33

"Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye şahittir."

Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Hâkim ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette geçen Mevâli'den kasıt mirasçılardır. Muhâcirler Medine'ye geldikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muhacir ile Ensar'ı kardeşleştirmişti. Bu kardeşleştirmeden dolayı da Ensâr'dan biri öldüğü zaman ona akrabaları değil de kardeşi olan Muhacirlerden biri mirasçı oluyordu. "Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık..." âyeti nazil olunca bu kardeşlikten dolayı varis olma uygulaması kaldırıldı. Kendileriyle yeminleşen kişilere verilecek pay da onlara yardım, destek ve nasihattir. Âyet bu kardeşlikten dolayı varis olmayı kaldırmıştır, ancak kişi bu kardeşine vasiyette bulunabilir.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs, Nâsih'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kişi biriyle, önce ölen kişiye diğerinin varis olması üzerine anlaşma yapabiliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah:

“...Akraba olanlar, Allah'ın Kitab'ına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır..." âyetini indirdi. Âyette kişinin ahitleştiği birine malının üçtebirinden vasiyette bulunmasının caiz ve uygun olduğu bildirilmiştir.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Âyette geçen Mevâli ifadesi kişinin baba tarafından akrabaları olan asabedir. Cahiliye döneminde mevali bu anlamda kullanılıyordu. Ancak daha sonraları Arap olmayanlar Arapların içine karışınca bu kesime isim bulmakta zorlandılar. Yüce Allah:

“...Babalarını bilmiyorsanız zâten onlar din bakımından kardeşleriniz ve yardımcılarınızdır (=mevâlîkum)..."buyurunca bu kesime mevâli denmeye başlandı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: İslam öncesinde kişi biriyle:

“Birimizin ölümünden sonra diğeri varisi olsun" şeklinde anlaşma yapardı. Bazen de bu yönde kabileler arası anlaşmalar yapılırdı. Daha sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda:

“Cahiliye döneminde yapılan anlaşmaları İslam dini güçlendirmiş, gereklerinin yerine getirilmesini vurgulamıştır. Ancak artık İslam'da bu tür anlaşmalar yapılamaz" buyurdu. Böylesi bir uygulamayı da:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyeti kaldırdı.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Saîd b. Cübeyr'den bildirir:

“Önceleri iki kişi anlaşma yapar birinin ölümünden sonra diğeri kendisine mirasçı olurdu. Hazret-iEbû Bekr de bu şekilde bir adamla anlaşma yapmış, adamın ölümünden sonra da ona varis olmuştu."

Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Önceleri aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan iki kişi birinin ölümünden sonra diğerinin kendisine mirasçı olması yönünde anlaşma yaparlardı. Ancak Enfâl Suresi'nde nazil olan:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyeti böylesi bir uygulamayı kaldırdı.

Abd b. Humeyd, Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Cahiliye döneminde biri bir diğer kişiyle:

“Kanım kanındır. Mezarım da mezarındır. Sen bana varis olur, ben de sana varis olurum. Sen benim adıma bir şey isteyebilir, ben de senin adına bir şeyi isteyebilirim" şeklinde anlaşma yapardı. İslam'dan sonra böylesi anlaşması olan kişiye ölen kişinin tüm malının altıda biri verilmeye, kalan da diğer varisler arasında paylaştırılmaya başlandı. Ancak bu uygulama da:

“...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyetiyle kaldırıldı. Bu âyetle de daha önce anlaşmalar üzerinden varis olma uygulaması kaldırıldı ve sadece akrabaların varis olabileceği ifade edildi.

İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Cahiliye döneminde kişi akrabası olmayan birini kendi ailesine katar, onu akrabası yapabilirdi. Kişinin ölmesi halinde terekesi akrabaları arasında paylaştırılır, ancak sonradan anlaşmayla aileye katılan kişiye terekeden bir şey verilmezdi. Yüce Allah:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini indirince bu kişilere de ölenin terekesinden bir pay verilmeye başlandı. Ancak daha sonra Yüce Allah:

"...Allah'ın Kitab'ına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur..." âyetiyle bu uygulamayı da kaldırdı.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Zeyd:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeş kıldığı kişilerden biri öldüğü zaman şâyet akrabası yoksa mirastan Müslüman kardeşine pay verilmesidir. Şu an için ise geçerli bir uygulama değildir. Çünkü Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeş kıldığı kişilerin dönemi bitmiştir. Aynı şekilde insanları bu şekilde kardeş kılma sadece Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) has bir şeydir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar ile Mühacirleri kardeş kılmıştı ki şimdi kimsenin böyle bir şeyi yapma yetkisi yoktur."

İbn Cerîr ve Nehhâs, Saîd b. el-Müseyyeb'ten bildirir:

“Bu âyet, kendi çocukları olmayan kişileri evlat edinen ve kendilerine mirasçı kılan kişiler hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah bunlar hakkında bu âyeti indirerek vasiyetten onlara da bir pay kılmış, terekeyi paylaşmayı da ölenin anne veya baba tarafından akrabalarına bırakmıştır."

Firyâbî, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Mücâhid:

“Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Âyette Mevâli'den kasıt, ölen kişinin asebesidir. Ahitleşilen kişiler de kendileriyle miras konusunda anlaşma yapılan kimselerdir ki âyette onlara akıl verme, yardım etme ve destek çıkma emredilmiştir."

Ebû Dâvud ve İbn Ebî Hâtim, Dâvud b. el-Husayn'dan bildirir: Rabî'in kızı Ümmü Sa'd'a Kur'ân okurdum. Ümmü Sa'd Ebû Bekr'in himayesinde olan yetim bir kızdı. Bu âyeti: (.....) lafzıyla okuduğumda şöyle dedi:

“Hayır! Âyetin lafzı: (.....) şeklindedir. Bu âyet Ebû Bekr hakkında nazil olmuştur. Zira oğlu Abdurrahman Müslüman olmayı kabul etmeyince Ebû Bekr onu mirastan mahrum edeceğine dair yemin etti. Abdurrahman Müslüman olunca da Yüce Allah bu âyetle ona mirastaki nasibini vermeyi emretti."

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) ile çekmeden okurdu.

Abd b. Humeyd ile İbn Ebî Hâtim, Ebû Mâlik'ten bildirir: Cahiliye döneminde biri bir kabileye gelir, o kabile de adamla bir anlaşma yaparak kendilerinden biri kılarlardı. Bu anlaşmaya göre iyi günde kötü günde yanında duracaklar ve kan davaları konusunda kendilerinden biri gibi sayacaklar, ona kendilerinden biri gibi davranacaklardı. Kabileler arası bir savaş çıktığı zaman ona:

“Ey filan! Sen de bizdensin, bize yardım et!" derlerdi. Bir şey elde ettiği zaman da ona:

“Sen de bizdensin! Bize bir şeyler verip yardım et!" derlerdi. Ancak kendisi yardım istediği zaman içlerinden birine ettikleri gibi ona yardımda bulunmazlardı. Sıkıntıya düştüğü zaman içlerinden bazıları ona destek çıkarken bazıları da destek çıkmazdı. Ona bir şey verecekleri zaman da aldıkları kadarını değil de daha azını verirlerdi. İslam'dan sonra aynı uygulamayı devam ettirmekten çekinenler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

“Cahiliye döneminde böylesi bir anlaşma yapmıştık" dediler ve bu uygulamayı sordular. Bunun üzerine:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyeti nazil oldu. Âyette Yüce Allah, böylesi kişilerden ne kadar alınmışsa verirken aynısını vermeyi emretmiştir.

Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in başka bir vecihle bildirdiğine göre Ebû Mâlik:

“...Kendileriyle ahitleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz..." âyetini açıklarken şöyle demiştir:

“Ahitleşilen kişiden kasıt, bir toplulukla anlaşması oları kişidir. Âyette topluluğun böylesi kişileri, işlerinde hazır bulundurmaları ve kendisiyle de istişarede bulunmaları istenmiştir."

Abd b. Humeyd ile İbn Cerîr, İbn Amr'dan bildirir: Mekke'nin fethi sırasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Cahiliye döneminden kalan anlaşmalarınızın gereklerini yerine getirin. Zira İslam eski anlaşmaları daha da sağlamlaştırır. Ancak İslam dininde artık böylesi anlaşmalar yapmayın" buyurdu.

Ahmed, Abd b. Humeyd, Müslim, İbn Cerîr ve Nehhâs'ın Cübeyr b. Mut'im'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam'da (Cahiliye döneminde yapılan) bu tür anlaşmalar artık yoktur! Ancak İslam dini yapılmış eski anlaşmaları (feshetmemiş) sağlamlaştırmıştır" buyurdu.

Abdurrezzâk ile Abd b. Humeyd'in Zührî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam'da (Cahiliye döneminde yapılan) bu tür anlaşmalar artık yoktur! Ancak daha önce yapmış olduğunuz anlaşmaların gereklerine de uyun" buyurdu.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

“İslam dini, Cahiliyeden kalma eski anlaşmaları (feshetmemiş) sağlamlaştırıp, kuvvetlendirmiştir" buyurmuştur.

33 ﴿