...Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır..." buyurarak kişinin, cariye ile evlenmekten kaçınıp içinde bulunduğu duruma sabretmesinin de helal ve caiz olduğunu bildirmiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah'a, hür olan birinin cariye bir kızla evlenmesi konusu sorulunca:

“Şâyet hür bir kadınla evlenme imkanı varsa cariye ile evlenemez" dedi. Kendisine:

“Peki, ya cariyeye aşık olup onu sevmişse?" diye sorulunca:

“Şâyet zinaya bulaşma endişesi taşıyorsa o zaman onunla evlenebilir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Yüce Allah cariye ile evlenmeyi, hür kadın ile evlenme imkanı olmayan ve zinaya bulaşmaktan korkan kişiler için helal kıldı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yüce Allah'ın bu ümmete ihsan ettiği kolaylıklardan biri de kişinin durumu iyi olsa da cariye, Hıristiyan ve Yahudi kadınlar ile evlenebilmesidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Cariyelerinizden" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Mücâhid'den bildirir: Müslüman erkeğin, Ehli kitab'ın cariyeleriyle evlenmesi doğru değildir. Zira Yüce Allah:

“...Ellerinizdeki mümin cariyelerinizden...'" buyurur.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Müslüman cariyeyle evlenme izni hür bir Müslüman kadınla evlenmeye gücü yetmeyenler içindir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Bu ümmetin erkeklerine Ehl-i Kitab'dan olan kadınlarla evlenmelerine ruhsat verilmiş, ancak cariyeleriyle evlenmelerine izin verilmemiştir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hür olan erkek, ancak bir tane cariyeyle evlenebilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Katâde:

“Yüce Allah hür bir kadınla evlenmeye gücü yetmeyen ve zinaya düşme endişesi taşıyan kişiye bir cariyeyle evlenmeyi helal kıldı" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mükâtil b. Hayyân'dan bildirir: Yüce Allah giriş olarak:

“...Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz..." buyurmuş, müslümanların birbirlerinden ve kardeş olduklarını belirtmiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Bu cariyelerle efendilerinin izniyle ve mehirlerini vererek evlenin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: İffetli olmayan cariyelerden kasıt, zinayı açıkça yapan cariyelerdir. Dost edinenler de gizlice kendileriyle ilişkiye girdikleri dostlar edinenlerdir. Cahiliye döneminde insanlar zinanın açıkça yapılmasını haram, gizliden yapılmasını ise helal sayarlar ve:

“Açıkça işlenen zina rezilce bir şeydir ancak gizlice yapılanda bir sakınca yoktur" derlerdi. Bunun hakkında Yüce Allah:

“...Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın..." buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Hazret-iAli'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Yüce Allah: (.....) buyurur ki burada muhsan olmaktan kasıt kadının Müslüman olmasıdır." Ali der ki:

“Böylesi bir kadın zina etmesi halinde celd (kırbaç) cezası alır."

İbn Ebî Hâtim bu hadisin münker olduğunu söylemiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a kocası olmayan bir cariyenin zina etmesi sorulunca:

“Ceza olarak elli değnek atarım" dedi. Kendisine:

“Ancak henüz (evlenip) muhsan olmamış" denilince de:

“Müslüman olması onun muhsan olmasıdır" karşılığını vermiştir.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer, evli olmayan cariyenin zina etmesi konusunda:

“Zina eden evli kadına verilen cezanın yarısı kadar değnek atılır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla elif harfini fethalı bir şekilde okumuş ve:

“Müslüman olması muhsan olması demektir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti:

“ (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Müslüman oldukları zaman" şeklinde açıklamıştır.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Müslüman oldukları zaman" şeklinde açıklamıştır. Mücâhid ise: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Muhsan olmasından kasıt evlenmesidir. Zira evli değilse ona had de yoktur" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Diyâ, el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Cariye evlendiği zaman muhsan olur. Zira evli olmayan cariyeye zina halinde değnek atılmaz" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah:

“...Evlendiklerinde fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." buyurmuştur. O halde evlenmedikçe kendisine had uygulanmaz.

Saîd b. Mansûr, İbn Huzeyme ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriyle evlenmedikten sonra zina eden cariyeye had yoktur. Evlendikten sonra ise evli hür kadına verilen cezanın yarısıyla cezalandırılır" buyurmuştur. İbn Huzeyme ile Beyhakî:

“Rivâyetin merfû olarak rivâyeti yanlıştır, doğrusu mevkûf (sahabi sözü) olanıdır" demişlerdir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okur ve:

“Evlendikleri zaman..." şeklinde açıklardı.

Abdurrezzâk ve Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs hür olan bir erkekle evlenmediği sürece cariye için herhangi bir cezanın olmadığını düşünürdü.

Abdurrezzâk, Buhârî ve Müslim, Zeyd b. Hâlid el-Cühenî'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) evli olmayan cariyenin zina etmesinin cezası sorulunca:

“Ona değnek atın. Bir daha zina ederse bir daha değnek atın. Bir daha zina ederse yine değnek atın. Bir daha zina etmesi halinde ise kıldan bir ip karşılığında olsa dahi onu satın" buyurdu.

Saîd b. Mansur ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik, zina etmesi halinde evli veya bekar olsun cariyelerine haddi uygulardı.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Bazı kıraatlerde bu âyet:

“(=köle veya cariyeler zina ettikleri zaman)" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Evlendiklerinde fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır..." âyetini açıklarken:

“Elli değnek atılır, ancak sürgün ya da recm cezası almazlar" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hür olan birine zina iftirası atan kölenin cezası kırk değnektir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyetteki (.....) ifadesi zina anlamındadır."

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a, (.....) ifadesini sorunca, İbn Abbâs:

“Günah anlamındadır" demiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Evet, bilirler. Şâirin:

Bakıyorum da günaha girmenin eşiğindesin

Hakkın olmadığı halde diğerleriyle üzerime gelmektesin " dediğini İşitmedin mi?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır..."' âyetini açıklarken:

“Cariyeyle de evlenmeyip sabretmedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir:

“Evlenmeniz helal olmasına rağmen cariyeyle evlenmeyip sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır; zira ondan olacak çocuklar da köle edinilebilirler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Cariyeyle de evlenmeyip sabretmen çocuklarının da köle olmaması bakımından daha hayırlıdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Cariyeyle evlenen ile zina eden arasında çok az bir fark vardır" demiştir.

Abdurrezzâk da Ebû Hureyre ile Saîd b. Cübeyr'den benzerini zikreder.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir:

“Köle biri hür bir kadınla evlendiği zaman yarısını azat etmiş olur. Hür erkek ise bir cariyeyle evlendiği zaman yarısını köleleştirmiş olur."

İbn Ebî Şeybe, Amir(-i Şa'bi)'den bildirir:

“Cariye ile evlenmenin hükmü, leş, kan ve domuz etinin hükmü gibidir. Sadece zaruri durumlarda yapılabilir."

26

Bkz. Ayet:28

28

"Allah sîze açıklamak, sîzden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbenizi kabul etmek ister. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar. Allah sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Tevbe'de, İbn Cerîr ve Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir: Nisâ Sûresi'nde sekiz âyet var ki hepsi de bu ümmet için hayırdır ve dünya üzerinde bulunan her şeyden daha değerlidir. Bunlardan biri:

“Allah size açıklamak, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbenizi kabul etmek ister. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetidir. İkincisi:

“Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar..." âyetidir. Üçüncüsü:

“Allah sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır" âyetidir. Dördüncüsü:

“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız" âyetidir. Beşincisi:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." âyetidir. Altıncısı:

“Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur" âyetidir. Yedincisi:

“Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar..." âyetidir. Sekizincisi de:

“Allah'a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir"' âyetidir. Son âyette Yüce Allah günah işleyenlere karşı bağışlayıcı ve merhametli olduğunu belirtmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân:

“Allah size açıklamak, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbenizi kabul etmek ister..." âyetini açıklarken:

“Açıklamaktan kasıt, evlilik konusunda anne ile kız çocukları yönündeki yasaklardır. Zira bu yasaklar daha öncekilerin de uyduğu yasaklardı" demiştir. "...Sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Yahudiler kişinin, baba bir kız kardeşi ile evlenmesini Allah'ın helal kıldığı bir şey olduğunu söylerlerdi. Büyük sapıklıktan kasıt da budur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Şehvetlerine uyanlar ise..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Yahudi ile Hıristiyanlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şehvetten kasıt zinadır. Zina edenler kendileri gibi sizin de şehvetinize uyup zina etmenizi istiyorlar."

İbnu'l-Münzir'in başka bir vecihle Mücâhid'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Şehvetlerine uyanlar..." âyetini açıklarken:

“Şehvetten kasıt zinadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah sizden hafifletmek ister...'" âyetini açıklarken:

“Cariyeyle evlenme konusunda olduğu gibi her türlü konuda yükünüzü hafifletmek ve size kolaylıklar sağlamak ister" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus:

“...Çünkü insan zayıf yaratılmıştır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zayıf olduğu nokta kadınlar konusudur. Zira kişi kadınlar konusunda olduğu kadar hiçbir konuda zayıflık göstermez." Vekî' der ki:

“Kadınlar konusunda kişinin aklı gider."

Harâitî, Î'tilâlu'l-Kulûb'de  bildirdiğine göre Tâvus:

“...Çünkü insan zayıf yaratılmıştır" âyetini açıklarken:

“Erkek kadınlara baktığı zaman dayanamaz" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Allah sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zor durumda kaldığınız zaman cariyelerle evlenmenize ruhsat tanınmıştır. Şâyet böylesi bir ruhsatı vermeseydi hür bir kadın alma gücü olmayan kişi evlenemezdi."

29

Bkz. Ayet:30

30

"Ey îman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza fle yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sîze karşı çok merhametlidir. Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah'a pek kolaydır."

İbn Ebî Hâtirn ve Taberânî'nin sahîh bir senedle bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin..." âyetini açıklarken:

“Muhkem bir âyettir. Ne neshedilmiştir, ne de kıyamete kadar neshedilecektir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Malları aralarında yemek; faiz, kumar, hile gibi yollarla haksız yere malı yemektir. Ancak ticaret yoluyla olduktan sonra bir dirhemin bin dirhem getirmesinin bir sakıncası olmaz."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime ile Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demişlerdir: Bu âyetin nüzûlünden sonra kişi başka birinin yanında bir şeyler yemekten çekinir oldu. Ancak Nûr Sûresi'ndeki:

“...Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur..." âyetiyle bu âyet neshedildi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka..." âyetini açıklarken:

“Ticaret, alışveriş veya birinin birine bağış vermesi gibi karşılıklı rızaya dayalı durumlar bunun dışındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Ticaret Yüce Allah'ın ihsan ettiği rızık kapılarından biridir. Doğruluk ve dürüstlükle uğraşan kişi için de helal bir şeydir. Temiz, dürüst ve güvenilir tüccarın kıyamet gününde Arş'ın altında gölgelenecek yedi kişiden biri olduğu bize anlatılırdı."

Tirmizî ve Hâkim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dürüst ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber olur" buyurmuştur.

İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dürüst ve güvenilir Müslüman tüccar, kıyamet gününde şehitlerle beraber olur" buyurmuştur.

Hâkim, Râfi' b. Hadîc'ten bildirir: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Hangi kazanç daha temiz ve helaldir?" diye sorulunca:

“Kişinin kendi eliyle kazandığı ve temiz bir ticaretle elde ettiğidir" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Burde'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi kazanç daha temiz ve helaldir?" diye sorulunca:

“Kişinin kendi eliyle kazandığı ve temiz bir ticaretle elde ettiğidir" karşılığını verdi.

Saîd b. Mansûr'un Nuaym b. Abdirrahman el-Ezdî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rızkın onda dokuzu ticarette, kalan onda birlik kısmı ise hayvancılıktadır" buyurmuştur.

İsbehânî, Terğîb'de  Safvân b. Ümeyye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilin ki Allah'ın yardımı dürüst tüccarlarla beraberdir" buyurmuştur.

İsbehânî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dürüst tüccar, kıyamet gününde Arş'ın gölgesi altında olacaktır" buyurmuştur.

İsbehânî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En temiz ve helal kazanç, konuşurken yalan söylemeyen, verdiği sözde duran, emanete ihanet etmeyen, satın alırken malı kötülemeyen, satarken de övmeyen, aldıkları borcun ödemesini geciktirmeyen, alacakları konusunda da karşı tarafı sıkıştırmayan tüccarların kazancıdır."

İsbehânî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir tüccarda dört haslet varsa kazancı temiz ve helal demektir. Bunlar satın alacağı malı kötülememesi, satacağı malı övmemesi, satışta hile yapmaması ve alıp satarken yemin etmemesidir. "

Hâkim'in Rifâa b. Râfi'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tüccarlar, Allah'tan korkan ve doğru, dürüst olanları hariç kıyamet gününde günahkar olarak haşredilirler" buyurmuştur.

Ahmed ile Hâkim, Abdurrahman b. Şibl'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Asıl günahkarlar tüccarlardır" buyurduğunu işittim. Bazıları:

Resûlallah! Yüce Allah ticareti helal kılmadı mı ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıldı, ancak tüccarlar yemin ederek günaha girerler, konuşurken de yalan söylerler" karşılığını verdi.

Hâkim'in Amr b. Tağlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyametin alâmetlerinden bazıları da malın çoğalması, cehaletin artması, fitnelerin ortaya çıkması ve herkesin ticaretle uğraşmasıdır."

İbn Mâce ve İbnu'l-Münzir'in Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Alışveriş karşılıklı rızaya dayalıdır" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Meymûn b. Mihrân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Alışveriş karşılıklı rızaya dayalıdır. Satışta muhayyerlik de satış sonrasında olur. Bir müslümanın bir müslümanı ticarette aldatması helal değildir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Zur'a bir atını sattı ve sattığı adama üç defa:

“Ya paranı ya da atı almayı seç" dedi. Daha sonra atı satın alan adama:

“Sen de beni muhayyer kıl" deyince alıcı da onu üç defa muhayyer bıraktı. Bunun üzerine Ebû Zur'a şöyle dedi: Ebû Hureyre'nin:

“Alışveriş tarafların rızasına dayalıdır" dediğini işittim.

İbn Mâce, Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir bedeviden bir yük hayvan yemi satın aldı. Satış bittikten sonra bedeviye:

“Ya paranı ya da yemi almayı seç" buyurdu. Bunun üzerine bedevi:

“Allah senin gibi müşteriye uzun ömürler versin" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Zur'a birine bir şey sattığı zaman ona:

“Beni muhayyer bırak" derdi. Sonra da Ebû Hureyre'den naklen Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir alışverişte her iki taraf razı olmadan ayrılmasınlar" buyurduğunu söylerdi.

İbn Cerîr'in Ebû Kılâbe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Bakî' ahalisi! Satışta her iki taraf razı olmadıkça birbirinden ayrılmasınlar" buyurmuştur.

Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Satışta alıcı ile satıcı birbirlerinden ayrılmadıkça veya biri diğerine: «Malı ya da parayı seç» demedikçe satışı iptal etmede muhayyerdirler" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İkrime:

“...Kendinizi de öldürmeyin..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah Müslümanların birbirlerini öldürmelerini yasaklamıştır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Kendinizi de öldürmeyin..." âyetini:

“Birbirinizi öldürmeyin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, Atâ b. Ebî Rebâh'tan yorumun aynısını zikreder.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kendinizi de öldürmeyin..." âyetini açıklarken:

“Sizinle aynı dinden olanları öldürmeyin" demiştir.

Ahmed, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim, Amr b. el- Âs'tan bildirir: Zatu's-Selâsil savaşının yapıldığı yıl Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir birliğin başında beni göndermişti. Soğuk bir gecede ihtilam oldum. Yıkanmam halinde ölmekten çekindiğim için de teyemmüm alıp arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Dönüşte Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğimde bunu ona aktardım. Bana:

“Cünüp iken arkadaşlarına sabah namazını mı kıldırdın?" buyurunca şöyle dedim:

“Evet, yâ Resûlallah! Soğuk bir gecede ihtilam oldum. Yıkanmam halinde o soğukta ölmekten çekindim. Ayrıca Yüce Allah'ın: «Kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir» âyetini hatırladım. Sonrasında teyemmüm alıp namazı kıldırdım." Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca güldü ve bir şey demedi.

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Bir yolculuk sırasında Amr b. el-Âs yanındakilere cünüp bir şekilde namazı kıldırdı. Döndüklerinde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yaptığını anlattılar. Allah Resûlü bunu Amr'a sorunca da şöyle dedi:

Resûlallah! Soğuktan dolayı yıkanmam halinde ölmekten korktum. Yüce Allah da: «Kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir» buyurur." Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve bir şey demedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd ve İbnu'l-Münzir, Âsim b. Behdele'den bildirir: Sıffîn savaşı sırasında Mesrûk, savaşmaya hazır iki topluluğun arasından durdu ve şöyle seslendi:

“Ey insanlar! Beni dinleyin! Gökten sesini duyduğunuz ve kendisini gördüğünüz biri:

“Yüce Allah bu yapmakta olduğunuz şeyi yasaklıyor!" dese bu savaştan vazgeçer misiniz?" Onu duyanlar:

“Sübhânallah!" demeye başladılar. Bunun üzerine Mesrûk:

“Vallahi Yüce Allah, Cebrâil vasıtasıyla bunu çok açık bir şekilde Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirdi ve: «Kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir» buyurdu" dedi. Sonrasında savaş alanını terk edip Kûfe'ye gitti.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah'a pek kolaydır" âyetini açıklarken:

“Birbirlerinin mallarını düşmanca ve haksız yere yiyenler ve birbirlerinin kanlarını akıtanları cezalandırmak Allah için pek kolaydır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ'ya:

“Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah'a pek kolaydır" âyeti haksız yere birbirlerinin mallarını yiyen ile birbirlerini öldürenler için mi, yoksa sadece:

“...Kendinizi de öldürmeyin..."buyruğundaki kişiler için mi?" diye sorduğumda:

“Sadece: «Kendinizi de öldürmeyin» buyruğundaki kişiler içindir" dedi.

31

"Sîze yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz."

Ebû Ubeyd, Fedâil'de, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildirir: Nisâ Sûresi'nde beş âyet vardır ki benim için dünya ve içindekilerden daha değerlidirler. Bana bildirilene göre de alimler bu âyetleri okudukları zaman bilirler. Bu âyetlerden birincisi:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetidir. İkincisi:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." âyetidir. Üçüncüsü:

“Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar..." âyetidir. Dördüncüsü:

“...Onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tövbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi" âyetidir. Beşincisi de:

“Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur" âyetidir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Bezzâr ve İbn Cerîr, Enes'den bildirir: Rabbimizden bize gelen gibisini görmüş değiliz. Onun yolunda malımız ile ailemizin hepsini feda etmememize rağmen büyük günahlar dışındaki günahlarımızı görmezden gelmiş, bağışlamıştır. Bundan daha iyisi olabilir mi? Zira Yüce Allah:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, Enes b. Mâlik'ten bildirir: Rabbinizin sizden istediği pek kolaydır. Zira:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz..." buyurmuştur.

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün Zevâidi olarak Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler için olacaktır" buyurdu ve:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetini okudu.

Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre ile Ebû Saîd'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere oturdu ve:

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki beş vakit namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, zekatını veren ve yedi büyük günahtan kaçınan kişiye kıyamet gününde Cennetin sekiz kapısı da açılır ve kapı kanatları birbirine çarpmaya başlar" buyurdu. Sonra:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes:

“Küçük günahlarınızın bağışlanacağı sözü verilmişken büyük günahlardan neden uzak durmazsınız?" demiştir.

İbn Cerîr hasen bir senedle Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Bazıları Mısır'da Abdullah b. Amr ile karşılaşınca ona:

“Yüce Allah'ın Kitab'ında bazı şeylerin emredildiğini, ancak bunlarla amel edilmediğini görüyoruz. Bu konuda da müminlerin emiri ile görüşmek istiyoruz" dediler. Daha sonra onunla bilikte Medine'ye geldiler. Abdullah b. Amr, Ömer ile karşılaşınca:

“Mısır'da bazılarıyla karşılaştım. Yüce Allah'ın Kitab'ında bazı şeylerin emredildiğini, ancak bunlarla amel edilmediğini söylüyorlar. Bu konuda da seninle görüşmek istiyorlar" dedi. Ömer de:

“Onları yanımda topla" karşılığını verdi. Geldiklerinde Ömer onlardan en yakınında duranı tutarak:

“Allah ve İslam hakkı için söyle! Kur'ân'ın hepsini okudun mu?" diye sordu. Adam:

“Evet, okudum" dedi. Ömer:

“Hepsini kendin tatbik ettin mi?" diye sorunca, adam:

“Hayır" dedi. Ömer:

“Kur'ân'ı gözlerinde, bakışlarında, sözlerinde, tüm işlerinde tatbik ettin mi?" diye sordu. Aynı şeyleri onların hepsine teker teker sordu. Daha sonra:

“Annesi Ömer'siz kala! İnsanların Allah'ın Kitab'ını tamamıyla uygulamalarını mı istiyorsunuz? Oysa Yüce Allah günah işleyeceğimizi biliyor ve:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" buyuruyor" dedi. Sonra:

“Peki, Medine ahalisi neden buraya geldiğinizi biliyor mu?" diye sordu. "Hayır!" karşılığını verdiklerinde:

“Şâyet bilselerdi sizi iyi davranmaları için onları öğütlerdim" dedi.

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Yüce Allah büyük günahlardan kaçınanlara bağışlama sözü verdi. Bize bildirilene göre de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Büyük günahlardan kaçının, amellerinize devam edin ve (bağışlanmaya) sevinin" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yüce Allah'ın yasakladığı her şey büyük günahlardandır. Bahsedilen küçük günahlar göz kaymalarıdır."

İbn Cerîr, Ebu'l-Velîd'den bildirir: İbn Abbâs'a büyük günahları sorduğumda:

“Allah'a isyan olan her türlü şey büyük günahlardandır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yüce Allah'ın karşılığında Cehennem ateşini vaad ettiği her türlü günah büyük günahlardandır" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Büyük günahlar Yüce Allah'ın sonunu Cehennem ateşi veya azap veya lanet kıldığı her türlü günahtır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Yüce Allah'ın Cehennem ateşiyle ilişkilendirdiği her türlü günah büyük günahlardandır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Yüce Allah'ın, yapana Cehennemi reva gördüğü her türlü günah büyük günahlardandır. Aynı şekilde haddi gerektiren her türlü amel de büyük günahlardandır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs'a:

“Büyük günahlar yedi tane midir?" diye sorulunca:

“Yetmiş kadardır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre adamın biri İbn Abbâs'a:

“Büyük günahlar kaç tanedir?" diye sorunca:

“Yediden ziyade yediyüz kadardır, ancak bağışlanma varsa büyük günah yoktur. Günahta ısrar varsa da küçük günah yoktur" demiştir.

Beyhakî'nin Şuab'da Kays b. Sa'd'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kulun ısrarla işlediği her türlü günah büyük günahtır. Kişi tövbesini yaptıktan sonra da büyük günah yoktur" demiştir.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennemi gerektiren yedi günahtan sakının!" buyurdu. " Resûlallah! Bunlar hangileridir?" diye sorulunca da şöyle buyurdu:

“Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymak, sihirle uğraşmak, faiz yemek, yetim malını yemek, savaş anında kaçmak ve haberi olmayan evli kadınlara zina iftirasında bulunmaktır. "

Bezzâr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Büyük günahlar yedi tanedir. İlki Allah'a şirk koşmaktır. Diğeri haksız yere cana kıymaktır. Diğeri faiz yemektir. Diğeri henüz büyümeden yetimin malını yemektir. Diğeri savaş anında kaçmaktır. Diğeri evli kadınlara zina iftirasında bulunmaktır. Bir diğeri de hicretten sonra bedeviler gibi çöle yerleşmektir. "

Ali b. el-Ca'd, Ca'diyyât'ta Taylasa'dan bildirir: İbn Ömer'e büyük günahları sorduğumda dedi ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

"Büyük günahlar dokuz tanedir. Bunlar: Allah'a şirk koşmak, evli kadınlara zina iftirasında bulunmak, haksız yere mümin cana kıymak, savaş anında kaçmak, sihirle uğraşmak, faiz yemek, yetimin malını yemek, anne babaya asi olmak, dirilerinizin ve ölülerinizin kıblesi olan Beytu'l-Haram'ı inkar etmektir

İbn Râhuyeh, Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Kâdi İsmâil, Ahkâmu'l-Kur'ân'da sahih bir senedle Taylasa vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir:

“Büyük günahlar dokuz tanedir. Bunlar: Allah'a şirk koşmak, haksız yere cana kıymak, evli kadınlara zina iftirasında bulunmak, savaş anında kaçmak, faiz yemek, yetimin malını yemek, sihirle uğraşmak, dirilerinizin ve ölülerinizin kıblesi olan Mescid-i Haram'ı inkar etmek ve anne babaya kötü davranmaktır."

Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Umeyr el-Leysî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın dostları, kendilerine farz kılınan beş vakit namazları eda edenler, gönül hoşluğuyla malının zekatını verenler, karşılığını Allah'tan bekleyerek oruç tutanlar ve büyük günahlardan sakınanlardır" buyurdu. Ashaptan biri:

Resûlallah! Büyüh günahlar hangileridir?" diye sorunca, Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle karşılık verdi:

“Bunlar dokuz tanedir. En büyükleri Allah'a şirk koşmaktır. Diğerleri haksız yere mümin bir cana kıymak, savaş zamanı meydandan kaçmak, evli ve iffetli kadına zina iftirası atmak, sihirle uğraşmak, yetim malı yemek, faiz yemek, Müslüman anne babaya asi olmak, ölüyken ve diriyken de kıbleniz olan Beytu'l-Haram'ın haramlığını helal kılmaktır."

İbnu'l-Münzir, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Amr'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beş vakit namazını kılan ve yedi büyük günahtan sakınan kişiye, kıyamet gününde Cennet kapılarından: «Selametle içeri gir!» diye seslenilir" buyurdu.

İbn Amr'a:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yedi büyük günahı zikrettiğini işittin mi?" diye sorulunca şu karşılığı verdi:

“Evet, işittim. Bunlar: Anne babaya asi olmak, Allah'a şirk koşmak, haksız yere cana kıymak, evli kadınlara zina iftirasında bulunmak, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak ve faiz yemektir."

Ahmed, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve Hâkim, Ebû Eyyûb'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a şirk koşmadan kulluk eden, namazlarını kılan, zekatını veren, Ramazan orucunu tutan ve büyük günahlardan sakınan kişiye Cennet vardır" buyurdu. Adamın biri:

“Büyük günahlar hangileridir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a şirk koşmak, haksız yere Müslüman cana kıymak ve savaş alanından kaçmaktır" karşılığını verdi.

İbn Hibbân ve İbn Merdûye, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yemen ahalisine farzları, sünnetleri ve diyetleri içeren bir mektup yazdı ve mektubu Amr b. Hazm ile birlikte onlara gönderdi. Yazdığı bu mektubun içinde şu ifadeler de vardı:

“Kıyamet gününde Allah katında en büyük günahlardan sayılan günahlar; Allah'a şirk koşmak, haksız yere mümin bir cana kıymak, savaş alanından kaçmak, anne babaya asi olmak, evli kadına zina iftirasında bulunmak, sihir öğrenmek, faiz yemek ile yetim malı yemektir."

Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Enes'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük günahlardan bahsederken:

“Bunlar Allah'a şirk koşmak, haksız yere cana kıymak ve anne babaya asi olmaktır" buyurdu. Sonra:

“Ama en büyük günahın hangisi olduğunu söyleyeyim mi?" diye sordu ve şöyle devam etti:

“Yalan söylemektir" veya:

“Yalancı şahitliktir."

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve İbnu'l-Münzir, Ebû Bekre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En büyük günahın hangisi olduğunu söyleyeyim mi?" diye sorunca:

“Tabi ki söyle yâ Resûlallah!" dedik. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Allah'a şirk koşmak ve anne babaya asi olmaktır" buyurdu. Sonra yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve:

“Bilin ki en büyüklerinden biri de yalan söylemektir! Bir diğeri de yalancı şahitliktir" demeye başladı. Bunları o kadar tekrar etti ki içimizden:

“Keşke sussa artık!" demeye başladık.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Amr'a içki içme konusu sorulunca şöyle demiştir: Ben de bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda bana:

"En büyük günahlardan biri ve bütün kötülüklerin anasıdır. Zira bunu içen kişi namazı bırakır, annesi, teyzesi ve halası hakkında çirkin laflar etmeye başlar" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs içki içmeyi en büyük günahlardan sayardı.

Abd b. Humeyd ve Rüşte, îmân'da İbn Abbâs'ın azatlısı Şu'be'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“Hasan'a içki içmenin en büyük günahlardan biri olup olmadığı sorulunca bunun büyük günahlardan olmadığını söyledi" dediğimde, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Hayır, öyle değil! Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kişi içki içtiği zaman sarhoş olur, zina eder ve namazı bırakır» buyurdu. Onun için büyük günahlardandır."

Ahmed, Buhârî, Tirmizî, Nesâî ve İbn Cerîr'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Büyük günahlar anne babaya asi olmak" veya (tereddüt Şu'be'nindir):

“Haksız yere cana kıymak ve yalan yere yemin etmektir" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Beyhakî'nin Abdullah b. Uneys el-Cühenî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“En büyük günahlar; Allah'a şirk koşmak, anne babaya asi olmak, yalan yere yemin etmektir ki kişi gerektiği zaman yenim ettiği zaman bunun içine sinek kanadı kadar yalan bulaştırırsa bu yaptığı kıyamet gününe kadar kalbinde bir leke olarak kalır. "

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Amr'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En büyük günahlardan biri de kişinin anne babasına lanet etmesidir" buyurdu. Kendisine:

“Kişi anne babasına nasıl lanet eder?" diye sorulunca da:

“Birinin babasına söver, o da onun babasına söverek karşılık verir. Birinin annesine söver, o da onun annesine söverek karşılık verir" karşılığını verdi.

Ebû Dâvud, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Haksız yere Müslüman birinin namusuna dil uzatmak ve bir sövmeye karşılık iki sövmeyle karşılık vermek en büyük günahlardandır" buyurmuştur.

Tirmizî, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Herhangi bir mazereti olmadan iki namazı cemederek kılan kişi en büyük günahlardan birinin kapısına gelmiş demektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa:

“Herhangi bir mazeret olmadan iki namazı cemederek kılmak büyük günahlardandır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iÖmer:

“Herhangi bir mazeret olmadan iki namazı cemederek kılmak büyük günanlardandır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Ebû Katâde el-Adevî'den bildirir: Hazret-iÖmer'in bize gönderdiği mektubu okundu. İçinde:

“Herhangi bir mazeret olmadan iki namazı cemederek kılmak, savaş alanından kaçmak ve dedikodu yapmak büyük günahlardandır" yazıyordu.'

Bezzâr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, M. el-Evsat'ta hasen bir senedle İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük günahların hangileri olduğu sorulunca:

“Allah'a şirk koşmak, Allah'ın rahmetinden ümit kesip azabından yana kendini emîn düşünmektir" buyurdu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Tevbe'de, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, Taberânî ve Beyhakî, Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“En büyük günahlar Allah'a şirk koşmak, Allah'ın lutuf ve rahmetinden ümit kesmek ve azabından yana kendini emîn görmektir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-iAli'ye:

“En büyük günahlar hangileridir?" diye sorulunca:

“Allah'ın azabından yana kendini emin düşünmek ve Allah'ın lütuf ile rahmetinden ümit kesmektir" dedi.

İbn Cerîr hasen bir senedle Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yere yaslanmış otururken ashabı büyük günahlardan söz açtılar ve bunlar:

“Allah'a şirk koşmak, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak, evli kadına zina iftirasında bulunmak, anne babaya asi olmak, yalan konuşmak, ganimet malına ihanet etmek, sihirle uğraşmak ve faiz yemektir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Peki: «Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır»' âyetini nereye koyarsınız!" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Edilecek vasiyette birilerine zarar vermek büyük günahlardandır" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-iAli şöyle demiştir:

“Büyük günahlar Allah'a şirk koşmak, haksız yere cana kıymak, yetim malı yemek, evli kadına zina iftirasında bulunmak, savaş alanından kaçmak, hicret sonrası tekrar bedevileşmek, sihirle uğraşmak, anne babaya asi olmak, faiz yemek, cemaatten ayrılmak ve bitmiş satıştan dönmektir."

Bezzâr ve İbnu'l-Münzir'in zayıf bir senedle Büreyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En büyük günahlar Allah'a şirk koşmak, anne babaya asi olmak, suyun fazlasını başkasından esirgemek ve damızlık hayvanı başkasına vermemektir" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Büreyde'den bildirir:

“En büyük günahlar; Allah'a şirk koşmak, anne babaya asi olmak, suyun fazlasını başkasından esirgemek ve damızlık hayvanı cimri davranarak başkasına vermemektir."

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“Ey Peygamber! Mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, kendi çocuklarından başkasını eşlerine, ben doğurdum diye tanıtıp iftira etmemek, hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlarını kabul et..." âyetinde belirtilen ve kadınlardan alınan sözler büyük günahlardandır.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Taberânî ve Beyhakî, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kişi hakkında ne dersiniz?" diye sorunca, ashâb:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Bunlar çirkin şeylerdir ve bunları yapan kişi cezalandırılır. Peki, en büyük günahların ne olduğunu size söyleyeyim mi? Bunlar Allah'a şirk koşmaktır ki Yüce Allah: «...Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur» buyurmuştur. Bir diğeri de anne babaya asi olmaktır. Yüce Allah bu konuda da: «...Hem bana, hem de anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır» buyurur." Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandığı yerden doğruldu ve:

“Bir diğeri de yalan söylemektir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Yüce Allah'ın katında en büyük günahlardan biri kişinin, kendisine:

“Allah'tan kork" diyen birine:

“Sen kendine bakî Kimsin ki bana böyle bir şey diyorsun!" karşılığını vermesidir.

İbnu'l-Münzir, Sâlim b. Abdillah et-Temmâr'den, o da babasından naklen şöyle der: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Ebû Bekr, Ömer ve ashâbdan bazıları büyük günahlardan bahsettiler, ancak bu konuda bilgileri olmadığı için bir sonuca varamadılar. Bunun üzerine beni Abdullah b. Amr b. el-Âs'a yolladılar ve bunu sormamı istediler. Gidip sorduğumda en büyük günahın içki içmek olduğunu söyledi. Dönüp bunu dediğimde bunu kabule yanaşmadılar ve her birlikte Abdullah'ın evine gittiler. Abdullah da onlara şöyle dedi:

“Bir defasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında İsrail oğullarından olan bir kraldan bahsettik. Bu kral bir adamı tuttu ve içki içmek ile bir adamı öldürmek veya zina etmek veya domuz eti yemek arasında bir tercihte bulunmasını istedi. Bunu yapmaması halinde de onu öldüreceğini söyledi. Adam da içki içmeyi seçti. Ancak içkiyi içitikten sonra sarhoş da olduğu için kendisine denilen bütün diğer şeyleri de yaptı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu konuda şöyle buyurmuştur:

“İçki içen kişinin Yüce Allah kırk gün boyunca ibadetini kabul etmez. Mesanasinde az da olsa içkiden bir şey bulunan kişinin ölmesi halinde Cennet ona haram olur. İçtikten sonraki kırk gün içinde ölmesi halinde de Cahiliye ölümü üzerine ölür. "

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Büyük günahlardan biri, Allah'a şirk koşmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“...Kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar...'" buyurur. Bir diğeri de Yüce Allah'ın rahmetinden ümit kesmektir. Çünkü Yüce Allah:

“...Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez" buyurur. Bir diğeri Allah'ın azabından yana emîn olmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“...Allah azabından emin olanlar, ancak zarara uğramış topluluklardır" buyurur. Bir diğeri anne babaya asi olmaktır. Çünkü Yüce Allah, bu şekilde asi olanı zorba bir asi olarak nitelendirmiştir. Bir diğeri Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymaktır. Çünkü Yüce Allah:

“Kim bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" buyurur. Bir diğeri evli kadınlara zina iftirasında bulunmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“İffetli ve mü'min kadınlara iftira atanlar; dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Üstelik onlar için büyük bir azab vardır" buyurur. Bir diğeri yetim malı yemektir. Çünkü Yüce Allah:

“Yetimlerin mallarını haksız şekilde yiyenler, karınlarına ateş dolduruyorlar. Sonra da onlar alevli bir ateşe gireceklerdir" buyurur.

Bir diğeri savaş alanından kaçmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse, Allah'dan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür!" buyurur. Bir diğeri faiz yemektir. Çünkü Yüce Allah:

“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..." buyurur. Bir diğeri sihirle uğraşmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler..." buyurur. Bir diğeri zinadır. Çünkü Yüce Allah:

“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar'" buyurur. Bir diğeri yalan ve günah yere yemin edenlerdir. Çünkü Yüce Allah:

“Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır" buyurur. Bir diğeri ganimet malında ihanettir. Çünkü Yüce Allah:

“...Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir..." buyurur.

Bir diğeri farz olan zekatı vermemektir. Çünkü Yüce Allah:

“O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve: «İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!» denilecek" buyurur. Bir diğeri yalan yere şahitlik etmektir. Bir diğeri şahitliği gizlemektir. Çünkü Yüce Allah:

“...Şahitliği de gizlemeyin. Ve kim onu (şahit olduğu şeyi) gizlerse o taktirde muhakkak ki onun kalbi günahkârdır..." buyurur. Bir diğeri içki içmektir. Zira Yüce Allah içki içmeyi putlara tapmakla bir saymıştır. Bir diğeri kasıtlı bir şekilde namazı terk etmektir. Çünkü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namazı bilerek terk eden kişi, Yüce Allah ve Resûlünün zimmetinden çıkmış Allah'a verdiği sözü bozmuş demektir" buyurmuştur. Bir diğeri de akrabalarla bağı koparmaktır. Çünkü Yüce Allah:

“...Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir ve kötü yurt (cehennem) onlarındır" buyurur.

Abd b. Humeyd, Bezzâr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a büyük günahlar sorulunca:

“Nisâ Sûresi'nin başlarından otuzuncu âyete kadar zikredilenlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Büyük günahlar Nisâ Sûresi'nin başlarından, "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetine kadar zikredilenlerdir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a büyük günahlar sorulunca:

“Nisâ Sûresi'ni baştan itibaren okuyun. Otuzuncu âyete ulaşıncaya kadar yasaklanan her şey büyük günahlardandır" dedi ve:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz'" âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Nisâ Sûresi'ni baştan itibaren otuzuncu âyete ulaşıncaya kadar okudu. Sonra:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetini okudu ve:

“Söz konusu yasaklar sûrenin başından buraya kadar zikredilenlerdir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: Öncekiler (Sahabe/Tâbiûn) büyük günahların, Nisâ Sûresi'nin başından, "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetine kadar zikredilen yasaklar olduğunu söylerlerdi.

İbn Cerîr, İbn Sîrîn'den bildirir: Abîde'ye büyük günahları sorduğumda şöyle dedi:

“Bunlar; Allah'a şirk koşmak, haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymak, savaş alanından kaçmak, haksız yere yetim malı yemek, faiz yemek ve yalan söylemektir. Ayrıca hicret ettikten sonra tekrar bedevilerin arasına katılmanın da büyük günahlardan biri olduğu söylenirdi."

İbn Sîrîn'e:

“Peki, ya sihir?" diye sorulunca, bühtan (yalan) pek çok kötülüğü barındırır" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Muğîre'den bildirir:

“Ebû Bekr ile Ömer'e dil uzatmanın da büyük günahlardan olduğu söylenirdi."

İbn Ebi'd-Dünyâ, Tevbe'de ve Beyhakî, Şuab'da Evzaî'den bildirir:

“Kişinin bir günahı işleyip onu küçük görmesinin de büyük günahlardan olduğu söylenirdi."

Beyhakî, Şuab'da İbn Abbâs'tan bildirir:

“Bağışlanma diledikten sonra büyük günah, ısrarla işledikten sonra küçük günah olmaz."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla (.....) harfini fetha ile okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah büyük günahlardan sakınanları bağışlayacağını vaad etmiştir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" âyetini açıklarken:

“Küçük günahlarınızı bağışlar ve Cennette güzel bir yere yerleştiririz" demiştir.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Şerefli yerden kasıt Cennettir" derdi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre ibn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla (.....) harfini dammeli/ötreli bir şekilde okumuştur.

32

" Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Mücâhid'den bildirir: Ümmü Seleme:

Resûlallah! Erkekler savaşa katılırken biz katılamıyoruz. Katılamadığımız için de savaşıp şehit olamıyoruz. Mirastan da yarım hisse alıyoruz" deyince, Yüce Allah:

“Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın..." âyetini indirdi. Aynı konuda:

“Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır" âyetini de indirdi.

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Kadının biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Mirasta bizlere erkeğin payının yarısı veriliyor. Şahitlikte iki kadın bir erkek gibi sayılıyor. Amel konusunda da durumumuz aynı mı? Bir iyilik yaptığımızda yarım iyilik sevabı mı alacağız?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın..." âyetini indirdi. Yüce Allah bu üstünlüğün kendi tarafından kılındığını ve bunun adil olduğunu bildirdi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Kadınlar, cihad konusunu sorup:

“Yüce Allah'ın bize de savaşmayı farz kılmasını, erkekler gibi sevap almayı isterdik" deyince, Yüce Allah:

“Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid ve İkrime bu âyeti açıklarken:

“Ebû Umeyye'nin kızı Ümmü Seleme hakkında nazil oldu" demişlerdir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Erkekler:

“Mirasta nasıl kadınlardan iki kat daha fazla alıyorsak, aynı şekilde amellerimizde de kadınların alacağı sevabın iki katını istiyoruz" dediler. Kadınlar da:

“Erkeklerden şehit düşenlerin alacağı sevabın aynısını biz de istiyoruz. Çünkü biz onlar gibi savaşamıyoruz. Bize de cihada çıkmak yazılsaydı çıkar savaşırdık" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi ve:

“Yüce Allah'ın lutfunu isteyin ki güzel ameller yapmayı nasip etsin. Bu sizin için daha hayırlıdır" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Erkekler:

“Keşke filan kişinin ve ailesinin malı benim olsa" gibi isteklerde bulunmasın. Yüce Allah böylesi istekleri yasaklamış ve lütfundan istenmesini emretmiştir. Erkeklere de ölenlerin mirasından kadının iki katı olacak şekilde pay vardır.

İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

“Falanın filanın malının sizin olmasını temenni etmeyin. Kimbilir belki de o mal o kişinin helakına sebep olacaktır."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Cahiliye döneminde kadına ve çocuklara mirastan pay vermezlerdi. Ölüden geri kalan mirası zor işleri yapabilen, gelir getiren ve düşmana karşı koyabilen kişiler arasında paylaşırlardı. İslam dini gelip kadına da çocuğa da pay verip, kadının payını erkeğin payının yarısı kılınca, kadınlar:

“Keşke mirastaki payımız erkeklerin payı gibi olsaydı" dediler. Erkekler de:

“Mirasta kadınlardan üstün tutulduğumuz gibi âhiretteki hesapta da onlardan üstün tutulmayı umuyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır..." âyetini indirdi. Yüce Allah burada erkeklerde olduğu gibi kadınların da yaptıkları iyiliğin karşılığını on katıyla alacaklarını ifade etti.

İbn Cerîr, ibn Harîz'den bildirir:

“...Erkek, kadının iki katı pay alır..." âyeti nazil olduğu zaman kadınlar:

“Mirasta bizim iki katımızı aldıkları gibi günahlardan da onların payına bizim iki katımız kadarı düşmesi lazım" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır..." buyurarak hem erkeklerin, hem de kadınların günahlardan payları olacağını bildirmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil:

“...Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır..." âyetini açıklarken:

“Paydan kasıt günahlardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn, dünyalık bir şeyler temenni eden birini işittiği zaman ona şöyle derdi: Yüce Allah:

“Allah'ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın..." buyurarak böylesi bir şeyi istemenizi yasakladı. "Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin..." buyurarak da isteme konusunda hayırlı olan şeyi bildirdi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar dünya nimetlerine yönelik istekler değildir" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin..." âyetini açıklarken:

“Bunlar dünya nimetlerine yönelik istekler değil, ibadete yönelik isteklerdir" demiştir.

Tirmizî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın lütfunu isteyin, zira Allah kendisinden bir şeyler istenmesini sever" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Hakîm b. Cübeyr vasıtasıyla ismini zikretmediği bir adamdan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın lütfunu isteyin, zira Allah kendisinden bir şeyler istenmesini sever. En güzel ibadet de sıkıntılardan kurtulmayı beklemektir" buyurmuştur.

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi Yüce Allah'tan üç defa Cenneti istediği zaman Cennet: «Allahım! Onu Cennete sok» der. Kişi üç defa ateşten Allah'a sığındığı zaman, Cehennem: «Allahım! Onu ateşten koru!» der."

33

"Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye şahittir."

Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette geçen Mevâli'den kasıt mirasçılardır. Muhâcirler Medine'ye geldikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhacir ile Ensar'ı kardeşleştirmişti. Bu kardeşleştirmeden dolayı da Ensâr'dan biri öldüğü zaman ona akrabaları değil de kardeşi olan Muhacirlerden biri mirasçı oluyordu. "Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık..." âyeti nazil olunca bu kardeşlikten dolayı varis olma uygulaması kaldırıldı. Kendileriyle yeminleşen kişilere verilecek pay da onlara yardım, destek ve nasihattir. Âyet bu kardeşlikten dolayı varis olmayı kaldırmıştır, ancak kişi bu kardeşine vasiyette bulunabilir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişi biriyle, önce ölen kişiye diğerinin varis olması üzerine anlaşma yapabiliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Akraba olanlar, Allah'ın Kitab'ına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır..." âyetini indirdi. Âyette kişinin ahitleştiği birine malının üçtebirinden vasiyette bulunmasının caiz ve uygun olduğu bildirilmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette geçen Mevâli ifadesi kişinin baba tarafından akrabaları olan asabedir. Cahiliye döneminde mevali bu anlamda kullanılıyordu. Ancak daha sonraları Arap olmayanlar Arapların içine karışınca bu kesime isim bulmakta zorlandılar. Yüce Allah:

“...Babalarını bilmiyorsanız zâten onlar din bakımından kardeşleriniz ve yardımcılarınızdır (=mevâlîkum)..."buyurunca bu kesime mevâli denmeye başlandı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İslam öncesinde kişi biriyle:

“Birimizin ölümünden sonra diğeri varisi olsun" şeklinde anlaşma yapardı. Bazen de bu yönde kabileler arası anlaşmalar yapılırdı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda:

“Cahiliye döneminde yapılan anlaşmaları İslam dini güçlendirmiş, gereklerinin yerine getirilmesini vurgulamıştır. Ancak artık İslam'da bu tür anlaşmalar yapılamaz" buyurdu. Böylesi bir uygulamayı da:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyeti kaldırdı.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Önceleri iki kişi anlaşma yapar birinin ölümünden sonra diğeri kendisine mirasçı olurdu. Hazret-iEbû Bekr de bu şekilde bir adamla anlaşma yapmış, adamın ölümünden sonra da ona varis olmuştu."

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Önceleri aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan iki kişi birinin ölümünden sonra diğerinin kendisine mirasçı olması yönünde anlaşma yaparlardı. Ancak Enfâl Suresi'nde nazil olan:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyeti böylesi bir uygulamayı kaldırdı.

Abd b. Humeyd, Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Cahiliye döneminde biri bir diğer kişiyle:

“Kanım kanındır. Mezarım da mezarındır. Sen bana varis olur, ben de sana varis olurum. Sen benim adıma bir şey isteyebilir, ben de senin adına bir şeyi isteyebilirim" şeklinde anlaşma yapardı. İslam'dan sonra böylesi anlaşması olan kişiye ölen kişinin tüm malının altıda biri verilmeye, kalan da diğer varisler arasında paylaştırılmaya başlandı. Ancak bu uygulama da:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyetiyle kaldırıldı. Bu âyetle de daha önce anlaşmalar üzerinden varis olma uygulaması kaldırıldı ve sadece akrabaların varis olabileceği ifade edildi.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Cahiliye döneminde kişi akrabası olmayan birini kendi ailesine katar, onu akrabası yapabilirdi. Kişinin ölmesi halinde terekesi akrabaları arasında paylaştırılır, ancak sonradan anlaşmayla aileye katılan kişiye terekeden bir şey verilmezdi. Yüce Allah:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini indirince bu kişilere de ölenin terekesinden bir pay verilmeye başlandı. Ancak daha sonra Yüce Allah:

"...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyetiyle bu uygulamayı da kaldırdı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Zeyd:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeş kıldığı kişilerden biri öldüğü zaman şâyet akrabası yoksa mirastan Müslüman kardeşine pay verilmesidir. Şu an için ise geçerli bir uygulama değildir. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeş kıldığı kişilerin dönemi bitmiştir. Aynı şekilde insanları bu şekilde kardeş kılma sadece Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar ile Mühacirleri kardeş kılmıştı ki şimdi kimsenin böyle bir şeyi yapma yetkisi yoktur."

İbn Cerîr ve Nehhâs, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildirir:

“Bu âyet, kendi çocukları olmayan kişileri evlat edinen ve kendilerine mirasçı kılan kişiler hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah bunlar hakkında bu âyeti indirerek vasiyetten onlara da bir pay kılmış, terekeyi paylaşmayı da ölenin anne veya baba tarafından akrabalarına bırakmıştır."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette Mevâli'den kasıt, ölen kişinin asebesidir. Ahitleşilen kişiler de kendileriyle miras konusunda anlaşma yapılan kimselerdir ki âyette onlara akıl verme, yardım etme ve destek çıkma emredilmiştir."

Ebû Dâvud ve İbn Ebî Hâtim, Dâvud b. el-Husayn'dan bildirir: Rabî'in kızı Ümmü Sa'd'a Kur'ân okurdum. Ümmü Sa'd Ebû Bekr'in himayesinde olan yetim bir kızdı. Bu âyeti: (.....) lafzıyla okuduğumda şöyle dedi:

“Hayır! Âyetin lafzı: (.....) şeklindedir. Bu âyet Ebû Bekr hakkında nazil olmuştur. Zira oğlu Abdurrahman Müslüman olmayı kabul etmeyince Ebû Bekr onu mirastan mahrum edeceğine dair yemin etti. Abdurrahman Müslüman olunca da Yüce Allah bu âyetle ona mirastaki nasibini vermeyi emretti."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) ile çekmeden okurdu.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Cahiliye döneminde biri bir kabileye gelir, o kabile de adamla bir anlaşma yaparak kendilerinden biri kılarlardı. Bu anlaşmaya göre iyi günde kötü günde yanında duracaklar ve kan davaları konusunda kendilerinden biri gibi sayacaklar, ona kendilerinden biri gibi davranacaklardı. Kabileler arası bir savaş çıktığı zaman ona:

“Ey filan! Sen de bizdensin, bize yardım et!" derlerdi. Bir şey elde ettiği zaman da ona:

“Sen de bizdensin! Bize bir şeyler verip yardım et!" derlerdi. Ancak kendisi yardım istediği zaman içlerinden birine ettikleri gibi ona yardımda bulunmazlardı. Sıkıntıya düştüğü zaman içlerinden bazıları ona destek çıkarken bazıları da destek çıkmazdı. Ona bir şey verecekleri zaman da aldıkları kadarını değil de daha azını verirlerdi. İslam'dan sonra aynı uygulamayı devam ettirmekten çekinenler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Cahiliye döneminde böylesi bir anlaşma yapmıştık" dediler ve bu uygulamayı sordular. Bunun üzerine:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyeti nazil oldu. Âyette Yüce Allah, böylesi kişilerden ne kadar alınmışsa verirken aynısını vermeyi emretmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir vecihle bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ahitleşilen kişiden kasıt, bir toplulukla anlaşması oları kişidir. Âyette topluluğun böylesi kişileri, işlerinde hazır bulundurmaları ve kendisiyle de istişarede bulunmaları istenmiştir."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, İbn Amr'dan bildirir: Mekke'nin fethi sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cahiliye döneminden kalan anlaşmalarınızın gereklerini yerine getirin. Zira İslam eski anlaşmaları daha da sağlamlaştırır. Ancak İslam dininde artık böylesi anlaşmalar yapmayın" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, İbn Cerîr ve Nehhâs'ın Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam'da (Cahiliye döneminde yapılan) bu tür anlaşmalar artık yoktur! Ancak İslam dini yapılmış eski anlaşmaları (feshetmemiş) sağlamlaştırmıştır" buyurdu.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in Zührî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam'da (Cahiliye döneminde yapılan) bu tür anlaşmalar artık yoktur! Ancak daha önce yapmış olduğunuz anlaşmaların gereklerine de uyun" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam dini, Cahiliyeden kalma eski anlaşmaları (feshetmemiş) sağlamlaştırıp, kuvvetlendirmiştir" buyurmuştur.

34

"Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bîr de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, İtaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür."

İbn Ebî Hâtim, Eş'as b. Abdilmelik vasıtasıyla Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Kadının biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve kocasının kendisine tokat attığından yana şikâyette bulundu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Kısas yapalım" buyurdu. Ancak:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar..." âyeti nazil olunca kadın kısas yapamadan geri döndü.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde vasıtasıyla Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Adamın biri karısına bir tokat attı. Kadın da Peygaberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şikâyette bulundu. Allah Resûlü kısas yapmak isteyince:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar..." âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı çağırıp bu âyeti ona okudu ve:

“Ben bir şey yapmak istedim, ancak Yüce Allah başka bir şey diledi" buyurdu.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, Cerîr b. Hâzım vasıtasıyla Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Ensâr'dan bir adam karısına tokat attı. Kadın da kocasından kısas almak üzere Peygaberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de kısas yapmak istedi. Ancak:

“...Kuran'ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında (görüş bildirmekte) acele etme..." âyeti nazil olunca sustu. "Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar..." âyeti nazil olunca da:

“Biz bir şey (kısası) düşündük, ancak Yüce Allah başka bir şey diledi" buyurdu.

İbn Merdûye, Hazret-iAli'den bildirir: Ensâr'dan bir adam karısıyla birlikte Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Kadın:

Resûlallah! Kocam Ensâr'dan filan oğlu filandır. Bana bir tokat attı ve yüzümde iz bıraktı" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu yapma hakkı yokl" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır..."' âyetini indirdi. Âyette de terbiye konusunda erkeklerin kadınlar üzerinde hakim oldukları ifade edildi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ben bir şey istedim, ancak Yüce Allah başka bir şey diledi" buyurdu.

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir:

“Adamın biri karısına tokat attı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kısas yapmak istedi, ancak bunu uygulamaya henüz geçirmeden bu âyet nazil oldu."

İbn Cerîr, Süddî'den bu yorumun benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar..." âyetini açıklarken:

“Terbiye etme ve eğitme bakımından hâkim ve üstündürler" demiştir. "...Bir de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar...'" âyetini açıklarken de:

“Harcamadan kasıt, kadınlara verdikleri mehirdir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî:

“Cana kıyma olmadıkça kocaya karısından dolayı kısas uygulamayız" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân:

“Terbiye etmek için yaptıkları hariç, kocaya karısından dolayı kısas uygularız" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır... Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkekler kadınlar üzerinde âmirdirler. Kadınlar da Allah'ın emrettiği şeylerde ona itaat etmelidirler. Bu da kocasının ailesine iyi davranması malını koruyup gözetmesidir. Erkeğin kadına olan üstünlüğü de onun geçimini sağlaması ve çalışmasıdır. Bunun içindir ki iyi kadınlar kocalarına itaat eden ve yokluğunda Allah'ın emrettiği ve korunmasını istediği şeyleri gözetip korurlar. Böyle olan kadınlara da iyi davranmak lazımdır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek kadının üzerinde âmir gibidir ve Allah'a itaat etmeyi ona emreder. Eğer karşı çıkarsa ağır olmamak şartıyla onu dövebilir. Evin geçimini sağlaması ve çalışması bakımından da erkek kadından üstündür."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar..." âyetini açıklarken:

“Kadını yönlendirir ve onu terbiye eder" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın üstün kılması ve kadına mehri vermeleri dolayısıyla erkekler, kadınlar üzerinde hakimdirler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî:

“...Erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu harcamadan kasıt, kadına verdiği mehirdir. Zira gördüğün gibi erkek kadına zina iftirasında bulununca lanetleşme yapılıyor, ancak kadın erkeğe zina iftirasında bulununca kadına değnek cezası uygulanıyor."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadınlar hem Allah'a, hem de kocalarına itaat ederler. Kocasının yokluğunda Allah'ın emrettiği ve korunmasını istediği şeyleri gözetip korurlar."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

"Kocalarına sahip çıkıp yokluğunda onu muhafaza ederler" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kocaları olmadığı zaman dönene kadar Allah'ın emrettiği şekilde malını ve namusunu korurlar."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah'ın kendilerinde korumasını emrettiği şeyleri kocalarının gıyabında da korurlar" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil bu âyeti açıklarken:

“Kocalarının gıyabında Yüce Allah'ın emrettiği şekilde namuslarına sahip çıkarlar ve ihanet etmezler" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ bu âyeti açıklarken:

“Allah'ın onları koruyup muhafaza ettiği gibi, onlar da gıyabında kocalarını korurlar" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın kendisini muhafaza edip koruduğu gibi kocalarının gıyabında malını ve namuslarını korurlar" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En hayırlı kadınlar baktığında sana neşe veren, bir şey istediğinde söz dinleyen, yanında olmadığın zaman malını ve namusunu koruyan kadınlardır" buyurdu ve:

“Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dururlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar..."" âyetini okudu.

İbn Cerîr, Talha b. Musarrif'ten bildirir: Abdullah'ın kıraatinde bu âyet:

“(=İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Siz de onlara iyi davranın...)" şeklindedir.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Yüce Allah:

“...Bunun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar..." âyetinde böylesi kadınlara iyi davranılmasını söylemiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin Yahya b. Ca'de'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin Müslüman olmasından sonra kendisi için en faydalı şey; yüzüne baktığı zaman neşe veren, bir şey istediğinde söz dinleyen, yanında olmadığı zaman malını ve namusunu koruyan güzel bir kadına sahip olmasıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iÖmer'den bildirir:

“Kişinin Allah'a imandan sonra kendisi için en faydalı şey güzel ahlâklı, sevgi dolu ve doğurgan bir kadına sahip olmasıdır. Aynı şekilde kişinin Allah'ı inkardan sonra kendisi için en zararlı şey kötü ahlâklı, keskin dilli bir kadına sahip olmasıdır."

İbn Ebî Şeybe, Abdurrahman b. Ebzâ'dan bildirir:

“Salih bir adamın yanındaki saliha bir kadın, kralın başında duran altından bir tac gibidir. Salih bir adamın yanındaki kötü bir kadın da yaşlı bir adamın sırtındaki ağır bir yük gibidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr:

“Size kişinin belini kıran üç musibeti söyleyeyim mi?" deyince, oradakiler:

“Nedir onlar" karşılığını verdiler. Abdullah şöyle dedi:

“Birincisi zorba yöneticidir. Zira buna iyilik yapsan şükretmeyi, kötülük yapsan da affetmeyi bilmez. Diğeri kötü komşudur. Bu da senden gördüğü iyi şeyleri görmezden gelir, senden gördüğü kötü şeyleri de ifşa eder. Bir diğeri de kötü bir hanımdır. Böylesi bir kadının yanında dursan sana surat asar, ondan ayrı dursan sana ihanet eder."

Hâkim'in Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey kişinin mutluluğundandır. Biri gördüğünde hoşuna giden, uzak kaldığında ise malını ve namusunu muhafaza eden hanımdır. Diğeri uysal, ama hızlı bir şekilde seni sevdiklerine ulaştıracak binektir. Bir diğeri de çok odalı geniş evdir. Üç şey de kişinin mutsuzluğuna sebep olur. Biri gördüğünde sana sana eziyet veren, sana dil uzatan, kendisinden uzak kaldığında malırı ve namusun konusunda güvenemeyeceğin bir hanımdır. Bir diğeri yavaş olan binektir ki döverek yol almak istesen seni yorar ve seni arkadaşlarından geri bırakır. Bir diğeri de odaları az olan küçük, dar bir evdir. "

Bezzâr, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de  Ebû Hureyre'den bildirir: Kadının biri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Erkeğin karısının üzerindeki hakkı nedir bana söyle" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Erkeğin, karısının üzerinde öyle bir hakkı vardır ki erkeğin burnundan kan, irin ve cerahat aksa ve kadın diliyle bunu yalasa yine de bu hakkını ödemiş olmaz. Bir insanın bir insana secde etmesi gerekseydi Yüce Allah'ın verdiği üstünlükten dolayı kadının, yanına giren kocasına secde etmesini söylerdim. "

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî, Husayn b. Mihsan'dan, o da halasından bildirir: Bir iş için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gitmiştim. Bana:

“Ey kadın! Sen kocana eziyet mi ediyorsun?" diye sorunca:

“Evet!" dedim. "Ona nasıl davranıyorsun?" diye sorunca:

“Ancak aciz kaldığımda yaklaşmasına izin veriyorum" dedim. Bunun üzerine:

“Kocana karşı davranışlarına dikkat et! Zira Cennetin de, Cehennemin de odur" buyurdu.

Hâkim ve Beyhakî'nin Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a inanan hiçbir kadına,kocası istemediği halde evine girmesi veya evinden çıkması helal değildir. Kadın evinde kocasından başkasına itaat etmez, kocasına karşı kin tutmaz, yatağından ayrı yerde yatmaz ve ona zarar vermez. Kocasına haksızlık ettiği zaman gelip onu razı etsin. Razı olursa en iyisini yapmış olur ve Yüce Allah da onun özrünü kabul eder. Ancak yine de kocası razı olmazsa Allah katında özrünü sunmuş olur. "

Bezzâr ve Hâkim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kocasına muhtaç iken ona teşekkür etmeyen bir kadına Yüce Allah nazar etmez" buyurmuştur.

Ahmed, Abdurrahman b. Şibl'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Fasıklar Cehennem ahalisidir" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Fasıklar kimlerdir?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Kadınlar" karşılığını verdi. Adamın biri:

Resûlallah! Bunlar bizim annelerimiz, kızkardeşlerimiz ve eşlerimiz değil mi ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evet! Ancak onlara bir şey verildiği zaman şükretmezler, musibete maruz kaldıkları zaman da sabretmezler" buyurdu.

Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadın, kocası yanındayken izni olmadan nafile oruç tutamaz. Yine kocası evdeyken onun izni olmadan kimsenin girmesine izin veremez" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Bezzâr ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Kadının biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Ben diğer kadınların adına sana geldim. Yüce Allah cihadı sadece erkeklere farz kıldı. Zafer elde ederlerse sevabını alıyorlar. Öldürülmeleri halinde de Rableri katında rızıklar içinde diri olarak kalıyorlar. Biz kadınlar ise arkadan onları gözetiyoruz. Buna karşılık bize ne verilecek?" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Karşılaştığın her bir kadına, kocasına itaat eden ve hakkını ikrar eden kadınlara da onlar gibi sevabın verileceğini söyle. Zira içinizden çok azı bunu yapıyor" buyurdu.

Bezzâr'ın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman Cennete girer" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Bezzâr, İbn Abbâs'tan bildirir: Has'em'in karısı Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Ben bekar bir kadınım. Kocanın kadın üzerindeki hakları nelerdir? Bu haklan yerine getirebilirsem evlenir, getiremezsem de bekar kalırım" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kocanın, karısının üzerindeki haklarından birisi kadın devenin üzerinden iken bile kocası onu istediği zaman buna (cinsel isteğine) karşı çıkmamasıdır. Kocanın diğer haklarından birisi de izni olmadan karısının nafile oruç tutmamasıdır. İzni olmadan oruç tutuğu zaman sadece aç susuz kalmış olur ve bu orucu kabul görmez. Diğer bir hakkı da izni olmadan kadının evinden çıkmamasıdır. Çıkması halinde geri dönene kadar rahmet ve azap melekleri olmak üzere gökteki tüm melekler bu kadına lanet ederler. "

Bezzâr ve Taberânî, M. el-Evsat'a Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bir kadının üzerinde en çok kimin hakkı vardır?" diye sorduğumda:

“En çok kocasının hakkı vardır" karşılığını verdi. "Bir erkeğin üzerinde en çok kimin hakkı vardır?" diye sorduğumda ise:

“En çok annesinin hakkı vardır" buyurdu.

Bezzâr'ın Hazret-iAli'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kadınlar! Allah'tan korkun ve kocalarınızın rızasını gözetin. Şayet kadın, kocasının kendi üzerindeki hakkını bilseydi, kahvaltısı ve yemeği anında dahi oturmaz başında dikilirdi. "

Bezzâr'ın Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet kadın, kocasının kendi üzerindeki hakkını bilseydi, kahvaltısı ve yemeği anında oturmaz bitirene kadar başında dikilirdi" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet bir insanın diğer bir insana secde etmesini emredecek olsaydım kadının, kocasına secde etmesini emrederdim" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç kişinin ne kıldığı namaz kabul olur, ne de yaptığı iylikler huzura çıkar. Biri efendisine geri dönene kadar firar eden köledir. Diğeri kocası kendisine kızmış olan kadındır. Bir diğeri de ayılana kadar sarhoş olan kişidir. "

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İçinizden erkek olanların hangilerinin Cennette olacağını söyleyeyim mi? Peygamber olan erkek cennettedir. Sıddîk olan erkek Cennettedir. Şehit olan erkek Cennettedir. Bebekken ölen erkek çocuk Cennettedir. Kentin bir kenarında bulunan hasta kardeşini Allah rızası için ziyarete giden erkek Cennettedir. Kadınlarınızdan ise kocasına karşı sevgi besleyen ve ona bağlı olanlar Cennettedir. Böylesi bir kadın, kocası kendisine kızdığı zaman gelip elini eline koyar ve: «Benden razı olmazsan bana uyku haram olsun!» der."

Beyhakî'nin Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kızına:

“Sevmediğim şeylerden biri kadının kocasından şikayette bulunmasıdır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-iOsmân'ın karısına şöyle buyurdu:

“Kızım! Kocası siyah bir dağdaki taşları kırmızı bir dağa veya kırmızı bir dağdaki taşları siyah bir dağa taşımasını emretse bile kocasının bu isteğine yüz vermeyen ve yüzüne karşı ona ağır laflar eden kadın, kadın değildir. Onun için kocana karşı iyi ol. "

Beyhakî'nin Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç çeşit kadın vardır. Biri kap gibidir. Hamile kalıp doğurmaktan başka bir işe yaramaz. Diğeri uyuz bir deve gibidir. Bir diğeri de sevgi dolu ve doğurgan kadındır ki imanında kocasına yardımcı olur. Böylesi bir kadın da kocası için hazineden daha değerlidir. "

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir:

“Üç çeşit kadın vardır. Biri iffetli, Müslüman, uysal, yumuşak huylu, sevgi dolu ve doğurgandır. Zamanın sıkıntılarına karşı ailesine yardımcı olur. Sıkıntı anında kendisi de sıkıntı çıkarmaz. Böylesi bir kadın da az bulunur. Bir diğeri de kap gibidir. Hamile kalıp doğurmaktan başka bir işe yaramaz. Diğer bir kadın çeşidi de deriden bir boyunduruk gibidir. Yüce Allah bu boyunduruğu dilediği kişilerin boynuna takar, çıkarmak istediği zaman da çıkarır."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Esmâ binti Yezîd el-Ensâriyye, ashabıyla birlikte oturan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi ve şöyle dedi:

“Anam babam sana feda olsun! Diğer kadınların adına sana geldim. Batıda veya doğuda buraya geldiğimi duyan ne kadar kadın varsa da hepsi benimle aynı görüşte. Yüce Allah seni hak ile hem erkek, hem de kadınlara gönderdi. Sana da, seni gönderen İlah'a da inandık. Biz kadınlar evlerinizde oturuyor, şehvetlerinizi gideriyor ve çocuklarınızı karnımızda taşıyoruz. Siz erkekler ise bizden bu yönden üstün tutuldunuz. Zira Cuma'ya gidiyor, cemaate katılıyor, hastaları ziyaret ediyor, hac üzerine hac yapabiliyor ve bunların hepsinden de daha değerlisi Allah yolunda cihada çıkıyorsunuz. Biz ise erkeğimiz hac veya umre veya cihad için çıktığı zaman geride malını koruyor, giysilerini hazırlıyor ve çocuklarının bakımını yapıp büyütüyoruz. Resûlallah! Bu durumda bu konularda size verilecek sevaba ortak olur muyuz?" Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tüm vücuduyla ashabına doğru döndü ve:

“Dini konusunda bir soruyu bu kadından daha güzel soran birini daha duydunuz mu?" diye sordu. Ashabı:

Resûlallah! Bunun gibi soru sorabilen (başka) bir kadının daha olabileceğini düşünmüyoruz" dediler. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Esma'ya döndü ve şöyle buyrudu:

“Ey kadın! Git ve senden haber bekleyenlere de ki: «Birinizin kocasına iyi davranması, rızasını gözetmesi ve sözünü dinlemesi sevap bakımından bizim bu yaptıklarımıza denktir.»" Bu sözün ardından Esmâ sevinç içinde tehlîl getirerek ve tekbîr ederek oradan ayrıldı.

Beyhakî, Enes'ten bildirir: Kadınlar Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Erkekler, Allah yolunca cihad etmekle sevapların tümünü aldılar. Biz kadınlar için, Allah yolunda cihad eden erkeklerin aldığı sevabı getirecek bir amel var mı?" dediler. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Birinizin evinin hizmetini gereği gibi yapması Allah yolunda cihad eden kişinin ameline denk olur" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve Beyhakî'nin Ümmü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kocası kendisinden razı bir şekilde geceleyen kadın Cennete girer" buyurmuştur.

Ahmed, Esmâ binti Yezîd'den bildirir: Bir grup kadınla birlikte durmuşken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza uğradı ve selam verdi. Selam verdikten sonra da:

“Nimete nankörlük etmekten sakının!" buyurdu. Biz:

Resûlallah! Nimete nankörlük de ne?" diye sorduğumuz da şöyle buyurdu:

“Olabilir ki bazılarınız babasının evinde yaşı geçene kadar kalır. Sonra Yüce Allah ona bir koca ihsan eder. O kocadan da kendisine mal ve çocuk verir. Buna rağmen kadın kızdığı zaman: «Adamdan bir hayır görmedim!» demeye başlar."

Beyhakî'nin muntakı' bir senedle Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Vah kişiyi gözlerden gizlemeyen, suyu kişiyi temizlemeyen hamamlara! Erkeğin böylesi hamamlara avret yerlerini örtmeden girmesi helal değildir. Erkeklere söyleyin, kadınların ahlâkını bozmasınlar! Erkekler kadınlara hâkimdirler. Kadınları eğitin ve çokça tesbih etmelerini söyleyin."

Ahmed, İbn Mâce ve Beyhakî, Ebû ümâme'den bildirir: Kadının biri yanında küçük oğluyla birlikte Allah Resûlü'ne geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları görünce:

“Hamile kalır, çocuk doğurur ve onıı şefkatle yetiştirirler. Kocalarına şu yaptıkları olmasa içlerinde namaz kılanları Cennete girerdi" buyurdu.

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir: Kadının biri:

Resûlallah! Kadının Allah yolunda cihada karşılık yapabileceği amel nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kocaya itaat ve onun üzerindeki haklarını itiraftır" karşılığını verdi.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Nesâî ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hangi kadınların daha hayırlı olduğu sorulunca:

“Yüzüne bakınca kocasına huzur veren, kocasının emirlerine karşı çıkmayan, malında ve kendinde kocasının istemediği şeyleri yapmayan kadınlardır" karşılığını verdi.

Hâkim, Muâz'dan bildirir: Şam'a gittiğim zaman Hıristiyanların papaz ile rahiplerine, Yahudilerin ise haham ile din adamlarına secde ettiklerini gördüm. Onlara:

“Neden öyle bir şey yapıyorsunuz?" diye sorduğumda:

“Bu peygamberleri selamlama şeklidir" karşılığını verdiler. Ben de içimden:

Hazret-i Peygamber'i bu şekilde selamlamaya biz daha layıkız!" dedim. Döndüğümde bunu Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) zikrettiğimde şöyle buyurdu:

“Kitaplarını tahrif ettikleri gibi peygamberleri adına yalan söylemişler! Şayet birinin birine secde etmesini emredecek olsaydım üzerindeki hakkından dolayı kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Bir kadın kocasının üzerindeki hakkını ifa etmedikçe imanın tadına varamaz. Deve üzerinde iken kocası onu istese bile!"

Hâkim, Büreyde'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Bana, imanımı arttıracak bir şey öğret" deyince, Allah Resûlü:

“Şu ağacı çağır!" buyurdu. Adam ağacı çağırınca ağaç gelip Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yerine dön!" deyince de ağaç yerine döndü. Sonrasında adam izin isteyip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) başını ve ayaklarını öptü. Allah Resûlü:

“Şayet birinin birine secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim" buyurdu.

Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki kişinin kıldığı namazlar başlarından yukarıya çıkmaz. Biri efendisine geri dönene kadar firar etmiş köle, diğeri de pişman olup af dileyene kadar kocasına karşı gelmiş kadındır. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç kişinin kıldığı namazlar başlarından yukarıya çıkmaz. Biri efendisine geri dönene kadar firar etmiş köledir. Diğeri kocası kendisine kızgın bir şekilde geceleyen kadındır. Üçüncüsü de istemedikleri halde bir cemaate imamlık yapan kişidir. "

Ahmed, Muâz b. Cebel'den bildirir: Yemen'e geldiğim zaman kadının biri bana:

“Erkeğin eşi üzerindeki hakları nedir? Zira yaşlı kocamı evde bırakıp geldim" dedi. Ben de şu karşılığı verdim:

“Muâz'ın canı elinde olana yemin olsun ki şimdi ona döndüğün zaman bedeninin her tarafını cüzzamın sardığını, bundan dolayı da burnundan kan ve irin aktığını görsen ve bunu ağzınla temizlesen yine senin üzerindeki hakkını ödemiş olmazsın."

Ahmed'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir insan diğer bir insana secde edemez. Bir insan diğer bir insana secde edebilseydi üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı kadının kocasına secde etmesi emredilirdi. Nefsim elinde olana yemin olsun ki şâyet erkek başından ayaklarına kadar yara bere içinde olsa ve yaralarından irin aksa, kadın da diliyle bunu yalayıp temizlese yine de kocasının üzerindeki hakkını ödemiş olmaz."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de  Enes'ten bildirir: Adamın biri savaşa çıkarken karısına evin ikinci katından aşağıya inmemesini öğütledi. Zira kadının babası birinci katta oturuyordu. Adam savaşa çıktıktan sonra kadının babası hastalandı. Kadın da Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) haber gönderip bu konuda fetva istedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan kork ve kocana itaat eti" şeklinde cevap gönderdi. Sonrasında kadının babası öldü. Kadın bir daha Allah Resûlü'ne haber gönderip bu konuda fetva istedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Önceki gibi Cevap verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın cenaze namazını kıldırdıktan sonra kadına:

“Kocana itaatinden dolayı Yüce Allah babanı bağışladı" şeklinde haber yolladı.

İbn Ebî Şeybe, Amr b. el-Hâris b. el-Mustalik'ten bildirir:

“Denilirdi ki en fazla azabı iki kişi çekecektir. Bunlardan biri kocasına asi olan kadın, diğeri de istemedikleri halde bir cemaate imamlık yapan kişidir."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Adamın biri kızıyla birlikte Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Bu kızım evlenmeyi kabul etmiyor" dedi. Allah Resûlü:

“Babanın sözünü dinle" buyurdu. Kız:

“Kocanın, karısının üzerindeki haklarını bana söylemeden evlenmem" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kocasında bir yara olsa da kadın yaradaki irini diliyle yalasa veya kocanın burnu kan ve irinle dolu olsa da kadın bunu diliyle yalayıp temizlese yine de kocasının üzerindeki hakkını ödemiş sayılmaz" buyurdu. Kız bunu duyunca:

“Seni hakla gönderene yemin olsun ki asla evlenmem!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de babasına:

“Kızları rızaları olmadan evlendirmeyin" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hiçkimse başka birine secde edemez. Şayet edebilseydi kadınlar kocalarına secde ederdi" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Birinin birine secde etmesini isteyecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini isterdim. Kişi karısından, kırmızı bir dağdan siyah bir dağa veya siyah bir dağdan kırmızı bir dağa bir şey taşımasını istese kadının bunu yapması gerekir.'"

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir:

“Ey kadınlar! Kocalarınızın üzerinizdeki haklarını bilseydiniz bizzat kendi yüzünüzle kocanızın yüzündeki tozu silerdiniz."

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir:

“Denilirdi ki kadın, ölüm pahasına da olsa cüzzamlı kocasının burnundaki irini somurup temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş sayılmaz."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kadın, kocasına asi olduğu, hakkına önem vermediği ve emirlerine karşı geldiği zaman Yüce Allah'ın emrettiği gibi kocası ona nasihatta bulunur, Allah'ı hatırlatır ve üzerindeki haklarının önemini anlatır. Kadın razı olursa haklarına riâyet eder. Aynı şekilde devam etmesi halinde erkek yatağını ayırır. Yine dönmemesi halinde kemiklerini kırmayacak, iz bırakmayacak ve yaralamayacak bir şekilde onu döver. Kadın bundan sonra kocasına itaat ederse, artık kocası başka bahanelere tutanarak ona eziyet etmeye çalışmaz."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

“Nefret etmek" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesini açıklarken:

“Kocaya asi olmak ve ona karşı gelmek" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kadın kocasının yatağına gelmediği zaman kocası ona:

“Allah'tan kork ve yatağına dön!" der. Kadın buna itaat ederse artık kocası ona başka bir şey yapamaz.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek, kendisine asi olan karısına önce dille nasihat eder. Fayda etmediği zaman yatağını ayırır ve onunla konuşmaz. Yine fayda etmezse yaralamayacak bir şekilde onu döver. Bununla kocasına itaat edip yatağına gelirse artık kendisine olan kızgınlığı dolayısıyla onu kınamaz. Zira bu kızgınlığı içine koyan Yüce Allah'tır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendilerine nasihat edin..." âyetini açıklarken:

“Dil ile nasihat edin" demiştir.

Beyhakî, Lakît b. Sabire'den bildirir: Allah Resûlü'ne:

Resûlallah! Karımın pis bir ağzı var" dediğimde:

“Onu boşa" buyurdu. "Ama ondan çocuğum var ve onunla iyi geçiniyorum" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O zaman ona bu yönde nasihat et. Onda bir hayır varsa öğüdüne uyacaktır. Ancak cariyeni dövdüğün gibi onu da dövmeye kalkma" buyurdu.

Ahmed, Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Ebû Hurra er-Rekkâşî'den, o da amcasından naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Serkeşlik etmelerinden korktuğunuz zaman yataklarınızı ayırın" buyurmuştur. Hammâd:

“Yatakları ayırmaktan kasıt boşamadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Onunla ilişkiye girmez" demiştir.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Onu yatağında yalnız bırakmaktan kasıt, onunla aynı yatakta yatmak, ancak ilişkiye girmemektir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Kocası kadına yaklaşmaz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Erkek karısıyla aynı yatakta yatmaz" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Ebû Sâlih vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Erkek kadına iyi sözler söylemez, azarlar ancak onunla ilişkiye girebilir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Yataklarında yalnız bırakın..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, cinsel ilişki değil, onunla konuşmamaktır" demiştir.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir:

“Erkek, kadının yanında yatar, ancak ona sırtını döner, onunla ilişkiye girer, ancak onunla konuşmaz."

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in Ebu'd-Duhâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Erkek denildiği gibi yaptıktan sonra onu döver. Şâyet yatağına gelirse artık ona bir şey yapamaz."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Erkeğin kadını yalnız bırakması, kadının onun yatağına gelmesine kadar devam eder. Kadın yatağına geldikten sonra erkek onu kendisini sevmekle mükellef tutamaz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Yine dinlemezlerse dövün..." âyetini açıklarken:

“İncitmeyecek şekilde dövülür" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime bu âyet açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda:

“Kadınlarınız size asi olduklarında incitmeyecek bir şekilde onlara vurun" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in Haccâc'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kadınları sadece yataklarında yalnız bırakın. Dövecekseniz de incitmeden dövün" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Atâ'dan bildirir: İbn Abbâs'a:

“İncitmeden dövmek nasıl olur?" diye sorduğumda:

“Misvak ve benzeri şeylerle dövmekle olur" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, İyâs b. Abdillah b. Ebî Ziâb'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın kadın kullarını dövmeyin!" buyurdu. Ömer:

“Peki, kocalarına asi olan kadınları?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların dövülmesine izin verdi. Ancak bir çok kadın Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerine gelip kocalarından yana şikâyette bulununca Allah Resûlü:

“Böylesi adamlar, hayırlılarınızdan değildir buyurdu.

İbn Sa'd ve Beyhakî, Ebû Bekr'ın kızı Ümmü Gülsüm'den bildirir: Erkeklerin kadınları dövmeleri yasaklanmıştı. Ancak erkekler kadınlarından yana çokça şikâyette bulununca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dövüp dövmeme konusunu onlara bıraktı, ama:

“Karısını dövenler, hayırlılarınızdan değildirler" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Abdullah b. Zem'a'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Kadınlarınızı, bir köleyi döver gibi dövüp de gece olunca onunla yatağa mı giriyorsunuz!" buyurdu.

Abdurrezzâk'ın Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi sabah vakti karısını, bir köleyi döver gibi dövdükten sonra gece vakti onunla aynı yatağa girmekten hiç utanmaz mil" buyurmuştur.

Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Amr b. el-Ahvas'tan bildirir: Vedâ haccında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulundum. Allah Resûlü, Yüce Allah'a hamdu senâda bulunup, öğüt ve nasihatlerde bulunduktan sonra:

“En mukaddes gün hangisidir? En mukaddes gün hangisidir? En mukaddes gün hangisidir?" diye sordu. Müslümanlar:

Resûlallah! Haccı Ekber günüdür!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti:

“Bu gününüzün, bu beldenizin ve bu ayınızın kutsiyeti gibi canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız kutsaldır, birbirinize haramdır. Bilin ki kişi işlediği cinayetin bedelini yine kendisi ödeyecektir. Bilin ki ne baba çocuğunun işlediği cinayetten, ne de çocuk babasının işlediği cinayetten sorumlu tutulamaz. Bilin ki Müslüman müslümanın kardeşidir. Onun için rızası olmadıktan sonra Müslüman kardeşinin bir şeyi diğer bir müslümana helal olmaz.

Bilmelisiniz ki cahiliye döneminden kalma her türlü faiz kaldırılmıştır. Bunlardan sadece anaparanız sizindir. Bu şekilde ne birilerine haksızlık etmiş, ne de siz haksızlığa uğramış olursunuz. Abbâs b. Abdilmuttalib'in faizine gelince ise o her şeyiyle kaldırılmıştır. Bilin ki cahiliye döneminden kalma tüm kan davaları da kaldırılmıştır. Cahiliye döneminden kalma ilk kaldırdığım kan davası da Leys oğullarında sütannede iken Hüzeyl oğulları tarafindan öldürülen Hâris b. Abdilmuttalib'in kan davasıdır.

Dikkat edin ve kadınlarınıza iyi davranın. Onlar sizin yanınızda bir yardımcıdan öte değildir. Bundan başka da onlar üzerinde bir hakkınız yoktur. Ancak açıkça çirkin bir şey yaptıklarında onlarla yataklarınızı ayırın ve gerekirse incitmeyecek bir şekilde dövün. Şayet size itaat ederlerse artık onların aleyhlerinde olacak başka şeylere kalkışmayın. Bilin ki sizin, kadınlar üzerinde bazı haklarınızın olduğu gibi kadınların da sizlerin üzerinde bazı hakları vardır.

Sevmediğiniz kişileri evinize almamaları, sevmediğiniz kişilerin evinize girmesine izin vermemeleri kadınlar üzerindeki haklarınızdandır. Yiyecek ve giyeceklerini iyi bir şekilde temin etmeniz de onların sizin üzerinizdeki haklarındandır. "

Beyhakî'nin Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkekten, karısını dövmesinin hesabı sorulamaz" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onları incitmek için bahane aramayın..." âyetini açıklarken:

“Seni sevmemesinden dolayı onu suçlamaya kalkma, zira bu nefreti onun içine yerleştiren Yüce Allah'tır" demiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın..." âyetini açıklarken:

“Kadın kocasını sevmemesine rağmen yatağına geldiği zaman erkek kendisini sevmesini ondan isteyemez. Zira sevgi kişinin elinde olan bir şey değildir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkek karısını yatağına davet edip kadın gelmediği ve kocası o geceyi karısına öfkeli bir şekilde geçirdiği zaman sabaha kadar melekler o kadına lanet ederler" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî, Talk b. Ali'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Erkek karısını (cinsel) ihtiyacı için çağırdığı zaman kadın tandır başında olsa dahi bu çağrısına cevap versin" buyurduğunu işittim.

İbn Sa'd'ın Talk'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kadın devenin sırtında olsa dahi kocasının ilişki davetine karşı çıkmasın" buyurmuştur.

35

"Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur, şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Karı kocanın arası bozulduğu zaman biri erkek tarafından, biri de kadın tarafından olmak üzere salih olan iki kişi hakem kılınır. Bu iki hakem kusurun kocada olduğunu görürlerse kadını ondan uzaklaştırırlar ve kocayı kadının nafakasını karşılamakla yükümlü tutarlar. Kadını hatalı bulmaları halinde onu kocasıyla yaşamaya mecbur ederler ve nafakasını da keserler. Karı kocanın ayrılması veya birlikte yaşamaları konusunda hakemlerin vereceği karar geçerli olur. Birlikte yaşamalarına karar verilip de eşlerden biri razı olurken diğer razı olmazsa, içlerinden birinin ölmesi halinde birlikte yaşamaya razı olan eş diğerine mirasçı olur. Ancak razı olmayan eş diğerinin ölümü durumunda ona mirasçı olamaz. Hakemler karı kocanın arasını bulmak istedikleri zaman da Yüce Allah ıslahı amaçlayan her bir kimseye yaptığı gibi onları da hak ve doğruyu bulma konusunda muvaffak kılacaktır."

Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, Musannef’te, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen de bildirdiğine göre Abîde es-Selmânî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bir karı koca Hazret-i Ali'nin yanına geldiler. Her birinin yanında da kendi ailesinden bir topluluk vardı. Hazret-i Ali, biri kadının ailesinden, biri de erkeğin ailesinden olmak üzere iki hakemin yanına gönderilmesini istedi. Seçilen hakemler yanına geldiklerine onlara:

“Ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz değil mi? Şâyet bir arada kalmalarını uygun görürseniz bir araya getirecek, ayrılmalarını uygun görürseniz de onları ayıracaksınız" dedi. Kadın:

“Allah'ın Kitab'ında lehimde veya aleyhimde verilecek hükmü kabul ediyorum!" demesine karşılık, kocası:

“Şâyet ayrılma hükmü çıkacaksa ben kabul etmiyorum!" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali, kadının kocasına:

“Yanılıyorsun! Sen de kadının kabul ettiğini kabul edeceksin!" diye çıkıştı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Karı koca arasında bir sorun çıktığı zaman koca önce kadına nasihatte bulunur. İşe yaramadığı zaman yatağında onu yalnız bırakır. Yine işe yaramadığı zaman onu döver. Bunun da işe yaramaması halinde durumu hâkime iletir. Hâkim de biri erkeğin, biri de kadının ailesinden olmak üzere iki hakemi karı kocanın yanına gönderip durumu öğrenirler. Sonrasında hâkimin yanına gelirler. Kadının ailesinden olan hakem:

“Kocası ona şöyle şöyle yapıyor" der. Erkeğin ailesinin hakemi de:

“Kadın adama şöyle şöyle yapıyor" der. Hâkim de iki hakemin dediklerine göre karı kocadan haksız olan tarafı belirleyip gerekli yaptırımı uygular. Ancak kadın kocasına asi olmuşsa bu durumda hâkim bedel karşılığında onları ayırır.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Amr b. Murra'dan bildirir: Saîd b. Cübeyr'e Kur'ân'da geçen bu iki hakemi sorduğumda şöyle dedi:

“Bir erkeğin, biri de kadının ailesinden olmak üzere iki hakem tayin edilir. Bu iki hakem karı kocadan birine gidip onunla konuşup, nasihatte bulunurlar. Eğer bu konuşma bir fayda getirmezse bu sefer diğer eşin yanına gidip konuşur, ona nasihatlerde bulunurlar. Karı kocanın arası bulunursa geri dönerler. Ancak anlaşma olmazsa bu durumda hakemlerin vereceği karar geçerli olur."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Böylesi bir konuda benle Muâviye hakem olarak gönderildik. Gönderilirken de bize:

“Şâyet bir araya gelmelerini uygun görürseniz bir araya getirin, ayrılmalarını uygun görürseniz de ayırın" denildi." Ravi der ki:

“Onları görevlendirip gönderen Osman'dı."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

“Hakemlerin gönderilmesi arayı bulmak ve haksız olan tarafı belirleyip ortaya koymak içindir. Yoksa karı kocayı ayırma gibi bir yetkileri yoktur."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Katâde'den benzerini zikreder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Erkek, serkeşlik edip kendisine asi olan ve:

“Verdiğin yeminlere sadık kalmayacak ve iznin olmasa da istediğim kişileri eve alacağım" diyen karısından, belirlenen iki hakemin de uygun görmesiyle bedel karşılığında (hul' yoluyla) ayrılabilir. Ancak yetkili kişi bunları resmi olarak ayırırken kadının:

“Seninle ilişkiye girmeyecek ve namaz kılmayacağım!" demiş olması şartını da koşar. Kadın bunları demişse o zaman yetkili kişi boşanmayı onaylar.

İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den bildirir: Hazret-i Ali böylesi davalarda biri kocanın biri de kadının ailesinden olmak üzere iki hakem görevlendirirdi. Kadının ailesinin hakemi kocaya:

“Karına neden kızgınsın?" diye sorunca, adam:

“Şundan şundan dolayı kızgınım" der. Hakem ona:

“Peki, şâyet hoşlanmadığın tarafını sevebileceğin bir şekilde yapsa ondan yana Allah'tan korkar, geçimi ve giyimi konusunda gerekeni yapıp onunla iyi geçinir misin?" diye sorunca, adam:

“Evet!" derse bu defa erkeğin ailesinin hakemi kadına:

“Sen neden kocana öfkelisin?" diye sorar. Sorular sonunda kadına da anlaşma yönünde aynı teklif yapılınca kadın:

“Evet!" derse anlaşma sağlanır bir araya getirilirler. Hazret-i Ali:

“Yüce Allah bu iki hakemin kararıyla karı kocayı bir araya getirir veya ayırır" demiştir.

Beyhakî, Hazret-i Ali'den bildirir:

“Hakemlerden biri hüküm verirken, diğeri vermediği zaman ikisi aynı hükümde karar kılmadıktan sonra birinin verdiği hükmün herhangi bir değeri yoktur."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur..." âyetini açıklarken:

“Burada söz konusu kişiler tayin edilen iki hakemdir" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur..." âyetini açıklarken:

“Burada arayı düzeltecek ve araları bulunacak kişilerden kasıt, karı koca değil iki hakemdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Bunlar arayı düzeltmek isterlerse..." âyetini açıklarken:

“Burada kastedilen kişiler karı ile kocayı barıştırmak için onlara nasihatler veren hakemlerdir" demişlerdir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-âliye:

“...Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah onların yerini bilir, yerlerinden haberdardır" demiştir.

Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir: Kadının biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Kocanın, karısının üzerindeki hakkı nedir?" diye sordu. Allah Resûlü şöyle cevap verdi:

“Kadın deve üzerinde dahi olsa kocasının davetini geri çevirmez. Kocasının izni olmadan evinden herhangi bir şeyi birine vermez. Şayet böyle yaparsa verdiği şeyin sevabı kocasının, günahı da kendisinin olur. Kocasının izni olmadan kadın nafile oruç tutamaz. İzni olmadan nafile oruç tutması halinde sevap kazanmaz günaha girer. Kocasının izni olmadan kadın evden çıkamaz. İzni olmadan çıkması halinde bunu yaptığı için tövbe edene veya eve geri dönene kadar rahmet ve azap melekleri olmak üzere tüm melekler ona lanet ederler. "

Abdurrezzâk, Taberânî, Hâkim, Ebû Nuaym, Hilye'de, Beyhakî, Sünen'de ve İbn Asâkir, Abdullah b. Abbâs'tan bildirir: Hâriciler müslümanların cemaatinden ayrılınca (onlarla yapılacak savaş öncesi) Hazret-i Ali'ye:

“Ey müminlerin emiri! Namazı biraz geciktir de şu adamların yanına gidip konuşmayı deneyeyim!" dedim. Sonrasında en güzel giysilerimi giyip yanlarına gittim. Beni gördüklerinde:

“Hoş geldin ey İbn Abbâs!" diyerek karşıladılar ve:

“Bu giysiler de ne oluyor?" dediler. "Giysilerimden dolayı beni neden kınayasınız ki? Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de çok güzel giysiler giydiğini gördüm. Yüce Allah da: «Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?» buyurur" karşılığını verdim.

Bana:

“Ne diye geldin?" dediklerinde:

“Söyleyin bakalım! Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası oğlu, damadı ve ona ilk inanan kişiye, ashabın yanında yer aldığı zata neden düşmansınız?" diye sordum. "Üç nedenden dolayı ona düşmanız!" karşılığını verdiler. "Bunlar nedir?" diye sorduğumda:

“Birincisi Allah'ın dininde insanları hakem tayin etti. Oysa Yüce Allah:

“Hüküm ancak Allah'ındır" buyurur" dediler. "Diğeri ne?" diye sorduğumda:

“Savaştı, ancak esir ve ganimet almayı kabul etmedi. Şâyet savaştığı kişiler kâfir iseler onların malları kendisine helal olur. Ancak savaştığı kişiler mümin iseler o zaman döktüğü kanlar haram olan kanlardı" dediler. "Diğeri ne?" diye sorduğumda da şöyle dediler:

“Bir diğeri de, kendini müminlerin emiri sıfatından silmesidir. Müminlerin emiri değilse o zaman kâfirlerin emiridir!" Onlara:

“Peki, sizlere hak olan Kur'ân âyetlerinden, Peygamberinizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetinden sizin de bilip kabul edeceğiniz bir şeyler söylesem bu fikirlerinizden döner misiniz?" diye sorduğumda:

“Tabi ki döneriz!" karşılığını verdiler. Onlara şöyle dedim:

“Yüce Allah'ın dininde bazı adamları hakem tayin etti, diyorsunuz. Oysa Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kabe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder..." Yine kadın ile kocası konusunda şöyle buyurmuştur:

“Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin..." Şimdi Allah aşkına söyleyin! Müslümanların kanının akmasının önlenmesi ve aralarının düzelmesi konusunda mı hakem tayin etmek daha evladır, yoksa değeri çeyrek dirhem olan bir tavşanın öldürülmemesi konusunda mı?" Bu soru üzerine:

“Tabi ki Müslümanların kanının akıtılmaması ve aralarının düzelmesi için hakem tayin etmek daha evladır" dediler. Bunun üzerine onlara:

“Bu sorunu hallettik mi?" diye sorduğumda:

“Allah için söylemek gerekirse evet, halloldu!" dediler.

Şöyle devam ettim:

“Savaştığı halde karşı taraftan esir ve ganimet almadığı konusuna gelince, esir olarak annenizi mi (Hazret-i Âişe) esir alacaksınız? Diğer esirleri kendinize helal kıldığınız gibi annenizi de mi kendinize helal kılacaksınız? Şâyet onu anneniz olarak görmüyorsanız o zaman küfre girer, İslam dininden çıkmış olursunuz. Zira Yüce Allah:

“Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir..." buyurur. Her halükârda iki sapkınlık içinde olacaksınız. Ya annenizi esir alacaksınız ya da küfre gireceksiniz. İkisinden birini seçin!" Sonra onlara:

“Bu sorunu da hallettik mi?" diye sorduğumda:

“Allah için söylemek gerekirse evet, halloldu!" dediler.

Şöyle devam ettim:

“Yine kendini müminlerin emiri sıfatından sildiğini söylüyorsunuz. Hudeybiye'de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) anlaşmanın metnini yazmak üzere Kureyşlileri çağırmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yaz: «İşte bu metin, Resûlullah olan Muhammed'in hükümlerini içerir»" buyurdu. Ancak Kureyşliler:

“Vallahi senin Allah'ın Resulü olduğunu kabul etseydik seni Kabe'den alıkoymaz ve seninle savaşmazdık. Onun için bunun yerine "Muhammed b. Abdillah" yaz" diye itiraz ettiler. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Beni yalanlasanız da ben Allah'ın Resûlüyüm!" karşılığını verdi ve:

“Ey Ali! Muhammed b. Abdillah yaz" emrini verdi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'den daha üstün birisidir." Ardından:

“Bu sorunu da hallettik mi?" diye sorduğumda:

“Allah için söylemek gerekirse evet, bu da halloldu!" dediler. Bu münazaranın ardından içlerinden yirmi bin kişi eski fikirlerinden geri döndü. Kalan dört bin kişi de savaşta öldürüldü.

36

"Allah'a İbadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez."

Ahmed ve Buhârî, Sehl b. Sa'd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benle yetime kefil olan kişi, Cennette bunlar gibi beraber olacağız" buyurdu ve işaret parmağı ile orta parmağını gösterdi.

Ahmed, Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sadece Allah rızası için bir yetimin başını okşayan kişiye elinin değdiği her bir kıl için bir iyilik yazılır. Himayesindeki yetim erkek veya kıza iyi davranan kişiyle Cennette bu ikisi gibi beraber olacağız" buyurdu ve işaret parmağı ile orta parmağını yan yana getirip gösterdi.

İbn Sa'd ile Ahmed'in Amr b. Mâlik el-Kuşeyrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman bir köleyi azat eden kişiye bu köle Cehennemden kurtuluşunun bedeli olur ve kölenin her bir kemiğine karşılık onun bir kemiği Cehennem ateşinden kurtulur. Anne babasından birisi yanında ihtiyarlayıp da yine de bağışlanmayan kişi de Allah'ın rahmetinden uzak olsun. Müslüman bir anne ve babadan olan bir yetimi yemeğine ve içeceğine ortak eden ve başkasına muhtaç etmeyen kişiye Cennet vacip olur."

Hakîm et-Tirmizî, Enes b. Mâlik'ten bildirir:

“Yetim bir erkek veya kız çocuğuna iyi davranan kişiyle Cennette şu ikisi gibi olacağız" buyurdu ve iki parmağını bir araya getirdi.

Hakîm et-Tirmizî, Ümmü Sa'd binti Murra el-Fihriyye'den, o da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benle kendisine veya başkasına ait bir yetime kefil olan ve haklarında Allah'tan korkan kişi, Cennette şu ikisi (iki parmağım) gibi beraber olacağız" buyurmuştur.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yakın komşuya, uzak komşuya..." âyetini açıklarken:

“Yakın komşudan kasıt, akrabalardan olan komşulardır. Uzak komşudan kasıt da akraba olmayan komşulardır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Nevf eş-Şâmî:

“...Yakın komşuya, uzak komşuya..." âyetini açıklarken:

“Yakın komşudan kasıt, müslüman olan komşulardır. Uzak komşudan kasıt da Yahudi veya Hıristiyan olan komşulardır" demiştir.

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Ebû Şureyh el-Huzâî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ve ahiret gününe iman eden kişi komşusuna iyi davransın" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cebrail komşu konusunda bana o kadar çok nasihatte bulundu ki neredeyse komşuyu komşuya varis kılacak diye düşündüm" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de  bildirdiğine göre Abdullah b. Amr bir koyun kesilince:

“Yahudi komşumuza bundan bir şey verdiniz mi? Yahudi komşumuza bundan bir şey verdiniz mi? Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Cebrail komşu konusunda bana o kadar çok nasihatte bulundu ki neredeyse komşuyu komşuya varis kılacak diye düşündüm» buyurduğunu işittim" demeye başlardı.

Buhârî, Edeb'de, Ebû Ya'lâ ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin, komşusu aç iken kendisi tok olacak biri değildir" buyurduğunu işittim.

Buhârî, Edeb'de İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Nice komşu kıyamet gününde komşusuna yapışıp: «Rabbim! Bu komşum kapılarını yüzüme kapattı ve iyiliğini benden esirgedi» diyecektir. "

Buhârî, Edeb'de, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Filan kadın gecelerini namazla gündüzlerini oruçla geçiriyor. Sadaka verip güzel amellerde bulunuyor. Ancak diliyle komşusuna eziyet ediyor" dediklerinde:

“O kadında bir hayır yoktur ve Cehennemliktir" buyurdu. "Filan kadın da farz namazlarını kılıyor, Ramazan orucunu tutuyor, sadaka olarak peyniri tulumlarla veriyor. Komşusuna da eziyet etmiyor" denilince, Allah Resûlü:

“Bu kadın Cennet ahalisindendir" buyurdu.

Buhârî, Edeb'de ve Hâkim, Hazret-i Âişe'den bildirir:

Resûlallah! İki tane komşum var. Hangisine bir şeyler vereyim?" diye sorduğumda:

“Kapısı sana en yakın olana ver" buyurdu.

Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Kişi bir şeyler vermeye uzak komşusundan değil, en yakın komşusundan başlar. Bu şekilde yakından uzağa doğru gider" demiştir.

Buhârî'nin Edeb'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye komşu konusu sorulunca:

“Kişiye önden kırk, arkadan kırk, sağından kırk ve solundan kırk ev komşu sayılır "demiştir.

Buhârî, Edeb'de, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Hureyre'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Bana eziyet veren bir komşum var" deyince, Allah Resûlü:

“Evine git ve eşyalarını yola koy" buyurdu. Bunun üzerine adam gitti ve evinin eşyalarını yola koydu. İnsanlar da başında toplandı ve:

“Ne oldu?" diye sormaya başladılar. Adam:

“Bana eziyet eden bir komşum var. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bunu zikrettiğimde:

“Evinin eşyalarını yola çıkar" emrini verdi" dedi. Bunun üzerine insanlar:

“Allah ona (komşuna) lanet etsin! Allah onu rezil rüsvay etsin!" demeye başladılar. İnsanların bu dedikleri, söz konusu komşuya ulaşınca adamın yanına geldi ve:

“Eşyalarını evine geri koy, bundan sonra sana eziyet etmeyeceğim!" dedi.

Buhârî, Edeb'de ve Beyhakî, Ebû Cuhayfe'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip komşusundan şikâyetçi oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Evinin eşyalarını yola çıkar. Bu şekilde gelip geçen herkes o komşuna lanet edecektir" buyurdu. Adam eşyaları yola çıkarınca gelip geçen herkes o komşusuna lanet okumaya başladı. Bunun üzerine komşusu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların lanetini nasıl buldun?" diye sorunca, adam:

“Onların lanetinin yanında Allah'ın da laneti üzerime olsun" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, şikâyette bulunan adama:

“Yeterlidir, eşyalarını eve koy" buyurdu.

Buhârî, Edeb'de Sevbân'dan bildirir:

“Verdiği eziyet ve ettiği haksızlıktan dolayı komşusunun evinden taşınmasına sebep olan kişi mutlaka helak olur."

Hâkim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi iman etmiş sayılmaz! Vallahi iman etmiş sayılmaz! Vallahi iman etmiş sayılmaz!" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Kim?" diye sorduklarında:

“Komşusunu felaketinden emin kılamayan komşudur" buyurdu. Ashab:

“Felaketten kasıt nedir?" diye sorduklarında:

“Kötülüğüdür" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Komşusu, kötülüğünden emin olmayan kişi mümin değildir" buyurmuştur.

Hâkim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah rızıklarınızı taksim ettiği gibi ahlâkınızı da aranızda taksim etmiştir. Yüce Allah malı sevdiğine de sevmediğine de verir, ancak imanı sadece sevdiği kişilere ihsan eder. Kime imanı vermişse de onu sevmiş demektir. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki kalbi temiz ve sağlam olmadıkça kişi Müslüman olamaz. Komşusu, kötülüğünden emin olmadıkça da mümin biri olamaz."

Ahmed ve Hâkim, Hazret-iÖmer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kişi, komşusu da doymadan kendisi doyamaz" buyurduğunu işittim.

Ahmed, Ebû Umâme'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) komşu konusunda o kadar çok öğütte bulundu ki komşuyu komşuya varis kılacak sandım."

Ahmed ve Buhârî, Ebû Şurayh el-Ka'bî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi iman etmiş sayılmaz! Vallahi iman etmiş sayılmaz! Vallahi iman etmiş sayılmaz!" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Kim?" diye sorduklarında:

“Komşusunu felaketinden emin kılamayan komşudur" buyurdu.

Ahmed, Ebu'l-Âliye vasıtasıyla Ensâr'dan bir adamdan bildirir: Ailemden ayrılıp Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim. Vardığımda yanında bir adamla birlikte duruyordu. Ben özel bir durumlarının olduğunu düşündüm. Adam gidince:

Resûlallah! Bu adam seni o kadar ayakta bekletti ki sana acımaya başlamıştım" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu gördün mü ki?" diye sorunca:

“Evet, gördüm" dedim. "Onun kim olduğunu biliyor musun?" diye sorunca:

“Hayır, bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“O Cebrail'di. Komşu hakkında bana o kadar çok nasihat etti ki neredeyse komşuyu komşuya varis kılacak sandım" buyurdu ve ekledi:

“Şayet ona selam verseydin selamını alırdı."

İbn Ebî Şeybe'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ve ahiret gününe iman eden kişi komşusuna eziyet etmesin" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cebrâil komşu hakkında bana o kadar çok nasihat etti ki, neredeyse komşuyu komşuya varis kılacak sandım" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Hâkim ve İbn Asâkir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“ Allahım! Yerleşik bir yerdeki kötü komşudan sana sığınırım. Zira bedevi bir komşu arada bir yer değiştirir" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Lubâbe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Komşuya eziyetin küçüğü, önemsizi yoktur" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Edeb'de ve Beyhakî, Mikdâd b. el-Esved'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zina konusunda ne dersiniz?" diye sorunca, ashab:

“Yüce Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığı ve kıyamete kadar da haram kalacak olan bir şeydir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin on kadınla zina etmesinin vebali, komşularından bir kadınla zina etmesinin yanında hafif kalır" buyurdu ve:

“Peki, hırsızlık hakkında ne dersiniz?" diye sordu, ashab:

“Yüce Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığı ve haram kalacak olan bir şeydir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin on evden hırsızlık yapmasının vebali, komşularından birinin evinden hırsızlık yapmasının yanında hafif kalır" buyurdu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yanınızdaki arkadaşa..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt yol arkadaşıdır" demiştir.

İbn Cerîr de Saîd b. Cübeyr ile Mücâhid'den bu yorumun benzerini zikreder.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“...Yanınızdaki arkadaşa..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, mukîm iken oturma arkadaşın, yolculukta yol arkadaşın ve evde beraber yattığın eşindir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Fudeyk vasıtasıyla Filân b. Abdillah'tan, o da güvenilir bulduğu birinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından biriyle bir yolculuktaydı. Her biri de bir bineğe binmişti. Bir ara Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağaçlık bir yere girdi ve binekleri sürmek için biri eğri biri de düzgün olmak üzere iki dal kesti. Düzgün olanı arkadaşına verip eğri, olanı kendisi aldı. Arkadaşı:

Resûlallah! Düzgün olanı almayı sen daha fazla hakediyorsun" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır ey filan! Kişi günün kısa bir zamanında olsa dahi birini kendine yoldaş ettiği zaman onun yoldaşlığından sorumlu olur" buyurdu.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Tirmizî, İbn Cerîr ve Hâkim'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için hayırlı olan kişidir. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusu için hayırlı olan kişidir" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-iAli:

“...Yanınızdaki arkadaşa..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt kişinin karışıdır" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, İbn Mes'ûd'dan bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr de İbn Abbâs'tan bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Elinizin altındakilere..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın seni yetkili kıldığı kişilere iyi davran ve onlarla iyi geçin. Yüce Allah âyette saydığı tüm kişilere iyi davranılmasını öğütlemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil:

“...Elinizin altındakilere..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlardan kasıt, köle ve cariyelerdir. Yüce Allah, bunlara iyi bir şekilde davranılmasını ve emrettiği şekilde haklarının verilmesini öğütlemiştir."

Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî ve Müslim'in Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyrmuştur:

“Köleleriniz de sizin kardeşlerinizdir. Yüce Allah onları sizin elinizin altına vermiştir. Bunun içindir ki kardeşi elinin altında bulunan kişi ona yiyeceğinden yedirsin, giyeceğinden giydirsin. Güçlerini aşacak görevler yüklemeyin. Güçlerini aşan bir iş vereceğiniz zaman da onlara yardımcı olun."

Buhârî, Edeb'de Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kölelere iyi davranılmasını emreder ve:

“Onlara yiyeceğinizden yedirin, giyeceğinizden giydirin. Yüce Allah'ın yarattıklarına eziyet vermeyin" buyururdu.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ'nın ve kölesinin üzerinde aynı türden beyaz giysiler görülünce bunun sebebini sordular. Ebu'd-Derdâ şu karşılığı verdi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kölelerinize giydiklerimden giydirin, yediklerinizden yedirin» buyurduğunu işittim."

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Şuab'da Hazret-i Ali'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) son sözlerinden biri:

“Namaz! Namazlarınıza dikkat edin! Elinizin altındakiler konusunda da Allah'tan korkun!" sözü idi.

Bezzâr, Ebû Râfi'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Elinizin altında bulunanlar konusunda size Allah'ı hatırlatırım! Namazlarınıza da dikkat edin!" diyerek vefat etti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat öncesi son sözleri de bunlar idi.

Beyhakî, Delâil'de Ümmü Seleme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat anında nasihetlerinin geneli:

“Namaz! Namazlarınıza dikkat edin! Elinizin altındakiler konusunda dikkatli davranın" yönündeydi. Sonlara doğru bunu içinden geçiriyor, ancak söze dökemiyordu.

Ahmed ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat anında nasihatlerinin geneli:

“Namaz! Namazlarınıza dikkat edin! Elinizin altındakiler konusunda dikkatli davranın" yönündeydi. Sonlara doğru bunu içinden geçiriyor, ancak söze dökemiyordu.

Abdurrezzâk, Müslim ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kölenin yiyecek ile giyeceğinin efendisi tarafından karşılanması lazımdır. İş konusunda da ancak gücünün yetebileceği kadarı kendisinden istenmelidir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Fakir kişi zengin için bir imtihandır. Zayıf kişi güçlü kişi için bir imtihandır. Köle kişi de efendi için bir imtihandır. Onun için efendi Allah'tan korksun ve kölesine kaldıramayacağı yükler yüklemesin. Yapamayacağı bir iş söylediği zaman ona yardımcı olsun. Yapamadığı zaman da ona eziyet etmesin."

Ahmed ve Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hizmetinizi ve işlerinizi gören kölelerinize yediğinizden yedirip giydiğinizden giydirin. İşinize yaramayan ve iş yapamayan kölelerinizi ise satın, Allah'ın yarattıklarına eziyet etmeyin."'

Taberânî ve Beyhakî'nin Râfi' b. Mekîs'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kötü ahlâk kişi için mutsuzluk kaynağıdır. Köleye iyi davranmak berekettir. İyilik yapmak ömrü uzatır. Sadaka da kötü bir ölümden korur" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kölelerine kötü davranan kişi Cennete giremez" buyurmuştur.

Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Kölemizi günde kaç defa affedelim?" diye sordu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yetmiş defa" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Biriniz, kölesini döverken Allah'ı andığı zaman dövmeyi bıraksın" buyurmuştur.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de  ve Beyhakî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kölelerinizi dövmeyiniz. Zira onu döverken nelere sebep olacağınızı bilemezsiniz" buyurmuştur.

Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Karımın üzerimdeki hakları nedir?" diye sordu. Allah Resûlü:

“Yediğinden ona yedirir, giydiğinden de ona giydirirsin" buyurdu. Adam:

“Komşumun üzerimdeki hakları nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona iyilik yapar, kötülük yapmaktan da sakınırsın" buyurdu. Adam:

“Kölemin üzerimdeki hakları nedir?" diye sorunca da Resûlallah:

“Kıyamet gününde kölenden yana karın ve komşundan daha fazla sorumlu tutulacaksın" buyurdu.

Abdurrezzâk, Musannef te, İbn Sa'd ve Ahmed, Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattâb'tan, o da babasından bildirir: Vedâ haccında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kölelerinize dikkat edin! Kölelerinize dikkat edin! Onlara yediklerinizden yedirip giydiklerinizden giydirin. Bir kusur işleyip de onları affetmek istemediğiniz zaman satın, ama Allah'ın yarattıklarına eziyet etmeyin!" İbn Sa'd bunu Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattâb'tan bildirirken, Abdurrezzâk ile Ahmed, Abdurrahman b. Yezîd'den bildirmişlerdir.

Abdurrezzâk, Dâvud b. Ebî Âsım'dan bildirir: Bana ulaşana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Sus! Gök ses çıkarıyor ki böylesi, bir sesi çıkarmakta da haklı. Zira gökte meleklerin secde etmediği bir avuç içi (veya: bir karış) kadarlık bile yer yoktur. Allah'tan korkun ve elinizin altında bulunanlara iyi davranın. Onlara yediklerinizden yedirip giydiklerinizden giydirin. Güçlerini aşan işlere koşmayın. Şayet sizin ahlâkınıza uygun olmayan kötü bir huyları olursa (onları satıp) bu huylarıyla uğraşmayı başkalarına bırakın, ancak Allah'ın kullarına eziyet etmeyin."

Abdurrezzâk, İkrime'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kölesini döven Ebû Mes'ûd el-Ensâri'yle karşılaşınca ona:

“Vallahi Allah sana, bu kölene yaptığından daha fazlasını yapmaya kadirdir" diye çıkıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) köleye, gözünün çıkarılması, burnunun kesilmesi gibi müsle yapmayı yasakladı. Köleler konusunda şöyle buyurdu:

“Onları doyurun, aç bırakmayın. Giydirin çıplak bırakmayın. Döverken aşırı gitmeyin, zira onlardan dolayı hesaba çekileceksiniz. Onları ağır işlere koşmayın. Kölenizi sevmediyseniz onu satın ve çalışıp kazanmayı köle için bir eziyete dönüştürmeyin. "

Abdurrezzâk ve Müslim, Zâzân'dan bildirir: İbn Ömer'in yanında oturuyorken bir kölesini çağırdı ve onu azat etti. Sonra yerden bir şey alarak:

“Bu kölenin bana kazandırdığı şundan fazla değil" dedi ve şöyle devam etti:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Haksız yere kölesine had uygulayan veya ona tokat atan kişinin bu yaptığının keffareti köleyi azat etmektir» buyurduğunu işittim."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Süveyd b. Mukarrin'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında biz Süveyd oğulları yedi kişiydik ve tek bir tane kölemiz vardı. İçimizden biri bu köleye tokat atınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu azat edin" buyurdu. " Resûlallah! Bundan başka hizmetçimiz yok" dediğimizde:

“Ona ihtiyacınız kalmayıncaya kadar size hizmet etsin, sonra da onu özgür bırakın" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Buhârî, Edeb'de Ammâr b. Yâsir'den bildirir:

“Biriniz haksız yere kölesine vurduğu zaman kıyamet gününde bunun kısası yapılır."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Kıyamet gününde kişiye en fazla yüklenecek kişiler köleleridir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Tirmizî, Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den bildirir: Kölelerimden birini döverken arkamdan bir ses işittim. Dönüp baktığımda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu gördüm. Bana:

“Vallahi Allah sana, bu kölene yaptığından daha fazlasını yapmaya kadirdir" buyurdu. Bu sözün ardından hiçbir kölemi dövmemeye yemin ettim.

Abdurrezzâk, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Adamın biri kölesini döverken kölesi:

“Senden Allah'a sığınırım!" diyordu. Ancak efendisi onu dövmeye devam ediyordu. Köle Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) görünce:

“Senden Allah Resûlü'ne sığınırım" demeye başladı. Bunun üzerine efendisi elindekini atıp köleyi dövmeyi bıraktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi Allah, sığınacak yer arayan kişi için sığınmaya benden daha fazla layıktır" buyurdu.

Bunu duyan adam:

Resûlallah! Allah rızası için onu azat ediyorum" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi onu azat etmeseydin, bu yaptığından dolayı şu yüzün Cehennem ateşinin içinde olacaktı" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbnu't-Teymî'den bildirir: Bir cariyemi dövmek için yemin ettim. Ancak babam bana şöyle dedi:

“Bize bildirilene göre can, bedenin içinde dolanır durur. Karar kılacağı yer başı olabilir, şurası olabilir, burası olabilir. Sen onu döverken karar kıldığı yere denk gelir de onu öldürmüş olursun. Onun için bunu yapma!"

Ahmed, Zühd'de Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî'den bildirir: Ebu'd-Derdâ'nın bir ümmü veledi vardı. Oğullarından biri bir gün bu cariyeye tokat atınca Ebu'd-Derdâ ikisini yan yana getirdi ve cariyeye:

“Sen de ona tokat at!" dedi. Cariye:

“Ben onu affettim" karşılığını verince, Ebu'd-Derdâ:

“Şâyet onu affettiysen o zaman Haram'lılardan bulduğunu getir ve affettiğine dair onları şahit kıl" dedi. Cariye gidip onları getirdi ve affettiğine dair onları şahit kıldı. Bunun üzerine Ebu'd-Derdâ:

“Git! Allah için özgürsün! Ama bu yaptığımızdan keşke Derdâ ailesi günahsız, başabaş çıkabilse" dedi.

Ahmed, Ebû Kılâbe'den bildirir: Selmân'ın yanına girdiğimizde hamur yoğuruyordu. Ona:

“Ne yapıyorsun böyle?" dediğimizde:

“Hizmetçiyi bir iş için gönderdik. Ona iki işi birden yüklemeyi de istemedik" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah büyüklenen, yaptığı iyilikleri veya verdiği şeyleri hesaplayıp sayan ve Allah'a şükretmeyenleri sevmez" demiştir.

Ebû Ya'lâ ve Diyâ el-Makdisî, el-Muhtâre'de Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah kıyamet gününde tüm insanları tek bir yerde topladığı zaman Cehennem ateşi cayır cayır yanarak ve alevleri birbirine dolanarak gelir. Bekçileri onu durdurmaya çalışırken kendisi: «Rabbimin izzetine andolsun ki ya beni eşlerimle baş başa bırakır ya da tüm insanların üzerine yönelirim» der. Ateşe: «Eşlerin kimler?» diye sorulunca, ateş: «Kibirlenen her bir zorba!» karşılığını verir. Sonra içinden bir alev uzanıp insanların içinden bu kişileri alıp ateşin içine atar ve geri çekilir. Sonra bir daha cayır cayır yanarak ve alevleri birbirine dolanarak gelir. Bekçileri onu durdurmaya çalışırken kendisi: «Rabbimin izzetine andolsun ki ya beni eşlerimle baş başa bırakır ya da tüm insanların üzerine yönelirim» der. Ateşe: «Eşlerin kimler?» diye sorulunca, ateş: «Nankör olan her bir zorba» karşılığını verir. Sonra içinden bir alev uzanıp insanların içinden bu kişileri alıp ateşin içine atar ve geri çekilir. Daha sonra bir daha cayır cayır yanarak ve alevleri birbirine dolanarak gelir. Bekçileri de onu durdurmaya çalışırken kendisi: «Rabbimin izzetine andolsun ki ya beni eşlerimle baş başa bırakır ya da tüm insanların üzerine yönelirim» der. Ateşe: «Eşlerin kimler?» diye sorulunca, ateş: «Kibirlenen ve övünen her bir kişi!» karşılığını verir. Sonra içinden bir alev uzanıp insanların içinden bu kişileri alıp ateşin içine atar ve geri çekilir. Sonrasında Yüce Allah kullarının hesabını görmeye başlar."'

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Câbir b. Atîk'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın sevdiği kıskançlık vardır, bir de sevmediği kıskançlık vardır. Aynı şekilde Yüce Allah'ın sevdiği büyüklenme vardır, bir de sevmediği büyüklenme vardır. Sevdiği kıskançlık şüpheye dayalı olan kıskançlıktır. Sevmediği kıskançlık ise ortada şüpheli hiçbir durum yokken yapılan kıskançlıktır. Yüce Allah'ın sevdiği büyüklenme de kişinin savaş meydanında düşmana karşı tasladığı büyüklük ve sadaka verirken gösterdiği büyüklüktür. Sevmediği büyüklenme ise kişinin kendi şahsıyla kibirlenerek ve övünerek büyüklük taslamasıdır."

Ahmed ve Hâkim, Câbir b. Süleym el-Hüceymî'den bildirir: Medine'nin yollarından birinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştım. "Aleyke's-selâm yâ Resûlallah!" dediğimde:

“Aleykes-selâm ölüleri selamlama şeklidir. Bizim ki Selâmün aleyküm şeklindedir. Selâmün aleyküm! Selâmün aleyküm!" karşılığını verdi. İzarın nereye kadar olması gerektiğini sorduğumda doğrulup diz kapaklarını gösterdi ve:

“tzarırı şuraya kadar olsun. Daha uzun olmasını istersen daha aşağıya, daha da uzun olmasını istersen topuklara kadar olsun. Bunu da kabul etmez daha da uzun olmasını istersen bilmelisin ki Yüce Allah kibirlenen ve büyüklenenleri sevmez" buyurdu. Kendisine iyilik konusunu sorduğumda ise şöyle buyurdu:

“Bir ip parçası, bir ayakkabı bağı vermek olsa dahi, kovandan su isteyen birine az bir şey vermek olsa dahi, insanlara eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmak olsa dahi, bir kardeşinin yüzüne gülümseyerek bakmak olsa dahi, karşılaştığın kardeşine selam vermek olsa dahi, yalnız kalmış birini teselli etmek olsa dahi hiçbir iyiliği küçük ve değersiz görme. Şayet biri sende bildiği bir şeyden dolayı sana sövse, sen onda bazı kusurları bilsen de ona sövüp dil uzatma. Bu şekilde onun sevabı sana, günahı da ona olur. Duyulması hoşuna gidecek bir şeyi yap, duyulması hoşuna gitmeyecek şeylerden de uzak dur."'

Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuab'da Mutarrif b. Abdillah'tan bildirir: Ebû Zer'e:

“Bana ulaşana göre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sizlere, Yüce Allah'ın üç şeyi sevdiğini üç şeyi de sevmediğini, bildirdiğini söylüyormuşsun" dediğimde:

“Evet!" karşılığını verdi. "Yüce Allah'ın sevdiği üç şey nedir?" diye sorduğumda:

“Biri, Yüce Allah'ın rızasını umarak ve karşılığını ondan bekleyerek cihad eden, bu uğurda başına gelenlere sabreden kişidir. Bu kişi düşmanla karşılaştığında öldürülene kadar çarpışır. Bunu da Allah'ın Kitab'ında bulabilirsiniz" dedi ve:

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever" âyetini okudu. Sonra şöyle devam etti:

“Diğeri de kötü ve kendisine eziyet veren bir komşusu olan, ancak buna sabredip ölüm veya hayatla Allah'ın bunu defetmesini bekleyen kişidir. Üçüncüsü de bir toplulukla birlikte yolculuğa çıkan, akşam vakti konaklayan, gece sonuna doğru herkesin başını koyup uykuya geçtiği bir zamanda Allah'ın rızasını ve katındakileri umarak kalkıp abdest alan ve ibadet eden kişidir." "Peki, Yüce Allah'ın sevmediği üç kişi kim?" diye sorduğumda:

“Biri kibirlenen ve övünen kişidir ki bunu da Allah'ın Kitab'ında bulabilirsiniz" dedi ve:

“...Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez" âyetini okudu. "Diğeri kim?" diye sorduğumda:

“Cimri ve verdiğini başa kakan kişidir" dedi. "Diğeri kim?" diye sorduğumda da:

“Çokça yemin eden satıcıdır" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Recâ el-Herevî:

“Kölelerine kötü davranan kişiyi mutlaka kibirli ve övünen biri olarak görürsün" dedi ve:

“...Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez" âyetini okudu. Sonra:

“Anne babasına asi olan kişiyi de mutlaka zorba ve azgın biri olduğunu görürsün" dedi ve:

“Beni anneme saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı" âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim, Avvâm b. Havşeb'den bunun benzerini zikreder.

Ahmed, Ebû Dâvud, Nesâî, Bağavî, Bâverdî, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Belhecîm'den bir adamdan bildirir: Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bana öğüt ver" dediğimde:

“îzarını yerde sürümekten sakın! Zira izarı yerde sürümek kibirdendir ve Yüce Allah kibirlenenleri sevmez" buyurdu.

Bağavî, İbn Kâni', Mu'cemu's-Sahâbe'de, Taberânî ve İbn Merdûye, Sâbit b. Kays b. Şemmâs'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken:

“...Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez" âyetini okudu. Sonra kibirden ve ne kadar tehlikeli bir şey olduğundan söz etti. Bunları duyunca ağlamaya başladım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neden ağlıyorsun?" diye sorunca:

Resûlallah! Ben güzel görünmeyi seven biriyim. Hatta ayakkabımın bağının bile güzel olmasından hoşlanırım" dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sen Cennet ahalisinden birisin. Bineğini, eşyalarını güzel tutman kibirden değildir. Asıl kibir, kişinin hak karşısında biiyüklenmesi ve insanları küçümsemesidir. "

Ahmed'in Semure b. Fâtik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Saçlarını az kısaltsa ve izarını da kısa tutsa Semure ne güzel bir genç olur" buyurmuştur.

37

Bkz. Ayet:39

38

Bkz. Ayet:39

39

"Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azab hazırlamışızdır. Mallarım insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır! Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyle bilmektedir."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Kerdem b. Yezîd (Ka'b b. el-Eşref'in müttefiki), Usâme b. Habîb, Nâfi' b. Ebî Nâfi', Bahrî b. Amr, Huyey b. Ahtab ve Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbut, Ensâr'dan bazı Müslümanların yanına gelir ve:

“Mallarınızı infak etmeyin zira mallarınızın tükenip yoksul düşmenizden korkuyoruz. Mallarınızı infak etmekte bu kadar acele davranmayın. Yarın ne olacağını bilemezsiniz!" diyerek tavsiyelerde bulunurlardı. Bunlar hakkında da Yüce Allah:

“Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azab hazırlamışızdır. Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır! Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyle bilmektedir" âyetlerini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlar cimrilik ederler..."âyetini açıklarken:

“Âyet, Ehl-i Kitab'dan olanlar hakkında nazil olmuştur ki bu gerçeği açıklamakta cimri davranıp gizlerler, insanların da bunu gizlemesini isterlerdi" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hadramîbu âyeti açıklarken:

“Âyet, Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Zira bildiklerini açıklamada cimri davranmış ve bu bilgileri gizlemişlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onlar cimrilik ederler..." âyetini açıklarken:

“Bazı Yahudiler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Onlar cimrilik ederler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Yahûdilerdir. Yüce Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan yana cimri davranırlar, kendilerine gönderdiği kitaplar konusunda soru sorulduğu zaman bildiklerini gizlerlerdi."

İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İsrail oğullarının alimleri bildikleri konusunda cimri davranır ve insanlara bir şey öğretmek istemezlerdi. Yüce Allah bu konuda onları kınadı ve:

“Onlar cimrilik ederler...'" âyetini indirdi.'

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar... âyetini açıklarken:

“Bu cimrilik, dünya işleri ve malı konusunda değil ilim konusundadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Ehl-i Kitab'dan Allah düşmanı olanlardır. Yüce Allah'ın üzerilerindeki hakları konusunda cimri davranırken, Tevrat ve İncil'de geçmesine rağmen İslam dini ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındaki bilgileri insanlardan gizlemişlerdir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Tâvus'tan bildirir:

“Cimrilik kişinin elinde bulunanlar konusunda cimri davranmasıdır. Hırs ise kişinin, başkalarının ellerinde bulunan şeylere tamah etmesidir. Kişi, başkalarının elinde bulunan şeye helal veya haram yoldan tamah eder ve elindekine kanaat etmez."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) ile (.....) harflerini fetha ile okumuştur.

Abd b. Humeyd, Amr b. Dînâr'dan bildirir: İbnu'z-Zübeyr bu âyeti: (.....) lafzıyla, (.....) ile (.....) harflerini fetha ile okurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip...' âyetini açıklarken:

“Yahudiler hakkında nazil oldu" demiştir.

40

"Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. İyilik olursa onu kat kat arttırır ve yapana büyük sevap verir"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." âyetini açıklarken:

“Kırmızı karınca başı kadar olsa bile haksızlık yapmaz" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Zerre kadar..."âyetini açıklarken:

“Bir karınca kadar" demiştir.

İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdullah bu âyeti: (=Allah bir karınca kadar da olsa haksızlık yapmaz) lafzıyla okumuştur.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Zerre kadar..." âyetini açıklarken:

“Zerre ağırlığı kadar" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, İbn Ömer'den bildirir:

“Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır..." âyeti bedeviler hakkında nazil oldu. Adamın biri:

“Peki, Muhacirlere ne var?" diye sorunca Yüce Allah:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. İyilik olursa onu kat kat arttırır ve yapana büyük sevap verir" âyetiyle cevap verdi. Yüce Allah da bir şeye büyük dedi mi o şey gerçekten de büyük demektir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti okudu ve:

“İyiliklerimin kötülüklerimden zerre kadar fazla çıkması, benim için dünya ve içindekilerden daha iyidir" dedi.

Tayâlisî, Ahmed, Müslim ve İbn Cerîr'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, müminin yaptığı iyiliği boşa çıkararak ona zulmetmez. Yaptığı bu iyiliğe karşı dünyada iken rızkını alır, kıyamette de karşılığını alır. Kafir ise bir iyilik yaptığı zaman bunun karşılığı dünyada iken kendisine verilir. Bu şekilde kıyamet gününde kendisine karşılığı verilecek bir ameli olmaz. "

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Mâce, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalbinde zerre kadar olsa dahi iman bulunan kişi Cehennemden çıkar" buyurdu. Bu konuda şüphesi olan:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." âyetini okusun.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Kıyamet gününde önceki ve sonraki tüm insanlar bir yerde toplandığı zaman biri öne çıkarılır ve Allah katından biri:

“İşte filan oğlu filan önünüzde. Kimin bunda hakkı varsa gelip alsın" diye seslenir. Bu çağrı üzerine kişi az da olsa babası veya çocuğu veya eşinde bir hakkının olmasını arzu edecek ve sırası geldiğinde bunu almaya sevinecektir. Yüce Allah'ın Kitab'ındaki:

“Sûr'a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır" âyeti de bunu doğrulamaktadır. Sonra öne çıkarılan kişiye:

“Sende hakkı bulunanlara haklarını ver!" denilir. Adam:

“Rabbim! Dünya hayatı bitip gitmişken haklarını nasıl vereyim?" diye sorunca, Yüce Allah meleklere:

“Bu adamın iyi amellerine bakın ve hak sahiplerine haklarını bunlardan verin" buyurur. Herkese hakkı verildikten sonra kişide zerre kadar iyi bir amel kalmışsa, melekler:

“Rabbimiz! Herkese hakkını verdik. Geriye zerre kadar iyi ameli kaldı" derler. Yüce Allah da:

“Zerre kadar olan bu iyi amelini arttırın ve rahmetimle onu Cennete koyun" buyurur. Yüce Allah'ın Kitab'ındaki:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. İyilik olursa onu kat kat arttırır ve yapana büyük sevap verir'" âyeti de bunu doğrulamaktadır. Burada büyük ecirden kasıt Cennettir. Ancak hak sahiplerine hakları verilirken iyi amelleri bitip geriye kötüleri kalırsa, melekler:

“ilahımız! İyi amelleri bitti, ancak henüz haklarını almayanlar var" derler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“O zaman hak sahiplerinin kötülüklerinden alıp onun kötülüklerine ekleyin ve Cehenneme gideceğine dair bir yazı yazın" buyurur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...iyilik olursa..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişinin iyilikleri zerre kadar da olsa kötülüklerinden daha ağır bastığı zaman bu iyilikleri kat kat arttırılır. Müşriğe gelince, yaptığı iyilikler onun cezasını hafifletir, ancak Cehennemden asla çıkmaz."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Recâ bu âyeti: (.....) lafzıyla, harfini şeddeli olarak okumuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Osmân'dan bildirir: Ebû Hureyre'nin:

“Yüce Allah müminin yaptığı bir iyiliğe bir milyon iyilik sevabı verir" dediği bana ulaştı. Yanına gidip bunu sorduğumda şöyle dedi:

“Doğrudur! Hatta bir iyiliğine iki milyon iyilik sevabı verir. Yüce Allah:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz. İyilik olursa onu kat kat arttırır..." buyurur. Kat kat arttırmanın da ne kadar olduğunu kim bilebilir?"

İbn Cerîr, Ebû Osmân en-Nehdî'den bildirir: Ebû Hureyre ile karşılaştığımda ona:

“Yüce Allah müminin yaptığı bir iyiliğe bir milyon iyilik sevabı verir" dediğin bana ulaştı" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Bunun nesine şaşırıyorsun ki? Vallahi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yüce Allah müminin yaptığı bir iyiliğe iki milyon iyilik sevabı verir» buyurduğunu işittim."

İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Ahmed, Zevâidu'z-Zühd'de, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“...Büyük ecir verir"" âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt Cennettir" demiştir.

41

"Her bîr ümmetten bîr şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de değişik vecihlerle İbn Mes'ûd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana Kur'ân oku" buyurdu. " Resûlallah! Kur'ân sana inmişken ben mi sana okuyacağım!" dediğimde:

“Başkasından duymayı seviyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine Nisâ Sûresi'ni okumaya başladım. "Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!'" âyetine geldiğim zaman:

“Şimdilik yeter" buyurdu. Baktığımda gözlerinden yaş akıyordu.

Hâkim, Amr b. Hureys'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Mes'ûd'a:

“Kur'ân oku!" buyurunca, İbn Mes'ûd:

“Kur'ân sana inmişken ben mi sana okuyacağım!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başkasından duymayı seviyorum" buyurunca, İbn Mes'ûd, Nisâ Sûresi'ni okumaya başladı. "Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" âyetine geldiğinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağlamaya başladı. Bunun üzerine İbn Mes'ûd okumayı bıraktı.

İbn Ebî Hâtim, Hasan b. Süfyân, Ebû Nuaym, Ma'rife'de, Bağavî, Mücem'de ve Taberânî hasen bir senedle ashâbdan biri olan Muhammed b. Fadâle'den bildirir: Zafer oğullarının yanındayken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Yanında İbn Mes'ûd, Muâz b. Cebel ve ashabından birkaç kişi daha vardı. Birine Kur'ân okumasını söyleyince içlerinden biri Nisâ Sûresi'ni okumaya başladı. "Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" âyetine geldiğinde Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağlamaktan sakalları ve yüzü ıslandı. Sonrasında:

“Rabbim! İçlerinde bulunduğum kişilere şahitlik ederim de görmediğim kimseler konusunda nasıl şahitlik edeyim!" buyurdu.

Taberânî, Yahya b. Abdirahman b. Lebîbe'den, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" âyetini okuduğu zaman ağlar ve:

“Rabbim! İçlerinde bulunduğum kişilere şahitlik ederim de görmediğim kimseler konusunda nasıl şahitlik edeyim!" buyururdu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Her ümmetin peygamberi getirilir ve risaleti bildirdiğine dair şahitlik eder. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okurken bu âyete geldiğinde gözleri yaşarırdı.

İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!'" âyetini açıklarken şöyle buyurmuştur:

“Rabbim! Aralarında olduğum sürece şahitleri bendim. Ancak vefat ettiğimde onları gözeten sendin."

42

"O gün, inkar edip Peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî kanalıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yerle bir olmayı ne kadar isterler..." âyetini açıklarken:

“Yer ile dağların üzerlerine yığılıp dümdüz olmasını dilerler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Yerin yarılmasını ve içine girip yok olmayı isterler" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Yerle bir olmayı ne kadar isterler..." âyetini açıklarken:

“Yerin yarılmasını ve içine girip üzerlerine kapanmasını isterler" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Kur'ân'da bazı âyetler bana birbirine zıtmış gibi geldi ve anlayamadım" dedi. İbn Abbâs:

“Hangi âyetler? Yoksa Kur'ân hakkında şüphelerin mi var?" diye sorunca, adam:

“Hayır, şüphe değil. Sadece anlayamadım" karşılığını verdi. İbn Abbâs:

“Sana ters gelen ve anlayamadığın yerleri söyle bakalım" deyince, adam şöyle dedi:

“Yüce Allah, Kur'ân'da:

“Sonra, «Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler ortak koşanlar değildik» demekten başka çare bulamazlar" buyurur. Başka bir yerde ise:

“...Allah'tan bir söz gizleyemezler"' buyurur. Oysa bir önceki âyette bir gizleme sözkonusudur. Yine:

“Sûr'a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır" buyurur. Başka bir yerde ise:

“Birbirlerine dönüp soruşurlar" buyurmuştur.

Yine:

“Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz! O, alemlerin Rabbidir" de. Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti). Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne:

“İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi. İkisi de:

“İsteyerek geldik" dediler" âyetlerinde yeryüzünün gökten daha önce yaratıldığını bildirmiştir. Ancak:

“Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir. Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır. Ardından yeri düzenlemiştir" âyetlerinde göğün yerden daha önce yaratıldığını ifade etmiştir.

Yine farklı âyetlerde:

“...Allah, Azîz ve Hakîm'di", "...Allah, Gafur ve Rahim'di" ve:

“...Allah, İşiten ve Gören'di" buyurarak sanki önceden öyleymiş de şimdi değilmiş gibi bir anlam var." Başka bir lafızda geçtiğine göre adam:

“Bu âyetlerde neden "(Allah... idi)" ifadesi kullanılmıştır?" demiştir.

Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle cevap verdi:

“Sonra, «Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler ortak koşanlar değildik» demekten başka çare bulamazlar'" âyetinde, müşrikler kıyamet gününde huzura geldikleri zaman, Yüce Allah'ın Müslümanları bağışladığını, ne kadar büyük olursa olsun günahları bağışladığını ancak müşrikleri affetmediğini gördüklerinde belki bağışlanırlar umuduyla dünyada şirk koştuklarını inkar eder:

“...Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler ortak koşanlar değildik...'" demeye başlarlar. Ancak Yüce Allah onların ağızlarına mührü vurur ve elleri ile ayakları yaptıklarını bir bir anlatmaya başlar. İşte:

“O gün, inkar edip Peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler" âyeti de bu durumu anlatmaktadır.

"Sûr'a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır" âyeti ise Sûr'a ilk üfürülüşte olan durumu anlatmaktadır. Yüce Allah:

“Sûr'a üflenir ve Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür..."buyurur ki bu üfürülüşte aradaki akrabalık ve yakınlık biter, kimse kimseyi sormaz. Devamında da:

“...Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar" buyurur ki bu üfürülüşten sonra birbirlerini sormaya başlarlar.

"Siz yeri iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz..." âyetine gelince, yeryüzü gökten önce yaratıldı. Gök duman kütlesiydi. Yüce Allah yeri yarattıktan sonra göğü iki günde yedi kat olarak yaratıp düzenledi. "...Ardından yeri düzenlemiştir" âyetinde de yerin yaratılmasından sonra üzerindeki dağların, nehirlerin, ağaçların ve denizlerin yerleştirilmesi dile getirilmiştir. "(Allah... idi)" ifadesine gelince, Allah öyle idi, hâlâ öyle ve hep öyle kalacaktır. Yüce Allah, Azîz ve Hakîm'dir. Alim ve Kadîr'dir ve hep öyledir. Kur'ân'da anlayamadığın ve sana, birbirine zıtmış gibi gelen diğer konular da bu söylediklerime benzemektedir. Yüce Allah neyi indirmişse doğrusunu indirmiş ve her şeyde isabet etmiştir, ancak insanların çoğu bilmez, anlamazlar."

İbn Cerîr, Cüveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirir: Nafi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'ın yanına geldi ve:

“Ey İbn Abbâs! Bana:

“O gün, inkar edip Peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler" âyeti ile, "...Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler ortak koşanlar değildik..." âyetini açıklar mısın?" dedi. İbn Abbâs şöyle cevap verdi:

“Sanırım arkadaşlarının yanından kalkarken, İbn Abbâs'a müteşabih âyetleri sorayım, dedin. Arkadaşlarına geri döndüğün zaman onlara şöyle de:

“Yüce Allah kıyamet gününde tüm insanları tek bir yerde topladığı zaman müşrikler:

“Yüce Allah kendisini birleyenler ve tevhid'e tutunanlar dışında kimsenin amellerini kabul etmiyor. O zaman gelin biz de onu birlediğimizi söyleyelim" derler. Yüce Allah da onları hesaba çektiğinde:

“Rabbimiz! Vallahi bizler müşrik değildik" derler. Oysa ağızlarına mühür vurulur ve konuşmaya başlayan azaları onları müşrik olduklarını doğrular. İşte böylesi bir anda Allah'tan bir söz gizlemek yerine yerin dibine geçmiş olmayı arzu ederler."

İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Huzeyfe:

“...Allah'tan bir söz gizleyemezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kıyamet gününde huzura, Yüce Allah'ın kendisine çok mal verdiği bir kul getirilir. Kendisine:

“Dünyada iken amel olarak ne yaptın?" diye sorulunca:

“Rabbim! Herhangi bir amelim yok, ama bana çok mal vermiştin. Ben de birilerine bir şey sattığım zaman ödemede onları sıkıştırmaz, yardımcı olurdum" der. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kuluma yardım etmede ben daha fazla hak sahibiyim. Kulumun günahlarını görmezden gelin" buyurur.

Ravi Ebû Mes'ûd el-Ensârî:

“Bunu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ağzından bu şekilde işittim" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'tan bir söz gizleyemezler" âyetini açıklarken:

“Kişinin uzuvları konuşacağı için hiçbir şey gizli kalmaz" demiştir.

43

"Ey iman edenleri Sarhoş iken ne söylediğinizi bitinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır."

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Hâkim, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir: Abdurrahman b. Avf (içki yasağından önce) bir yemek yapıp bizleri davet etti. Yemekte içki de içirince sarhoş olduk. Namaz vakti geldiğinde beni öne geçirdiler. Namazı kıldırırkan Kâfirûn Sûresi'ni:

“De ki ey kafirler! Ben sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem. Biz sizin ibadet ettiğinize ibadet ederiz" şeklince okuyunca, Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bitinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..."' âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Hazret-i Ali'den bildirir: Ben, Abdurahman b. Avf ve bir kişi daha içki içmiştik. Abdurrahman b. Avf bize namaz kıldırırken Kâfirûn Sûresi'ni okudu. Sûreyi okurken karıştırınca:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Âyet Ebû Bekr, Ömer, Ali, Abdurrahman b. Avf ve Sa'd hakkında nazil oldu. Ali bunlara yemek yapıp davet etmiş, yemekte içki de içmişlerdi. Ali, akşam namazını onlara kıldırırken Kâfirûn Sûresi'ni okudu. Ancak son âyetini:

“Ne benim dinim var, ne de sizin dininiz var" şeklinde okudu. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, Nehhâs ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetinin hükmünü, "Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz" âyeti neshetmiştir.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“İçki yasaklanmadan önce nazil olan bir âyettir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Bu âyetle Müslümanların sarhoş iken namaz kılmaları yasaklanmıştır. İçkiyi haram kılan âyetle de bu hüküm neshedilmiştir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetinin hükmünü, "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın..." âyeti neshetmiştir.

İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetinin hükmünü, "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın..." âyeti neshetmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“İçtiğiniz şeyden kendinizi kaybedip sarhoş olduğunuzda ne okuduğunuzu anlayıp bilene kadar namaz yaklaşmayın" demiştir.

Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken:

“Burada kasıt, içkiden dolayı olan sarhoşluk değil uyku sarhoşluğudur" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sarhoş iken..."âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, uyku sarhoşluğudur" demiştir.

Buhârî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin namazda iken uykusu geldiği zaman namazı bırakıp gitsin, uyusun ki namazda ne okuduğunu anlayabilsin" buyurmuştur.

Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Musannef te, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-iAli:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet yolcu iken cünup olan kişi hakkında nazil olmuştur ki bu durumda olan kişi teyemmüm edip namazını kılar."

İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise şöyledir:

“Kişi cünüp iken namaza yaklaşamaz. Ancak yolcu iken cünüp olup da su bulamadığı zaman suyu buluncaya kadar teyümmüm edip namazını kılar."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cünüpken ve su varken yıkanmadan namaza yaklaşmayın. Ancak su bulamazsanız teyemmümle namaz kılmanız helal olur."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Bu, yolcu iken su bulamayan kişi içindir. Bu kişi teyemmüm edip namaz kılar" demiştir.

Abd b. Humeyd, Mücâhid'den bildirir: Cünüp veya hayız olan mescide giremez. "...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyeti, yolculuk esnasında cünüp olan ve su bulamayan kişi hakkında nazil olmuştur. Bu kişi teyemmüm edip namazını kılar.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Bunlar, yıkanmak için su bulamayan yolculardır" demiştir"

Hasan b. Süfyân, Müsned'de, Kâdi ismâil, Ahkâm'da, Tahâvî, Müşkilü'l- Âsar'da, Bağavî, Bâverdî, es-Sahâbe'de, Dârakutnî, Taberânî, Ebû Nuaym, el- Ma'rife'de, ibn Merdûye, Beyhakî, Sünen'de ve Diyâ el-Makdisî, el- Muhtâre'de Esla' b. Şerîk'ten bildirir: Yolculuklarda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) devesini ben yüklerdim. Bir defasında soğuk bir gecede cünüp oldum. O gecede de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıkmak istedi. Devesini cünüpken yüklemeyi istemedim, ancak soğuk suyla yıkanıp ölmekten veya hasta düşmekten de çekindim. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adama deveyi yüklemesini istedim. Sonra sıcak taşlar getirip bir suyun içine attım ve soğukluğunu giderdim. Soğuğu giden o suyla da yıkandım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabına yetiştiğimde Allah Resûlü:

“Ey Esla'! Bakıyorum yükleme şeklin değişmiş" buyurdu. " Resûlallah! Yükü yükleyen ben değilim. Ensâr'dan biri yükledi" dedim. "Neden?" diye sorunca da:

“Cünüp olmuştum. Soğukta yıkanmadan çekindiğim için yükü onun yüklemesini söyledim. Sonra sıcak taşlar getirip su ısıttım ve o suyla yıkandım" dedim. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır" âyeti nazil oldu.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî, Sünen'de başka bir vecihle Esla'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetinde bulunur yolculuklarda devesini yüklerdim. Bir gece bana:

“Ey Esla'l Kalk ve yükü hazırla!" buyurdu. " Resûlallah! Cünüp oldum" dediğimde az bir sustu. Daha sonra Cebrâil, teyemmüm ilgili bu âyeti getirdi. Bu âyet indikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) teyemmümün nasıl alınması gerektiğini gösterdi. Önce ellerini toprağa vurup yüzünü sildi. Sonra bir daha vurup birini diğeriyle ovaladı. Sonra tozunu silkelediği elleriyle dirseklere kadar kollarının iç ve dışını sildi.

İbn Ebî Hâtim'in Atâ el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Namazdan kasıt mescittir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de Atâ b. Yesâr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Cünüp iken mescide girilmez. Ancak oturmayacak şekilde içinden geçip gidilebilir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yezîd b. Habîb:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ensâr'dan bazılarının evleri mescide açılırdı. Bazen cünüp olup da su bulunmadığında su bulmak için mescitten geçmeleri gerekiyordu. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Yolcu olmaktan kasıt, mescidin içinden geçip gitmektir" demiştir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Oturmadıktan sonra cünüp veya hayız olanın mescidin içinden geçmesinin bir sakıncası olmaz" demiştir.'

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Ubeyde:

“Cünüp olan kişi, mescidin içinden geçip gidebilir, ancak oturamaz" dedi ve:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini okudu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Cünüp olan kişi, mescidin içinden geçip gidebilir" demiştir.

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, cünüp kişinin mescidin içinden geçip gitmesine izin verir ve buna:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini dayanak gösterirdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes:

“...Yolcu olmanız durumu müstesna cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken:

“Kişi oturmadan mescidin içinden geçip gidebilir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Câbir:

“Bazen birimiz cünüp olduğu halde mescidin içinden geçip gider, ancak içerde oturmazdı" demiştir.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer hastaysanız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ensâr'dan bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu kişi hasta idi ve abdest almak için kalkamıyordu. Abdest almada kendisine yardım edecek bir hizmetçisi de yoktu. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumunu sorunca Yüce Allah bu âyeti indirdi."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer hastaysanız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Çiçek hastalığına yakalanmış veya yarası olan veya çıbanı bulunan kişi, cünüp olduğu zaman yıkanması halinde ölmekten endişe ediyorsa teyemmüm eder."

Hâkim ve Beyhakî'nin el-Ma'rife'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer hastaysanız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah yolunda bir yara alan veya çiçek hastalığına yakalanan veya bir çıbanı olan kişi cünüp olduğu zaman yıkandığında ölüm endişesi taşıyorsa teyemmüm eder" buyurmuştur.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer hastaysanız...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, hasta kişinin cünüp olması halinde yıkandığı zaman ölüm tehlikesi varsa teyemmüm alması yönünde bir ruhsattır. Bu hastanın da durumu yolcu iken cünüp olan ve su bulamayan kişinin durumu gibidir."

Abdurrezzâk, Mücâhid'den bildirir: Yaralı olan veya bu yönde bir rahatsızlığı bulunan hastanın abdest almama ruhsatı vardır. Yüce Allah:

“...Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız ..." buyurur. Bu, âyetten tevil yoluyla çıkarılan bir hükümdür."

İbn Cerîr, İbrahim en-Nehaî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının yaralan vardı ve bu yaralar açıldı. Bazıları cünüp olunca Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu bildirdiler. Bunun üzerine:

“...Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“...Eğer hastaysanız..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Teyemmüm etmesine ruhsat verilen hasta, kırığı veya yarası olan hastadır. Bu kişi cünüp olduğu zaman şâyet yıkanması halinde bir tehlike arzadecekse yara yerini açıp yıkamaz, teyemmüm eder"

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr ile Mücâhid, yarası olan ve yıkanması halinde yarasının ağırlaşmasından endişelenen cünüp kişi hakkında:

“Bu kişi yolcu olup da su bulamayan kişi gibidir. Teyemmüm alır" demişlerdir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Kendisine su getirecek biri bulunmayan hasta kişi, şâyet suyu kendisi getiremiyorsa veya bu konuda ona yardımcı olacak hizmetçisi de yoksa teyemmüm edip namazını kılar.'"

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken: (.....) ifadesi vadi anlamına gelir" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Cübeyr, Müsedded, Müsned'de, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: (.....) ifadesi cinsel ilişki dışındaki şeylerdir. Bunlardan biri de öpüşmedir ki bundan dolayı abdest almak gerekir.

Taberânî'nin bildirdiğine göre ibn Mes'ûd: (.....) âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, kadınlara dokunmaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer kadını öpmekten dolayı abdest alır ve:

“Öpüşmek de âyette belirtilen mülâmese'dendir" derdi.

Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir:

“Kişinin karısını öpmesi ve eliyle ona dokuması âyette ifade edilen mülâmese'dendir. Bunun için karısını öpen veya eliyle ona dokunan kişi abdest alsın."

Hâkim, Dârakutnî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Öpüşme de âyette bahsedilen mülâmese'dendir. Onun için öpüşünce abdest al" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“Âyette geçen (.....) ifadesi cinsel ilişki anlamındadır, ancak Yüce Allah âyette bunu kinayeli bir şekilde zikretmiştir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallardan bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, kadınlarla cinsel ilişkiye girmektir" demiştir.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'ın odasının yanında oturuyorduk. Yanımızda Atâ b. Ebî Rebâh ile mevâlilerden (Arap olmayanlardan) bir grup ve Ubeyd b. Umeyr ile Araplardan bir grup vardı. "Lems" konusunu müzakere ederken ben, Atâ ve mevâli olanlar:

“Lems, el ile dokunmadır" derken, Ubeyd b. Umeyr ile yanındaki Araplar:

“Lems, cinsel ilişki anlamındadır" diyorlardı. İbn Abbâs'ın yanına girip konuyu ona anlattığımda:

“Araplar bu konuda doğruyu söylemiş, mevâli olanlar ise yanılmışlardır" dedi ve şöyle devam etti:

“Lems, mes, mübâşere cinsel ilişki anlamına gelir, ancak Yüce Allah dilediği şeyi istediği şekilde kinaye ile zikreder."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını söyler misin?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“Kadınlarla cinsel ilişkiye girdiğiniz zaman, anlamındadır. Ancak Hüzevl kabilesi ise 'lems' kelimesini el ile dokunmak anlamında kullanırlar" dedi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Tabi ki bilirler. Lebîd b. Rabîa'nın:

"Yakudinin namaz kılması gibi

Evdeki yaygılara eli ile dokunuyor" dediğini işitmedin mi? Yine el-A'şâ şöyle der:

Sarı renkte öyle güzel bir gömleğimiz var ki

Altına dokunmak isteyenler için de deliği vardır. "

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbrahim en-Nehâî bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve:

“Cinsel ilişki dışındaki şeylerdir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Muhammed b. Sîrîn'den bildirir: Abîde'ye: (.....) âyetinin anlamını sorduğumda, bir şeyi tutup kavrar gibi eliyle işaret etti. Bana bildirilene göre İbn Ömer'de avret yerine dokunduğu zaman abdest alırdı. Sanırım İbn Ömer'in bu davranışı ile Abîde'nin bu hareketi aynı anlama gelmektedir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Osmân:

“Lems, el ile dokunmaktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Ubeyde:

“Lems, cinsel ilişki dışındaki şeylerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî:

“Mulâmese, cinsel ilişki dışındaki şeylerdir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Mulâmese, cinsel ilişkidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...Temiz bir toprağa yönelip yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin..." âyetini açıklarken:

“Temiz bir toprak bulun ve teyemmüm edin" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini:

“Üzerinde ağaç veya bitki bulunmayan yer, toprak" olarak açıklamıştır.

İbn Cerîr, Amr b. Kays el-Mulâî'den bildirir: (.....) ifadesi toprak anlamına gelir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Temiz topraktan kasıt, üzerine yağmur inip temizlenmiş topraktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: (.....) âyetini açıklarken:

“Bu durumda teyemmüm etmeniz size helaldir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“En temiz topraklardan biri, ekim için de kullanılan topraklardır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hammâd'dan bildirir: Ellerini üzerine koyabildiğin her şey (.....) demektir.

Hatta eyerin altına konulan örtüdeki toz bile bu kapsamdadır ve onunla teyemmüm edilebilir.

Şîrâzî, Elkâb'da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hangi toprağın daha temiz olduğu sorulunca:

“Ekin toprağı" karşılığını vermiştir.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te Ebû Hureyre'den bildirir:

“Teyemmümle ilgili âyet nazil olduğu zaman nasıl teyemmüm edileceğini bilemedim. Sormak için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiğimde onu bulamadım. Aramak için çıktığımda da onunla karşılaştım. Beni görünce ne için geldiğimi bildi. Küçük abdestini yaptıktan sonra ellerini yere vurdu. Sonra da yüzünü ve avuçlarını meshetti."

İbn Adiy, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“Teyemmümle ilgili âyet nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl yapıldığını göstermek için ellerini yere vurdu ve yüzüne sürdü. Sonra bir daha yere vurarak ellerine sürdü."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, Âmmâr b. Yâsir'den bildirir: (Teyemmümle ilgili âyet nazil olduktan sonra) bir yolculuk sırasında cünüp olunca toprağın üzerinde yuvarlandım ve öyle namazımı kıldım. Daha sonra bu yaptığımı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda, ellerini yere vurup yüzüne ve avuçlarına sürdü. Sonra:

“Bu şekilde yapman senin için yeterli olurdu" buyurdu.

Taberânî ve Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Teyemmüm, biri yüze, diğeri de dirseğe kadar kollara sürmek için elleri iki defa yere vurmaktan ibarettir" buyurmuştur.

Hâkim, İbn Ömer'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte teyemmüm ettik. Temiz toprağa ellerimizi vurduk, sonra silkeleyip yüzlerimize sürdük. Sonra ellerimizi bir daha yere vurup silkeledik ve kollarımızı dirsekten parmak uçlarına kadar dışarıdan ve içerden sildik."

İbn Cerîr, Ebû Mâlik'ten bildirir:

“Ammâr teyemmüm ederken elleri ile yüzünü sildi, ancak kolunu silmedi."

İbn Cerîr, Mekhûl'den bildirir: Teyemmüm yüz ve bileklere kadar eller için toprağa vurmaktan ibarettir. Yüce Allah abdest konusunda:

“...Dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın..."' buyurmuştur. Teyemmüm konusunda ise:

“...Ellerinizi meshedin..." buyurmuş, ancak abdestte olduğu gibi dirsekleri katmamıştır. Yüce Allah yine:

“Erkek hırsızın ve kadın hırsızın ellerini, yaptıklarına karşılık kesin..." buyurmuştur. Hırsızın eli de bilekten kesilir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî:

“Teyemmümde kollar koltuk altına kadar silinir" demiştir.

İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Ammâr b. Yâsir'den bildirir:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir yolculukta iken Âişe'nin bir gerdanlığı kayboldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de gerdanlık bulunana kadar bir yerde şafak sökünceye kadar konakladı. Konakladıkları yerde namaz için su bulunmadığından Ebû Bekr, Âişe'ye kızdı. Bunun üzerine toprakla teyemmüme ruhsatı nazil oldu. Ebû Bekr, Âişe'nin yanına girdi ve:

“Sen bereketli birisin, zira senin yüzünden ruhsat nazil oldu" dedi. Bu âyetin nazil olmasından sonra biri yüzümüz için, biri de omuz ve koltuk altlarına kadar olmak üzere ellerimizle iki defa yere vurup teyemmüm etmeye başladık."

Şâfiî der ki:

“Bu, neshedilmiştir. Zira ilk alınan teyemmüm, teyemmüm âyetinin nazil olmasıyla gerçekleşmiştir. Daha sonrasında gelen ve öncekine muhalif olan her türlü şey de onu nesheder."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında ganimet malı toplanınca bana:

“Ey Ebû Zer! Bunları çöl ahalisine götürüp dağıt" buyurdu. Bu malları alıp Rebeze'ye gittim. Ancak bazen cünüp oluyor ve bu şekilde beş altı gün kalabiliyordum. Sonrasında Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlattığımda:

“Böylesi durumlarda on yıl sürse dahi Müslüman abdestini temiz olan toprakla alır. Suyu bulduğunda da yıkanırsın" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Müslim'in Huzeyfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Su bulamadığımız zaman yerin toprağı bize temizlenme vesilesi kılındı" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Osmân en-Nehdî'den bildirir: Bana ulaşana göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yerle temastan geri durmayın; zira yer size bir anne gibidir" buyurmuştur.

Taberânî ve Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Sünnet olan, kişinin teyemmümle sadece tek bir vakit namazı kılmasıdır. Diğer bir namaz için yeniden teyemmüm etmelidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-iAli:

“Her bir namaz için ayrı ayrı teyemmüm edilir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Amr b. el-Âs:

“Her bir namaz için ayrı ayrı teyemmüm edilir" demiştir.

44

"Kendilerine Kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar!"

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbût, Yahudilerin ileri gelenlerinden birisiydi. Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) konuştuğu zaman dilini eğip büker ve:

“Ey Muhammed! Bize iyice kulak ver ki bizi iyice anlayabilesin" derdi. Daha sonra İslam dinine dil uzatınca:

“Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter. Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) "İşittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "işittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar" âyetleri nazil oldu.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter. Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler..." âyetlerini açıklarken:

“Yahudi Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbût hakkında nazil oldu" demiştir.

45

"Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter"

İbn Ebî Hâtim, Vüheyb b. el-Verd'den bildirir: Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğlu! Öfkelendiğin zaman beni an ki ben de öfkelendiğim zaman seni anayım ve yok ettiklerimle birlikte seni de yok etmeyeyim. Haksızlığa uğradığın zaman sabret ve yardımımıza razı ol. Zira benim sana edeceğim yardım, senin kendi kendine edeceğin yardımdan daha hayırlıdır."

46

"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dînle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dînle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendiler! İçin daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar"

İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler..."' âyetini açıklarken:

“Tevrat'ta Yüce Allah'ın yasaklarını tahrif edip değiştirirler" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir: (.....) buyruğunda Yahudiler'in Tevrat'ı tahrif edip değiştirmeleri dile getirilmiştir. (.....) buyruğunda Yahudilerin, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dediğini işittik, ancak sana itaat etmeyiz" dedikleri ifade edilmiştir. (.....) âyeti:

“Dediklerin kabul edilecek şeyler değil" anlamındadır. (.....) âyeti, dili eğip bükerek muhalefet amacıyla konuşmak anlamındadır. (.....) buyruğunda ise Yahudilerin, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Acele etme iyice anlayalım" demeleri zikredilmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler..." âyetini açıklarken:

“Allah'ın hükümlerini olduğu şekliyle uygulamaz, değiştirirler" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) buyruğunda, Yahudilerin:

“Bizi dinle, dinlemez olası!" demeleri zikredilmiştir. (.....) buyruğunda, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bize kulak ver!" dedikleri ifade edilmiştir, (.....) buyruğunda gerçekleri yalan söyleyerek tahrif ettikleri dile getirilmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Yahudilerden bazıları, dinle ama umursama anlamında:

“Duy ama dinleme" derlerdi. Dili eğip bükme de istihza ve alay ederek konuşmaktır. Saldırdıkları dinden kasıt da Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dinidir.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir:

“Âyetteki (.....) ifadesinden kasıt, dili eğip bükerek konuşmaktır."

47

"Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını Iânetlediğimiz gibi onları lanetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur'ân'a) iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içlerinde Abdullah b. Sûriyâ ve Ka'b b. Esed'in de bulunduğu Yahidilerin ileri gelenleri ile konuştu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Yahudileri Allah'tan korkun ve Müslüman olun! Vallahi size getirdiğim şeyin hak olduğunu siz de biliyorsunuz!" buyurunca:

“Ey Muhammed! Böyle bir şeyi bilmiyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını Iânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur'ân'a) iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Ey kendilerine kitap verilenler..." âyetini açıklarken:

“Kaynukâ oğullarından Mâlik b. es-Sayf ve Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbût hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüzlerin silinmesinden kasıt, gözlerin kör edilmesidir. Tersine çevirmeden kasıt da yüzlerinin ense tarafına çevrilmesi, gözlerinin ensede kılınmasıdır. Bu şekilde de gerisin geriye yürüyeceklerdir."

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi'i b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Yaratılış şeklini değiştirmek, silmek anlamındadır" demiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın:

"Yüce Allah gözlerini silip yok ettiği zaman

Artık aydınlatacak ne bir Güneş, ne de Ay'ları kalır" dediğini işitmedin mi?"

İbn Ebî Hâtim, Ebû İdrîs el-Havlânî'den bildirir: Ebû Müslim el-Halîlî, Ka'b'ın öğretmeniydi. Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) tanışmasında geç bıraktığı için de Ka'b kendisini kınardı. Ka'b der ki:

“Bir defasında öğretmenim beni Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi ve: «Gidip bak, gerçekten denildiği gibi peygamber mi» dedi. Medine'ye geldiğimde birinin Kur'ân okuduğunu işittim. "Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" âyetini işittiğimde yıkanmak için hemen su aramaya koyuldum. Denildiği gibi silinip silinmediğini anlamak için de yüzüme dokunuyordum. Yıkandıktan sonra da Müslüman oldum."

İbn Cerîr, İsâ b. el-Muğîre'den bildirir: İbrâhim'in yanında Ka'b'ın Müslüman oluşunu konuşurken İbrâhim şöyle dedi:

“Ka'b, Ömer zamanında Müslüman oldu. Beytu'l-Makdis'e doğru giderken Medine'ye uğradı. Ömer yanına gidip:

“Ey Ka'b! Müslüman ol" dedi. Ka'b:

“Siz kitabınızda:

“Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir..." âyetini okumuyor musunuz? İşte ben de Tevrat'a göre amel ediyorum" karşılığını verdi. Oradan ayrılıp Humus'a vardığında Humus ahalisinden birinin:

“Ey kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden yahut cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" âyetini okuduğunu işitti. Bu âyette bahsedilen durumun başına gelmesinden korktuğu için de:

“Rabbim! İman ettim! Rabbim! Müslüman oldum!" diyerek Müslüman oldu. Sonrasında Yemen'e ailesinin yanına döndü. Onları da Müslüman ederek Medine'ye geldi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Bazı yüzleri hak yoldan çevirip dalâlete sürüklemeden..." şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, Dahhâk'tan bildirir: Âyette zikredilen (.....) ifadesi geri küfre dönüp asla hidâyeti bulamamaktır. "...Cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lânetlemeden..." buyruğundaki lanet de aşağılık maymunlara çevrilmeleridir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Babam bu konuda şöyle derdi:

“Burada yüzlerin silinmesinden kasıt,

Yahudilerin bulundukları yerdeki izlerinin silinmesi ve geldikleri yer olan Şam'a tekrar döndürülmeleridir."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette zikredilen (.....) ifadesi hak yoldan çevrilmedir. Tersine çevirmekten kasıt da eskiden olduğu gibi tekrar dalâlete sürüklenmeleridir. Lanetlenmeleri de maymunlara dönüştürülmeleridir."

48

"Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asîa bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bîr günah işleyerek iftira etmiş olur."

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî, Ebû Eyyûb el-Ensârî'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Haram olan hiçbir şeyden geri durmayan bir yeğenim var" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi dinden?" diye sorunca, adam:

“Namaz kılan ve Allah'ı birleyen biri" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dinini sana bağışlamasını söyle. Kabul etmezse para verip dinini adamdan satın al" buyurunca adam gidip bunları teklif etti. Ancak yeğeni kabul etmedi. Adam dönüp:

“Dini konusunda da onu hırslı buldum" deyince, "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Bezzâr, İbn Ömer'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı olarak cana kıyan, yetim malı yiyen, yalan şahitlik eden ve akrabalık bağlarını kesen kişinin Cehennemlik olduğunu söyler ve bu konuda şüphe etmezdik. Ancak:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil olunca bu yöndeki sözlerimizden döndük.

İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir: Yüce Allah'ın Kitab'ında Cehennemi gerektiren yasakları işleyen kişinin Cehenneme gireceğinden yana şüphe etmezdik. Ancak:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil olunca bu yöndeki sözlerimizden döndük ve bu yöndeki hükmü Allah'a bıraktık.

İbnu'd-Durays, Ebû Ya'lâ, İbnu'l-Münzir ve İbn Adiy sahih bir senedle İbn Ömer'den bildirir: Büyük günah işleyen kişilere bağışlanma dilemezdik. Ancak Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem), "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti ile:

“Ben duam ile şefaatimi ümmetimden büyük günah işleyen kişiler için saklıyorum" âyetini işittiğimizde böylesi kişilere yönelik olan bir sürü şeyi içimizde tuttuk. Daha sonra ise affedileceklerini umup onlara bağışlanma dilemeye başladık.

İbnu'l-Münzir, Mu'temir b. Süleymân vasıtasıyla Süleymân b. ütbe'den, o da İsmail b. Sevbân'dan bildirir: Büyük fitne öncesi Mescid'de bulunmuştum. Müslümanların:

“Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir..." âyetini okuduklarını ve Mühâcir ile Ensar'ın:

“Bunu yapan kişiye Cehennem vacip olur" dediklerini işittim. Ancak:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil olunca:

“Allah'ın dilediği olur. Allah neyi dilemişse ancak o olur" demeye başladılar.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ömer'den bildirir:

“...Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil olduğu zaman, adamın biri kalkıp:

Resûlallah! Şirki de affeder mi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan hoşlanmadı ve:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir, Ebû Miclez'den bildirir:

“...Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı ve bu âyeti okudu. Bunun üzerine adamın biri kalkıp:

“Allah'a şirk koşma da affedilir mi?" diye sorunca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) susup bir cevap vermedi. Adam aynı soruyu iki üç kez sorunca:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil oldu. İlk âyet Zümer Sûresi'nde yazılırken, bu âyet de Nisâ Sûresi'nin âyetleri içinde yazıldı.

Ebû Dâvud, Nâsih'de ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah kafir olarak ölenlere mağfiret dilemeyi yasaklamıştır. Tevhid inancına sahip olan kişilerin de umutsuzluğa düşmemelerini dilemiş ve bağışlanma yönünde umutlu olmalarını istemiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Bekr b. Abdillah el-Müzenî:

“...Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar...'" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın, kitabın tümü üzerinden yaptığı bir istisnadır" demiştir.

Firyâbî ve Tirmizî, Hazret-iAli'den bildirir: Kur'an'da en çok sevdiğim âyet:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyetidir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Cevzâ'dan bildirir: İbn Abbâs'ın yanına onüç yıl boyunca gidip geldim. Neredeyse Kur'ân'da olan tüm şeyleri ona sordum. Benim elçim de devamlı olarak Hazret-i Âişe'nin yanına gidip geldi. Her ikisinden de hiçbir zaman bir günah için Yüce Allah'ın:

“Bağışlamam" dediğini işitmiş değilim.

Ebû Ya'lâ ve İbn Ebî Hâtim'in Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'a şirk koşmadan ölen her bir kişi için mağfiret geçerli olur. Yüce Allah dilerse onu bağışlar, dilerse de günahlarından dolayı onu cezalandırır. Zira Yüce Allah günahlara yönelik istisnada bulunmuş ve:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar...'" buyurmuştur.

Ebû Ya'lâ'nın Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah bir kula, yaptığı amele karşılık ödüllendireceğini vaad etmişse bu vaadini mutlaka yerine getirir. Bir ameline karşılık cezalandıracağını vaad etmişse de muhayyerdir. Dilerse cezalandırır, dilerse affeder. "

Taberânî'nin Selmân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Günahlar, bağışlanmayan, karşılıksız bırakılmayan ve bağışlanan olmak üzere üç çeşittir. Bağışlanmayan günah Allah'a şirk koşmaktır. Bağışlanan günah, kul ile Allah arasında olan günahlardır. Karşılıksız bırakılmayan günah ise kulların birbirlerine zulümleridir."'

Ahmed, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Şuabu'l-Iman'da Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın katında günahların kaydının tutulduğu üç tür divan vardır. Bunlardan biri Allah'ın, içindekileri önemsemeyeceği divandır. Diğeri içindekileri karşılıksız bırakmayacağı divandır. Bir diğeri de içindekileri bağışlamayacağı divandır. İçindekileri bağışlamayacağı divan içinde Yüce Allah'a şirki barındıran divandır. Ki:

“...Kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder..."' buyurmuştur. Yine bu konuda:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." buyurur. Yüce Allah'ın içindekileri önemsemeyeceği divan ise kul ile Allah arasında olan eksik kılınan namaz, eksik tutulan oruç gibi şeyleri içeren divandır. Yüce Allah dilerse bunları bağışlar, dilerse de sahibini cezalandırır. İçindekileri karşılıksız bırakmayacağı divan ise kulların birbirlerine haksızlıklarını içeren divandır. Bunlarda kısas kaçınılmazdır.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiğimde bana:

“Lâ ilahe ilallah deyip de bu hal üzere ölen kişi Cennete girer" buyurdu. "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?" dediğimde:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da" karşılığını verdi. Yine:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?" dediğimde:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da" karşılığını verdi. Üç defa bu şekilde sorduktan sonra dördüncüsünde:

“Ebû Zer istemese de öyle!" buyurdu.

Ahmed ve İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah şöyle buyurur: «Kulum! Bana ibadet ettiğin ve rahmetimi umduğun sürece günahlarını bağışlarım. Ey kulum! Bana ortak koşmadıktan sonra dünya dolusu kadar günahla huzuruma gelsen ben de dünya kadar bağışlanma ile seni karşılarım.»"

İbn Merdûye'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "Kişi Allah'a hiçbir şeyi eş tutmadan öldüğü zaman kumlar kadar günahı olsa dahi bağışlanır."

Ahmed'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a şirk koşmadan ölen kişi Cennete girer" buyurmuştur.

Taberânî ve Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Sifât'da İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah buyurur ki:

“Günahları bağışlamaya muktedir olduğumu bilen kişinin, bana şirk koşmadıktan sonra günahlarını önemsemem, bağışlarım. "

Ahmed'in Seleme b. Nuaym'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şirk koşmadan Allah'ın huzuruna çıkan kişi, zina etmiş ve hırsızlık yapmış olsa da Cennete girer" buyurmuştur.

Ahmed, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'tan başka ilah yoktur. Tektir ve ortağı bulunmamaktadır diyen kişi Cennete girer" buyurdu. "Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?" dediğimde:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da" karşılığını verdi. Yine:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?" dediğimde:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da" karşılığını verdi. Bir daha:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa da mı?" dediğimde:

“Zina etmiş, hırsızlık yapmış olsa dal Ebu'd-Derdâ istemese del" karşılığını verdi. Çıkıp bunu insanlara da bildirmek istedim. Ancak Ömer'le karşılaştığımda bana:

“Geri dön! İnsanlar bunu öğrenirlerse buna güvenir ameli bırakırlar" dedi. Dönüp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediğimde:

“Ömer doğru söylemiş" buyurdu.

Hennâd, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Yüce Allah'ın Kitab'ında, Nisâ Sûresi'nde dört âyet var ki bunlar benim için kırmızı ve siyah develerden daha sevimlidir. Biri:

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." âyetidir. Diğeri:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyetidir. Bir diğeri:

“...Onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tövbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi""' âyetidir. Diğeri de:

“Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur" âyetidir.

49

Bkz. Ayet:50

50

"Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz. Bak, nasıl da Allah hakkında yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu yeter!"

İbn Cerîr, Avfî vasıtasıyla ibn Abbâs'tan bildirir: Yahûdiler:

“Ölen çocuklarımız Allah katında bizim için kurban gibidirler. Bize şefaat edecek ve bizi temize çıkaracaklar" deyince, Yüce Allah da Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yahudiler erkek çocuklarını öne alır öyle namaz kılarlardı. Kurban keserler ve çocuklarının hatalarının, günahlarının olmadığını söylerlerdi. Oysa yalan söylüyorlardı. Yüce Allah da bu iddialarına karşılık:

“Ben bir günahkarı günahı olmayan biriyle temize çıkarmam" buyurdu ve:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Yahudilerdi. Hata ve günahlarının olmadığını iddia ettikleri erkek çocuklarını ayinlerinde öne alırlar ve onların arkasında ibadet ederlerdi. Kendilerini temize çıkarma da budur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yahudiler hakkında nazil oldu. Namazlarında erkek çocuklarını öne alır ve:

“Bunların günahları yoktur" derlerdi.

İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Ehli kitaptan olanlar henüz günah işleme yaşına ulaşmayan erkek çocuklarını öne alır, üzerlerine namaz kılar ve:

“Bunların günah yok" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz" âyetini indirdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Zira:

“Biz Allah'ın oğulları ve dostlarıyız" diyorlardı. Yine:

“Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanlar girecek" diyorlardı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Zira Yahudiler:

“Biz çocuklarımıza Tevrat'ı henüz çocukken öğretiyoruz. Onlar da günahsız olduğuna göre, biz de onlar gibi günahsısız. Gündüz vakti yaptığımız günahlarımız gece vakti bağışlanır" derlerdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Kişi bazen gâyet dindar bir şekilde sabah dışarıya çıkar, ancak geri döndüğünde dinarlığından geriye bir şey kalmaz. Zira kendisine faydası veya zararı olmayacak biriyle karşılaşır ve:

“Vallahi sen şöylesin böylesin" der. Geriye döndüğü zaman herhangi bir ihtiyacını karşılayamamış olduğu gibi Yüce Allah'ı da öfkelendirmiş olur" dedi ve:

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Allah dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz'" âyetini okudu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

"Fetîl ifadesi iki parmak arasından çıkan kir anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in değişik vecihlerle bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Fetîl, iki parmak arasını ovma sonucunda çıkan şeylerdir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Nakîr, hurma çekirdeğidir. Fetîl, hurma çekirdeğinin yarığında bulunan iplikçiktir. Kıtmîr ise hurma çekirdiğinin kabuğudur."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Fetîl, hurma çekirdeğinin üzerindeki yarıktır" demiştir.

Tastî ve İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el- Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Bana Yüce Allah'ın: (.....) âyetinin anlamını açıklar mısın?" diye sorunca, İbn Abbâs:

“İnsanların iyilik veya kötülüklerinden hurma çekirdeğinin üzerindeki yarık olan fetîl kadarı bile heba edilmez, anlamındadır" demiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Zübyân oğullarından olan Nâbiğa'nın:

"Binlerce kişilik orduyu toplayıp savaşa çıkar da

Düşman kendisine bir fetîl kadarı bile zarar veremez" dediğini işitmedin mi? Yine şöyle demiştir:

Bazı sözlerini üzerime alıyorum, ama sövme

Çünkü sövmenin fetîl kadar yararı olmaz. "

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir:

“Nakîr, hurma çekirdeğinin dışarıdan orta yerinde olur. Fetîl ise hurma çekirdeğinin içinde olur. Hurma çekirdeğinin ovulması sonucu üzerinden çıkan kir olduğunu da söylemişlerdir. Kıtmîr ise hurma çekirdeğinin veya yumurtanın veya kamışın kabuğudur."

Abd b. Humeyd, Atiyye el-Cedelî'den bildirir:

“Hurma çekirdeği üç bölümden oluşur. Biri kıtmîrdir ki çekirdeğin kabuğudur. Diğeri nakîrdir ki o da çekirdeğin içidir. Bir diğeri de fetîldir ki o da çekirdeğin dışarıdan orta yeridir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: Bazı Yahudiler:

“Çocuklarımızın doğdukları gün ne kadar günahları varsa, bizim de ancak o kadar günahımız var. Şâyet onların günahı varsa bizim de günahımız var. Zira biz de onlar gibiyiz" deyince, Yüce Allah cevap olarak:

“Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu yeter'" âyetini indirdi.

51

Bkz. Ayet:53

52

Bkz. Ayet:53

53

"Kendilerine Kftap'tan bîr nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar ribt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar. Onlar, Allah'ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa insanlara bir çekirdek bile vermezler."

Taberânî ve Beyhakî, Delâil'üe İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Huyey b. Ahtab ile Ka'b b. el-Eşref, Mekke'ye Kureyşlilerin yanına geldiler ve Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşmak üzere onlarla anlaşma yaptılar. Kureyşliler onlara:

“Sizler eski ilimleri biliyorsunuz ve bir kitabınız var. Bizim ile Muhammed'in durumunu söyleyin" dediler. Huyey ile Ka'b:

“Sizler nasıl birileriniz ve Muhammed nasıl biri?" diye sorunca, Kureyşliler:

“Biz en güzel develeri keseriz, su kaynaklarında süt dağıtırız. Esirlerin fidyesini verip kurtarırız, hacılara su dağıtırız ve akrabalık bağlarını gözetiriz" dediler. Huyey ile Ka'b:

“Muhammed nasıl biri?" diye sorunca, Kureyşliler:

“Muhammed kimsesi olmayan biridir. Akrabaları birbirinden ayırdı, Gifâr oğullarından hacıları soyan kişiler O'na tâbi oldu" karşılığını verdiler. Huyey ile Ka'b:

“O zaman sizler ondan daha hayırlısınız ve daha doğru yoldasınız" deyince de Yüce Allah:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar" âyetini indirdi.'

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim İkrime'den mursel olarak bir öncekinin aynısını zikretmiştir.

Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Ka'b b. el-Eşref, Mekke'ye geldiği zaman Mekkeliler ona:

“Medine ahalisinin en hayırlısı ve efendisi sen değil misin?" diye sordular. Ka'b:

“Evet" karşılığını verdi. Mekkeliler:

“Şu kavminden ayrılan ve soyu kesik olan adamı görmüyor musun? Hacıları ağırlayan, Kâbe'nin hizmetini gören, hacılara su dağıtan bizlerden daha hayırlı biri olduğunu söylüyor!" dediklerinde de:

“Siz ondan daha hayırlısınız" karşılığını verdi. Bunun üzerine:

“Asıl soyu kesik olan sana kin duyandır" âyeti ile:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar. Onlar, Allah'ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın"' âyetleri nazil oldu.

Abdurrezzâk ile İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Ka'b b. el-Eşref Kureyş müşriklerinin yanına gidip Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşmak üzere onlardan asker yardımı istedi. "Ben de sizlerle beraber ona karşı savaşırım" deyip Allah Resûlü'ne karşı savaşmalarını istedi. Kureyşli müşrikler:

“Siz Ehl-i Kitab'dan olan bir topluluksunuz, onun da bir kitabı var. Bunun bize karşı kurduğunuz bir tuzak olmasından çekiniyoruz. Güvenmemiz için de şu iki puta secde et ve onlara iman ettiğini söyle" deyince, Ka'b dediklerini yaptı. Ona:

“Sence biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi? Biz ki en iri develerimizi kurban kesiyor, su kaynaklarında süt ikram ediyor, akrabalarımızı gözetiyor, misafirimizi ağırlıyor ve Kâbe'yi tavaf ediyoruz. Oysa Muhammed akrabalarıyla bağlarını kesip beldesini terk etti" dediklerinde, Ka'b:

“Tabi ki siz ondan daha hayırlı ve daha doğru yoldasınız" karşılığını verdi. Bunun üzerine:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar, inkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet:

“Kureyş kafirleri Muhammed'den daha doğru yoldalar" diyen Ka'b b. el-Eşref hakkında nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Süddî vasıtasıyla Ebû Mâlik'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Âmir oğullarından öldürülen iki kişinin diyeti konusunda Yahudi Nâdir oğullarından yardım istemesi sırasında Nâdir oğulları Allah Resûlü'nü öldürme teşebbüsünde bulunmuş, ancak durumdan haberdâr edilen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geri dönmüştü. Bu olayın ardından Ka'b b. el-Eşref kaçarak Mekke'ye geldi. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşmak üzere Mekkeli müşriklerle anlaşma yaptı. Ebû Süfyân ona:

“Ey Ebû Saîd! Siz ki elinizdeki kitabı okuyorsunuz ve bilgilisiniz. Bizim ise bu tür konularda bilgimiz yok. Sence bizim dinimiz mi daha hayırlı, yoksa Muhammed'in dini mi?" diye sorunca, Ka'b:

“Bana dininizi anlatın" dedi. Ebû Süfyân da:

“Biz en iyi develerimizi kurban olarak sunuyoruz. Hacıların su ihtiyacını karşılıyor, misafirlerimizi ağırlıyoruz. Rabbimizin evi olan Kâbe'nin bakımını yapıyor atalarımızın da yaptığı gibi ilahlarımıza tapıyoruz. Oysa Muhammed tüm bunları bırakıp kendisine tâbi olmamızı istiyor" deyince, Ka'b:

“Dininiz Muhammed'in dininden daha hayırlıdır, onun için dininize sıkı sıkı sarılın. Görmüyor musunuz Muhammed tevazuyla gönderildiğini söylediği halde istediği kadınlarla evleniyor. Kadınlara sahip olmaktan daha büyük bir mülkiyet de bilmiyoruz" karşılığını verdi. İşte:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar"' âyetinde bahsedilen durum da budur.

İbn İshâk ve İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: Hendek savaşı için Kureyş, Ğatafân ve Kurayzalıları bir araya getirenler Huyey b. Ahtab, Sellâm b. Ebi'l- Hukayk Ebû Râfi', Rabî' b. Rabî b. Ebi'l-Hukayk, Ebû Ammâr, Vahvah b. Âmir ve Hevze b. Kays'tır. Vahvah, Ebû Ammâr ve Hevze, Vâil oğullarından, diğerleri ise Nadîr oğullarındandı. Bunlar Kureyş'e geldikleri zaman, Kureyşliler birbirlerine:

“Bunlar Yahudilerin din adamlarıdır ve Tevrat hakkında bildikleri olan kişilerdir. Bizim dinimiz mi, yoksa Muhammed'in dini mi daha hayırlıdır bunlara soralım" dediler ve bunu onlara sordular. Bunlar da:

“Sizin dininiz onun dininden daha hayırlıdır. Ayrıca siz ondan ve ona tâbi olanlardan daha doğru yoldasınız" dediler. Bunun üzerine:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar. Onlar, Allah'ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa insanlara bir çekirdek bile vermezler. Yoksa, insanları; Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik" âyetleri nazil oldu.

Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir, Târih'de Câbir b. Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) suikast girişimi yapıldıktan sonra Ka'b b. el- Eşref, Nadîr oğullarından ayrılıp Mekkelilere katıldı ve Allah Resûlü için:

“Onunla ne savaşırım, ne de ona karşı savaşanlara yardım ederim" dedi. Mekke'de ona:

“Ey Ka'b! Bizim dinimiz mi daha hayırlıdır yoksa Muhammed ile ona tâbi olanların dini mi?" diye sorulunca:

“Sizin dininiz daha hayırlıdır. Hem sizin dininiz eski, onun dini ise henüz yenidir" dedi. Bunun üzerine:

“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibt'e ve tâğût'a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştin Bize bildirilene göre bu âyet, Yahudi Nadîr oğullarından olan Ka'b b. el-Eşref ile Huyey b. Ahtab hakında nazil olmuştur. Bunlar hac mevsiminde Kureyşlilerle karşılaşınca müşrikler onlara:

“Biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed ile ashâbı mı? Zira biz Kâbe'nin hizmetini görüyor, hacıların su ihtiyacını karşılıyoruz ve Harem bölgesinin insanlarıyız" dediler. Ka'b ile Huyey de:

“Aksine siz, Muhammed ve ashabından daha doğru yoldasınız" karşılığını verdiler. Oysa yalan söylediklerini biliyorlardı ve bunu da sırf Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbına olan hasetlerinden dolayı söylemişlerdi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, İkrime'den bildirir:

“Âyette geçen cibt ile tâğût iki puttur."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Rüşte, îman'da bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Âyette geçen cibt sihirbaz, tâğût ise şeytan anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, Mücâhid vasıtasıyla bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyette geçen cibt Huyey b. Ahtab, tâğût ise Ka'b b. el-Eşref'tir" demiştir.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bunun aynısını zikreder.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyette geçen cibt'ten kasıt putlardır. Tâğût ise bu putların önünde duran, onlar adına konuşup insanları saptırmak için yalandan yorumlar yapan kimselerdir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Cibt, şeytanın Habeş dilindeki ismidir. Tâğut ise Arapların kahinidir."

Abd b. Humeyd, İkrime'den bildirir:

“Cibt, şeytanın Habeş dilindeki ismidir. Tâğut ise kahin anlamındadır."

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Cibt, Habeş dilinde sihirbaz demektir. Tâğut ise kahin anlamındadır."

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildirir:

“Tâğut sihirbaz anlamındadır. Cibt ise kahin demektir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir:

“Cibt'in şeytan, Tâğut'un ise kahin olduğu bize söylenirdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Leys vasıtasıyla bildirdiğine göre Mücâhid şöyle demiştir:

“Cibt'ten kasıt Ka'b b. el-Eşref'tir. Tâğut ise insan suretine girmiş bir şeytandı."

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Ebî Hâtim'in Kabîsa b. Muhârik'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kuş uçurarak yorumlar yapmak, çakıl taşları ile fal açmak ve uğursuzluğa inanmak, cibt'tendir" buyurmuştur.

Rüşte, îınân'da bildirdiğine göre Mücâhid:

“...İnkâr edenler için de, «Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Yahudilerdir. Zira:

“Kureyşliler Muhammed ve ashabından daha doğru yoldadırlar" diyorlardı.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunların hükümranlıkta nasipleri yoktur. Olsaydı da insanlardan bir çekirdek tanesini bile esirgerlerdi."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Şâyet hükümranlıktan nasipleri olsaydı Muhammed'e bir çekirdek tanesi dahi vermezlerdi" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in beş değişik kanaldan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Âyette zikredilen nakîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki nokta şeklindeki oyuktur" demiştir.

Tastî, Mesâil'de  bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a "nakîr" kelimesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Hurma çekirdeğinin üzerindeki çiziktir ki hurma ağacı da buradan çıkar" karşılığını verdi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir kelimeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir: Tabi ki bilirler. Şairin:

"Senden sonra insanlar bir çekirdeğin çiziği bile etmezler

Senden sonra bir serap ve yankıdan başka bir şey değiller" dediğini işitmedin mi?"

İbnu'l-Enbârî, el-Vakf ve'l-îbtidâ'da bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetindeki "nakîr" kelimesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Hurma çekirdeğinin üzerindeki çiziktir. Şair de bu konuda şöyle der:

"Zübeyr oğullarının köpekleri bile açlıktan ölür

Zira dilenciye bir çekirdeği dahi vermezler.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ebu'l-Âliye vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs başparmağının ucunu işaret parmağının iç tarafına koyup bastırdı ve oluşan izi göstererek:

“Âyette bahsedilen nakîr budur" dedi.

54

Bkz. Ayet:55

55

"Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mî çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik. Böylece onlardan kimi ona îman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Çekemeyenlerden kasıt Yahudilerdir" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Ehli kitaptan olanlar:

“Muhammed tevazu ile gönderildiğini söylüyor, ancak dokuz tane kadınla evlendi. Evlenmekten başka derdi de yok. Bundan daha iyi bir hükümranlık var mı ki!" dediklerinde, Yüce Allah:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik'" âyetini indirdi. Büyük hükümranlıktan kasıt, Hazret-i Süleyman'a verilen hükümranlıktır.

İbnu'l-Münzir, Atiyye'den bildirir: Yahudiler, Müslümanlara:

“Muhammed'in bu dinle tevazu üzerine gönderildiğini söylüyorsunuz. Ancak dokuz tane hanımı var. Bundan daha büyük bir hükümranlık olabilir mi?" deyince, Yüce Allah:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bu yorumun benzerini zikreder.

İbnu'l-Münzir ile Taberânî'nin Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Burada bahsedilen ve çekilmeyen kişiler bütün insanlar değil, sadece Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı olan bizleriz" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Burada çekilmeyen kimselerden kasıt, sadece Hazret-i Peygamber'dir (sallallahü aleyhi ve sellem)" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Burada çekilmeyen kimselerden kasıt, sadece Hazret-i Peygamber Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) " demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mükâtil b. Hayyân'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yetmiş küsur genç gücü verilince Yahudiler onu kıskanıp çekemediler. Bunun üzerine:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..."' âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik bu âyeti açıklarken:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerinden olmadığı için onu çekemediler ve kafir oldular" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yahudiler, Yüce Allah'ın kendilerinden bir peygamber gönderdiği ve lütuflarda bulunduğu Araplardan olan bu topluluğu çekememişlerdir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Verilen bol nimetten kasıt peygamberliktir" demiştir.

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hasetten sakının! Zira ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi haset de iyilikleri yiyip bitirir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanın içinde iman ile haset bir arada bulunmaz" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik" âyetini açıklarken şöyle demiştir: İbrahim ailesinden kasıt, Hazret-i Süleymân ile Hazret-i Dâvud'dur. Kitap ve hikmetten kasıt peygamberliktir. Büyük hükümranlık da kadınlar konusundadır. Yüce Allah Hazret-i Davud'un doksan dokuz, Hazret-i Süleyman'ın da yüz kadınla evlenmesine izin vermişken Muhammed'in bu kadar kadınla evlenmesine mi izin vermeyecek."

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Hazret-i Süleyman cinsel yönden yüz adam gücündeydi. Üç yüz tane karısı, üçyüz tane de cariyesi vardı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hemmâm b. el-Hâris:

“...Onlara büyük hükümranlık bahşettik" âyetini açıklarken:

“Melekler ile ordularla desteklenmişlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlara büyük hükümranlık bahşettik" âyetini açıklarken:

“Bu hükümranlık peygamberliktir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Hasan (-ı Basrî)'den bu yorumun benzerini zikreder.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Onlardan kimi ona iman etti..."" âyetini açıklarken:

“Yahudilerden bazıları Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilene iman etti" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi..."' âyetini açıklarken:

“Onlardan kimi iman edip Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi oldu, kimi de yüz çevirip ona tâbi olmadı" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Bir yıl Hazret-i İbrahim ekinini ekti, diğer insanlar da ektiler. Ancak Hazret-i İbrahim'in ekinleri iyi ürün verirken diğer insanların ekinleri telef oldu. İnsanlar Hazret-i İbrahim'e muhtaç kaldılar ve ondan bir şeyler istemeye başladılar. Hazret-i İbrahim:

“İman edene istediğini vereceğim, ancak iman etmeyene üründen bir şey vermeyeceğim" deyince kimisi iman etti ve üründen bir şeyler aldı. Kimisi de iman etmedi ve üründen bir şey alamadı, işte:

“Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter" âyeti bunu anlatmaktadır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik..." âyetini açıklarken:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de İbrahim'in ailesinden birisidir" demiştir.

Zübeyr b. Bekkâr, Muvaffakiyyât'ta bildirdiğine göre Muâviye:

“Ey Hâşim oğulları! Peygamberliğin size verildiği gibi hilafetin de sizlere verilmesini istiyorsunuz. Oysa bu ikisi bir ailede bir araya gelmez. Yine hükümran olduğunuzu iddia ediyorsunuz" deyince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Peygamberlikle birlikte hilafeti hak etmediğimizi söylüyorsun. Hilafeti peygamberlikle hak edemeyeceksek ne ile hak edeceğiz? Peygamberlik ile hilafetin bir ailede bir arada olamayacağını söylüyorsun. Peki, Yüce Allah'ın:

“...Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik" âyetini nasıl açıklayacaksın? Âyette kitaptan kasıt peygamberlik, hikmetten kasıt sünnet, hükümranlıktan kasıt da hilafettir. Biz de İbrâhim'in ailesinden, soyundanız. Yüce Allah'ın İbrâhim için takdir ettiği şey bizim için de geçerlidir. Sünnet de hem bizim, hem de onlar için geçerlidir. Ayrıca hükümran olduğumuzu iddia ettiğimizi söylüyorsun. Bunun iddia olduğunu söylemek Allah'ın Kitab'ına şüphe sokmak demektir. Oysa herkes bilir ki bizim hükümranlığımız olmuştur. Siz bir gün hükümranlık sürdüğünüzde biz iki gün süreriz. Siz bir ay hükümranlık sürdüğünüzde biz iki ay süreriz. Siz bir yıl hükümranlık sürdüğünüzde biz iki yıl süreriz."

56

"Şüphesız âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Süveyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz..."' âyetini açıklarken:

“Derileri yandıkça beyaz kağıtlar gibi yeniden yenileriz" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye zayıf bir senedle Nâfi' vasıtasıyla ibn Ömer'den bildirir: Hazret-iÖmer'in yanında:

“...Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz..." âyeti okununca, Muâz şöyle dedi:

“Ben bunun açıklamasını biliyorum. Yanan derileri kısa bir zaman içinde yüz defa yenilenir." Ömer de:

“Ben de Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bu şekilde işittim" karşılığını verdi.

İbn Merdûye ve Ebû Nuaym, Hilye'de İbn Ömer'den bildirir: Hazret-iÖmer'in yanında adamın biri:

“...Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz..." âyetini okuyunca, Ka'b:

“Ben bu âyeti biliyorum, zira Müslüman olmadan önce de okumuştum" dedi. Ömer de:

“Söyle bakalım ey Ka'b! Şâyet Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiğimiz gibiyse sana inanırız" karşılığını verdi. Ka'b:

“Müslüman olmadan önce bu âyeti: «Derileri yanıp döküldükçe bir anda derilerini yüz yirmi defa tekrar yenileyeceğiz» şeklinde okudum" deyince. Ömer:

“Ben de Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bu şekilde işittim" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bana bildirdiğine göre onlardan birinin derileri günde yetmiş bin defa yakılır. Ateş derilerini yiyip bitirince:

“Yenilen!" denilir ve deri yenilenir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Ateş derilerini yiyip etten kazır ve kemiklere kadar ulaşır. Ancak derileri yenilenir ve Yüce Allah onlara şiddetli azabı tattırır. Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) yalanlamaları ve Allah'ın âyetlerini inkar etmelerine karşılık bu halleri sonsuza kadar devam eder."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Yezîd el-Hadramî:

“...Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bana bildirilene göre kafire yüz tane deri çekilir ve her iki deri arasında farklı bir azaba maruz kalır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Daha önceki kitapta yazıldığına göre bunlardan birinin derisi kırk arşın genişliğinde, dişi yetmiş arşın büyüklüğünde olur. Karnı da o kadar büyük olur ki içine dağ konulsa sığar. Ateş derilerini yakıp yedikçe derileri yenilenir.""

İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'n-Nâr'da Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yalnız olduğumuz sırada bana şöyle buyurdu:

“Ey Huzeyfe! Cehennemde ateşten aslanlar, ateşten köpekler, ateşten kancalar ve ateşten kılıçlar bulunur. Melekler gönderilerek yanaklarından o kancalarla asılırlar ve bedenleri o kılıçlarla parça parça doğranır. Kesilen parçalar da ateşten aslanlar ile köpeklerin önüne atılır. Kesilip koparılan her bir parça da yeniden eski halini alır."

İbn Ebî Şeybe, Ebû Sâlih'ten bildirir: İbn Mes'ûd, Ebû Hureyre'ye:

“Cehennemde kafirin derisinin kalınlığı ne kadar olacaktır, biliyor musun?" diye sorunca, Ebû Hureyre:

“Orada kafirin derisi kırk iki arşın olacaktır" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“Cehennemde kafirin derisi kırk arşın kalınlığında olur" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennem ahalisi orada irileşirler. Öyle ki birinizin büyüklüğü şu şu kadar olur. Birinizin dişinin büyüklüğü de Uhud dağı kadar olur" buyurmuştur.

57

"İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes:

“...Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız" âyetini açıklarken:

“Bu gölge hiçbir zaman yok olmayan Arş'ın gölgesidir" demiştir.

58

"Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür."

İbn Merdûye'nin Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman Osmân b. Talha b. Ebî Talha'yı çağırdı. Gelince de ona:

“Bana Kabe'nin anahtarını göster" buyurdu. Osmân anahtarı getirip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vermek için elini uzatınca Abbâs kalktı ve:

Resûlallah! Anam babam sana feda olsun. Sikâye (hacılara su verme) işiyle birlikte anahtarı (Kabe'nin hizmetkarlığını) da bana ver" dedi. Osmân bunu işitince elini geri çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Osmân! Anahtarı bana göster" buyurunca, Osmân anahtarı vermek için elini uzattı. Abbâs bir daha aynı şeyi söyledi. Osmân bunu işitince yine elini geri çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Osmân! Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsan anahtarı bana verirsin" buyurunca, Osmân:

“Allah'ın bir emaneti olarak anahtarı al" dedi ve anattarı Allah Resûlü'ne verdi.

Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe'nin kapısını açıp içeriye girdi. İçerde Hazret-i İbrâhim'in bir heykelini buldular. Yanında da fal için kullanılan oklar vardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları görünce:

“Şu müşriklerin yaptığına bakın! Allah canlarını alsın! İbrâhim'in fal oklarıyla ne işi olabilir" buyurdu. Sonra bir kap içinde su istedi. Hazret-i İbrâhim'in heykelini bu suyun içine batırdı. Sonra diğer heykelleri de batırdı. İçerde bulunan Makam-ı İbrâhim'i (Kâbe'yi inşa ederken basamak olarak kullandığı taşı) Kâbe'nin dışına çıkardı. Sonra:

“Ey insanlar! Kıbleniz burasıdır!" buyurdu. Bize bildirilene göre Kâbe'yi tavaf ettikten sonra da Cebrâil geldi ve anahtarın Osmân'a geri verilmesini istedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Osmân'ı çağırdı, anahtarı ona verdi ve:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" buyurdu.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet, Osmân b. Talha hakkında nazil olmuştur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettikten sonra ondan Kâbe'nin anahtarını alıp Kâbe'nin içine girdi. Bu âyeti okuyarak da dışarı çıktı ve Osmân'ı çağırıp anahtarı ona verdi. Bu âyeti okuyarak dışarı çıktığı zaman da Ömer b. el-Hattâb:

“Anam babam ona feda olsun! Daha önce bu âyeti okuduğunu hiç işitmedim" dedi.

İbn Sa'd, Taberânî ve İbn Asâkir'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Talha oğulları! Kâbe'nin hizmetkarlığını sonsuza kadar sizde kalacak şekilde alın! Bunu da sizden ancak zalim olanlar alabilir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet insanların işlerini ellerine alan yöneticiler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şehr b. Havşeb'den bildirir:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder..." âyeti, yöneticilere özel nazil olmuş bir âyettir.

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

“Devlet yöneticisinin Allah'ın indirdiği ile hükmetmesi ve emanetleri ehline vermesi, yerine getirmesi gereken bir haktır. Böyle yapması halinde de insanların onu dinlemeleri, ona itaat etmeleri ve çağrılarına icabet etmeleri ona karşı yerine getirmeleri gereken bir haktır."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder..." âyetini açıklarken:

“Bundan kasıt, yöneticinin kadınlara nasihatte bulunmasıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder..." âyetini açıklarken:

“Bu hem iyiler, hem de kötüler için geçerlidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' bu âyeti açıklarken:

“Bu emanetler mal ve başka konularda insanlarla senin aranda olan şeylerdir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildirir:

“Allah yolunda öldürülme, emanet dışında kişinin tüm günahlarına keffaret olur. Kişi Allah yolunda öldürülmüş olsa dahi kıyamet gününde huzura çıkarılır ve:

“Üzerindeki emaneti teslim et!" denilir. Adam:

“Dünya hayatı bitmişken onu nasıl teslim edeyim?" karşılığını verince:

“Bunu alıp Cehenneme götürün" denilir. Cehennemin dibinde teslim etmesi gereken emanet aldığı günkü haliyle karşısına çıkınca onu alıp Cehennemden çıkmak ister. Boynuna alıp tırmanmaya başlar. Tam çıktım diye düşünürken emanetle birlikte tekrar aşağı doğru düşer ve bu durum sonsuza kadar devam eder."

Ravi Zâzân der ki: Bunu İbn Mes'ûd'dan işittikten sonra Berâ b. Âzib'e geldim ve:

“Kardeşin İbn Mes'ûd'un ne dediğini işittin değil mi?" dedim. Berâ şu karşılığı verdi:

“Doğru söylemiş; zira Yüce Allah: «Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder...» buyurur. Emanet de namazda olur, cenabet durumunda gusulde olur, konuşmada olur, ölçü ve tartıda olur. En önemlisi de emanet olarak bırakılan eşyalarda olur."

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: :

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi... emreder..." âyetini açıklarken:

“Ne zengine, ne de fakire emaneti vermeyip elinde tutma gibi bir ruhsat verilmiş değildir" demiştir.

İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Hasan'ın bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Emaneti sahibine teslim et ve sana ihanet eden birine sen de ihanet etme" buyururdu.

Ebû Dâvud, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da Ebû Sâlih vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Emaneti sahibine teslim et ve sana ihanet eden birine sen de ihanet etme" buyurmuştur.

Müslim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey bir kişide bulunduğu zaman namaz kılıp oruç tutsa da, Müslüman olduğunu söylese de münafık biridir. Bu üç şey de kişinin konuşurken yalan söylemesi, verdiği sözde durmaması ve emanete ihanet etmesidir. "

Beyhakî'nin Şuab'da Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Emaneti olmayan kişinin imanı da yoktur. Abdesti olmayan kişinin namazı da yoktur" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuab'da İbn Amr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dört şey sende varsa dünyada kaybettiklerine üzülme. Bunlar emaneti muhafaza etme, doğru sözlü olma, güzel bir ahlâk sahibi olma ve helal olan şeyleri yemedir. "

Beyhakî'nin Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlar arasında çekilip alınacak ilk şey, emanete sadakattir. İbadetlerden geriye en son kalacak olanı da namazdır. Ancak nice namaz kılan kişide bir hayır olmayacaktır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu ümmetten ilk önce kaldırılacak iki şey, hayâ ile emanete sadakattir. Onun için bunları Yüce Allah'tan çokça dileyin" buyurmuştur.

Abdurrezzâk ve Beyhakî, İbn Ömer'den bildirir:

“Kişinin namazına ve orucuna değil; doğru konuşurken doğru sözlü olup olmamasına, kendisine verilen emanete ihanet edip etmemesine ve günahlar karşısında Allah'tan korkup korkmamasına bakın."

Beyhakî, Ömer b. el-Hattâb'dan bu sözün aynısını zikreder.

Beyhakî'nin Meymûn b. Mihrân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey, karşıdaki kişi iyi de olsa kötü de olsa yerine getirilmelidir. Bunlardan biri iyi de olsa kötü de olsa akraba olan kişiyle bağlar koparılmamalıdır. Diğeri iyi de olsa kötü de olsa kişinin verdiği emanet kendisine iade edilmelidir. Üçüncüsü de kişi iyi de olsa kötü de olsa kendisine verilen söz yerine getirilmelidir. "

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne:

“Kişinin sermayesi yoksa kendisinde bulunan emaneti sermaye olarak kullanabilir" demiştir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes:

“İçinde hıyanet olan bir evde bereket olmaz" demiştir.

Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifât'da Ebû Yunus'tan bildirir: Ebû Hureyre:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" âyetini okudu ve başparmaklarını kulaklarına, işaret parmaklarını da gözlerine koyup şöyle dedi:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğunu ve parmaklarını bu şekilde koyduğunu gördüm."

İbn Ebî Hâtim, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Şüphesiz Allah işitir ve görür" âyetinin okunduğunu ve açıklarken:

“Her şeyi görür" buyurduğunu işittim.

59

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sîzden olan ulu'l-emre de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Eesûlü'ne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre de..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Peygambere itaat Kitab ile Sünnet'e itaattir. Ulu'l-emre itaat ise fakihlere ve alimlere itaattir."

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre de..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir birliğin komutanı olarak gönderdiği Abdullah b. Huzâfe b. Kays b. Adiy hakkında nazil oldu."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hâlid b. el-Velîd'in komutasında, içlerinde Ammâr b. Yâsir'in de bulunduğu bir müfreze gönderdi. Düşmana doğru yola koyuldular ve onlara yakın bir yerde konakladılar. Ancak gece vakti casus düşman topluluğa gidip durumu bildirdi. Bir kişi hariç hepsi de kaçtı. Kalan kişi de ailesine eşyaları toplamalarını söyledi. Kendisi de gece vakti yola düşüp Hâlid'in karargâhına geldi. Ammâr bir Yâsir'i arayıp buldu. Yanına geldiğinde ona:

“Ey Ebu'l-Yakzân! Ben Müslüman oldum. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ediyorum. Kavmim sizin gelişinizi duyunca kaçtılar. Geride bir tek ben kaldım. Bu şekilde Müslüman olmamın yarın için bana bir faydası olur mu? Zira olmayacaksa ben de kaçacağım" dedi. Ammâr:

“Tabi ki yarar, bir yere kaçmana gerek yok" karşılığını verdi. Ammâr'ın bu sözü üzerine adam kaçmayıp yerinde kaldı.

Sabah olduğunda Hâlid ordusuyla birlikte saldırıya geçti. Ancak o adamdan başka hiç kimseyi bulamadılar. Bunun üzerine adamı yakaladılar, malına da el koydular. Ammâr durumdan haberdâr olunca Hâlid'e geldi ve:

“Adamı serbest bırak! Zira Müslüman oldu ve ben ona eman verdim" dedi. Hâlid ise:

“Sen hangi hakla ona eman veriyorsun?" karşılığını verdi. Bu konuda birbirlerine ağır laflar ettiler ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştılar. Allah Resûlü, Ammâr'ın verdiği emanı geçerli saydı ve bir daha komutanın izni olmadan böyle bir şey yapmamasını söyledi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda da birbirlerine ağır laflar etmeye başladıklarında Hâlid:

Resûlallah! Bu organları kesik adamın bana dil uzatmasına müsaade mi edeceksin?" dedi. Allah Resûlü:

“Ey Hâlid! Ammâr'a dil uzatma! Zira Ammâr'a dil uzatan kişiye Allah da dil uzatır. Ammâr'ı öfkelendiren kişiye Allah da öfke duyar. Ammâr'a lanet eden kişiye Allah da lanet eder" buyurdu. Ammâr öfkeli bir şekilde oradan ayrılınca Hâlid peşinden gitti ve giysisinden tutup özür diledi. Ammâr razı olunca da Yüce Allah bu âyeti indirdi.

İbn Asâkir bunu Süddî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten o da İbn Abbâs'tan bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân:

“...Sizden olan ulu'l- emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dönemindeki ordu komutanlarıdır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“...Sizden olan ulu'l- emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar idarecilerdir" demiştir. Başka bir lafızda:

“Bunlar ordu komutanlarıdır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mekhûl:

“...Sizden olan ulu'l-emre..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar:

“Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" âyetine muhatap olan kişilerdir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Emirime itaat eden de bana itaat etmiş olur. Bana karşı çıkan Allah'a karşı çıkmış olur. Emirime karşı çıkan da bana karşı çıkmış olur. "

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Sizden olan ulu'l-emre..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Babam bana dedi ki:

“Bunlar yöneticilerdir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“İtaat konusunda dikkatli olun ve itaat edin! Zira itaat konusunda sınanırsınız" buyurmuştur. Yine:

“Yüce Allah dileseydi bu işi peygamberlerine has kılardı" buyurmuştur. Yani peygamberlerin yanında onlara da itaat emredilmiştir. Yahya b. Zekeriya'nın öldürülmesi konusunda nasıl hüküm verildiğini görmüyor musun?"

Buhârî'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başı kuru üzüm tanesi gibi olan bir Habeşli başınıza getirilse dahi ona itaat edin" buyurmuştur.

Ahmed, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Ebû Umâme'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Vedâ haccında hutbe verirken şöyle buyurduğunu işittim:

“Rabbinize ibadet edin, beş vakit namazlarınızı kılın. Ramazan orucunuzu tutun ve mallarınızın zekatını verin. Başınızda bulunan yöneticiye de itaat edin ki Rabbinizin Cennetine giresiniz."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlardan kasıt din alimleri, fakihler, insanlara dinlerini öğreten ve iyiliği emredip kötülükten nehyeden kişilerdir. Yüce Allah bunlara itaati farz kılmıştır."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar din alimleri ve hayırlı kişilerdir" demiştir.

İbn Adiy, el-Kâmil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sizden olan ulu'l- emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlardan kasıt din alimleridir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar fakihler ile din alimleridir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı, fakihler ile din alimleridir" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar alimlerdir. Yüce Allah'ın:

“...Halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi...'" buyurduğunu görmez misin?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Sizden olan ulu'l-emre..."âyetini açıklarken:

“Bunlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı, davetçiler ve ravilerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Sizden olan ulu'l-emre..." âyetini açıklarken:

“Bunlar Ebû Bekr ve Ömer'dir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Kelbî:

“...Sizden olan ulu'l-emre..."âyetini açıklarken:

“Bunlar Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ali ve İbn Mes'ûd'dur" demiştir.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İkrime'ye ümmü veledlerin durumu sorulunca:

“Bunlar özgürdür" demiştir. Ona:

“Bunu neye dayanarak söylüyorsun?" diye sorduklarında:

“Kur'ân'a dayanarak" dedi. Ona:

“Hangi âyete dayanarak bunu diyorsun?" diye sorduklarında da şu karşılığı vermiştir:

“Yüce Allah: «Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre de...» buyurur. Ömer de ulu'l-emr olanlardan biridir ve bu konuda: «Ümmü veled efendisinden olan çocuğu düşürse dahi azat edilir» demiştir."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Cerîr'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'a isyan olan bir konuda olmadıktan sonra Müslüman kişinin (emirine) istese de istemese de itaat etmesi gerekir. Ancak Allah'a isyan konusunda bir emir verilirse bu emir ne dinlenilir, ne de ona itaat edilir."'

İbn Cerîr'in Ebü Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benden sonra başınıza bazı kişiler gelecektir. İyi olan iyilikle kötü olan da kötülükle sizi idare edecek. Hakka uygun olduğu sürece onların emirlerini dinleyip itaat edin ve arkalarında namaz kılın. Şayet iyi olurlarsa bunun sevabı hem onların, hem sizin olur. Kötülük ederlerse de sizler itaatin sevabını alır, kötülüğün günahı da onlara kalır. "

Ahmed, Enes'den bildirir: Muâz:

Resûlallah! Senin sünnetine uymayan ve emirlerine riâyet etmeyen kişilerin başımıza geçmesi durumunda ne yapmamızı emredersin?" diye Sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): Allah'a itaat etmeyene itaat olmaz" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Ya'lâ, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve İbn Mende, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Alkame b. Mücezzir'i bir birlikle savaşa gönderdi. İçlerinde ben de vardım. Yolun bir yerine vardığı zaman ordudan bir gruba ayrılmaları için izin verdi ve başlarına Abdullah b. Huzâfe b. Kays es-Sehmî'yi komutan atadı. Abdullah, Bedir savaşına katılmıştı ve şakacı birisiydi. Yolun bir yerine geldiğimizde askerler bir şeyler yapmak için ateş yaktılar. Abdullah:

“Benim emirlerimi dinleyip itaat etmek zorunda değil misiniz?" diye sorunca, askerler:

“Evet!" dediler. Abdullah:

“Ben size bir şeyi emretsem yapmak zorunda değil misiniz?" diye sorunca, askerler yine:

“Evet!" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Abdullah:

“Bana itaat etme hakkına dayanarak bu ateşin içine atlamanızı emrediyorum!" dedi. Bunun üzerine bazı askerler ateşe atlamak için hazırlandılar. Abdullah onların ateşin içine gireceklerini anlayınca:

“Durun! Ben sadece şaka yapıyordum!" dedi. Geri döndüğümüzde bu olayı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Komutanlarınızdan biri Yüce Allah'a isyan etmeye yönelik bir emir verirse ona itaat etmeyin!" buyurdu. İbn Mende'nin lafzı ise:

“Böyle bir şeyi emrettikleri zaman, Yüce Allah'a isyan olan bir konuda onlara itaat etmeyin" şeklindedir.

İbnu'd-Durays Rabî' b. Enes'den bildirir: Önceki (bir kutsal) kitapta şöyle yazılıdır:

“Kişi Allah'a isyan olan bir konuda birinin emrine itaat edilmesi gerektiğini düşündüğü sürece Allah onun amelini kabul etmez. Kişi Allah'a isyan etmeye razı olduğu sürece de Allah amelini kabul etmez."

İbn Ebî Şeybe'nin Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a isyan konusunda hiç kimseye itaat yoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a isyan konusunda hiç kimseye itaat yoktur" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'den bildirir: Hazret-iÖmer bir vali tayin ettiği zaman, ahaliye okunmak üzere:

“Sizlere karşı adil olduğu sürece emirlerini dinleyip itaat edin!" diye bir ferman yazardı.

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iÖmer'den bildirir: Başınıza organları kesik Habeşli bir köle tayin edilse dahi ona itaat et! Şâyet sana zarar verirse sabret. Seni bazı şeylerden mahrum bıraksa yine sabret. Ancak dinini eksiltecek olan bir şeyi yapmanı emrederse:

“Dinimi eksilteceğine kanımı dökerim!" de.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Süfyân'dan bildirir: İbnu'z-Zübeyr bize bir hutbe verip şöyle dedi:

“Nasıl bir fitnenin içinde olduğumuzu görüyorsunuz. Onun için Yüce Allah'a itaat olan olan bir emir verdiğimiz zaman bunu dinleyip itaat etmeniz gerekir. Allah'a itaati içermeyen bir emir verdiğimiz zaman ise sizden buna itaat etme ve dinlemeyi isteme hakkımız yoktur."

İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî, Ümmü'l-Husayn el-Ahmesiyye'den bildirir: Hz, Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) giysisini koltuğunun altına dolamış bir şekilde hutbe verirken:

“Başınıza organları kesik Habeşli bir köle geçirilse dahi Allah'ın Kitab'ına göre hükmettiği sürece ona itaat edin" buyurduğunu işittim.

İbn Ebî Şeybe, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirir:

“Yöneticinin Yüce Allah'ın indirdiklerine göre hükmetmesi ve emanetleri ehline teslim etmesi gerekir. Bunu yaptığı zaman da Müslümanların ona itaat etmeleri ve çağrılarına icabet etmeleri gerekir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd:

“Allah'a isyan konusunda hiç kimseye itaat olmaz" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin Hazret-iAli'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Allah'a isyan konusunda hiç kimseye itaat yoktur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Hazret-iAli'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir müfreze gönderdi. Başlarına Ensâr'dan birini komutan atadı, askerlere de onun emirlerini dinleyip itaat etme emrini verdi. Bir ara bir konuda komutanı kızdırdıklarında, komutan:

“Odun toplayın'." dedi. Odun topladıklarında:

“Ateş yakın'." emrini verdi. Ateşi yaktıklarında da onlara:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana itaati emretmedi mi?" diye sordu. Askerler:

“Evet, emretti" dediklerinde komutan:

“O zaman ateşe girin!" emrini verdi. Ancak askerler birbirlerine bakarak:

“Zaten biz (Cehennemdeki) ateşten kurtulmak için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiştik!" dediler. Bunu duyan komutanın öfkesi dindi ve ateş söndürüldü. Geri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) döndüklerinde, olanları ona anlattılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet ateşe girselerdi oradan asla çıkamazlardı". Bilin ki itaat ancak iyi şeylerde olur" buyurdu.

Taberânî, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Ziyâd, Hakem b. Amr el-Ğifârî'yi orduya komutan olarak atadı. İmrân b. Husayn onunla karşılaşınca şöyle dedi:

“Yanına neden geldiğimi biliyor musun? Komutanı kendisine:

“Kalk ve ateşe gir!" emrini vermesi üzerine ateşe girmek için hazırlanan ancak sonradan vazgeçen kişinin durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatıldığında:

“Şayet ateşe girseydi Cehenneme girerdi. Allah'a isyan konusunda hiç kimseye itaat yoktur" buyurduğunu hatırlıyorsun değil mi?" Hakem:

“Evet, hatırlıyorum" karşılığını verince, İmrân:

“Sana bu hadisi hatırlatmak istedim" dedi.

Buhârî, Târih'de, Nesâî ve Beyhakî'nin Şuab'da Hâris el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın bana emrettiği beş şeyi ben de size emrediyorum. Bunlar cemaatten ayrılmama, söz dinleme, emirlere itaat etme, hicret ve Allah yolunda cihaddır. Cemaatten bir karış dahi ayrılan kişi, tekrar dönene kadar boynundan İslam boyunduruğunu çıkarmış olur."

Beyhakî'nin Mikdâm'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Başınızdaki idarecilere itaat edin. Benim getirdiğim dine uygun size bir şey emrettikleri zaman bunun sevabını alırlar. Siz de bu emre itaat etmenin sevabını alırsınız. Benim getirdiğim dine uygun olmayan bir şeyi emrettikleri zaman bunun günahı onlara olur. Bu emre itaat etmenin günahından da beri olursunuz. Yüce Allah'ın huzuruna çıktığınızda: «Rabbimiz! Burada haksızlık yapılmaz» dersiniz. Yüce Allah: «Evet, burada haksızlık olmaz» karşılığını verir. Siz: «Rabbimiz! Bize bir elçi gönderdin, biz de senin iznin ve emrinle ona itaat ettik. Daha sonra başımıza halifeler getirdin. Yine senin iznin ve emrinle onlara itaat ettik. Başımıza idareciler getirdin. Bunlara da senin iznin ve emrinle onlara itaat ettik» dediğiniz de Yüce Allah: «Doğru söylüyorsunuz! Onun için dine uygun olmayan emirlerinin günahları onlaradır ve siz bunun sorumluluğundan berisiniz» buyurur. "

Ahmed ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Başınıza kalpten sevdiğiniz ve gördüğünüzde size huzur veren yöneticiler gelecektir. Yine sevmediğiniz ve gördüğünüzde tüylerinizi diken diken eden yöneticiler de gelecektir" buyurdu. Adamın biri:

Resûlallah! Bunlarla savaşalım mı?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namaz kıldıkları sürece hayır" karşılığını verdi.

Beyhakî, Abdullah'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra adam kayırma ve hoşlanmadığınız şeylerle karşılaşacaksınız" buyurdu. " Resûlallah! Böylesi bir durumda ne yapmamızı emredersin?" diye sorduğumuzda:

“Siz üzerinizde olan hakları ifa edin ve sizin olan şeyleri Allah'tan dileyin" karşılığını verdi.

Ahmed, Ebû Zer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benden sonra da sizin başınıza yöneticiler geçecektir. Sakın başınıza geçen kişinin değerini düşürmeyin. Zira onun değerini düşürmek isteyen kişi İslam boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur. Yöneticide açtığı yarayı tekrar kapatana -ki bunu zor yapar- ve ona gerekli değeri verene kadar da tövbesi kabul görmez" buyurdu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ÜÇ şeyden hiçbir zaman geri durmamamızı emretti. Bunlardan biri iyiliği emretmektir. Diğeri kötülükten nehyetmektir. Bir diğeri de insanlara sünnetleri öğretmektir.

Ahmed, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanların cemaatinden ayrılan ve yöneticinin değerini düşüren kişi, Yüce Allah'ın huzuruna çıktığında bakacak bir yüzü olmaz" buyurduğunu işittim.

Beyhakî, Şuab'da Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tan bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yöneticiye sövmeyin! Zira yöneticiler Yüce Allah'ın yeryüzündeki gölgeleridir" buyurduğunu işittim.

İbn Sa'd ve Beyhakî, Enes b. Mâlik'ten bildirir:

“Büyüklerimiz olan Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bize yöneticilere sövmememizi, onları aldatmamamızı, onlara isyan etmememizi, Allah'tan korkup sabretmemizi, zira kıyametin yakın olduğunu öğrettiler."

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib:

“İyi biri de olsa, kötü biri de olsa insanları ancak bir lider ıslah edebilir" dedi. Kendisine:

“İyi olan kişiyi anladık da kötü biri nasıl ıslah edecek?" diye sorulunca da şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah, kötü bir yöneticiyle yolların güvenliğini sağlar. Düşmana karşı onunla savaşılır, onunla ganimet elde edilir, onunla hadler ikame edilir, onunla haccedilir. Müslüman biri ölene kadar güven içinde onunla Allah'a ibadet eder."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde onu Allah ve Resûlü'ne arz edin..." âyetini açıklarken:

“Alimler bir konuda ihtilafa düştükleri zaman Yüce Allah'ın Kitab'ı ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine müracaat ederler" dedi ve:

“...Halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..." âyetini okudu.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Anlaşmazlık halinde Yüce Allah'ın Kitab'ına ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) başvurulur. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmişse de sünnetine başvurulur."

İbn Cerîr, Katâde ile Süddî'den bunun benzerini zikreder.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken:

“Bu, sevap bakımından daha güzel, sonuç olarak daha hayırlıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“....." âyetini açıklarken:

“Bu, sevap ve mükafat bakımından daha güzeldir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Bu, sonuç bakımından daha güzeldir" demiştir.

60

Bkz. Ayet:63

61

Bkz. Ayet:63

62

Bkz. Ayet:63

63

"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mî? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Münafıklara, «Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Peygambere gelin» dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da  «Biz İyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik» diye Allah'a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur? Onlar, Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle."

İbn Ebî Hâtim ve Taberânî sahih bir senedle İbn Abbâs'tan bildirir: Ebû Burde el-Eslemî, Yahudiler arasındaki anlaşmaları çözen bir kahindi. Müslümanlardan bazıları yanma gelip anlaşmazlıklarını çözmek istediklerinde de:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. Münafıklara, «Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygambere gelin» dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da «Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik» diye Allah'a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?'" âyetleri nazil oldu. "

İbn İshâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Tövbe etmeden önce Cülâs b. es-Sâmit, Muattib b. Kuşeyr, Râfi' b. Zeyd ve Beşîr Müslüman olduklarını söylerlerdi. Kavimlerinden Müslüman olan bazı kimseler aralarında bulunan bir sorundan dolayı bunlarla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaşmak istediler. Ancak bunlar Cahiliye döneminde bu tür davalara bakan kahinlere gitmek istediler. Bunun üzerine:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: Yahudilerden bir adam ile münafıklardan (başka bir lafızda: Müslüman olduğunu iddia eden) bir adam arasında bir husumet vardı. Yahudî diğer adamı Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaşmak için çağırdı; çünkü Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) hüküm verme konusunda rüşvet almadığını biliyordu. Diğer adam ise Yahudilerin davalarda rüşvet aldıklarını bildiği için onu Yahudi birinin huzurunda davalaşmaya çağırdı. Sonrasında Cüheyne kabilesinden bir kahinin yanında davalaşmak üzere anlaştılar. Bunun üzerine:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor... Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetleri nazil oldu.

İbn Cerîr, Süleymân et-Teymî'den bildirir: Hadramî'nin dediğine göre Yahudilerden bir adam Müslüman oldu. Bu adamın başka bir Yahudi ile de bir hak konusunda husumeti vardı. Yahudi olan kişi:

“Allah'ın Peygamberine gidelim" deyince, Müslüman olmuş kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), aleyhinde hüküm vereceğini anladı ve gitmeyi kabul etmedi. Sonrasında kahin olan bir adamın yanına gidip davalaştılar. Bunun üzerine:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir:

“Bize bildirilene göre bu âyet, aralarında bir husumet olan Yahudi bir adamla Ensâr'dan bir adam hakkında nazil oldu. Bunlar Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) bırakıp Medine'de bulunan bir kahinin yanında davalaştılar. Bunun üzerine bu âyetle Yüce Allah onları kınamıştır. Yine bize bildirilene göre Yahudi olan kişi Ensâr'dan olan kişiyi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaşmaya çağırıyordu; zira Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) haksızlık yapmayacağını biliyordu. Ancak Müslüman olduğunu söyleyen ve Ensâr'dan olan kişi bunu kabul etmiyordu. Bunun üzerine Yüce Allah işittiğiniz gibi bu âyeti indirmiş ve Müslüman olduğunu iddia eden kişi ile Ehl-i Kitab'dan olan kişiyi bu konuda kınamıştır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Yahudilerden bazıları Müslüman olmuştu. Bunlardan bazıları da münafıktı. Cahiliye döneminde Nadîr oğullarından biri Kurayza oğullarından birini öldürdüğü zaman kısas uygulanır ve öldüren kişi öldürülürdü. Kurayza oğullarından biri Nadîr oğullarından birini öldürdüğü zaman ise kısas uygulanmaz, bunun verine diyet olarak altmış vesk hurma verilirdi. Kurayza ve Nadîr oğullarından bazıları Müslüman olduktan sonra Nadîr oğullarından birisi Kurayza oğullarından birini öldürdü. Davalaşmak üzere de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler. Nadîr oğullarından biri:

Resûlallah! Cahiliye döneminde böylesi durumlarda onlara diyet öderdik. Şimdi de diyeti vermek istiyoruz" deyince, Kurayza oğulları:

“Olmaz! Zira hem soy, hem de dinde biz sizin kardeşleriniziz ve kanımız da kanınız değerindedir. Cahiliye döneminde böylesi durumlarda bize diyet ödemeniz bizden daha güçlü olduğunuz içindi. Ancak Yüce Allah İslam'ı gönderdi" karşılığını verdiler.

Bunun üzerine Yüce Allah:

“Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına keffaret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir" âyetini indirerek Yahudilerin birbirlerine karşı bu tutumlarını kınadı. Yüce Allah yine Nadîr oğullarından olan kişinin:

“Cahiliye döneminde böylesi durumlarda onlara diyet olarak altmış vesk hurma öderdik. Biz kısas olarak onlardan katili öldürür, ancak onlar öldüremezdi" demesini de kınayarak:

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar..." âyetini indirdi. Dava sonunda Nadîr oğullarından olan katil kısas olarak öldürüldü.

Nadîr oğulları ile Kurayza oğulları birbirlerine karşı övünmeye başladılar. Nadîr oğulları:

“Biz Allah'a sizden daha yakınız" derken, Kurayza oğulları:

“Biz sizden daha üstünüz" demeye başladılar. Sonra Medine'de kahin Ebû Burde el-Eslemî'nin yanına girdiler. Kurayza ve Nadir oğullarından olan münafıklar:

“Ebû Burde'nin yanına gidip bu konuda bize hüküm vermesini isteyelim" derken, Kurayza ve Nadîr oğullarından Müslüman olanlar ise:

“Hayır! Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidelim, hükmü o versin" dediler. Fakat Münafıklar kabul etmediler ve Ebû Burde'nin yanına gittiler. Durumu anlatıp hüküm vermesini istediklerinde, Ebû Burde:

“Buna karşılık bana vereceğiniz lokmayı (rüşveti) büyük tutun" dedi. Münafıklar:

“Sana on vesk (yiyecek) veririz" karşılığını verdiler. Ebû Burde:

“Hayır! Diyet kadarı olan yüz vesk vereceksiniz. Zira Nadir oğullarının lehine hüküm versem Kurayza oğullarının beni öldürmesinden, Kurayza oğullarının lehine hüküm versem Nadîr oğullarının beni öldürmesinden korkarım" dedi; ancak on veskten daha fazla vermeyi kabul etmediler. O da hüküm vermeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor... Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Tâğut, Yahudilerden Ka'b b. el-Eşref adında birisidir. Yahudiler aralarında hüküm vermek üzere Yüce Allah'ın indirdiklerine ve Allah Resûlü'ne çağrıldıkları vakit:

“Biz Ka'b'ın huzurunda sizlerle davalaşırız" derlerdi. "...Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar..." âyeti da bu anlamdadır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Münafıklardan bir adam ile Yahudilerden bir adam bir konuda anlaşmazlığa düştüler. Münafık olan kişi:

“Hüküm vermesi için Ka'b b. el-Eşref'e gidelim" derken Yahudi olan kişi:

“Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) gidelim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğût'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor'" âyetini indirdi. '

İbn Cerîr, Rabî' b. Enes'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından iki adamın arasında husumet vardı. Bunlardan biri mümin, biri de münafık idi. Mümin olan, davalaşmak için diğerini Peyagmberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) çağırınca, münafık olan kişi hüküm vermesi için mümini Ka'b b. el- Eşref'e çağırdı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Münafıklara, «Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygambere gelin» dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün" âyetini indirdi.

Sa'lebî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet münafıklardan Bişr adında birisi hakkında nazil oldu. Bu adam Yahudi bir adamla hasım oldu. Yahudi bunu hüküm vermesi için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) çağırınca, münafık onu Ka'b b. el-Eşref'e çağırdı. Daha sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştılar. Allah Resûlü de Yahudinin lehine hükmü verdi. Ancak münafık bu hükme razı olmadı ve:

“Gel Ömer b. el-Hattâb'ın yanına gidip hüküm vermesini isteyelim" dedi. Gittiklerinde Yahudi olan kişi Ömer'e:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda hükmü verdi, ancak adam razı olmadı" deyince, Ömer, münafık adama:

“Doğru mu söylüyor?" diye sordu. Münafık:

“Evet!" karşılığını verince, Ömer:

“O zaman tekrar yanınıza çıkana kadar burada bekleyin" dedi. Ömer içeri girip kılıcını aldı ve çıkıp münafığın boynunu vurdu.

Adam ölünce de Ömer:

“Yüce Allah'ın ve Resûlünün hükmüne razı olmayan kişi hakkında hükmüm budur!" dedi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar..." âyetini açıklarken:

“Burada tağuttan kasıt Ka'b b. el-Eşref'tir" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir:

“Tağut, insan suretinde bir şeytandır. İnsanlar onun yanında muhakemeleşirler ve işlerini ona teslim ederler."

İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildirir: Câbir b. Abdillah'a yanlarında muhakemeleşilen tağutları sorduğumda şöyle dedi:

“Cüheyne kabilesinde bir tane, Eşlem kabilesinde bir tane, Hilâl kabilesinde bir tane ve her kabilede bir tane vardır. Bunlar şeytandan ilham alan kahinlerdir."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Münafıklara, «Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygambere gelin» dendiği zaman..." âyetini açıklarken:

“Müslüman biri Yahudi olan hasmını davalaşmak için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) davet etmişti" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) âyetini açıklarken:

“Sudûd ifadesi, yüz çevirme anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bunların başına gelecekleri ve yapacaklarını önceden haber verip açıklamıştır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Başlarına bir musibet geldiği zaman..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet gelmesidir. Yüce Allah bu yönde olanları ile olacakları Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) haber vermiş ve:

“Sana geldiklerinde onlara etkili sözler söyle" demiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman..." âyetini açıklarken:

“Bu musibet, münafık olmalarının ve Allah'ın hükmüne razı olmamalarının karşılığıdır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...öyleyse onlara aldırma..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah burada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), kendilerine etkili ve güzel söz söyledikten sonra onlara aldırmasını da söylemiştir."

64

"Biz her peygamberi sırf, Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Biz her peygamberi sırf, Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın da izni ile insanların peygamberlere itaatleri farzdır. Hiç kimse de Allah'ın izni olmadan onlara itaat edemez."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı" âyetini açıklarken:

“Burada söz konusu kişiler, Ka'b b. el- Eşref'e gidip muhakeme olan Yahudiyle müslümandır" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İstiğfar, biri sözle, biri de amelle olmak üzere iki şekilde olur. Sözle istiğfar konusunda Yüce Allah:

“...Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı" buyurur. Amel ile istiğfar konusunda ise:

“Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir" buyurmuştur. Yüce Allah bu âyetle bağışlanmayı gerektiren amelde bulunmayı kastetmiştir. Bana bildirilene göre diğer dinlerden olan ve Müslüman olduğunu söyleyen bazı kimseler, dilleriyle bağışlanma dilemelerine rağmen Cehenneme gireceklerdir.

65

"Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar."

Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân ve Beyhakî, Zührî vasıtasıyla Urve b. ez-Zübeyr'den o da Abdullah b. ez- Zübeyr'den bildirir: Zübeyr b. el-Avvâm, Ensâr'dan olan ve Bedir savaşına katılan biriyle kayalıklardan akan bir su kanalı konusunda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştı. Her ikisi de bu kanaldan hurmalıklarını suluyordu. Ensâr'dan olan adam:

“Suyu bırak ben de hurmalığımı sulayayım" deyince, Zübeyr suyu bırakmayı kabul etmedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Zübeyr! Önce sen hurmalığını sula, sonra da suyu bırak" buyurunca, Ensarlı kızdı ve:

Resûlallah! Halan oğlu olduğu için mi bu hükmü verdin?" dedi. Bu söz üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün rengi değişti ve:

“Ey Zübeyr! Hurmalığını sula, sonra suyun önünü kapat ağaçların köklerine kadar yükselsin. Ardından suyu komşuna bırak" buyurdu. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zübeyr'e hakkını tam olarak verdi. Oysa öncesinde hem Zübeyr, hem de Ensarlı olan adam için uygun olacak şekilde hüküm vermişti. Ensarlı bu şekilde konuşunca da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zübeyr'e hakkını sonuna kadar kullanması yönünde açık hükmünü verdi. Bundan dolayı Zübeyr:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyeti sanıyorum bu konuda nazil oldu" demiştir.

Humeydî, Müsned'de, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Taberânî, M. el-Kebîr'de Ümmü Seleme'den bildirir: Zübeyr bir adamla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Zübeyr'in lehine hüküm verince diğer adam:

“Halası oğlu olduğu için onun lehine hüküm verdi" demeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Zübeyr b. el-Avvâm ile Hâtib b. Belta'a hakkında nazil oldu. Sulama konusunda Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaşınca Allah Resûlü önce bahçesi üst tarafta olan kişinin, ondan sonra da altta olan kişinin sulamasına hüküm verdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetini açıklarken:

“Yahudiler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetini açıklarken şöyle der:

“Ka'b b. el-Eşref'in yanında muhakemeleşen Yahudiyle Müslüman biri hakkında nazil oldu."

İbn Cerîr de Şa'bî'den aynısını zikreder ancak Ka'b yerine kahin ifadesini kullanır.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Lehî'a vasıtasıyla Ebu'l-Esved'den bildirir: İki adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştılar. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında hüküm verdikten sonra aleyhinde hüküm verilen kişi:

“Davayı bir daha görmek için bizi Ömer b. el-Hattâb'a gönder" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Tamam, Ömer'e gidin" buyurdu. Ömer'in yanına gittiklerinde lehine hüküm verilen kişi:

“Ey Ömer! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim lehime hükmü verdi. Bu adam ise davayı bir daha görmek için ondan bizi sana göndermemizi istedi" dedi. Ömer adama:

“Öyle mi?" diye sorunca, adam:

“Evet!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:

“Yanınıza geri çıkıp hüküm verene kadar siz burada bekleyin "dedi ve içerden aldığı kılıcıyla yanlarına çıktı. "Bizi Ömer'e gönder" diyen adamı kılıcıyla öldürdü, diğer adam da kaçıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti. " Resûlallah! Ömer benimle birlikte giden adamı öldürdü. Vallahi yetişebilseydi beni de öldürecekti" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Ömer'in müminleri öldürmeye kalkışacağını düşünmüyordum" karşılığını verdi. "Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar'" âyeti nazil olunca da öldürülen adamın kanını heder saydı ve Ömer beraat etti. Ancak Yüce Allah böylesi bir olayın tekrarlanmaması ve adet haline dönüşmemesi için:

“Eğer biz onlara, "Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın" diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu" âyetini indirdi.

Hafız Duhaym, Tefsîr'de Utbe b. Damra'dan, o da babasından bildirir: İki adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda davalaştılar. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) haklı olan kişinin lehine hükmü verdi. Ancak diğer kişi:

“Bu hükmü kabul etmem" dedi. Lehine hüküm verilen adam:

“Peki, ne istiyorsun?" diye sorunca:

“Ebû Bekr es-Sıddîk'in yanında davalaşmak istiyorum" karşılığını verdi. Ancak Ebû Bekr de Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği hükmün aynısını verdi. Adam yine:

“Kabul etmem" deyince bu sefer Ömer'in yanına geldiler. Ömer olanları öğrenince evine girip elinde kılıcıyla çıktı ve hükme razı olmayan adamı öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" âyetini indirdi.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de Mekhûl'den bildirir: Münafıklardan bir adam ile Müslümanlardan bir adamın arasında bir konuda anlaşmazlık vardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiklerinde Allah Resûlü münafığın aleyhinde hüküm verdi. Yeniden davalaşmak üzere Ebû Bekr'e gittiklerinde:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) verdiği hükme razı olmayanların davasına bakacak değilim!" karşılığını verdi. Ömer'in yanına gidip durumu anlattıklarında Ömer:

“Acele etmeyin, bir içeri girip çıkayım" dedi. İçeri girip kılıcını aldı ve çıkıp münafığı öldürdü. Sonra da:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hükmüne razı olmayan kişi hakkındaki hükmüm böyledir" dedi. Olayın ardından Cebrail, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Ömer adamı öldürdü. Yüce Allah da Ömer'in diliyle hak ile batılı ayırdı" dedi. Bundan dolayıdır ki Ömer'e (hak ile batılı ayıran anlamında) "Fâruk" denilirdi.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: âyetinin anlamı ne?" diye sorunca, İbn Abâs:

“Anlaşmazlığa düştükleri konularda, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Züheyr'in:

"Ne zamarı bir topluluk anlaşmazlığa düşse, ileri gelenler

Bunu biz hallederiz, derler ve adaletle razı ederler" dediğini İşitmedin mi?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Şüphe" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) ifadesini:

"Kötü, günah" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Bu âyet nazil olduğu zaman sulama konusunda Zübeyr'in hasmı ve Ensâr'dan biri olan kişi:

“Bu hükme razı oldum" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî gusletmenin ancak meninin çıkmasıyla olacağı konusunda Ensâr'dan olanlarla tartışıyordu. Onlara:

“Sizin dediğiniz şeyin diğer ashabın da dediği gibi olduğunu bilseydim böylesi bir durumda yıkanmaz mıydım?" diye sorunca:

“Tabi ki, ama vallahi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hüküm verdiği bir konuda içinde bir şüphe ve sıkıntı kalmasın diye söylüyoruz" dediler.

66

"Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Yahudiler ve Araplardır. Mûsa'nın (aleyhisselam) arkadaşlarına bıçaklarla birbirlerini öldürme emredildiği gibi bunlara da birbirlerini öldürmelerini veya yurtlarından çıkmaları emredilseydi bunu pek azı yapardı."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..."' âyetini açıklarken şöyle elemiştir:

“Sâbit b. Kays b. Şemmâs hakkında nazil oldu. Onun hakkında nazil olan diğer bir âyet de:

“...Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etmeyin..."' âyetidir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Sâbit b. Kays b. Şemmâs ile Yahudilerden bir adam karşılıklı övünmeye başladılar. Yahudi:

“Yüce Allah birbirimizi öldürmeyi emredince birbirimizi öldürdük" deyince, Sâbit:

“Vallahi, Allah bize de birbirimizi öldürmeyi emretseydi biz de öldürürdük" karşılığını verdi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Ebû İshâk eş-Şa'bî'den bildirir:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyeti nazil olduğunda adamın biri:

“Şâyet bize böylesi bir emir verilirse yaparız. Ancak bizi afiyette kılan Allah'a hamdolsun" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca:

“Ümmetimden öyle kişiler var ki kalplerindeki iman, yüce dağlardan daha sağlamdır" buyurdu.

İbnu'l-Münzir, İsrâil vasıtasıyla Ebû İshâk'tan, o da Zeyd b. Hasan'dan bildirir:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyeti nazil olduğu zaman Ensâr'dan bazıları:

“Vallahi Yüce Allah böyle bir şeyi bize emretse bu emri yerine getirirdik. Ancak bizi böylesi bir şeyden afiyette kılan Allah'a hamdolsun. Bizi afiyette kılan Allah'a hamdolsun" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“İman, Ensâr'dan olanların kalbinde yüce dağlardan daha sağlam bir şekilde yerleşmiştir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Hişâm vasıtasıyla Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyeti nazil olduğu zaman ashâbdan bazıları:

“Rabbimiz böyle bir şeyi bize emretse bu emri yerine getirirdik" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu dediklerini işitince:

“İman, sahiplerinin kalbinde yüce dağlardan daha sağlam bir şekilde yerleşmiştir" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Âmir b. Abdillah b. ez-Zübeyr'den bildirir:

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyeti nazil olduğu zaman Hazret-iEbû Bekr:

Resûlallah! Kendimi öldürememi emretmen halinde bunu yaparım!" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Doğru söylüyorsun ey Ebû Bekr!" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim, Şurayh b. Ubeyd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı..." âyetini okuduktan sonra eliyle Abdullah b. Revâha'ya işaret ederek:

“Şayet Yüce Allah öylesi bir emir verecek olsa bunu yerine getirecek azınlığın içinde bu da olur" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi bir emir verilecek olsa bunu yerine getirecek azınlığın içinde İbn Ümmü Abd (Abdullah b. Mes'ûd) da olur" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân bu âyeti açıklarken:

“Abdullah b. Mes'ûd böylesi bir emir verilmesi halinde kendini öldürecek kişilerden biridir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Abdullah b. Mes'ûd ve Ammâr b. Yâsir bu emri yerine getirecek azınlığın içindedirler" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“İmanlarını tasdik edici..." olarak açıklamıştır.

67

Elbette o zaman, kendilerine, tarafımızdan büyük bir mükâfat verirdik.

68

Ve onları, muhakkak doğru yola iletirdik.

69

Bkz. Ayet:70

70

"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah'tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter."

Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Diyâ el-Makdisî, Sifatu'l- Cenne'de, Hazret-i Aişe'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi:

Resûlallah! Seni kendimden ve çocuklarımdan daha fazla seviyorum. Evimdeyken aklıma düşüyor ve gelip seni görmeden edemiyorum. Ancak herkesin de öleceğini hatırladığımda, sen ölünce Cennete girip Peygamberlerin yanında olacaksın. Ben öldüğümde ise Cennete girmem halinde senin görememekten korkuyorum." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adama herhangi bir cevap vermedi. Sonunda Cebrail:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler..." âyetiyle geldi.

Taberânî ve İbn Merdûye, Şa'bî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle dedi:

Resûlallah! Seni öyle seviyorum ki aklıma düştüğünde gelip seni görmesem canım çıkacak gibi oluyor. Ancak Cennete girmem halinde senden daha aşağı derecede olmak beni korkutuyor. Oysa ben de seninle aynı yerde olmak istiyorum." Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) adama herhangi bir şey demedi. Yüce Allah:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler..." âyetini indirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı çağırdı ve bu âyeti ona okudu.

Saîd b. Mansûr, Hennâd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Şa'bî'den bildirir: Ensâr'dan bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Seni kendimden, çocuklarımdan, ailemden ve malımdan daha çok seviyorum. Gelip seni görmesem de canım çıkacak gibi oluyorum" dedi. Sonra ağlamaya başladı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neden ağlıyorsun?" diye sorunca, adam:

“Senin gibi bizim de öleceğimiz aklıma geldi. Ancak sen Cennette peygamberlerle birlikte olacakken biz, Cennete girmemiz halinde senden daha aşağıda olacağız" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) buna karşılık adama bir şey demedi. Yüce Allah:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah'tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter" âyetlerini indirince adama:

“Ey Ebû Fülân! Sana müjdeler olsun!" buyurdu.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Ensâr'dan bir adam üzgün bir şekilde Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelince, Allah Resûlü:

“Ey Fülan! Neden seni üzgün görüyorum?" diye sordu. Adam:

Resûlallah! Bir şey düşündüm de beni üzdü" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Neyi düşündün?" diye sorunca, adam:

“Şu an sabah akşam yanına gelip gidiyoruz. Yüzünü görüp yanında oturuyoruz. Ancak yarın peygamberlerin katına çekileceksin ve artık sana ulaşamayacağız" dedi. Allah Resûlü adamın bu sözüne karşılık bir şey demedi. Cebrâil:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır" âyetiyle gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı çağırdı ve bunun müjdesini verdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Mesrûk'tan bildirir: Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı:

Resûlallah! Dünyadayken senden ayrılmayız, ancak vefat ettiğinde bizden daha üst bir makama çıkarılacaksın ve artık senin göremeyeceğiz" dediklerinde, Yüce Allah:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İkrime'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına genç bir çocuk geldi ve:

Resûlallah! Şu an dünyada iken seni görebiliyoruz ancak kıyamet gününde Cennette yüksek derecelerde bulunacağın için seni göremeyeceğiz" dedi. Yüce Allah bu konuda:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler..." âyetini indirince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“İnşaallah sen de Cennette benimle beraber olacaksın" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre bazı adamlar:

Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyada iken görüyoruz, ancak kıyamet gününde faziletinden dolayı üst makamlarda olacağından onu göremeyeceğiz" deyince, Yüce Allah:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Ensâr'dan bazıları:

Resûlallah! Yüce Allah seni Cennetine aldığı zaman en yüksek yerinde bulunacaksın. Bizler seni özleyince ne yapacağız?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, Rabî'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine inanan ve tasdik edenlerden derece bakımından daha üstün olduğunu biliyoruz. Cennette farklı derecelerde bulunanlar birbirlerini nasıl görecekler?" dediler. Yüce Allah da bu konuda bu âyeti indirdi. Sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennette yüksek derecede bulunanlar kendilerinden daha alt derecede bulunanların yanına inip Cennet bahçelerinde bir araya gelirler. Burada Yüce Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri zikredip onu överler" buyurdu.

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Rabîa b. Ka'b el-Eslemî'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında geceler, abdest için suyunu hazırlar hizmetini görürdüm. Bir defasında bana:

“Dile!" buyurunca:

“Cennette seninle beraber olmayı diliyorum" dedim. Bana:

“Başka bir şey istesen?" buyurunca:

“Sadece bunu istiyorum" dedim. Bunun üzerine:

“O zaman bu isteğini yerine getirmem için sen de çokça namaz kılarak bana yardımcı ol" buyurdu.

Ahmed, Amr b. Murra el-Cühenî'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Allah'tan başka ilah olmadığına, senin Allah'ın resûlü olduğuna şehadet ettim. Beş vakit namazımı kıldım, malımın zekatını verdim ve Ramazan orucunu tuttum" dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bu hal üzere olan kişi anne babasına da asi olmadıktan sonra kıyamet gününde peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraber şu şekilde olacaktır" buyurdu ve iki parmağını yan yana getirip gösterdi.

Ahmed ve Hâkim'in Muâz b. Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda bin ayet okuyan kişi kıyamet gününde inşaallah peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraber yazılır. Bunlar da ne güzel arkadaştır,"

Buhârî, Müslim ve İbn Mâce, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hasta olan her bir peygambere dünya (hayat) ile ahiret (ölüm) arasında tercih yapması istenilir" buyurduğunu işittim. Vefatına sebep olan hastalığı sırasında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sesi kısıldı. Kısık sesiyle de:

“Yüce Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddîklar ve şehitler ile beraber" dediğini işittim. Bunu işitince de O'ndan da tercih yapması istenildiğini anladım.

İbn Cerîr, Mikdâd'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eşlerin konusunda:

“Benden sonra onlar için sıddîkların olmasını umuyorum" buyurdun" dediğimde:

“Sıddîklar ile siz kimleri kastediyorsunuz?" diye sordu. "Küçük iken ölen çocuklarımızı kastederiz" dediğimde:

“Hayır! Sıddîklar, sadaka verenlerdir" buyurdu.

71

Bkz. Ayet:76

72

Bkz. Ayet:76

73

Bkz. Ayet:76

74

Bkz. Ayet:76

75

Bkz. Ayet:76

76

"Ey Mü’minler! İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep birden savaşa gidin, şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır,- size bir musibet gelirse «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» der. Eğer Allah'tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: «Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.» O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz. Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân:

“...İhtiyatlı davranın..." âyetini açıklarken:

“Silah yönünden hazırlığınızı yapın, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Bölük bölük veya toptan hep birlikte savaşa çıkın" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a:

“Yüce Allah'ın: (.....) âyetinin ne anlama geldiğini bana söyle" deyince, İbn Abbâs:

“On ve daha fazla kişi ile savaşa çıkma anlamındadır" karşılığını vermiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Tabi ki bilirler. Amr b. Külsûm et-Tağlibî'nin:

"Onlardan çekinmeye haşladığımız gün

Sahalı vakti süvarilerimiz bölükler halinde hazırda beklerler' dediğini işitmedin mi?"

Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de Atâ vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Nisâ Sûresi'ndeki:

“...Bölük bölük veya hep birden savaşa gidin" âyetini, Tevbe Sûresi'ndeki:

“İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır..." âyeti neshetmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Sayısı az topluluklar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Küçük topluluklar halinde Peygamberle birlikte savaşa çıkın" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Veya hep birden savaşa gidin" âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) savaşa çıktığı zaman savaştan kimsenin geri kalmaması gerekir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» der. Eğer Allah'tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der:

“Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım" âyetlerini açıklarken:

“Yüce Allah burada münafık olan kişiden bahsetmektedir" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân:

“Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» der. Eğer Allah'tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der:

“Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre savaş konusunda ağır davranan, cihattan geri kalan kişi münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selûl'dür. Düşman tarafından Müslümanların başına zorluk, sıkıntı gibi kötü bir şey geldiği zaman münafık olan kişi:

“Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım. Onların başına gelen belalar benim başıma gelmedi" demeye başlar. Ancak düşman karşısında Müslümanlar zafer kazanıp ganimet elde ettiği zaman münafık kişi savaşa katılmadığına pişman olur ve sanki aynı dini paylaşmıyor, Müslümanlarla arasında herhangi bir bağ yokmuş gibi:

“Keşke ben de onlarla birlikte bulunsaydım da ben de onlar gibi ganimetten payıma düşeni alsaydım" demeye başlar.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» der. Eğer Allah'tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de: «Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım» der..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir:

“Ağır davranma, cihad ve Allah yolunda savaş konusundadadır. Bir musibet geldiğinde: «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» diyenler yalancılardır. Bir lütuf eriştiği zaman da: «Keşke ben de onlarla beraber olsaydım» diyenler de haset edenlerdir."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse «Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım» der. Eğer Allah'tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de: «Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım» der..." âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Münafıklar Müslümanları Allah yolunda cihat etmekte yavaşlatırlar. Düşmanlar Müslümanları öldürdükleri zaman alay edercesine:

“Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım" derler. Ancak Müslümanlar düşmana karşı zafer kazanıp ganimet elde ettikleri zaman buna haset eder ve:

“Keşke ben de onlarla beraber olsaydım" derler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar..." âyetini açıklarken:

“Ahiret hayatını kazanmak için dünyadaki hayatlarını satanlardır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz"' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müşriklere karşı Allah'a itaat yolunda savaşın. Düşman tarafından öldürülen veya müşriklere karşı zafer kazanan kişiye Cennette yeteri kadar mükafat vereceğiz. Burada Yüce Allah müşriklerle cihad edip savaşırken ölen veya öldüren kişileri mükafatta ortak kılmıştır."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve zavallı olanların yolunda savaş mıyorsunuz?" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Âyette zikredilen zavallılar Mekke'de bulunan ve oradan çıkamayan Müslümanlardır."

Buhârî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ben ve annem de zavallı olanlardandık" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Müminlerin, Mekke'de bulunan zavallı müminler için savaşmaları emredilmiştir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“...Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar..." âyetini açıklarken:

“Halki zalim olan bu şehir Mekke'dir" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid ile İkrime:

“...Katından bize bir yardımcı lütfet..."' âyetini açıklarken:

“Katından bize sağlam olan bir hüccet gönder, anlamındadır" demişlerdir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“... İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar..." âyetini açıklarken:

“Tağut'un yolunda savaşmaktan kasıt, şeytan yolunda savaşmaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle demiştir:

“Şeytanı gördüğünüz zaman ondan korkmayın ve üzerine saldırın. Zira Yüce Allah:

“... Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır" buyurur."

Mücâhid der ki:

“Şeytan bazen namazda bana görünürdü. İbn Abbâs'ın bu sözünü hatırlayıp üzerine gittiğimde de yok olurdu."

77

"Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir grup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?» dediler» Onlara de ki:

“Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez"

Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Abdurrahman b. Avf ile bazı arkadaşları Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Müşrikken izzet içindeydik, ancak Müslüman olduktan sonra zillete düştük" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şimdilik bana affetmek emredildi. Onun için müşriklerle savaşmayın" buyurdu. Daha sonra Yüce Allah Medine'ye hicret etmesini takdir edip savaşa da izin verince bu sefer Müslümanlar savaştan geri durdular. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki:

“Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hicret öncesi Mekke'de bazı Müslümanlar müşriklerle savaşmakta sabırsız ve acele davranıyorlardı. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İzin ver silahlar edinip müşriklerle savaşalım" diyorlardı. Bize anlatılana göre de Abdurrahman b. Avf da bunu diyenlerden biriydi. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle savaşmalarına izin vermedi ve:

“Henüz savaşmam emredilmedi" buyurarak böyle bir şeyden uzak durmalarını istedi. Hicret ettikten sonra Müslümanların savaşmaları emredilince de bazı Müslümanlar bunu istemedi ve bildiğiniz şeyleri yaptılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez" buyurdu.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar savaş farz kılınmadan önce Müslüman olan bir topluluktu. Namaz kılıp zekat vermekten başka da bir yükümlülükleri yoktu. Ancak Allah'tan müşriklere karşı savaş izini istediler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bildirir:

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi..." âyeti ile:

“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar; halbuki o haberi Peygamber'e veya kendilerinden buyruk sahibi olanlara götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya kadir olanlar onu bilirdi. Allah'ın size bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız" âyeti arasında söz konusu olanlar Yahudilerdir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar...'" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah bu ümmete âyette zikredilen kişilerin yaptığı şeyi yapmalarını yasakladı" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Yakın bir süreye kadar ertelesen..." âyetini açıklarken:

“Burada yakın bir süreden kasıt ölümdür" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Yakın bir süreye kadar ertelesen..." âyetini açıklarken:

“Normal bir ölümle ölünceye kadar" demiştir.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Hişâm'dan bildirir: Hasan:

“...Dünya menfaati önemsizdir..." âyetini okudu ve şöyle dedi:

“Allah'ın rahmeti dünyaya bu gözle bakabilen ve öyle yaşayan kişinin üzerine olsun. Başından sonuna kadar dünya hayatı kişinin uyuyup rüyasında sevdiği şeyleri görmesi gibidir. Uyandığında rüyasında gördüğü şeylerden hiçbirini bulamayacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Meymûn b. Mihrân:

“Dünya hayatı az bir şeydir. Bu azın da çoğu gitmiş azı kalmıştır" dedi.

78

Bkz. Ayet:79

79

"Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, «Bu, Allah'tandır» derler. Onlara bir kötülük gelirse, «Bu, senin yüzündendir» derler. De ki; «Hepsi Allah'tandır.» Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar! Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Nerede olursanız olun..."âyetini açıklarken:

“Dünyada her nerede bulunursanız bulunun, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Sarp ve sağlam kaleler içinde bulunsanız dahi" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini:

“Alçı ile süslenmiş kaleler içinde olsanız dahi" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken:

“Gökte inşa edilen beyaz kaleler içinde" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: (.....) âyetini açıklarken:

“Gökte inşa edilen kaleler içinde" demiştir.

Abd b. Humeyd ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süfyân bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette bahsedilen kalelerin gökte yapılan kaleler olduğu söylenirdi."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, Hilye'de Mücâhid'den bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilişinden önce bir kadın ve bu kadının bir hizmetçisi vardı. Kadın doğum yapınca hizmetçisine:

“Git ve bana ateş bul getir" dedi. Hizmetçi ateş bulmak için çıktığında kapıda duran iki adamla karşılaştı. Bu iki adamdan biri diğerine:

“Kadın ne doğurdu?" diye sorunca, diğeri:

“Kız doğurdu" karşılığını verdi. Yine ikisinden biri diğerine:

“Doğan kız yüz kişiyle zina etmeden ve bu hizmetçiyle evlenmeden ölmeyecek. Ölümü de bir örümcekle olacaktır" deyince, hizmetçi:

“Vallahi sizin bu sözlerinizi yalan çıkaracağım!" dedi ve elindekini bırakıp bir bıçak aldı. Bıçağı iyice biledikten sonra o iki kişiye:

“Yüz kişiyle zina ettikten sonra benimle evlenecek diyordunuz değil mi?" diyerek bıçağı doğan kızın göbeğine sapladı. Kızı öldürdüğünü düşündü ve bıçağı atıp kaçtı. Kız çocuğu bağırınca annesi kalktı ve karnının yarılmış olduğunu gördü. Kızının karnını dikerek tedavi etti ve onu iyileştirdi.

Hizmetçi ise başını alıp gitti. Gittiği yerde bir süre kalıp bu süre içinde çokça mal kazandı. Kim öldü kim kaldı diye öğrenmek istedi ve memleketine geri döndü. Döndüğünde ihtiyar bir kadının yanında misafir oldu. Kadına:

“Bana beldenin en iyi kadınını bul. Ondan faydalanayım ve mal da vereyim" dedi. İhtiyar kadın da zamanında bıçaklanan ve bölgenin en güzel kızı olan o kızın yanına gitti. Kızı adamın yanına davet etti ve:

“Ondan iyi para alırsın" dedi. Kız ise:

“Daha önce öylesi şeyler yapıyordum ancak şimdi öyle bir şeyi yapmak istemiyorum" dedi ve ihtiyar kadının tekifini reddetti. İhtiyar kadın adamın yanına dönüp durumu anlatınca adam ona:

“O zaman evlenmek üzere o kızı bana iste" dedi. İhtiyar kadın o kızı istedi ve adamla evlendiler. Adam da kızı çok beğendi. Bir ara başından geçenleri kıza anlatınca, kız:

“Vallahi şâyet anlattığın doğru ise bil ki annem de bana senin bu olayı anlattı ve o bahsettiğin küçük kız da benim" dedi. Adam:

“Sen misin?" diye sorunca, kız:

“Evet, benim" karşılığını verdi. Adam:

“Vallahi şâyet o kız sen isen o zaman üzerinde saklanamayacak bir iz de bulunmalı" dedi ve kızın karnını açıp baktı. Karnında da bıçak izini gördü. O zaman adam:

“O iki adam bana doğruyu söylemişler. Vallahi sen yüz kişiyle zina ettin ve eski hizmetçiniz olan ben seninle evlendim. Şimdi dedikleri üçüncü şey olacak ve bir örümcek yüzünden öleceksin" dedi. Kız:

“Vallahi dediğin gibi oldu ancak zina ettiğim kişiler yüz mü daha az mı daha çok mu tam olarak bilemiyorum" karşılığını verdi. Adam:

“Vallahi ne az ne de fazla tam yüz kişi!" dedi.

Sonrasında adam örümcek korkusuyla kentin bir kenarında ev yaptırdı. Bir zaman geçtikten sonra kadının eceli geldiği sıralarda adam bakmak için eve gitti. Evin tavanında asılı bir örümcek gördü. Kadın da örümceğin yanında duruyordu. Adam:

“Vallahi örümceğin evin tavanında olduğunu görüyorum" deyince, kadın:

“Beni öldüreceğini söylediğiniz örümcek bu mu? Vallahi o beni öldürmeden ben onu öldüreceğim" karşılığını verdi. Adam kalkıp örümceği tavandan yere indirdi. Kadın:

“Vallahi onu benden başkası öldürmeyecek!" diyerek ayağını üzerine koyup örümceğin kafasını ezdi. Ancak örümcekten sıçrayan zehir kadının ayak parmağının eti ile tırnağı arasına girdi. Sonrasında kadının ayağı simsiyah kesildi ve öldü. Yüce Allah da Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdikten sonra bunu anlatırcasına:

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır..."' âyetini indirdi.

Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onlara bir iyilik gelirse, «Bu, Allah'tandır» derler. Onlara bir kötülük gelirse, «Bu, senin yüzündendir» derler. De ki:

“Hepsi Allah'tandır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette nimet ile musibetlerden bahsedilmiş ve bunların hepsinin Allah'tan olduğu ifade edilmiştir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebu'l-Âliye'den bildirir:

“...Onlara bir iyilik gelirse, «Bu, Allah'tandır» derler. Onlara bir kötülük gelirse, «Bu, senin yüzündendir» derler..." âyeti kişinin bolluk ve darlık halleriyle ilgilidir. "Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyeti da iyilikler ile kötülükler konusundadır.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir:

“...Onlara bir iyilik gelirse, «Bu, Allah'tandır» derler..." âyeti savaş hakkında nazil olmuştur. "...De ki:

“Hepsi Allah'tandır..." âyeti da savaş sonrası zafer veya hezimet hakkındadır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...De ki: Hepsi Allah'tandır... Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“İyilik de, kötülük de Allah'tandır. İyilik Yüce Allah'ın sana bir ihsanıdır. Kötülük de seni sınamasıdır. Allah katından Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen iyilik, Bedir savaşındaki zafer ve elde ettiği ganimetlerdir. Kötülük ise Uhud savaşındaki hezimet ile savaş sırasında yüzünün yaralanması, dişinin kırılmasıdır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mutarrif b. Abdillah:

“Kader konusunda ne istiyorsunuz? Nisâ Sûresi'ndeki:

“...Onlara bir iyilik gelirse, «Bu, Allah'tandır» derler. Onlara bir kötülük gelirse, «Bu, senin yüzündendir» derler. De ki:

“Hepsi Allah'tandır..." âyeti bu konuda size yetmiyor mu?" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bahsedilen kötülük Uhud savaşında olanlardır. Burada Yüce Allah:

“Başına gelen sıkıntılar kendi yaptıkların yüzündendir. Bu yaptıklarına karşılık böylesi bir sıkıntıyı ben sana takdir ederim" demiştir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sâlih:

“...Sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyetini:

“Başına gelen sıkıntılar kendi yaptıkların yüzündendir. Bu yaptıklarına karşılık böylesi bir sıkıntıyı ben sana takdir ederim" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin başına gelen kötülük ve sıkıntılar kendi işlediği günahlar yüzündendir. Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişiye kıymık batması, ayağının kayması ve damar seğirtmesi ancak işlediği bir günah dolayısıyla olur.

Yüce Allah'ın affettiği günahlar ise cezasını verdiklerinden daha çoktur" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Sana ne kötülük dokunursa kendindendir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişinin başına gelen kötülük ve sıkıntılar kendi işlediği günahlar yüzündendir. Aynı şekilde Uhud savaşına katılan müslümanlara da:

“Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?» dersiniz? De ki: «O, kendi tarafınızdandır.» Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir" buyurmuş ve böylesi bir sonucun kendi günahları dolayısıyla olduğunu bildirmiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbnu'l-Enbârî, Mesâhifde Mücâhid'den bildirir: Bu âyet Ubey b. Ka'b ile Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde:

“(=Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Bunu ben sana yazmışımdır)" şeklindedir.

İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: İbn Abbâs bu âyeti:

“(=Sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Bunu ben sana yazmışımdır)" şeklinde okurdu. Ubey b. Ka'b ile İbn Mes'ûd'un kıraati de bu şekildedir.

80

"Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!"

İbnu'l-Münzir ile Hatîb, İbn Ömer'den bildirir: Ashâbdan bir grupla Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaydık. Bir ara bize:

“Hey sizler! Yüce Allah'ın sizlere gönderdiği bir elçi olduğumu biliyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Evet, biliyoruz" dedik. "Yüce Allah Kitab'ında, bana itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağım yazdığını da biliyorsunuz değil mi?" diye sorunca:

“Tabi ki, şehadet ederiz ki sana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Sana itaat etmek de Allah'a itaattendir" karşılığını verdik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Bana itaat etmeniz Allah'a itaat etmeniz demektir. İmamlarınıza (yöneticilerinize) itaat etmeniz de bana itaat demektir. Onun için onlar oturarak size namaz kıldırsalar dahi siz de hepiniz oturarak namaz kılın. "

Abd b. Humeyd ile İbnu'l-Münzir, Rabî' b. Huseym'den bildirir: Kur'ân'da bir söz var ki ne önemli bir sözdür! O da:

“Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur..." sözüdür. Yüce Allah burada Resûlü'ne itaati emretmiştir ki hayırlı olan bir şeyden başkasını emretmez.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd'e:

“...Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik" âyeti sorulunca şöyle demiştir:

“Bu, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderildiği ilk zamanlar için olan bir durumdur. Bu zamanlarda Yüce Allah ona:

“...Sana düşen, sadece tebliğdir..." buyurmuştur. Ancak daha sonra Müslüman olana kadar onlarla cihad etmeyi ve sert davranmayı kendisine emreden vahiyler inmiştir."

81

"Peki" derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Peki" derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar canları ile malları konusuna güvende olmak için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında:

“Allah'a ve Resûlü'ne iman ettik" diyen bir takım kimselerdi. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrıldıklarında bunlardan bazıları diğerlerinin imana yönelik Allah Resûlü'nün yanında dediklerine muhalif davranırlardı. Yüce Allah bu konuda:

“...İçlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar...'" buyurarak onları kınamış ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerini değiştirdiklerini bildirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Peki" derler..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip de kendilerine bir emir verdiği zaman:

“Peki, tamam" diyen münafıklardır. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıktıklarında içlerinden bazıları Allah Resûlü'nün kendilerine verdiği emri değiştirirlerdi. Yüce Allah:

“...Allah gece tasarladıklarını yazıyor..." buyurarak bu yönde söylediklerini yazdığını bildirmiştir.

İbn Cerîr'in ikrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar gündüz vakti Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine dediklerini gece olunca değiştirmişlerdir."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar gündüz vakti Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine dediklerini gece olunca değiştirirler. Ancak Yüce Allah yaptıkları bu değiştirmeyi yazdığını ifade etmiştir."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...İçlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar..." âyetini açıklarken:

“Bunlar münafıklardır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: :

“...İçlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar..." âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gündüz vakti verdikleri sözü gece vakti değiştirirler" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Osmân b. Atâ'dan bildirdiğine göre babası Atâ:

“...Allah gece tasarladıklarını yazıyor..." âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gündüz vakti söylediklerini gece vakti değiştirmelerini yazmaktadır" demiştir.

82

"Kur'ân'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Kur'ân'ı durup düşünmüyorlar mı..." âyetini açıklarken:

“Zikredilen tedebbür, düşünerek ve anlayarak okumaktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın kelamında çelişkiler olmaz. Onun kelamı haktır ve içinde batıl şeyler bulunmaz. Çelişkiler ancak insanların sözlerinde olur."

İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den bildirir: İbnnu'l- Münkedir:

“...Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı" âyetini okudu ve şöyle dedi:

“Aykırılıklar ve çelişkiler ancak kulların kalplerinden doğar. Ancak Yüce Allah'tan gelen sözlerde çelişki olmaz."

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Kur'ân âyetleri birbirini yalanlamaz ve birbiriyle çelişmezler. Böylesi bir çelişki görenler de ancak cehaletlerinden ve kıt akıllarından dolayı görürler. Yüce Allah:

“...Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı" buyurur. Bundan dolayıdır ki bir mümine düşen:

“Kur'ân'ın tümü Allah katındandır" demesidir. Bunun yanında müteşabihlere inanmalı ve âyetleri birbirleriyle karşılaştırmamalıdır. Anlamadığı ve bilgisi yetmediği bir şeyle karşılaştığı zaman:

“Yüce Allah'ın dediği haktır" demeli ve Allah bir söz söylediği zaman bununla çelişen başka bir söz söylemeyeceğini bilmelidir. Mümin, Allah'tan gelen şeylerin hakikatine iman etmelidir.

83

"Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resul'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onlann arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz."

Abd b. Humeyd, Müslim ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs vasıtasıyla Ömer b. el-Hattâb'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından ayrı durduğu zamanlarda Mescid'e girdim. İnsanların sıkıntıdan ufak taşları alıp yerlere attığını ve:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerini boşadı!" dediklerini gördüm. Bunun üzerine Mescid'in kapısında durdum ve yüksek sesle:

“Allah Resûlü eşlerini boşamadı!" diye bağırdım. "Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi...'" âyeti de benim bu tavrım konusunda nazil oldu. Zira işin gerçeğini ben bilmiştim.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar..."âyetini açıklarken:

“Böylesi bir haberi yayarlar ve yaymak için de çalışırlar" demiştir. "...Halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi...'" âyetini açıklarken de:

“Konunun iç yüzünü daha iyi anlayanlar işin aslını ortaya çıkarırlardı" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlara savaşa çıkan birlikten bir haber geldiği zaman, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda kendilerine herhangi bir bilgi vermesini beklemeden:

“Müslümanlar düşmanlardan şu şu kadar kişiyi öldürdüler. Düşmanlar da Müslümanlardan şu kadar kişiyi ödürdüler" şeklinde bu haberi ilan edip yayarlardı. Oysa bu konuları kendilerinden daha iyi bilen, dini bilgisi daha fazla olan birilerinin kendilerine haber vermesini bekleseler daha iyi olurdu.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlar düşmandan yana güven veya korku haber aldıkları zaman hemen bu haberi yayar, düşmanın kulağına kadar ulaştırırlar ve durumdan onları da haberdar etmiş olurlardı. Oysa durumu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) veya yönetici olarak başlarında duran kişiye bildirip sorsalar öğrenmek istediklerini doğrusuyla öğrenirlerdi."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar..." âyetini açıklarken:

“Bunlar münafıklardır" demiştir.

İbn Cerîr, Ebû Muâz'dan bu yorumun benzerini zikreder.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Hemen onu yayarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Anlatıp yayılmasını sağlarlar. Bunu yapan da ya münafıklar, ya da zayıf olanlardan belirli bir kesimdir."

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi..." âyetini açıklarken:

“Yetki sahibi kimselerden kasıt alimlerdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada yetki sahibi kişiler ordu komutanlarıdır. Bunlar düşmana yönelik gelen haberleri inceleyip araştırır ve doğruluğunu ortaya çıkarırlar."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..." âyetini açıklarken:

“Bunlar gelen haberin iç yüzünü araştırıp doğruluğunu ortaya çıkarabilenlerdir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yetkili kimseler: «Ne oldu? Neler duydunuz?» şeklinde sorularla gerçeği ortaya çıkarırlar."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Saîd vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde:

“...Onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi ..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar pek az bir kısmı dışında gelen haberin kaynağını araştırıp doğruyu ortaya çıkarabilecek yetkili kişilerdir. Yüce Allah devamında:

“...Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz" buyurur."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ma'mer vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Allah'ın lütfü olmasaydı pek azınız şeytana uyardınız. Pek az kişiden kasıt da:

“...Onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi ..." buyruğunda zikredilen kimselerdir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Yüce Allah:

“...Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı şeytana uyup giderdiniz" buyurmuş sonrasında da:

“...Pek azınız müstesna" eklemesini yapmıştır. Bu istisna da âyetin başında:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar..." buyruğunda bahsedilen münafıkların dışında kalanlardır ki bunlar da müminlerdir.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Bu âyette takdim ve tehir yapılmıştır. Buna göre âyetin anlamı:

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince pek azı hariç hemen onu yayarlar. Halbuki onu, Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, hep birlikte şeytana uyup giderdiniz" şeklindedir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıdır. Pek azı hariç şeytanın işlerinden olan bir şeyi birbirlerine anlatmışlardır."

84

"Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah'ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir."

İbn Sa'd'ın Hâlid b. Ma'dân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Tüm insanlığa peygamber olarak gönderildim. Tüm insanlar davetime icabet etmezse Araplardan sorumluyum. Araplar bana icabet etmezse Kureyşlilerden sorumluyum. Kureyşliler bana icabet etmezse Hâşim oğullarından sorumluyum. Hâşim oğulları da bana icabet etmezlerse sadece kendimden sorumluyum. "

Ahmed ile İbn Ebî Hâtim, Ebû İshâk'tan bildirir: Berâ'a:

“Müşriklerin üzerine saldırıya giren kişi kendi kendini tehlikeye atmış olur mu?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi:

“Atmış olmaz. Zira Yüce Allah:

“Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun..." buyurur. Kişinin kendisini tehlikeye atmasından bahseden âyet sadaka konusunda nazil olmuştur."

İbn Merdûye, Berâ'dan bildirir:

“Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Müminleri de savaşa teşvik et..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına:

“Rabbim savaşma emri verdi. Siz de savaşın!" buyurdu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sinân:

“...Müminleri de savaşa teşvik et..." âyetini açıklarken:

“Savaşmaları yönünde onlara öğütler ve nasihatler ver, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir, Usâme b. Zeyd'den bildirir: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına:

“Cennete girmek üzere hazırlanmak isteyen yok mu? Bilin ki Cennetin bir benzeri yoktur. Kâbe'nin Rabbine andolsun ki Cennet parlayan bir nurdur, salınan reyhan çiçeği gibidir. înşa edilmiş saraylardır, akan nehirlerdir.

Taptaze ve bol meyvelerdir. Güzel zevceler ve çeşit çeşit giysilerdir. Sonsuza kadar göz alıcı nimetler içinde, yükek sağlam ve güzel evlerde ikamet yeridir" buyurdu. Ashab:

Resûlallah! Biz bunlara hazırız!" dediklerinde Allah Resûlü:

“İnşâattaki, deyin" buyurdu. Sonrasında cihadı anlatıp bu yönde teşviklerde bulundu.

İbn Ebî Hâtim ile İbn Abdilber, Temhîd'de Süfyân b. Uyeyne'den bildirir: İbn Şübrüme' nin bu ayeti: (=Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünün bir kısmını kırar) lafzıyla okuduğunu işittim. İbn Mes'ûd'un kıraati de bu şekildedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini:

“Allah'ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir" şeklinde açıklamıştır.

85

"Kim İyi bîr İşe aracılık ederse onun da o İşten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını verir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Kim iyi bir işe aracılık ederse..." âyetini açıklarken:

“Birilerinin birilerine bir konuda aracılık etmesidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Kişi iyi bir şeyde birine aracılık ettiği zaman bu aracılığı kabul görmese dahi bunun sevabını alır. Zira Yüce Allah:

“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur...'" buyurmuş, aracılığının kabul edilmesini şart koşmamıştır.

İbn Cerîr, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir:

“Kişi iyi bir şeyde birine aracılık ettiği zaman aracılık ettiği şeyin faydası devam ettiği sürece ona da bundan sevap yazılır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Onun da bu işten bir nasibi olur" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini açıklarken de:

“Kifl, günah anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî ile Rabî': (.....) âyetini:

“Onun da bunda bir payı olur" şeklinde açıklamışlardır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Kifl ile pay aynı anlamdadır" dedi ve:

“...Size rahmetinden iki kat pay versin..." âyetini okudu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin el-Esmâu ve's- Sifât'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Allah her şeyi muhafaza edendir" şeklinde açıklamıştır.'

Ebû Bekr b. el-Enbârî, el-Vakf ve'l-İbtidâ'da, Taberânî, M. el-Kebîr'de ve Tastî, Mesâil'de  bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Kadir ve muktedir, anlamındadır" demiştir. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı vermiştir:

“Evet, bilirler. Uhayhe b. el-Ensârî'nin:

"Kötü davranmaya muktedir iken

Ona karşı olan kinimden vazgeçtim " dediğini işitmedin mi?"

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, îsa b. Yunus'tan, o da İsmail'den, o da bir adamdan naklen bildirdiğine göre adamın biri Abdullah b. Revâha'ya:

“...Allah her şeyin karşılığını verir" âyetini sorunca, Abdullah:

“Yüce Allah her bir insana ameli kadarıyla rızık verir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Şahit olan" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in başka bir vecihle bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Şahit olan, hesaplayan, muhafaza eden" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesini:

“Her şeye kadir olan" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Mukît, muktedir anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bu yorumun aynısını zikreder.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Mukît, rızık veren anlamındadır" demiştir.

86

"Size bir selam verildiği zaman» ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır."

Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye hasen bir senedle Selmân el-Fârisî'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Allah'ın selamı üzerine olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Allah'ın selamı ve rahmeti senin de üzerine olsun" karşılığını verdi. Başka biri gelip:

Resûlallah! Allah'ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun" diye selamını aldı. Başka bir adam daha geldi ve:

Resûlallah! Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun" şeklinde selam verdi. Allah Resûlü:

“Senin de üzerine olsun" karşılığını verdi. Adam:

Resûlallah! Anam babam sana feda olsun! Falan kişi ile filan kişi gelip sana selam verdiklerinde sen bana verdiğin cevaptan daha fazlasıyla karşılık verdin" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Sen bize, karşılık verecek bir şey bırakmadın ki. Yüce Allah:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." buyurur. Biz de sana aynısıyla karşılık verdik."

Buhârî, el-Edebu'l-Müdred'de Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mecliste otururken adamın biri uğradı ve:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun" dedi. Allah Resûlü:

“On iyilik sevabı aldı" buyurdu. Başka bir adam oradan geçerken:

“Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Yirmi iyilik sevabı aldı" buyurdu. Başka bir adam daha oradan geçerken:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Otuz iyilik sevabı aldı" buyurdu.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Ömer'den bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun" dedi. Allah Resûlü:

“On (iyilik sevabı aldı)" buyurdu. Başka bir adam geldi ve:

“Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Yirmi (iyilik sevabı aldı)" buyurdu. Başka bir adam daha gelip:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verince, Allah Resûlü:

“Otuz (iyilik sevabı aldı)" buyurdu.

Beyhakî'nin Sehl b. Huneyf'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun diyen kişiye Yüce Allah on iyilik sevabı yazar. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun diyen kişiye yirmi iyilik sevabı yazar. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun diyen kişiye de otuz iyilik sevabı yazar. "

Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, İmrân b. Husayn'dan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun" dedi. Allah Resûlü adamın selamını aldı ve:

“On (iyilik sevabı aldı)" buyurdu. Başka biri geldi ve:

“Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü adamın selamını aldı. Adam oturduktan sonra da:

“Yirmi (iyilik sevabı aldı)" buyurdu. Başka bir adam daha geldi ve:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü adamın selamını aldı. Adam oturduktan sonra da:

“Otuz (iyilik sevabı aldı)" buyurdu.

Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Muâz b. Enes el-Cühenî:

“Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi..." diyerek bir öncekinin benzerini şu ilaveyle zikretmiştir:

“...Başka biri gelip:

“Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve mağfireti üzerinize olsun" diye selam verdi. Allah Resûlü:

“Kırk (iyilik sevabı aldı)" buyurdu. İşte sevap artışı da bu şekilde olur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken şöyle der:

“Biri sana selam verdiği zaman sen ona: «Allah'ın selamı ve rahmeti senin de üzerine olsun» de veya kendisinin dediği gibi sadece: «Allah'ın selamı üzerine olsun» karşılığını ver."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken:

“Bu sadece Müslümanlar arasında geçerlidir" demiştir.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Ömer, biri kendisine selam verdiği zaman aynıyla selamı alırdı. Kişi ona:

“Allah'ın selamı üzerine olsun" dediği zaman o da:

“Allah'ın selamı üzerine olsun" karşılığını verirdi.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre adamın biri Urve b. ez-Zübeyr'e:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verince, Urve:

“Bize, karşılık olarak verecek bir şey bırakmadı. Zira selam bereket dilemede biter" dedi.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de Abdullah b. Amr'ın azatlısı Sâlim'den bildirir: İbn Amr, biri kendisine selam verdiği zaman ziyadesiyle selamı alırdı. Bir defasında yanına geldim ve:

“Allah'ın selamı üzerinize olsun" dedim. "Allah'ın selamı ve rahmeti sizin de üzerinize olsun" karşılığını verdi. Başka bir zaman gelip:

“Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" dedim. "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun" karşılığını verdi. Başka bir zaman gelip:

“Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun" diye selam verdiğimde:

“Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve tüm güzellikler üzerinize olsun" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin Mübarek b. Fadâle vasıtasıyla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Müslüman kardeşin:

“Allah'ın selamı üzerine olsun" diye sana selam verdiği zaman sen de ona:

“Allah'ın selamı ve rahmeti sizin de üzerinize olsun" şeklinde karşılık ver. Sana:

“Allah'ın selamı ve rahmeti sizin de üzerine olsun" demediği zaman sen de ona verdiği şekliyle yani:

“Allah'ın selamı senin de üzerinize olsun" şeklinde karşılık ver. Sadece:

“Senin de üzerine" şeklinde cevap verme.

İbnu'l-Münzir'in Yûnus b. Ubeyd vasıtasıyla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken:

“Müslümanlara karşı daha iyisiyle, Ehl-i Kitab'dan olanlara karşı ise aynısıyla mukabelede bulunulur" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlara karşı daha iyisiyle, Ehl-i Kitab'dan olanlara karşı ise aynısıyla mukabelede bulunulur. Hasan (-ı Basrî) ise bunu açıklarken her ikisinin de Müslümanlar için olduğunu söylemiştir."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Ebi'd-Dünyâ, es-Samt'ta, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Biri sana selam verdiği zaman Yahudi, Hıristiyan, Mecûsi her ne olursa olsun selamına karşılık ver. Zira Yüce Allah:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..."' buyurur.

Buhârî, Edeb'de ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir: Şâyet Firavun bana:

“Allah mübarek kılsın!" diyecek olsa ben de ona:

“Allah sana da mübarek kılsın" karşılığını verirdim.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Selam vermek sünnet, selama karşılık vermek ise farzdır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Selam, Allah'ın isimlerinden biridir ve onu yeryüzüne koymuştur. Onun için aranızda selamı yayın. Biri uğradığı bir topluluğa selam verip de onlar selamını aldıkları zaman, kendilerine Allah'ı hatırlattığı için onlardan bir derece daha üstün olur. Verdiği selama karşılık vermemeleri halinde onlardan daha hayırlı olanlar (melekler) bu selamına karşılık verir. "

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bunu mevkûf (onun sözü) olarak zikreder.

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred'de Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Selam, Allah'ın isimlerinden biridir ve onu yeryüzüne koymuştur. Onun için aranızda selamı yayın" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Selam, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir ve onu yeryüzüne koymuştur. Onun için aranızda selamı yayın" buyurmuştur.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer:

“Selam, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir. Onun için ne kadar çok selam verirsen Allah'ı o kadar çok zikretmiş olursun" demiştir.

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Selam, Yüce Allah'ın isimlerinden biridir ve onu kulları arasında koymuştur. Onun için kişinin, kendisine selam veren birini hayırdan başka bir şekilde anması helal olmaz" buyurmuştur.

İbn Merdûye'nin Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Selamı aranızda yayın, zira selam Cennet ahalisinin esenlik dileme şeklidir. Kişi karşılaştığı birilerine selam verdiği zaman, selamına karşılık vermeleri halinde onlardan bir derece daha üstün olur. Selamına karşılık vermemeleri durumunda ise onlardan daha hayırlı olanlar selamına karşılık verirler ki onlar da meleklerdir."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk:

“Selam, yeryüzünde Yüce Allah'ın verdiği bir güvencedir" demiştir.

Hakîm et-Tirmizî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İlk önce selam veren kişi, Allah ve Resûlü'ne daha yakın olmayı hak eder" buyurmuştur.

Buhârî, Edeb'de ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yahudiler, selamlaşma ve amin deme konusunda sizi kıskandıkları kadar hiçbir şeyde kıskanmazlar" buyurmuştur. İbn Merdûye'nin lafzı ise şöyledir:

“Yahudiler kıskanç bir topluluktur. Müslümanları en çok selamlaşma konusunda kıskanırlar. Zira Yüce Allah selamı dünyadayken bize vermiştir ve Cennet ahalisinin esenlik dileme şeklidir. Bizleri kıskandıkları diğer bir konu da namazda imamın ardından «Amin» dememizdir."

Beyhakî, Hâris b. Şurayh'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Onunla karşılaştığı zaman verilen selama aynısıyla veya daha iyisiyle karşılık verir. Başına geçtiği zaman ona nasihatte bulunur. Düşmana karşı kendisinden yardım istediği zaman ona yardım eder. Yol sorduğu zaman yardımcı olur ve gerekli tarifleri yapar. Düşmana karşı bir saldırı için kendisinden ödünç bir istediğinde ona verir, ancak Müslüman birine saldırmak için bir şeyi ödünç istediğinde vermez. Düşmana karşı kalkanını verir. Aynı şekilde mâun'u ondan esirgemez." Ashab:

Resûlallah! Mâun da ne?" diye sorduklarında, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mâun taş, su ve demirden olur" buyurdu. Ashab:

“Demir olanı ne?" diye sorduklarında:

“Bakır tencereler ile işlerinizde kullandığınız demir kazmalardır" buyurdu. Ashab:

“Taş olanları ne?" diye sorduklarında:

“Taştan yapılmış kaplardır" buyurdu.

Beyhakî'nin Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İki mümin karşılaştığında biri diğerine selam verip kucaklaştıklarında, içlerinden Allah'a en sevimli olanı karşısındakine daha fazla güleryüz gösterendir. Karşılaşan iki müminin arasına yüz tane rahmet iner. Bunun doksanı ilk selam verenin, kalan onu da ilk kucaklaşanındır. "

Beyhakî'nin Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanlara güleryüzle selam vermen de bir sadakadır" buyurmuştur.

Taberânî ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah selamı ümmetimiz için esenlik dileme, zimmîler için de bir güvence kıldı" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana, küçük olan büyüğe selam verir. Topluluk içinden sadece birinin selam vermesi yeterli olur. Verilen selama topluluk içinden sadece birinin karşılık vermesi de yeterli olur. "

Hâkim, İbn Ömer'den bildirir:

“Üzerinde kırmızı renkte iki parçalık giysi bulunan bir adam Hazret-i Peygamber'Ie (sallallahü aleyhi ve sellem) karşılaşınca ona selam verdi. Ancak Allah Resûlü adamın selamına karşılık vermedi."

Beyhakî, Saîd b. Ebî Hilâl el-Leysî'den bildirir:

“Topluluk içinden birinin selam vermesi yeterli olur. Topluluk içinden de birinin selama karşılık vermesi yeterli olur."

Beyhakî, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Verilen selama karşılık vermeyi nasıl hak olarak görüyorsam, yazılan mektuba cevap yazmayı da aynı şekilde hak olarak görüyorum."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân b. Uyeyne:

“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunun sadece selam konusunda olduğunu mu sanıyorsunuz? Böylesi bir karşılık her şey için geçerlidir. Biri sana iyilik yaptığı zaman da sen de ona bir iyilikle karşılık ver. Şâyet iyilik yapma imkanın yoksa adama dua et veya kardeşlerinin yanında onun hakkında iyi şeyler söyle."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah selam ve diğer bütün konularda kişinin yaptıklarını görür" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Gözeten, kollayan" şeklinde açıklamıştır.

87

Kendinden başka ilâh olmıyan bir Allah hakkı için ki, o, şüpheden âri olan kıyâmet gününde sizi toplıyacaktır. Allah’dan daha doğru sözlü kim olabilir?

88

Bkz. Ayet:89

89

"Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mî yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın. Sîzin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî, Delâil'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Uhud savaşına çıkanlardan bazıları geri dönmüşlerdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bu dönenler konusunda iki gruba ayrıldılar. Bir grup onlar hakkında:

“Onları öldürelim" derken, diğer grup:

“Hayır, öldürmeyelim" diyordu. Yüce Allah bu konuda:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın" âyetini indirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Medine temiz ve pak bir yerdir. Ateşin gümüşteki kiri temizlemesi gibi kirli ve pis olanı dışarıda bırakır" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdulazîz b. Muhammed vasıtasıyla Zeyd b. Eslem'den, o da Sa'd b. Muâz el-Ensârî'nin oğullarından birinden bildirir:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir...'" âyeti bizim hakkımızda nazil oldu. Bir defasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp bir konuşma yaptı ve:

“Bana eziyet edeni, bana eziyet edenleri evinde toplayanı kim bertaraf eder?" diye sordu. Sa'd b. Muâz kalktı ve:

Resûlallah! Şâyet bizden biri ise onu öldürürüz. Hazredi kardeşlerimizden biri ise de vereceğin emre itaat ederiz" dedi. Ancak Sa'd b. Ubâde kalktı ve:

“Ey Ubâde'nin oğlu! Sen Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) itaat etme derdinde değilsin! Asıl maksadını biliyorum" diye çıkıştı. Useyd b. Hudayr da kalkıp:

“Ey Ubâde'nin oğlu! Sen münafık birisin ve münafıkları da seversin!" diye araya girdi. Muhammed b. Mesleme de kalkıp:

“Sakin olsun ey insanlar! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda. Bu konuda onun vereceği emri yerine getiririz" deyince Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Mekke'de bazıları Müslüman olduklarını dile getirdiler, ancak müşriklere de yardım ediyorlardı. Bazı işleri için Mekke'den çıktılar ve:

“Muhammed'in arkadaşlarıyla karşılaşmamız halinde bize bir zararları olmaz" dediler. Müminler, onların Mekke'den çıktığı haberini alınca bazıları:

“Bineklerimize binip gidelim ve o pis insanları öldürüleim. Zira size karşı düşmanlarınıza yardım ediyorlar" dedi. Bazıları da:

“Sübhanallah! Sizler gibi Müslüman olduklarını söyleyen kişileri mi öldüreceksiniz? Sırf yurtlarını bırakıp sizin gibi hicret etmedikleri için mi kanları ve mallarını helal sayacaksınız?" karşılığını verdiler. Onlar hakkında müminler bu şekilde iki gruba ayrıdılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de yanlarında bulunmasına rağmen her iki gruba da olumlu veya olumsuz bir şey demedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın. Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin" âyetlerini indirdi. Bununla da diğer müminler gibi hicret etmedikleri sürece veya hicretten yüz çevirmeleri halinde öldürülmelerine izin verildi.

Ahmed munkatı' bir senedle Abdurrahman b. Avf'tan bildirir: Bir topluluk Medine'ye Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip Müslüman oldular. Ancak Medine'nin havasına alışamayıp hummaya yakalandılar. Bundan dolayı Medine'den çıktılar. Çıktıktan sonra ashâbdan bazılarıyla karşılaştılar. Ashap:

“Neden geri döndünüz?" diye sorunca:

“Medine'de hastalığa yakalandık" karşılığını verdiler. Ashap da:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda sizler için en güzel örnek değil miydi?" dediler. Sonrasında ashâbdan bazıları onlar için:

“Münafıktır" derken, bazıları:

“Hayır, münafık değillerdir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın" âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim başka bir vecihle Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan bildirir: Arap kabilelerinden bir topluluk Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etti. Bir süre Medine'de ikamet ettikten sonra kabilelerine geri döndüler. Dönüşte Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grupla karşılaşınca sahabeler onları tanıdı. Ashap:

“Neden döndünüz?" diye sorduklarında mazeretler öne sürdüler. Bunun üzerine ashâbdan bazıları onların münafık olduklarını söyledi. Onların münafık oldukları ağızdan ağza dolaşmaya başlayınca Yüce Allah onlar hakkında:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın"' âyetini indirdi. '

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bir topluluk Müslüman olduklarını söyleyerek Mekke'den Medine'ye hicret etti. Ancak sonradan dinden döndüler. Mekke'ye gidip bazı ticari mallarını getirmek için Allah Resûlünden izin isteyince müminler onların durumu hakkında ihtilafa düştü. Müminlerden bazıları onların münafık olduğunu söylerken diğer bir grup da mümin olduklarını söyledi. Ancak Yüce Allah indirdiği bu âyetle onların münafık olduğunu bildirdi ve öldürülmelerini emretti. Mekke'ye dönen grup ticari eşyalarını aldıktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşma bulunan Hilâl b. Uveymir el-Esletrıî'nin yanma gittiler. Âyette belirtildiği gibi Hilâl, müminlerle veya kendi kabilesiyle savaşmayı içine sindirmeyen kişidir. Hilâl'e sığındıkları ve Hilâl'in, Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) anlaşması olduğu için Mekke'den dönüp kendisine sığınan bu topluluğa dokunulmamıştır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre âyet, iki kişi hakkında nazil olmuştur. Kureyşli olan bu iki kişi Müslüman olduklarını söylemiş, ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmemiş ve müşriklerle Mekke'de kalmışlardı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grup bu iki kişiyle Mekke'ye doğru giderken karşılaşmış bazıları:

“Canlan ve malları helaldir" derken, bazıları da:

“Canları ve mallan size helal olmaz" demiştir. Müslümanlar bu iki kişi konusunda bu şekilde çekişince Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın. Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı...'" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr, Ma'mer b. Râşid'den bildirir: Bize bildirilene göre Mekke ahalisinden bir grup Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mektup yazarak Müslüman olduklarını bildirdiler. Ancak yalan söylemişlerdi. Müslümanlar onlarla karşılaşınca durumları konusunda ihtilafa düştüler. Müslümanlardan bazıları:

“Kanları bize helaldir" derken, bazıları:

“Kanları bize haramdır" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bunlar Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmeyip Mekke'de kalan ancak iman ettiklerini söyleyen kişilerdir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bunların durumu konusunda ihtilafa düştü. Müslümanlardan bazıları bunları dost edinirken, bazıları ise onlardan beri olduklarını bildirdiler ve:

“Bunlar Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmeyip geride kaldılar" dediler. Yüce Allah da bunlar hakkında âyet indirip münafık olduklarını, Müslümanların onları dost edinmemeleri gerektiğini bildirdi. Bunun yanında hicret edene kadar da onların dost edinilmemesini emretti.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Münafıklardan bir grup Medine'den çıkmak istedi. Müminlere:

“Medine'nin havası bize iyi gelmedi, hasta etti. Yaylaya doğru çıkıp da biraz kendimize gelelim sonra geri döneriz. Zira biz yaylada yetişmiş bir topluluğuz" dediler. Bu şekilde Medine'den çıktıklarında ashâb onların durumu hakkında ihtilafa düştü. Bir kısmı:

“Bunlar Allah düşmanı münafıklardır. İsterdik ki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize izin versin de onları öldürelim" derken, bir kısmı da:

“Hayır! Onlar bizim kardeşlerimizdir. Ancak Medine'nin havası onlara iyi gelmedi. Temiz hava almak için de yaylaya doğru çıtılar. Kendilerine geldiklerinde de geri dönerler" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir...'" âyetini indirdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Müslümanlardan bazıları müşriklerden mal aldılar ve Yemâme'ye ticaret için bu malları götürdüler. Geride kalan Müslümanlar bunların durumu konusunda ihtilafa düştü. Bir grup:

“Şâyet onlarla karşılaşırsak öldürür ve ellerindeki malları alırız" derken, diğer bir grup:

“Bunu yapamazsınız! Zira onlar din kardeşlerinizdir ve sadece ticaret için gittiler" dediler. Bunun üzerine de:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in İbn Vehb vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İfk hadisesinde Hazret-i Âişe hakkında malum şeyleri söyleyen İbn Ubey hakkında nazil olmuştur. O zamanlar bu yönde:

“...O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin" âyeti nazil olunca Sa'd b. Muâz, Abdullah b. Ubey b. Selûl'ü kastederek:

“Onun dediklerinden Allah'a ve Resûlü'ne sığınırım" dedi.

İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'den, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbe verip:

"Resûlullah'ın ashabını küçük düşüreni, Yüce Allah temize çıkardığı halde Resûlullah'ın ailesi hakkında kötü sözler söyleyen kişi konusunda ne dersiniz?" buyurdu. Daha sonra Hazret-i Âişe'nin masum olduğu konusunda Yüce Alah'ın indirdiği âyetleri okudu. "Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın'" âyeti nazil olduktan sonra da bu konuda hiç kimse tek bir söz dahi söylemedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Allah onları baş aşağı etmiştir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Atâ el-Horasânî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Geri döndürdü" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Yaptıklarından dolayı onları Cehennemde tuttu, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Ümeyye'nin:

"Asi oldukları için Cehennemde tutuldular

Zira yalan dolan söyleyip yalana şahitlikte bulundular" sözünü İşitmedin mi?"

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“ âyetini:

“Yaptıklarından dolayı onları helak etti" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

"Saptırmıştır" şeklinde açıklamıştır.

Taberânî, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Münafıklar ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bir evdeydi. Müslümanlardan bazıları:

“İsterdik ki karşımıza çıksınlar ve onlarla savaşalım" derken, bazıları bunu hoş karşılamadı. Bu konuda tartışıp sesleri yükselince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına çıktı ve Zeyd'e:

“Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın" âyetini yaz!" buyurdu.

90

"Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir."

İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de Hasan(-ı Basrî)'den, o da Surâka b. Mâlik el-Müdlicî'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir ve Uhud savaşında müşriklere karşı zafer elde edip çevredekiler de Müslüman olunca kabilem olan Müdlic oğullarının üzerine Hâlid b. el-Velîd'i göndereceğini duydum. Bunun üzerine yanına gittim ve:

“Sana verilen nimet aşkına!" dedim. Yanındakiler:" Yavaş ol!" dediler, ama Allah Resûlü:

“Bırakın!" buyurdu ve:

“Ne istiyorsun?" diye sordu. "Kabileme birlik göndereceğini öğrendim. Bense onlarla anlaşma yapmanı istiyorum. Şâyet senin kavmin (Kureyşliler) Müslüman olurlarsa onlar da Müslüman olur, İslam'a girerler. Müslüman olmamaları halinde de onlara sert davranma" karşılığını verdim. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Hâlid'in elini tuttu ve:

“Bununla birlikte git ve istediğini yap" buyurdu. Hâlid de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı düşmanlara yardım etmemeleri, Kureyşlilerin Müslüman olmaları halinde Müslüman olmaları, yanlarına gelen başkalarının da bu anlaşma üzerinden muameleye tutulacağı üzerine bir anlaşma yaptı. Sonrasında Yüce Allah:

“Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka..." âyetini indirdi. Bu âyete göre de Müdlic oğullarına sığınanlar da aynı anlaşmaya tâbi oldu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet, Hilâl b. Uveymir el-Eslemî, Surâka b. Mâlik el-Müdlicîve Huzeyme b. Âmir b. Abdimenâf oğulları hakkında nazil oldu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Şâyet küfürlerini açıkça ortaya koyarlarsa onları bulduğunuz yerde öldürün. Bunlardan biri anlaşmalı olduğunuz bir kavme sığındığı zaman ona zimmet ahalisinden olana yaptığınız muameleyi yapın."

Ebû Dâvud, Nâsih'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Beyhakî, Sünerı'de İbn Abbâs'tan bildirir:

“Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka..." âyetinin hükmünü:

“Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün..." âyeti neshetmiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Savaşmayı içlerine sığdıramayıp size gelenler başka..." âyetini açıklarken:

“Ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sindiremeyenlerdir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Dönüp aranıza katıldıklarında" şeklinde açıklamıştır. (.....) âyetini ise:

“İçleri daraldığında" şeklinde açıklamıştır.

İbnu'l-Münzir ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti, "İstemeyerek, içten gelmeyerek" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) âyetini:

“Size barış teklif ederlerse" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs, Katâde'den bildirir:"Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka..."' âyetinin hükmünü:

“Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün..." âyeti neshetmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan (-ı Basrî) ile İkrime bu âyeti açıklarken:

“Tevbe Sûresi'ndeki âyet bu âyetin hükmünü neshetmiştir" demişlerdir.

91

"Hem sîzden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar. Eğer sizden uzak durmaz, barış teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Mekke'den bir topluluktur. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiklerinde ikiyüzlülükle selam verirler, Kureyşlilere gittiklerinde de putperestliğe geri dönerlerdi. Bununla da hem Müslümanlardan, hem de müşriklerden yana güven içinde olmak isterlerdi. Barışa yanaşmadıkları veya müşriklerden ayrılmadıkları sürece bunlarla savaş emredilmiştir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ne zaman bir fitnenin içinden çıkmak isteseler bir daha içine düşerler. Mekke'de Müslüman olduğunu söyleyen biri görüldüğü zaman yanına değnek, taş, akrep veya bir böcek yaklaştırılıp:

“Bu benim Rabbimdir!" demeye zorlanırdı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar:

Resûlallah! Ne sana karşı, ne de kendi kabilemize karşı savaşırız!" diyen Tihâmeli bir kabiledir. Bu şekilde hem Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) yana, hem de kendi kavminlerinden yana güven içinde olmak istemişlerdir. Ancak Yüce Allah bu âyetle onların, ne zaman bir beladan kaçmak isteseler o belayla helak olduklarını bildirmiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir:

“Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar..." âyetinde zikredilen kişi Nuaym b. Mes'ûd el-Eşcaî'dir. Nuaym, hem Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hem de müşriklerden yana güven içinde olmak için iki taraf arasında söz götürüp getirirdi. Âyette bahsedilen fitneden kasıt da şirktir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar...'" âyetini açıklarken:

“Ne zaman bir fitneye maruz kalsalar, kurtulamayıp içine gömülürler" demiştir.

92

"Yanlışlıkla olması dışında bîr müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mümin, sîze düşman bîr topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..." âyetini açıklarken:

“Müslüman olurken Yüce Allah'a verdiği söze ve bu yönde gelen hükümlere göre kişinin mümin birini öldürme hakkı yoktur" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..."âyetini açıklarken:

“Bir mümin bir mümini öldüremez" demiştir.

İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Âmir b. Lüey oğullarından biri olan Hâris b. Yezîd b. Nübeyşe, Ebû Cehl ile birlikte Ayyâş b. Ebî Rabîa'ya Mekke'de iken işkence etmişti. Hâris daha sonra Medine'ye Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etti. Ayyâş, Harre'de onunla karşılaşınca hâlâ kafir biri olduğunu zannedip kılıcıyla öldürdü. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu bildirince:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..." âyeti nazil oldu. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de Ayyâş'a:

“Gidip bir köle azat eti" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ebû Cehl'in anne bir kardeşi olan Ayyâş b. Ebî Râbîa, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olduğu için Ebû Cehl ile birlikte kendisine işkence eden ve sonradan mümin olan bir adamı öldürdü. Ancak Ayyâş onu hâlâ kafir biri olarak düşündüğü için öldürmüştü. Ayyâş mümin biri olarak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Medine'ye hicret etti. Daha sonra anne bir kardeşi olan Ebû Cehl yanına geldi ve:

“Annen aranızdaki yakınlık ve üzerindeki hakkı aşkına yanına geri dönmeni istiyor" dedi. Ayyâş'ın annesi Esmâ binti Mahreme idi. Bunun üzerine Ayyâş, Ebû Cehl ile birlikte yola çıktı. Mekke'ye ulaşana kadar da Ebû Cehl onu sıkıca bağladı. Mekke müşrikleri onu gördüklerinde küfürleri ve sapkınlıkları daha da arttı ve:

“Ebû Cehl, Muhammed'e istediğini yapabilir. Arkadaşlarını yakalayıp bağlayabilir" demeye başladılar.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Ayyâş b. Ebî Râbîa el-Mahzûmî hakkında nazil oldu. Ayyâş Müslüman olduktan sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Medine'ye hicret etmişti. Ebû Cehl ile Hâris b. Hişâm'ın da anne bir kardeşleriydi. Annesi diğer çocuklar içinde en fazla Ayyâş'ı severdi. Ayyâş'ın Medine'ye hicret etmesi annesine çok ağır geldi ve Ayyâş'ı görene kadar bir evin çatısı altına girmeyeceğine dair yemin etti. Bundan dolayı Ebû Cehl ile Hâris, Medine'ye Ayyâş'ın yanına gittiler. Annesinin içinde bulunduğu zor durumu anlattılar, onu görmesi için kendileriyle beraber Mekke'ye gitmesini istediler. Annesi onu gördükten sonra da onu serbest bıracaklarına dair söz verdiler.

Bu sözleri üzerine Ayyâş onlarla birlikte yola çıktı. Ancak Medine dışına çıktıklarında üzerine saldırıp onu sıkıca bağladılar ve yüz kadar da sopa attılar. Bunu yapmalarında Kinâne oğullarından bir adam da onlara yardım etti. Bundan dolayı Ayyâş, imkan bulması halinde Kinâne oğullarından olan bu adamı öldüreceğine dair yemin etti. Bu şekilde Ayyâş, Mekke'nin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından fethedilmesine kadar hapis kaldı. Fetihten sonra kurtulunca Kinâne oğullarından olan o adamla karşılaştı. Ancak adam Müslüman olmuştu ve Ayyâş bunu bilmiyordu. Ayyâş onunla karşılaşınca da vurup öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir..." âyetini indirdi. Burada yanlışlıkla ifadesinden kasıt, onun mümin olduğunu bilmemedir. Öldürülenin ailesinin bağışlaması da diyeti almamalarıdır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Ayyâş b. Ebî Râbîa el-Mahzûmî, Âmir b. Lüey oğullarının azatlısı olan Hâris b. Yezîd'i öldürmek üzere yemin etmişti. Ayyâş bu yemini ettiği zaman Hâris henüz müşrik biriydi. Hâris daha sonra Müslüman oldu, ancak Ayyâş onun Müslüman olduğundan haberdâr değildi. Onunla Medine'de karşılaşınca da öldürdü. Bu öldürmesi de hatayla öldürme sayıldı."

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Abdurrahman b. el-Kâsım'dan, o da babasından bildirir: Hâris b. Zeyd, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı çok düşmanca davranırdı. Ancak sonradan Müslüman olmak için Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Bundan haberi olmayan Ayyâş b. Rabîa onunla karşılaşınca da saldırıp öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Ebu'd-Derdâ tarafından öldürülen bir adam hakkında nazil olmuştur. Bir müfrezede bulunan Ebu'd-Derdâ, ihtiyacı için müfrezeden ayrılıp bîr vadiye yöneldi. Orada düşman topluluktan, koyunlarını otlatan bir adam gördü ve kılıcıyla ona saldırdı. Adam:

“Lâ ilâhe illallah" dedi, ancak Ebu'd-Derdâ adamı vurup öldürdü. Koyun sürüsünü de aldıktan sonra müfrezeye tekrar katıldı. Ancak sonradan bu yaptığından dolayı içine bir sıkıntı düştü. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlatınca, Allah Resûlü:

“Kalbini açıp baksaydın yal" karşılığını verdi. Ebu'd-Derdâ:

Resûlallah! Açıp baksam su veya kandan başka bir şey mi göreceğim?" deyince, Allah Resûlü:

“Diliyle Müslüman olduğunu sana söylemesine rağmen ona inanmadın öyle mi?" buyurdu. Ebu'd-Derdâ:

Resûlallah! Şimdi benim durumum ne olacak?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Peki, adamın «Lâ ilâhe illallah» demesi ne olacak?" karşılığını verdi. Ebu'd-Derdâ bir daha:

Resûlallah! Şimdi benim durumum ne olacak?" diye sorunca, Allah Resûlü yine:

“Peki, adamın «Lâ ilâhe illallah» demesi ne olacak?" karşılığını verdi. Bundan dolayı Ebu'd- Derdâ:

“O anda henüz yeni Müslüman olmayı çok istedim" demiştir. Bunun üzerine:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir..." âyeti nazil oldu. Burada öldürülenin ailesinin bağışlaması da diyeti almamalarıdır.

Rûyânî, İbn Mende, el-Ma'rife'de ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Bekr b. Hârise el-Cühenî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği bir müfrezenin içindeydim. Müşriklerle karşılıklı çarpışmaya başladığımızda müşriklerden birinin üzerine saldırdım. Benden İslam'a sığındı ancak ben dinlemeyip onu öldürdüm. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu işitince bana kızdı ve kendinden uzak tuttu. Sonrasında Yüce Allah kendisine:

“Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz..."âyetini indirince, benden razı oldu ve yakınlarında bulunmama izin verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mümin köleden kasıt, ergenlik çağına erip kendi iradeyisle iman eden, orucunu tutup namazını kılan köledir. Kur'ân'da mümin sıfatıyla birlikte kullanılmayan köle ifadesi, henüz bebek olan köleyi de içine alır. Yanlışlıkla mümin birini öldüren kişinin köle azat etmenin yanında öldürülen kişinin ailesine diyet ödemesi de gerekir. Ancak ölenin ailesi diyeti ona bağışlarlarsa ödemesi gerekmez."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde bu âyeti:

“(=Bir mümin köleyi azat etmesi gerekir. Ancak azat edilecek kölenin çocuk olması geçerli değildir)" şeklindedir.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud ve Beyhakî, Sünen'de, Ebû Hureyre'den bildirir: Adamın biri siyah bir cariyeyle Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

Resûlallah! Mümin bir köle azat etmem gerekiyor" dedi. Allah Resûlü, cariyeye:

“Allah nerede?" diye sorunca, cariye parmağıyla göğe işaret etti. "Ben kimim?" diye sorunca, cariye "Sen Allah'ın Resûlüsün" anlamında önce Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra da göğe işaret etti. Bunun üzerine Allah Resûlü:

“Bunu azat et, zira mümin biridir" buyurdu.

Abd b. Humeyd, İbn Abbâs'tan bildirir: Adamın biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve:

“Mümin bir köle azat etmem gerekiyor ve yanımda siyah bir cariye var" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), adama:

“Onu yanıma getir" buyurdu. Cariye gelince ona:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sordu. Cariye:

“Evet!" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), cariyenin efendisine:

“Onu azat et" buyurdu.

Abdurrezzâk, Ahmed ve Abd b. Humeyd, Ensâr'dan bir adamdan bildirir: Siyah bir cariyemle Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve:

Resûlallah! Mümin bir köle azat etmem gerekiyor. Bu cariyeyi mümin biri olarak görüyorsan onu azat edeceğim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), cariyeye:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ediyor musun?" diye sorunca, cariye:

“Evet!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Benim Allah Resûlü olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sorunca, cariye:

“Evet!" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ölümden sonra tekrar dirilmeye iman ediyor musun?" diye sorunca, cariye yine:

“Evet!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Onu azat et, zira mümin biri" buyurdu.

Tayâlisî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, el-Esmâu ve's-Sifat'da Muâviye b. Hakem es-Sülemî'den bildirir: Cariyelerimden birine bir tokat attım. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediğimde bunun ağır bir şey olduğunu söyledi. Ona:

Resûlallah! Cariyeyi azat edeyim mi?" diye sorduğumda:

“Tabi, onu yanıma getir" buyurdu. Cariyeyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiğimde:

“Allah nerede?" diye sordu. Câriye:

“Allah göktedir" dedi. Allah Resûlü:

“Ben kimim?" diye sorunca, cariye:

“Sen Allah'ın Resulüsün" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Bu mümin bir cariyedir. Onu azat et" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“...Ona diyet ödemesi gerekir..." âyetini açıklarken:

“Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu diyetin yüz deve olduğunu söylemiştir" dedi.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbnu'l-Münzir, İbn Mes'ûd'dan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hatayla birini öldürmede diyetin iki yaşına girmiş yirmi dişi deve, iki yaşına girmiş yirmi erkek deve, üç yaşına girmiş yirmi dişi deve, beş yaşına girmiş yirmi dişi deve ve dört yaşına girmiş yirmi dişi deve (olmak üzere yüz deve) olduğuna hükmetti."

Ebû Dâvud ve İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'tan bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) diyeti oniki bin (dirhem) olarak takdir etti."

İbnu'l-Münzir'in Ebû Bekr b. Amr b. Hazm'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Yemen ahalisine içinde farzlar, sünnetler ve diyetleri içeren bir mektup yazıp bunu Amr b. Hazm ile gönderdi. Mektubun içinde:

“Diyeti altın olarak verecekler, bunu bin dinar olarak verirler" ifadesi de vardı.

Ebû Dâvud, Câbir b. Abdillah'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diyet konusunda, diyeti deve olarak vereceklerin yüz deve, sığır olarak vereceklerin ikiyüz sığır, koyun olarak vereceklerin ikibin koyun, giysi olarak vereceklerin de bunu ikiyüz giysi olarak vermelerini takdir etti."

Ravi der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diyeti tahıl olarak verecekler için de bir miktar tayin etti, ancak bunu rivâyet eden Muhammed b. İshâk bu miktarı aklında tutamamıştır."

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“dilli âyetini:

“Tam diyet" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb:

“ âyetini açıklarken:

“Muselleme'den kasıt tam diyettir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini:

“Ölenin ailesi almaktan vazgeçmediği sürece diyet ödenir" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini:

“Ölenin ailesine diyet ödenir. Ancak ölenin ailesi diyeti almaz, bunu öldürene bağışlarlarsa o zaman verilmeyebilir" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Öldüren kişinin ailesi, bu diyeti ölen kişinin ailesine teslim eder. Ancak ölenin ailesinin bu diyeti öldüren kişiye bağışlaması kendileri için daha hayırlı olur. Köle azat edilmesine gelince de bunun, öldüren kişinin malından yerine getirilmesi farzdır."

İbn Cerîr, Bekr b. eş-Şerûd'den bildirir: Ubey b. Ka'b'ın mushafında bu âyet: (.....) şeklindedir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbrahim en-Nehaî:

“...Öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir..." âyetini açıklarken:

“Bu hüküm, öldürülen kişinin ve varisleri olan ailesinin Müslüman olması durumunda geçerli olur" demiştir.

"...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise...'" âyetini açıklarken:

“Burada söz konusu olan kişi kendisi Müslüman, ancak ailesi ile kavmi müşrik olan ve Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında anlaşma bulunmayan kişidir" demiştir. "...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Burada söz konusu olan kişi kendisi Müslüman, ancak ailesi ile kavmi müşrik olan ve Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında anlaşma bulunan kişidir. Böylesi bir kişinin hatayla öldürülmesi durumunda varisleri Müsiümanlardır. Ancak diyeti ailesi ve kavmi ödeyeceği için katil tarafından verilecek diyeti de onlar alır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kişi darulharpte mümin bir şekilde yaşarken yine Müslüman biri tarafından öldürüldüğü zaman onu öldüren kişinin mümin bir köle azat etmesi veya peş peşe iki ay oruç tutması gerekir. Diyet ödemesi ise gerekmez." "...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Şâyet zimmet ahalisinden kafir biri ise ve Müslüman biri tarafından öldürülürse öldüren kişinin ölen kişinin ailesine diyet ödemesi ve bir köleyi azat etmesi gerekir."

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada söz konusu olan kişi; mümin bir şekilde müşriklerin içinde yaşayan, savaş için Müslüman ordusunun geldiğini duyunca müşrik olan kavmi kaçıp kendisi kalan ve kafir olduğu düşünülerek Müslümanlar tarafından öldürülen kişidir. Bu durumda onu öldüren kişinin bir köle azat etmesi gerekir."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Sünen'de İkrime'den bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Kendisi Müslüman kabilesi ise kafir olan kişinin öldürülmesi durumudur. Böylesi bir durumda diyet ödemek gerekmez, ama öldüren kişinin mümin bir köle azat etmesi gerekir."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Atâ b. es-Sâib vasıtasıyla Ebû İyâd'dan bildirir: Bazen kişi gelip Müslüman olduktan sonra müşrik olan kavmine geri döner ve içlerinde yaşardı. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği birlikler de bunlarla savaşır, içlerinden Müslüman olanlar da ölürdü. Bu konuda Yüce Allah:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir..." âyetini indirdi. Bu şekilde öldürülen kişi için de diyet ödemek gerekmez.

İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de Atâ b. es-Sâib vasıtasıyla Ebû Yahyâ'dan bildirdiğine göre ibn Abbâs:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise..."âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bazen kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Müslüman olur ve müşrik olan kavmine geri döner içlerinde yaşardı. Müslüman birlikler de o kavme bir saldırı durumunda böyle kişilerden hatayla öldürdükleri de olurdu. Bu şekilde öldürülenler için bir köle azat edilirdi." "...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..."âyetini açıklarken de şöyle demiştir:

“Bazen mümin kişi Müslümanlarla anlaşması olan bir kavimden ve içlerinde yaşıyor olabilir. Böylesi bir kişiyi hatayla ödüren müslümanın diyet vermesi ve bir köle azat etmesi gerekir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Mirdâs b. Amr hakkında nazil olmuştur. Kendisi Müslüman olmuştu; ancak kavmi Müslümanlarla savaşta olan kafir bir topluluktu. Usâme b. Zeyd de Mirdâs'ı hatayla öldürmüştü. Harp ehlinden oldukları için diyet verilmemiş sadece köle azat edilmiştir."

İbnu'l-Münzir'in Cerîr b. Abdillah el-Becelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müşriklerle ikamet eden kişiden zimmet de kalkar" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî:

“...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken:

“Bu kişi Müslümanlarla aralarında anlaşma bulunan bir topluluktan olan, ancak mümin olmayan kişidir" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd:

“...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken:

“Söz konusu kişi, mümin olan kişidir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken:

“Bu kişi Müslümanlarla anlaşmalı bir topluluktan olan mümin biridir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense..." âyetini açıklarken:

“Söz konusu kişi kafir olan kişidir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Şayet aranızda misak bulunan bir millettense..." âyetini açıklarken:

“Misak'tan kasıt anlaşmadır" demiştir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb:

“...Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azat etmek gerekir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bize bildirilene göre önceleri anlaşmalı olan kişinin diyeti, Müslüman olan kişinin diyeti kadardı. Ancak daha sonra bu uygulama kaldırıldı ve anlaşmalı olanın diyeti, Müslüman olan kişinin diyetini yarısı kadar oldu. Yüce Allah öldürülen anlaşmalı kişinin diyetinin ailesine teslim edilmesini ve diyetin yanında mümin bir köle azat edilmesini emretti."

Ebû Dâvud, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında müslümanın diyeti, sekiz yüz dinar veya sekiz bin dirhemdi. Ehli Kitap'tan olan birinin diyeti de Müslüman birinin diyetinin yarısı kadardı. Hazret-iÖmer halife olana kadar da diyette uygulama bu şekildeydi. Ömer halife olduğu zaman verdiği bir hutbede:

“Develerin fiyatı arttı" dedi ve altını bulunanların diyeti bin dinar, gümüşü olanların diyeti oniki bin dirhem, sığırı olanların diyeti iki yüz sığır, koyunu olanların diyeti ikibin koyun ve giysisi olanların da diyeti iki yüz giysi olarak vermelerini takdir etti. Zimmilerin diyetinde ise herhangi bir yükseltme yapmadı ve öyle bıraktı.

İbn Ebî Şeybe, Nesâî ve Hâkim'in Ebû Bekre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennetin kokusu yüz yıllık bir mesafeden dahi duyulur. Yüce Allah, Müslümanlarla anlaşması bulunan bir cana kıyan kişiye hem Cenneti, hem de Cennetin kokusunu haram eder,"

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Mâce ve Hâkim'in Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Zimmilerden birini öldüren kişi Cennetin kokusunu dahi alamaz. Cennetin kokusu da kırk yıllık bir mesafeden duyulur" buyurmuştur.

Tirmizî ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Bilin ki Allah'ın ve Resülünün güvence verdiği zimmilerden birini öldüren kişi Allah'ın sözünü bozmuş olur ve Cennetin kokusunu dahi alamaz. Cennetin kokusu da yetmiş yıllık bir mesafeden duyulur" buyurmuştur.

Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb:

“Ehli kitaptan olan birinin diyeti kırk bin dirhemdir. Mecusi olan kişinin diyeti ise sekiz yüz dirhemdir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî):

“Hatayla öldürme, birini kastederken başkasını öldürmektir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mümin birini hatayla öldüren kişi, köle azat etme imkanı yoksa iki ay peş peşe oruç tutar. Bu âyet de hata ile birini öldüren Ayyâş b. Ebî Rabîa hakkında nazil olmuştur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..." âyetini açıklarken:

“Köle azat etme imkanı olmayan kişi, iki ay peş peşe oruç tutar" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..." âyetini açıklarken:

“Köle azat etme imkanı olmayan kişi bu şekilde oruç tutar. Ancak diyet hiçbir durumda ortadan kalkmaz ve her halükârda ödenmesi gerekir" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk'a, "...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..."' buyruğunda bahsedilen orucun sadece köle azat etme imkanı olmayan kişi için mi, yoksa hem köle azat etme, hem de diyet ödeme imkanı olmayan kişi için mi olduğu sorulunca:

“Âyette bahsedilen imkansızlıktan kasıt, hem köle azat etme, hem de diyettir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid'e, "...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..."' buyruğundaki oruç konusu sorulunca şöyle demiştir:

“Kişi bu orucu iki ay boyunca ara vermeden ve orucu bozmadan tutar. Şâyet hastalık veya herhangi bir özür olmadan bu süre içinde orucunu bozarsa iki ayı yeni baştan tutar. Ancak hastalık veya başka bir özür dolayısıyla orucunu bozmak zorunda kalırsa hastalığı veya özrü bittiği zaman kalan günleri tutar. Bu iki ayı tutmadan ölen kişi için de her birine bir müd tahıl yiyecek vermek üzere altmış yoksul doyurulur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Bunları bulamayan kimsenin iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır..." âyetini açıklarken:

“Hatayla birini öldüren kişi için Yüce Allah'ın ağırlaştırılmış bir şekilde verdiği cezadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Bu, tövbenin Allah tarafından kabulü için bir vesiledir. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Hatayla öldürmeye karşılık keffâret ve diyet uygulaması Yüce Allah'ın, bu ümmetin bu yöndeki günahlarının bağışlanmasına bir vesiledir. Arap müşriklerle anlaşma yapma da:

“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..." âyetiyle neshedilmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Farklı dinlerden olanlar birbirlerine mirasçı olamaz" buyurmuştur.

93

"Kim bîr mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc vasıtasıyla İkrime'den bildirir:

“Ensâr'dan bir adam Mikyâs b. Dubâbe'nin kardeşini öldürünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mikyâs'a diyet verdi ve Mikyâs bunu kabul etti. Ancak sonradan kardeşinin katiline saldırıp onu öldürdü."

İbn Cüreyc der ki: Başkası ise bunu rivâyet ederken şöyle der:

“Ensâr'dan bir adam Mikyâs'ın kardeşini öldürünce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Neccâr oğullarını diyeti ödemekle yükümlü tuttu. Daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mikyâs ile Fihr oğullarından bir adamı bir iş için gönderdi. Yolda giderken de güçlü biri olan Mikyâs, Fihr oğullarından olan o adamı yere çaldı. Başını da iki taş arasında ezdi. Sonrasında da şöyle söylenmeye başladı:

"Kardeşime karşı Fihr oğullarından olan adamı öldürdüm

Diyetini de Neccâr oğullardan Fâri'li efendilere ödettim. "

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) durumdan haberdar olunca:

“Sanırım başka bir şey olmuştur da onu öldürmüştür. Yoksa kasıtlı bir şekilde onu öldürmüşse ne Haram bölgesinde ne de dışında, ne savaşta ne de barışta ona güven yoktur!" buyurdu. Mekke'nin fethi sırasında da öldürüldü." İbn Cüreyc der ki:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır'" âyeti de onun hakkında nazil olmuştur.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Mikyâs b. Dubâbe el-Kinânî hakkında nazil olmuştur. Mikyâs,

Medine'deyken kardeşi Hişâm b. Dubâbe ile birlikte Müslüman oldu. Bir gün Mikyâs kardeşi Hâşim'i Ensâr'dan olan Neccâr oğullarında ölü olarak bulunca Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş'ten Fihr oğullarından bir adamı Mikyâs ile birlikte evleri Kubâ'da bulunan Neccâr oğullarına gönderdi ve:

“Katilin kim olduğunu biliyorsanız onu Mikyâs'a teslim edin. Kim olduğunu bilmiyorsanız da ona diyeti ödeyin" emrini verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elçisi Neccâr oğullarına gelip emri iletince:

“Allah ve Resûlünün emrini işittik ve itaat ediyoruz. Ancak vallahi katilin kim olduğunu bilmiyoruz. Onun için diyet vereceğiz" dediler. Sonrasında Mikyâs'a kardeşinin diyeti olarak yüz deve verdiler. Mikyâs ile Fihr oğullarından olan adam Kubâ'dan Medine'ye dönüşe geçtiklerinde Mikyâs, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) elçisi Fihr oğullarından olan adama saldırıp öldürdü. İslam dininden de çıktı. Diyet olarak aldığı develerden birine bindi, diğerlerini de önüne katıp Mekke'ye doğru yola koyuldu. Giderken de şöyle bir şiir okuyordu:

"Kardeşime karşı Fihr oğullarından olan adamı öldürdüm

Diyetini de Neccâr oğullardan Fâri li efendilere ödettim

Bu şekilde intikamımı alıp rahatladım

Eskiden olduğu gibi de putperestliğe dönüyorum. "

Haksız yere cana kıyması, diyeti alması, İslam dininden çıkması ve kafir olarak Mekke'ye dönmesi üzerine de hakkında:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti nazil oldu.

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan aynısını zikreder.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr ve Taberânî, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Müminin öldürülmesi konusunda Küfe ahalisi ihtilafa düştüler. Ben de kalkıp İbn Abbâs'a gittim ve bu konuyu sordum. İbn Abbâs şöyle dedi:

“Bu konuda nazil olan son âyet:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetidir. Bunu nesheden başka bir âyet de inmiş değildir."

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Mâce, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve Taberânî, Sâlim b. Ebi'I- Ca'd'dan bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Birini kasıtlı bir şekilde öldüren kişi hakkında ne dersin?" diye sordu. İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah: «Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır» buyurur. Bu âyet son nazil olan âyetlerdendir ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edene kadar bunu nesheden bir âyet inmiş değildir." Adam:

“Peki, birini kasten öldüren kişi tövbe edip salih amel işlese ve doğru yoldan ayrılmazsa?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Neye tövbe edecek ki? Zira Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Birini kasıtlı bir şekilde öldüren kişi annesiz kala! Kıyamet gününde bu şekilde öldürülen kişi katilini sağ veya sol tarafına almış, kesik başı sağ veya sol elinde, boyun damarlarının kanları Arş'a doğru fışkırır bir şekilde çıkar ve: «Rabbim! Bu kuluna sor, beni neden öldürdü?» der,"

Tirmizî'nin Amr b. Dînar vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde öldürülen kişi, kendisini öldüren kişinin perçemi ve başından tutmuş, kesilen boyun damarlarının kanları da fışkırır bir şekilde huzura çıkar. Katilini Arş'a kadar yaklaştırır ve: «Rabbim! Bu adam beni öldürdü» der."

Amr b. Dînar der ki: İbn Abbâs'a birini kasıtlı bir şekilde öldüren kişinin tövbe etmesi konusu sorulunca:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır" âyetini okudu ve:

“Bu âyet neshedilmemiş ve hükmü değişmemiştir. Bu durumda nasıl tövbe etsin?" dedi.

Abd b. Humeyd, Buhârî ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Abdurrahman b. Ebzâ bana:

“İbn Abbâs'a:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..."- âyetini sor" dedi. Sorduğumda İbn Abbâs:

“Bu âyeti nesheden başka bir âyet yoktur" karşılığını verdi. "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar" âyeti hakkında da:

“Bu âyet müşrikler hakkında nazil olmuştur" dedi.

Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, Hâkim ve İbn Merdûye, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Abdurrahman b. Ebzâ, "Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti ile "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar" âyetini İbn Abbâs'a sormamı istedi. Sorduğumda İbn Abbâs şöyle dedi:

“Kişi Müslüman olup da dinin emir ve yasaklarını öğrendikten sonra kasıtlı bir şekilde mümin cana kıyarsa onun cezası Cehennemdir ve bunun tövbesi de yoktur. Furkân Sûresi'ndeki âyet ise Mekke müşrikleri hakkında nazil oldu. Zira Mekke müşrikleri Allah'a ortaklar koşmuş, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymış ve her türlü çirkin işleri yapmışlardı. "Bütün bunları yaptıktan sonra Müslüman olmamızın bize ne faydası dokunacak?" demeleri üzerine:

“Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyeti nazil oldu. Bu da müşrikler hakkındadır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şehr b. Havşeb'ten bildirir: İbn Abbâs'ın şöyle dediğini işittim:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir...'" âyeti, "Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetinden bir yıl sonra nazil oldu.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti, "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar... Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" âyetlerinden sekiz yıl sonra nazil oldu.

İbn Cerîr, Nehhâs ve Taberânî, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“Mümin birini kasten öldüren kişi için tövbe var mı?" diye sorduğumda:

“Hayır, yok" dedi. Ona, "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar" âyetini okuduğumda ise şöyle dedi:

“Bu âyet Mekkî bir âyettir ve Medenî bir âyet olan:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetiyle neshedilmiştir."

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Tehdit içeren:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..."âyeti, kolaylık gösteren:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar...'" âyetinden altı ay sonra nazil oldu.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Tehdit içeren:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti, kolaylık gösteren:

“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar" âyetinden altı ay sonra nazil oldu.

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, Nehhâs, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir:

“Nisâ Sûresi'ndeki âyet, Furkân Sûresi'ndeki âyetten altı ay sonra nazil oldu."

Taberânî ve İbn Merdûye, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir:

“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar" âyeti nazil olduğu zaman hoşgörülü ve yumuşak yaklaşımından dolayı hepimiz şaşırdık. Ancak yedi ay sonra:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti nazil oldu.

Abdurrezzâk, Dahhâk'tan bildirir:

“İnme zamanı bakımından Nisâ Sûresi'ndeki âyet ile Furkân Sûresi'ndeki âyet arasında sekiz yıl vardır."

Semmûyeh, Fevâid'de Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Nisâ Sûresi'ndeki âyet, "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyetinden dört ay sonra nazil oldu.

İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir: En büyük günahlar, Allah'a şirk koşmak ve Allah'ın haram kıldığı cana kıymaktır. Çünkü Yüce Allah:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır" buyurur.

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Şirk ve cana kıyma konusu kurtuluşu olmayan, çıkış yolu bilinmeyen iki konudur."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetini açıklarken:

“Muhkem bir âyettir ve başka âyetler bunu daha da pekiştirmektedir" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Kurdum'den bildirir: Ebû Hureyre, İbn Abbâs ve İbn Ömer'e mümin birini kasden öldüren kişinin durumu sorulunca:

“Böylesi bir kişi ölümden kaçabilir mi? Kaçmak için yerde bir gedik açabilir veya semaya bir merdiven dayayabilir mi? Veya öldürdüğü kişiyi geri diriltebilir mi?" karşılığını verdiler.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Mîna'dan bildirir: Ebû Hureyre'nin yanında otururken adamın biri geldi ve ona:

“Mümin birini öldüren kişi için tövbe var mı?" diye sordu. Ebû Hureyre:

“Hayır, yoktur! Vallahi bu kişi, deve iğne deliğinden geçmedikçe Cennete de giremez" dedi.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Rezîn vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kurtuluşu, çıkış yolu kapalı kalan bir konudur ve bunu yapan kişi için tövbenin varlığı bilinmemektedir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Mümin birini öldüren kişi için tövbe yoktur ve bu âyet neshedilmemiştir" demiştir.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Mîna'dan bildirir: Bir arkadaşım ile çarşı esnafından birinin arasında bir konuda çekişme vardı. Arkadaşım eline aldığı bir sandalye ile esnafa vurdu ve onu öldürdü. Ancak daha sonra buna pişman oldu ve:

“Malımı dağıtacak ve kendimi Allah yoluna adayacağım!" dedi. Ona:

“Kalk İbn Ömer'e gidip senin için tövbenin olup olmadığını soralım" dedim. Birlikte İbn Ömer'e gidip yanına girdik. Ona durumu olduğu şekilde anlattım ve:

“Sence arkadaşım için tövbe imkanı var mı?" diye sordum. İbn Ömer:

“Off! Ye, iç sonra yanımdan kalk git!" karşılığını verdi. Ona:

“Ama onu kasten öldürmediğini söylüyor" dediğimde:

“Yalan söylüyor! Biriniz eline aldığı bir sopa ile Müslüman birinin kafasına vurur ve:

“Onu öldürmek istemedim!" der. Yalan söylüyor! Off! Dilediğin kadar ye ve iç sonra da yanımdam kalk git!" karşılığını verdi. Yanından kalkana kadar da bize başka bir şey demedi.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Mümini öldürmede kişinin tövbe kapısı kapalı olur" demiştir.

Buhârî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi haram olan bir cana kıymadıktan sonra dini konusunda kendisini bir rahatlık içinde bulacaktır" buyurmuştur.

Ahmed, Nesâî ve İbnu'l-Münzir'in Muâviye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin kafir olarak ölmesi veya bir mümini kasden öldürmesi hariç Yüce Allah'ın bütün günahları bağışlaması umulur" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişinin müşrik biri olarak ölmesi veya bir mümini kasden öldürmesi hariç Yüce Allah'ın bütün günahlarını bağışlaması umulur" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yarım kelimeyle bile olsa bir müminin öldürülmesine yardımcı olan kişi kıyamet günü alnında: «Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir» yazılı bir şekilde huzura çıkar" buyurmuştur.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Şuab'da İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yarım kelimeyle bile olsa bir müslümanın öldürülmesine yardımcı olan kişinin kıyamet günü alnına: «Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir» yazılır" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Avn:

“Kur'ân'da cezası "sonsuz" ifadesiyle zikredilen suçların tövbesi yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd'in Hasan (-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Rabbimle, mümin birini öldüren kişiye tövbe kapısını açık bırakması için çok konuştum, ama kabul etmedi" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebû'l Kâsım b. Bişrân, Amâlî'de zayıf bir senedle Ebû Hureyre'den bildirir:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyeti hakkında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah cezalandırırsa bunu yapan kişinin cezası budur" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Dahhâk'tan bildirir: İbn Abbâs:

“Böylesi bir şeyi yapan kişiyi Yüce Allah cezalandıracaksa cezası Cehennemdir. Bu da kafir için değil mümin içindir. Zira Yüce Allah mümini dilerse bağışlar, dilerse de cezalandırır" derdi.

İbnu'l-Münzir'in Âsim b. Ebi'n-Nücûd'dan bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetini açıklarken:

“Böyle bir şeyi yapanın cezası budur. Ancak Yüce Allah dilerse bağışlar, dilerse de cezalandırır" demiştir.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin el- Ba's'da bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“...Cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetini açıklarken:

“Böyle bir şeyi yapanın cezası budur. Ancak Yüce Allah onu bağışlamayı dilerse affedip bağışlar" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Avn b. Abdillah:

“...Cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah cezalandırırsa bunu yapan kişinin cezası budur" demiştir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Salih'ten benzerini zikreder.

İbnu'l-Münzir, İsmail b. Sevbân'dan bildirir: Büyük salgın hastalığın başgösterdiği zamanda büyük mescitte oturuyordum. Mescitte bulunanların şöyle dediklerini işittim:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır" âyeti nazil olduğu zaman Mühacir ile Ensâr:

“Bunu yapan kişiye Cehennem ateşi vacip olur" dediler. Ancak:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." âyeti nazil olunca, Mühacir ile Ensâr:

“Yüce Allah böylesi bir şeyi yapan kişi konusunda dilediğini yapar" demeye başladılar." Bunları duyunca da bir şey demedim.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, el-Ba's'da Hişâm b. Hassân'dan bildirir: Muhammed b. Sîrîn'in yanındaydık. Adamın biri bir konuda:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır"' âyetini okuyunca Muhammed ona kızdı ve: Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..."' âyetine ne dersin? Kalk yanımdan! Dışarı çık!" dedi. Bunun üzerine adam dışarıya çıkarıldı.

Beyhakî, el-Ba's'da Kureyş b. Enes'den bildirir: Amr b. Ubeyd:

“Kıyamet günü Yüce Allah'ın huzuruna çıkarıldığımda bana:

“Neden katil kişinin Cehennemlik olduğunu söyledin?" diye soracak, ben de:

“Bunu sen dedin" karşılığını vereceğim" dedi ve:

“Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır" âyetini okudu. Evde bulunların en küçüğü de bendim. Ona:

“Peki, Yüce Allah sana:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar..." buyurdum. Katil birini bağışlamak istemeyeceğimi nereden biliyorsun?" derse ne yapacaksın?" diye sorduğumda bana cevap veremedi.

Abd b. Humeyd, Ebû İshâk'tan bildirir: Adamın biri Ömer'e geldi ve:

“Mümini öldüren biri için tövbe var mı?" dedi. Ömer:

“Evet, var" karşılığını verdi ve:

“Hâ Mîm. Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır..." âyetlerini okudu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid, mümin birini öldüren kişi hakkında:

“Pişman olduktan sonra tövbe edebileceği söylenirdi" demiştir.

Abd b. Humeyd, İkrime'den bunun aynısını zikreder.

Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Kurdum'den bildirir: Adamın biri İbn Abbâs'a geldi ve:

“Su havuzumu doldurdum ve develerimin gelip içmesini bekledim. Ancak sabah uyandığımda bir adamın devesini o havuzdan suladığını gördüm. Deve içerken de havuz delindi ve içindeki su akıp gitti. Ben de o öfkeyle kalkıp kılıcımla adamı öldürdüm" dedi. İbn Abbâs:

“Senin durumun âyette belirtilen kişinin durumu gibi değildir" dedi ve tövbe etmesini söyledi.

Ravi Süfyân der ki: Âlimlere bu yönde bir soru sorulduğu zaman böylesi bir kişinin tövbesinin olmayacağını söylerlerdi. Ancak böylesi bir musibete maruz kalan kişiye de:

“Tövbe et!" derlerdi.

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Câfer:

“Öldürmenin keffâreti öldürülmektir" demiştir.

Abd b. Humeyd ve Nehhâs, Sa'd b. Ubeyde'den bildirir: İbn Abbâs mümin birinin öldüren kişi için tövbenin olacağını söylerdi. Bir defasında adamın biri geldi ve ona:

“Mümin birini öldüren kişiye tövbe var mıdır?" diye sordu. İbn Abbâs:

“Yoktur! Bu kişinin yeri Cehennemdir" karşılığını verdi. Adam gittikten sonra yanında oturanlar:

“Sen bu konuda bize bu şekilde fetva vermezdin. Mümin birini öldüren kişinin kabul görebilecek tövbesinin olduğunu söylerdin" dediklerinde, İbn Abbâs:

“Bu adamın çabuk öfkelenen biri olduğunu ve birini öldürmek istediğini düşünüyorum" karşılığını verdi. Adamın peşinden gidip baktıklarında gerçekten de öyle olduğunu gördüler.

Nehhâs, Nâfi' veya Sâlim'den bildirir: Adamın biri Abdullah b. Ömer'e:

“Birini kasten öldüren kişi hakkında ne dersin?" diye sorunca, Abdullah:

“Sen mi öldürdün?" dedi. Adam:

“Evet!" karşılığını verince, Abdullah:

“Allah'a tövbe et ki tövbeni kabul etsin" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Katilin, kısas olarak öldürülmedikçe veya affedilmedikçe veya diyeti ödemedikçe tövbesi yoktur" demiştir.

Abd b. Humeyd, Süfyân'dan bildirir:

“Bize ulaşana göre birini kasten öldüren kişinin keffâreti ya kısas olarak öldürülmesi ya da maktülün velileri tarafından affedilmesi veya diyeti ödemesidir. Bunlardan birinin olması halinde keffâreti olmasını umarız. Sonrasında Yüce Allah'tan bağışlanma diler. Ancak bunlardan birinin olmaması halinde artık Allah'ın takdirine kalmıştır. Yüce Allah dilerse onu bağışlar dilerse bağışlamaz."

Süfyân der ki:

“Bunun için birini öldürmeyen biri gelip de bu konuyu sana sorduğu zaman fetvayı sıkı tut ve ruhsat verme ki bunu kullanmasın. Ancak birini öldüren biri gelip bu konuyu sorduğu zaman onu ümitsizliğe sevketme ve bunu ona bildir. Belki tövbe eder."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Şirkten tövbe etmem benim için mümin birini öldürmekten dolayı tövbe etmemden daha iyidir" demiştir.

Ahmed'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın huzuruna şirk koşmadan, karşılığını Allah'tan bekleyerek, gönül hoşluğuyla malının zekatını vermiş ve verilen emirleri dinleyip itaat etmiş olarak çıkan kişi Cennete girer. Beş şeyin de keffâreti yoktur. Bunlar Allah'a şirk koşma, haksız yere cana kıyma, mümine iftira atma, savaş alanından kaçma ve bir malı haksız bir şekilde elde etmek için yalan yere yemin etmedir. "

İbn Ebî Şeybe, Ebû Hureyre'den bildirir:

“Kişi kıyamet gününde bin defa öldürülür."

Ebû Zür'a:

“Bu, dünyada birini öldürmesine karşılıktır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde insanlar arasında hükmü verilecek ilk davalar kan davalarıdır" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Vallahi dünya ve içindekiler Müslüman birinin haksız yere öldürülmesinden daha değersizdir" buyurmuştur.

Nesâî ve Nehhâs'ın Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın katında dünyanın yok olup gitmesi, Müslüman birinin öldürülmesinden daha değersizdir" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Amr:

“Müminin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok olup gitmesinden daha büyüktür" demiştir.

Beyhakî'nin Şuab'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Nefsim elinde olana yemin olsun ki Müminin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok olup gitmesinden daha büyüktür" buyurmuştur.

İbn Adiy ve Beyhakî'nin Şuab'da Büreyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok olup gitmesinden daha büyüktür" buyurmuştur.

Saîd b. Mansûr ve Beyhakî, Şuabu'l-îman'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir:

“Kişi ellerini kana bulamadığı müddetçe dini konusunda bir genişlik içinde olacaktır. Ancak elleri haram olan kana bulaştığı zaman utanma duygusu çekilip alınır."

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde kişi birinin elinden tutmuş bir şekilde huzura çıkar ve: «Rabbim! Bu kişi beni öldürdü» der. Yüce Allah:

“Onu neden öldürdün?" diye sorunca, öldüren kişi: «İzzet sadece senin olsun diye öldürdüm» der. Bunun üzerine Yüce Allah: «Zaten izzet sadece benimdir» buyurur. Yine kişi birinin elinden tutmuş bir şekilde huzura çıkar ve: «Rabbim! Bu kişi beni öldürdü» der. Yüce Allah: «Onu neden öldürdün?» diye sorunca, öldüren kişi: «İzzet filan kişinin olsun diye öldürdüm» der. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ancak izzet onun olamayacaktır! Şimdi günahını yüklen!» buyurur. "

İbn Ebî Şeybe de bunu Amr b. Şurahbîl'den mevkûf (sahabi sözü) olarak zikreder.

Beyhakî, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Kıyamet gününde öldürülen kişi bir yerde oturur. Kendisini öldüren kişi oradan geçtiği zaman onu yakalayıp Yüce Allah'ın huzuruna götürür ve:

“Rabbim! Buna sor, beni neden öldürmüş" der. Yüce Allah adama:

“Onu neden öldürdün?" diye sorunca, adam:

“Filan kişi onu öldürmemi söyledi" der. Bunun üzerine hem kendisi, hem de öldürme emrini veren kişi azaba maruz kalır.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Ebû Saîd ile Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Şayet tüm gök ahalisi ile yer ahalisi bir müminin öldürülmesi olayına karışacak olsa Yüce Allah tümünü yüzüstü Cehennem ateşine atar" buyurmuştur.

İbn Adiy, Beyhakî, Şuab'da ve İsbehânî, et-Terğîb'de Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'ın yanında dünyanın yok olup gitmesi, Mümin birinin öldürülmesinden daha değersizdir. Şayet tüm göklerin ahalisi ile yer ahalisi bir müminin öldürülmesi olayına karışacak olsa Yüce Allah tümünü Cehhenneme atar. "

Beyhakî, Şuabu'l-îman'da İbn Abbâs'tan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Medine'de birisi öldürüldü ve katili bilinemedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Ben aranızdayken biri öldürüldü ve öldüren kişiyi de bilmiyoruz. Bilin ki tüm gök ahalisi ile yer ahalisi birinin öldürülmesine karışacak olsa, bu konuda emrettiği şeyi yerine getirmedikçe Yüce Allah hepsini de cezalandırır. "

Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin Cündüb el-Becelî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kişi elinden geldiği kadar Cennete girmesine engel olacak, bir avuçluk da olsa Müslüman birinin kanını akıtmamaya çalışmalıdır. Zira kıyamet gününde Cennet kapılarından hangisine gelse akıttığı bu kan kapıyla arasına girecektir."

İsbehânî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman kişi haram olan kanı akıtmadığı sürece ameli ve itaatiyle huzur içinde olacaktır. Ancak böylesi bir kanı akıttığı zaman kendini helak etmiş demektir" buyurmuştur.

İsbehânî'nin İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Tüm insanlar ve cinler bir müminin öldürülmesine karışacak olsa Yüce Allah hepsini yüzüstü Cehenneme atar. Yüce Allah öldürene de, öldürme emrini verene de Cenneti haram etmiştir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Şuabu'l-îman' da ashâbdan birinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cehennem ateşi yetmiş bölüme ayrıldı. Bunlardan altmış dokuzu öldürmeyi emredene, biri de öldürenedir" buyurmuştur.

Beyhakî, Muhammed b. Aclân'dan bildirir: İskenderiye'de iken bir adamın vefatına şahit oldum. Tanıdığımız insanlar içinde Allah'tan en çok korkan ve huşû sahibi olan biriydi. Ona telkinlerde bulunuyor, o da bize karşılık veriyordu. "Sübhanallah, Elhamdülillah, de" şeklinde telkinlerde bulunduğumuzda bunu yapıyor, ancak "Lâ ilâhe illallah" demesini istediğimizde kabul etmiyordu. Ona:

“Tanıdığımız insanlar içinde Allah'tan en çok korkan ve huşû sahibi olan kişi sensin. Sana "Sübhanallah, Elhamdülillah, de" şeklinde telkinlerde bulunduğumuzda bunu yapıyor ancak "Lâ ilâhe illallah" demeni istediğimizde neden demiyorsun?" diye sorduğumuzda:

“Onunla aramda bir engel olduğu için diyemiyorum. Zira gençken birini öldürmüştüm" karşılığını verdi.

İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî, Ukbe b. Âmir'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kişi şirk koşmadan ve haram kılınan bir kana bulaşmadan Allah'ın huzuruna çıktığı zaman Cennetin dilediği kapısından içeriye girer" buyurduğunu işittim.

Beyhakî, Zührî'nin kardeşi Abdullah b. Müslim'den bildirir: Medinelilerden birkaç kişiyle Sâlim b. Abdillah'ın yanında otururken adamın biri:

“Vali az önce birini kırbaçlayarak öldürdü" dedi. Bunun üzerine Sâlim:

“Yüce Allah, kafir birini dahi öldürdü diye Mûsa'yı (aleyhisselam) kınamıştı" karşılığını verdi.

Beyhakî, Şehr b. Havşeb'ten bildirir: Bedevinin biri Ebû Zer'e geldi ve:

“Hacılardan birini haksız yere öldürdüm. Bunun vebalinden kurtulma yolum var mı?" dedi. Ebû Zer, bedeviye:

“Yazık sana! Annen baban sağ mı?" diye sorunca, bedevi:" Hayır!" dedi. Ebû Zer:

“Anne babandan biri sağ mı?" diye sorunca, bedevi:

“Hayır!" karşılığını verdi. Ebû Zer:

“Şâyet anne baban veya ikisinden biri hayatta olsaydı belki bir çıkış yolun olabilirdi, ancak şu durumda kurtulman için üç şeyi yapmandan başka bir şey göremiyorum" dedi. Bedevi:

“Bunlar nedir?" deyince, Ebû Zer:

“Onu öldürdüğün gibi geri diriltebilir misin?" diye sordu. Bedevi:

“Vallahi yapamam" dedi. Ebû Zer:

“Peki ölümden kaçabilir misin?" diye sorunca, bedevi:

“Vallahi kaçamam, zira herkes mutlaka ölecektir. Peki, üçüncüsü ne?" dedi. Ebû Zer:

“Kaçmak için yeri delebilir veya göğe merdiven dayayabilir misin?" diye sorunca, bedevi feryat figan ederek kalktı ve oradan ayrıldı. Giderken onunla karşılaşan Ebû Hureyre neyi olduğunu sordu. Bedevi durumu anlatınca, Ebû Hureyre ona:

“Yazık sana! Anne baban sağ mı?" diye sordu. Bedevi:

“Hayır!" karşılığını verince, Ebû Hureyre:

“Şâyet hayatta olsalardı senin için belki bir çıkış yolu olurdu.

Ancak Allah yolunda cihada çık ve şehit olmaya bak. Bu şekilde bağışlanman umulur" dedi.

94

"Ey İman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekil araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce sız de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlardan bir topluluk yanında koyun sürüsü bulunan bir adama yetiştiler. Adam onlara:

“es-Selâmü aleyküm" dedi ancak onu öldürüp yanındaki koyunları aldılar. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, "Sen mümin değilsin" demeyin..." âyeti nazil oldu. Burada geçici menfaatten kasıt, adamdan aldıkları koyunlardır.

Ravi der ki: İbn Abbâs âyetteki "Selam" anlamındaki ifadeyi: (.....) lafzıyla okudu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de  İbn Abbâs'tan bildirir: Süleym oğullarından bir adam koyun sürüsünü güderken Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grupla karşılaştı. Onlara selam verdi, ancak onlar:

“Bizden korunmak için selam verdi" dediler ve adama saldırıp öldürdüler.

Koyunlarını da alıp Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiler. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır"' âyeti nazil oldu.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'ta, Taberânî, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, Delâil'de  Abdullah b. Ebî Hadred el-Eslemî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi müfreze olarak İdam'a gönderdi. Müfrezenin içinde Ebû Katâde Hâris b. Rib'îve Muhallim b. Cessâme b. Kays el-Leysîde vardı. İdam denilen bölgenin düzlüğüne vardığımızda Âmir b. Adbat el-Eşcaî'yle karşılaştık. Âmir devesine binmiş, yanında az bir eşyası, bir de yağ tulumu vardı. Yanımıza ulaştığında Müslümanlar gibi bize selam verdi. Bize bu şekilde selam verince ona dokunmadık. Ancak Muhallim b. Cessâme aralarında bulunan bir şeyden dolayı ona saldırıp öldürdü. Öldürdükten sonra da devesi ile eşyalarını aldı. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geri dönüp olanları anlattığımızda, hakkımızda:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyeti nazil oldu.

İbn İshâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Bağavî, Mu'cem'de Yezîd b. Abdillah b. Kusayt vasıtasıyla Ebû Hadred el- Eslemî'den, o da babasından bunun benzerini rivâyet eder. Ancak dönüşte Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Muhallim'e:

“Adam Allah'a iman ettiğini söylemesine rağmen onu öldürdün mü?" buyurduğu ve bunun üzerine söz konusu âyetin nazil olduğu zikredilir.

İbn Cerîr, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muhallim b. Cessâme'yi bir birlikle gönderdi. Âmir b. Adbat kendileriyle karşılaşınca Müslümanlar gibi onlara selam verdi. Ancak Muhallim ile Âmir arasında Cahiliye döneminden kalma bir kin olduğu için Muhallim attığı bir okla Âmir'i öldürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de durumdan haberdâr oldu. Muhallim iki parçalık bir giysi ile geldi ve bağışlanma dilemek için Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde oturdu. Allah Resûlü:

“Allah sen bağışlamasın emil" buyurdu. Muhallim de gözyaşlarını giysisiyle silerek kalkıp gitti. Az bir zaman geçtikten sonra da Muhallim öldü. Onu gömmek istediler, ancak yer onu dışarıya attı. Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlattıklarında:

“Yer sizin bu arkadaşınızdan daha kötü olanlarını kabul eder, ancak bununla Yüce Allah size ders vermek istemiştir" buyurdu. Bunun üzerine Muhallim'i bir dağa attılar ve üzerini taşlarla örttüler. Bu konuda da:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin..."' âyeti nazil oldu.'

Bezzâr, Dârakutnî, el-îfrâd'da ve Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde Mikdâd b. el-Esved'in de bulunduğu bir müfreze gönderdi. Müfreze düşman bölgesine geldiğinde herkesin kaçmış olduğunu gördüler. Ancak malı çok olan bir adam kaçmamış yerinde kalmıştı. Bu adam Müslüman askerlerini görünce:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim" dedi. Ancak Mikdâd adama saldırıp öldürdü. Arkadaşlarından biri de:

“Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eden birini mi öldürdün? Vallahi bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatacağım" dedi. Geri döndüklerinde:

Resûlallah! Adamın biri Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etti, ancak Mikdâd onu öldürdü" dediler. Allah Resûlü:

“Bana Mikdâd'ı çağırın" buyurdu. Gelince de ona:

“Ey Mikdâd! Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eden birini mi öldürdün? Kıyamet gününde adamın bu şehadetine karşı ne yapacaksın?" buyurdu. Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyetini indirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mikdâd'a şöyle buyurdu:

“Mümin biri kafir olan bir topluluğun içinde imanını gizliyordu, imanını açığa çıkarınca da sen onu öldürdün. Oysa sen de önceleri imanını bu şekilde gizliyordun. "

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Bazen kişi Müslüman olduğunu, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiğini ifade eder ve kafir olan kavmi içinde yaşamaya devam ederdi. Müslümanlardan bir müfreze bu kavme geldiği zaman da bu kişi kendi kavmine Müslüman olduğunu açıklar ve aynı dini paylaştığı müminlerden korkmazdı. Onlarla karşı karşıya geldiği zaman onlara selam verirdi. Ancak müminler, adam selam vermesine rağmen ona:

“Sen mümin değilsin" derler ve onu öldürürlerdi. Yüce Allah bu konuda:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır..." âyetini indirdi. Yüce Allah bu âyetle Müslümanlara şunu demiştir:

“Yanındaki mala tamah ederek mi böylesi birini öldüreceksiniz? Oysa bu, dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Benim yanımda bolca ganimet vardır siz benden onları istemeye ve elde etmeye çalışın." Âyetin nüzulüne vesile olan kişi Mirdâs'tır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Leys oğullarından biri olan Kuleyb komutasında Mirdâs'ın kavmine bir birlik gönderdi. Birlik bölgeye vardığında herkes kaçtığı için kimseyi bulamamıştı. Kavimden sadece Mirdâs geride kalmıştı. O da Müslümanlarla karşılaştığında onlara selam verdi. Ancak yine de onu öldürdüler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mirdâs'ın ailesine diyet verilmesini emretti. Kendisinden alınan mal ailesine teslim edildi ve bir daha Müslümanların öyle bir şeyi yapmamalarını söyledi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Ğatafân kabilesinden olan Mirdâs hakkında nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ğâlib el-Leysî komutasında Fedek ahalisi üzerine bir ordu gönderdi. Bölgede içlerinde Mirdâs'ın da bulunduğu Ğatafân kabilesinden bazıları da vardı. Müslümanların ordusu gelince Mirdâs'ın arkadaşları kaçtılar, ancak kendisi:

“Ben mümin biriyim ve sizinle birlikte kaçmayacağım" dedi. Sabah vakti Müslüman süvarilerle karşılaşınca onlara selam verdi. Ancak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı onu öldürdüler ve yanında bulunan malları aldılar. Bu konuda Yüce Allah:

“...Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin..." buyurdu. Çünkü Müslümanların birbirlerine esenlik dilemesi selam iledir. Birbirlerini bu şekilde tanır, bu şekilde birbirlerine esenlik dilerler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: :

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Usâme b. Zeyd komutasında Damra oğulları üzerine bir ordu gönderdi. Orada Mirdâs b. Nehîk adında bir adamla karşılaştılar. Yanında bir koyun sürüsü ile kırmızı bir devesi vardı. Mirdâs onları görünce bir mağaraya doğru yöneldi. Usâme de peşinden gitti. Mirdâs mağaraya koyunlarını koyduktan sonra Müslümanların yanına döndü ve:

“es-Selâmü aleyküm! Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedi. Ancak Usâme koyunları ve kırmızı devesini almak için ona saldırıp öldürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Usâme'yi komutan olarak bir yere gönderdiği zaman onu hayırla yâd eder ve arkadaşlarından onu sorardı. Ancak bu dönüşünde onu sormadı. Dönenler de Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) olanları anlatmaya ve:

Resûlallah! Usâme'yi görmeliydin. Adamın biri onunla karışalınca:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedi ancak Usâme ona saldırıp öldürdü" demeye başladılar. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de dinlemek istemiyor ve onlara yüz vermiyordu. Ancak bu şekilde ısrarla anlatmaya devam ettiklerini görünce başını kaldırıp Usâme'ye baktı ve:

“Lâ ilahe illallah sözüne karşı olan bu tavrın nedir?" buyurdu. Usâme:

Resûlallah! Adam bizden korunmak için bu sözü söyledi" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalbini de yarıp içine baksaydın ya!" buyurdu. Usâme:

Resûlallah! Kalbi de bedeninden bir parça değil mi ki?" deyince, Yüce Allah bu durumu açıklayan âyetini indirdi ve Usâme'nin adamı devesi ve koyunları için öldürdüğünü bildirdi. Usâme bu adamı öldürmesine karşılık nazil olan âyet ile Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tavrından sonra artık "Lâ ilahe illallah" diyen hiç kimseyi öldürmeyeceğine dair yemin etti.

İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grup devriye için çıktıkları bir sırada düşmanlarla karşılaştılar ve onları püskürtüp hezimete uğrattılar. İçlerinden bir adam kaçmaya başlayınca, Müslümanlardan biri de onun malını almak için mızrakla peşinden gitti. Kendisine yetişince de kaçan kişi:

“Ben müslümanım! Ben de müslümanım" demeye başladı. Ancak Müslüman olan kişi mızrakla ona vurarak öldürdü ve malını aldı. Dönüşte bu olanlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatıldı. Allah Resûlü, katile:

“Adam Müslüman olduğunu söylemesine rağmen onu öldürdün öyle mi?" diye sorunca, adam:

Resûlallah! Benden kurtulmak için Müslüman olduğunu söyledi" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kalbini de açıp baksaydın ya" buyurunca, adam:

“Ne diye açayım yâ Resûlallah?" dedi. Allah Resûlü:

“Doğru söyleyip söylemediğini bilmen için" buyurunca, adam:

Resûlallah! Bu şekilde bunu öğrenebilir miydim ki?" dedi. Allah Resûlü de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Adam inandığını dili ile ifade ediyordu! Adam inandığını diliyle söylüyordu" buyurdu.

Çok zaman geçmedi ki katil olan bu kişi öldü. Arkadaşları ona bir mezar açıp gömdüler. Ancak sabah olunca yerin onu dışarı attığını gördüler. Bir daha mezar açıp gömdüklerinde ikinci gün sabah yine toprağın onu dışarı attığını gördüler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bu şekilde iki mi üç mü kaç defa gömdüklerini hatırlamıyorum. Her defasında da toprak onu dışarıya atıyordu. Yerin bu şekilde onu kabul etmediğini gördüklerinde ayaklarından tutup tenha yollardan birine attılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır"' âyetini indirdi. Vallahi yer aslında ondan daha kötülerini içinde barındırır, ancak Yüce Allah bu şekilde Müslümanlara öğüt vermek istemiştir.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Ma'mer vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bana ulaşana göre Müslümanlardan biri müşriklerden bir adama saldırdı. Müşrik olan kişi:

“Ben müslümanım! Lâ ilâhe ilallah!" dedi ancak bunu demesine rağmen Müslüman onu öldürdü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) durumdan haberdâr olunca katile:

“Lâ ilâhe illallah demesine rağmen onu öldürdün öyle mi?" buyurdu. Adam da mazeret babından:

Resûlallah! Benden kurtulmak için böyle dedi, yoksa Müslüman olmuş değil" dedi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“«Adamın kalbini açıp baksaydın ya!» karşılığını verdi." Daha sonra adamı öldüren bu kişi öldü ve defnedildi, ancak yer onu geri dışarıya attı. Durum Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince yeniden gömülmesini emretti. Bir daha gömüldü, ancak yer bir daha onu dışarıya attı. Bu şekilde üç defa gömülüp yer onu dışarıya atınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yer onu içine almayı kabul etmiyor! Onu mağaralardan birine koyun" buyurdu.

Ma'mer der ki: Bazıları bunu rivâyet ederken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yer bundan daha kötü olanlarını barındırıyor, ancak Yüce Allah bunun size ibret olmasını murad etti" buyurduğunu zikrederler.

İbn Cerîr, Ebu'd-Duhâ vasıtasıyla Mesrûk'tan bildirir: Müslümanlardan bir grup yanında koyun sürüsü olan bir müşrikle karşılaştılar. Müşrik onlara:

“es- Selâmü aleyküm! Ben müminim" dedi; ancak Müslümanlar onun kurtulmak için böyle dediğini düşündüler ve adamı öldürüp koyunlarını aldılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin...'" âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Mikdâd b. el-Esved, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği bir müfreze içinde çıktı. Yanında koyunları bulunan bir adamla karşılaştıklarında adam:

“Ben müslümanım" dedi. Ancak Mikdâd onu öldürdü. Geri döndüklerinde bu olayı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin..." âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Bu âyet Ebu'd-Derdâ'nın öldürdüğü bir adam hakkında nazil oldu" demiş ve Usâme b. Zeyd'den rivâyet edilen kıssanın benzerini zikretmiştir. Kıssayı zikrettikten sonra da:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" âyeti nazil oldu, demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Selam veren söz konusu kişi bir grup müslümanla karşılaşan ve koyunları bulunan bir adamdır. Müslümanlar, adamın:

“es-Selâmü aleyküm! Ben müslümanım" demesini kabul etmemişler ve onu öldürüp yanındaki mallarını almışlardır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yüce Allah, Müslümanlara ölü etini yemeyi yasaklaması gibi "Lâ ilâhe illallah" diyen kişiye:

“Sen mümin değilsin!" demelerini de yasaklamıştır. Bunu diyen kişinin malı ve canı konusunda güvende olacağını ifade etmiş, kişinin imanına yönelik bu sözünün reddedilmemesi gerektiğini bildirmiştir.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Recâ ile Hasan (-ı Basrî) bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuşlardır.

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid ve Ebû Abdirrahman es-Sülemî, bu âyeti: (.....) lafzıyla okurlardı.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Onun için iyice araştırın..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu çobanın kavmine karşı imanını gizlemesi gibi siz de müşriklere karşı önceden imanınızı gizli tutuyordunuz. Yüce Allah lütfedip İslam'ı muzaffer kılınca da imanınızı açığa vurdunuz. Onun için Yüce Allah'ın bu konudaki uyarısını iki defa araştırıp dikkate alın."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu..." âyetini açıklarken:

“Daha önce siz de kafir idiniz, ancak Yüce Allah size lütufta bulunup doğru yola iletti" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk:

“...Daha önce siz de öyle idiniz..." âyetini açıklarken:

“Siz de daha önce mümin değildiniz, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Numân b. Sâlim:

“Bu âyet Hüzeyl kabilesinden bir adam hakkında nazil oldu" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Usâme'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi bir müfreze olarak gönderdi. Hüzeyl kabilesine ait olan Hurakât denilen yere geldiğimizde bir adamı yakaladım. Adam:

“Lâ ilâhe ilallah!" dedi, ancak adamı vurarak öldürdüm. Daha sonra bu yaptığımdan dolayı içime bir sıkıntı girdi. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığımda:

“Lâ ilâhe ilallah demesine rağmen onu öldürdün mü?" buyurdu. " Resûlallah! Silah korkusuyla bunu söyledi" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Samimi olup olmadığını anlamak için kalbini yarıp baksaydın yal" karşılığını verdi. Bu sözü bana o kadar tekrar etti ki o günü henüz yeni Müslüman olmayı temenni ettim.

İbn Sa'd, Câfer b. Burkân'dan bildirir: Yemâme ahalisinden biri olan Hadramî bana şöyle anlattı: Bize ulaşana göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Usâme b. Zeyd komutasında bir müfreze gönderdi. Usâme bunu şöyle anlatır: Dönüşte olanları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlatmaya başladım. "Düşmanlar kaçmaya başladı. Ben bir adama yetiştim ve mızrağımı ona doğru tuttum. Adam:

“Lâ ilâhe ilallah!" dedi. Ancak ben mızrakla vurup onu öldürdüm" dedeğimde, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün rengi değişti. "Yazık sana ey Usâme! Lâ ilâhe ilallah sözüne karşı bu tavrın nedir?" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu o kadar çok tekrar ett ki yapmış olduğum tüm amellerden sıyrılıp henüz o gün Müslüman olmuş olmayı diledim. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bu duyduklarımdan sonra vallahi artık bundan sonra "Lâ ilâhe ilallah" diyen biriyle asla savaşmam.

İbn Sa'd, İbrâhim et-Teymî'den, o da babasından naklen bildirir: Usâme b. Zeyd:

“Lâ ilâhe ilallah, diyen biriyle asla savaşmam" deyince, Sa'd b. Mâlik:

“Vallahi ben de "Lâ ilâhe ilallah, diyen biriyle asla savaşmam" dedi. Bunun üzerine adamın biri her ikisine de:

“Yüce Allah:

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın..."' buyurmuyor mu?" deyince:

“Biz fitne kalmasın diye savaştık ve din tamamen Allah'ın oldu" karşılığını verdiler.

İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Nesâî, Ukbe b. Mâlik el-Leysî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği bir müfreze bir topluluğa saldırdı. Adamın biri bu topluluktan ayrılınca Müslüman askerlerden biri kılıcını çekip peşinden gitti. Adam:

“Ben müslümanım" dedi, ancak asker onun ne dediğine bakmadan vurup öldürdü. Bu olay Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince bunu yapan adama ağır sözler söyledi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri de adamı öldüren müslümana ulaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ara hutbe verirken bu adam kalktı ve:

“Vallahi öldürdüğüm o adamın Müslüman olduğunu söylemesi ölüm korkusundan başka bir şey değil!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamdan ve o tarafta bulunanlardan yüz çevirdi ve hutbesine devam etti. Adam bir daha kalkıp:

Resûlallah! O adam ölüm korkusuyla Müslüman olduğunu söyledi!" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine adamdan ve o tarafta bulunanlardan yüz çevirdi ve hutbesine devam etti. Ancak adam dayanamadı ve bir daha:

Resûlallah! Vallahi adam ölüm korkusundan dolayı Müslüman olduğunu söyledi!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adama doğru döndü. Üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Adama üç defa:

“Yüce Allah mümin birini öldürmeme karşı çıktıl" buyurdu.

Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Beyhakî, el- Esmâu ve's-Sifât'da Mikdâd b. el-Esved'den bildirir:

Resûlallah! Müşriklerden bir adam ile savaşa girişsek, adam benim elimi kesse ancak ona üstün geldiğim bir anda "Lâ ilâhe ilallah" dese, onu öldüreyim mi bırakayım mı?" dediğimde, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Onu bırak" buyurdu. Ona:

“Ama elimi kesiyor?" dediğimde:

“Şayet Lâ ilâhe ilallah dedikten sonra onu öldürecek olursan adam onu ödürmeden önceki halin gibi (Müslüman), sen ise adam bu sözü söylemeden önceki hali gibi (kafir) olursun" buyurdu.

Taberânî, Cündeb el-Becelî'den bildirir: Gönderdiği müfrezeden zafer ve fetih müjdesini getiren adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiği zaman ben de onun yanındaydım. Adam:

Resûlallah! Yüce Allah'ın da yardımıyla hezimete uğrattığımız topluluğun peşindeyken adamın birine kılıcımla yetiştim. Adam kaçarken kılıcın ona yetiştiğini anlayınca: «Ben müslümanım! Ben müslümanım!» demeye başladı" deyince, Allah Resûlü:

“Peki, onu öldürdün mü?" diye sordu. Adam:

Resûlallah! Bunu benden kurtulmak için söyledi!" deyince, Allah Resûlü:

“Samimi olup olmadığını görmek için kalbini yarıp baksaydın yal" karşılığını verdi. Adam:

“Kalbini yarıp baksaydım ne görecektim ki? Kalbi kan ve etten başka bir şey mi ki?" diye sorunca, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ne kalbindekini biliyorsun, ne de söylediğine inanıyorsun" karşılığını verdi. Adam:

Resûlallah! Bana bağışlanma dile" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana bağışlanma dilemem" karşılığını verdi. Bu adam ölünce kendisini defnettiler, ancak sabah olunca toprağın üstüne çıktığını gördüler. Bir daha gömdüler ama sabah yine onu toprağın üzerinde buldular. Bu şekilde üç defa gömdüler, ve her defasında sabah vakti adamın toprağın üzerine çıktığını gördüler. Üçüncüsünden sonra adamın başına gelenlerden dolayı çok utandılar ve adamı alıp vadilerden birine attılar.

Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Cez' b. el-Hidricân'dan bildirir: Kardeşim Kudâd b. el-Hidricân b. Mâlik hem kendi, hem de ailesi adına Müslüman olduğunu bildirmek üzere Yemen'den elçi olarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Yolda gelirken müfreze olarak çıkan Müslümanlarla karşılaştı. Kudâd onlara:

“Ben müminim" dedi, ancak kabul etmediler ve gece karanlığında onu öldürdüler. Olayı öğrendiğimizde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve olanları anlattım. Kardeşimi öldürenlerin de cezalandırılmasını istedim. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, «Sen mümin değilsin» demeyin..." âyeti nazil oldu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana kardeşimin diyetini verdi.

95

Bkz. Ayet:96

96

"Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Allah hepsine de güzellik vaad etmiştir, ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, Buhârî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, Bağavî, Mu'cem'de ve Beyhakî, Sünen'de Berâ b. Âzib'den bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar..." âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana filan kişiyi çağırın" buyurdu (Başka bir rivâyette Zeyd'in çağrılmasını emrettiği zikredilir). İstenilen kişi yanında divit, levha ve kürek kemiği ile geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“«Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz» yaz" dedi. Bunu yazdırırken İbn Ümmü Mektûm, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında duruyordu. " Resûlallah! Ama ben kör biriyim" deyince yazdırdığı âyetin yerine:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." âyeti nazil oldu.

İbn Sa'd, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî, İbn Şihâb'dan, o da Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den, o da Mervân b. el-Hakem'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyetini yazdırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bana yazdırırken İbn Ümmü Mektûm geldi ve:

Resûlallah! Şâyet cihada katılma imkanım olsaydı katılırdım" dedi. İbn Ümmü Mektûm gözleri görmeyen biriydi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) de dizi benim dizimin üzerindeydi. Dizi o kadar ağırlaştı ki dizimin ezileceğinden korktum. Sonrasında üzerine çöken o ağırlık kalktı ve Yüce Allah âyetin:

“özürsüz olarak"' kısmını indirdi.

Tirmizî der ki:

“Hasen sahih bir hadistir. Ancak hadiste sahabeden olan Sehl b. Sa'd'ın tabiînden olan Mervân b. el-Hakem'den rivâyeti söz konusudur. Mervân da Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) hadis işitmiş değildir."

Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, Ahmed, Ebû Dâvud, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, Taberânî ve Hâkim, Hârice b. Zeyd b. Sâbit vasıtasıyla Zeyd b. Sâbit'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında otururken üzerine bir sükûnet indi. Bu esnada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizi benim dizimin üzerine düştü ki Allah Resûlü'nün dizinden daha ağır bir şey görmüş değilim. Sonrasında o hal üzerinden kalktı ve bana:

“Yaz!" buyurdu. Bir kürek kemiğine:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." âyetini sonuna kadar yazdım. Âmâ biri olan İbn Ümmü Mektûm cihad edenlerin bu üstünlüğünü işitince:

Resûlallah! Müminlerden cihada gücü yetmeyenlerin durumu nedir?" diye sordu. İbn Ümmü Mektûm sözünü bitirince aynı sükûnet Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine çöktü. Dizi yine benim dizimin üzerine düştü. İlk seferinde olduğu gibi aynı ağırlığı hissettim. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinden o hal gidince bana:

“Ey Zeyd! Yazdırdığımı oku!" buyurdu. Âyetin:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir kısmını okuduğumda» bana:

“«Özürsüz olarak» ilavesini yaz" dedi ve âyeti bu şekilde yeniden yazdırdı. Âyetin "Özürsüz olarak" olan kısmı başlı başına nazil oldu ve onu ben yazıp ekledim. Nefsim elinde olana yemin olsun ki kemikte bulunan çatlağın yanındaki bu ilaveyi hâlâ görür gibiyim.

İbn Fehd, Fedâilu Mâlik'te ve İbn Asâkir, Abdullah b. Râfi'den bildirir: Harun Reşid, Medine'ye geldiği zaman Bermekî'yi İmam Mâlik'e gönderdi ve:

“Tasnif ettiği eseri bana getir de senden dinleyeyim" dedi. Ancak İmam Mâlik, Bermekî'ye:

“Ona selamımı ilet ve:

“İlim ziyaret edilir, kendisi ziyarete gelmez, ilmin yanına gidilir. İlim başka birinin ayağına gitmez" de" karşılığını verdi. Bunun üzerine Bermekî, Harun Reşid'in yanına döndü ve:

“Ey müminlerin emiri! Şimdi Irak ahalisi Mâlik'i çağırdığını, ancak yanına gelmediğini öğrenecek. Onun için baskı yap da yanına gelsin" dedi. O esnada İmam Mâlik içeriye girdi, ancak yanında telif ettiği eseri yoktu. Selam vermek için gelmişti. Girdiğinde:

“Ey müminlerin emiri! Yüce Allah ilmin dolayısıyla seni bu konuma getirdi. Onun için ilmi ilk küçük gören sen olma ki Allah da seni küçük düşürmesin. Ailenden olmayan ancak bu ilme değer verip gerekli saygıyı gösteren birçok kişi gördüm. Oysa amcan oğlunun ilmine herkesten daha fazla değer vermeye ve gereken önemi göstermeye layıksın" dedi. İmam Mâlik bu şekilde konuşmaya devam edince sonunda Harun ağlamaya başladı.

Sonrasında İmam Mâlik şöyle dedi: Zührî'nin, Hârice b. Zeyd vasıtasıyla bana bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde bir kürek kemiğine:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." âyetini yazıyordum. İbn Ümmü Mektûm de orada bulunuyordu. Bu âyeti duyunca:

Resûlallah! Yüce Allah cihadın fazileti konusunda işittiğimiz şeyleri indirdi. Ancak ben kör biriyim. Bu konuda bana ruhsat var mıdır?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bilmiyorum" karşılığını verdi. Benim de kalemim hâlâ ıslaktı, kurumamıştı. O esnada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Vahiy inmeye başladı. Dizi de dizimin üzerine düştü ki vahyin ağırlığından dizimin ezileceğini sandım. Sonra o hali üzerinden gidince bana:

“Özürsüz olarak" ilavesini yaz" buyurdu." Şimdi ey müminlerin emiri! Bir cümle için Cebrâil ile melekler elli bin yıllık bir yoldan Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelirken ben böylesi bir ilme değer vermeyip gereken saygıyı göstermeyeyim mi?

Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Miksam vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..."âyeti, Bedir savaşından geri duranlarla savaşa katılanlar hakkında nazil olmuştur. Bedir savaşı için emir gelince Abdullah b. Cahş ile İbn Ümmü Mektûm:

Resûlallah! Bizler körüz. Savaşa katılmamaya ruhsatımız var mı?" diye sordular. Bunun üzerine:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..."âyeti nazil oldu ve Yüce Allah mücahitleri, savaşa katılmayanlara bir derece üstün kıldı. "...Mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır" buyurarak da, mücahitlerin, özrü olmadan savaşa katılmayan müminlerden kat kat derecelerle üstün kıldığını belirmiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Miksam vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Bedir savaşına katılmayıp geride kalanlar ile bu savaşa katılanlar bir değildir" demiştir.

İbn Cerîr ve Taberânî, M. el-Kebîr'de  ravileri güvenilir olan bir senedle Zeyd b. Erkam'dan bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyeti nazil olduğu zaman İbn Ümmü Mektûm geldi ve:

Resûlallah! Benim için savaşa katılmama ruhsatı var mıdır?" dedi. Allah Resûlü:

“Hayır, yok" karşılığını verdi. İbn Ümmü Mektûm:

“Allahım! Ben kör biriyim! Bu yönde bana ruhsat ver" diye dua edince, Yüce Allah:

“Özürsüz olarak"' âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun âyete eklenip yazılmasını emretti.

Abd b. Humeyd, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn Hibbân ve Taberânî, Feletân b. Âsım'dan bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındayken kendisine vahiy inmeye başladı. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendisine vahiy geldiği zaman gözleri açık ve sabit kalır, kalbi ile kulaklarını vahiyde yoğunlaştırırdı. Bu halini gördüğümüzde de kendisine vahiy indiğini anlardık. Vahyin inişi bittikten sonra katibine:

“«Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz» yaz" dedi. Bunun üzerine kör olan kişi kalkıp:

Resûlallah! Peki, bizim suçumuz ne?" dedi. Bu sorunun ardından Allah Resûlü'ne tekrar vahiy inmeye başladı. Biz kör olan adama:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy iniyor" dediğimizde, adam aleyhinde bir şeyler inmesinden korkup:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkesinden Allah'a sığınırım!" demeye başladı. Vahyin inişi bittikten sonra katibine:

“«Özürsüzolarak» ilavesini yaz" buyurdu.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyeti nazil olduğu zaman Abdullah b. Ümmü Mektûm bunu işitti. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Cihad konusunda Yüce Allah malum şeyleri indirdi. Ancak ben kör biriyim ve cihad edemem. Savaş esnasında geride kalmam konusunda Yüce Allah bana ruhsat verir mi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Senin dediğin konuda bana herhangi bir emir verilmedi. Sana ve senin gibi olanlara bu konuda ruhsat var mı bilmiyorum" karşılığını verdi. İbn Ümmü Mektûm da:

“Allahım! Gözlerim konusunda sana yalvarıyorum" diye dua edince Yüce Allah bu âyeti:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." şeklinde indirdi.

Abd b. Humeyd, Taberânî ve Beyhakî'nin Ebû Nadra vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet çeşitli hastalık ve rahatsızlıklardan dolayı cihada katılamayan bir topluluk hakkında nazil oldu. Yüce Allah vahiyle onları bu konuda mazur gördüğünü bildirdi."

Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd, Enes b. Mâlik'ten bildirir:

“Özürsüz olarak"' âyeti İbn Ümmü Mektûm hakkında nazil oldu. İbn Ümmü Mektûm'u bazı savaşlarda elinde sancakla gördüm.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Abdullah b. Şeddâd'dan bildirir: Cihad konusunda:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." âyeti nazil olunca, İbn Ümmü Mektûm kalkıp:

Resûlallah! Gördüğün gibi ben kör biriyim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah âyetin:

“Özürsüz olarak'" kısmını indirdi.

Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre bu âyet nazil olduğu zaman Abdullah b. Ümınü Mektûm:

Resûlallah! Benim körlüğüm ne olacak?" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah âyetin:

“Özürsüz olarak" kısmını indirdi.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyeti nazil olduğu zaman kör biri kalkıp:

Resûlallah! Ben cihad etmeyi seviyorum ancak bu halimle cihada katılamam" dedi. Bunun üzerine âyetin:

“Özürsüz olarak" kısmı nazil oldu.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Bu âyet nazil olduğu zaman İbn Ümmü Mektûm:

Resûlallah! Ben kör biriyim ve cihada katılamam" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah âyetin:

“Özürsüz olarak" kısmını indirdi.

İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Ziyâd b. Feyyâd vasıtasıyla Ebû Abdirrahman'dan bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyeti nazil olduğu zaman Amr b. Ümmü Mektûm:

“Rabbim! Beni böylesi bir şeyle mübtela kıldın!" dedi. Bunun üzerine âyetin:

“Özürsüz olarak" kısmı nazil oldu.

İbn Sa'd ve İbnu'l-Münzir, Sâbit vasıtasıyla Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan bildirir:

“Müminlerden yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz" âyeti nazil olduğu zaman İbn Ümmü Mektûm:

“Rabbim! Benim bu özrüm ne olacak?" dedi. Bunun üzerine âyetin:

“Özürsüz olarak" kısmı nazil oldu ve daha önce nazil olan âyetin içine yerleştirildi. Bundan dolayıdır ki İbn Ümmü Mektûm savaşlarda:

“Sancağı bana verip iki saf arasında koyun. Zira asla kaçmam" derdi.

İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: İbn Ümmü Mektûm hakkında dört âyet nazil oldu. Bunlardan biri:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..."âyetidir. Diğeri:

“Savaşa katılmayan köre vebal yoktur..." âyetidir. Diğeri:

“...Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur" âyetidir. Diğeri de:

“Yanına kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi" âyetidir. Bundan dolayıdır ki Abese Sûresi'ndeki bu âyetler nazil olunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu yanına çağırıp yakınında tuttu ve:

“Rabbimin kendisi için bana sitem ettiği kişisin" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyetleri açıklarken şöyle demiştir:

“Düşmanla cihad eden kişi ile savaştan geride kalan kişinin derecesi ve değeri bir olmaz. Yüce Allah hem cihad edene, hem de özründen dolayı geride kalana güzellikler vaad etmiştir. Ancak mücahidleri özrü olmadan geride kalanlardan daha büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Yüce Allah yetmiş derece ile onları üstün kılarak bağışlaması ile merhametini göstermiştir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Özrü bulunanlar" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı..." âyetini açıklarken:

“Özrü olup da oturanlardan derece olarak üstün kıldı" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı..." âyetini açıklarken:

“Güzellikten kasıt Cennettir. Yüce Allah da her bir fazilet sahibine bunun karşılığını verir" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Allah, mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir..." âyetini açıklarken:

“Allah, mücahidleri özürsüz bir şekilde geride kalanlardan üstün kılmış, katından dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Denilirdi ki Müslüman olmak bir derecedir. Hicret islam'da bir derecedir. Cihat hicrette bir derecedir. Öldürme de cihatta bir derecedir."

İbn Cerîr, İbn Vehb'den bildirir: İbn Zeyd'e:

“...Allah, mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir...'" buyruğundaki dereceleri sordum. Şöyle karşılık vedi: Bu dereceler Tevbe Sûresi'nde, "Medinelilere ve çevrelerinde bulunan Bedevilere, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü Allah yolunda susuzluğa, yorgunluğa, açlığa uğramak, kafirleri kızdıracak bir yeri işgal etmek ve düşmana başarı kazanmak karşılığında, onların yararlı bir iş yaptıkları mutlaka yazılır. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez. Allah onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her masraf, geçtikleri her vâdi mutlaka onların lehine yazılır" âyetlerinde zikredilen yedi derecedir. İlk önce cihad derecesi genel bir şekilde yer alırdı ve kişi malı ile cihad ettiği zaman da cihadını yapmış sayılırdı. Ancak üstünlük ve dereceler ayrıntılı bir şekilde gelince cihada bizzat katılmayan kişi cihadın genel kapsamından çıkarıldı ve ancak malıyla cihad edebileceği bildirildi. Tevbe Sûresi'nde belirtilen susuzluğa uğrama veya yorgun düşmenin karşılığı cihada malıyla katılan değil bizzat katılan kişiler içindir. Küçük büyük yapılan masrafın karşılığı da savaşa katılmayıp malıyla cihad eden kişiler içindir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Muhayrîz:

“...Allah, mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir..." âyetini açıklarken:

“Bu dereceler yetmiş tanedir ve iki derece arasında dört nala koşturulan bir at, yetmiş sene boyunca yol alabilir" demiştir.

Abdurrezzâk, Musannef’te bildirdiğine göre Ebû Miclez:

“...Allah, mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir..." âyetini açıklarken:

“Bana anlatılana göre bu dereceler yetmiş tanedir ve iki derece arasında dört nala koşturulan bir at yetmiş sene boyunca yol alabilir" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir..."" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bize bildirilene göre Muâz b. Cebel bu konuda şöyle derdi:

“Yüce Allah yolunda öldürülen kişinin altı özelliği olur. Akan ilk kan damlası tüm günahlarına keffâret olur. Üzerine iman giysisi giydirilir. Azaptan kurtulur. Kıyamet günündeki büyük korkudam emin olur. Cennette ikamet eder. Cennet hurileriyle evlendirilir."

Buhârî ve Beyhakî'nin el-Esmâu ve's-Sifât'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cennette Yüce Allah'ın, yolunda cihad edenler için hazırladığı yüz derece vardır. Her iki derece arası yerle gök arası kadardır. Allah'tan bir şey dileyeceğiniz zaman ondan Firdevs'i dileyin. Zira Firdevs, Cennetin ortasında en yüksek yerdedir. Üzerinde de Rahman'ın Arş'ı vardır. Cennetin ırmakları da buradan çıkar."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennette Yüce Allah'ın, yolunda cihad edenler için hazırladığı yüz derece vardır. Her iki derece arası yerle gök arası kadardır" buyurmuştur.

Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve Hâkim, Ebû Saîd'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a ve Resul olarak Muhammed'e razı olan kişiye Cennet vacip olur" buyurdu. Bu sözü çok hoşuma gidince:

Resûlallah! Bunları bana tekrar eder misin?" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü bana tekrarladı ve:

“Başka bir şey daha var ki Yüce Allah bundan dolayı Cennette kulunun derecesini yüz derece yükseltir ki her iki derece arası yerle gök arası kadardır" buyurdu. "Bu nedir?" diye sorduğumda da:

“Allah yolunda cihattır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Bir oku düşmana isabet ettirene Cennette bir derece vardır" buyurdu. Adamın biri:

Resûlallah! Bu derece nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü:

“Bu derece annenin evindeki kapı eşiği gibi değildir! İki derece arasında yüz yıllık bir mesafe vardır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennette yüz derece vardır ki her iki derece arası yerle gök arası kadardır" buyurmuştur.

İbn Ebî Hâtim, Yezîd b. Ebî Mâlik'ten bildirir:

“Denilirdi ki Cennette yüz derece vardır ve her iki derece arası yerle gök arası kadardır. Bu derecelerde yakutlar ve güzel giysiler bulunur. Her bir derecenin emiri bulunur ki herkes onun fazileti ile önderliğini bilir."

97

Bkz. Ayet:99

98

Bkz. Ayet:99

99

"Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar. Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır."

Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Müslüman olmuş bazı kişiler hâlâ müşriklerle beraber yaşıyorlar ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı olan savaşlarda onların sayılarını çok gösteriyorlardı. Bazen Müslüman saflarından gelen bir ok bunlardan birini öldürüyor veya aldığı bir darbeyle ölebiliyordu. Bu konuda Yüce Allah:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!'" âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de İbn Abbâs'tan bildirir: Mekkelilerden bazıları Müslüman olmuş, ancak bunu Mekke ahalisinden gizlemişlerdi. Müşrikler de bunları Bedir savaşına çıkardı. Savaşta bazıları yaralandı bazıları da öldürüldü. Müslümanlar:

“Öldürülen arkadaşlarımız Müslümandı ve müşrikler tarafından zorla buraya getirilmişlerdi. Onun için onlara af dileyin" deyince:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!'" âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Mekke'de kalan Müslümanlara bu âyet yazılıp bildirildi ve bu konuda herhangi bir mazeretlerinin kalmadığı ifade edildi. Mekke'de kalan Müslümanlar bunun üzerine Mekke'den çıktılar. Ancak müşrikler onlara yetiştiler ve dinlerini değiştirme konusunda onları fitneye sürüklediler. Bunun üzerine onlar hakkında:

“insanlardan öyleleri vardır ki, «Allah'a inandık» derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah'ın azabı gibi tutar. Andolsun, Rabbinden bir yardım gelecek olsa mutlaka, «Biz de sizinle beraberdik» derler. Allah, herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?"âyeti nazil oldu.

Müslümanlar bu âyeti yazıp Mekke'de kalan Müslümanlara gönderdiler. Mekkeli Müslümanlar bundan dolayı çok üzüldüler ve bütün hayırlardan yana ümitsizliğe düştüler. Sonrasında:

“Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu. Müslümanlar, Mekke'de kalan Müslümanlara bu âyeti yazdılar ve:

“Yüce Allah sizlere bir çıkış yolu gösterdi. Onun için Mekke'den çıkın" diye haber gönderdiler. Mekkeli Müslümanlar Mekke'den çıktılar ancak müşrikler yine onlara yetişti. Birbirleriyle savaştıktan sonra kimisi öldü kimisi de kurtuldu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu âyet Kays b. Fâkih el-Muğîre, Hâris b. Zem'a b. el-Esved, Kays b. Velîd b. el-Muğîre, Ebu'l-Âs b. Münebbih b. el-Haccâc ve Ali b. Ümeyye b. Halef hakkında nazil oldu. Kureşliler ve onlara katılanlar, Ebû Süfyân b. Harb ile Kureyş kervanını Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabından korumak, bunun yanında Nahle vadisinde kendilerinden alınanları geri almak için yola çıktıklarında daha önceden Müslüman olmuş bazı gençleri de yanlarında zorla götürdüler. Bu şekilde iki ordu önceden herhangi bir kararlaştırma olmadan Bedir'de karşı karşıya geldi. Daha önceden müslüman olan ve adlarını saydığımız bu gençler Bedir'de İslam'dan döndüler ve kafir olarak savaşıp öldürüldüler."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. İshâk:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Kureyş gençlerinden olan beş kişidir. Biri Ali b. Ümeyye, diğeri Ebû Kays b. el- Fâkih, diğeri Zem'a b. el-Esved, diğeri Ebu'l-âs b. Münebbih'tir. Beşincisinin adını ise unuttum."

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret etmeyip geride kalanlardır. Bunlardan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmeden ölenlerin melekler yüzlerine ve arkalarına vurmuşlardır."

Taberânî, İbn Abbâs'tan bildirir: Mekkelilerden bir topluluk Müslüman olmuştu. Ancak Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince bunlar hicret etmeyi istememişler ve korkmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar bir grup münafıktır. Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Medine'ye hicret etmeyip Mekke'de kalmışlardı. Bedir savaşına da müşriklerle beraber çıkmışlardı. Bu savaşta içlerinden kimisi yaralandı, kimisi de öldürüldü. Yüce Allah da haklarında bu âyeti indirdi."

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildirir: Bedir savaşında Abbâs, Akîl ve Nevfel esir düşünce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abbâs'a:

“Hem kendin hem de kardeşinin oğlu için fidye ver" buyurdu. Abbâs:

Resûlallah! Biz sizinle aynı kıbleye namaz kılmadık mı? Senin getirdiğin şehadeti getirmedik mi?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Abbâs! Siz bize karşı hasım oldunuz, buna karşılık biz de size hasım olduk" buyurdu ve:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!'" âyetini okudu. Bu âyetin nazil oluşundan sonra hicret etmeyen kişiler hicret edinceye kadar kafir sayıldılar. Sadece hicret için gerekli mali gücü ve yolu bulamayan zayıf kimseler bunun dışında tutuldu.

İbn Abbâs der ki:

“Ben de bunlardan, zavallı çocuklardan biriydim."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Bana anlatılana göre bu âyet, Mekkelilerden Müslüman olduklarını söyleyen, ancak Bedir savaşına Allah düşmanı Ebû Cehl ile birlikte katılan ve orada öldürülen bazı kişiler hakkında nazil olmuştur. Bu konuda kendilerince bir mazeret göstermişler, ancak Yüce Allah onların bu mazeretlerini kabul etmemiştir. "Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan..."âyetinden kasıt da yine Mekkeli bazı kişilerdir ki Yüce Allah da içinde bulundukları durumdan dolayı onları mazur görmüştür. İbn Abbâs da:

“Ben ve annem âyette bahsedilen çaresiz kalan ve hicrete yol bulamayanlardandık" derdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Bu âyet, Kureyş kafirleri içindeyken Bedir savaşında öldürülen zayıf ve güçsüz kişiler hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilip muzaffer kılınınca ve iman her tarafa yayılınca aynı şekilde münafıklık da ortaya çıkıp yayıldı. Bir ara bazı adamlar Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Vallahi kavmimizin bizi cezalandırmalarından ve türlü sıkıntılara maruz bırakacaklarından endişe etmeseydik biz de Müslüman oldurduk. Ancak Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyoruz" dediler. Bunu bizzat Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) diyorlardı. Bedir savaşı sırasında müşrikler:

“Bizimle savaşa katılmayıp geride kalanların evlerini yıkacak ve mallarına el koyacağız!" dediler. Daha önce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gizlice Müslüman olduklarını söyleyenler bu tehdidin ardından müşriklerle beraber Bedir savaşına çıktılar. Bunlardan bazıları öldürülürken bazıları da esir düştü. Yüce Allah'ın haklarında:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar"' buyurduğu kişiler de bunlardır. Zira kendilerini zavallı bırakan topluluğu bırakıp başka yerlere hicret etmeleri gerekirdi.

Sonrasında:

“Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" buyurarak gerçekten bu konuda samimi olanları, hicrete kalkışmaları halinde ölüme maruz kalacakları bu hükmün dışında bıraktı. Yine:

“Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır'" buyurarak bunların müşriklerin içinde kalmalarını affedeceğini bildirdi.

Bedir savaşında bunlardan esir düşenler:

Resûlallah! Sen de biliyorsun ki yanına gelip Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorduk. Ancak korkumuzdan dolayı müşriklerle buraya geldik" deyince, Yüce Allah cevaben:

“Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere söyle:

“Allah kalblerinizde bir iyilik bulursa, size sizden alınanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar, Allah bağışlayandır, merhamet edendir. Esirler sana hıyanet etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hıyanet etmişlerdi, Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkan verdi" buyurdu. Bu âyetlerde müşriklerle birlikte Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı savaşa çıkmaları konusunda kalplerinde iyiliğin bulunması halinde kendilerinden alınan fidyeden daha hayırlısının verileceği bildirildi. Ancak hıyaneti düşünüyorlarsa da zaten müşriklerle birlikte savaşa çıkmaları ile önceden bunu yaptıkları ama Yüce Allah onları yenik düşürdüğü dile getirildi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ben ile annem âyette bahsedilen zavallı kimselerdendik. Ben zavallı çocuklardan annem de zavallı kadınlardandı" demiştir.

Abd b. Humeyd, Buhârî, İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" âyetini okudu ve:

“Ben ile annem bu âyetle mazur görülenlerdendik" dedi.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her namaz sonrası:

“Allahım! Çaresiz kalan ve hicrete yol bulamayan Velîd, Seleme b. Hişâm, Ayyaş b. Ebî Rabîa ve zavallı Müslümanları müşriklerin elinden kurtar" diye dua ederdi.

Buhârî, Ebû Hureyre'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını kıldırırken rükûdan kalkıp:

“Semiallahu limen hamideh" dedikten sonra secdeye gitmeden:

“Allahım! Ayyaş b. Ebî Rabîa'yı kurtar. Allahım! Seleme b. Hişâm'ı kurtar. Allahım! Velîd b. el-Velîd'i kurtar. Allahım! Zayıf bırakılmış müminleri kurtar. Allahım! Mudar kabilesinin üzerine baskını ağırlaştır. Yusuf zamanındaki gibi onlara kıtlık ver" diye dua etti.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan..." âyetini açıklarken:

“Bunlar yaşlılar, düşkün ihtiyarlar, küçük kız ve erkek çocuklarıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. Yahya b. Hibbân'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk gün boyunca sabah namazlarında rükûdan sonra kunut yaptı. Kunutta da:

“Allahım! Velîd b. el-Velîd'i, Ayyâş b. Ebî Rabîa'yı, Âs b. Hişâm'ı ve hicret etmeye güçleri yetmeyen, hicret için yol bulamayan Mekke'deki zavallı müminleri kurtar" duasını etti.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir:

“Bunlar, Mekke'de bulunan bazı Müslümanlardı. Müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı bir savaşa katılmışlar ve öldürülmüşlerdi. Yüce Allah da bu konuda bazılarını mazur görmüş, mazur görmediklerini de helak etmiştir. Annemle birlikte ben de bu konuda mazereti bulunanlardan biriydim."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) âyetini:

"Hiçbir çareye gücü yetmeyen" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan..." âyetini açıklarken:

“Medine'ye hicret etmeye gücü, imkanı olmayan ve yol bulamayan, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“ âyetini:

“Medine'ye hicret için yol bulamayan" şeklinde açıklamıştır.

100

"Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde gidilecek çok yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse» onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde gidilecek çok yer ve genişlik bulur..." âyetini açıklarken:

“Âyette geçen Murâğem'den kasıt, bölgeden bölgeye geçip dolaşmaktır. Genişlikten kasıt ise rızıktır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Kişinin hoşlanmadığı bir şeyden uzaklaşması" şeklinde açıklamıştır.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Huzeyl lehçesinde genişlik anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Şâirin:

"Cehre topraklarım bırakıp gidiyorum

Yolculuk ve yer değiştirmede genişlik umuyorum " dediğini işitmedin mi?"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Murâğem, hicret edilecek yer anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini:

“Rızık aranacak yer" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sahr: (.....) ifadesini:

“Genişlik" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde gidilecek çok yer ve genişlik bulur..." âyetini açıklarken:

“Sapıklıktan çıkıp hidâyete erişecek yerlere gider ve fakirlikten kurtulup zenginliğe ulaşır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ: (.....) ifadesini açıklarken:

“Bolluk, rahatlık" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbnu'l-Kâsım'a: (.....) ifadesinin anlamı sorulunca:

“Birçok yer ve bölge anlamındadır" demiştir.

Ebû Ya'lâ, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de ravileri güvenilir olan bir senedle İbn Abbâs'tan bildirir: Damra b. Cündüb hicret etmek üzere evinden çıkmak isteyince ailesine:

“Beni müşriklerin bölgesinden Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına götürün" dedi. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına varmadan önce yolda öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim başka bir kanallla İbn Abbâs'tan bildirir: Mekke'de Bekr oğullarından Damra adında bir adam vardı ve hastaydı. Bir gün ailesine:

“Beni Mekke'den çıkarın; zira burası bana çok sıcak geliyor" dedi. Ailesi:

“Seni nereye çıkaralım?" diye sorunca eliyle Medine yoluna doğru işaret etti. Sonrasında onu Medine'ye doru yola çıkardılar. Ancak Mekke'den iki mil ötede öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder"' âyeti nazil oldu.

Ebû Hâtim es-Sicistânî, el-Muammerîn'de Âmir eş-Şa'bî'den bildirir: İbn Abbâs'a:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyetini sorduğumda:

“Eksem b. Sayfî hakkında nazil oldu" dedi. "Leys oğullarından olan kişi hakkında nazil olmadı mı?" diye sorduğumda:

“Hayır, Eksem, ondan çok zaman önceydi. Bu âyet özel inen, ancak genele hitap eden bir âyettir" dedi.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî, Sünen'de Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Mekke'de Damra b. el-îs b. Zinbâ' (veya îs b. Damra b. Zinbâ') adında Huzaalı bir adam vardı. Hicret emri geldiğinde kendisi hastaydı. Ailesine kendisine bir sedir hazırlamalarını söyledi. Hazırlanan sedirin üzerinde de yatarak onu Medine'ye doğru yola çıkardılar. Ten'îm bölgesine geldiğinde de öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.

İbn Ebî Hâtim başka bir vecihle Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Ebû Damra b. îs ez-Zurakî gözlerini kaybetmişti ve Mekke'de bulunuyordu. "Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" âyeti nazil olduğu zaman:

“Ben zengin biriyim ve hicrete gücüm imkanım var" dedi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret için hazırlığını yapıp yola çıktı, ancak Ten'îm bölgesinde vefat etti. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder'" âyeti nazil oldu.'

İbn Cerîr başka bir vecihle Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz..." âyeti nazil olduğu zaman mazeretleri olan bazı Müslümanların Mekke'de kalmalarına ruhsat verildi. Ancak savaşa çıkan mücahitlerin geride kalanlara olan üstünlüklerini ifade eden âyet nazil olunca bunlar:

“Yüce Allah mücahitlerin geride kalanlara olan üstünlüklerini açıkladı, ancak özür sahiplerine de ruhsat verip mazur gördü" dediler. "Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyeti nazil olduğunda:

“Bu, Cehennemi gerektiren bir şeydir" dediler. "Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar" âyeti nazil olduğu zaman ise Leys oğullarından biri olan ve gözleri görmeyen Damra b. el-îs:

“Benim hicrete gücüm ve malım var! Beni buradan götürün" dedi. Hasta bir şekilde Mekke'den ayrıldı, ancak Ten'îm'e vardığında öldü. Ten'îm mescidinin yanında da defnedildi. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Katâde'den bildirir: Hicret konusunda bu âyetler nazil olduğu zaman Mekke'de bulunan müminlerden bîri olan Damra (veya: Sebra) adında biri:

“Vallahi bendeki mal beni Medine'den daha da ileriye götürür. Ama ben Medine'ye gideceğim" dedi. Ailesine kendisini Mekke'den çıkarmalarını istedi. Hasta olduğu halde kendisini çıkardılar, ancak Harem bölgesinin dışına çıkamadan Yüce Allah ruhunu teslim aldı ve öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder'" âyeti nazil oldu.'

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr başka bir vecihle Katâde'den bildirir:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!"' âyeti nazil olduğu zaman hasta olan Müslümanlardan biri:

“Vallahi benim bu konuda herhangi bir mazeretim yok. Zira yolları çok iyi bilirim ve malım da var. Onun için beni alıp buradan çıkarın" dedi. Ailesi onu Mekke'den taşıyarak çıkardılar. Ancak yoldayken vefat etti. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnadırlar"" âyetleri nazil olduğu zaman Damra oğullarından hasta olan biri:

“Beni bu rahatlıktan çıkarın" dedi. Ailesi de onu Mekke'den taşıyarak çıkardı. Ancak Hashâs'a varınca vefat etti. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu.'

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İlbâ b. Ahıner:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyetini açıklarken:

“Huzaa'dan bir adam hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Damra b. Cündüb ed-Damrî, "Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de:

“Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyetini işittiği zaman hasta olduğu halde ailesine:

“Bana bineğimi hazırlayın! Zira Mekke beni çok sıkıyor. Belki çıkar biraz rahatlarım" dedi. Hazırlanan bineğe de binip Medine'ye doğru yola çıktı. Ancak yolda iken öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyeti nazil oldu. Zira Damra, Medine'ye doğru yola çıkarken:

“Allahım! Sana ve Resûlü'ne hicret ediyorum" demişti.

Süneyd ve İbn Cerîr, İkrime'den bildirir:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyeti nazil olduğu zaman Cündüb b. Damra el-Huzâî:

“Allahım! Bu konuda geçerli özrü bildirip hüccetini ortaya koydun. Benim de burada kalmaya ne bir mazeretim, ne de hüccetim var" dedi. Çok yaşlı biri olmasına rağmen Mekke'den çıkıp Medine'ye doğru yola koyuldu. Ancak yolda iken öldü. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı:

“Hicret etmeden öldü. Onun için bizden biri olarak ölüp ölmediğini bilmiyoruz" deyince de:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyeti nazil oldu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Bedir savaşında müşriklerle beraberken öldürülen Müslümanlar hakkında nazil olan:

“Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: «Ne yaptınız bakalım?» deyince, «Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik» diyecekler, melekler de: «Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» cevabını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyetini Mekke'de oturan, ancak Müslüman olan Leys oğullarından bir adam işitince ailesine:

“Bu geceyi de Mekke'de geçirmeyeceğini!" dedi. Oysa Yüce Allah'ın âyetle özürlü saydığı kişilerdendi ve çok yaşlı birisiydi. Ailesi onu alıp Mekke'den çıkardı. Medine yolunda Ten'îm denilen yere ulaştığında da vefat etti. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyeti nazil oldu.'

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime bu âyeti açıklarken:

“Cünda' oğullarından biri olan Leys oğullarından biri hakkında nazil oldu" demiştir.

İbn Sa'd ve İbnu'l-Münzir, Yezîd b. Abdillah b. Kusayt'tan bildirir: Cünda' b. Damra el-Cündaî Mekke'de iken hastalandı. Çocuklarına:

“Beni Mekke'den çıkarın! Zira tasası beni öldürecek!" dedi. Çocukları:

“Nereye?" diye sorunca, Cünda' hicret etmek istediğini belirtir gibi eliyle Medine'ye doğru işaret etti. Çocukları onu alıp Mekke'den çıkardı. Medine yolunda Ğifâr oğullarının göletine ulaştıkları sırada da vefat etti. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr, İbn Zeyd'den bildirir: Kinâne oğullarından bir adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmek üzere yola koyuldu. Ancak henüz yolda iken öldü. Yolda iken ölümü dolayısıyla bazıları ardından alay edip:

“Ne istediği yere gidebildi, ne de ailesinin yanında kaldı da defin işlerini yapabilsinler" demeye başladılar. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer...'" âyeti nazil oldu."

Abd b. Humeyd, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Bir adam Müslüman olduktan sonra Mekke'den çıkıp Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına hicret etmek istedi, ancak yaramadan yolda iken öldü. Ardından:

“Bu adam herhangi bir şey elde edemedi" denilince, Yüce Allah:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer..." âyetini indirdi.

İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym, el-Ma'rife'de Hişâm b. Urve'den, o da babasından naklen bildirdiğine göre Zübeyr b. el-Avvâm şöyle demiştir: Hâlid b. Hişâm, Habeşistan'a hicret etti. Ancak oraya varmadan yolda bir yılan tarafından ısırıldı ve öldü. Bunun üzerine:

“...Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder" âyeti nazil oldu. Ben de Habeşistan'da onun gelmesini bekliyordum. Ölüm haberini aldığıma üzüldüğüm kadar hiçbir şeye üzülmedim. Zira Kureyşlilerden Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu yanında mutlaka ailesinden veya akrabalarından birilerini de getirmişti. Oysa benim Esed b. Abdiluzza oğullarından ondan başka kimsem yoktu ve ondan başkasının gelmesini de beklemiyordum.

İbn Sa'd, Ahmed ve Hâkim, Abdullah b. Atîk'ten bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Yücc Allah yolunda cihad etmek üzere evinden çıkan kişi -ki nerededir Allah yolunda cihad edenler?- bineğinden düşüp ölürse Yüce Allah onun ecrini verir. Veya kendisini bir hayvan sokup ölürse Yüce Allah onun ecrini verir. Veya Allah yolunda cihad ederken yatağında ölürse Yine Allah onun ecrini verir. Vurulup yerinde yığılıp ölen kişiye de Cennet vacip olur." Vallahi "Hatme enf" ifadesinin yatak anlamına geldiğini Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Araplardan hiç kimseden işitmiş değilim,

Ebû Ya'lâ ve Beyhakî'nin Şuab'da Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Hac için çıkıp da ölen kişiye kıyamet gününe kadar hac sevabı yazılır. Umre için çıkıp da ölen kişiye kıyamet gününe kadar umre sevabı yazılır. Allah yolunda savaş için çıkıp da ölen kişiye kıyamet gününe kadar Allah yolunda savaşan gazi sevabı yazılır. "

101

"Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Adenî, Dârimî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Cârud, İbn Huzeyme, Tahâvî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve İbn Hibbân, Ya'lâ b. Ümeyye'den bildirir: Ömer b. el-Hattâb'a:

“Yüce Allah:

“Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." buyuruyor. Peki, şimdi müslümanlar güven içindeyken durum nasıl olacak?" dediğimde şu karşılığı verdi:

“Senin şaşırdığın gibi ben de buna şaşırmış ve bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuştum. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

“Yüce Allah bunu size bir sadaka (iyilik) olarak vermiştir. Siz de bu sadakayı kabul edin!" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Ebû Hanzala'dan bildirir: İbn Ömer'e yolculuk namazını sorduğumda:

“İki rekat olarak kılınır" dedi. Ona:

“Ama Yüce Allah:

“...Kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız..."buyuruyor. Oysa biz güven içindeyiz" dediğimde:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti böyledir" karşılığını verdi.

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Ümeyye b. Abdillah b. Hâlid b. Esîd, İbn Ömer'e:

“Yolculukta namazlarını kısaltma konusunda ne dersin? Biz böyle bir namazın Kur'ân'da zikredildiğini göremiyoruz. Zikredilen de korku namazıdır" deyince, İbn Ömer şu karşılığı verdi:

“Yeğenim! Yüce Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiğinde biz bir şey bilmiyorduk. Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığı şeyleri yaparız. Yolculukta namazların kısaltılması da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) uyguladığı bir Sünnettir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, Hârise b. Vehb el-Huzâi'den bildirir:

“Müslümanların en kalabalık ve güven içinde oldukları bir zamanda Minâ'da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında öğle ile ikindi namazlarını iki rekat olarak kıldım."

İbn Ebî Şeybe, Tirmizî ve Nesâî, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte herhangi bîr korku içinde değilken ve güvendeyken Mekke ile Medine arasında namazları iki rekat olarak kıldık."

İbn Cerîr, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Mekke'ye gittiğimde namazlarımı iki rekat olarak kılıyordum. Bu bölgeden bazı kuralarla (hafızlarla) karşılaştığımda bana:

“Namazları nasıl kılıyorsun?" diye sordular. "İki rekat olarak kılıyorum" karşılığını verdim. "Sünnete mi yoksa Kur'ân'a mı dayanarak böyle kılıyorsun?" diye sorduklarında:

“Hem sünnete, hem de Kur'ân'a göre böyle kılıyorum. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de yolculuklarda iki rekat olarak kıldı" karşılığını verdim. "Ama o zaman savaş ortamındaydı" dediklerinde ise şu karşılığı verdim:

“Yüce Allah:

“Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve (namazlarınızı) kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz...'" buyurmuştur. Yine:

“Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar... Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah'ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü'minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır" buyurmuştur.

İbn Cerîr, Hazret-iAli'den bildirir: Tüccarlardan bir topluluk Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Değişik yerlere yolculuklara çıkıyoruz. Namazlarımızı nasıl kılalım?" diye sorunca, Yüce Allah:

“Yolculuk ettiğinizde namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur...'" âyetini indirdi. Sonrasında vahiy bir süre kesildi. Bir yıl sonrasında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa çıktığında öğle namazına durdu. Müşrikler:

“Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabı arkadan saldırmamız için bize uygun bir fırsat verdiler" dediler. İçlerinden biri:

“Bu namazın ardından aynı şekilde bir namaz daha kılacaklar" deyince, Yüce Allah iki namaz arasında:

“...Kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar. Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kafirler, size ansızın bir baskın vermek için, silah ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kafirlere şüphesiz ağır bir azab hazırlamıştır'" âyetlerini indirdi. Korku namazı da bu şekilde inmiş oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbrâhîm(-i Nehaî)'den bildirir: Adamın biri:

Resûlallah! Tüccar bir adamım ve Bahreyn'e gidip geliyorum" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) namazlarını iki rekat kılmasını söyledi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) lafzıyla okur, (.....) ifadesini okumazdı. Osmân'ın kıraatinde ise âyet: (.....) lafzıyladır.

İbn Cerîr, Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Bekr es-Sıddîk'tan, o da babasından naklen bildirir: Hazret-i Âişe'nin yolculuklar konusunda:

“Namazlarınızı tam olarak kılın" dediğini işittim. Ona:

“Ama Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculuk sırasında namazlarını iki rekat olarak kılardı" denilince de şu karşılığı verdi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş ortamında bulunuyordu ve düşmandan yana korku taşıyordu. Peki, siz şu an öyle bir korku taşıyor musunuz?"

İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir: Atâ'ya:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından hangileri yolculuklarda namazları tam kılarlardı?" diye sorduğumda:

“Hazret-i Âişe ile Sa'd b. Ebî Vakkâs" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ümeyye b. Abdillah, Abdullah b. Ömer'e:

“Allah'ın Kitab'ında korku anında namazların kısaltılmasını görüyoruz, ancak yolculuklarda namazın kısaltılmasını göremiyoruz" deyince, İbn Ömer:

“Bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde amel ettiğini gördük, biz de aynı şekilde amel ettik" karşılığını verdi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Usfân'da, müşrikler ise Dacnân'da bulunduğu sırada nazil oldu. İki ordu karşılaştığında Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp ashâbına öğle namazını dört rekat olarak kıldırdı. Rükû, secde ve kıyamları da hepsini aynı anda yaptı. Ancak Müslümanların hepsi bu şekilde namaza durunca müşrikler eşyalarına ve yüklerine saldırmaya yeltendiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar..." âyetini indirdi. Bu âyetin nazil olmasından sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kıldırmak üzere ashabını iki saf yaptı. Sonra hepsi için iftitah tekbirini getirdi. İlk rekatın secdesine ise sadece ön safta olanlar katıldılar diğerleri ayakta kaldı. İlk rekatın secdesinden kalktıktan sonra hepsi için yine bir tekbir getirdi. İkinci rekatta hepsi rükuya gidip kalktıktan sonra öndeki saf arkaya geçti. Arkadaki saf ise öne geçti ve Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile secdeye gittiler. Arkadaki safta olanlar ise secdeye gitmedi. Bu şekilde ikindi namazını kısaltıp iki rekat olarak kıldırdı.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tâvus:

“...Kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Korku ve savaş anında, istenilen yöne, binek üzerinde veya yürüyerek kılınabilen namazdır. Ancak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında kıldığı, diğer Müslümanların da yolculuk esnasında kıldıkları iki rekatlık namaz âyette bahsedilen kısaltılmış namaz değil, yolculuk esnasındaki tam namazdır."

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Amr b. Dînâr:

“...Kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu, kafirlerden yana korku içinde olunduğu zamanlar için geçerlidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından daha sonra kılınan ve sünnet olan iki rekatlık namaz âyette bahsedilen kısaltılmış namaz değil, yolculuk esnasındaki tam namazdır."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Yolculuk anında namazlarını iki rekat olarak kılarsan namazı eda etmiş olursun. Namazın kısatılması ise ancak kafirlerden yana korku içinde olunduğu zaman caiz olur. Namazın kısaltılması da bir rekat olarak kılınmasıdır. Böylesi bir namazda imam öne geçer. Askerler de arkada iki grup halinde saf tutarlar. Bir grup imamın arkasında, diğer grup da düşmanın karşısına gelecek şekilde dururlar. İmam, arkasındaki gruba bir rekat namaz kıldırdıktan sonra namaz kılan grup gerisin geriye yürüyerek diğer grubun yerini alır. Gerisin geriye yürümek de işte bu şekildedir. Sonra düşmana karşı duran grup da gelip imamın arkasında bir rekat namazı kılar. İmam bu rekattan sonra oturup selam verirken, arkadaki grup kalkıp kendi başlarına kalan bir rekatı kılarlar. Sonra eski yerlerine geçerler ve diğer grup gelip kalan bir rekatı kılar. Bazıları ise bu konuda:

“Hayır, iki rekat tek bir rekat olarak kılınır. Her bir asker sadece bir rekat kılar" diyorlar. Bu durumda imamın kıldığı ikinci rekat da diğerlerinin adına da kılınmış olur. Yüce Allah'ın:

“...Tedbirinizi alın...'" âyetinden kasıt da budur.

Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetini anlamını sorunca, İbn Abbâs:

“Hevezân şivesiyle, size eziyet etmelerinden ve sıkıntıya sokmalarından korkarsanız, anlamındadır" dedi. Nâfi':

“Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Evet, bilirler. Şairin:

Allah'ın kullarından her biri Mekke vadisinde

İşkence, eziyet ve zulüm görmektedir" dediğini işitmedin mi?"

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Simâk el-Hanefî'den bildirir: İbn Ömer'e yolculuk namazını sorduğumda:

“Yolculuklarda namaz iki rekat olarak kılınır ve bu şekilde kısaltılmış olarak değil tam olarak kılınmış olur. Zira kısaltma korku anında olur" dedi. "Korku namazı nasıl olur?" diye sorduğumda da şöyle dedi:

“İmam önce bir gruba bir rekat kıldırır, sonra kılan grup kılmayan grubun, kılmayan grup da kılan grubun yerine geçer. İmam onlara da bir rekat kıldırır. Bu şekilde imam iki rekat kılarken her bir grup da birer rekat kılmış olurlar."

Mâlik, Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“İkamet halinde ve yolculukta namazlar ikişer rekat olarak farz kılındı. Sonradan yolculuk namazı aynı kalırken ikamet halinde kılınan namaz arttırıldı."

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd, Hazret-i Âişe'den bildirir:

“Namaz Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de iken ikişer rekat olarak farz kılındı. Medine'ye hicret ettiğinde ise yolculuk namazı iki rekat olarak kalırken ikamet halinde kılınan namazlar dört rekata çıkarıldı."

Ahmed ve Beyhakî, Sünen'de Hazret-i Âişe'den bildirir:

“Namazlar akşam namazı dışında ikişer rekat olarak farz kılındı. Akşam namazı ise üç rekat olarak farz kılındı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yolculuğa çıktığı zamanlarda ilk haliyle yani ikişer rekat olarak kılardı. İkamet halinde de her birine iki rekat daha ilave yapardı. Akşam namazını ise vitr olduğu için, sabah namazını da kıyamda kıraati uzun olduğu için her durumda olduğu gibi kılardı."

Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Mekke ahalisi! Namazları dört bürüd'den (fersahtan) daha az olan bir mesafede, Mekke ile Usfân arası uzaklıktan daha az olan bir mesafe içinde kısaltarak kılmayın" buyurmuştur.

Şâfiî ve Beyhakî, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildirir:

“Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Abbâs dört fersah ve üzeri uzaklıkta olan yolculuklarda namazları iki rekat olarak kılar, oruçları da tutmazlardı."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a:

“Arafat'a kadar olan yolculuklarda namazları kısaltarak mı kılıyorsun?" diye sorulunca:

“Hayır ama Usfân, Cidde ve Tâif'e kadar olan yolculuklarda kısaltarak kılıyorum" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Nehhâs, İbn Abbâs'tan bildirir:

“Yüce Allah namazları Peygamberinin (sallallahü aleyhi ve sellem) diliyle mukim olanlar için dört, yolcu olanlar için iki, korku anlarında ise bir rekat olarak farz kıldı."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Namazın kısaltılması hakkındadır. Namaz vakti düşmanla karşılaştığın zaman ister binekli, ister yaya ol, tekbir getirir, başını eğer ve imayla namazını kılarsın. Namazı kılsatma da budur."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Savaş anında kılınan namazdır. Binekli olan kişi öylesi bir durumda tekbir getirir ve hangi yönde ise oraya doğru namazını kılar."

102

Bkz. Ayet:103

103

"Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar,- secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kafirler, size ansızın bir baskın vermek için, silah ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah kafirlere şüphesiz ağır bir azab hazırlamıştır. Namazı kıldıktan sonra, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır."

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Ayyâş ez-Zurakî'den bildirir: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Usfân'da idik. Hâlid b. el-Velîd'in komutasında olan müşriklerle karşılaştık. Kıble ile aramızda duruyorlardı. Orada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler:

“Onlar bu şekilde namazda iken haklarından gelseydik!" dediler. Ancak daha sonra:

“Onlar için şimdi oğullarından ve kendi canlarından daha değerli olan bir namaz gelecek" dediler. Bunun üzerine öğle ile ikindi namazı arasında Cebrâil:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar...'" âyetiyle geldi.

İkindi namazı vakti gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) silahlarımızı almamızı söyledi ve bu şekilde arkasında iki saf olarak durduk. Rükû'a gittiğinde hep birlikte rükû'a gittik. Secdeye ise sadece hemen arkasında duran safla birlikte gitti. Diğerleri ise aytakta kalıp onları düşmana karşı korudu. İlk saftakiler secdelerini bitirip kalktıklarında diğer grup da secdeye gitti. Onlar da kalktıklarında arkadakiler öne, öndekiler de arkaya geçti. Bu şekilde hep birlikte ikinci rekatın rükû'na gittiler. Rükû'dan sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen arkasındaki saf secdeye giderken diğerleri kıyamda kalıp onları korudular. Öndeki saf secdeyi bitirip oturunca arkadakiler de secdeye gidip oturdular. Sonrasında Allah Resûlü selam verip namazı bitirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) biri Usfân'da, biri de Süleym oğulları topraklarında olmak üzere bu şekilde namazı iki defa kıldırdı.

Tirmizî ile İbn Cerîr, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Dacnân ile Usfân arasında bir yerde karargâhı kurdu. Müşrikler:

“Bunların ikindi namazı diye bir namazları var ki onlar için babalarından ve oğullarından daha kıymetlidir. Bu namaza durdukları zaman hazırlanıp hep birlikte üzerlerine saldırın!" dediler. Ancak Cebrâil, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek ashabını iki gruba ayırmasını, bir gruba namazı kıldırırken diğer grubun arkada silahlarını kuşanmış bir şekilde hazır beklemesini, ilk grub bir rekat kıldıktan sonra geriye geçip silahlarını kuşanmış bir şekilde tetikte beklemesini, kalan grubun da öne geçip bir rekat namazı kılmalarını söyledi. Bu şekilde her iki grup birer rekat namaz kılarken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki rekat kılmış oldu.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Yezîd el-Fakîr'den bildirir: Abdullah b. Ömer'e:

“Yolculukta namazı kısaltıp iki rekat olarak kılayım mı?" diye sorduğumda:

“Yolculukta namazları iki rekat kılman, tam olarak kılman demektir. Namazın kısaltılması savaş esnasında olur ve bir rekat olarak kılınır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir savaşta iken namaz için kamet getirildi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz için durdu. Müslümanlardan da bir grup arkasında dururken bir grup da düşmana karşı durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ardında duranlara iki secdelik bir rekat namaz kıldırdı. Sonra bunlar kalkıp düşmana karşı duranların yerine geçtiler. Onlar da gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ardından namaza durdular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlara da iki secdelik bir rekat kıldırdı. Son oturuşta Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlarla birlikte selam verip namazı bitirdi. İlk önce namaz kılan grup da selam verip namazlarını bitirdiler. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki rekat, Müslümanlardan her iki grup da birer rekat namaz kılmış oldu" dedi ve:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar..." âyetini okudu.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süleymân el-Yeşkurî, Câbir b. Abdillah'a namazın kısaltılması âyetinin nasıl bir günde nazil olduğunu sorunca, Câbir şu karşılığı verdi: Şam'dan gelen Kureyş kervanını karşılamak üzere çıkmıştık. Hurmalıklardan birinde konaklamışken müşriklerden biri gelip:

“Ey Muhammed!" diye seslendi. Allah Resûlü:

“Evet, söyle" karşılığını verdi. Adam:

“Benden korkuyor musun?" deyince, Allah Resûlü:

“Hayır" karşılığını verdi. Adam:

“Peki, şu an seni benden kim koruyacak?" deyince, Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Allah beni senden korur" buyurdu. Bunun üzerine adam kılıcını çekip tehditler savurdu. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yola çıkma ve silahları kuşanma emrini verdi. Namaz vakti için ezan okununca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan bir gruba namaz kıldırırken diğer grup onları korumak için geride durdu. İlk gruba iki rekatlık namaz kıldırdı. Sonra bunlar geriye, diğerlerinin yerine çekilip koruma konumuna geçtiler. Diğer grup yaklaştı ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara da iki rekat namaz kıldırdı. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam vererek namazı bitirdi. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört, Müslümanlar ise ikişer rekatlık namaz kılmış oldular. İşte bu günde Yüce Allah namazın kısaltılması ve namazda iken silah taşınması hükmünü indirdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Ebî Hâtim, Zührî vasıtasıyla Sâlim'den bildirir: Babam:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Korku namazı hakkında bir âyettir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki gruba ayırdığı Müslümanlardan ilk gruba bir rekat namaz kıldırırken diğer grup düşmana karşı durdu. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile namaz kılan grup gidip düşmana karşı diğer grubun yerini aldı. Onlar da gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ardında bir rekat namaz kıldılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verip namazı bitirdikten sonra her bir grup kendi başına birer rekat daha kıldı."

İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bu namaz korku anında kılınacak olan namazdır. Bu namazda imam önde durur, Müslümanlar da bir grup arkasında saf tutarken diğer grup silahlarını alıp düşman karşında dururlar. İmam arkasındakilerle birlikte bir rekat namaz kıldıktan sonra kalkmadan oturur. Arkasındakiler ise kalkıp ikinci rekatı kendi başlarına kılarlar. Sonra gidip düşmana karşı duran grubun yerini alırlar. O grup da gelip imamla birlikte bir rekat namaz kılar. Bu bir rekatı kıldıktan sonra imam selam verirken arkasındakiler kalkıp kendi başlarına ikinci rekatı kılarlar. Nahle vadisindeki hadise zamanında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bu şekilde kıldırmıştı."

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zû Kared'de korku namazı kıldırdı. O zaman Müslümanlar iki saf olmuşlardı. Bir saf Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında dururken, diğer saf ise düşmanın önünde durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasındakilere bir rekat namaz kıldırdıktan sonra kılanlar gidip diğerlerinin yerini aldı. Onlar da gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında bir rekat namaz kıldılar. Sonradan da (kısalttıktan) bu namazı kaza etmediler."

İbn Ebî Şeybe, Zeyd b. Sâbit'ten bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı kıldı." Ravi Süfyân derki:

“Sonrasında Zeyd, İbn Abbâs'ın rivâyetinin aynısını zikreder."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Sa'Iebe b. Zehdem'den bildirir: Taberistan'da Saîd b. el-Âs ile beraberdik. Bize:

“Hanginiz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile korku namazı kıldı?" diye sorunca, Huzeyfe:

“Ben kıldım" dedi. Sonra nasıl kılındığını göstermek için kalktı. Oradakilerin bir kısmını arkasında saf haline soktu. Kalan kısmını da düşmanın önünde durdurdu. Arkasındakilere bir rekat kıldırdıktan sonra, düşmanın önünde duranlarla yer değiştirdiler. Onlara da bir rekat kıldırdı ve bu namazı da sonradan kaza etmediler.

Ebû Dâvud, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Zâturrikâ'da korku namaz kıldırdı. Kıldırırken insanları iki kısma ayırdı. Bir kısmı arkasında saf tutarken kalan kısmı da düşmana karşı durdu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz için tekbir getirince arkasındaki cemaat de tekbir getirdi. Rükû' edince onlar da rükû' etti, secdeye varınca onlar da secdeye gitti. Secdeden kalkınca onlar da kalktı. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci secdeye gitmedi ve oturup bekledi. Arkasındakiler ise ikinci secdeyi de yaptılar. Sonra kalkıp gerisin geriye düşmanın karşısında duran kısmın arkasına geçtiler. Düşmana karşı duran grup da gelip namaza durdu. Kendi başlarına tekbir aldılar, rükû' ettiler. Sonra secdeye vardılar. Onlar birinci secdeye giderken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla birlikte ikinci secdesini yaptı. Secdeden sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkarken onlar ikinci secdeye kendi başlarına gittiler. Sonrasında her iki kısım da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında saf tuttu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte rükû' ile secdelerini yaptılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeden başını kaldırınca onlar da hep birlikte secdeden kalktılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de tüm bunları biraz hızlıca yapıyordu. Sonrasında selam verince onlar da hep birlikte selam verdiler. En son kalktıklarında namazın tümünü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kılmış oldular."

Hâkim, Câbir'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı kıldırmak üzere kalktı. Müslümanları iki gruba ayırdı. Bir grup arkasında saf tutarken diğer grup da onların arkasında, yüzleri Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dönük bir şekilde oturdular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirince her iki grupta tekbir getirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rükû' ile secdesini yaptı. Sadece arkasında ilk safta olanlar onunla birlikte rükû' ile secde ettiler. En arkadakiler ise öyle oturup beklediler. İlk rekat bitince hemen arkasında olanlar gerisin geriye gidip oturanların yerine geçip onlar da oturdu. Daha önce oturan grup da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında rükû' ve secdeleriyle birlikte bir rekat kıldılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verip namazını bitirince her iki grup kalkıp kendi başlarına rükû' ve secdeleriyle birer rekat daha kıldılar."

Mâlik, Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, Dârakutnîve Beyhakî, Sâlih b. Havvât'tan bildirir:

“Zâturrikâ'da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile korku namazı kılanlardan birinin bana anlattığına göre iki kısma ayrılan Müslümanlardan bir kısmı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ardında saf turaken kalan kısmı düşmana karşı durdu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ardında duranlara bir rekat namaz kıldırdıktan sonra ayakta durdu. Saftakiler kalan bir rekatı kendi başlarına kılıp tamamladılar. Sonra gidip diğerlerinin yerine düşmana karşı saf tuttular. Kalan grup da gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara da bir rekat namaz kıldırıp selam vermeden oturdu. Diğerleri kalkıp kendi başlarına bir rekat namaz kıldılar. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte selam verip namazı bitirdiler."'

Abd b. Humeyd ve Dârakutnî, Ebû Bekre'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına korku namazını kıldırırken ilk önce bir kısmına iki rekat kıldırıp selam verdi. Kılanlar geri çekilince kalanlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına geçtiler. Allah Resûlü onlara da iki rekat kıldırıp selam verdi. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört rekat namaz kılarken diğerleri ikişer rekat namaz kılmış oldular."

Dârakutnî ve Hâkim, Ebû Bekre'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına korku anında akşam namazını kıldırdı. Ashabının bir kısmına akşam namazını üç rekat olarak kıldırıp selam verdi. Sonra kalan kısmına da üç rekat kıldırıp selam verdi. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) altı, diğerleri üçer rekat kılmış oldular."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Dârakutnî, İbn Mes'ûd'dan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere korku namazı kıldırdı. Müslümanlar iki gruba ayrıldılar. Bir grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında saf tutarken diğer grup düşman karşısında durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasındaki gruba bir rekat namazı kıldırdıktan sonra arkasında olanlar düşmana karşı duran grupla yer değiştirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara da bir rekat kıldırıp selam verdi. Sonra gruplar bir daha yer değiştirdi ve namaz kılan ilk grup kendi başlarına bir rekat daha kılarak selam verdiler."

Abd b. Humeyd ve Hâkim, Urve'den bildirir: Mervân, Ebû Hureyre'ye:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte korku namazı kıldın mı?" diye sorunca, Ebû Hureyre:

“Evet!" karşılığını verdi. Mervân:

“Ne zaman?" diye sorunca, Ebû Hureyre şöyle dedi:

“Necd gazvesinin yapıldığı yıl böyle bir namaz kıldık. O zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kıldırmak için kalktı. Müslümanlardan bir bölümü arkasında saf tutarken kalan bölümü sırtları kıbleye gelecek şekilde düşmana karşı durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz için tekbir getirince herkes tekbir getirdi. Rükû' edince sadece ardında saf tutanlar rükû' etti. Secdeye gidince de sadece ardında saf tutanlar secdeye gitti, diğerleri öylece düşmana karşı durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeden kalkınca arkasında saf tutanlar da kalkıp diğerleriyle yer değiştirdiler ve bu kez onlar düşmana karşı durdular. Diğerleri de gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında durdular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta öylece dururken onlar bir rekat kılıp ayakta durdular. İkinci rekata Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte devam ettiler. Secdelerden sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasındakilerle birlikte oturunca düşmana karşı duranlar da gelip bir rekatı rükû' ve secdeleriyle birlikte kendi başlarına kıldılar. Onlar da oturduktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verdi. Hep birlikte diğerleri de selam verip namazı bitirdiler. Bu şekilde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İki rekat kılarken, diğerleri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) İle birlikte birer rekat kılmış oldular."

Dârakutnî, İbn Abbâs'tan bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı kılmamızı istediği zaman kendisi namaz için kalktı. Biz de arkasında iki saf oluşturduk. Tekbir getirince hep birlikte tekbir getirdik. Rükû' edince hep birlikte rükû' ettik. Secdeye gidince ise sadece arkasındaki ilk safta olanlar secdeye gitti. İkinci safta olanlar ise ayakta kalıp secde eden arkadaşlarını korudular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeden ayağa kalktığı zaman bu kez ikinci safta olanlar kendi başlarına iki secde edip kalktılar. Kalktıktan sonra ön saftakiler arkaya arka saftakiler ise öne geçti. Her iki saf ikinci rekatın rükû'sunu yaptıktan sonra sadece ilk safta olanlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte secdeye gittiler. İkinci safta olanlar ayakta bekleyip arkadaşlarını korudular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeleri bitirip oturduğu zaman bu kez arka saftakiler kendi başlarına iki secde edip oturdular. Sonrasında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verip namazı bitirdi."

Dârakutnî, Câbir'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nahl'de Muhârib oğullarını kuşatmışken namaz için:

“Namaz bir araya getiricidir" şeklinde çağrı yapıldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanları iki kısma ayırdı. Bir kısmı arkasında namaz için saf tutarken diğerleri düşmana karşı durdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasındakilere iki rekat namaz kıldırıp selam verdi. Sonrasında arkasındakiler ile düşmana karşı duranlar yer değiştirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara da iki rekat kıldırıp selam verdi. Bu şekilde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dört, diğer Müslümanlar ise ikişer rekat kılmış oldular.

Bezzâr, İbn Cerîr ve Hâkim, ibn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa çıkınca müşriklerle Usfân'da karşılaştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını kılarken müşrikler onun ashabıyla birlikte rükû' edip secdeye gittiğini görünce birbirlerine:

“Namaz kılarken üzerlerine saldırsaydınız sizi fark edene kadar onları yok etmiş olurdunuz" demeye başladılar. Ancak içlerinden biri de:

“Ailelerinden ve mallarından daha fazla sevdikleri bir namazları daha olacak. O vakit gelene kadar sabredin de o zaman hep birlikte üzerlerine saldırıya geçeriz" dedi. Bu arada Yüce Allah:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar..." âyetini indirdi ve müşriklerin planlarını ona bildirdi. Müşrikler kıble tarafında bulunuyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını kıldırırken Müslümanları iki saf halinde arkasında durdurdu. Tekbir getirince her iki saf tekbir getirdi. Rükû' edince her iki saf da rükû' etti. Secdeye gidince sadece arkasındaki ilk safta olanlar secdeye gitti. Arka saftakiler ise düşmana karşı ayakta kaldılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdesini bitirip kalkınca ikinci safta olanlar kendi başlarına secdeye gittiler. Secdeden kalktıklarında birinci saftakiler geriye çekildi, ikinci saftakiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen arkasına geçtiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci rekat için rükû' edince herkes rükû' etti. Rükû'dan kalkınca herkes kalktı. Secdeye gidince sadece arkasındaki ilk safta olanlar secdeye gitti. İkinci saftakiler ise düşmana karşı ayakta kaldılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdesini bitirip arkasındaki ilk safla birlikte oturunca ikinci safta olanlar kendi başlarına secdeye gittiler ve secde sonrası oturdular. Sonra hep birlikte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile selam verip namazı bitirdiler. Müşrikler Müslümanların namazı kılarken bir kısmının secde edip bir kısmının beklediğini görünce:

“Niyetimiz onlara bildirildi" demeye başladılar.

İbn Ebî Şeybe, Ebu'l-Âliye er-Riyâhî'den bildirir:

“Ebû Mûsa el-Eş'arî, Isbehân'a yakın bir yerdeydi. O vakit düşmandan yana önemli herhangi bir korku yoktu, ancak yanındakilere bu yönde dinlerini ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini öğretmek istedi. Namazda Müslümanları iki safta durdurdu. Bir saf arkasından namaz için dururken onların da arkasındaki saf silahlarını kuşanmış bir şekilde düşmana karşı durdular. Ebû Mûsa ilk saftakilere bir rekat namaz kıldırdı. Namaz kılanlar gerisin geriye arkaya geçtiler. Arka saftakiler ise aralarından Ebû Mûsa'nın arkasına geçip namaz için saf tuttular. Ebû Mûsa onlara da bir rekat kıldırıp selam verdi. Sonra birinci saf ile ikinci saftakiler kendi başlarına birer rekat daha kıldılar ve selam verdiler. Bu şekilde imam cemaatle iki rekat kılarken diğerleri cemaatle birer rekat kılmış oldular."

İbn Ebî Şeybe ile İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Usfân'da müşrikler ise Dacnân'da bulunuyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazını kılarken müşrikler onun rükû' edip secdeye gittiğini gördüler. Namaz kılarken de saldırıya geçmek üzere aralarında anlaştılar. İkindi namazı vakti geldiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanları arkasında iki saf halinde durdurdu. Tekbir getirince hepsi birden tekbir getirdi. Rükû' edince hepsi birden rükû' ettiler. Secdeye gidince sadece ilk saftakiler secdeye gitti. Arka saftakiler ise silahlarıyla birlikte düşmana karşı ayakta beklediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeden başını kaldırınca ikinci safta olanlar kendi başlarına secdeye gittiler. Sonra hepsi birden ayağa kalktılar. İkinci rekat için Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rükû' edince hepsi birden rükû' ettiler. Secdeye gidince sadece ilk saftakiler secdeye gitti. Arka saftakiler ise silahlarıyla birlikte düşmana karşı ayakta beklediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) secdeden başını kaldırınca ikinci safta olanlar da kendi başlarına secdeye gittiler. Bu şekilde hep birlikte tekbir, rükû ve selam vermiş oldular. Sadece secdeleri nöbetleşe oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha öncesinde korku namazını kılmamıştı, o günden sonra da bir daha kılmadı."

İbn Ebî Şeybe, Hazret-iAli'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte korku namazlarını ikişer rekat olarak kıldım. Sadece akşam namazını olduğu gibi üç rekat olarak kıldırdı."

Abdurrezzâk, Mücâhid'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı hakkındaki hüküm nazil olmadan önce savaş ortamında ashabıyla öğle namazını kıldı. Müşrikler namazda iken onları gördüklerinde saldırıya geçmediklerine hayıflandılar. İçlerinden biri:

“Güneş batmadan önce kıldıkları bir namaz daha var ki bu namazı canlarından daha fazla severler. O namazı kılarlarsa saldırıya geçeriz. O anı bekleyelim" deyince korku namazı hakkındaki âyet nazil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o günün ikindi namazını korku namazı şeklinde kıldırdı.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Ebu'z-Zübeyr vasıtasıyla Câbir'den bildirir:

Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikteyken Nahl'de müşriklerle karşılaştık. Bizim kıblemizde bulunuyorlardı. Öğle namazı vakti geldiği zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) toplu bir şekilde bize bu namazı kıldırdı. Öğle namazını bitirince müşrikler:

“Keşke hepsi namaza durmuşken üzerlerine saldırsaydık!" dediler. İçlerinden bazıları:

“Onların, çocuklarından daha fazla sevdikleri bir namazı daha var ve onu bekleyecekler. O namaza durdukları zaman da saldırıya geçin" deyince Cebrâil, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip bunu bildirdi ve namazı nasıl kıldıracağını da öğretti. İkindi namazı vakti gelince Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere karşı namaza durdu. Biz de arkasında iki saf halinde durduk. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirince hep birlikte tekbir getirdik..." Ravi der ki:

“Sonrasında Câbir olayın benzerini nakleder."

Bezzâr, Hazret-iAli'den bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazını kıldıracağı zaman Müslümanların silahlarını yanlarına almalarını söyledi. Müslümanlardan bir bölümü düşmana karşı dururken bir bölümü gelip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasında bir rekat namaz kıldı. Namazı kılan grup kılmayan grubun yerini alıp düşmana karşı durdu. Daha önce düşmana karşı duranlar da gelip Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına geçtiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara secdeleriyle birlikte bir rekat kıldırdı ve selam verdi. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince bu kez düşman karşısında bulunan grup kalkıp tekbir getirdiler ve kendi başlarına bîr rekat kıldılar."

Ahmed, Câbir'den bildirir:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı hakkındaki hüküm nazil olmadan önce altı savaş yaptı. Korku namazının kılınması ise hicretin yedinci yılında oldu."

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Müslümanlardan bir grup silahlarını alıp düşman karşısında dururken diğer grup imamla birlikte bir rekat namaz kılarlar. Bir rekatı kıldıktan sonra silahlarını alıp diğer arkadaşlarının yerinde düşman karşısında dururlar. Bu kez kılmayanlar gelip imamla birlikte bir rekat namaz kılarlar. Bu şekilde imam iki, diğerleri birer rekat kılmış olurlar. İmam dışında kalanlar kalan bir rekatı kaza ederler ki bu şekilde namazları tamamlanmış olur."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Arkanda duran ilk grup seninle birlikte namazı kılıp secdelerini de tamamladıktan sonra kalksınlar, düşmana karşı duran ve seninle birlikte namaza henüz başlamamış olanların yerlerini alsınlar, anlamındadır."

Buhârî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza engel yoktur..."' âyetini açıklarken:

“O zamanlar yaralı olan Abdurrahman b. Avf hakkında nazil oldu" demiştir.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Korku namazında özür bulunması halinde silah taşınmamasına ruhsat verilmiş, ancak yine de tedbirli ve dikkatli olunması emredilmiştir. Yüce Allah âyetin sonunda kafirler için büyük ve ağır bir azap hazırladığını da belirtmiştir. "Namazı kıldıktan sonra, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın..." buyruğunda korku namazının kılınmasından sonra dil ile Allah'ın zikredilmesi, güven ve emniyete kavuştuktan sonra da namazların tam kılınması söylenmiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ı gece, gündüz, karada denizde, yolculukta ikamet halinde, bollukla ve darlıkta, hastalıkta ve sağlıkta, gizli ve açıktan, herhâlükarda zikredin."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, ayakta iken Allah'ı zikreden bir topluluktan haberdar edilince yanlarına gidip :

“Neden öyle yapıyorsunuz?" diye sordu. "Yüce Allah'ın:

“...Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın..." buyurduğunu işittik" karşılığını verdiklerinde:

“Kişi ayakta iken namaz kılamıyorsa oturarak kılar. Âyetten kasıt budur" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın..." âyetini açıklarken:

“Yolculuğunuzu bitirip mukim olduğunuzda artık namazlarınızı tam olarak kılın, anlamındadır" demiştir.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Emniyete kavuştuğunuzda..." âyetini açıklarken:

“Yurdunuza dönüp güven içinde olduğunuzda namazlarınızı tam kılın, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın..." âyetini açıklarken:

“Güven içinde olduğunuzda artık namazlarınızı tam olarak kılın, anlamındadır" demiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Emniyete kavuştuğunuzda..." âyetini açıklarken:

“Yurdunuza dönüp mukim olduğunuzda, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“...Emniyete kavuştuğunuzda..." âyetini açıklarken:

“Bir yere yerleştiğinizde, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'în bildirdiğine göre Süddî:

“...Emniyete kavuştuğunuzda..." âyetini açıklarken:

“Korku durumu geçtiğinde, anlamındadır" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“...Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın..." âyetini açıklarken:

“Güvene kavuştuğunuz zaman artık namazı binek üzerinde veya yürürken veya otururken kılmayın" demiştir.

İbrı Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini:

“Namaz inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesinden kasıt farz olmasıdır" demiştir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Farz kılınmıştır" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini:

“Yerine getirilmesi gereken bir farz" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) ifadesini:

“Yerine getirilmesi gereken bir farz" şeklinde açıklamıştır.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır" âyetini açıklarken:

“İbn Mes'ûd, namazın da hac gibi belli bir vaktinin olduğunu söylerdi" demiştir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem:

“Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır" âyetini açıklarken:

“Namaz belirli vakitlere bölünmüştür. Bir vakit geçtiği zaman diğer bir vakit gelir" demiştir.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, ibn Huzeyme ve Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail, Kabe'nin yanında bana iki defa imam olup namaz kıldırdı. İlkinde güneş batıya kayıp gölgesi terlik kayışı kadar olduğunda öğle namazını, sonra her şeyin gölgesi kendi boyu kadar olduğu bir vakitte ikindi namazını, sonra oruçlunun orucunu açtığı zaman akşam namazını, sonra şafak kaybolduğu zaman yatsı namazını, oruçluya yeme içmenin haram olduğu vakitte de sabah namazını kıldırdı. İkinci gün, her şeyin gölgesi kendi boyu kadar olduğu bir vakitte öğle namazını, sonra her şeyin gölgesi kendi boyunun iki katı olduğu bir vakitte ikindi namazını, sonra oruçlunun orucunu açtığı zaman akşam namazını, sonra gecenin üçte biri geçtiğinde yatsı namazını, ortalık ağarınca da sabah namazını kıldırdı. Sonrasında bana dönüp: «Ey Muhammed! Bu vakit senden önceki peygamberlerin de namaz vakitleriydi. Sen de namazları kıldırdığım bu iki vakit arasında kıl» dedi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Tirmizî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Namaz vaktinin bir başı, bir de sonu vardır. Öğle vaktinin başlangıcı güneşin tepe noktasını aşmasıdır. Sonu da ikindi namazı vaktinin girmesidir. İkindi vaktinin başı bu vaktin girişidir. Sonu da güneşin (batmak üzere) sararmasıdır. Akşam vaktinin başı güneşin batması, sonu ise ufuktaki kızıllığın kaybolmasıdır. Yatsı namazının başı ufuktaki kızıllığın kaybolması, sonu ise gece yarısıdır. Sabah namazının başı şafağın ağarması, sonu ise güneşin doğmasıdır. "

104

"O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini:

“Zaafiyet göstermeyin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhak: (.....) âyetini:

“Düşmanın peşine düşüp aramada zafiyet, gevşeklik göstermeyin" şeklinde açıklamıştır.

İbn Cerîr ile İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz..." âyetini açıklarken:

“Eğer siz acı duyuyorsanız bilin ki onlar da sizler gibi acı çekmektedirler. Ancak sizler hayırları umuyorsunuz" demiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Düşmanın peşine düşmede zaafiyet ve gevşeklik göstermeyin. Şâyet siz acılar çekiyorsanız bilin ki onlar da acı çekmektedir. Ancak sizler onların beklemediği ecir ve sevapları bekleyip ummaktasınız."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Düşmanın peşine düşmede zafiyet ve gevşeklik göstermeyin. Şâyet siz yaralarınızdan dolayı acılar çekiyorsanız bilin ki onlar da acı çekmektedir. Ancak sizler onların beklemediği ecirleri Allah'tan beklemektesiniz."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mükâtil b. Hayyân:

“...Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz..." âyetini açıklarken:

“Dünyada yaşam, rızık, şehadet ve zafer umuyorsunuz" demiştir.

105

Bkz. Ayet:113

106

Bkz. Ayet:113

107

Bkz. Ayet:113

108

Bkz. Ayet:113

109

Bkz. Ayet:113

110

Bkz. Ayet:113

111

Bkz. Ayet:113

112

Bkz. Ayet:113

113

"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında bükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken» onu» insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi sîz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz» ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara Mm vekil olacak? Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır. Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş» apaçık bir günah yüklenmiş olur. Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı» onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür."

Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebû'ş-Şeyh ve Hâkim, Katâde b. en-Numân'dan bildirir: Bizlerden, kendilerine Ubeyrik oğulları denilen bir aile vardı. Bu çocukların adı da Bişr, Büşeyr ve Mübeşşir idi. Büşeyr münafık ve şair birisiydi. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını hicveden şiirler söyler, bu şiirleri de Arap şairlerden birine mal ederek:

“Falan şair şöyle şöyle dedi. Filan şair şöyle şöyie dedi" derdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı da bu şiirleri duydukları zaman:

“Bunları şu pis adamdan başkası söylememiştir" derlerdi ki bu konuda şair:

"Adamlar ne zaman bir kaside söylese

Kızıp, Ubeyrik'in oğlu demiştir derler" demiştir.

Bu aile hem Cahiliye döneminde, hem de İslam döneminde muhtaç ve yoksul bir durumdaydı. Medine'den insanların yiyeceği hurma ve arpadan ibaretti. Maddi imkanı biraz iyi olanlar, Şam'dan has un yüklü ticaret kervanı geldiğinde sadece kendisi için bu undan satın alır, çoluk çocuk ise yine hurma ve arpa yerlerdi.

Günün birinde Şam'dan bir ticaret kervanı gelince amcam Rifâa bin Zeyd has undan bir yük satın aldı ve kendisine ait bir depoya koydu. Deponun içinde silah, zırh ve kılıç gibi malzemeler de vardı. Ancak bir gece evin altından bu depo delinerek içine girildi ve silahlarla yiyecekler çalındı. Sabah olunca amcam Rifâa yanıma geldi ve şöyle dedi:

“Ey yeğenim! Bildiğin gibi dün gece evimize girildi, depomuz alttan delinerek içindeki yemek ve silahlarımız alındı. Mahallede sorup soruşturduğumuzda bize:

“Ubeyrik oğulları dün gece yemek ateşi yaktılar ve sanıyoruz ki bu ateş sizin yemekler içindi" denildi." Ubeyrik oğulları da:

“Mahallede biz de bunu soruşturuyoruz. Vallahi aradığınız kişinin Lebîd b. Sehl olduğunu düşünüyoruz" dediler. Lebîd, bizden biriydi, salih ve dindar birisiydi. Ubeyrik oğullarının böyle dediğini duyan Lebîd kılıcını çekti ve yanlarına gelip:

“Ben mi çalacağım! Vallahi ya bunu ispatlarsınız ya da şu kılıç bedeninize karışacaktır!" diye çıkıştı. Bunun üzerine Ubeyrik oğulları:

“Bizden uzak dur! Bu işi sen yapmış olamazsın!" dediler.

Mahallede soruşturmamız sonucu bu işi Ubeyrik oğullarının yaptığına dair bir şüphemiz kalmadı. Amcam bana:

“Ey yeğenim! Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem)gitsen ve bu durumu ona anlatsan?" deyince, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim. Ona:

Resûlallah! Bizim mahallede komşularına eziyet veren bir aile, amcam Rifâa b. Zeyd'in evine girdi, ona ait bir depoyu delerek silah ve yiyeceğini aldı. Silahlarımızı bize geri versinler! Aldıkları yemeğe de artık ihtiyacımız yok!" dedim. Hazret-i Peygamber de (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bununla ilgileneceğim" buyurdu.

Bunu duyan Ubeyrik oğulları kendilerinden olan Üseyr b. Urve adındaki bir adamın yanına gelip onunla bu konuyu konuştular. Ubeyrik oğulları, mahalle ahalisinden bir toplulukla Allah Resûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiler ve:

Resûlallah! Katâde b. en-Numân ve amcası, bizden olan, salih ve dindar bir aileyi, kanıt ve ispat olmadan hırsızlıkla suçladılar" dediler. Ben de gidip Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşunca, bana:

“Dindar ve salih kimseler olarak bilinen bir aileyi, kanıtın ve ispatın olmadan hırsızlıkla mı suçluyorsun?" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle deyince yanından ayrıldım. Ama keşke malımın bir kısmı gitmiş olsaydı da Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda konuşmasaydım, diye düşündüm. Amcam Rifâa yanıma geldi ve:

“Ey yeğenim! Ne oldu?" diye sordu. Amcama, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bana söylediklerini aktardım. Amcam:

“Yardım edecek olan Yüce Allah'tır!" dedi.

Çok geçmedi şu âyetler nazil oldu:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!'" Yani Ubeyrik oğullarının savunucusu olma. "Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder." Yani, Katâde'ye söylediğin şey için bağışlanma dile. "Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak? Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır." Yani Yüce Allah'tan bağışlanma dileselerdi, onları bağışlardı. "Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur." Bu da, Ubeyrik oğullarının Lebîd için söyledikleri hakkındadır. "Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.'"

Bu âyetler nazil olunca silahlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirildi ve onları Rifâa'ya gönderdi. Ben de silahları amcama getirdim. Amcamın Cahiliye döneminde görme özelliği iyice zayıflamış ve yaşı da ilerlemişti. Müslümanlığına da şüpheyle bakıyordum. Silahları ona getirdiğimde bana:

“Ey yeğenim! Bunları Yüce Allah'ın yoluna vakfediyorum" dedi. İşte o an gerçek bir Müslüman olduğunu anladım. Sözkonusu âyetler nazil olduğunda Büşeyr kaçıp müşriklerden Sülâfe binti Sa'd b. Sümeyye'ye sığındı. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir. Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan, muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür" âyetlerini indirdi. Büşeyr, Sülâfe'ye sığınınca şair Hassan birkaç beyitlik bir şiirle Sülâfe'yi yerdi. Bunun üzerine Sülâfe, Büşeyr'in eşyalarını başının üzerine koydu ve gidip Ebtah'a attı. Büşeyr'e de:

“Bana Hassân'ın (beni yeren) şiirlerini mi getirdin! Zaten senden bana hiçbir hayır gelmiş değildir!" dedi.

İbn Sa'd, Mahmud b. Lebîd'den bildirir: Büşeyr b. el-Hâris, Katâde b. en- Numân'ın amcası Rifâa b. Zeyd'e ait olan bir depoyu arkadan delip içinde bulunan yiyecek, zırh gibi eşyaları çaldı. Katâde b. en-Numân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlatınca Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), Büşeyr'i çağırdı ve bunu ona sordu. Büşeyr çaldığını inkar etti ve bu suçu mahalleden asil ve şerefli biri olan Lebîd b. Sehl'in üzerine attı. Ancak Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma... Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır... Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur'" âyetlerini indirerek Büşeyr'i yalanlayıp Lebîd b. Sehl'i temize çıkardı. Âyetlerde kötülük yapıp bağışlanma dilemesi söylenen kişi Büşeyr b. Ubeyrik'tir. Üzerine suç atılan kişi de Lebîd b. Sehl'dir ki Büşeyr onu hırsızlıkla suçlamıştı. Büşeyr hakkında bu âyetler nazil olup açığa çıkınca Mekke'ye kaçtı. Mekke'de Sülâfe binti Sa'd b. eş-Şehîd'in yanında misafir oldu. Hassân b. Sâbit de durmadan onu yeren şiirler söyleyince dönmek zorunda kaldı. Bu olay hicretin dördüncü yılında gerçekleşti.

İbn Sa'd başka bir vecihle Mahmud b. Lebîd'den bildirir: Useyr b. Urve düzgün konuşan, zarif ve güler yüzlü bir adamdı. Katâde b. en-Numân'ın Ubeyrîk oğulları hakkında amcasının deposunu delip içeri girdikleri, içerde bulunan yiyecek ve iki zırhı çaldıkları yönünde Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dediklerini işitince kabilesinden topladığı bir grupla birlikte Allah Resûlü'ne geldi. Useyr:

“Katâde ile amcası bizim kabileden asil, soylu ve dindar olan bir aileye ellerinde herhangi bir kanıt ve delil olmadan bazı suçlamalarda bulunup, kötü laflar ediyorlar" dedi. Katâde ve amcası hakkında bu yönde laflar ettikten sonra da oradan ayrıldı. O gittikten sonra Katâde bu konuyu konuşmak için Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu asık bir yüzle karşıladı ve:

“Ne kötü bir şey yaptın! Ne kötü bir aracılıkta bulundun!" buyurdu. Katâde de:

“Keşke ailemi ve malımı kaybetseydim de bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir şey konuşmasaydım! Bu konuda artık bir şey söylemeyeceğim!" diyerek oradan ayrıldı. Yüce Allah da bu konuda:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez"' âyetlerini indirdi. Burada kendilerine ihanet edenlerden kasıt Useyr ile arkadaşlarıdır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında bükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma... Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz"" âyetlerini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyetler Tu'me b. Ubeyrik ve çaldığı demir zırh konusunda nazil oldu. Ubeyrik'in mümin arkadaşları zırhı çalma suçunu masum bir Yahudinin üzerine attılar ve Ubeyrik için, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların önünde onun suçsuz olduğunu söyle" dediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bize anlatılana göre bu âyetler Tu'me b. Ubeyrik ve kendini suçsuz çıkarmak için Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) söylediği sözler hakkında nazil olmuştur. Ancak Yüce Allah bu âyetlerle Tu'me b. Ubeyrik'in niyetini açıklamış ve Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) böylesi hainlere taraf olmama konusunda onu uyarmıştır. Tu'me b. Ubeyrik, Ensâr'dan ve Zafer oğullarından bir adamdı. Tu'me, amcasının emanet olarak yanında bıraktığı zırhı çaldı daha sonra Zeyd b. es-Semîn adında bir Yahudinin çaldığını söyledi. Yahudi de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şikâyette bulundu. Tu'me'nin akrabaları da durumu görünce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Tu'me'yi savunmasını istediler. Allah Resûlü de Tu'me'yi savunmak üzereyken Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma... Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur'" âyetlerini indirdi. Zira Tu'me suçu masum olan birine atmıştı. Ancak Yüce Allah, Tu'me'nin durumunu ortaya koyunca dinden çıkıp müşriklere katıldı. Yüce Allah da onun hakkında:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildirir: Ensâr'dan bir grup Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir savaşta bulundular ve içlerinden birinin zırhı çalındı. Ensâr'dan bir adamın bunu çaldığını düşündüler. Zırhın sahibi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip :

“Tu'me b. Ubeyrik zırhımı çaldı" dedi. Zırhı çalan kişi durumu görünce de onu alıp masum birinin evine attı ve aşiretinden bir gruba:

“Zırhı filanın evine atıp ortadan kaldırdım. Onu bu kişinin evinde bulabilirsiniz" dedi. Bu grup da Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip:

Resûlallah! Bizim arkadaşımız suçsuzdur. Onu çalan da filan kişidir. Bunu kesin bir şekilde biliyoruz. Onun için herkesin önünde arkadaşımızın suçsuz olduğunu söyle ve onu savun. Zira Yüce Allah onu senin vasıtanla korumayacaksa helak oldu demektir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de kalkıp herkesin önünde onun suçsuz olduğunu söyledi ve onu savundu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma. Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez" âyetlerini indirdi. Burada Allah'ın gösterdiğinden kasıt, vahiy olarak indirdikleridir. Sonrasında gece vakti hırsız olan arkadaşlarını temize çıkarmak için Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) gelenler hakkında:

“Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" âyetlerini indirdi. Hırsız ve onu savunanlar konusunda yine:

“Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında adamın biri çaldığı demirden bîr zırhı Yahudi bir adamın evine atmıştı. Yahudi de:

“Ey Ebu'l-Kâsım! Vallahi zırhı çalan ben değilim! Bu zırh evime atılmış" dedi. Zırhı çalan kişinin ise kendisini masum çıkaran ve suçu Yahudi olan kişinin üzerine atan komşuları vardı. Bunlar:

Resûlallah! Bu Yahudi pis adamdır! Hem Allah'ı, hem de sana indirileni inkar ediyor" diyorlardı. Bu söylenenler üzerine de Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) asıl hırsızdan yana tavır takınacak gibi oldu ki Yüce Allah ona sitem babında şu âyetleri indirdi:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma. Allah'tan mağfiret dile..." Yani Yahudi için dediklerinden dolayı mağfiret dile. "...Allah bağışlar ve merhamet eder." Hırsızı temize çıkaran komşular konusunda da:

“Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" âyetini indirdi. Sonra bütün bunlardan dolayı Yüce Allah tövbe etmelerini söylemiş ve devamında:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır. Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur... Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!'" buyurmuştur. Bu âyetlerde kişi bir günah işlediği zaman bunu ancak kendi aleyhine işleyeceği ve bunun kendisinden başkasını ilgilendirmeyeceği, yapılan bir suçu müşrik de olsa başka birine atmanın iftira ve büyük bir günah olduğu bildirilmiştir. Fakat hırsız kendisine sunulan bu tövbeyi reddedip Mekke'ye müşriklerin yanına kaçmış, orada çalmak için delip girdiği bir evin başına yıkılması ile de ölmüştür.

İbnu'l-Münzir, Hasan (-ı Basrî)'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında adamın biri demirden bir zırh çaldı. Zırhın yanında bulunmasından korkarak da onu Yahudi birinin evine attı ve:

“Zırhı benim çaldığımı söylüyorsunuz! Vallahi zırhın filan Yahudinin yanında olduğunu öğrendim" dedi. Konu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) intikal ettirilince hırsızın arkadaşları gelip onu temize çıkarmaya çalıştılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aleyhte açık bir kanıt bulamayıp hırsızı suçsuz bulacak gibi olunca Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?"âyetlerini indirdi. Sonra:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır. Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" buyurarak hırsıza tövbe kapısını açtı, suçu Yahudi olan adama atmanın büyük bir günah olduğunu bildirdi. Daha sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) hitaben:

“Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür"' buyurarak Yahudinin masum olduğunu söyledi ve zırhı çalanın kim olduğunu bildirdi. Hırsız da:

“Bu şekilde Müslümanlar arasında açığa çıktım ve zırhı benim çaldığımı herkes öğrendi. Artık buralarda kalamam" diyerek müşriklere katıldı. Yüce Allah da bu konuda:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür" buyurdu.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada gösterilenden kasıt, Allah'ın gönderdiği vahiydir. Âyet Tu'me b. Ubeyrik hakkında nazil oldu. Yahudilerden bir adam kendisinin yanında emanet olarak bir zırh bıraktı. Beraber gidip Tu'me'nin evinde bir çukup açıp gömdüler. Yahudi gittikten sonra Tu'me çukuru açıp zırhı aldı. Daha sonra Yahudi gelip zırhı isteyince Tu'me böylesi bir emaneti inkar etti. Yahudi de akrabalarından bazılarına gidip:

“Benimle birlikte gelin! Zırhın nerede olduğunu biliyorum" dedi. Tu'me bunu öğrenince zırhı alıp Ensâr'dan biri olan Ebû Muleyi'in evine attı. Yahudiler gelip zırhın gömülü olduğu yere baktılar, ancak bir şey bulamadılar. Bunun üzerine Tu'me ile bazı akrabaları Yahudiye ağır laflar ettiler. Tu'me, Yahudilere:

“Beni hırsızlıkla mı suçluyosunuz?" dedi. Sonra Tu'me'nin evini aramaya başladılar. Ararken üst taraftan Ebû Muleyl'in evine bakınca zırhın orada olduğunu gördüler. Bunun üzerine Tu'me:

“Zırhı Ebû Muleyl almış!" dedi. Ensar da Tu'me'yi savununca, Tu'me:

“Benimle birlikte Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelin! Beni savunmasını, Yahudinin kanıtını boşa çıkarmasını söyleyin. Zira ben yalancı çıkacak olursam, Yahudi bütün Medine ahalisini yalancı çıkartmış olacak" dedi. Bunun üzerine Ensâr'dan bir grup Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve:

Resûlallah! Tu'me'yi savun ve Yahudiyi yalancı çıkar" dediler.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedikleri yönde bir tavır koymak üzereyken Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez'" âyetlerini indirdi. Sonra Ensâr'ı ve Tu'me'yi savunmalarını zikredip:

“Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" buyurdu. Daha sonra onları tövbe etmeye çağırıp:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır" buyurdu. Tu'me'nin zırhı Ebû Muleyl'in çaldığını söylemesi konusunda da:

“Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" buyurdu.

Daha sonra Ensar'ın Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Tu'me'yi savunmasını ve ona taraf olmasını istemeleri konusunda:

“Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür'" buyurdu. Ensâr'ın, Tu'me için yalan söylemeyi aralarında gizlice konuşmaları hakkında da:

“Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz" buyurdu.

Yüce Allah bu şekilde indirdiği âyetlerle Tu'me'nin hırsızlığını Medine'de açığa çıkarınca Tu'me kaçıp Mekke'ye sığındı ve Müslümanken tekrar küfre döndü. Mekke'de Haccâc b. İlât es-Sülemî'nin yanında misafir oldu. Ancak Haccâc'ın evini soymak istedi ve bir yerden delik açtı. Haccâc, evde tıkırtı ile darbe sesi işitince gidip baktı. Tu'me yi görünce:

“Hem misafirim, hem amcam oğlusun! Buna rağmen beni mi soyuyorsun!" dedi ve onu evinden çıkardı. Tu'me, Süleym oğullarının taşlığında kafir biri olarak öldü. Yüce Allah onun hakkında:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" buyurdu.

Süneyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Ensâr'dan bir adam içinde zırh da bulunan bir depoyu Tu'me b. Ubeyrik'e emanet edip yolculuğa çıktı. Yolculuk dönüşü gelip depoya girince zırhın içerde olmadığını gördü. Zırhı, Tu'me b. Ubeyrik'e sorunca, Zeyd b. es-Semîn adında bir Yahudinin çaldığını söyledi. Ancak adam Tu'me b. Ubeyrik'i zırhından sorumlu tuttu. Tu'me'nin akrabaları durumu görünce Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip Tu'me'ye sahip çıkması konusunda onunla konuştular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Tu'me'den yana tavır koymak üzereyken de Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez'" âyetlerini indirdi. Burada hıyanet edenlerden kasıt, Tu'me ile akrabalarıdır. Sonrasında Yüce Allah, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Tu'me'nin akrabaları hakkında:

“Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" buyurdu. Hırsız diye suçlanan Zeyd b. es-Semîn ile ona iftira atan Tu'me b. Ubeyrik hakkında:

“Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" buyurdu. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ve kendisini saptırmaya çalışan Tu'me'nin akrabaları hakkında:

“Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler... Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur..." buyurdu. Tüm insanlar için de:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" buyurdu.

Tu'me b. Ubeyrik, hakkında nazil olan bu âyetlerden sonra Kureyş'e sığınıp İslam'dan çıktı. Mekke'de iken Haccâc b. İlât el-Behzî'ye ait olan bir depoyu delip soymaya çalışırken üzerine bir taş düştü ve yerinde kaldı. Sabah olunca bu yaptığından dolayı müşrikler onu Mekke'den çıkardı. Mekke'den çıktıktan sonra Kudâa kabilesinden bir kafileyle karşılaştı. Önlerine çıkıp:

“Yolda kaldım ve hiçbir şeyim yok!" dedi. Bunun üzerine onu yanlarına aldılar. Ancak gece olunca kafilenin mallarını çalıp kaçtı. Kafiledekiler onun peşine düştü, yakaladıklarında taşlayarak öldürdüler, işte:

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür'" âyetine kadar bu âyetler onun hakkında nazil oldu.

İbn Cerîr, Dahhâk'tan bildirir: Bu âyet, kendisine emanet olarak verilen bir zırhı sonradan sahibine inkar eden Ensâr'dan bir adam hakkında nazil oldu. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazıları onun peşine düşünce akrabaları buna öfkelenip Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve:

Resûlallah! Arkadaşımız güvenilir bir Müslüman iken onlar kendisini hain çıkardılar. Arkadaşımızın suçsuz olduğunu açıkla ve onu suçlayanları azarla" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın masum olduğunu ve hırsız olduğu yönünde yalan söylendiğini sandığı için adamın suçsuz olduğunu söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! Allah'tan mağfiret dile. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" âyetlerini indirdi ve adamın hain olduğunu açıkladı. Adam, hırsız olduğu ortaya çıkınca Mekke'deki müşriklere sığındı ve İslam dininden çıktı. Yüce Allah da onun hakkında:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" buyurdu.

İbn Ebî Hâtim, Atiyye el-Avfî'den bildirir: Tu'me b. Ubeyrik adında bir adam Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir zırh çaldı. Dava Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) intikal ettirilince adam çaldığı zırhı bir adamın evine attı. Arkadaşlarına da:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidin ve benim suçsuz olduğumu, zırhın filan kişinin evinde olduğunu söyleyin" dedi. Arkadaşları suçsuz olduğunu söylemek üzere Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiklerinde Yüce Allah:

“Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur" âyetini indirdi ve adamın hırsız olduğunu, başkasına iftira attığını açıkladı.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Enar'dan bir adam amcasının zırhını çaldı ve suçu komşusu olan bir Yahudinin üzerine attı. Adamın akrabaları zırh konusunda amcasıyla tartıştılar. Dava Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) intikal edince, Allah Resûlü onu suçsuz bulacak gibi oldu. Bu âyet nazil olunca da adam kaçıp müşriklere sığındı. Kaçması üzerine de:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra. Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!" âyeti nazil oldu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Kendi görüşünüze göre hüküm vermekten sakının! Zira Yüce Allah Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye..." buyurmuş, "kendi gördüğün şekilde" dememiştir.

İbnu'l-Münzir, Amr b. Dînar'dan bildirir: Adamın biri Hazret-iÖmer'e:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin...'" deyince, Ömer:

“Yavaş ol! Bu sadece Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydi" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde..."" âyetini açıklarken:

“Kur'ân'da gösterdiği şekilde, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim, Mâlik b. Enes vasıtasıyla Rabîa'dan bildirir:

“Yüce Allah, Kur'ân'ı indirdi, ancak sünnete de yer bıraktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de sünneti ortaya koydu, ancak görüşe de yer bıraktı."

İbn Ebî Hâtim, ibn Vehb'den bildirir: Mâlik bana şöyle dedi:

“İnsanlar içinde iki şekilde hüküm verilir. Kur'ân ve sünnete göre verilen hüküm olması gereken ve isabetli olan hükümdür. İkincisi, hakkında Kur'ân ve sünnette herhangi bir şey bulunmayan bir konuda kişinin kendi içtihadına göre verdiği hükümdür. Umulur ki Yüce Allah kişiyi bu hükmünde muvaffak kılar. Bunun üçüncüsü de vardır ki kişinin bilmediği bir konuda hüküm vermeye çalışmasıdır. Kişi böylesi bir hüküm verirken de muvaffak olamaz."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın kitapta sana açıkladığına göre, anlamındadır" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Matar:

“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin..." âyetini açıklarken:

“Delil ve şahitlere göre hükmetmek, anlamındadır" demiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim hem mevkuf, hem de merfû olarak İbn Mes'ûd'dan bildirir: Kişi yalnızken kılamayacağı bir namazı insanların önünde kıldığı zaman Rabbine değer vermemiş, onu aldatmış demektir. Zira Yüce Allah:

“Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'tan gizlemiyorlar. Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir" buyurur."

Abd b. Humeyd de Huzeyfe'den benzerini:

“Yanında insanların Allah'tan daha fazla değerli olmasından utanmaz mı!" ziyadesiyle zikreder.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Rezîn: (.....) âyetini açıklarken:

“Allah'ın razı olmayacağı sözler kurmalarıdır" demiştir.

İbn Cerîr ile İbnu'l-Münzir'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Yüce Allah bu âyette hilmini, bağışlamasını, cömertliğini, rahmetinin ve mağfiretinin genişliğini bildirmiştir. Kişi küçük veya büyük bir günah işlediğinde, günahı göklerden, yerlerden ve dağlardan daha büyük olsa da bağışlanma dilediği zaman Yüce Allah'ı bağışlayıcı ve esirgeyici olarak bulacaktır."

İbn Cerîr, Abd b. Humeyd, Taberânî ve Beyhakî'nin Şuabu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“İsrail oğullarından biri bir günah işlediği zaman diğer günün sabahında bu günahının keffaretini kapısında yazılı bulurdu. Üzerine sidik bulaştığı zaman da temizlemek için bulaşan yeri makasla kesip atardı" dedi. Adamın biri:

“Yüce Allah, İsrâil oğullarına pek hayırlar ihsan etmiş" deyince, İbn Mes'ûd şu karşılığı verdi:

“Yüce Allah'ın size ihsan ettiği onlara ihsan ettiğinden daha hayırlıdır. Zira suyu size temizleyici kıldı ve günahlar konusunda:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır"' buyurdu."'

Abd b. Humeyd, İbn Mes'ûd'dan bildirir: Nisâ Sûresi'nden:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır" âyeti ile, "Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı" âyetini okuyup da bağışlanma dileyen kişi bağışlanır.

İbn Cerîr, Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildirir: Kadının biri Abdullah b. Muğaffel'e geldi ve fuhuş ile hamile kalan ve bundan doğan çocuğunu öldüren kadının durumunu sordu. Abdullah:

“Onun için Cehennem ateşinden başka bir şey yoktur!" karşılığını verdi. Kadın ağlayarak oradan ayrılınca, Abdullah onu geri çağırdı. Kadına:

“Senin meselen şu iki durumdan biridir" dedi ve:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır" âyetini okudu. Kadın bunu duyunca gözlerini silip gitti.

İbn Ebî Hâtim, İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevm ve'l-Leyle'de ve İbn Merdûye, Ali vasıtasıyla Ebû Bekr'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Günah işleyen kul güzelce abdest alır, kalkıp namaz kılar ve bağışlanma dilerse Yüce Allah onu mutlaka bağışlar. Zira:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır" buyurur."

Ebû Ya'lâ, Taberânî ve İbn Merdûye, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bir yerde otururken bir ihtiyaçtan dolayı kalkacağı zaman şâyet geri dönecekse oturduğu yere ayakkabısını veya üzerindeki bir şeyi bırakır öyle giderdi. Bir defasında bu şekilde oturduğu yere ayakkabısını bırakıp kalktı. Ben de bir kap su alıp peşinden gittim. Bir müddet sonra geldi, ancak hacetini gidermemişti. Gelince:

“Rabbimden bana bir elçi geldi ve:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır" dedi, Ben de bunun müjdesini ashabıma vereyim dedim" buyurdu. Daha önce nazil olan:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyeti insanlara pek ağır gelmişti. " Resûlallah! Zina edip hırsızlık yapsa sonra Rabbinden bağışlanma dilese Allah onu yine bağışlar mı?" diye sorduğumda:

“Evet, bağışlar" karşılığını verdi. Aynı şeyi bir daha sorduğumda yine:

“Evet, bağışlar" karşılığını verdi. Üçüncü defa sorduğumda ise:

“Evet! Uveymir (Ebu'd-Derdâ) istemese de bağışlar" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn:

“...Onu bir suçsuzun üzerine atarsa...'" âyetini açıklarken:

“Burada suçsuz olan kişiden kasıt Yahudidir" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Sana bilmediğini öğretmiştir..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, kıyamet gününde kullarına karşı hüccet olsun diye Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ahiret ile dünya hayatının anlamını, helal ile haramları öğretti" demiştir.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Sana bilmediğini öğretmiştir..." âyetini açıklarken:

“Hayır ile şerri öğretti" demiştir.

114

"Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da İnsanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem:

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kim sana bunları (sadaka vermeyi, iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi) gizlice konuşmak için gelirse onun bu gizli konuşmasını kabul et. Ancak bunun dışında seninle gizlice konuşmak isteyenlere engel ol ve öyle bir konuşmayı kabul etme, mânâsındadır."

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı..." âyetini açıklarken:

“Burada iyilikten kasıt, borç vermektir" dedi.

Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Ebi'd-Dünyâ, es-Samt'ta, Abdullah b. Ahmed, Zühd'de, İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî, Şuabu'l- îmân'da, Muhammed b. Yezîd b. Huneys vasıtasıyla bildiriyor: Süfyân es-Sevrî hasta iken ziyaretine gitmiştik. Beraberimizde Saîd b. Hassan el-Mahzûmî de bulunmaktaydı. Süfyân, Saîd b. Hassân el-Mahzûmî'ye:

“Bana Ümmü Salih'ten anlatmış olduğun hadisi bir daha anlat" deyince şöyle dedi:

“Salih'in kızı Ümmü Sâlih, Safiyye binti Şeybe'den o da Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanimi Ümmü Habîbe'den, Resûlullah'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir:

“İyiliği emredip kötülüğü nehyetmek ve Yüce Allah'ı hatırlatacak şeyler söylemek dışında Ademoğlunun bütün konuşmaları faydasına değil zararınadır." Muhammed b. Yezîd:

“Bu hadis ne kadar zordur" deyince, Süfyân şöyle karşılık verdi:

“Bu hadisin zorluğu nedir? Bu hadisi bir kadın diğer bir kadından nakletmiştir. Bu konuda Yüce Allah'ın, Peygamberinize (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermiş olduğu kitapta:

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur..." buyurduğunu, yine:

“Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir" buyurduğunu, yine:

“İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki, insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır" buyurduğunu işitmedin mi? Hadis de bu âyetlerin aynısıdır."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Ebû Şureyh el- Huzâî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi ya hayır söylesin, ya da sussun" buyurmuştur.

Buhârî ve Beyhakî'nin, Sehl b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim bana iki çenesi ve iki bacağı arasındaki şeyleri muhafaza etme hususunda garanti verirse ben de ona Cennet hususunda garanti veririm" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, el-Edeb'de, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların Cehenneme girmelerine en fazla sebep olan şey iki uzuvlarıdır. Bunlar da ağız ve cinsel organdır" buyurdu.

Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî, Süfyân b. Abdillah es- Sekafî'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bana öyle bir şey emret ki onunla İslam'a sımsıkı sarılayım" dediğimde:

“«Allah'a iman ettim» de ve sonra dosdoğru ol" buyurdu. Yine:

Resûlallah! Benim için en fazla korktuğun şey nedir?" diye sorduğumda, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dilinin ucunu tutarak:

“îşte budur" karşılığını verdi.

Beyhakî, Ebû Amr eş-Şeybânî'den bildiriyor: Bu evin sahibi (Abdullah b. Mes'ûd) bana şöyle anlattı:

Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hangi amel üstün ameldir?" diye sorduğumda:

“Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Yine:

Resûlallah! Bundan sonra hangi ameldir?" diye sorduğumda:

“Anne babaya karşı iyi davranmaktır" buyurdu. Yine:

Resûlallah! Bundan sonra hangi ameldir?" dediğimde ise:

“İnsanların senin dilinden emin olmasıdır" karşılığını verdi ve sustu. Eğer sormaya devam etseydim cevap vermeye devam edecekti.

Tirmizî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ukbe b. Âmir der ki:

Resûlallah! Kurtuluş nedir?" diye sorduğumda:

“Diline sahip ol, evin seni sığsın (sana dar gelmesin) ve hatalarını hatırladığında ağla" karşılığını verdi.

Buhârî, Târih'te İbn Ebi'd-Dünyâ, es-Samt'ta ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Esved b. Asram el-Muhâribî der ki:

Resûlallah! Bana tavsiyede bulun" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Diline sahip olabilir misin?" buyurdu. Ona:

“Dilime sahip olamazsam neye sahip olabilirim ki" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eline sahip olabilir misin?" diye sorunca:

“Elime sahip olamazsan neye sahip olabilirim ki" karşılığını verdim. Bunun üzerine:

“O zaman dilin iyilikten başka bir şey söylemesin. Elin de hayır işlerinden başka bir şeye uzanmasın" buyurdu.

Beyhakî, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Bize bildirilene göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Konuştuğu zaman kazanan ve sustuğunda selamette olan kuluna Allah merhamet etsin" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa (peş peşe):

“Konuştuğu zaman kazanan ve sustuğunda selamette olan kuluna Allah merhamet etsin" buyurdu.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Safa tepesine çıkıp:

“Ey dil! Hayır konuş ve kazan veya pişman olmadan önce susup da selamette ol" dedi. Oradakiler:

“Ey Ebû Abdirrahman! Bu senin kendinden söylediğin bir şey mi yoksa işittiğin bir şey mi?" diye sorduklarında:

“Hayır, benim söylediğim bir şey değildir. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Âdemoğlunun hatalarının çoğu dilinden dolayıdır» buyurduğunu işittim" karşılığını verdi.

Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: İbn Abbâs'ın, dilinin ucunu tutarak:

“Ey dil! Hayırlı şeyler söyle kazan veya kötü söyleyip de pişman olmadan önce sus" dediğini gördüm. Bir kişi kendisine:

“Hayırdır, dilinin ucunu tutarak şöyle şöyle dediğini görüyorum" deyince:

“Bana nakledildiğine göre kul kıyamet gününde en fazla diliyle işlemiş olduğu günahlara pişman olacaktır" karşılığını verdi.

Ebû Ya'la ve Beyhakî'nin, Enes b. Mâlik'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim kurtuluşa ermeyi isterse daima az konuşsun" buyurmuştur.

Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zer ile karşılaştı ve ona:

“Ey Ebû Zer! Sana, yapılması kişiye hafif gelen ancak Mizan'da her şeyden ağır olan iki haslet söyleyeyim mi?" diye sorunca, Ebû Zer:

“Söyle, yâ Resûlullah!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sürekli güzel ahlâklı ol ve az konuş. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, insanların bundan daha güzel yapabileceği bir şey yoktur" buyurdu.

Beyhakî, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

Resûlallah! Bana tavsiyede bulun" dediğimde:

“Sana Allah'tan korkmayı tavsiye ediyorum. Çünkü bu, yapacağın bütün amellerin en güzelidir" buyurdu. Ben:

“Arttır" dediğimde:

“Sürekli Kur'ân oku ve Allah'ı zikret. Zira bu senin için gökyüzünde (melekler tarafından) anılma, yeryüzünde ise bir nurdur" buyurdu. Ben yine:

“Arttır" dediğimde:

“Çoğu zaman sükût et. Bu, şeytanı uzaklaştırır ve sana din işlerinde yardımcı olur" buyurdu. Ben yine:

“Arttır" deyince:

“Çok gülmekten sakın, çünkü çok gülmek kalbi öldürür ve yüzdeki nuru yok eder" buyurdu. Ben bir daha:

“Arttır" deyince:

“Acı da olsa gerçeği söyle" buyurdu. Ben bir daha:

“Arttır" dediğimde:

“Allah için, kınayanın kınamasından korkma" buyurdu. Ben yine:

“Arttır" deyince:

“Kendi ayıplarınla meşgul olman, insanların kusurlarıyla uğraşmana mani olsun" buyurdu.

Beyhakî'nin, Rekb el-Mısrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Bildiğiyle amel edip malının fazlasını infak eden ve gereksiz sözlerden sakınan kişiye ne mutlu" buyurmuştur.

Tirmizî ve Beyhakî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İnsan sabahladığı zaman bedenindeki bütün azalar dile yalvararak: «Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilirsen biz de eğriliriz» derler. "

Ahmed, Zühd'de ve Beyhakî, Zeyd b. Eslem'den, o da babasından bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Ebû Bekr'in dilini uzattığını görüp:

“Ne yapıyorsun ey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halifesi?" diye sorunca, Ebû Bekr şöyle dedi:

“Beni belalara sokan budur (dilimdir). Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bedende dilin günahlarından şikayetçi olmayan tek bir organ yoktur» buyurmuştur."

Beyhakî'nin, Ebû Cuhayfe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah'ın en sevdiği amel hangisidir?" diye sorunca sahabeler sustu ve kimse bir cevap vermedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dili muhafaza etmektir" buyurdu.

Beyhakî'nin, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanın suskun kalması (az konuşması) altmış yıl ibadet etmesinden daha üstündür" buyurdu.

Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî, Muâz b. Cebel'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Tebuk gazvesinde idik. Bir rüzgar çıkmış ve bütün insanları dağıtmıştı. Ben etrafıma bakındığımda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) herkesten daha yakın bir yerde olduğumu gördüm. Kendi kendime:

“Bugün Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yalnızlığından faydalanacağım" dedim ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yaklaşıp:

Resûlallah! Bana, beni Allah'a yaklaştıracak —veya:

“Beni Cennete sokup— Cehennemden uzaklaştıracak bir amel öğret" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen çok büyük bir şey istedin. Ancak Allah bunu kime kolaylaştırırsa onun için kolay bir şey olur. Sen, Allah'a ibadet et ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Farz namazları kıl ve zekatını ver. Hac vazifesini yerine getir ve Ramazan orucunu tut. Dilersen sana hayır kapılarını da göstereyim" buyurdu. Ben:

“Göster, yâ Resûlullah!" deyince:

“Oruç bir kalkan, sadaka günahların kefaretidir. Kulun Allah rızasını gözeterek gece ibadetine kalkması da günahların kefaretidir" buyurdu ve:

“Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar'" âyetini okudu.

Sonra:

“Dilersen sana işin başını, direğini ve zirvesini söyleyeyim" buyurdu. Ben:

“Olur söyle, yâ Resûlullah!" deyince:

“Her işin başı İslam, direği ise namazdır. Zirvesi ise cihaddır. Dilersen sana bunların en önemlisini haber vereyim" buyurdu. Ben:

“Nedir yâ Resûlullah!" diye sorunca parmağıyla ağzını işaret etti. Bunun üzerine:

“Her konuştuğumuz şeyden dolayı hesaba çekilecek miyiz?" dediğimde:

“Annen sensiz kala ey Muâzl İnsanları Cehenneme yüzüstü düşürecek şey, dillerinin söylemiş olduğu kötü şeylerden başka bir şey midir? Senin konuştuğun ya lehine, ya da aleyhine değil midir?" buyurdu.

Beyhakî'nin, Şuab'da, Mekhûl'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda Muâz'a:

“Sustuğun müddetçe selamettesin. Konuştuğunda ya lehinedir, ya da aleyhinedir" buyurmuştur.

Beyhakî, Atâ b. Ebî Rebâh'tan bildiriyor: Sizden öncekiler, Allah'ın Kitab'ını okumak, iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ve geçinmek için gerekli olan konuşmanın dışındaki konuşmaları boş laflardan sayarlardı. Sağınızda ve solunuzda oturmuş olan, her konuşulanı yazan, koruyucu ve hazır bulunan Kirâmen Kâtibin meleklerini hatırlıyor musunuz? Sizden biriniz günün ortasını geçirir de o gün daha âhiret için bir amel işlememişse sahifesinin açılmasından utanç duymaz mı?

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Enes b. Mâlik:

“Kişi diline sahip olmadıkça Allah'tan hakkıyla korkmuş sayılmaz" demiştir.

Ahmed'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili de doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Komşusu şerrinden emin olmadıkça Cennete de giremez" buyurdu.

Abdullah b. Ahmed, Zühd'de ve Hakîm et-Tirmizî'nin, Nevâdiru'l-Usûl'da bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ şöyle demiştir:

“Yüce Allah'ın, mümin kişinin uzuvlarından en fazla sevdiği dilidir ve onunla onu Cennete sokar. Kâfir kişinin de uzuvlarından en fazla nefret ettiği dilidir ve onunla onu Cehenneme sokar."

Ahmed'in, Zühd'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs:

“Seni ilgilendirmeyen şeyi konuşma ve dirhemlerini koruduğun gibi dilini (kötü söylemekten) koru" demiştir.

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî:

“Kıyamet gününde en çok günahkâr olan kişiler, Allah'a masiyet konusunda çok konuşan kişilerdir" dedi.

Ahmed'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Hatası en çok olan insanlar, en çok batıl şeyler konuşanlardır" dedi.

Ahmed'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki yeryüzünde dilden başka uzun bir süre hapsedilmesi gerekli olan bir şey yoktur" demiştir.

İbn Adiy'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şey dışında yalan caiz değildir. Bunlar da kişinin hanımını razı etmesinde, savaşta ve insanların arasını düzeltmekte söylenen yalanlardır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Nevvâs b. Sem'ân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şey dışında yalan caiz değildir. Bunlar da savaşta düşmanı aldatmak için, kişinin hanımını razı etmesi için ve iki kişiyi barıştırmak için söylenen yalanlardır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Esmâ binti Yezîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Üç şey dışında yalan caiz değildir. Kişi hanımının kendisinden razı olması için, insanların arasını düzeltmek için ve savaşta düşmanı aldatmak için yalan söyleyebilir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanın hiçbir ameli sadakadan, dargınları barıştırmaktan ve güzel ahlâktan daha üstün değildir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“En güzel sadaka, dargınları barıştırmaktır" buyurmuştur.

Beyhakî, Ebû Eyyûb'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Ey Ebû Eyyûb! Yüce Allah'ın sevabı ne ile büyüttüğünü ve ne ile günahları sildiğini haber vereyim mi? İnsanların arasında fitne ve fesat olursa onların aralarını düzeltmek için uğraşmandır. Allah bu sadakanın yapılmasını sever" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve Beyhakî'nin Ümmü Gülsüm binti Ukbe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İnsanların arasını düzeltmek için gerçeğe bir şeyler ekleyen veya hayırlı şeyler söyleyen kişi yalancı değildir" buyurmuştur. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), insanların yalan söylemesine sadece üç şekilde ruhsat verdiğini işittim. Bunlar savaşta, insanların arasını düzeltmek için ve kocanın karısını veya karının kocasını idare etmesi için söylenen yalanlardır.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Size derece olarak oruçtan, namazdan ve sadakadan daha üstün olan şeyi haber vereyim mi?" diye sorduğunda, ashâb:

“Evet ver" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dargın olan insanları barıştırmaktır" buyurdu ve:

“İnsanların arasını bozmak ise iyilikleri alıp götürür" diye ekledi.

Beyhakî, Ebû Eyyûb'dan bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Ey Ebû Eyyûb! Yapılmasıyla Allah ve Resulünü razı edecek bir sadakayı sana haber vereyim mi?" diye sorunca:

“Olur ver" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Araları bozulan insanların arasını düzeltmek ve araları açılıp birbirlerinden uzaklaşanların aralarını bulup birbirlerine yaklaştırmaktır" buyurdu.

Bezzâr'ın, Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Eyyûb'a:

“Ey Ebû Eyyûb! Sana kazançlı bir ticareti haber vereyim mi?" diye sorunca, Ebû Eyyûb:

“Olur ver" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Araları bozulan insanların arasını düzeltmen ve araları açılıp birbirlerinden uzaklaşanların aralarını bulup birbirlerine yaklaştırmandır" buyurdu.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Habîb b. Ebî Sâbit'ten bildiriyor: Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ile beraber otururken adamın biri geldi. Çevredekiler ona:

“Neredeydin?" diye sordu. Adam:

“Araları bozuk olan bazı kişilerin arasını düzelttim" cevabını verince, Abdullah b. Ka'b:

“Mücahitlerin ecri gibi ecir aldın" dedi ve:

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur..." âyetini okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa..." âyetini açıklarken:

“Burada sadaka vermek, borç vermek ve araları bozuk olan insanların arasını düzeltmek kastedilmektedir" dedi.

Ebû Nasr es-Siczî, el-İbâne'de, Enes'ten bildiriyor: Bedevinin biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

“Ey Bedevi! Yüce Allah bana Kur'ân'da:

“Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz'" âyetini indirdi. Ey bedevi! Büyük mükâfattan kasıt Cennettir" buyurdu. Bunun üzerine Bedevi:

“Bizi İslam'a eriştiren Allah'a hamd olsun" dedi.

115

"Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Muâviye beni çağırıp:

“Kardeşin oğluna biat et" deyince:

“Ey Muâviye!" dedim ve:

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!"' âyetini okudum. Bunun üzerine sustu ve bana başka bir şey söylemedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Döndüğü yöne döndürürüz..." âyetini açıklarken:

“Burada batıl ilahlar kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in Mâlik'ten bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz şöyle derdi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve sonrasındaki Raşit halifeler sünnetler kılmışlardır. O sünnetlere uymak demek Allah'ın Kitab'ını tasdik etmek, tam mânâsıyla Allah'a itaat etmek ve Allah'ın dinini kuvvetlendirmek demektir. Bunları kimse değiştiremez ve bunlara muhalif olan şeylere uyamaz. Bu sünnetlere uyan kişi, hidayete ermiş ve onunla yardım isteyene yardım edilmiş olur. Kim de sünnetlere muhalif olup müminlerin yolundan başka bir yolda giderse Allah da onu dönmüş olduğu yöne döndürüp Cehenneme sokar. Orası ne kötü bir dönüş yeridir."

Tirmizî ve Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sifât'ta, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah bu ümmeti asla sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın koruma ve muhafazası cemaatle beraberdir. Kim cemaatten ayrılırsa Cehenneme gitmiş olur" buyurdu.

Tirmizî ve Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah ümmetimi - veya: bu ümmeti— sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın koruma ve muhafazası cemaatle beraberdir" buyurdu.

 116

Muhakkak ki Allah, kendine ortak koşanları bağışlamaz. Bu günahdan başkasını, dilediği kimseden mağfiret buyurur (bağışlar). Kim Allah’a eş (ortak) koşarsa, şüphesiz çok uzak bir sapıklığa sapmıştır.

117

Bkz. Ayet:119

118

Bkz. Ayet:119

119

"Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar. Böylece ancak inatçı şeytana tapmış olurlar. Allah onu lanetlemiş, o da şöyle demişti: «Celalin hakkı için kullarından belirli bir kısmını alacağım. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım, mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.» Ayrıca her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!"

Abdullah b. Ahmed, Müsned'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Diyâ, el- Muhtâre'de bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar...'" âyetini açıklarken:

“Her putla beraber dişi bir cin vardır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar..." âyetini açıklarken:

“Burada Lât, Uzza ve Menât kastedilmektedir. Bunların hepsi de dişidir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar..." âyetini açıklarken:

“Burada dişi olarak adlandırdıkları Lât, Menât ve Uzza kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar..." âyetini açıklarken:

“Burada ölüler kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken:

“Burada dişilerden kasıt, kuru taş veya kuru ağaçlar gibi cansız ve ölü olan her şeydir" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Yalnız dişilere..." ifadesini açıklarken:

“Burada ölü olan cansız şeyler kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) şöyle dedi: Arap kabilelerinden her kabilenin:

“Filan kabilenin dişisi" diye adlandırdıkları dişi bir putu vardı. Bu sebeple Yüce Allah:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar..." âyetini indirdi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Müşrikler:

“Melekler Allah'ın kızlarıdır ve biz onlara bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz" dediler. Müşrikler onları Rab edinip kadın kılığında tasvir ederek onlara kolyeler gerdanlıklar taktılar ve melekleri kastederek:

“Bunlar kendisine ibadet ettiğimiz Allah'ın kızlarına benziyorlar" dediler.

Abd b. Humeyd'in Kelbî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve:

“Her putla bir dişi şeytan vardır" derdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Yalnız dişilere..." ifadesini açıklarken:

“Burada sadece putlar kastedilmektedir" dedi.

Ebû Ubeyd, Fedâilu'l-Kur'ân'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin, Mesâhifte bildirdiğine göre Hazret-i Âişe bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr'in lafzında ise rivayet şöyledir:

“Bu âyet Hazret-i Âişe'nin Mushaf'ında: (.....) şeklindedir."

Hatîb'in, Târih'te Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okudu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...Böylece ancak... şeytana tapmış olurlar"' âyetini açıklarken:

“Burada İblis kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân:

“...Böylece ancak... şeytana tapmış olurlar" âyetini açıklarken:

“Hiç bir putun içinde mutlaka bir şeytan vardır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“İnatçı" ifadesini açıklarken:

“(Şeytan) Allah'a masiyette inatlaşmıştır" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân:

“...O da şöyle demişti:

“Celalin hakkı için kullarından belirli bir kısmını alacağım..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu İblis'in söylemiş olduğu şeydir. O: «Her bin kişiden dokuzyüzdoksan dokuz kişiyi Cehenneme alıp bir kişiyi de Cennete bırakacağım» demektedir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...O da şöyle demişti:

“Celalin hakkı için kullarından belirli bir kısmını alacağım..." âyetini açıklarken:

“Onlar putları ilah edinerek şeytanın taraftarı olurlar" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Belirli bir kısmını alacağım..." âyetini açıklarken:

“Burada belli bir sayı kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes:

“...O da şöyle demişti:

“Celalin hakkı için kullarından belirli bir kısmını alacağım..." âyetini açıklarken:

“Her bin kişiden dokuzyüz doksandokuz kişi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar..." âyetini açıklarken:

“Bu, İblis'in bahîre ve sâibe gibi kendilerine koymuş olduğu dini kurallardır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Hayvanların kulaklarını yaracaklar..." âyetini açıklarken:

“Tâğutları için bahîre ve şaibelerin kulaklarını keserlerdi" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Hayvanların kulaklarını yaracaklar..." âyetini açıklarken:

“Hayvanların kulaklarının kesilmesi kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Hayvanların kulaklarını yaracaklar..." âyetini açıklarken:

“Müşriklerin hayvanın kulaklarını yarıp ona bahîre adını takarak tağutlarına adamalarıdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs kısırlaştırmayı çirkin bir şey olarak gördü ve:

“Bu konuda:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyeti nâzil oldu" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik kısırlaştırmayı çirkin bir şey olarak gördü ve:

“Bu konuda:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler...'" âyeti nâzil oldu" dedi. Abdurrezzâk'ın lafzı ise:

“Kısırlaştırmak Allah'ın yarattığını değiştirmek sayılır" şeklindedir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Hayvanları kısırlaştırmak müsledir" dedi ve:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini okudu.

Âdem, Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin, Sünen'de değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada iğdiş etmek kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) atları ve diğer hayvanları iğdiş etmeyi yasakladığını söyleyerek:

“Zira onda neslin çoğalması vardır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir canlıyı hedef yaparak öldürmeyi ve havanları iğdiş etmeyi yasaklamıştır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Beyhakî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer şöyle der: Ömer b. el-Hattâb, hayvanları iğdiş etmeyi yasaklar ve:

“Neslin çoğalması ancak erkeklikle değil midir?" derdi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şubeyi der ki: Şehr b. Havşeb:

“...Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini okudu ve:

“İğdiş etmek de bunun içindedir" dedi. Ebu't-Teyyâh'a, Hasan(-ı Basrî)'ye koyunların iğdiş edilmesini sormasını istedim. Bu konu da Hasan:

“Bunda bir sakınca yoktur" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:

“...Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada iğdiş etmek kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer iğdiş etmeyi çirkin görür ve:

“Çünkü yaratıkların çoğalması bu yolla olur" derdi.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime iğdiş etmeyi çirkin gördü ve:

“Bu konuda:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyeti indi" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Urve kendisinin olan bir katırı iğdiş etmiştir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvus kendisinin olan bir deveyi iğdiş etmiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Sîrîn'e damızlıkların iğdiş edilmesi sorulunca:

“Bunda bir sakınca yoktur. Eğer damızlıklar iğdiş edilmezlerse birbirlerini yerlerdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Hayvanları iğdiş etmekte bir sakınca yoktur" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Saîd b. Abdillah b. Busr:

“Ömer b. Abdilazîz bize atları iğdiş etmemizi emretti. Ancak Abdulmelik b. Mervân bunu yasakladı" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh)'a damızlık hayvanın iğdiş edilmesi sorulduğunda ısırması ve arsız olması durumunda kısırlaştırmada bir sakınca görmediğini söyledi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada Allah'ın dini kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“...Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken der ki:

“Burada Allah'ın dini kastedilmektedir. "...Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur..."buyruğunda da Allah'ın dini kastedilmektedir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehaî):

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada Allah'ın dini kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada Allah'ın dini kastedilmektedir" dedi.

Abdurrezzâk, Âdem, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler...'" âyetini açıklarken:

“Burada Allah'ın dini kastedilmektedir" dedi ve:

“Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur..." âyetini okudu.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Burada dövme yapmak kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Allah; dövme yapanları, güzellik için ön dişlerinin arasını açanları, yüzündeki kılları yolduranları ve Allah'ın yaratmış olduğu hilkati değiştirenleri lanetlemiştir" dedi.

Ahmed'in bildirdiğine göre Reyhâne der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu on şeyi yasaklamıştır: Ön dişlerin törpülenerek inceltilmesini, dövme yaptırmayı, (yüzdeki) tüylerin yolunmasını, aralarında bir örtü olmaksızın erkeğin erkekle (çıplak bir şekilde) yatmasını, aralarında bir örtü olmaksızın kadının kadınla (çıplak bir şekilde) yatmasını, kişinin elbiseleri altına ipek ekleyerek Acemlere benzemesini, Acemler gibi kişinin omuzlarına ipek koymasını, mal yağmalamayı, kaplan postu üzerine oturmayı ve idareci olmadığı halde (mühürlü) yüzük takınmayı."

Ahmed'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle dedi:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüz boyayan, boyatan, dövme yapan, yaptıran, saçına ek yapan ve yaptıran kadına lanet etmiştir."

Ahmed ve Müslim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), saçına ek yaptıran kadını azarlamıştır.

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Ensâr'dan bir kız evlendi ve saçları döküldü. Saçlarına ek yapma konusunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorunca, Allah Resûlü:

“Allah saç ekleyene de, ekletene de lanet etmiştir" buyurdu.

Ahmed, Buhârî ve Müslim, Esmâ binti Ebû Bekr'in şöyle dediğini bildirir: Bir kadın, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

Resûlallah! Yeni evlenen bir kızım kızamık oldu ve saçları döküldü. Ona saç ekleyebilir miyim" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah saç ekleyene de, ekletene de lanet etmiştir" buyurdu.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim bildirdiğine göre Katâde:

“...Mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." âyetini açıklarken:

“Bazı cahil topluluklara ne oluyor da Allah'ın yarattığını ve şeklini değiştiriyorlar!" dedi.

120

Şeytan onlara vadeder, onları uzun emel ve kuruntulara düşürür, Şeytanın kendilerine vaad ettikleri aldatmadan başka bir şey değildir.

121

İşte onların varacakları yer Cehennemdir ve ondan kurtuluşa hiç bir çare bulamayacaklardır.

122

"İnanıp yararlı İşler yapanları, Allah'ın gerçek bîr sözü olarak, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içinden ırmaklar vardır?"

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamıdır" dedi.

Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Gelecek her şey yakın olandır. Bilin ki, uzak olan her şey gelmeyecek olandır. Bilin ki, Yüce Allah hiç kimsenin acele etmesiyle acele etmez. İnsanların istedikleri kendisi için önemli değildir. İnsanların değil, Allah'ın dilediği olur. Allah bir şey ister, insanlar da başka bir şey ister. Ama insanlar istemese de Allah'ın dilediği olur. Sözlerin en doğrusu Allah'ın Kitabı'dır. Hidâyetlerin en güzeli Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her sonradan çıkarılan bidattir. Her bidat ta dalalettir. Kalbe bırakılan en hayırlı şey yakîndir. En hayırlı zenginlik gönül zenginliğidir. En hayırlı ilim faydalı olan ilimdir. En hayırlı yol tâbi olunan yoldur. Az olup yeten çok olup oyalayandan daha hayırlıdır. Kişinin sonunda gideceği yer dört arşınlık bir yerdir. İnsanları usandırmayın ve bıkkınlığa düşürmeyin. Her nefsin dinç ve doğruya yöneleceği durumlar olduğu gibi bıkkınlık gösterip sırt çevireceği durumlar da vardır. En kötü rivayet, yalan yere yapılan rivayettir. Yalan kişiyi fücura, fücûr da ateşe götürür. Doğru söylemeye bakınız. Doğruluk kişiyi iyiliğe, iyilik de kişiyi Cennete götürür. Bu durumdan ibret alınız. Bu iki gruptan biriyle karşılaşıldığında doğruya:

“Doğru söyledi ve iyi oldu" denilir. Yalancıya ise:

“Yalan söyledi ve fâcir oldu" denilir. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul devamlı doğru söyler ve sonunda doğrulardan yazılır. Yine kul devamlı yalan söyler ve sonunda yalancılardan yazılır" buyurduğunu işittik.

Bilin ki, ne ciddi olarak, ne de şaka olarak yalan söylemek caiz değildir. Yine sizden birinin oğluna söz verip tutmaması caiz değildir. Sakın Ehl-i Kitâb'a bir şey sormayınız. Çünkü onların üzerinde uzun bir zaman geçti ve kalpleri katılaşıp dinlerinde bidatlar çıkardılar. Eğer mutlaka soracaksanız verdikleri cevaplardan kitabınıza uygun olanı alınız, kitabınıza ters düşeni ise almayınız ve bu konuda söz söylemeyiniz. Bilin ki, boş olan ev içinde Allah'ın Kitâb'ından bir şey olmayan evdir. İçinde Allah'ın Kitâb'ından bir şey olmayan ev, onu inşa edecek kimsenin bulunmadığı harabe ev gibidir. Şeytan, içinde Bakara Sûresinin okunduğu evden çıkar.

Beyhakî, Delâil'de, Deylemî ve İbn Asâkir, Ukbe b. Âmir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Tebuk gazvesine gitmiştik. Tebuk'e bir günlük mesafede iken konakladık. Bir gece uyumuştuk ve güneş bir mızrak boyu çıkana kadar uyanamamıştık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Bilal! Sana fecir vakti bizi uyarmanı söylemedim mi?" diye sorunca, Bilal:

Resûlallah! Senin gibi ben de uyuyakalmışım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan yakın bir yere gitti ve namaz kıldı. Sonra hızlı bir şekilde bir gün bir gece yol aldık ve Tebuk'e ulaştık. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'a yakışır bir şekilde hamdü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“En doğru söz Allah'ın Kitabı, en sağlam bağ takva sözüdür. En hayırlı millet İbrahim'in (aleyhisselam) milleti, en hayırlı sünnet Muhammed'in sünnetidir. En üstün söz Allah'ı zikretmek, en güzel kıssa Kur'ân'dır. İşlerin en hayırlısı severek yapılan şeylerdir. En kötüsü de bidatlerdir. Hidayetin en güzeli peygamberlerin gösterdiği yol, en güzel ölüm şehit olarak ölmektir. En kötü körlük hidayetten sonra delalete düşmektir. En hayırlı ilim faydalı olan ilim, en hayırlı yol tâbi olunan yoldur. En kötü körlük kalbin körlüğüdür. Veren el alan elden üstündür. Az olup yeten çok olup oyalayandan daha hayırlıdır. En kötü mazeret ölüm anında ileri sürülen mazeret, en kötü pişmanlık kıyamet günündeki pişmanlıktır. Bazı insanlar namazı vaktin sonunda kılar, kimisi de Allah'ı ancak hastalık (sıkıntılı) anında zikreder. Dilin en büyük günahı yalan söylemesidir. En güzel zenginlik gönül zenginliği, en hayırlı azık takvadır. Hikmetin başı Yüce Allah'tan korkmaktır. Kalplere yerleşen en hayırlı şey yakin, şüphe etmek ise küfürdür. Ölü arkasından ağıt yakmak cahiliye adetlerindendir. Ganimet malına hıyanet etmek Cehennemde kendine yer hazırlamak, mal biriktirmek ise dağlamadır. Şiir İblis'in zurnası, içki kötülüklerin tümüdür. Kadınlar şeytanın ipi, gençlik de delilikten bir parçadır. En kötü kazanç faiz kazancı, en kötü yemek yetim malı yemektir.

Mutlu, başkasının durumundan ibret alan, bedbaht, annesinin karnında bedbaht olandır. Kişinin sonunda gideceği yer dört arşınhk bir yerdir. Önemli olan kişinin son ameli olduğu gibi en geçerli ameli de son amelidir. En kötü rivayet yalan rivayettir. Gelen her şey yakındır. Mümine sövmek günah, öldürmek küfür, etini yemek (gıybet etmek) Allah'a masiyettir. Malı da kanı gibi haramdır. Kim yalan yere yemin ederse Allah onun yalanını açığa çıkarır. Kim başkasının kusurunu affederse kendi kusuru da affedilir. Kim iffetli olursa Allah onun ailesini de iffetli kılar. Kim öfkesini yenerse Allah ona ecrini verir. Kim de bir musibete karşı sabrederse Allah ona bu musibeti bir şekilde telafi eder. Kim gösteriş için amel ederse, Allah (kıyamet gününde) onun gösteriş ettiğini herkese gösterir. Kim de sabrederse Allah ona kat kat sevap verir, kim de Allah'a asi olursa Allah onu azaplandırır." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uç defa:

“Allahım! Beni ve ümmetimi bağışla" dedi ve:

“Allah'tan sizin ve benim için bağışlanma dilerim" diye dua etti.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd hutbesinde:

“Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamıdır" dedi ve devamla bir önceki hadisi zikretti.

123

"İş, ne sîzin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bîr dost ne de bîr yardımcı bulabilir."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Araplar:

“Tekrar diriltilmeyeceğiz ve hesaba çekilmeyeceğiz" dediler. Yahudiler ve Hıristiyanlar da:

“Yahudi veya Hıristiyan olmayan kimse elbette cennete girmeyecek" ve:

“Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“iş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyetini indirdi.

Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mesrûk'tan bildirdiğine göre Müslümanlar ve Ehl-i Kitâb'dan olanlar tartıştılar. Müslümanlar:

“Bizim yolumuz sizin yolunuzdan daha doğrudur" dediler. Ehl-i Kitâb da:

“Hayır, bizim yolumuz sizin yolunuzdan daha doğrudur" deyince:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir"' âyeti indi ve Müslümanlar Ehl-i Kitab'a üstün geldiler.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki: Hıristiyanlar ve Müslümanlar birbirlerine üstünlük taslayarak her biri diğerine:

“Biz sizden daha üstünüz" deyince:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyeti indi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize bildirilene göre Müslümanlar ve Ehl-i Kitâb birbirlerine üstünlük tasladılar. Ehl-i Kitâb:

“Bizim Hazret-i Peygamber sizin Peygamberinizden önce gönderilmiştir. Kitabımız da kitabınızdan önce gönderilmiştir. Allah katında biz sizden daha öncelikliyiz" dediler. Müslümanlar da:

“Biz Allah katında sizden daha öncelikliyiz. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamberlerin sonuncusudur. Kitabımız da daha önceki kitapları hükümsüz bırakmıştır" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“iş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir. Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez. İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yönelen ibrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhîm'i dost edinmişti" âyetlerini indirdi. Bu şekilde Müslümanlar Ehl-i Kitâb'dan olanlara ve kendilerine karşı övünenlere karşı galip geldiler.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Müslümanlardan, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan bazıları bir araya geldiler. Yahudiler, Müslümanlara:

“Biz sizden daha üstünüz. Dinimiz dininizden önce, kitabımız kitabınızdan önce ve (Mûsa) Peygamber, Peygamberinizden önce gönderilmiştir. Biz İbrâhîm'in (aleyhisselam) dini üzereyiz. Cennete de sadece Yahudi olan girecektir" dediler. Hıristiyanlar da aynı şeyi söyleyince, Müslümanlar dediler: ki "Kitabımız, kitabınızdan sonra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamberinizden sonra ve dinimiz dininizden sonra gönderilmiştir. Sizlere de bulunduğunuz durumu terk edip bize uymanız emredilmiştir. Biz sizden daha üstünüz. Biz İbrâhîm'in (aleyhisselam), İsmâil'in (aleyhisselam) ve İshâk'ın (aleyhisselam) dini üzereyiz. Cennete de ancak bizim dinimizden olan girecektir." Yüce Allah Müslümanların ve Ehli Kitaâb'ın söylediklerine:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir'" âyetiyle cevap verdi. Sonra müslümanların onlardan daha üstün olduğunu bildirerek:

“Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhîm'i dost edinmişti" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in, Ubeyd b. Süleyman vasıtasıyla bildirdiğine göre Dahhâk der ki:

“Kitap ehli aralarında tartıştılar ve Yahudiler:

“Kitabımız, kitapların ilki ve hayırlısı, Peygamberimiz, Peygamberlerin hayırlısıdır" dediler. Hıristiyanlar da aynı şeyi söyleyince, Müslümanlar şöyle dediler:

“İslam'dan başka din yoktur. Kitabımızda bütün kitapları neshetmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamberlerin sonuncusudur. Bize, kitabımızla amel etmemiz, kitabınıza da iman etmemiz emredilmiştir. Yüce Allah:

“iş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyetiyle aralarında hüküm vermiş, sonra:

“Allah'a teslim edip, hakka yönelen ibrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhîm'i dost edinmişti" âyetiyle de dinler arasında hangi dinin daha üstün olduğunu bildirmiştir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Cuveybir vasıtasıyla bildirdiğine göre Dahhâk şöyle dedi: Din sahibi olanlar dinleriyle övünürken Yahudiler şöyle dedi:

“Kitabımız, kitapların en hayırlısı ve Allah katında en değerli olanıdır. Allah katında peygamberlerin en değerlisi Peygamber Musa'dır. Çünkü Allah onunla baş başa buluşup gizlice konuşmuştur. Dinimiz en hayırlı dindir." Hıristiyanlar:

“İsa (aleyhisselam) peygamberlerin sonuncusudur. Allah ona Tevrat'ı ve İncil'i indirdi. Eğer Muhammed kendisine yetişmiş olsaydı ona uyardı. Dinimiz en hayırlı dindir" dediler. Mecusiler ve Arap kâfirler:

“Dinimiz dinlerin ilki ve en hayırlısıdır" dediler. Müslümanlar ise:

“Allah'ın Resûlü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamberlerin sonuncusu ve bütün peygamberlerin efendisidir. Kur'ân, Allah katından indirilen son kitaptır ve bütün kitapların emiridir. İslam da bütün dinlerden daha hayırlıdır" dediler. Yüce Allah:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir"' âyetiyle Yahudilerin, Hıristiyanların, Mecusi ve kâfir Arapların aralarında hüküm vermiş, sonra:

“Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah ibrahim'i dost edinmişti" âyetiyle dinler arasında islam dininin daha üstün olduğunu bildirmiştir.

İbn Cerîr'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: Yahudiler:

“Kitabımız, kitapların en hayırlısıdır ve sizin kitaplarınızdan önce inmiştir. Hazret-i Peygamber de, Peygamberlerin en hayırlısıdır" dediler. Hıristiyanlar da aynı şeyi söyleyince, Müslümanlar:

“Kitabımız bütün kitapları neshetti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, peygamberlerin sonuncusudur. Size de bize de kitabınıza iman edip, kitabımıza uymak emredildi." dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyetiyle din sahipleri arasında hüküm vermiş, sonra:

“Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhîm'i dost edinmişti" âyetini indirmiştir.'

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Salih şöyle dedi: Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar bir yerde oturup birbirlerine:

“Biz sizden daha üstünüz" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir'" âyetini indirdi. Sonra Müslümanlara has olarak:

“Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler..." âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“iş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir..." âyetini açıklarken:

“Burada Kureyşliler ve Ka'b b. el-Eşref kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:

“İman, ne güzel görünmek, ne de temenni etmekledir. İman, kalpte halis olan şeyden ve amelin onu tasdik etmesinden ibarettir."

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yahudiler ve Hıristiyanlar:

“Bizden başka kimse Cennete girmeyecektir" dediler. Kureyşliler ise:

“(Öldükten sonra) tekrar diriltilmeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyetini indirdi. Burada kötülükle şirk kastedilmektedir.

Ahmed, el-Adenî, Hennâd, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, Ebû Ya'la, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân, İbnu's-Sünnî, Amelu'l-Yevmu ve'l- Leyle'de, Hâkim, Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da ve Diyâ, el-Muhtâre'de Ebû Bekr es-Sıddîk'den bildirir:

Resûlallah! "İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır....'" âyetinden sonra her yaptığımız suçun cezasını göreceksek nasıl kurtuluşa ulaşırız?" diye sorduğumda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah seni bağışlasın ey Ebû Bekri Sen hasta olmuyor musun? Hiç dertlenmiyor musun? Hiç üzülmüyor musun? Sıkıntılara maruz kalmıyor musun?" buyurdu. Ben:

“Evet" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar gördüğünüz cezalardır" karşılığını verdi.

Ahmed, Bezzâr, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Hatîb, el-Muttefik ve'l- Mufterik'de, İbn Ömer'den naklen bildirdiğine göre Hazret-i Ebû Bekr der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Günah işleyen (mümin) kişi cezasını dünyada çeker" buyurdu.

İbn Sa'd, Hakîm et-Tirmizî, Bezzâr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Ömer asılmış olan Abdullah b. Zübeyr'i görünce:

“Allah sana merhamet etsin ey Ebû Hubeyb! Baban Zübeyr'in şöyle dediğini işittim:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Günah işleyen (mümin) kişi cezasını dünyada çeker» buyurdu" dedi.

Abd b. Humeyd, Tirmizî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Bekr es- Sıddîk der ki:

“Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyeti indi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Bana inen bir âyeti sana okuyayım mı?" diye sorunca:

“Oku, yâ Resûlullah!" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) âyeti okurken bilmediğim bir şekilde sırtımda bir ağırlık hissettim ve bundan dolayı gerindim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Neyin var?" diye sorunca:

Resûlallah! Annem babam sana feda olsun. Hangimiz günah işlemiyor ki? Yaptığımız bütün kötülüklerin cezasını çekeceğiz" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekri Sen ve mümin arkadaşların Allah'a günahsız olarak kavuşmanız için günahlarınızın cezasını dünyada çekersiniz. Kâfirler ise kıyamet gününde cezalandırmak için günahlarının cezası ertelenir" buyurdu.

İbn Cerîr, Hazret-i Âişe'den bildiriyor:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..."' âyeti inince Ebû Bekr:

Resûlallah! Her yaptığımızın cezasını çekecek miyiz?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Ebû Bekr! Sen şuna şuna maruz kalmıyor musun? İşte bunlar günahlarının kefaretidir" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Hennâd, İbn Cerîr, Ebû Nuaym'ın, Hilye'de ve İbn Merdûye, Mesrûk'dan bildirir: Ebû Bekr:

Resûlallah! "...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyeti ne kadar ağırdır" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Musibetler, hastalıklar ve üzüntüler dünyadaki cezalardır" buyurdu.

Saîd b. Mansûr, Ahmed, Buhârî, Târih'te, Ebû Ya'la, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da sahîh bir isnâdla, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre bir kişi:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini okudu ve:

“Eğer işlediğimiz her günahın cezasını çekeceksek helak oluruz" dedi. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince:

“Evet, mümin kişi günahlarının cezasını kendi nefsi ve bedeninde eziyetlerle dünyada iken çeker" buyurdu.

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildirir:

Resûlallah! Ben Kur'ân'da en ağır âyetin hangi âyet olduğunu biliyorum" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Aişe! Hangi âyettir?" diye sorunca:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..."' âyetidir" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) :

“Ey Aişel Burada mümin kulun günahlarından dolayı çekeceği azap kastedilmektedir. Müminin bir musibete maruz kalması onun için bir azaptır (günahlarına kefarettir). Günahları sorgulanan kişi helak olur. Günahından dolayı hesaba çekilen de azab görür" buyurdu. Ona:

Resûlallah! Yüce Allah:

“Kolay bir hesapla hesaba çekilecek" buyurmuyor mu?" dediğimde:

“O arz edilmektir. Hesaba çekilecek kişi mutlaka azab görecektir" buyurdu.

İbn Merdûye, Hazret-i Aişe'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyeti sorulunca:

“Mümin kişinin her şeyi (sıkıntısı) günahları için bir kefarettir. Hatta ölüm anında canının çıkması bile bir kefarettir" buyurdu.

Ahmed'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer (mümin) kulun günahları çoğalır da bu günahlarını telafi edecek amelleri yoksa Yüce Allah günahlarına kefaret olsun diye ona üzüntü verir" buyurmuştur.

İbn Râhûye, Müsned'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Hâkim, Ebû Mühelleb'den bildiriyor:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini sormak üzere Hazret-i Âişe'nin yanına girdiğimde:

“Burada dünyada yaşadığınız sıkıntılar kastedilmektedir" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Ebû Hureyre'den bildiriyor:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyeti indiği zaman bu Müslümanlara ağır gelmiş ve kendilerini bir hayli üzmüştü. Müslümanlar bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) arz ettiklerinde:

“Siz orta yolda gidin ve doğruya yönelin. Müslümanın başına gelen her şey onun günahları için bir kefarettir. Hatta ona batan bir diken veya sendelemesi günahları için bir kefarettir" buyurdu.

İbn Merdûye'nin lafzında rivayet şöyledir: Bu âyet inince ağladık, üzüldük ve:

Resûlallah! Bu âyet bize bir şey bırakmadı" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin olsun ki, bu âyet sizin için inmiştir. Siz sevinin, orta yolda gidin ve doğruya yönelin. Sizden birinizin başına dünyada bir musibet gelirse bu, mutlaka günahları için bir kefârettir. Birinizin ayağına bir dikenin batması bile günahlarına kefâret olur" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî ve Müslim'in, Ebû Hureyre ve Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin kişinin bir acı çekmesi veya yorgun düşmesi veya uzun süren bir hastalığa yakalanması veya bir üzüntüye kapılması veya dertlenmesi günahları için bir kefârettir" buyurmuştur.

Ahmed, Müsedded, İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Keffârât, Ebû Ya'la, İbn Hibbân, Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta, Hâkim ve Beyhakî, Ebû Saîd'den bildiriyor: Bir kişi:

Resûlallah! Yakalandığımız bu hastalıkları gürüyor musun, bunlar bizim için nedir?" diye sorunca:

“Bu sizin için kefârettir" buyurdu. Ubey:

“Hastalık hafif olsa bile durum aynı mıdır?" deyince:

“Diken batması ve üzeri şeyler de de durum aynıdır" buyurdu.

İbn Râhûye, Müsned'de, Muhammed b. el-Munteşir'den bildiriyor: Bir kişi Ömer b. el-Hattâb'a:

“Kur'ân'daki en ağır âyeti biliyorum" deyince, Ömer üzerine yürüyüp ona kırbaçla vurdu ve:

“Sana ne oluyor ki, araştırdın ve bu âyeti buldun" dedi. Adam gidip ikinci gün geri gelince, Ömer:

“Dün zikrettiğin âyet hangi âyettir?" diye sordu. Bunun üzerine adam:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..."' âyetini okudu ve:

“Kim bir günah işlerse mutlaka cezasını çeker" diye ekledi. Ömer:

“Bu âyet indiği zaman:

“Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur" âyeti ininceye kadar yemekten ve içmekten kesilmiştik" dedi.

Tayâlisî, Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî, Umeyye binti Abdillah'tan bildirir: Hazret-i Âişe'ye:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..."" âyetini sorunca şöyle dedi:

“(Bu âyeti) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğum zamandan beri bana bunu kimse sormadı. Ben bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda da şöyle buyurmuştu:

“Ey Âişe! Bu, Allah'ın kullarına olan ahdidir. Allah, kulunu sıtma hastalığı veya bir musibet vererek veya cebine koymuş olduğu bir miktar malını kaybettirerek üzer ve kaybettiğini koltuğunun altında buldurur. Sonra kul kırmızı altının ateşle temizlenmesi gibi günahlarından temizlenir. "

Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbn Cerîr ve Beyhakî, Rabî' b. Ziyâd'dan bildiriyor: Ubey b. Ka'b'a:

“Allah'ın Kitâb'ndaki bir âyet beni hüzünlendirdi" dedim. O:

“Hangi âyet?" diye sorunca:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetidir" dedim. Ubey şöyle karşılık verdi:

“Ben seni gördüğümden daha bilgili bilirdim. Mümin kişiye isabet eden ayak sürçmesi veya yaralanma veya bir karınca tarafından ısırılma dahi mutlaka bir günahından dolayıdır. Allah'ın bağışladığı da cezalandırdıklarından daha fazladır. Hatta (bir hayvan tarafından) ısırılma veya tepilme bile bu günahların cezalarındandır" dedi.

Hennâd ve Ebû Nuaym, Hilye'de, İbrâhim b. Murra'dan bildiriyor: Bir kişi Ubey'ye gelip:

“Ey Ebu'l-Münzir! Allah'ın Kitâb'ındaki bir âyet beni kederlendirdi" deyince, Ebu'l-Münzir:

“Hangi âyet?" diye sordu. Adam:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetidir" deyince,

Ubey:

“Bu mümin kişidir. Onun başına bir musibet geldiği zaman sabreder ve günahsız bir şekilde huzura çıkar" karşılığını verdi.

İbn Cerîr, Atâ' b. Ebî Rebâh'tan bildiriyor:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyeti indiği zaman Ebû Bekr:

“Beli kıran âyet indi" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunlar dünyadaki musibetlerdir" buyurdu.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Ömer, İbn Abbâs'ı üzüntülü görünce ona:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini sordu. İbn Abbâs:

“Bu âyette sizinle ilgili ne var ki? Bu âyet Kureyş müşrikleri ve Ehl-i Kitâb'tan olanlara inmiştir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir" âyetini açıklarken:

“Şirk koşan cezasını çekecektir. Âyetteki kötü işten kasıt da budur. Ancak ölümünden önce tövbe eden kişinin Allah tövbesini kabul eder" dedi.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Hennâd, Hakîm et-Tirmizî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hasan:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada Allah'ın küçük düşürmek istediği kişiler kastedilmektedir. Ancak Yüce Allah şerefli kılmak istediği kişilerin bütün günahlarını bağışlar ve onları Cennetlikler arasında kılar. Bu önceden kendilerine verilen doğru sözdür."

Beyhakî, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ağacın yanına geldi ve bir miktar yaprak dökülünceye kadar ağacı salladı. Sonra:

“Ağrılar ve musibetler insandan günahları, benim bu ağaçtan yaprakları dökmemden daha hızlı döker" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminler günahsız bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar nefislerinde, çocuklarında ve mallarında musibetler eksik olmaz" buyurmuştur.

Ahmed'in, Sâib b. Hallâd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin kişinin başına gelen her musibetten, hatta kendisine batan bir dikenden dolayı Yüce Allah mutlaka ona sevap yazar ve bir günahını bağışlar" buyurdu.

Ahmed, Buhârî ve Müslim'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman kişinin başına gelen hiçbir musibet yoktur ki mutlaka Yüce Allah o musibeti günahlarının kefareti sayar. Hatta Müslüman kişiye diken batması bile bir günahına kefaret olur" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Müslim ve Hakîm et-Tirmizî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslüman bir kişiye diken batması ve bunun üstündeki eziyetlerde Yüce Allah mutlaka onu bir derece yükseltir ve günahlarından birini siler" buyurmuştur.

Ahmed, Hazret-i Âişe'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsızlandı ve acılar içinde yatağında kıvranmaya başladı. Ona:

“Eğer bizden biri bu şekilde kıvransaydı ona ayıplardın" dediğimde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Salih kişilere ağır yükler yüklenir. Bir mümine bir diken batması ve bunun üstündeki eziyetlerde Yüce Allah onun günahlarından birini siler ve derecesini yükseltir" buyurdu.

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, mümin bir kişiye çöken yorgunluğu, üzüntüyü, hastalığı ve kendisini üzecek her şeyi, hatta kendisine batan bir dikeni bile mutlaka bir kısım günahlarına karşı kefaret olarak sayar" buyurmuştur.

Ahmed ve Hennâd, Zühd'de, Ebû Bekr es-Sıddîk'ten bildiriyor:

“Müslüman kişi her şeye karşı ecir alır. Başına bir musibet gelse, ayakkabısının ipi kopsa veya cebine koymuş olduğu bir miktar parasını kaybedip üzülse ve sonra kaybettiğini koltuğunun altında bulsa bile ona ecir yazılır."

İbn Ebî Şeybe, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildiriyor:

Resûlallah! En fazla belaya maruz kalanlar kimlerdir?" diye sorduğumda:

“Önce peygamberler sonra da faziletli olan insanlardır. Kul günahlarından arınmış bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkana kadar belalar kendisini bırakmaz" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Beyhakî'nin, Muâviye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin kişinin bedenine eziyet verecek bir şey olduğu zaman mutlaka Allah bir kısım günahlarını bundan dolayı bağışlar" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müminin baş ağrısından veya kendisine batan bir dikenden veya eziyet duyduğu bir şeyden dolayı kıyamet gününde Allah derecesini arttırır ve bunları günahlarının bir kısmına kefaret olarak sayar" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Bureyde el-Eslemî'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim:

“Müslüman kişinin sendeleme ve daha üstü bir şeye maruz kalması iki şeyden dolayıdır. Yüce Allah, sadece böylesi musibetler sebebiyle bağışladığı günahlarından birini bağışlar. Ya da sadece böylesi bir musibetle ancak yükselebilecek olan derecesini yükseltir."

Bureyde der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun içinde kişiye diken batmasını bile saydı."

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, İbn Mes'ûd'dan bildiriyor:

“Ağrılardan dolayı kişiye sevap yazılmaz. Çünkü sevap sadece amellere karşılık yazılır. Fakat Yüce Allah ağrıları günahlara karşı kefâret sayar."

İbn Sa'd ve Beyhakî, Abdullah b. İyâs b. Ebî Fâtıma'dan, o babasından, o da dedesinden naklen bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hanginiz iyileşip de hasta olmamayı ister?" diye sorunca, ashâb:

Resûlallah! Hepimiz isteriz" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Yolunu kaybetmiş, birbirine saldıran eşekler gibi olmayı mı istersiniz? Dert sahibi olup da bu derdin günahlarınıza kefâret olmasını istemez misiniz? Canım elinde olana yemin olsun ki, Yüce Allah, mümin kulunun kendi katında değerli olmasından dolayı onu belalara maruz bırakır. Kul için Cennette öyle dereceler vardır ki, kişi amelleri ile o dereceye nail olamaz. Allah mümin kulunu o dereceye erdirmek için öylesi belalara maruz bırakır. "

Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Muhammed b. Hâlid es- Sülemî'den, onun babasından, onun da sahabeden olan babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'ın takdirinde yazılmış olan dereceye kul ameliyle erişemediği zaman Yüce Allah onu cesedinde veya malında veya çocuğunda mubteli kılar. Sonra ona sabır vererek erişemediği dereceye ulaştırır. "

Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın takdirinde yazılmış olan dereceye kul ameliyle erişemediği zaman, Yüce Allah onu o dereceye erdirene kadar sevmediği şeylerle mubteli kılar" buyurdu.

Beyhakî, Ahmed b. Ebi'l-Havârî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Süleyman der ki: Mûsa (aleyhisselam) sürekli ibadet eden bir adamın yanına uğramıştı. Bir zaman sonra Mûsa (aleyhisselam) bu kişinin yanına bir daha gittiğinde onun aslanlar tarafından parçalanmış olduğunu gördü. Başı, ayaklan ve kalbi yerlerdeydi. Mûsa (aleyhisselam):

“Ey Rabbim! Bu kulun sana itaat eden birisiydi ve ona öyle bir musibet verdin" deyince, Yüce Allah da:

“Ey Mûsa! Bu kişi benden ameliyle erişemeyeceği bir derece istedi. Ben de o dereceye erişmesi için ona öyle bir musibet verdim" diye vahyetti.

Beyhakî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Mümin birinin her damar atmasında, Allah mutlaka onunla bir günahını siler, ona bir sevap yazar ve makamı bir derece yükseltilir" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kulunun bütün günahlarını temizlemek için onu hastalıklara maruz bırakır" buyurmuştur.

Beyhakî'nin, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimin Allah yolunda başı ağırır da sabrederse Yüce Allah geçmiş günahlarını bağışlar" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Yezîd b. Ebî Habîb'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Baş ağrısı ve sıtma, Müslüman kişiyi (günahlardan arındırıp) beyaz gümüş gibi yapmadıkça bırakmaz" buyurmuştur.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, el-Hudr'in kardeşi Âmir'den bildiriyor: Bizim için darulharp olan bir yerde sancak ve bayraklarla karşılaşınca:

“Bu nedir?" diye sordum. Oradakiler:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) burada" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ağacın gölgesinde bir elbisenin üzerinde oturuyordu. Ashâb da etrafındaydı. Ben de gelip yanlarında oturdum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığı zikrederek şöyle buyurdu:

“Eğer mümin kula bir hastalık gelir de sonra Allah ona şifa verirse, bu hastalık geçmiş günahları için kefaret, gelecek için de kendisine öğüt olur. Münafık kişi hastalanıp da şifa bulursa, sahibi tarafından önce bağlanan sonra bırakılan, niçin bağlandığını ve niçin bırakıldığını bilmeyen deve gibi olur." Bir kişi:

Resûlallah! Hastalık nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sen hiç hasta olmadın mı?" dedi. Adam:

“Hayır" karşılığını verince: Allah Resûlü:

“Yanımızdan kalk git, sen bizden değilsin" buyurdu.

Beyhakî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul hastalıktan dolayı ağrılara maruz kalırsa, Yüce Allah ona şifa vereceği zaman günahlardan arınmış olur" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Kul hasta olduğu zaman Yüce Allah meleklerine: «Ey meleklerimi Kuluma benim vereceğim musibetlerden bir musibet verdiğimde onu öldürürsem bağışlarım. Eğer şifa verirsem, geçmiş günahlarını silerim» buyurur. Sizden birinin altını ateşte denemesi gibi Yüce Allah kulunu bildiği halde onu hastalıklarla sınar. Kimisi (hastalıktan) saf altın gibi çıkar. Bu kişi, Allah'ın günahlardan temizlemiş olduğu kişidir. Kimisi de (hastalıktan) saf altından başka bir şekilde çıkar. Bu kişi bazı şeylerde şüpheye düşen kişidir. Kimisi de (hastalıktan) siyah altın gibi çıkar. Bu kişi de fitneye düşmüş kişidir. "

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî, Beşîr b. Abdillah b. Ebî Eyyûb el-Ensârî'den, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ensâr'dan hasta birini ziyaret etti ve yanına eğilip durumunu sordu. Adam:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Yedi geceden beri uyumadım ve yanıma kimse uğramadı" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki defa:

“Sabret ey kardeşim" buyurduktan sonra şöyle devam etti:

“Sabret ki, günahlara girdiğin gibi günahlardan temizlenesin" buyurdu. Sonra:

“Hastalık anları, günah anlarını temizler" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hastalık anları, günah anlarını temizler" buyurmuştur.

Beyhakî'nin Hakem b. Uteybe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Eğer (mümin) kulun günahları çoğalır da bu günahlarını telafi edecek amelleri yoksa Yüce Allah günahlarına kefaret olsun diye ona üzüntü verir. "

İbn Adiy ve Beyhakî'nin» İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah kulunu, kirden temizlenmiş gümüş gibi günahlardan temizlemek için onu bela ve üzüntülere maruz bırakır" buyurdu.

Beyhakî, Müseyyeb b. Râfî'den bildiriyor: Ebû Bekr es-Sıddîk:

“Müslüman kişi insanların içinde günahsız bir şekilde yürür" deyince, oradakiler:

“Niye ki, ey Ebû Bekr?" dediler. Ebû Bekr:

“Bu, hastalıkla, kendisine isabet eden taşla, batan dikenle ve ayakkabı bağının kopmasıyla olur" karşılığını verdi."

Ahmed'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hastalık ve sıtma, Müslüman kişiyi günahları Uhud dağı kadar olsa bile bir hardal tanesi miktarınca günah kalmayıncaya kadar kendisini bırakmaz" buyurdu.

Ahmed'in Hâlid b. el-Kasrî'den onun da dedesi Yezîd b. Esed'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hasta olan kişinin günahları, yaprakların ağaçtan dökülmesi gibi dökülür" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'd- Derdâ:

“Bir gece ateşlenip hasta olmam bana kırmızı develer verilmesinden daha sevimlidir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İyâd b. Ğutayf'tan bildiriyor: Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh hasta iken yanına ziyarete gittik. Yüzü duvara doğru dönmüş hanımı da başucunda oturuyordu. Hanımına:

Ebû Ubeyde geceyi nasıl geçirdi?" diye sorduğumuzda:

“Geceyi sevap alarak geçirdi" karşılığını verdi. Sonra Ebû Ubeyde yüzünü bize çevirip:

“Ben geceyi sevap alarak geçirmedim. Yüce Allah kimi bedeninde mubteli kılarsa o bela kişinin günahlarını götürür" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Selmân'dan bildiriyor:

“Yüce Allah mümin kişiyi önce hasta eder, sonra şifa verir. Bu hastalık müminin günahlarına kefâret, geleceği için de öğüt olur. Fâcir kişiyi de Allah hasta edip iyileştirir. O da sahibi tarafından bağlanan ve niye bağlandığını bilmeyen, sonra bırakıldığında niye bırakıldığını bilmeyen deve gibidir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ammâr'ın yanında bedevi biri vardı. Bu kişi hastalığı zikredince, Ammâr:

“Hiç hasta olmadın mı?" diye sordu. Bedevi:

“Hayır, olmadım" karşılığını verince, Ammâr:

“Sen bizden değilsin. Mümin kişi hasta olduğu zaman mutlaka günahları yaprakların ağaçtan dökülmesi gibi dökülür. Hasta olan kâfir, bağlı olan ve sonra bırakılan, niçin bağlandığını ve niçin bırakıldığını bilmeyen deve gibidir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini açıklarken:

“Kötü kelimesiyle şirk kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır..." âyetini açıklarken:

“Burada kâfir kastedilmektedir" dedi ve:

“...Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?" âyetini okudu.

124

"Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar Cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki:

“İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir"' âyetini indiği zaman Ehl-i Kitâb'dan olanlar:

“Biz sizlerle eşitiz" dediler. Bunun üzerine:

“Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez" âyeti indi ve müminleri diğerlerine karşı üstün kıldı.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî:

“Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah imanı ancak salih amellerle kabul eder, mânâsındadır" dedi.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer, İbn Abbâs ile karşılaşınca kendisine:

“...Kim yararlı işler işlerse..." âyetinin açıklamasını sordu. Bunun üzerine İbn Abbâs:

“Burada farzlar kastedilmektedir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime:

“Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse..." âyetini açıklarken:

“Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler yararlı işler yaparlar, ancak bu işleri kendilerine sadece dünyada fayda sağlar" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde:

“Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse...'" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, kişinin salih amellerini ancak kişi iman üzere olduğu zaman kabul eder" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) kelimesiyle hurma çekirdeğinin üstündeki beyaz nokta kastedilmektedir" demiştir.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre el-Kelbî: (.....) hurma çekirdeğinin üzerindeki kabuk, (.....) çekirdeğin ortası ve (.....) hurma çekirdeğinin üstündeki beyaz noktadır" demiştir.

125

"İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhîm'i dost edinmişti."

İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Müslümanlar:

“İslam'dan başka din yoktur. Kitabımız bütün kitapları neshetti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamberlerin sonuncusudur. Dinimiz en hayırlı dindir" deyince, Yüce Allah:

“İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrâhîm'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir?.."' buyurdu.

Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah konuşmak için Musa'yı (aleyhisselam), dost olarak da İbrahim'i (aleyhisselam) seçmiştir" buyurdu.

İbn Cerîr ve Taberânî, es-Sünne'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yüce Allah, İbrâhim'i (aleyhisselam) dostluk, Mûsa'yı (aleyhisselam) konuşmak ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendisini görmek özelliğiyle seçmiştir."

İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbnu'd-Durays'ın bildirdiğine göre Muâz b. Cebel Yemen'e gelip sabah namazını halka imam olarak kıldırdı. Namazda:

“...Allah İbrâhîm'i dost edinmişti" âyetini okuyunca, cemaatten biri:

“İbrâhîm'in (aleyhisselam) annesinin gözü aydın olsun" dedi.

Hâkim, Cündüb'den bildirir:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce:

“Yüce Allah, İbrahim'i (aleyhisselam) dost edindiği gibi beni de dost edindi" buyurdu.

Taberânî ve İbn Asâkir'in, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah, İbrahim'i (aleyhisselam) dost edindi. Sizin arkadaşınız da Allah'ın dostudur. Muhammed kıyamet gününde insanların efendisidir" buyurdu ve:

“...Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir" âyetini okudu.

Taberânî'nin Semure'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde normal dostluklar dışında her iki Peygamber birbiriyle dost olur. O gün de benim dostum Allah'ın dostu İbrahim'dir (aleyhisselam)" buyururdu.

Bezzâr ve Taberânî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cennette inciden yapılmış bir köşk vardır. Onda ne bir çatlaklık, ne de bir zayıflık bulunur. Allah bu köşkü dostu İbrâhîm (aleyhisselam) için konak yeri olarak hazırlamıştır" buyurdu.

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“İbrâhîm'in (aleyhisselam) Allah'la dostluğuna, Mûsa'nın (aleyhisselam) Allah'la konuşmasına ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ı görmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi.

Tirmizî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir: Ashâbdan bazıları Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) beklemek için oturmuştu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp geldi ve yanlarına yaklaştığında onların bir şeyler konuştuklarını gördü. Biri:

“Allah yarattıklarından bir dost edindi. Bu dostu da İbrahim'dir" diyordu. Diğer bir kişi:

“Mûsa'nın (aleyhisselam) Allah'la konuşması da şaşılacak bir şeydir" diyordu. Diğer bir kişi:

“İsa (aleyhisselam), Allah'ın kelimesi ve ruhudur" diyordu. Başka biri:

“Âdem (aleyhisselam), Allah'ın şeçkin kılmış olduğu kişidir" diyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına yetişince selam verip şöyle buyurdu:

“Konuştuklarınızı ve şaştığınız şeyleri işittim. İbrahim (aleyhisselam), Allah'ın dostudur ve bu bir gerçektir. Mûsa (aleyhisselam) Allah'ın konuştuğu kişi, Isa (aleyhisselam), Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Adem (aleyhisselam) ise Allah'ın seçkin kıldığı kişidir ve bu bir gerçektir. Dikkat edin, ben Allah'ın sevgilisiyim ve bunda övünme yoktur. Kıyamet gününde ilk şefaat edecek ve şefaati kabul edilecek kişi benim. Cennet kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek (kapıyı çalacak) kişi benim. Yüce Allah, Cennet kapılarını açacak ve benimle beraber olan fakir müminler Cennete girecektir. Bunda da övünme yoktur. Ben kıyamet gününde öncekilerin ve sonrakilerin efendisiyim. Bunda da övünme yoktur. "

Zübeyr b. Bekkâr, el-Muvaffakiyyât'ta der ki: Allah, İbrahim'e (aleyhisselam):

“Seni niye dost edindiğimi biliyor musun?" diye vahyedince:

“Hayır, bilmiyorum, ey Rabbim" karşılığını verdi. Yüce Allah:

“Çünkü senin kalbine baktım, malından vermeyi seven ve almayı istemeyen biri olduğunu gördüm" buyurdu.

İbnu'l-Münzir, İbn Ebzâ'dan bildirir: İbrâhim (aleyhisselam) evine girince ölüm meleği tanımayacağı bir gencin suretiyle yanına girdi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Sen kimin izni ile içeri girdin?" diye sorunca, ölüm meleği:

“Evin Rabbinin izniyle girdim" karşılığını verdi. İbrâhim (aleyhisselam) onu tanıyınca, ölüm meleği kendisine:

“Allah kullarından bir dost edindi" dedi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Bu kişi kimdir?" deyince, ölüm meleği:

“Onu ne yapacaksın ki?" dedi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Ölünceye kadar ona hizmetçi olacağım" cevabını verdi. Bunun üzerine ölüm meleği:

“O sensin" dedi. İbrâhim (aleyhisselam):

“Allah beni hangi sebeple dost edindi?" diye sorunca:

“Çünkü sen vermeyi seven ve almayı sevmeyen birisin" karşılığını verdi.

Beyhakî'nin, Şuab'da, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ey Cibril! Allah niye İbrahim'i (aleyhisselam) dost edindi?" diye sorunca:

“Ey Muhammed! Yemek yedirmesinden dolayıdır" karşılığını verdi.

Deylemî'nin zayıf bir isnâdla, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abbâs'a şöyle dedi:

“Ey amca! Allah'ın İbrahim'i (aleyhisselam)niçin dost edindiğini biliyor musun? Cibril, İbrahim'in (aleyhisselam)yanına inince ona: «Allah'ın seni niçin dost edindiğini biliyor musun?» diye sordu. İbrahim (aleyhisselam): «Ey Cibril! Bilmiyorum» deyince, Cibril: «Çünkü sen veriyor ve almıyorsun» dedi. "

Hâfız Ebu'l-Kâsım Hamza b. Yûsuf es-Sehmî'nin Fedâilu'l-Abbâs'ta, Vasile b. el-Eska'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Yüce Allah, Âdem'in (aleyhisselam) çocuklarından İbrahim'i (aleyhisselam) seçti ve onu dost edindi. Sonra ibrahim'in (aleyhisselam) çocuklarından da İsmail'i (aleyhisselam) seçti. İsmail'in (aleyhisselam) çocuklarından Nizâr'ı seçti. Sonra Nizâr'ın çocuklarından Mudar'ı seçti. Mudar'ın çocuklarından Kinâne'yi seçti. Sonra Kinâne'den Kureyş'i seçti. Kureyş'ten de Hâşim oğullarını seçti. Sonra Hâşim oğullarından Abdulmuttalib oğullarını seçti. Sonra da Abdulmuttalib oğullarından beni seçti."

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'de, Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, İbn Asâkirve Deylemî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah, İbrahim'i (aleyhisselam) dost edinmiş, Musa'yı da (aleyhisselam)gizli konuşmak için seçmişti. Beni de habîbi olarak seçtikten sonra: «İzzetime yemin olsun ki, ben habîbimi hem dostuma hem de gizli konuştuğuma tercih edip üstün tutarım» buyurdu."

Beyhakî, el-Esma ve's-Sıfât'ta Ali b. Ebî Tâlib'den bildiriyor:

“Kıyamet gününde elbise giydirilecek ilk kişi İbrahim'dir. O beyaz ketenden iki elbise giyecektir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise hibare (Yemen yapımı) elbisesi giyecek ve Arş'ın sağında bulunacaktır."

126

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın ilim ve kudreti her şeyi kuşatıcıdır.

127

"Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kadınlar hakkında senden fetva isterler..."' âyetini açıklarken şöyle dedi: Cahiliye döneminde çocuklar büyüyene kadar kendilerine mirastan bir pay verilmezdi. Kadınlara ise hiç verilmezdi. İslam geldikten sonra Yüce Allah bu konuda:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki:

“Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor... size okunmakta olan âyetlerde bunu açıklıyor..." buyurdu. Size okunmakta olan âyetlerden kasıt da bu sûrenin başlarında olan miras âyetleridir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Cahiliye döneminde sadece buluğ çağına ermiş, malı işletip çalıştırabilecek kişilere mirastan pay verilirdi. Çocuklara ve kadınlara hiçbir pay verilmezdi. Nisâ Sûresi'ndeki miras hükümlerini bildiren âyetler inince bu, insanlara ağır gelmişti. Bu sebeple:

“Malı çalıştırıp idare edemeyecek çocuklar ve kadınlar, erkekler gibi pay mı alacaklar?" dediler. Bu kişiler bu konuda âyet gelir diye ümit ederek bir süre beklediler. Ancak bu konuda âyet inmediğini görünce:

“Bu böyle kalırsa kesinlikle yerine getirilmesi gereken bir farz olur" dediler. Sonra:

“Bu konuyu sorun" deyip bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor." Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor..."' âyetini indirdi. Sûrenin ilk âyetlerinde de miras hükümlerini açıklamaktadır. Veli, eğer kadın güzel biri ise ve malı var ise onunla evlenmek isterdi. Onunla evlenerek mirastan da payını alırdı. Eğer kadın çirkin ve malı yoksa onunla evlenmez, başkasıyla evlendirirdi."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Cahiliye insanları kadınlara ve çocuklara mirastan bir pay vermeyip: «Bunlar ne savaşa katılır, ne de ganimetten bir pay alırlar» derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah onlara mirası hak ve farz kıldı.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehaî) bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Eğer kız yetim ve çirkin biri ise ona mirastan bir pay vermezler ve ölünceye kadar onu evlenmekten menederlerdi. Ölünce de mirasını alırlardı. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Yetim kız erkek birinin himayesi altında olurdu. Bu kişi kadınla evlenerek ona malını vermek istemezdi. Temennisi onun ölmesi ve malını almasıdır. Bu kızın bir akrabası öldüğü zaman da ona mirasından bir şey verilmezdi. Bunlar cahiliye döneminde olan şeylerdi. Allah bu âyetle onlara mirasın hükmünü açıklamıştır. Daha önce çocuklara ve zayıflara mirastan bir pay vermezlerdi. Yüce Allah onlara bu kişilerin mirastan paylarını vermelerini emretti."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Câbir b. Abdillah'ın kör ve çirkin bir amcası kızı vardı. Fakat babasından miras olarak malı vardı. Câbir onunla evlenmek istemiyordu. Ancak kocası malını alır korkusuyla başkasıyla da evlendirmek istemiyordu. Bu durumu Hazret-i Peygamber 'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sordu. Başka kişilerin de Câbir gibi himayeleri altında bulunan kızlar vardı. Bunun üzerine Yüce Allah onlar hakkında bu âyeti indirdi."

İbn Ebî Şeybe'nin, Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Önceleri kadın, eğer velisinin yanındaysa ve velisi onunla evlenmek istemezse başkasıyla da evlendirmezdi. Mirası büyükten küçüğe doğru büyükten başlayarak verirlerdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor..."âyeti hakkında:

“Burada sûrenin başındaki miras hükmünü açıklayan âyetler kastedilmektedir. Cahiliye döneminde kadınlara ve buluğ çağına ermemiş çocuklara mirastan bir pay vermezlerdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor..." âyetini yorumlarken şöyle dedi:

“Bu kişi, yanında velisi ve mirasçısı olduğu yetim kız bulunan kişidir. Bu kız bir hurma salkımında bile olmak üzere kendisine bütün malında ortak olmuştur. Veli bununla evlenmek istemediği gibi, başkasının da kızın malına ortak olmaması için onu evlendirmek istemezdi. Bunun üzerine bu âyet inmiştir."

Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe şöyle dedi: Bu âyet haklarında indikten sonra insanlar bu konuda Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) fetva almak istedi. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor..." âyetini indirdi. Allah'ın zikretmiş olduğu fetvadan kasıt:

“Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz..." âyetidir. Yüce Allah'ın:

“...Ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara..." âyeti da:

“Birinizin himayesinde olan kızın malının azlığından ve çirkin olmasından dolayı onunla evlenmek istemeyişidir. Malı az ve çirkin olan yetim kızlarla evlenmek istemedikleri için de adaleti gözetmeleri dışında malı çok olan ve güzel olan yetim kızlarla da evlenmeleri yasaklandı."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Cahiliye döneminde kişi yanında bulunan yetim kızın üzerine elbisesini atardı. Öyle yaptığı zaman da kimse onunla evlenemezdi. Eğer kız güzel ise ve onu beğenirse onunla evlenip malını yerdi. Eğer çirkin ise ölünceye kadar onu kimseyle evlendirmezdi. Öldüğü zaman da varisi olurdu. Yüce Allah bunu haram kılarak yasakladı. Cahiliye döneminde çocuklara ve kızlara mirastan bir pay vermezlerdi. Allah'ın:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor...'" âyeti de bunu ifade etmektedir. Yüce Allah bunları yasaklayarak büyük olsun, küçük olsun her pay sahibine payını beyan etti."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Kişinin himayesi altında olan yetim kız çirkinse bu kişi kızın malına olan isteğinden dolayı onunla ne evlenir, ne de başkasıyla evlendirirdi."

Kâdî İsmâil, Ahkâmu'l-Kur'ân'da, Abdulmelik b. Muhammed b. Hazm'dan bildiriyor: Amre binti Hazm, Sa'd b. Rabî'nin nikahı altındaydı. Bu kişi Uhud savaşında öldürüldü. Amre binti Hazm'ın bu kişiden bir kızı vardı. Kızının mirasını istemek için Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gitti. Bunun üzerine kendisi hakkında:

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.» Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir" âyeti nâzil oldu.

İbnu'l-Münzir'in, İbn Avn vasıtasıyla bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) ve İbn Şîrîn bu âyete biri:

“Kendileriyle evlenmek istediğiniz" şeklinde, diğeri:

“Kendileriyle evlenmek istemediğiniz" şeklinde anlam vermiştir.

İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini:

“Kendileriyle evlenmek istediğiniz" şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyde: (.....) âyetini:

“Kendileriyle evlenmek istemediğiniz" şeklinde açıklamıştır.

128

Bkz. Ayet:133

129

Bkz. Ayet:133

130

Bkz. Ayet:133

131

Bkz. Ayet:133

132

Bkz. Ayet:133

133

"Eğer bîr kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bîr günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız, bari bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin kî diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız. İşleri düzeltir ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder. Ayrılırlarsa, Allah her birini nimetinin genişliğiyle yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hamid'dir. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. And olsun kî, sizden önce Kitap verilenlere ve size, Allah'tan sakınmanızı tavsiye ettik. İnkar ederseniz bilin ki, göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter. Ey insanlar! Allah dilerse sîzi yok eder, başkalarını getirir, O, buna Kadirdir."

Tayâlisî, Tirmizî, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî'nin, Sünen'de ibn Abbâs'tan bildirir: Sevde, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini boşamasından korktu ve:

Resûlallah! Beni boşama ve benim günümü Hazret-i Âişe'ye say" dedi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle yapınca:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"' âyeti indi. Yani karı ve kocanın herhangi bir şey üzerinde anlaşma yapması caizdir.'

İbn Sa'd, Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımızda kalacağı zaman günlerini taksim etme hususunda hiç birimizi diğerimizden üstün tutmazdı. Hemen hemen her gün bütün kadınlarını dolaşır ve ilişkiye girmeksizin onlara yaklaşırdı. Bu, günü olan hanımına ulaşıncaya kadar öyle devam eder ve günü olanın yanında gecelerdi. Sevde binti Zem'a yaşlanınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini boşamasından korkarak:

Resûlallah! Benim günüm Âişe'nin olsun" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu teklifi kabul etti. Yüce Allah da bu konuda:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır" âyetini indirdi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur...'" âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Bir kişinin eşi yanında bulunur. Ancak adam ona fazla da yaklaşmaz. Boşamak istediğini söyleyince de kadın:

“Ben kendi durumum hakkında seni serbest bırakıyorum" der. Bu âyet de bu konuda nâzil olmuştur.

İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Birinin uzun bir süre beraber olduğu hanımı vardı. Bu hanımından çocukları da olmuştu. Adam bu kadını boşayıp başkasını almak isteyince, kadın, kocasının yanında kalması ve kendisine gün ayırmaması üzere kendisini boşamamaya razı etti. "...Uzlaşmak daha hayırlıdır..." âyeti de bunlar hakkında inmiştir.

Mâlik, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre Râfi' b. Hadîc'in nikahı altında olan yaşlı bir eşi vardı. Kendisi genç bir kadın aldı ve genci yaşlı eşine tercih etti. Bunun üzerine yaşlı eşi yanında kalmayı kabul etmeyince Râfi' onu boşadı. Boşama iddetinin dolmasına az bir süre kala Râfi':

“Dilersen seni geri döndüreyim. Ama sen de öbür eşimi tercih etmeme sabredersin. Dilersen de seni boşarım" dedi. Kadın:

“Hayır, beni geri döndür" dedi ve Râfi' onu geri döndürdü. Ancak kadın kocasının öbür eşini tercih etmesine tahammül edemeyince Râfi' genç eşini tercih ederek yaşlı eşini ikinci defa boşadı. Bize söylendiğine göre Yüce Allah'ın:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır" âyetindeki anlaşma da bu şekildedir."

Şafiî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirir: Muhammed b. Mesleme'nin kızı, Râfi' b. Hadîc'in nikahı altındaydı. Râfi' onun bir durumunu veya yaşlılığını beğenmeyerek boşamak isteyince, eşi:

“Beni boşama ve benim hakkımda dilediğini yap" dedi. Bu şekilde anlaşarak sünneti yerine getirmiş oldular. Sonra da:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"' âyeti indi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Ömer'e bir âyetin açıklamasını sorunca, Ömer bundan hoşlanmayarak ona kamçısıyla vurdu. Bir başkası da:

“Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur..." âyetini sorunca:

“İşte böyle şeyler sorun" dedi ve şöyle devam etti:

“Bu âyette kocasının yanında bulunan yaşlı bir kadından bahsedilmektedir. Adam çocuğu olsun diye başka biriyle evlenmek ister. Bu sebeple yaşlı eşiyle beraber bir anlaşma yapmaları caizdir."

Tayâlisî, İbn Ebî Şeybe, İbn Râhûye, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e bu âyetin açıklaması sorulunca şöyle dedi:

“Bu âyette yanında iki eşi olan kişiden bahsedilmektedir. Bu kişi eşlerinden birini yaşlı veya güzel olmayışından dolayı boşamak ister. Kadın kocasıyla yanımda bir gece, diğer hanımının yanında birkaç gece kal diye anlaşma yapar ve kendisinden ayrılmaz. Eğer kadın bu anlaşmayı kendi gönül rızasıyla yaparsa bunda bir sakınca yoktur. Ancak sözünden geri dönerse kocası geceleri aralarında eşit kılar."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyet kocasının yanında yaşlanana kadar kalan kadından bahsetmektedir. Kocası kendisine kuma getirmek isteyince, yaşlı eşi ile aralarında anlaşma yaparlar. Yani yaşlı eşinin yanında bir gece diğer eşinin yanında iki veya üç gece geçirmek üzere anlaşma yaparlar."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Bu âyette iki eşi olup da, birinde sevdiği şeyleri bulamayan ve diğerini buna tercih eden kocadan bahsedilmektedir. Yüce Allah, bu durumda olan kişinin, eşine:

“Dilersen diğer eşimi sana tercih etmeme tahammül gösterirsin, ben de senin yalnızlığını giderir, nafakanı sağlarım ve yanımda kalırsın. Dilersen de seni serbest bırakırım" demesini emretti. Kocası eşini muhayyer bıraktıktan sonra eşi bu duruma razı olursa bunda bir sakınca yoktur. Yüce Allah'ın:

“...Uzlaşmak daha hayırlıdır..."" âyeti da bu mânâdadır. Yani kocanın eşini ayrılmak veya kalmak konusunda muhayyer bırakması, uzun bir süre diğer eşini kendisine tercih etmesinden daha hayırlıdır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle dedi. "Bu âyette eşi yaşlı olan adamdan bahsedilmektedir. Bu kişi, genç birini eşinin üzerine kuma getirince çocuklarının annesini bırakmak istemeyip, kendi nefsinden ve malından bir şeyler vererek onunla anlaşır. Bu anlaşmanın kendi gönül rızasıyla olması gerekir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Bu âyet Ebu's- Senâbil b. Ba'kek hakkında inmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Bu âyet Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Sevde binti Zem'a hakkında inmiştir" dedi.

Ebû Dâvud, İbn Mâce, Hâkim ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'ın helallatdan en sevmediği şey talaktır" buyurmuştur.

Hâkim'in Kesîr b. Abdillah'tan, onun babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Müslümanlar arasında anlaşmak caizdir. Ancak helali haram kılarak veya haramı helal kılarak yapıları anlaşma caiz değildir. Haramı helal kılan şartlar dışında Müslümanlar şartlarına bağlıkalırlar" buyurmuştur.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır..." âyetini açıklarken:

“Kadın anlaşma anında kocasından payını alırken bencilleşir" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır..." âyetini açıklarken:

“Bir şeye heveslenerek onu korumasıdır" dedi. "Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyeti hakkında ise:

“Sevgide ve cinsel hayatta eşitsizlik olur mânâsındadır" dedi. "...Bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin ki diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız..." âyetini açıklarken de:

“Yani ne dul ne de evli gibi askıda bırakmayın mânâsındadır" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn Ebî Muleyke'den bildirir:

“Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyeti Hazret-i Âişe hakkında inmiştir. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu bütün hanımlarından daha fazla severdi."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gecelerini hanımları arasında eşit bir şekilde paylaştırır ve:

“Allahım! Benim elimden gelen taksimat budur. Senin gücünün yettiği ve benim gücümün yetmediği şeylerde beni kınama" diye dua ederdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kimin iki eşi olur da birine fazla meylederse, kıyamet gününde vücudunun bir tarafı çarpık olarak haşrolunur" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki:

“Öncekiler kumalar arasında eşit davranmayı müstehap görürlerdi. Hatta kişi hanımlarının yanına gittiği zaman aynı kokuyu sürünürdü."

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd:

“Benim iki hanımım vardı. İkisi arasında adil davranırdım. Hatta öpücükleri bile sayardım" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn iki hanımı olan kişi hakkında:

“Önceleri kişi, birinin evinde abdest alıp diğerinin evinde almamayı hoş görmezdi" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehaî) şöyle demiştir:

“Öncekiler (Sahabe ve diğerleri), kumalar arasında o kadar adil davranırlardı ki, yiyeceklerden artakalan kavut (dövülmüş buğday) ve yiyecekleri ölçülemediği için avuçlayarak aralarında bölüştürürlerdi."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ud:

“Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyetini açıklarken:

“Burada cinsel ilişki kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abîde:

“Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyetini açıklarken:

“Burada sevgi ve cinsel ilişki kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyetini açıklarken:

“Burada sevgi kastedilmektedir" dedi. "...Bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin..." âyeti hakkında ise:

“Burada cinsel ilişki kastedilmektedir" dedi. "...Ki diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız..." âyetini açıklarken de:

“Yani ne dul, ne de evli gibi askıda bırakmayın mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid:

“Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız..." âyetini açıklarken:

“Burada sevgi kastedilmektedir" dedi. "...Bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin ki diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız..." âyetini açıklarken de:

“Burada da kötülüğe taammüt etmek kastedilmektedir" dedi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken:

“Âyetteki meyletmekten kasıt, birine nafaka vermeyip ona gün ayırmamaktır" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk bu âyeti açıklarken:

“Burada birini sevip birini sevmemek kastedilmektedir. Sen aralarında adil davran" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız..." âyetini açıklarken:

“Eşinizi hem boşanmamış hem de kocası yokmuş gibi muallakta bırakmayın mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Askıdaymış gibi..." ifadesini açıklarken:

“Hapisli gibi tutmayın mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ayrılırlarsa..." ifadesini açıklarken:

“Burada boşanmak kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“.. .Allah her şeyi kaplayandır, Hamid'dir" âyetini açıklarken:

“Yaratıklarına ihtiyacı olmayan ve kendisine hamd edilendir, mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Hazret-i Ali'den bunun aynısını bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Vekil olarak Allah yeter" âyetini açıklarken:

“Koruyucu olarak Allah yeter, mânâsındadır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katide:

“Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder, başkalarını getirir...'" âyetini açıklarken:

“Vallahi Allah yarattıklarından dilediğini helak etmeye ve onlardan sonra başkalarını yaratmaya kadirdir, mânâsındadır" dedi.

134

Kim dünya mükâfatını isterse, bilsin ki, dünyanın da, âhiretin de bütün mükâfatı Allah’ın katındadır. Allah söylenenleri işitici ve yapılanları görücüdür.

135

"Ey Mü’minler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey Mü’minler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Yüce Allah, müminlere kendileri, ana babaları ve çocukları aleyhine olsa bile hakkı söylemelerini, kişiyi zenginliğinden dolayı kayırmamalarını, kişiye miskinliğinden dolayı merhamet etmemelerini, hakkı bırakarak haksızlık etmemelerini ve şahitlik ederken (gerçeği gizlemek için) gereksiz şeyler söylememelerini emretmiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ey Mü’minler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır'" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“İki davalının davalaşmak için hakimin yanında oturması halinde, hakimin birine yumuşak davranırken diğerinden yüz çevirmesi kastedilmektedir" dedi.

İbnu'l-Münzir, İbn Cerîr vasıtasıyla İbn Abbâs'ın azatlısından bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman ilk olarak Bakara Sûresi, sonrasında da Nîsa Sûresi inmişti. Kişi bir davada, oğlu veya yakın akrabaları için şahitlik ederdi. Bu yakınının darlık içinde olmasından dolayı, eli genişleyince ödemesi için şahitlik ederken boş şeyler söyler ve gerçekleri gizlerdi. Bunun üzerine:

“Ey Mü’minler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun..." âyeti indi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında şöyle dedi:

“Bu âyet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında İnmiştir. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında biri zengin, biri fakir iki kişi davalaşmıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) fakirin zengine zulmetmeyeceğini düşünerek fakirden yanaydı. Yüce Allah bunu, fakir ve zengin arasında adaletle hükmetmesi dışında kabul buyurmadı."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Burada şahitlikten bahsedilmektedir. Ey insanoğlu! Kendi nefsine, anne babanın, yakınlarının, akrabalarının veya toplumun ileri gelenleri aleyhine olsa bile şahitlikte doğruluktan ayrılma. Şahitlik insanlar için değil Allah içindir. Yüce Allah adalet ve doğruluğa razı olmuştur. Yeryüzündeki mizan da adalettir. Allah onunla kuvvetliden zayıfa, yalancıdan doğru söyleyene, haksızdan hak edene vermektedir. Adaletle doğru söyleyeni doğrulayıp, yalan söyleyeni yalanlamaktadır. Yüce Allah zulmedeni kınayıp, adaletle insanların arasını sulh etmektedir. Ey insanoğlu! "...İster zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır..."' âyeti şu mânâdadır:

“Allah zengini de, fakiri de bilendir. Ne zenginin zenginliği, ne de fakirin fakirliği seni bildiğin şeyde şahitlik ederken haktan alıkoymasın. Doğru olan da budur. Bize bildirilene göre Allah'ın Peygamberi Hazret-i Musa:

“Ey Rabbim! Yeryüzüne vermiş olduğun en değerli şey nedir?" deyince, Yüce Allah:

“Verdiğim en yüce şey adalettir" buyurmuştur.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz..." âyetini açıklarken:

“Doğru söyleyip gerçeği göstererek şahitlik etmemek için gereksiz şeyler söylemektir. Yüz çevirmekten kasıt, şahitlik yapmamaktır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: (.....) ifadesinden kasıt, gerçeği söylememektir. (.....) ifadesinden kasıt da şahitlik etmemektir."

Âdem ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Eğer eğriltirseniz..." ifadesini açıklarken:

“Gerçekleri değiştirerek söylemek mânâsındadır" demiştir. "...Yüz çevirirseniz..." ifadesi için de:

“Burada şahitlik etmemek kastedilmektedir" dedi.

136

"Ey Mü’minler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitab'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır."

Sa'Iebî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abdullah b. Selâm, Esed, Useyd b. Ka'b, Sa'lebe b. Kays, Selâm (Abdullah b. Kays'ın kız kardeşinin oğlu), kardeşi oğlu Seleme ve Yamîn b. Yamîn, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına giderek şöyle dediler:

Resûlallah! Biz sana, Kitab'ına, Mûsa'ya (aleyhisselam), Tevrât'a ve Uzeyr'e (aleyhisselam) iman ettik. Diğer peygamberler ve kitapları da inkar edeceğiz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah'a, peygamberi Muhammed'e, kitabı Kur'âtı'a ve önceki bütün kitaplara iman edin" buyurdu. Onlar:

“Hayır öyle yapmayacağız" deyince:

“Ey Mü’minler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin...'" âyeti indi. Bunun üzerine onların hepsi iman ettiler.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk:

“Ey Mü’minler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada Ehl-i Kitâb kastedilmektedir. Yüce Allah onlardan Tevrât'a, İncîl'e ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) İman edeceklerine dair ahid almıştı. Onlar da Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edeceklerine dair söz vermişti. Allah, Peygamberini gönderdiği zaman onları Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Kur'ân'a iman etmeye çağırarak onlardan almış olduğu ahdi hatırlattı. Ehl-i Kitâb'dan bir kısmı iman ederken bir kısmı da inkar etti."

137

"Doğrusu inanıp sonra inkar edenleri, sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir:

“Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Yahudiler önce Tevrât'a iman edip sonra inkar etmişlerdir. Hıristiyanlar da incil'e iman ettikten sonra inkar etmişlerdir."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde:

“Doğrusu inanıp sonra inkar edenleri, sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez" âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Burada Tevrât'a iman edip sonra inkar eden Yahudiler ve İncîl'e iman edip sonra inkar eden Hıristiyanlar kastedilmektedir. Sonra onlar küfürlerinde aşırı giderek Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkar etmişlerdir. Allah'ın âyetlerini inkar etmelerinden dolayı Yüce Allah onları doğru yola erdirmeyecektir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd bu âyeti açıklarken:

“Burada iki defa iman ettikten sonra iki defa inkar eden münafıklar kastedilmektedir. Sonra onlar bu küfürlerinde aşırı gitmişlerdir" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Burada münafıklar kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali mürted hakkında:

“Ben dinden çıkan kişinin üç defa tövbe etmesini isterim" dedi. Sonra da:

“Doğrusu inanıp sonra inkar edenleri, sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz..."' âyetini okudu.

İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Müslümanlardan düşmana kaçmış birini Fudâla b. Ubeyd'in yanına getirdiler. Fudâla b. Ubeyd, ona nasıl Müslüman olacağını öğretti ve bu kişi Müslüman oldu. Bu adam ikinci defa düşmana kaçınca onu bir daha getirdiler. Yine ona nasıl Müslüman olacağını öğretti ve bir daha Müslüman oldu. Üçüncü defa kaçınca onu bir daha yanına getirdiler. Fudâla b. Ubeyd:

“Doğrusu inanıp sonra inkar edenleri, sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez"' âyeti ile hüküm vererek adamın boynunu vurdu.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Sonra da inkarları artmış olanları Allah bağışlamaz..." âyetini açıklarken:

“Burada ölene kadar küfürleri üzerinde kalanlar kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir.

138

Kendileri için gerçekten acıklı bir azap olduğunu münâfıklara müjdele!...

139

"Onlar, inananları bırakıp da kâfirleri dost edinirler; onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Doğrusu kudret bütün olarak Allah'ındır."

Hâkim, Târih'te, Deylemî ve İbn Asâkir'in, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah her gün: «Ben izzet sahibi Rabbinizim. Kim dünya ve âhiret izzetini isterse izzet sahibine itaat etsin» buyurur."

140

"O, size Kitâb'da «Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye İndirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Vâil:

“Kişi bîr mecliste oturur ve beraber oturduğu kişileri güldürmek için onlara yalandan şeyler anlatır. Bunun üzerine Yüce Allah o meclisin tümüne öfkelenir" dedi. Bu sözü İbrâhim en-Nehaî'ye zikredilince şu karşılığı verdi:

“Ebû Vâil doğru söylemiştir. Bu konu Allah'ın Kitâb'ında:

“O, size Kitâb'da "Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın..." şeklinde geçmiyor mu?"

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: En'âm Sûresinin:

“Âyetlerimizi çekişmeye dalanları görünce, başka bir bahse geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle beraber oturma" âyeti indikten sonra, bundan daha ağır olan Nisâ Sûresinin:

“...Yoksa siz de onlar gibi olursunuz..." âyeti indi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Müşrikler, Müslümanlarla oturdukları zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Kur'ân'ı alay konusu ediyorlardı. Yüce Allah, müşrikler başka bir bahse geçmedikçe Müslümanların onlarla oturmasını yasakladı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:

“...Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır" âyetini açıklarken:

“Burada Kur'ân'ı alay konusu edinen Medine'nin münafıkları ile Mekke müşrikleri kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Sizi gözleyenler, Allah'tan size bir zafer gelirse... Eğer kafirlere bir pay çıkarsa, onlara: «Size üstünlük sağlayarak sizi müminlerden korumadık mı?» derler" âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada müminleri gözetleyen münafıklardan bahsedilmektedir. Eğer Müslümanlar düşmanlarından bir ganimet elde ederlerse, münafıklar:

“Biz sizinle beraber değil miydik? Ganimetten aldığınız gibi bize de bir pay verin" derler. Eğer kâfirler Müslümanlardan bir şey elde ederlerse münafıklar onlara:

“Biz sizin galip gelmeniz için size yardımda bulunmadık mı? Sizi Müslümanların mağlup etmesinden korumadık mı?" derler.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Size üstünlük sağlayarak sizi müminlerden korumadık mı?, derler" âyetini açıklarken:

“Sizin galip gelmenizi sağlamadık mı?" mânâsındadır, dedi.

141

"Sîzi gözleyenler, Allah'tan sîze bîr zafer gelirse, «Sizinle beraber değil miydik?» derler; eğer kâfirlere bir pay çıkarsa, onlara: «Sîze üstünlük sağlayarak sîzi müminlerden korumadık mı?» derler. Allah kıyamet günü aranızda hüküm verir. Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir."

Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali'ye:

“Yüce Allah:

“...Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir" buyurur. Oysa onlar bizimle savaşıyor ve bize galip gelerek bizi öldürüyorlar" denilince, Ali soran kişiye:

“Yaklaş! Yaklaş!" dedi ve:

“Allah kıyamet günü aranızda hüküm verir. Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir" âyetini okudu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir" ' âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın, inkarcılara bu fırsatı âhirette vermeyeceği kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir" âyetini açıklarken:

“İnkarcılara bu fırsatı kıyamet gününde vermeyecek, mânâsındadır" dedi. '

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Mâlik'ten bunun aynısını bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) ifadesini açıklarken:

“İnkarcıların kıyamet gününde hiçbir delillerinin olmayacağı kastedilmektedir" dedi.

142

"Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Kıyamet gününde münafığa da, mümine de birer nur (ışık) verilecektir. Kıyamet gününde o nurla yürüyeceklerdir. Ancak sırat köprüsüne gelindiğinde münafığın nuru sönecek ve mümin kendi nuruyla yoluna devam edecektir. Allah'ın oyunlarını başlarına çevirmesi de bu şekildedir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Onların oyunlarını başlarına çevirmektedir..." âyetini açıklarken şöyle dedi:

“Kıyamet gününde münafıklara da (mümin gibi) bir nur (ışık) verilecektir ve dünyada olduğu gibi Müslümanlarla beraber yürüyeceklerdir. Sonra Yüce Allah onların nurlarını söndürecek ve kendilerini karanlıklar içinde bırakacaktır."

İbnu'l-Münzir de Mücâhid ve Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken:

“Bu âyet Abdullah b. Ubey ve Ebû Âmir b. en-Nu'mân hakkında inmiştir" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ, es-Samt, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyete dayanarak kişinin:

“Üşeniyorum" demesini sevmezdi.

Ebû Ya'la'nın İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kim insanların gördüğü yerde namazını güzelce kılar, yalnız kaldığı yerde de kötü kılarsa bu kişi Rabbini hafife almış olur" buyurmuştur.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Onlar... insanlara gösteriş yaparlar..." âyetini açıklarken:

“Vallahi münafık, insanların arasında olmasaydı namaz kılmazdı. Onlar ancak gösteriş ve nam için namaz kılarlar" dedi.

İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“...Allah'ı da pek az hatıra getirirler..." âyetini açıklarken:

“Az olmasının sebebi, ibadetlerinin Allah'tan başkasına olmasından dolayıdır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Allah'ı da pek az hatıra getirirler..." âyetini açıklarken:

“Münafığın zikrinin az olması, Allah'ın zikrini kabul etmeyişindendir. Allah'ın red ettiği bütün şeyler az, kabul ettiği her şey de çoktur" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“Takva ile olan amel azalmaz. O zaman Allah'ın kabul ettiği amel nasıl az olur!" demiştir.

Müslim, Ebû Dâvud ve Beyhakî'nin, Sünen'de Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Böylesi bir namaz münafığın namazıdır. O oturup güneşi gözetir. Güneş şeytanın iki boynuzu arasında olduğu zaman kalkar ve bir çırpıda dört rekat namazı kılar. O bu namazının içinde Allah'ı çok az zikreder" buyurmuştur.

143

"Münafıklar, küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu müminlere bağlanırlar, ne de şu kâfirlere. Allah kimi doğru yoldan saptırırsa, sen artık ona kurtuluş yolu bulamazsın."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki:

“Müminin, münafığın ve müşrikin durumu bir vadinin kenarına gelen üç kişiye benzer. Biri vadinin içine inip karşı tarafa geçer. Diğeri inip vadinin ortasına ulaşınca vadinin üst kenarında duran kişi kendisine: «Vay haline nereye gidiyorsun? Helak olmaya mı, tekrar yerine dön» diye seslenir. Karşı tarafa geçen de kendisine: «Kurtuluşa gel» diye seslenir. Bu kişi de bir ona, bir buna bakarken sel gelir ve kendisini helak eder. Burada vadiyi geçen kişi mümindir. Helak olan kişi, bir ona bir buna bakan ve ne karşıya geçen, ne de geri dönen münafıktır. Yerinde kalan kişi de kâfirdir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Münafıklar, küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu müminlere bağlanırlar, ne de şu kâfirlere..."' âyetini açıklarken şöyle dedi: Bunlar ne halis mümin olanlar, ne de açıkça şirk koşanlardır. Bize bildirilene göre bu konuda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) örnek vererek mümini, münafığı ve kâfiri vadi kenarında olan üç kişilik bir gruba benzetirdi. Mümin vadiye iner ve karşı tarafa geçer. Sonra münafık iner ve müminin yanına varacağı zaman kâfir kendisine:

“Yanıma gel sana bir şey olmasından korkuyorum" diye seslenir. Mümin kişi de:

“Yanıma gel, yanımda şu şu var" diye yanındaki şeyleri saymaya başlar. Münafık ikisinin arasında tereddütte kalır ve bu sırada su gelip kendisini helak eder. Yani münafık sürekli şek ve şüphe içinde kalır. Ölüm geldiği zaman da o şek ve şüphe üzere ölüp gider.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“Münafıklar, küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu müminlere bağlanırlar, ne de şu kâfirlere..." âyetini açıklarken:

“Münafıklar ne Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına, ne de Yahudilere bağlanırlar" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) âyetini açıklarken:

“İslam ile küfür arasında bocalayıp dururlar" dedi.

Abd b. Humeyd, Buhârî, Târih'te, Müslim, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Münafığın durumu iki sürü arasında şaşırıp kalan koyun gibidir. Bir o sürüye, bir diğer sürüye gidip gelir. Hangisine katılacağını da bilmez" buyurmuştur.

Ahmed ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününde münafığın durumu iki sürü arasında kalan koyun gibidir. Hangi sürüye katılsa onu süserler" buyurmuştur.

144

"Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Kendi aleyhinize Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah'ın insanlar hakkında kesin delilleri vardır ki:

“Kendi aleyhinize apaçık delil mi vermek istiyorsunuz?" buyurmaktadır.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kur'ân'da geçen her "Sultân" kelimesi delil mânâsındadır" dedi.

145

Bkz. Ayet:147

146

Bkz. Ayet:147

147

"Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasmdadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın. Ancak tövbe edip durumlarını düzelten, Allah'a sarılan ve dinlerini Allah için halis kılanlar müstesnadırlar. Bunlar müminlerle birliktedirler. Allah müminlere büyük bir ecir verecektir. Eğer sîz îman eder ve şükrederseniz» Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir."

Firyâbî, ibn Ebî Şeybe, Hennâd, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Sifatu'rı- Nâr'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar..."' âyetini açıklarken:

“Münafıklar üstlerine kilitlenmiş demir tabutlar içinde Cehennem ateşine atılacaklardır" dedi. Diğer bir lafızda:

“Bu tabutlar üzerlerine kilitlidir ve onu nereden açacaklarını bilemezler" dediği zikredilen Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.. ." âyetini açıklarken:

“En aşağı tabakadan kasıt, kapıları olan demirden evler ki, bu kapılar üzerlerine kapatılıp alttan ve üstten yakılacaklardır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre:

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar..." âyetini açıklarken:

“Burada üzerlerine kapatılacak olan tabutların içinde olacakları kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar..." âyetini açıklarken:

“Burada ateşin en alt tabakası (yani dibi) kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr:

“Tabakalar ifadesiyle üst üste evler kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Sifatu'n-Nâr'da, Ebu'l-Ahvas'tan bildirdiğine göre İbn Mes'ûd:

“Cehennem ahalisinin hangi kısmı azabın şiddetlisini çekecektir?" deyince, bir kişi:

“Münafıklar çekecektir" cevabını verdi. İbn Mes'ûd:

“Doğru söyledin, nasıl azaplandırılacaklarını biliyor musun?" diye sorunca da bu kişi:

“Hayır bilmiyorum" karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd şöyle dedi:

“Bunlar demir tabutlar içine konulurlar ve tabutlar üzerlerine kapatılarak Cehennemin alt tabakalarında ok demirinden daha dar fırınlara bırakılırlar. Buraya: «Hüzün kuyusu» denilir. Bu kuyular amellerinden dolayı sonsuza kadar üzerlerine kapanır."

İbn Ebi'd-Dünyâ, îhlâs'ta, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî, Şuab'da Muâz b. Cebel'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Yemen'e gönderdiği zaman:

“Bana tavsiyede bulun" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dininde ihlâslı (samimi) ol ki, az amel sana kâfi gelsin" buyurdu.

İbn Ebi'd-Dünyâ, îhlâs'ta ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Sevbân der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Dininde ihlâslı olanlara ne mutlu. Onlar hidayetin ışığıdırlar. Onların üzerindeki karanlık fitnelerin her türlüsü aydınlanır" buyurdu.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Eşlem kabilesinden biri olan Firâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bana dilediğinizi sorun" deyince, bir kişi yüksek bir sesle:

Resûlallah! İslam nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Namaz kılmak ve zekat vermektir" buyurdu. Bu kişi:

“İman nedir?" deyince de, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İhlastır" cevabını verdi. Adam:

“Yakin nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kıyamet gününe inanmaktır" karşılığını verdi.

Bezzâr'ın hasen bir isnâdla Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccında şöyle buyurmuştur:

“Benim diyeceklerimi işiten ve iyice anlayan kişiyi Yüce Allah güzelleştirsin. Zira nice bilgi sahibi kişi vardır ki bu bilgiyi anlamaktan uzaktır. Şu üç şeyi mümin kişinin kalbi reddetmez. Allah için ihlâslı amel etmeyi, Müslümanların idarecisine bağlı olmayı ve cemaatten ayrılmamayı. Çünkü onların duaları arkalarını korur" buyurmuştur.

Nesâî, Mus'ab b. Sa'd'dan bildirir: Babam kendini Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı olmayan kişilerden daha üstün olduğunu düşününce Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah zayıfların duası, namazı ve ihlâsıyla bu ümmete yardım etmektedir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, el-Mervezî, Zühd'de ve Ebu'ş-Şeyh b. Hayyân, Mekhûl'den bildirir: Bize ulaştığına göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kul kırk gün halis bir şekilde Allah'a ibadet ederek sabahlarsa mutlaka hikmet pınarları kalbinden diline akar" buyurmuştur.

Ahmed ve Beyhakî'nin, Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“İhlaslı bir şekilde kalbiyle iman eden, kalbi selim ve dili sadık olan, nefsi mutmain ve ahlâkı doğru olan, kulakları dinleyen, gözleri hakikati gören kişi kurtuluşa ermiştir. Kulaklar hakkı dinler, gözler de kalbin idrak ettiğini ikrar eder. Kalbi idrak eden kişi kurtuluşa ermiştir. "

Hakîm et-Tirmizî'nin, Nevâdiru'l-Usûl'da, Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Halis bir kalple: «Lâ ilâhe illallah» diyen kişi Cennete girecektir" buyurdu. Ashâb:

Resûlallah! "Lâ ilâhe illallah'ın" ihlâsı nedir?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Lâ ilâhe illallah'ın sahibini haramlardan korumasıdır" karşılığını verdi.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Zühd'de, Hakîm et-Tirmizî ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Sumâme der ki: Havâriler, İsa'ya (aleyhisselam):

“Ey Allah'ın ruhu! Allah'a karşı muhlis olan kimdir?" diye sorunca:

“Amelini Allah için yapan ve amelinden dolayı insanlar tarafından methedilmeyi sevmeyen kişidir" cevabını verdi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû İdrîs der ki:

“Kişi, Allah için yaptığı bir amelden dolayı methedilmeyi sevdiği müddetçe ihlâsın hakikatine eremez."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin. Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah şükredenlere ve müminlere azap etmeyecektir" dedi.

148

"Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir."

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz..." âyetini açıklarken:

“Allah, kişinin kişiye, mazlum olması dışında beddua etmesini sevmez. Fakat mazlumun zalime beddua etmesine izin vermiştir. Ancak sabrederse kendisi için daha hayırlıdır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Burada birine zulmedenden bahsedilmektedir. Mazlum zulmedene beddua etmesin. Fakat:

“Allahım! Ona karşı bana yardımcı ol, hakkımı ondan al ve kendisiyle istediği şeyin arasına gir" diyerek buna benzer bir şekilde dualar edebilir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken:

“Yüce Allah, mazlum kişinin beddua etmesini mazur görmüştür" dedi.

Ebû Davud'un bildirdiğine göre Hazret-i Âişe'nin bir şeyi çalındı ve beddua etmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ona beddua ederek (günahından dolayı hak etmiş olduğu cezayı) hafifletme" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe ve Tirmizî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kendisine zulmeden kişiye beddua eden kişi zulmedenden hakkını almış olur" buyurmuştur.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Mücâhid'den bildirir:

“Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz..." âyeti bir sahrada birine misafir olmak isteyen, ancak o kişi tarafından ağırlanmayan kişi hakkında inmiştir. Bize bildirilene göre de adam sadece onu misafir kabul edemeyeceğini söylemiştir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Burada birinin yanına misafir olarak giden ve ev sahibi tarafından gereği gibi ağırlanmayan, oradan ayrıldıktan sonra:

“Bu kişi bana kötü davrandı ve beni iyi ağırlamadı" diyen kişiden bahsedilmektedir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Yüce Allah kişinin açıkça beddua etmesini sevmez. Fakat:

“Zulmedilen kişinin zulmedildiği kadar karşılık vermesinde bir sakınca yoktur" buyurmaktadır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Babam bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur" deyip şöyle devam etti:

“Münafık kişi münafıklığından vazgeçinceye kadar ona açıkça kötü sarfedilebilir."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İsmâil:

“Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Dahhâk b. Muzâhim şöyle derdi:

“Bu mukaddem ve muahher olan şeydedir. Yüce Allah: (.....) Eğer siz iman eder ve şükrederseniz (çirkin söz söylemezseniz) Allah size neden azap etsin. Ancak zulmedilenlerin açıkça çirkin söz söylemelerinde bir sakınca yoktur" buyurmaktadır. Dahhâk âyeti bu şekilde okurdu. Sonra Dahhâk:

“Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz..." âyetini okuyarak:

“Durum ne olursa olsun Allah çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz" dedi.

149

Eğer hayırlı bir işi açıklar, yahut gizlerseniz veya size yapılan fenalığı bağışlarsanız, (bilin ki) Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır. Her şeye kadirdir.

150

Bkz. Ayet:152

151

Bkz. Ayet:152

152

"Onlar, Allah'ı ve peygamberlerini inkar ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. «Kimine inanırız, kimini inkar ederiz» derler. Bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kafirlerdir, Biz de kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah'a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara (Allah) pek yakında mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi:

“Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Yahudiler, Tevrât ve Musa'ya (aleyhisselam) iman edip, İncîl'i ve İsa'yı (aleyhisselam) inkar ettiler. Hıristiyanlar da İncîl'e ve İsa'ya (aleyhisselam) iman edip, Kur'ân'ı ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) inkar ettiler. Onlar Yahudiliği ve Hıristiyanlığı din edindiler. Halbuki ikisi de bu şekilde Allah'tan değildir. Bunlar sonradan edinilen bidatlerdir. Onlar, bütün peygamberlerin kendisiyle gönderilmiş olan Allah'ın dini İslam'ı terk ettiler.

İbn Cerîr, Süddîve İbn Cüreyc'ten bunun aynısını bildirir.

153

Bkz. Ayet:156

154

Bkz. Ayet:156

155

Bkz. Ayet:156

156

"Ehl i Kitâb senden» kendilerine gökten bîr kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan» bunun daha büyüğünü istemişler de» «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik. Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr'u başlarına diktik de onlara, «Baş eğerek kapıdan girin» dedik, «Cumartesi günü sınırı aşmayın» dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık. Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, «Kalblerimiz perdelidir» demelerinden ötürü Allah» evet, inkarlarına karşılık onların kalblerini mühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır. İnkâr etmeleri ve Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarıdır.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Yahudilerden bazı kişiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Musa (aleyhisselam), Allah katından levhalar ile geldi. Sen de bize Allah katından levhalar getir ki, seni tasdik edelim" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ehl-i Kitâb senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik. Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr'u başlarına diktik de onlara, «Baş eğerek kapıdan girin» dedik, «Cumartesi günü sınırı aşmayın» dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık. Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, «Kalblerimiz perdelidir» demelerinden ötürü Allah, evet, inkarlarına karşılık onların kalblerini mühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır. İnkâr etmeleri ve Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarıdır'" âyetlerini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bize Allah katından: «Allah'dan filan ve filan kişiye! Siz Allah'ın Peygamberisiniz» diyen bir sahife getirmediğin müddetçe bizi davet etmiş olduğun şeyi kabul etmeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:

“Ehl-i Kitâb senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Mûsa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik" âyetini indirdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Yahudiler:

“Eğer gerçekten Allah'ın peygamberi isen, Mûsa'nın (aleyhisselam) getirmiş olduğu sahife gibi sen de bize gökyüzünden içinde yazı olan bir sahife getir" dediler.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“"Ehl-i Kitâb senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor..."âyetini açıklarken:

“Kendilerine (Yahudilere ve Hıristiyanlara) has bir kitap kastedilmektedir, (.....) kelimesi de:

“Apaçık mânâsındadır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Bize Allah'ı apaçık göster..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Onlar Allah'ı görseler zaten görmüş olurlar. Ama onlar açıkça:

“Bize Alah'ı göster" dediler." Âyetteki kelimelerde takdim ve tehir vardır."

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Onları yıldırım çarptı..."âyetini açıklarken:

“Burada ölüm kastedilmektedir. Allah onları dediklerinden dolayı ceza olarak ecellerinden önce öldürdü. Dilediğince ölü bıraktıktan sonra da tekrar diriltti" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Tûr'u başlarına diktik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Allah, eteğinde bulundukları Tur dağını kaldırıp üstlerinde bulut gibi tuttu ve:

“Ya emrimi tutarsınız ya da dağı üzerinize bırakırım" buyurdu. Bunun üzerine onlar:

“Emrini tutacağız" deyince Allah dağı üzerlerine bırakmadı.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Onlara, «Baş eğerek kapıdan girin» dedik... «Cumartesi günü sınırı aşmayın» dedik...'" âyetini açıklarken:

“Bunun Beytu'l-Makdis'in kapılarından bir kapı olduğunu konuşurduk. Onlara Cumartesi günü balık yememe ve avlanmama emredilerek başka her şey helal kılındı" dedi. "Kendilerinden sağlam söz aldık...«Kalblerimiz perdelidir» demelerinden ötürü... Onların kalblerini mühürledi..."' âyeti hakkında ise şöyle dedi:

“Burada onların vermiş oldukları ahitleri bozmaları ve hakikati anlamadıkları kastedilmektedir. Onlar Allah'ın emirlerini bırakıp Peygamberlerini öldürdüklerinde, âyetlerini inkar ettiklerinde ve ahitlerini bozduklarında, Allah onların kalplerini mühürledi. Bunları yaptıkları zaman da onları lanetledi."

Bezzâr ve Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Mühürleyici kişi Arş'ın direğinde asılıdır. Allah'ın kanunları ihlal edilip cesaretle günah işlenince, Yüce Allah mühürleyici kişiyi gönderir ve günah işleyen kişinin kalbini mühürletir. Bundan sonra da onun hiçbir ameli kabul edilmez. "

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarıdır" âyetini açıklarken:

“Burada, Meryem'e (aleyhisselam) zina iftirasında bulunmaları kastedilmektedir" dedi.

Buhârî, Târih'te ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

“Senin durumun İsa'nın durumu gibidir. Yahudiler ona buğzedip annesine zina iftirasında bulundular. Hıristiyanlar ise onu çok severek, onu gerçekte olmadığı bir makama koydular. "

157

"Allah'ın Resûlü Meryem oğlu İsa Mesih'i biz öldürdük, demeleri sebebiyledir. Oysa onu öldürmediler, asmadılar da. Fakat onlara öyle gösterildi. İhtilaf ettikleri konuda şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka bir bilgileri de yoktur. Kesinlikle onu öldürmediler."

Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) göğe yükseltmek isteyince, İsa (aleyhisselam) odasından içinde on iki havarisi bulunan diğer bir odaya başından su damlar bir şekilde geçti ve:

“Aranızdan bir kişi bana iman ettikten sonra beni on iki defa inkar edecektir. Benim benzerliğim hanginizin üzerine bırakılsın ve benim yerime öldürülüp benimle beraber benim derecemde olsun" diye sordu, içlerinden yaşça en küçük olan bir genç kalkınca, ona:

“Otur!" dedi. İsa (aleyhisselam) aynı şeyi tekrar edince, yine aynı genç ayağa kalktı. Ona bir daha:

“Otur!" dedi. Üçüncü defa aynı şeyi sorunca aynı genç bir daha kalkıp:

“Ben" dedi. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam):

“İşte, sen osun" dedi ve İsa'nın (aleyhisselam) benzerliği onun üzerine bırakıldı. Sonra da İsa (aleyhisselam) evin küçük bir penceresinden göğe yükseltildi. Yahudilerin onu araması üzerine bu genci alıp götürdüler. Onu öldürdükten sonra da çarmıha gerdiler. Onlardan bazıları İsa'ya (aleyhisselam) iman ettikten sonra onu on iki defa inkar etti.

Bundan sonra insanlar iiç fırkaya ayrıldılar. Bir fırka:

“Allah bir süre bizimle beraberdi. Sonra göğe çıktı" dedi. Bunlar Ya'kûbiler idi. Diğer bir fırka:

“Allah'ın oğlu bir süre bizimle beraber idi. Sonra Allah onu göğe yülseltti" dedi. Bunlar da Nastûrî'lerdi. Sonuncu fırka:

“Allah'ın kulu ve Resûlü aramızdaydı" dedi. Bunlar da Müslümanlardı. Kâfir iki fırka Müslümanlara üstün gelerek onları öldürdüler. Ondan sonra Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilinceye kadar İslam gizli kalmıştı. Yüce Allah bu konuda:

“İsrâiloğullarından bir tâife îmân etti, bir tâife de inkar etti. Biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler'" âyetini indirdi. Burada İsa (aleyhisselam) zamanında iman eden ve inkar eden iki fırka ile Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dini ile kafirlere üstün gelmesi kastedilmektedir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Allah'ın Resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i biz öldürdük, demeleri sebebiyledir. Oysa onu öldürmediler, asmadılar da. Fakat onlara öyle gösterildi. İhtilaf ettikleri konuda şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka bir bilgileri de yoktur. Kesinlikle onu öldürmediler" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bunlar iftihar ederek isa'yı (aleyhisselam) öldürüp çarmıha gerdiklerini iddia eden Yahudilerdir. Bize nakledildiğine göre İsa (aleyhisselam) ashâbına:

“Benzerliğim hanginizin üzerine atılsın ve öldürülsün?" diye sorunca, ashâbından bir kişi:

“Benim üzerime" dedi. O kişinin öldürülmesiyle Yüce Allah, Peygamberini korudu ve onu katına yükseltti.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Onlara öyle gösterildi..." âyetini açıklarken:

“Onlar İsa'ya (aleyhisselam) benzeyen başka birini Isa (aleyhisselam) sanarak çarmıha gerdiler. Ancak Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) diri olarak katına yükseltmiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kesinlikle onu öldürmediler"' âyetini açıklarken:

“Onu öldürdüklerini zannettiler, ancak bu zanlarını kesin bir bilgiyle gideremediler" dedi.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken:

“Onlar bu zanlarını kesin bir bilgi ile gidermediler" dedi.

İbn Cerîr, Cuveybir ve Süddî'den bunun aynısını bildirir.

Abdurrezzâk, Ahmed, Zühd'de ve İbn Asâkir'in, Sâbit el-Bunânî vasıtasıyla bildirdiğine göre Râfi':

“İsa b. Meryem yükseltildiği zaman yanında bir yün elbise, bir çift çoban mesti ve kuş avladığı sapanı vardı" dedi.

Ahmed, Zühd'de, Ebû Nuaym ve İbn Asâkir'in, Sâbit el-Bunânî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye:

“İsa (aleyhisselam) yükseltildiği zaman geriye bir yün elbise, bir çift çoban mesti ve kuş avladığı sapanından başka bir şey bırakmadı" dedi.

İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Abdulcebbâr b. Abdillah b. Selmân der ki: İsa (aleyhisselam) yükseltildiği günün gece ashabının yanına gelip onlara:

“Allah'ın Kitab'ını geçim kaynağı olarak kullanmayın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah sizi öyle minberlere oturtur ki, o minberlerin bir taşı dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır" dedi. Bu oturaklar Yüce Allah'ın, Kur'ân'da:

“Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler" diye zikrettiği oturaklardır. Sonra, İsa (aleyhisselam) yükseltildi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Vehb b. Münebbih'den bildirir: Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam) onun dünyadan çıkacağını haber verdiğinde Isa (aleyhisselam) ölümden korktu ve bu kendisine ağır geldi. Havarileri yanına davet ederek onlara yemek yaptı ve:

“Bu gece yanıma gelin, çünkü size ihtiyacım var" dedi. O gece Havariler yanına geldiğinde İsa (aleyhisselam) onlara yemek yedirdi ve kendilerine hizmette bulundu. Havariler yemeği bitirince, İsa (aleyhisselam) onların ellerini yıkamaya, kendi eliyle abdest aldırmaya ve ellerini kendi elbisesiyle silmeye başladı. Havariler bu hareketi ağır bir şey görerek bundan hoşlanmadılar. İsa (aleyhisselam):

“Dikkat edin. Bu gece yapacaklarımdan dolayı biri bana bir şey söylerse o benden değildir, ben de ondan değilim" dedi. Onlar da bunu kabul ettiler. İsa (aleyhisselam) onlara hizmette işlerini bitirince:

“Bu gece yaptıklarım size bir hizmettir. Benim yapmış olduğum gibi kendi nefsinizle birbirinize hizmet edin ve birbirinize karşı büyüklenmeyin. Bu gece sizden istediğim yardım ise, ecelimi geciktirmesi için var gücünüzle Allah'a dua etmenizdir" dedi. Havariler dua etmek için kendilerini zorladıklarında onları öyle bir uyku bastırdı ki dua etmeye güç yetiremez oldular. İsa (aleyhisselam) onları uyarmaya çalışarak:

“Sübhanallah, bana yardım edeceğiniz bu gecede sabredemez misiniz?" demeye başladı. Havariler:

“Vallahi bize ne olduğunu bilmiyoruz. Biz geceleri çokça sohbet ederdik. Ancak bu gece nedense buna gücümüz yetmiyor. Dua etmek istediğimiz zaman aramıza bir şeyler giriyor" karşılığını verdiler. İsa (aleyhisselam):

“Çoban götürülecek ve koyun sürüsü dağılacaktır" gibi şeyler söyleyerek öleceğini haber vermeye başladı. Sonra:

“Hakikat şu ki, sabah vakti horoz ötmeden önce biriniz beni üç defa inkar edecek, biriniz de beni az bir paraya satarak o parayı yiyecektir" dedi. Havariler oradan çıktılar ve dağıldılar.

Yahudiler, İsa'yı (aleyhisselam) arıyordu ki, Havarilerden Şemûn'u yakaladılar ve:

“Bu onun arkadaşlarındandır" dediler. Şemûn:

“Hayır, ben onun arkadaşı değilim" deyince onu bıraktılar. Şemûn başkaları tarafından bir daha yakalanınca yine İsa'nın (aleyhisselam) ashâbından olduğunu inkar etti. Bu sırada horozun sesini işitince ağladı ve üzüldü. Sabah vakti Havarilerden bir kişi, Yahudilere giderek:

“Size Mesih'in yerini söylersem bana ne vereceksiniz?" dedi. Onlar da kendisine otuz dirhem verince, bu parayı alıp onlara Mesih'in yerini söyledi. Bu sırada bir kişi İsa'ya (aleyhisselam) benzetilmişti. Bu kişiyi aldılar ve İsa (aleyhisselam) olduğundan emin bir şekilde onu iplerle bağladılar. Bir taraftan onu çekiyor, bir taraftan da:

“Hani sen ölüleri diriltir ve delileri iyileştirirdin. Kendini bu iplerden kurtarmayacak mısın?" diyerek ona tükürüyor ve üzerine dikenler atıyorlardı. Çarmıha gerileceği direğin yanına gelene kadar böyle devam ettiler. Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) katına yükseltti ve Yahudiler, İsa'ya (aleyhisselam) benzeyen kişiyi çarmıha gerdiler.

Bu kişi öylece orada yedi gün kaldı. Sonra İsa'nın (aleyhisselam) annesi ve tedavi ettiğinde Allah'ın deliliğini giderdiği kadın çarmıha gerilmiş kişinin yanına gelip ağlamaya başladılar. Isa (aleyhisselam) gelip:

“Niçin ağlıyorsunuz?" diye sorunca:

“Senin için ağlıyoruz" dediler. İsa (aleyhisselam):

“Yüce Allah beni kendi katına yükseltti ve bana hayırdan başka bir şey gelmedi. Bu kişi Yahudiler için benim bir benzerimdir. Havarilere söyleyin beni filan yerde beklesinler" dedi. On bir Havari, İsa'yı (aleyhisselam) o yerde beklediler. Ancak İsa'yı (aleyhisselam) satıp da yerini söyleye kişiyi kaybetmişlerdi. Isa (aleyhisselam) ashabına o kişiyi sorunca:

“Yaptığına pişman oldu ve kendini boğarak öldürdü" karşılığını verdiler. İsa (aleyhisselam):

“Eğer tövbe etseydi Yüce Allah tövbesini kabul ederdi" dedi. Sonra da Havarilere tâbi olan, kendisine Yuhanna denilen çocuğu sorup:

“O sizinle beraberdir, gidin, Yüce Allah her kişiye bir kavmin dilini verecektir. Kavminizi uyarın ve Allah'a davet edin" dedi.

İbnu'l-Münzir, Vehb b. Münebbih'den bildirir:

“İsa (aleyhisselam) yolculuk ettiği bir sırada su içmek için bir kadının yanına geldi ve:

“Bana içen herkesin öleceği suyundan içir, ben de sana içen herkesin hayat bulacağı suyumdan içireyim" dedi. İsa'nın (aleyhisselam) karşılaştığı bu bilge kadın:

“Herkesin hayat bulacağı su sana yetmiyor mu ki, içen herkesin öleceği sudan istiyorsun?" diye sorunca, İsa (aleyhisselam):

“Senin suyun acil olan dünya suyudur, benim suyum ise uhrevi (kişiye âhirette hayat veren iman) suyudur" dedi. Kadın:

“Sanırım sen İsa b. Meryem denilen kişisin" deyince:

“Evet o kişi benim. Seni, Allah'tan başkasına ettiğin ibadetleri bırakıp sadece Allah'a ibadet etmeye davet ediyorum" karşılığını verdi. Kadın:

“Dediklerin için bana bir delil getir" deyince de, İsa (aleyhisselam) "Bunun delili, kocanın yanına gittiğin zaman seni boşalmasıdır" karşılığını verdi. Kadın:

“Bunda apaçık bir delil var ki, İsrail oğullarının içinde kocası için benden daha değerli bir kadın yoktur. Eğer dediğin gibiyse senin doğru söyleyen biri olduğunu anlamış olurum" dedi. Kadın kocasının yanına geri döndü. Kocası genç ve kıskanç biriydi. Ona:

“Seni geciktiren şey nedir?" diye sorunca:

“Bana bir adam uğradı" diyerek İsa'yı (aleyhisselam) ona haber vermek istedi. Bunun üzerine adamın üzerine kıskançlık çöktü ve kadını boşadı. Kadın:

“Arkadaşım doğru söyledi" deyip, İsa'nın (aleyhisselam) peşinden gitti ve ona iman etti.

İsa (aleyhisselam) yirmi yedi Havarisi ile beraber bir eve gitmişti. Yahudiler onları burada kuşatıp içeri girince, Yüce Allah o Havarilerin hepsini İsa'nın (aleyhisselam) suretinde kıldı. Yahudiler:

“Bize büyü yaptınız, ya bize İsa'nın (aleyhisselam) kim olduğunu açıklarsınız ya da hepinizi bir bir öldürürüz" dediler. İsa (aleyhisselam) ashabına:

“Kim canının Cennet karşılığı satar?" diye sorunca, aralarından bir kişi:

“Ben satarım" dedi. Bu kişiyi alıp götürdüler ve öldürerek çarmıha gerdiler. İşte o zaman onlar için bir kişi İsa'ya (aleyhisselam) benzetildi ve Yahudiler, İsa'yı (aleyhisselam) öldürüp çarmıha gerdiklerini sandılar. Hıristiyanlar da onu İsa (aleyhisselam) sanmışlardı. Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) o gün katına yükseltmişti. O kadın İsa'nın (aleyhisselam) öldürülüp çarmıha gerildiği haberini alınca o ağacın yanında bir mescid edinerek ibadet edip İsa (aleyhisselam) için ağlamaya başladı. Ancak kadın üzerinden bir ses işitti. Bu ses tanıdığı bir ses, İsa'nın (aleyhisselam) sesiydi ve şöyle diyordu:

“Ey Filan! Vallahi onlar beni öldürmedi ve çarmıha germedi. Fakat onlar için bir kişi bana benzetildi. Buna delilim de bu gece Havariler senin evinde toplanacaklardır. Onlar on iki fırkaya ayrılacaklar ve her fırka bir kavmi Allah'ın dinine davet edecektir."

Akşam olup Havariler kadının evinde toplanınca, kadın onlara:

“Bu gece işittiğim bir şeyi size anlatacağım. Beni yalanlasanız da bu bir gerçektir. İsa'nın (aleyhisselam) sesini işittim, o:

“Ey filan! Vallahi ben öldürülmedim ve çarmıha gerilmedim" diyordu. Bunun delili de sizin evimde toplanmanızdır. Siz on iki fırkaya ayrılacaksınız" dedi. Havariler:

“Senin işittiğin doğrudur. Çünkü İsa (aleyhisselam) öldürülmedi ve çarmıha gerilmedi. Onun yerine filan kişi öldürülüp çarmıha gerildi. Biz de evinde ancak İsa'nın (aleyhisselam) demiş olduğu şey için toplanmış bulunmaktayız. Biz yeryüzünde davetçiler olarak çıkmak istiyoruz" dediler. Nastûr ve iki arkadaşı Rum tarafına (Anadolu'ya) gideceklerdi. Nastûr bir işinden dolayı o iki arkadaşıyla beraber gidememişti. Fakat iki arkadaşı gideceği zaman onlara:

“Yumuşak olun ve sert olmayın. Hiç bir şeyle de oyalanmayın" dedi.

Bu iki kişinin şehre gelmesi o şehrin bayram gününe kadar gelmişti. Kral ve ahalisi dışarı çıkmıştı ki bu iki kişi yanlarına giderek kralın önünde durdular. Sonra:

“Allah'tan korkun, siz Allah'a masiyette bulunup Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapmaktasınız" diyerek Allah'ın dilediğince bir şeyler söylediler. Kral söylenenlerden dolayı üzüldü ve onları öldürmeye niyetlendi. Halk:

“Bu gün kan akıtılmayacak bir gündür. Sen bu iki kişiye üstün gelmiş bir durumdasın. Dilersen bayramımız bitene kadar onları hapsedelim. Sonra onlara dilediğini yaparsın" dedi. Kral onların hapsedilmesini emretti. Sonra da onları unuttu. Nastûr gelip onları sorunca onların hapiste olduğunu haber verdiler. Onların yanına hapse giderek şöyle dedi:

“Ben size yumuşak olun, sert olmayın ve hiç bir şeyle de oyalanmayın demedim mi? Siz neye benzediğinizi biliyor musunuz? Siz yaşlanıncaya kadar çocuğu olmayan ve yaşlandıktan sonra çocuk sahibi olan bir kadın gibisiniz. Ancak kadın çocuğu çabucak büyütüp ondan faydalanabilmek için ona midesinin kaldıramayacağı şeyler yedirerek onu öldürdü." Sonra onlara:

“Hiçbir şeyle oyalanmayın" diyerek çıkıp gitti ve kralın kapısına geldi.

İnsanlar oturduğu zaman kralın tahtı konulur kral da tahtına kurulurdu. İnsanlar da önünde sessiz bir şekilde otururdu. Onlar helal ve haram şeyler konusunda ihtilafa düştüklerinde durumu krala arz ederlerdi. Kral bu duruma bakar ve mecliste kendi tarafında oturanlara o şeyi sorardı. Oradakiler de konu bütün meclisi dolaşana kadar birbirlerine sorardı. Yine öyle bir durumda iken Nastûr geldi ve grubun sonunda oturdu. Cevap verecekler krala cevap verdiklerinde Nastûr'un da cevabını krala söylediler. Kral işittiği şeyde bir nur görmüş ve hoşuna gitmişti. "Bunu söyleyen kimdir?" diye sorunca, oradakiler:

“Grubun gerisinde oturan bir kişidir" dediler. Kral:

“Onu bana getirin" dedi. Onu getirdiklerinde kral kendisine:

“Şunu şunu diyen sen misin?" diye sordu. Nastûr:

“Evet benim" cevabını verdi. "Peki, şu şu konuda ne dersin?" diye sorunca da:

“Şöyle şöyle derim" karşılığını verdi. Kral kendisine ne sorduysa, Nastûr mutlaka ona açık cevaplar verdi. Bunun üzerine kral:

“Sende bu ilim varken grubun gerisinde mi oturuyorsun! Ona tahtımın yanında yer verin" dedi. Sonra:

“Eğer oğlum bile gelirse bu yerinden onun için kalkma" diye ekledi. Sonrasında kral halkı bırakıp Nastûr'a doğru döndü. Nastûr, kralın yanındaki değerini anlayınca onu hidayete davet etmek istedi ve:

“Ey kral! Ben evi ve köyü uzakta olan biriyim. Eğer istersen ve bana bir ihtiyacın kalmadıysa aileme gitmek istiyorum" dedi. Kral:

“Ey Nastûr! Bırakıp gidemezsin. Ancak aileni buraya getirmek istersen sana güzel bir yer vardır. Devlet hazinesinden bir şeyler alıp ailene göndermek istersen de gönder" karşılığını verince Nastûr sustu ve sesini çıkarmadı.

Bir gün biri ölünce, Nastûr:

“Ey kral! Bana söylendiğine göre bir ara senin dinini ayıplayan iki kişi yanına gelmiş" dedi. Kral onları hatırladı ve onları yanına getirterek:

“Ey Nastûr! Sen bilge bir adamsın. Onlarla benim aramda hakem ol. Sen bu konuda ne dersen razıyım" dedi. Nastûr:

“Evet ey kral! Bu kişi İsrail oğullarından ölen bir kişidir. Bu iki kişiye bu ölüyü diriltmelerini emret. İşte bu da apaçık bir delil olur" karşılığını verdi. Ölüyü getirdiklerinde bu iki kişi kalkıp abdest aldı ve Rablerine dua ettiler. Bunun üzerine ölü canlandı ve konuşmaya başladı. Nastûr:

“Ey kral! Bu olayda apaçık bir delil vardır. Fakat onlara başka bir şeyi emret. Memleketinin bütün ahalisini topla ve ilahlarına bu iki kişiye zarar vermelerini söyle. Eğer ilahların bu iki kişiye zarar verebilirse bu yaptıklarının bir değeri yok demektir. Ancak bu iki kişi senin ilahlarına zarar verebilirlerse iddia ettikleri şey kuvvetlidir demektir" dedi.

Kral halkını topladı ve ilahlarının bulunduğu tapınağa girdi. Kral tapınağa girdiğinde kendisi ve halkı secdeye kapandı. Nastûr da beraberlerinde secdeye kapanarak:

“Allahım! Ben sana secde ediyor ve senden başka ilahlar edinilen bu ilahları aldatıyorum" dedi. Sonra kral başını kaldırarak:

“Bu iki kişi sizin dininizi değiştirmek istiyor ve bizi sizden başka bir ilaha ibadet etmeye davet ediyorlar. Onların gözlerini çıkarın veya onları cüzamlı yapın veya felç edin" dedi. Ancak ilahları ona hiçbir cevap vermiyordu. Nastûr arkadaşlarına beraberlerinde kazma getirmelerini söylemişti. Nastûr:

“Ey kral! Bu iki kişiye ilahlarına bir zarar verip veremeyeceklerini sor" dedi. Kral:

“İlahlarımıza bir zarar verebilir misiniz?" diye sorunca:

“Bizi onlarla baş başa bırak" dediler ve karşılarına geçip ilahları parçaladılar. Bunun üzerine Nastûr:

“Ben bunların Rabbine iman ettim" dedi. Kral:

“Ben de bu iki kişinin Rabbine iman ettim" dedi. Oradaki bütün herkes de:

“Biz bu iki kişinin Rabbine iman ettik" diyerek krala katıldılar. Bunun üzerine Nastûr arkadaşlarına:

“Yumuşak olup sert olmamak böyledir" dedi.

158

"Doğrusu Allah, O nu kendine doğru yükseltti. Allah her zaman İzzet ve hikmet sahibidir."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:

“Allah her zaman izzet ve hikmet sahibidir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahudi biri, İbn Abbâs'a:

“Siz, Allah izzet ve hikmet sahibi idi diyorsunuz. Bu gün hangi durumdadır?" deyince, İbn Abbâs:

“İzzet ve hikmet Allah'ın zatında (daim) olan bir şeydir" karşılığını verdi.

159

"Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir."

Firyâbî, Abd b. Humeyd ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Burada İsa b. Meryem'in tekrar (dünyaya) geleceği kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Burada İsa'nın (aleyhisselam) ölümü kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“ İsa (aleyhisselam) yeryüzüne tekrar gönderildiği zaman Ehl-i Kitâb'dan bir kesim ona iman edecektir" dedi.

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Burada ölümlerinden önce iman edecek Yahudiler kastedilmektedir" dedi.

Tayâlisî, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet Ubey'yin kıraatında: (.....) şeklindedir. Hiçbir Yahudi yoktur ki ölmeden önce İsa'ya (aleyhisselam) iman etmiş olmasın" dedi. İbn Abbâs'a:

“Kişi bir evin damından düşüp ölecek olursa nasıl iman edecek?" denilince:

“O havada iken iman ettiğini söyleyecek" dedi. Yine:

“Peki, onlardan birinin boynu vurulacak olursa nasıl olacak?" denilince, İbn Abbâs:

“Kekeleyerek iman ettiğini söyleyecektir" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Boynu vurulsa bile İsa'ya (aleyhisselam) iman etmeden canı çıkmayacaktır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Yahudi kişi silahla öldürülse bile İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şahitlik etmeden ölmeyecektir."

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Eğer Yahudi biri bir köşkün damından atılacak olsa yere yetişmeden önce İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna iman eder" dedi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken:

“Yahudi kişi İsa'ya (aleyhisselam) iman etmeden ölmeyecektir" dedi. Kendisine:

“Kılıçla vurulsa bile mi?" denildiğinde:

“Kişi o anda iman ettiğini söyler" dedi. "O yüksek yerden atılsa bile mi?" denilince de:

“O havada iken iman ettiğini söyler" karşılığını verdi.

İbnu'l-Münzir'in Ebû Hâşim ve Urve'den bildirdiğine göre bu âyet Ubey b. Ka'b'ın mushafında: (.....) şeklindedir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken, Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib'in (İbnu'l- Hanefiyye) şöyle dediğini bildirir:

“Ehl-i Kitâb'dan hiç kimse yoktur ki mutlaka melekler gelip yüzüne ve arkasına vurur. Sonra kendisine şöyle denilir:

“Ey Allah'ın düşmanı! İsa, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Ancak sen, Allah'a iftirada bulunup, İsa'nın Allah olduğunu iddia ettin. Oysa İsa (aleyhisselam) ölmedi ve göğe yükseltildi. Kıyamet kopmadan önce yeryüzüne inecek, ona iman etmeyen hiçbir Yahudi ve Hıristiyan kişi kalmayacaktır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şehr b. Havşeb der ki: Haccâc bana:

“Ey Şehr! Allah'ın Kitâb'ında:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini okuduğum zaman mutlaka içimde bir soru işareti kalmıştır. Bana esirler getirilir ve ben onların boyunlarını vururum. Ancak öldükleri zaman bir şey dediklerini işitmiyorum" deyince şu karşılığı verdim:

“Bu âyet sana başka bir kanalla anlatılmış. Hıristiyan kişinin canı çıkacağı zaman melekler ona önünden ve arkasından vurarak:

“Pis adam! Allah veya Allah'ın oğlu veya üç ilahtan biri olduğunu iddia ettiğin Mesih, Allah'ın kulu, ruhu ve kelimesidir" derler. İşte o anda iman eder. Ancak bu iman edişi kendisine bir fayda sağlamaz. Yahudi kişinin canı çıkacağı zaman melekler ona önünden ve arkasından vurarak:

“Ey pis adam! Öldürdüğünü zannettiğin Mesih, Allah'ın kulu ve ruhudur" derler. İşte o anda iman eder. Ancak bu iman edişi kendisine bir fayda sağlamaz. Bu durum İsa'nın (aleyhisselam) yeryüzüne indiği zaman ise ölülerinin iman etmiş olduğu gibi dirileri de iman edecektir." Haccâc:

“Bu rivâyeti nereden aldın?" diye sorunca:

“Muhammed b. Ali'den aldım" karşılığını verdim. O da bana:

“Sen bunu tam yerinden almışsın" dedi. Vallahi bana bunu Ümmü Seleme anlatmıştı. Ancak ben onu kızdırmak istemiştim.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açılarken:

“İsa (aleyhisselam) indiği zaman bütün din sahiplerinin ona iman edeceği kastedilmektedir" dedi. "...Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir" âyeti hakkında ise:

“İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın emirlerini tebliğ ettiğini ve Allah'ın kulu olduğunu bildirdiğine dair şahitlik edeceği kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“İsa (aleyhisselam) yeryüzüne inip Deccâl'ı öldürdüğü zaman, yeryüzünde kendisine iman etmeyen hiçbir Yahudi kalmayacaktır. Ancak bu imanları kendilerine bîr fayda sağlamayacaktır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..."" âyetini açıklarken:

“Bu, İsa b. Meryem'in yeryüzüne indiği zaman olacaktır. O zaman Ehl-i Kitâb'dan, kendisine iman etmeyen hiç kimse kalmayacaktır" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî):

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetini açıklarken:

“Bu İsa'nın (aleyhisselam) ölümünden önce olacaktır. Vallahi şu anda o, Allah katındadır ve diridir. Yeryüzüne indiği zaman herkes ona iman edecektir" dedi.

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre bir kişi Hasan(-ı Basrî)'a:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın..." âyetinin anlamını sorunca:

“Bu, İsa'nın (aleyhisselam) ölümünden önce olacaktır. Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) yanına yükseltmiştir. Kıyamet gününde onu öyle bir konumda gönderecektir ki iyiler de, kötüler de kendisine iman edecektir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Canım elinde olana yemin olsun ki, yakın bir zamanda Meryem'in oğlu adil bir idareci olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalacak ki kimse malı kabul etmeyecektir. Bir secde dünya ve içindekilerden daha değerli olacaktır" buyurdu. Dilerseniz bu konuda:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir" âyetini okuyun.

İbn Merdûye, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yakın bir zamanda Meryem'in oğlu adil bir idareci olarak inecek, Deccâl'ı ve domuzu öldürecek, haçı kıracak, cizyeyi kaldıracak ve mal çoğalacaktır. Bir secde dünya ve içindekilerden daha değerli olacaktır. Secdeler de sadece alemlerin Rabbi Allah'ın olacaktır" buyurdu. Dilerseniz:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir"  âyetini okuyun. Burada İsa b. Meryem'in ölümü kastedilmektedir." Ravi der ki: Ebû Hureyre son sözünü üç defa tekrar etti.

Ahmed, İbn Cerîr ve İbn Asâkir, Ebû Hureyre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Isa b. Meryem inecek, domuzu öldürüp haçı yok edecek ve namaz için yanına toplanacaklardır. O mal verecek, ama malı kimse kabul etmeyecektir. Vergiyi de kaldıracaktır. Revhâ'ya inerek hac veya umre veya ikisini birden yapacaktır" buyurdu. Yüce Allah:

“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir"  buyurur. Burada İsa'nın (aleyhisselam) ölümünden önce ona iman edecekleri kastedilmektedir.

Ahmed, İbn Ebî Şeybe ve Müslim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İsa b. Meryem, hac veya umre veya ikisini birden yapmak için Feccu'r-Revhâ'da ihrama girecektir" buyurmuştur.

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İmamınız kendinizden iken Meryem'in oğlu inerse ne yaparsınız?" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr ve İbn Hibbân'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Bütün peygamberler kardeştir. Anneleri farklı, dinleri birdir. Ben, İsa b. Meryem'e insanların en yakınıyım. Çünkü benimle onun arasında hiçbir peygamber yoktur. O ümmetimin halifesidir ve mutlaka yeryüzüne tekrar inecektir. Onu gördüğünüzde tanıyın. O kırmızıya ve beyaza çalan bir tendedir. Üzerinde sarıya çalan iki elbisesi vardır. Başına ıslaklık değmese bile başından su damlar gibidir. O haçı kıracak ve domuzu öldürecektir. Vergiyi kaldıracak ve insanları İslam'a davet edecektir. Onun zamanında Yüce Allah, İslam dışında bütün dinleri helak edecektir. Yine onun zamanında Allah, Mesih Deccâl'ı helak edecektir. Sonra yeryüzüne emân bırakılacaktır. Bunun üzerine aslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla, çocuklar da yılanlarla oynayacak ve birbirlerine zarar vermeyeceklerdir. İsa yeryüzünde kırk yıl kalacak, sonra vefat edince de müslümanlar namazını kılıp onu defnedeceklerdir. "

Ahmed'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Eğer İsa yeryüzüne inene kadar yaşarsam onunla görüşmeyi arzulardım. Eğer ben erken ölürsem ve sizden biriniz onu görürse ona selamımı iletsin" buyurdu.

Taberânî'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bilmiş olunuz ki, benimle İsa arasında hiçbir Peygamber ve hiçbir Resûl yoktur. O benden sonra ümmetime halifedir. O, Deccâl'ı öldürüp haçı kıracak ve vergiyi kaldıracaktır. Onun zamanında savaş silahları kaldırılacaktır. Sizden kim ona yetişirse ona selamımı iletsin."

Taberânî ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İsa b. Meryem yeryüzüne inecek ve insanların arasında kırk yıl kalacaktır" buyurdu.

Ahmed ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“İsa b. Meryem adaletli bir imam ve adaletli bir hakem olarak inecek, haçı kırarak, domuzu öldürecektir. Tekrar barışı getirip kılıçları orak yapacaktır. Her hummalının humması da gidecektir. Gökyüzü rızıklarını indirip, yeryüzü bereketini çıkaracaktır. Hatta çocuk yılanlarla oynayacak ve yılanlar ona bir zarar vermeyecektir. Kurt koyunları, aslan da sığırları otlatacak ve onlara bir zarar vermeyeceklerdir."

Ahmed, Taberânî ve İbn Asâkir'in, Semure b. Cündüp'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Deccal çıkıp gelecektir. Sol gözü kör ve o gözünde büyük bir et parçası olacaktır. O dilsizleri ve hastaları iyileştirip ölüleri dirilterek: «Ben Rabbinizim» diyecektir. «Sen rabbimizsin» diyen kişi fitneye düşmüş olacaktır. «Rabbim diri olan ve ölmeyen Allah'tır» diyen kişi ise fitneden masum olacaktır. Bu kişinin üzerinde fitne ve azap olmayacaktır. Deccâl, Allah'ın dilediğince yeryüzünde kalacak ve sonra İsa b. Meryem, Muhammed'i ve ümmetini tasdik edici olarak Batı'dan gelecektir. Isa, Deccal'ı öldürecek ve o zaman kıyamet kopacaktır." Taberânî'nin lafzı:

“İsa, Doğu'dan gelecektir" şeklindedir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Ebû Ya'la ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Ben ağlarken Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi ve:

“Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Ben:

“Ey Allah'ın Resûlü! Sen Deccâl'ı zikrettin, ondan ağlıyorum" deyince de şöyle buyurdu:

“Ağlama! Eğer Deccâl, ben sağ iken gelirse sizin yerinize ben onu mağlub ederim. Eğer ben ölürsem Rabbiniz kör değildir. O İsbehân Yahudilerinin içinde çıkacak ve Medine'nin kenarına gelince orada konaklayacaktır. O zaman Medine'nin yedi kapısı olup her kapıda da iki melek olacaktır. Medine'nin bütün kötüleri Deccâl'ın yanına inecektir. Filistin topraklarında olan Şam şehrinde Ludd kapısına geldiği zaman, İsa inecek ve onu öldürecektir. Sonra İsa yeryüzünde adaletli bir imam ve hakem olarak kırk yıl kalacaktır."

Ahmed'in Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Deccâl, din sahiplerinin zayıf, az ve ilimden uzak oldukları bir zamanda çıkacak ve yeryüzünde kırk gün seyahat edecektir. Ancak bu kırk günün bir günü bir yıl kadar, bir günü bir ay kadar, bir günü bir hafta kadar olacaktır. Diğer günleri ise normal bu günleriniz gibi olacaktır. Onun bir bineği olacaktır. İki kulağının arası kırk arşındır. O insanlara: «Ben Rabbinizim» diyecektir. O kör biridir. Muhakkak ki Rabbiniz kör değildir. Onun alnında ayrık harflerle (.....) (kafir) yazılıdır. Okumayı bilen ve bilmeyen her mümin kişi bu yazıyı okuyabilecektir. O yeryüzünde kendisine Allah'ın haram kılmış olduğu Mekke ve Medine dışında her yere uğrar. Bu şehirleri korumak için melekler kapılarında duracaktır. Kendisiyle beraber olanlar dışındaki insanlar yokluk içindeyken Deccâl'da ekmekten dağlar olacaktır. Onda benim ne olduklarını bildiğim iki nehir vardır. Bir nehre: «Cennet» bir nehre de: «Cehennem» diyecektir. Onun Cennet diye adlandırdığı nehre girenler Cehenneme, Cehennem diye adlandırdığı nehre girenler de Cennete girmiş olacaktır.

Onunla beraber insanlarla konuşan şeytanlar gelecektir. Onda büyük fitneler vardır. O gökyüzüne emredecek ve insanların gözü önünde yağmur yağacaktır. Yine o insanların gözü önünde birini öldürüp tekrar dirütecektir. Ancak bunları orada bulunan insanlar dışında kimse görmeyecektir. O insanlara: «Ey insanlar! Böyle şeyleri Rab olandan başka kimse yapabilir mi?» deyince, Müslümanlar Şam'da ed-Duhân denilen dağa kaçacaktır. O da gelip Müslümanları dağda kuşatacak ve kuşatma ile Müslümanlar çok zor durumlarda kalacaktır. Sonra İsa inecek ve seher vaktinde: «Ey insanlar! Bu pis yalancıya karşı çıkmanıza engel nedir?» diye seslenecektir. Müslümanlar İsa için: «Bu bir cindir» diyecekler. Gidip baktıklarında da İsa olduğunu görecekler. Namaz için kamet getirilecek ve: «Ey Allah'ın ruhu! Öne geç, bize namazı kıldır» diyecekler. Bunun üzerine İsa: «İmamınız öne geçsin ve namazı kıldırsın» diyecektir. Sabah namazını kıldıktan sonra Deccâl'a gidecekler. Deccâl, İsa'yı gördüğü zaman suda eriyen tuz gibi eriyecektir. İsa, Deccâl'ın üzerine yürüyecek ve onu öldürecektir. O zaman ağaçlar bile dile gelerek: «Ey Allah'ın ruhu! Bu da Yahudi'dir» diyecekler. Deccâl'a tabi olup da öldürülmeyen hiçbir kimse kalmayacaktır. "

Ma'mer, Câmi'de, Zührî'den, o da Amr b. Ebî Süfyân es-Sekafî'derı, o da Ensâr'dan bir kişiden o da ashâbdan birinden bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Deccâl'ı zikredip şöyle buyurdu:

“Deccâl, Medine'nin çorak topraklarına iner. Çünkü Medine'ye girmesi haram kılınmıştır. Medine bir veya iki defa sallanacak yani deprem olacak ve orada bulunan bütün münafıklar Deccâl'a gidecektir. Sonra Deccâl, Şam'a doğru gidip orada bazı dağları kuşatacaktır. Kalan Müslümanlar da dağın zirvesine sığınmış Deccâl da dağın dibinde onları muhasara etmiş durumda olacaktır. Muhasara uzun sürünce, içlerinden biri: «Düşman aşağıda beklerken ne zamana kadar burada bekleyeceksiniz? Siz ya şehitlik ya da muzaffer olmak gibi iki güzel olan şey arasında değil misiniz?» diyecek. Bunun üzerine savaşmak için gönülden bir anlaşma yapacaklardır. Sonra üzerlerine öyle bir karanlık çöker ki kişi kendi avucunu bile göremez olur. Sonra Meryem'in oğlu inerek bu karanlığı yok eder. Aralarında saçları kulak memesine kadar inen birine Müslümanlar: «Sen kimsin?» diye sorunca: «Ben Allah'ın kulu, ruhu ve kelimesi İsa'yım. Şu üç şeyden birini seçin. Ya Allah'ın, Deccâl'a ve askerlerine büyük bir azap göndermesini, ya onları yere batırmasını ya da silahlarınızla onlarla savaşmayı» karşılığını verir. Müslümanlar üçüncü seçenek için: « Resûlallah! İşte bu bizim içimizi rahatlatacak olandır» derler. O gün uzun boylu, iriyarı, çok yiyen ve çok içen Yahudilerin korkudan elleri kılıçlarına gitmeyecektir. Müslümanlar onlara inecek ve Deccâl, İsa'yı gördüğü zaman eriyecektir. Sonra İsa onu öldürecektir."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Taberânî ve Hâkim'in Osmân b. Ebi'I-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Müslümanların biri iki denizin birleştiği yerde, biri Hîra'da diğeri de Şam topraklarında olmak üzere üç şehri olacaktır. İnsanlar üç defa korkacak, Deccâl ordunun bir kenarından çıkacak ve doğu tarafından hezimete uğratılacaktır. Deccâl'ın ilk olarak gideceği şehir iki denizin birleştiği yerdeki şehir olacaktır. O şehrin ahalisi üç fırkaya ayrılacaktır. Bir grup yerinde kalarak: «Deneniyoruz, bunun kim olduğuna bakalım» diyecek, bir fırka bedevilerin yanına gidecek ve diğer fırka kendilerine yakın olan diğer bir şehre gidecektir. Deccâl ile beraber yeşil elbiseli yetmiş bin asker olacaktır. Onun yanında bulunanların çoğu Yahudi ve kadınlar olacaktır. Sonra yanlarındaki şehre gidecek ve o şehrin ahalisi yine üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka: «Deneniyoruz, bunun kim olduğuna bakalım» diyecek, bir fırka bedevilerin yanına gidecek ve diğer fırka kendilerine yakın olan diğer bir şehre gidecektir. Sonra Deccâl Şam topraklarındaki Müslümanlara varınca, Müslümanlar Akabetu Efîk kasabasına gidecektir. Onlar sürülerini salınca, sürüleri Deccâl tarafından ele geçirilecek ve bu, kendilerine ağır gelecektir.

Müslümanlar şiddetli bir açlık ve yokluğa maruz kalacaktır. Hatta kişi kendi yayının ipini yakarak yiyecek duruma gelecektir. Onlar bu durumda iken sahradan biri üç defa: «Ey insanlar! Size yardım geldi» diye seslenecek, onlar birbirlerine: «Bu karnı tok bir kişinin sesidir» diyecektir. Sabah namazı vakti İsa yanlarına inecek ve onların emîri: «Ey Allah'ın ruhu! Öne geç ve bize namazı kıldır» diyecektir. İsa: «Siz bu ümmette birbirinizin emîrisiniz. Öne geç ve bize namazı sen kıldır» karşılığını verince o da öne geçip namazı kıldıracaktır. Namaz bittiğinde İsa kısa mızrağını alarak Deccâl'a doğru gidince, Deccâl, İsa'yı görüp kurşunun erimesi gibi eriyecektir. Sonra İsa kısa mızrağını Deccâl'ın göğsüne saplayarak onu öldürünce, Deccâl'ın arkadaşları da kaçacaktır. O gün onların saklanması için hiçbir şey bulunmayacak, hatta taşlar ve ağaçlar dile gelerek: «Ey mümin! Bu kafirdir, onu öldür» diyecektir."'

Hâkim'in bildirdiğine göre Ebu't-Tufeyl der ki: Ben Kûfe'de iken:

“Deccâl çıktı" dediler. Bunun üzerine Huzeyfe b. Esîd'in yanına gittik ve ona:

“Bu Deccâl dedikleri çıktı" dedim. O:

“Otur!" deyince oturdum. Bu sırada biri:

“Bu Sebbâğ'ın yalanıdır" diye seslenmeye başladı. Sonrasında Huzeyfe şöyle dedi:

“Eğer Deccâl sizin zamanınızda çıkacak olsaydı, çocuklar onu sapanlarıyla vurup yıkarlardı. Fakat o insanların az ve dinlerine sıkıca bağlı olmadıkları kötü bir zamanda çıkacaktır. O, yeryüzünde her yere uğrar ve yeryüzü onun önünde koyun derisi gibi bükülüp kısalır. O, Medine'nin yanına gelecek ve içeri giremeyecektir. Sonra o îliyâ dağında bir grup Müslümanı muhasara edecektir. Onlarla beraber olan biri:

“Bu tâğutla (yalancı ilâhla) savaşarak Allah'a kavuşmak veya muzaffer olmak için daha ne diye bekliyorsunuz?" diyecektir. Onlar akşam vaktinden sabahladıkları zaman savaşacaklarına dair bir anlaşma yapacaklar ve sabahladıklarında beraberlerinde İsa b. Meryem'i bulacaklardır. İsa, Deccâl'ı öldürecek ve Deccâl'ın arkadaşları kaçacaktır."

Müslim ve Hâkim'in, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Deccâl çıkacak ve Allah'ın dilediğime ümmetimin arasında kalacaktır. O kırk zaman kalacaktır. Ama bu zaman kırk gece mi, kırk ay mı veya kırk yıl mı bilmiyorum. Sonra Yüce Allah, İsa b. Meryem'i gönderecektir. İsa, Urve b. Mes'ûd es-Sekafi'ye benzemektedir. İsa, Deccâl'ı helak edene kadar bırakmayacaktır. Sonra yedi yıl boyunca ortalık sakin kalacak ve iki kişinin arasında bile bir düşmanlık olmayacaktır. Sonra Yüce Allah, Şam tarafından soğuk bir rüzgar göndererek kalbinde zerre kadar iman olan hiç kimseyi sağ bırakmayacaktır. Hatta kişi o soğuktan korunmak için dağı içine girmiş olsa bile o rüzgar dağın içine geçip onu da öldürür. Sonra iyilikleri ve kötülükleri bilmeyen, kuş tüyü hafifliğinde, aslanlar tabiatında insanlar kalacaktır. Şeytan onlara gelerek: «Bize icabet etmeyecek misiniz?» diye sorunca, onlar: «Bize ne emredersin?» diyecektir. Bunun üzerine şeytan onlara putlara tapmalarını emredecektir. Onlar da bol rızık ve güzel yaşam içinde iken putlara tapacaklardır. Sonra Sür'a üfürülecektir."

Ebû Dâvud ve Ibrı Mâce, Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verdi. Hutbesinin çoğu Deccâl hakkındaydı. Ona karşı bizi uyararak şöyle buyurdu:

“Yüce Allah, Adem'in zürriyetini yarattığı zamandan beri yeryüzünde Deccâl gibi büyük bir fitne olmamıştır. Allah ne kadar peygamber gönderdiyse mutlaka Deccâl hakkında ikazda bulunmuştur. Ben peygamberlerin sonuncusu, siz de ümmetlerin sonuncususunuz. Şüphe yok ki, o sizin aranızdan çıkacaktır. Ben aranızda mevcut iken çıkacak olursa her Müslüman için onu ben yeneceğim. Eğer benden sonra çıkarsa herkes kendi başının çaresine baksın. Allah her müslümanın yardımcısıdır. O, Şam ve Irak arasında bir yerden çıkacaktır ve sağa sola gidecektir. Ey Allah'ın kulları, sebat edin. Ben onu size öyle bir vasıflandıracağım ki, benden önce hiçbir peygamber onu böylesine vasfetmemiştir.

O sözüne: «Ben Peygamberim» diye başlayacaktır. Ancak benden sonra peygamber yoktur. Sonra: «Ben sizin Rabbinizim» iddiasında bulunacaktır. Ancak siz ölmeden Rabbinizi görmeyeceksiniz. O kördür, ama Rabbiniz kör değildir. Onun alnında okumayı bilen bilmeyen herkesin okuyabileceği şekilde: «Kâfir» kelimesi yazılıdır. Beraberinde olan Cennet ve Cehennem onun fitnelerindendir. Onun Cehennemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Onun Cehennemine düşen Allah'a sığınsın ve Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okusun. Onun Cehennemi bu âyetleri okuyan kişi için, ateşin İbrâhim'e olduğu gibi serin ve selamet olur. Onun bedevi birine: «Eğer senin anneni ve babanı diriltirsem benim Rabbin olduğuma şahitlik eder misin?» demesi de fitnelerindendir. Bedevi: «Evet ederim» deyince, iki şeytanı onun annesi ve babası kılığına sokacak ve bu şeytanlar: «Ey oğlum! Buna uy, bu senin Rabbindir» diyeceklerdir. Şu da onun fitnelerindendir. O bir nefsi hükmü altına alıp onu testere ile keserek iki parça edecek ve: «Bu kuluma bakın, şimdi onu dirilteceğim. O benden başka bir Rabbinin olduğunu iddia edecektir» der. Allah onu diriltince, Deccâl ona: «Rabbin kimdir?» diye sorar. O: «Rabbim Allah ve sen Allah'ın düşmanı Deccâl'sın. Vallahi! Bu günkü gibi senin hakkında hiç bu kadar basiretli olmamıştım» der.

Bir diğer fitnesi şudur: O gökyüzüne yağmur yağdırması emrini verecek ve yağmur yağacaktır. Yeryüzüne ot bitirmesini emredecek ve ot bitecektir. O bir yere uğrayacak ve o yer halkı kendisini inkar edince o halkın bütün hayvanları helak olacaktır. Diğer bir fitnesi şudur: Yine başka bir yere uğrayacak ve o yer halkının kendisini tasdik etmesi üzerine gökyüzüne yağmur yağdırması emrini verecek ve yağmur yağacaktır. Yeryüzüne ot bitirmesini emredecek ve ot bitecektir. Hayvanları o güne kadar hiç olmadığı kadar büyük, semiz, böğürleri etle, memeleri de sütle dolu olacaktır. Mekke ve Medine dışında yeryüzünde gitmediği ve galip gelmediği bir yer kalmayacaktır. O bu iki şehre gelen yollardan herhangi birine geldiği zaman, mutlaka melekler kılıçlarını çekmiş bir şekilde onları karşılayacaktır. Bunun üzerine onlar da kırmızı tepelerin yanında, çorak toprakların bittiği yerde konaklayacaklardır. Bu sırada Medine üç defa sallanacak ve içinde bulunan bütün münafıklar Deccâl'ın yanına gidecektir. Bu şekilde ateşin demiri temizlediği gibi Medine, münafıklardan temizlenecektir. O gün «Kurtuluş günü» diye adlandırılacaktır."

Ebu'l-Aker'in kızı Ümmü Şerîk:

Resûlallah! O gün Araplar nerede olacak ki?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Araplar o gün az olacaklar, ama çoğu Beytü'l-Makdis'te olacaktır. Salih bir kişi imamları olacaktır. İmamları sabah namazını kıldırmak için öne geçince, İsa b. Meryem inecek ve imam namazı İsa'nın kıldırması için geri çekilecektir. Ancak İsa ellerini imamın omuzlarına koyarak: «Namazı senin kıldırman için kamet getirildi, öne geç ve namazı kıldır» diyecek ve imamları namazı kıldıracaktır. Namaz bittiğinde İsa: «Kapıyı açın» diyecektir. Kapı açılınca da arkasında Deccâl ve kılıçlarını kuşanmış yetmiş bin Yahudi görünecektir. Deccâl, İsa'ya bakınca tuzun suda erimesi gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa: «Benim sana vuracağım öyle bir darbe var ki, benden asla kurtulamayacaksın» diyecek ve ona Ludd'un doğu kapısında yetişerek öldürecektir. Bunun üzerine Yüce Allah Yahudileri bozguna uğratacaktır. Alah'ın yaratmış olduğu şeylerden Yahudileri saklayacak hiçbir şey kalmayacaktır. Yüce Allah, taşı, ağacı, hayvanı, duvarı -Yahudilerin ağacı olan ve konuşmayan Garked ağacı hariç- her şeyi dile getirecek ve her şey: «Ey Allah'ın Müslüman kulu! Bu Yahudi'dir, gel bunu öldür» diyecektir."

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti:

“Deccâl'ın aranızda kalacağı süre kırk yıldır. Bir yılı yarım yıl, bir yılı bir ay, bir ayı bir hafta, diğer günleri de kıvılcım gibidir. Biriniz sabah vakti Medine'nin bir kapısında olsa diğer bir kapıya akşam vaktine kadar yetişemeyecektir." Bunun üzerine ashâb:

Resûlallah! Bu kısa günlerde nasıl namaz kılacağız?" diye sorunca:

“Bu uzun günlerde zamanı nasıl takdir ediyorsanız o kısa günlerde de bu şekilde takdir ederek namazınızı kılın" buyurdu ve şöyle devam etti:

“İsa, ümmetimde adaletli bir hakim, ve imam olacaktır. O haçı kıracak, domuzu kesecek, cizyeyi kaldıracak, ancak sadakayı olduğu gibi bırakacaktır. O zaman bir koyun ve bir deve arkasından koşulmayacaktır. Kin ve düşmanlık giderilecek ve her hummalının humması üzerinden kaldırılacaktır. Hatta çocuk elini yılanın ağzına geçirecek ve yılan ona bir zarar vermeyecektir. Yine çocuk aslanı ürkütecek ve aslan çocuğa bir zarar vermeyecektir. Kurt koyunların içinde onları koruyan köpekleri gibi olacak, bir kabın su dolması gibi yeryüzü barışla dolacaktır. O zaman söz bir olacak ve sadece Allah'a kulluk edilecektir. Savaş silahları kaldırılacak ve Kureyş malını geri alacaktır. Yeryüzü gümüş bir tepsi gibi olup Âdem'in zamanındaki gibi bitkiler verecektir. Bir grup bir salkım üzümden yiyecek ve bu salkım hepsini doyuracaktır. Bir grup bir nardan yiyecek ve bu nar hepsine yetecektir. Bir öküz şu kadar şu kadar para ederken bir at basit bir para edecektir."

Ashâb:

Resûlallah! Atı o kadar ucuz yapan şey nedir?" diye sorunca:

“Savaş için asla binilmeyişindendir" buyurdu. Ashâb:

“Öküzü pahalı kılan nedir?" deyince de şöyle buyurdu:

“Yeryüzündeki bütün toprakların sürülüp ekilecek olmasındandır. Deccâl çıkmadan önce insanlar üç yıl şiddetli bir açlık yaşayacaktır. Yüce Allah gökyüzüne yağmurun üçte birini hapsetmesini, yeryüzüne de bitkisinin üçte birini hapsetmesini emredecektir. İkinci yıl gökyüzü Allah'ın emri üzerine yağmurunun üçte ikisini, yeryüzü de bitkisinin üçte ikisini hapsedecektir. Üçüncü yıl gökyüzüne yağmurun hepsini hapsetmesini emredecek ve bir damla dahi yağmur yağmayacaktır. Yeryüzüne de bitkisinin hepsini hapsetmesini emredecektir ve hiçbir yeşillik bitmeyecektir.

Allah'ın dilediği dışında çift tırnaklılardan helak olmayan hayvan kalmayacaktır," Ashâb:

“O zaman insanlar ne ile yaşayacak?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Tehlîl, tekbîr, tesbîh ve tahmîd ile yaşayacaklardır. Çünkü bunlar onlara yemek gibi gelecektir" buyurdu.

Ahmed ve Müslim'in, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Her zaman ümmetimden bir topluluk kıyamet kopana kadar hak üzere savaşıp galip gelmeye devam edecektir. Sonra İsa b. Meryem inecek ve bu kavmin lideri: «Bize imam ol da namaz kılalım» diyecektir. Bunun üzerine İsa: «Hayır, siz birbirinizin emîrisiniz. Bu, Allah'ın bu ümmete bir ikramıdır» diyecektir. "

Taberânî'nin, Evs b. Evs'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İsa b. Meryem, Dimaşk'ta (Şam'da) beyaz minarenin yanına inecektir" buyurdu.

Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usül'da, Abdurrahman b. Semure'den bildiriyor: Hâlid b. el-Velîd, Mute savaşı sonrası beni müjdeci olarak Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermişti. Yanına girip:

Resûlallah!" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yavaş ol ey Abdurrahman! Sancağı Zeyd b. Hâris alarak ölene kadar savaştı. Allah, Zeyd'e rahmet etsin. Sonra sancağı Cafer aldı ve ölene kadar savaştı. Allah, Cafer'e rahmet etsin. Sonra sancağı Abdullah b. Revaha aldı ve ölene kadar savaştı. Allah, Abdullah'a rahmet etsin. Sonra sancağı Hâlid aldı ve Allah fethi Hâlid ile gerçekleştirdi. Hâlid, Allah'ın kılıçlarından bir kılıçtır" karşılığını verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafında ashâb ağlamaya başlayınca:

“Niçin ağlıyorsunuz?" diye sordu. Ashâb:

“Bizim hayırlılarımız, eşrafımız ve üstün olanlarımız öldürüldü. Nasıl ağlamayalım ki" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ağlamayın! Benim ümmetim sahibi tarafından ağaç diplerindeki filizleri kesilen, etraf kazılan, kuru dalları budanan ve üç yıl üst üste iyi mahsûl veren bahçe gibidir. Sanırım en son alınacak meyve, en güzel dal ve en güzel filizdedir. Beni hak ile gönderene yemin olsun ki, İsa b. Meryem ümmetimden, Havarilerinin yerini tutacak kişiler bulacaktır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Hakîm et-Tirmizî ve Hâkim, Abdurrahman b. Cübeyr b. Nufeyr el-Hadramî'den, o da babasından bildiriyor: Mute savaşında ölenlerden dolayı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının üzüntüsü artınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa:

“Deccâl bu ümmetten sizin gibiler veya sizden daha hayırlı olanlar zamanında çıkacaktır" dedi. Sonra:

“İlkinde benim, sonunda da İsa b. Meryem'in bulunduğu bir ümmeti Allah zelil kılmaz" buyurdu. Zehebî:

“Mürsel ve münker bir haberdir" demiştir.

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Ümmetimden bir kesim İsa b. Meryem zamanına yetişecek ve Deccâl'ı öldürüşüne şahit olacaktır" buyurdu.

Hâkim ve İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İsa b. Meryem adil bir hakem ve doğru bir önder olarak inecektir. Hac veya umre için yola çıkıp mezarıma gelecektir. O bana selam verecek ben de onun selamını alacağım" buyurdu." Ravi der ki: Sonrasında Ebû Hureyre şöyle dedi:

“Ey yeğenlerim! Eğer İsa'yı (aleyhisselam) görürseniz: «Ebu Hureyre'nin sana selamı var» deyin."

Hâkim'in Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sizden, İsa b. Meryem'e yetişen kişi ona selamımı iletsin" buyurdu.

Ahmed'in, Zühd'de Ebû Hureyre'den bildirir: İsa (aleyhisselam) yeryüzünde kırk yıl kalacaktır. Batha vadisine:

“Bal ak" dese vadiden bal akacaktır.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Tirmizî'nin, Mucemmi' b. Câriye'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İsa b. Meryem, Deccâl'ı, Ludd kapısında öldürecektir" buyurmuştur.

Ahmed'in, Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yüce Allah ümmetimden iki topluluğu ateşten koruyacaktır. Biri Hind ile savaşan topluluk diğeri de İsa b. Meryem ile beraber olan topluluktur" buyurdu.

Tirmizî ve İbn Asâkir, Muhammed b. Yusuf b. Abdillah b. Selâm'dan, o babasından, o da dedesinden bildirir "Tervrat'ta, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıfları ve İsa b. Meryem'in, Muhammed'le (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber defnedileceği yazılıdır."

Buhârî, Târih'te ve Taberânî, Abdullah b. Selâm'dan bildirir:

“İsa b. Meryem, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ve iki arkadaşı (Ebû Bekr ve Ömer) ile beraber defnedilecek, mezarı da dördüncü mezar olacaktır."

160

"Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan birçok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık."

Saîd b. Mansür, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık"' âyetini açıklarken:

“Yahudilere, zulmedip azgınlık etmelerinden dolayı cezalandırılıp bazı şeyler haram kılınmıştır" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan birçok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık'" âyetini açıklarken:

“Burada kendilerini ve başkalarını Allah yolundan çevirmeleri kastedilmektedir" dedi.

161

Kendilerine yasaklanan fâizi almaları ve haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyledir ki, evvelce kendilerine helâl kılınmış pak ve hoş şeyleri kendilerine harâm ettik. Onlardan kâfir bulunanlara acıklı bir azap hazırladık.

162

"Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitab'a ve senden önce indirilen Kitab'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz."

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara..." âyetini açıklarken:

“Allah onlardan bazılarını müstesna kılmıştır. Bunlar, Allah'a iman edenler, kendilerine ve Allah'ın peygamberlerine indirilene iman ederek tasdik eden ve hakkın Rableri katından geldiğini bilenlerdir" demiştir.

İbn İshâk ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara..." âyetini açıklarken:

“Bu âyet Yahudileri bırakıp da Müslüman olan Abdullah b. Selâm, Useyd b. Sa'ye ve Sa'lebe b. Sa'ye hakkında inmiştir" dedi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, Masâhifte ve İbnu'l-Münzir, Zübeyr b. Hâlid'den bildirir: Ebân b. Osmân b. Affân'a:

“Önünde ve arkasındaki (.....) kelimeleri merfû iken (.....) ifadesi niçin mansub olarak gelmiştir?" diye sorduğumda şöyle dedi:

“Kâtip bu âyeti yazarken bu kelimeye yetiştiğinde:

“Ne yazayım?"diye sordu. Kendisine: (.....) şeklinde yaz denildi ve kâtip kendisine söylendiği şekilde yazdı."

Abd b. Humeyd, Fedâil'de, Saîd b. Mansür, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud ve İbnu'l-Münzir, Urve'den bildirir: Hazret-i Âişe'ye, Kur'ân'daki: (.....) ve (.....)  ve (.....) âyetlerindeki gramer hatalarını sorduğumda:

“Ey kız kardeşim oğlu! Bu katiplerin işidir. Onlar yazarlarken hata etmişlerdir" karşılığını verdi.

İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: Kur'ân'da grameri konusunda ihtilaf bulunan dört ifade vardır. Bunlar: (.....) , (.....) , ve (.....) ifadeleridir.

İbn Ebî Dâvud, Abdulalâ b. Abdillah b. Âmir el-Kureşî'den bildirir:

“Mushafın yazılışı bittiği zaman onu Osmân'a getirdiler. Osmân mushafa bakıp: «Onu iyi ve güzel bir şekilde yazmışsınız. Diğer bütün Araplar da lehçelerini buna göre düzelteceklerdir» dedi."

İbn Ebî Dâvud da bunu açıklarken şöyle demiştir:

“Araplar Kur'ân'ı, yazarken kullandığımız bu lehçeye göre okuyup kendi lehçelerini düzelteceklerdir. Yoksa yazımda bütün Arapların kabul edemeyeceği bir hata olsaydı Osmân onu okunması için hiçbir topluluğa göndermezdi."

İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre İkrime der ki:

“Mushaf, Osman'a getirildiği zaman onda (başka lehçelere göre) bir gramer hatası buldu ve:

“Eğer okuyan kişi Huzeyl kabilesinden, yazan da Sakif kabilesinden olsaydı bu şey olmazdı" dedi.

İbn Ebî Dâvud'un, Katâde'den bildirdiğine göre Mushaf, Osmân'a getirildiğinde:

“Bunda bir gramer hatası vardır ve Araplar bunu kendi lehçeleriyle düzeltecektir" dedi.

İbn Ebî Dâvud'un Yahya b. Ya'mur'dan bildirdiğine göre Osmân:

“Kur'ân'da bir gramer hatası vardır ve Araplar bunu dilleriyle düzeltecektir" dedi.

İbn Ebî Dâvud'un bildirdiğine göre İbn Avn:

“İnsanlar Kur'ân'da bir ifadenin iki farklı yazılışı hakkında ihtilafa düşebilir. Ancak ikisi de doğrudur" demiştir.

163

"Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimız gibi, sana da vahyettik. İbrâhîm'e, ismail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davûd'a da Zebûr vermiştik."

ibn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki. Sukeyn ve Adiy b. Zeyd:

“Ey Muhammed! Allah'ın, Musa'dan sonra beşer üzerine bir şey indirdiğini bilmiyoruz" deyince, Yüce Allah:

“Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmâîl'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'e, Yûnus'a, Hârûn'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davud'a da Zebûr vermiştik'" âyetini ve sonrasındaki üç âyeti indirdi."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' b. Huseym:

“Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik..."' âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Muhammed'den (sallallahü aleyhi ve sellem) önceki bütün Peygamberlere vahyettiği gibi kendisine de vahyettiğini bildirmektedir" dedi.

164

"Daha önce sana bazılarını anlattığımız, bazılarını da anlatmadığımız peygamberler gönderdik. Allah, Mıısa ile de bizzat konuştu."

Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Hibbân, Sahîh'de, Hâkim ve İbn Asâkir, Ebû Zer'den bildirir: Allah Resûlüne:

Resûlallah! Kaç nebî vardır?" diye sorduğumda:

“Yüz yirmidört bin nebi vardır" karşılığını verdi. " Resûlallah! İçlerinden kaçı resûldür?" diye sorduğumda ise:

“Üçyüz onüçü resûldür ki büyük bir toplulukturlar" buyurdu ve şöyle devam etti:

“Ey Ebû Zer! Bunlardan Âdem, Şîs, Nuh ve Hanûh yani Îdrîs olmak üzere dördü Süryânî'dir. Îdrîs kalemle ilk yazan kişidir. Hûd, Sâlıh, Şuayb ve senin Peygamberin olmak üzere dördü Araplardandır. îsrâil oğullarının ilk peygamberi Mûsa, sonuncusu da İsa'dır. İlk peygamber Adem, son peygamber de senin Peygamberindir. "

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki:

“Ey Allah'ın Peygamberi! Nebîlerin sayısı kaçtır?" diye sorduğumda:

“Yüz yirmidört bindir. Onların üç yüz on beşi resûldür ve büyük bir toplulukturlar" buyurdu.

Ebû Ya'la ve Ebû Nuaym'ın, Hilye'de  zayıf bir isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Allah sekiz bin peygamber göndermiştir. Dört bini İsrail oğullarına, dört bini de diğer insanlaradır" buyurmuştur.

Ebû Ya'la ve Hâkim'in zayıf isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Geçmiş ümmetlere peygamber kardeşlerimden sekiz bin kişi gelmiştir. Sonra İsa b. Meryem, sonra da ben geldim" buyurmuştur.

Hâkim'in zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Enes der ki:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sekiz bin peygamberden sonra gönderilmiştir. Bunların dört bin tanesi İsrail oğullarındandır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali:

“...Bazılarını da anlatmadığımız peygamberler gönderdik..." âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Kur'ân'da kendisinden Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kıssasını anlatmadığı Habeşli köle bir peygamber göndermiştir" dedi. Başka bir lafızda:

“Habeşli bir peygamber gönderilmiştir" şeklindedir.

İbn Asâkir, Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir:

“Yüce Allah, Âdem'e (aleyhisselam) peygamberlerin ve mürsellerin sayısınca âsalar indirmiştir. Sonra Âdem (aleyhisselam) oğlu Şîs'e dönerek şöyle dedi:

“Ey oğlum! Sen benden sonraki halifesin. Bu âsayı al ve Allah'ın sağlam ipine tutunarak takva ile hükmet. Her Allah'ı zikredişinde, yanında Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ismini de zikret. Çünkü ben daha çamur ve ruh arasında iken onun isminin Arş'ın direğinde yazılı olduğunu gördüm. Sonra bütün gökyüzünü dolaştım ve her yerde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) isminin yazılı olduğunu gördüm. Rabbim beni Cennetinde kıldı ve ben orada ne kadar köşk ve saraylar gördüysem oralarda Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) isminin yazılı olduğunu gördüm. Yine Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) isminin hurilerin boğazlarında, cennet kamışının yapraklarında, Tûba ağacının yapraklarında, Sidretü'l-Münteha denilen ağacın yapraklarında, perdelerin kenarlarında ve meleklerin gözlerinde yazılı olduğunu gördüm. Onu çokça zikret. Melekler onu her an zikrederler."

Taberânî ve Hâkim, Ebû Yûnus, Simâk b. Harb, İkrime ve İbn Abbâs'tan bildiriyor: Abs oğullarından kendisine Hâlid b. Sinân denilen kişi kavmine:

“Size Hadesân ateşini söndüreceğim" deyince kavminden Umâre b. Ziyâd:

“Ey Hâlid! Vallahi şu ana kadar bize doğrudan başka bir şeyi söylemiş değilsin. Söndüreceğini iddia ettiğin Hadesân ateşinden ne istiyorsun?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hâlid b. Sinân yola düşünce Umâre ve kavminden otuz kişi beraberinde gittiler. Bir dağın, Harretu'l-Eşca' denilen yerinde bir çatlaktan çıkan ateşin yanına geldiler. Hâlid onlara bir yer çizdi ve çizdiği yere onları oturttu. Sonra:

“Eğer gecikirsem beni ismim ile çağırmayın" dedi. Ateş çatlaktan kırmızı atlar gibi arka arkaya çıkmaya başladı. Hâlid ateşin karşısına geçti ve ona asasıyla vurup:

“Belli olur! Belli olur! Doğru olan her şey belli olur! Keçi çobanının oğlu buradan elbiselerim ıslak bir şekilde çıkamayacağımı iddia etti" diyerek ateşin çıktığı çatlağın içine girdi. İçerde gecikip çıkmayınca Umâre:

“Vallahi eğer arkadaşınız sağ olsaydı geri çıkardı" dedi. Oradakiler:

“O kendisini ismiyle çağırmamamızı söyledi" karşılığını verdiler. Umâre bir daha:

“Vallahi eğer arkadaşınız sağ olsaydı geri çıkardı" dedi ve onu ismiyle çağırdılar. Bunun üzerine o kellesini elleriyle tutmuş bir şekilde çıktı ve:

“Size, beni ismimle çağırmamanızı söylemedim mi? Vallahi siz beni öldürdünüz. Beni defnedin, eğer yanınıza eşek sürüsü gelir de içlerinde kuyruğu kesik eşekler bulunursa beni tekrar mezardan çıkarın" dedi.

Onlar da kendisini defnettiler. Yanlarına bir eşek sürüsü gelince ve içlerinde kuyruğu kesik eşekler bulununca:

“Onu mezarından çıkarın, o öyle istemişti" dediler. Umâre onlara:

“Mudar kavmine bizim ölüleri mezarlarından çıkardığımızı söyletmeyin. Vallahi onu asla çıkarmayacağız" dedi. Ancak Hâlid, hanımının yanında bir çuvalda iki levha olduğunu, bir şeyde ihtilafa düşerlerse bu levhalara baktıklarında sorunlarının giderileceğini ve hayızlı kişinin onlara dokunmamasını söylemişti. Bunlar hanımının yanına gidip levhaları sorunca, hanımı hayızlı olduğu halde levhaları getirdi. Bunun üzerine levhaların üzerindeki bilgiler yok oldu." Ebû Yunûs'un bildirdiğine göre Simâk b. Harb bu olayı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırıp:

“B, kavminin heba ettiği bir peygamberdi" buyurduğunu bildirdi. Hâlid'in oğlu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu:

“Merhaba ey kardeşim oğlu" diyerek karşıladı.

Hâkim der ki:

Buhârî'nin şartına göre hadis sahîhtir. Ebû Yûnus da Hâtim b. Ebî Sağîra'dır." Zehebî:

“Münker hadistir" demiştir.

İbn Sa'd, Zübeyr b. Bekkâr, Muvaffakiyât'ta ve İbn Asâkir, Kelbî'den bildirir:

“Yüce Allah yeryüzünde ilk peygamber olarak Ehnûh b. Yerd'in oğlu İdrîs'i (aleyhisselam) göndermiştir. O da Yârid İbn Mehlâîl b. Kaynân b. Enûşe b. Şîs b. Âdem'dir. Sonra Nûh b. Lemke b. Mettûşeleh b. Ehnûh b. Yâred gönderilene kadar başka bir peygamber gönderilmemiştir. Sâm b. Nûh Peygamberdi. Yine İbrâhim (aleyhisselam) gönderilene kadar başka bir peygamber gönderilmemiştir. O, İbrâhim b. Târih'dir. Târih ise Âzer b. Nâhûr b. Şârûh b. Erğû b. Fâliğ (Fâliğ yeryüzünü taksim eden Fâlih'tir) b. Âbir b. Şâleh b. Fahşed b. Sâm b. Nûh'tur. Sonra Mekke'de vefat edip orada defnedilen İsmâil b. İbrâhim gönderildi. Sonra Şam'da vefat eden İshâk b. İbrâhim, Lût b. Hârân b. Târih gönderilmiştir. İbrâhim onun amcasıdır ve kendisi İbrâhîm'in kardeşi oğludur. Sonra İsrâil b. İshâk'ın oğlu Ya'kûb, sonra Yusuf b. Ya'kûb, sonra Şuayb b. Yevbeb b. Ayfâ b. Medyen b. İbrâhim, sonra Hûd b. Abdillah b. el- Hulûd b. Âd b. Avs b. İrem b. Sâm b. Nûh, sonra Sâlih b. Âsif b. Kemâşic b. Ervim b. Semûd b. Câser İbn İrem b. Sâm b. Nûh, sonra Mûsa, Hârun b. İmrân b. Kâhis b. Lâvî b. Ya'kûb gönderilmiştir. Sonra Eyyûb b. Râzih b. Emûsî b. Lîfzen b. el-îs b. İshâk b. İbrâhim, sonra Hudrûn b. Amrâil b. Lîfzen b. el-îs'ın oğlu el-Hadir, sonra Dâvud b. îşâ b. Uveyd b. Bâir b. Selmûn b. Bahşûn b. imyanâzib b. Râm b. Hasrûn b. Fârıs b. Yahûze b. Ya'kûb gönderilmiştir.

Sonra Süleyman b. Dâvud, sonra Bünyamîn b. Ya'kûb'un torunlarından Yunus b. Mettâ, sonra Revbîl b. Ya'kûb ve İyâs b. Beşîr b. el-Âzir b. Hârun b. İmrân'ın torunlarından el-Yesa' gönderilmiştir. Sonra Yahûde b. Ya'kûb'un torunlarından Zil-Kifl gönderilmiştir. Mûsa b. İmrân ve İsa'nın (aleyhisselam) annesi Meryem binti İmrân arasında bin yedi yüz yıl vardır. Bunlar "torunlardan" değildir. Sonra Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmiştir. Îdrîs, Nûh, Lût, Hûd ve Sâlih peygamber dışında Kur'ân'da zikredilen her peygamber İbrâhim'in (aleyhisselam) çocuklarındandır. Beş peygamber dışında Araplardan peygamber gönderilmemiştir. Bunlar: Hûd, Sâlih, İsmâil, Şuayb ve Muhammed'dir . Araplar diye adlandırılmalarının sebebi ise onlardan başka hiçbir peygamberin Arapça konuşmamasındandır."

İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“On peygamber dışındaki bütün peygamberler İsrail oğullarindandir. Bu on peygamber: Nûh (aleyhisselam), Hûd (aleyhisselam), Sâlih (aleyhisselam), İbrâhim (aleyhisselam), Lût (aleyhisselam), İsmâil (aleyhisselam), İshâk (aleyhisselam), Ya'kûb (aleyhisselam), Şuayb (aleyhisselam) Ve Muhammed'dir . Isa (aleyhisselam) ve Ya'kûb'un (aleyhisselam) dışında hiçbir peygamberin iki ismi yoktur. Ya'kûb'un (aleyhisselam) ikinci ismi İsrail, İsa'nın (aleyhisselam) ikinci ismi ise Mesih'tir."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde der ki:

“Âdem (aleyhisselam) ve Nûh (aleyhisselam) arasında bin yıl vardır. Nûh (aleyhisselam) ve İbrâhim (aleyhisselam) arasında bin yıl vardır. Mûsa (aleyhisselam) ve İsa (aleyhisselam) arasında dört yüz yıl vardır. İsa (aleyhisselam) ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında altı yüz yıl vardır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre A'meş der ki. "Mûsa (aleyhisselam) ve İsa (aleyhisselam) arasında bin peygamber vardır."

Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki:

“Âdem'in (aleyhisselam) ömrü bin yıldı. Âdem (aleyhisselam) Ve Nûh (aleyhisselam) arasında bin yıl vardır. Nûh (aleyhisselam) ve İbrâhim (aleyhisselam) arasında bin yıl vardır. İbrâhim (aleyhisselam) ve Mûsa (aleyhisselam) arasında yedi yüz yıl vardır. Mûsa (aleyhisselam) ve İsa (aleyhisselam) arasında beş yüz yıl vardır. İsa (aleyhisselam) ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında ise altı yüz yıl vardır."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Vâil b. Dâvud:

“...Allah, Musa ile de bizzat konuştu" âyetini açıklarken:

“Yüce Allah, Mûsa (aleyhisselam) ile defalarca konuşmuştur" dedi.

Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdulcebbâr b. Abdillah der ki: Bir adam Ebû Bekr b. Ayyâş'a gelip:

“Bir kişinin:

“(=Musa, Allah ile de bizzat konuştu) şeklinde okurken işittim" deyince, Ebû Bekr b. Ayyâş şu karşılığı verdi:

“Bunu öyle okuyan kişi kâfirdir. Ben bunu A'meş'e:

“...Allah, Musa ile de bizzat konuştu" şeklinde okudum. A'meş de bunu Yahya b. Vessâb'a, Yahya b. Vassâb da Ebû Abdurrahman es-Sülemî'ye, Ebû Abdurrahman es-Sülemî de Ali b. Ebî Tâlib'e, Ali de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde okudu."

Abdullah b. Ahmed'in, Zühd'de bildirdiğine göre Sâbit der ki:

“Mûsa b. İmrân öldüğü zaman melekler gökyüzünde birbirlerini dolaşarak ellerini yüzlerine koyup:

“Allah'ın konuşturduğu Mûsa öldü, kim ölmeyecek ki?" dediler.

165

"Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah'dan daha kıskanç hiç kimse yoktur. Bu sebeple gizli açık tüm kötülükleri haram kılmıştır. Hiç kimse Allah'dan daha fazla övülmeyi sevmez. Bu sebeple kendi nefsini övmüştür. Hiç kimse de Allah kadar kendisinden özür dilenmesini sevmez. Bu sebeple peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştir."'

Ahmed, Buhârî, Müslim ve Hakîm et-Tirmizî'nin Muğîre b. Şu'be'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hiç kimse Allah kadar kendisinden özür dilenmesini sevmez. Bu sebeple müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler göndermiştir. Hiç kimse Allah'dan daha fazla methedilmeyi sevmez. Bu sebeple de Yüce Allah Cenneti vaad etmiştir" buyurdu.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî:

“...Peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Çünkü insanlar, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler gönderilmemiş olsa «Bize peygamber göndermedin» diyeceklerdir."

166

"Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter."

İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Yahudilerden bir grup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girince onlara:

“Vallahi ben sizin, benim Allah'ın Resûlü olduğumu bildiğinizi biliyorum" buyurdu. Yahudiler:

“Hayır, biz bunu bilmiyoruz" deyince, Yüce Allah:

“Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter" âyetini indirdi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“Fakat Allah... şahitlik eder" âyetini açıklarken:

“Vallahi Allah'ın şahitliği şüphe ve yalan barındırmayan bir şahitliktir" dedi.

167

Şüphesiz ki küfredip insanları Allah yolundan çevirenler, hakdan çok uzak bir sapıklıkla saptılar.

168

(168-169) Şüphe yok ki, küfredip haksızlık edenleri Allah bağışlayacak değil, cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar, o Cehennem’de devamlı olarak kalacaklardır. Bu ise Allah’a pek kolaydır.

169

(168-169) Şüphe yok ki, küfredip haksızlık edenleri Allah bağışlayacak değil, cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar, o Cehennem’de devamlı olarak kalacaklardır. Bu ise Allah’a pek kolaydır.

170

Ey insanlar! Gerçekten size, Rabbinizden islâm dîni ile Peygamber geldi. Hakkınızda hayırlı olmak için hemen ona îman edin. Eğer inanmayacak ve küfredecek olursanız, şüphe yok ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah her şeyi bilicidir, hükmünde hikmet sahibidir.

171

"Ey Kitap ehlî! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bîr ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın, üçtür' demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bîr tek ilahtır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O nundur. Vekil olarak Allah yeter."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Taşkınlık etmeyin..."ifadesini açıklarken:

“Bidatlar edinmeyin mânâsındadır" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Burada Allah'ın kelimesinden kasıt:

“Ol!" demesiyle İsa'nın (aleyhisselam) oluvermesidir."

Abd b. Humeyd, Hâkim ve Beyhakî, Delâil'de Ebû Mûsa'dan bildiriyor: Necâşî, Câfer'e:

“Peygamberiniz, Meryem'in oğlu hakkında ne diyor?" diye sorunca, Câfer şu karşılığı verdi:

“Allah'ın buyurduğu gibi:

“O, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Onu kimsenin dokunmadığı el-Betûl el-Azrâ'dan çıkarmıştır" diyor." Necâşî yerden bir çöp alarak:

“Ey papaz ve rahipler! Bunlar, sizin Meryem'in oğlu hakkında söylediğinizden bu çöp kadar dahi fazlasını söylemiyorlar" dedi.

Beyhakî, Delâil'de İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi Necâşî'ye göndermişti. Seksen kişi idik ve beraberimizde Câfer b. Ebî Tâlib vardı. Kureyş, Umâre ve Amr b. el-Âs'ı bir hediyeyle Necâşî'ye gönderdi. Bunlar Necâşî'nin yanına girdiklerinde ona secdeye kapandılar. Hediyeyi Necâşî'ye verip:

“Bizden bazı kişiler dinlerinden çıkarak senin topraklarına yerleşti" dediler. Necâşî:

“Bu kişiler nerededir?" diye sorunca:

“Onlar senin topraklarındadır" dediler. Necâşi bu kişilere haber gönderip yanına geldiklerinde ona secde etmediler. Umâre ve Amr b. el-Âs onlara:

“Size ne oluyor da krala secde etmiyorsunuz?" deyince, Câfer:

“Allah bize bir Peygamberini gönderdi ve Allah'tan başka hiç kimseye secde etmememizi emretti" karşılığını verdi. Amr b. el-Âs, krala:

“Bunlar İsa ve annesi hakkında sana muhalefet ediyorlar" deyince, kral:

“İsa ve annesi hakkında ne diyorlar?" diye sordu. Müslümanlar:

“Biz, Allah'ın buyurduğu gibi: «O, Allah'ın, kimsenin dokunmadığı Betûl el-Azrâ'ya bırakmış olduğu kelimesi ve ruhudur» diyoruz" dediler. Bunun üzerine Necâşî bir çöp alarak:

“Ey papaz ve rahipler! Siz bu çöp ağırlığınca olsa bile bunların Meryem'in oğlu hakkında dediğinden daha fazla bir şey demiyorsunuz" dedi. Sonra bize:

“Size ve yanından geldiğiniz kişiye merhaba. Ben de onun peygamber olduğuna şahitlik ediyorum. Onun yanında olup ayakkabılarını taşımak isterdim. Benim topraklarımda dilediğiniz yerde yerleşin" dedi.

Buhârî'nin, Hazret-i Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hıristiyanların İsa b. Meryem'i övdüğü gibi siz de beni övmeyin. Benim için: «O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür» deyin" buyurdu.

Müslim'in Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim, Allah'dan başka ilah olmadığına, Allah'ın tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in onun kulu ve Resûlü olduğuna, İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın kulu, Resûlü ve ruhundan Meryem'e bıraktığı kelimesi olduğuna, Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şahitlik ederse, ameli ne olursa olsun, Yüce Allah onu sekiz kapısı olan Cennete dilediği kapıdan sokar."

172

"Mesih de, Allah'a yakın melekler de, Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah'a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O» onların hepsini huzuruna toplayacaktır."

İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Asla çekinmezler..."ifadesini açıklarken:

“Büyüklenmezler mânâsındadır" dedi.

173

"İman edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah'a kulluk etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardır."

İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Hilye'de ve İsmâilî'nin Mu'cem'de zayıf bir isnâdla İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“...Mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir...'" âyetini açıklarken şöyle buyurmuştur:

“...Mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek..."buyruğuyla onları Cennete sokması, «...Lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir...» buyruğuyla da Cehennemi hakeden kişilerin dünyada iken kendilerine iyilik yaptıkları kişilerin şefaatine nail olmalarıdır. "

174

Bkz. Ayet:175

175

"Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah'a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd gece yatağında döndüğü zaman:

“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik" derdi.'

İbn Asâkir'in, Süfyân es-Sevrî'den, babasından bildirdiğine göre adını bilmediği biri:

“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik" âyetini açıklarken:

“Burada delilden kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), nurdan kasıt ise Kur'ân'dır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid:

“...Rabbinizden kesin bir delil..." âyetini açıklarken:

“Burada hüccet kastedilmektedir" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:

“...Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik" âyetini açıklarken:

“Âyette geçen burhan ifadesinden kasıt delil, nurdan kasıt ise Kur'ân'dır" dedi.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc:

“...Ona sımsıkı sarılanları..." âyetini açıklarken:

“Kur'ân'a sarılmak kastedilmektedir" dedi.

176

"Senden fetva İsterler. De kî:

“Allah, sîze kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bîr kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir."

İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki:

“Ben hastalanmıştım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdiğinde kendimde değildim. O abdest alıp abdest suyunu üzerime dökünce kendime geldim ve:

“Bana varis olacak ne çocuğum ne de babam var, miras nasıl olacak?" dediğimde miras âyeti nâzil oldu.

İbn Sa'd ve İbn Ebî Hâtim, Câbir'den bildirir:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor...âyeti benim hakkımda indi.

İbn Râhûye ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Kelâle'nin miras durumu nasıl olacak?" diye sorunca:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor:

“Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir"" âyeti nâzil oldu. Ömer sanki durumu anlamamıştı ve Hafsa'ya:

“Eğer Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sakin olduğunu görürsen bu konuyu kendisine sor" dedi. Hafsa, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sakin olduğunu görünce ona bu konuyu sordu. Bunun üzerine, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Bunu sana baban mı söyledi? Babanın bunu anlayacağını sanmıyorum" buyurdu.

Ravi der ki: Bundan dolayı Ömer:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle dedikten sonra bunu anlayacağımı sanmıyorum" derdi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Merdûye, Tâvus'tan bildiriyor: Hazret-i Ömer, Hafsa'ya kelâle'nin mirasının nasıl olacağını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormasını istedi. Hafsa da sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kendisine bir kürek kemiğine yazdı ve:

“Bunu sormanı Ömer mi istedi? Onun bu konuyu anlayacağını sanmıyorum. Ona «Yaz âyeti» yetmiyor mu?" buyurdu. Süfyân der ki:

“Yaz âyeti, Kelâle âyeti olan Nisâ Sûresi'ndeki:

“Eğer çocukları yoksa karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah'ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, Halim'dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)"âyetidir. Bu konuyu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında Nisâ Sûresinin son âyeti indi.

Mâlik, Müslim, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), kelâle'nin mirası konusunu sorduğum kadar başka bir şeyi sormuş değilim. Hatta en sonunda parmağını göğsüme dayararak:

“Sana Nîsa Sûresinin sonundaki «Yaz âyeti» yeter" buyurdu.

Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki:

“Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kelâle'nin miras durumunu sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Sana yaz âyeti yeter" buyurdu.

Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Merâsil'de ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Seleme b. Abdirrahman der ki: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kelâle'nin mirası konusunu sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Yaz mevsiminde nâzil olan:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor..."âyetini işitmedin mi? Çocuğu ve babası olmayan kişinin varisleri kelâledir (ikinci derece akrabalardır)" buyurdu.

Hâkim mevsul olarak Ebû Seleme ve Ebû Hureyre'den bunun aynısını nakletmiştir.

Abdurrezzâk, Buhârî, Müslim, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki:

“Üç şey vardır ki bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), bize kendisiyle amel edebileceğimiz bir söz bırakmış olmasını isterdim. Bunlar dede ile kelâle'nin miras durumu ve faiz konularından bazı konulardır."

Ahmed'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kelâle'nin miras durumunu sorduğumda:

“Sana yaz âyeti yeter" buyurdu. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuş olmam benim için kırmızı develere sahip olmamdan daha sevimlidir."

Abdurrezzâk, Adenî, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki:

“Kırmızı develerimin olması yerine şu üç şeyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuş olmayı isterdim. Kendisinden sonraki halifenin kim olduğunu, bir kavmin:

“Mallarımıza zekat farz oldu, ama biz malımızın zekatını sana vermeyeceğiz" demesi üzerine onlarla savaşmanın helal olup olmadığını ve kelâlenin miras durumunu sormak isterdim."

Tayâlisî, Abdurrezzâk, Adenî, İbn Mâce, Şâşî, İbn Cerîr, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer der ki:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bize şu üç şeyi bildirip açıklamış olması benim için dünya ve içindekilerden daha değerlidir. Bunlar halifelik, kelâle ve faiz konularıdır."

Taberânî, Semure b. Cündüb'den bildiriyor: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, anne baba bir kardeşlerini kastederek:

Resûlallah! Bunlar kelâle'den midir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nîsa Sûresinin kelâle hakkındaki âyetini okuma dışında bir cevap vermedi. Bir zaman sonra adam bir daha gelip aynı şeyi birkaç defa sorunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ona kelâle âyetini okudu. Adam mala olan hırsından dolayı Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) meseleyi tam olarak açıklaması için bağırarak başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu ve:

“Vallahi! Bana gönderilen dışında sana bir şey söylemeyeceğim" buyurdu.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: İnsanlar arasında Ömer'le görüşen son kişi bendim. Onun:

“Mesele benim dediğim gibidir" dediğini işittim. Kendisine:

“Ne dedin?" diye sorduğumda:

“Kelâle, ölen kişiden geriye çocuğunun kalmasıdır" dedim" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Târik b. Şihâb der ki: Hazret-i Ömer bir kürek kemiği alarak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbını topladı ve:

“Kelâle konusunda öyle bir hüküm vereceğim ki kadınlar bunu odalarında konuşacaklar" dedi. Bu sırada evde bir yılan çıkınca herkes dağıldı. Bunun üzerine Ömer:

“Eğer Allah bu konunun tamam olmasını dileseydi mutlaka tamamlardı" dedi.

Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Hazret-i Ömer, dede ile kelâle'nin mirası hakkında bir yazı yazdı. Sonra:

“Allahım! Eğer bunda bir hayır görüyorsan bunu geçerli kıl" diyerek istihareye yattı. Ancak suikasta uğradığı zaman yazıyı istedi ve onu imha etti. Yazdığı sahifede ne yazılı olduğunu kimse bilmiyordu. Ömer:

“O sahifede dedenin mirası ve kelâle hakkında bir yazı yazmıştım. Bunun için istihareye yattım. Ancak bu konuda sizi olduğunuz halde bırakmayı uygun gördüm" dedi.

Abdurrezzâk, İbn Sa'd ve Ahmed'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Ömer suikasta uğradığı zaman yanına gelen ilk kişi bendim. O bana:

“Benden şu üç şeyi ezberle. Zira insanların bana yetişememesinden korkuyorum. Ben kelâle hakkında hüküm vermiyor ve benden sonra halife tayin etmiyorum" dedi. Yine bütün kölelerini azat ettiğini söyledi.

İbn Sa'd, Nesâî, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Câbir der ki: Hastalandığımda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ziyarete geldi. Ona:

Resûlallah! Kardeşlerime malımın üçte birini vasiyet edeyim mi?" dediğimde:

“Daha iyisini ver" buyurdu. "Yarısını vereyim mi?" dediğimde de:

“Daha iyisini ver" buyurdu ve çıkıp gitti. Sonra bana tekrar gelip:

“Senin bu rahatsızlığından dolayı öleceğini sanmıyorum. Yüce Allah bu konuda âyet indirdi ve kız kardeşlerine ne vereceğin belli oldu. Onlara malının üçte ikisini ver" buyurdu. "Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor..." âyeti de benim hakkımda indi.

Adenî, Müsned'de, Bezzâr, Müsned'de ve Ebu'ş-Şeyh, el-Ferâid'de sahîh bir isnâdla Huzeyfe'den bildirir: Yolculukta olduğumuz bir sırada kelâle âyeti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) indi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bana okudu. Ben de yanımda bulunan Ömer'e okudum. Ömer halifeliği zamanında kelâle konusunda beni çağırarak konuyu sordu. Ben de:

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bana okumuş, ben de sana okumuştum. Vallahi ona hiçbir şey ekleyecek değilim" dedim.

Ebu'ş-Şeyh'in, el-Ferâid'de bildirdiğine göre Berâ der ki: Kelâle konusu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorulunca:

“(Kelâle) ölen kişiden geriye baba veya çocuğun kalmamasıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Dârimî ve İbn Cerîr, Ebu'l-Hayr'dan bildiriyor: Bir kişi, Ukbe b. Âmir'e kelâle konusunu sorunca:

“Bunun bana kelâle konusunu sormasına şaşırmıyor musunuz? Çünkü hiçbir şey Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbını kelâle konusu kadar uğraştırmamıştır" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Dârimî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Şa'bî der ki: Kelâle konusu Ebû Bekr'e sorulunca:

“Bu konuda kendi görüşümü söyleyeceğim. Eğer doğru ise bu tek olan ve ortağı olmayan Allah tarafındandır. Eğer yanlış ise bu, benden ve şeytandandır, Allah bundan beridir. Bana göre kelâle, ölen kişiden geriye baba veya çocuğun kalmamasıdır" dedi. Ömer halife olduğu zaman:

“Kelâle, ölen kişiden geriye çocuğun kalmamasıdır" dedi. Suikasta uğradığı zaman da:

“Ebû Bekr'e muhalefet etmekle Allah'tan hayâ ederim" demişti.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk der ki:

“Ölüp de çocuğu veya babası olmayan kişinin mirasçısı kelâledir" dedi. Ali bundan dolayı ona kızınca Ebû Bekr'in sözüne geri döndü.

Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Amr b. Şurahbîl:

“Kelâlenin, ölen kişiden geriye çocuğu veya babası kalmaması durumu olduğu konusunda ashâbın ittifak ettiklerini gördüm" dedi.

Abdurrezzâk, Saîd b. Mansür, İbn Ebî Şeybe, Dârimî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Hasan b. Muhammed b. el- Hanefiyye der ki: İbn Abbâs'a kelâleyi sorduğumda:

“Kelâle, ölen kişiden geriye baba veya çocuğun kalmamasıdır" dedi. Kendisine:

“...Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa..."' âyetini okuduğumda ise kızdı ve beni azarladı.

İbn Cerîr'in, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kelâle, ölen kişiden geriye baba veya çocuğun kalmamasıdır" dedi.

İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: Ömer:

“Kelâle, ölen kişiden geriye baba veya çocuğun kalmamasıdır" derdi.

İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir:

“Kelâle, ölen kişiden geriye kalan baba ve çocukların dışında kardeş veya başka asabe akrabalar gibi varislerdir. Ali, İbn Mes'ûd ve Zeyd b. Sâbit aynı şeyi söylemişlerdir."

İbn Ebî Şeybe, Musannef’te ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Kelâle ölen kişinin kendisidir" dedi.

İbn Cerîr'in, Ma'dân b. Ebî Talha el-Ya'merî'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hiçbir konuda bana kelâle konusundaki gibi ağır konuşmadı. Veya Resûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) hiçbir konuda kelâle konusundaki gibi rahatsız etmemiştim. Hatta göğsüme vurup:

“Bu konuda sana yaz âyeti olan:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor..." âyeti yeter" buyurdu. Ben de bu âyetle okuyanın da, okumayanın da bileceği bir hüküm vereceğim. Kelâle, ölen kişiden geriye baba kalmamasıdır."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor..." âyeti indiği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yolculukta idi. Yanında Huzeyfe b. el-Yemân vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti Huzeyfe'ye okumuştu. Huzeyfe de arkasından gelen Ömer'e okumuştu. Ömer halife olduğu zaman bu âyeti Huzeyfe'ye sordu ve tefsirini biliyor olmasını arzuladı. Huzeyfe:

“Vallahi eğer halifeliğinin bana o gün söylenmeyen bir şeyi şimdi söyleteceğini sanıyorsan aciz birisin demektir" dedi. Bunun üzerine Ömer:

“Allah sana merhamet etsin! Ben senden bunu istemiyorum" karşılığını verdi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer:

“Kelâle konusunu bilmeyi, Şam saraylarının vergisinin benim olmasından daha fazla severim" dedi.

İbn Cerîr, Hasan b. Mesrûk'dan o da babasından bildiriyor: Ömer b. el- Hattâb hutbe verirken kendisine akrabalarımdan kelâle varislerini sorduğumda:

“Kelâle, kelâle, kelâle" dedikten sonra sakalını tutarak şöyle dedi:

“Vallahi bunu bilmeyi yeryüzünde en değerli şeyin benim olmasından daha fazla severim. Bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda üç defa: «Yazın inen âyeti işitmedin mi?» buyurmuştu."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Seleme der ki: Bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip kelâleyi sorunca:

“Yaz mevsiminde inen "Senden fetva isterler. De ki: Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: «Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kızkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir»âyetini işitmedin mi?" buyurdu.

Ahmed'in ceyyid bir isnâdla bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit'e ölüden geriye kalan koca ve anne baba bir kız kardeşin durumu sorulunca, malın yarısını kocaya diğer yarısını da kız kardeşe verdi. Bunu niçin öyie yaptığını sorduklarında:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şekilde taksim ettiğini gördü m" dedi.'

Abdurrezzâk, Buhârî, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Esved der ki: 'Muaz b. Cebel, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, ölen kişiden geriye bir kız çocuğu ve bir kız kardeş kalma durumunda malın yarısını kız çocuğuna diğer yarısının da kız kardeşe verilmesine hükmetti."

Abdurrezzâk, Buhârî, Hâkim ve Beyhakî, Huzeyl b. Şurahbîl'den bildiriyor: Ebû Mûsa el- Eş'arî'ye ölen kişiden geriye kalan kız çocuğu, oğlun kızı ve anne baba bir kız kardeşin mirası sorulunca:

“Malın yarısı kız çocuğunun, diğer yarısı da kız kardeşindir. Git İbn Mes'ûd'a sor, o da aynı şeyi söyleyecektir" dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ûd'a sorulup bu konuda Ebû Musa'nın görüşü de söylenince şöyle dedi:

“Ben de onun dediğini diyecek olursam haktan sapmış ve doğru yoldan ayrılmış olurum. Oysa ben Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hükmettiği gibi hüküm vereceğim. Malın yarısı kız çocuğuna, üçte fkmın tamamlayıcısı olarak da oğlun kızma altıda bir, geriye kalan da kızkardeşindir." ibn Mes'ûd'un dediğini Ebû Mûsa'ya haber verince:

“Bu âlim kışı aranızda olduğu müddetçe bana bir şey sormayın" dedi.

Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs'a, ölüp de geriye bir kız çocuğu ve anne baba bir kız kardeşin mirası sorulunca şöyle dedi:

“Malın yarısı kız çocuğunundur. Kız kardeşe ise bir şey yoktur. Geriye kalan da asabeden akrabalaradır." Kendisine:

“Ömer kız kardeşe malın yarısını verdi" denilince, İbn Abbâs şu karşılığı verdi:

“Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı daha iyi bilir? Yüce Allah:

“...Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur..." buyurmaktadır. Ancak siz:

“Çocuğu da olsa malın yarısı kız kardeşindir" diyorsunuz."

İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Allah'ın Kitâb'ında ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetinde bulamadığınız:

“Malın yarısı kız çocuğunun, diğer yarısı da kız kardeşindir" hükmünü bütün insanlar da bulursunuz. Oysa Yüce Allah:

“...Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur..."buyurmaktadır.

Buhârî ve Müslim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Belli payları sahiplerine veriniz. Geriye kalan da ölüye en yakın olan erkek kişilerindir" buyurmuştur.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Senden fetva isterler..." âyetini açıklarken:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kelâlenin mirası sorulmuştur" dedi. "...Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor..."âyetini açıklarken de:

“Burada da miras kastedilmektedir" dedi.

İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu'd-Durays, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Berâ der ki:

“Tam olarak inen son sûre Tevbe Sûresi'dir. Bu sûreyi bitiren son âyet de:

“Senden fetva isterler. De ki:

“Allah, size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor..." âyetidir.

İbn Cerîr, Abd b. Humeyd ve Beyhakî, Sünen'de Katâde'den nakleder: Bize bildirilene göre Ebû Bekr es-Sıddîk hutbesinde şöyle demiştir:

“Bilmiş olunuz ki, Nisâ Sûresi'nde inen ilk âyet Allah'ın mirasta anne ve baba hakkında indirmiş olduğu âyettir. İkinci âyet ise koca, karı ve anne bir kardeşler hakkında inmiştir. Nisâ Sûresi'ni hatmeden âyet ise anne baba bir olan kız ve erkek kardeşler hakkında inmiştir. Enfâl Sûresi'ni hatmeden âyet baba tarafından akrabalar hakkında inmiştir. Baba tarafından akraba olanlar Allah'ın Kitâb'ında yakınlığa göre birbirlerinden daha önceliklidirler."

Taberânî, M. es-Sağîr'de Ebû Saîd'den bildiriyor:

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir merkebe binip hala ve teyzenin varis olması konusunda istihare yapmak için Kubâ'ya giderken Yüce Allah onlara miras düşmediğini bildiren âyeti indirdi."

Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn der ki: Ömer b. el-Hattâb:

“...Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor..." âyetini okuduğu zaman:

“Allahım! Kelâle konusunu ona açıklamışsın ama o bana açıklanmadı" derdi.

Ahmed, Amr el-Kârî'den bildirir: Sa'd hastalığına yenik düştüğü zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Sa'd:

Resûlallah! Benim malım var ve varislerim kelâledir. Malımı vasiyet veya tasadduk edeyim mi?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hayır" karşılığını verdi. Sa'd:

“Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi?" dediğinde, yine:

“Hayır" karşılığını verdi. "Yarısını tasadduk edeyim mi?" diye sorduğunda yine:

“Hayır" karşılığını verdi. "Üçte birini" dediğinde ise:

“Evet et, ama o da çoktur" buyurdu.

Taberânî'nin Hârice b. Zeyd b. Sâbit'ten bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit, Muâviye'ye şöyle bir mektup yazdı:

“Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Zeyd b. Sâbit'ten, Allah'ın kulu, müminlerin emîri Muâviye'ye. Allah'ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun, ey müminlerin emîri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamd ederim ve derim ki: Mektubunda bana dedenin ve kardeşlerin mirastaki paylarını sormuşsun. Kelâle'nin ve birçok şeyin mirastaki miktarını Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak böylesi durumlarda Resûlullah'tan sonra (sallallahü aleyhi ve sellem) halifelerin hüküm vermesinde hazır bulunmuştuk. Onlardan öğrenebildiğimizi öğrendik. Biz de bundan sonra miras hakkında daha önce bize fetva vermiş olanlar gibi fetva vereceğiz."

0 ﴿