MÂİDE SÜRESİİbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Katâde: “Mâide Sûresi Medine'de inmiştir" dedi. Ahmed, Ebû Ubeyd, Fedâil'de, Nesâî, Nâsih'te Nehhâs, İbnu'l-Münzir, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de Cübeyr b. Nufeyr'den bildirir: Hacca gittiğim zaman Hazret-i Âişe'nin yanına girdim. Bana: “Ey Cübeyr! Mâide Sûresi'ni okuyor musun?" diye sordu. Ben: “Evet" karşılığını verdiğimde: “O en son nâzil olan sûredir. Onda helal gördüğünüz helalları helal, haram gördüğünüz haramları da haram biliniz" dedi. Ahmed, Tirmizî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: “En son inen sûreler Mâide ve Feth sûreleridir" dedi. Ahmed'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Mâide Sûresi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğine binmiş iken nâzil oldu. Bineği onu taşımaya güç yetiremeyince ondan indi." Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Muhammed b. Nasr, Kitâbu's-Salât'da, Taberânî, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Esmâ binti Yezîd der ki: “Mâide Sûresinin tümü nâzil olduğu zaman ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Adbâ isimli devesinin yularını tutmuştum. Devenin ayakları vahyin ağırlığından dolayı birbirine çarpıyordu." İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Bağavî, Mu'cem'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Delâilu'n-Nubüvve'de Ümmü Amr binti Ays'tan bildirdiğine göre amcası, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir yolculukta idi. Bu yolculuk sırasında Mâide Sûresi indi. Sûrenin ağırlığından dolayı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineği Adbâ'nın omuzları eziliyordu. Abd b. Humeyd'in, Miisned'de, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde Mâide ve Tevbe sûrelerini okumuştur. Ebû Ubeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: “Mâide Sûresi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccında, Medine ile Mekke arasında devesinin üzerinde iken indi. Vahyin ağırlığından dolayı devenin omuzları çatırdamaya başlayınca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) devenin üzerinden indi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: “Mâide Sûresi, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Vedâ haccı yolculuğunda ve bineği üzerinde iken nâzil oldu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineği sûrenin ağırlığından dolayı onu taşıyamayıp çökmüştü." Ebû Ubeyd'in, Damra b. Habîb ve Atiyye b. Kays'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mâide Sûresi Kur'ân'ın indirilen son süresidir. Onun helallarını helal, haramlarını da haram biliniz" buyurmuştur. Saîd b. Mansür ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Meysere: “Son olarak inen sûre Mâide Sûresi'dir. Onda on yedi farz hüküm vardır" dedi. Firyâbî, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Meysere'den bildirir: “Mâide Sûresi'nde, başka sûrelerde bulunmayan onsekiz farz hüküm vardır. Bu sûrede neshedilen hüküm de yoktur. Bunlar: “...Boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı...", "...Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı...", "...Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir..." âyetleri ve temizlik âyetlerinin tamamı olan: “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız vakit, yüzlerinizi, dirseklere kadar; ellerinizi yıkayın...", "...Hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin...", "Kulağı yarılıp salıverilen, putlara adanan, erkek dişi ikizler doğuran ve on defa yavru yapmasından dolayı sırtına yük vurulmayan hayvanlarla ilgili uygulamaların hiçbirini Allah emretmemiştir. Ancak kâfirler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdiremiyor" âyetleridir. Ebû Dâvud, Nâsih'te ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre Ebû Meysere Amr İbn Şurahbîl: “Mâide Sûresi'nden hiçbir şey nesh edilmemiştir" dedi. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'te ve İbnu'l-Münzir, İbn Avn'dan bildirir: Hasan(-ı Basrî)'a: “Mâide Sûresi'nden bir şey neshedildi mi?" dediğimde: “Hayır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Nâsih'te, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs, Şa'bî'den bildirir: Mâide Sûresi'nden: “Ey iman edenler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." âyeti dışında hiçbir âyet nesh edilmemiştir. Ebû Dâvud, Nâsih'te, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildirir: Bu sûrede "Kalâid" âyeti ve: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyeti neshedilmiştir. Bağavî, Mu'cem'de, Abde b. Ebî Lübâbe vasıtasıyla Ebû Huzeyfe'nin azatlısından bildirir: Resûlullah'ta (sallallahü aleyhi ve sellem) bir işim vardı. Bu sebeple yanına Mescid'e gittiğimde tekbir getirerek namaza durduğunu gördüm. Ben de kendisine yakın bir yerde durdum. Namazda Bakara, Nisâ, Mâide ve Enâm sûrelerinden okuduktan sunra rükû'ya gitti. Rükûda: “Sübhâne Rabbiyel- Azîm" dediğini işittim. Sonra kalkıp her rekatta secdeye gittiğinde üç defa: “Sübhâne Rabbiye'l- Â'la" dediğini işittim. 1"Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. îhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar size helâl kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Akitlerinizi yerine getirin..." âyetini açıklarken: “Allah'ın helal ve haram kıldığı hususlara, farzlara ve Kur'ân'da koymuş olduğu sınırlara uyun, hainlik etmeyin ve sözünüzde durun" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Akitlerinizi yerine getirin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada Cahiliye akdi kastedilmektedir. Bize nakledildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cahiliye akülerini yerine getirin. Ancak İslam'da bu şekilde akitleri yeniden yapmayın" buyurmuştur. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Akitlerinizi yerine getirin..." âyetini açıklarken: “Burada Cahiliye zamanında yapılan akitler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Abdullah b. Ubeyde der ki: “Akitler beş çeşittir. Bunlar, yemin akdi, nikah akdi, alışveriş akdi, biat akdi ve sözleşme akdidir." Beyhakî, Delâil'de Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan bildiriyor: Bizde bulunan bu mektup Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Amr b. Hazm'a, sünneti öğretme ve zekatları toplama konusunda Yemen ahalisine okuması için gönderdiği mektuptur. Mektupta şunlar yazılıydı: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. Bu, Allah ve Resûlünden bir mektuptur: «Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin...» Bu, Allah Resûlünün, Amr b. Hazm'a yazmış olduğu bir akittir. Ona bütün işlerinde Allah'tan korkmasını emretti. Zira Yüce Allah kendisinden korkan ve iyilikte bulunanlarla beraberdir. Yine sadakaları toplaması ve halkı hayırlarla müjdeleyip onlara hayrı emretmesi emredildi..." Hâris b. Ebî Usâme'nin, Müsned'de, Amr b. Şuayb'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mütefiklerinizle yaptığınız antlaşmaları yerine getirin" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Antlaşmalar nelerdir?" denildiğinde: “Diyetlerini ödemek ve onlara (maddi olarak) yardım etmektir" karşılığını verdi. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân der ki: “Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin..." âyeti hakkında bize bildirilene göre burada iman edenlere, Kur'ân'da emredilenleri yapmaları, yasaklanan şeyleri yapmamaları hususunda verdikleri akit, müşriklerle aralarında olan anlaşmalar ve diğer insanlar ile aralarında olan sözleşmeler kastedilmektedir." Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetini açıklar mısın?" deyince, İbn Abbâs: “Burada deve, sığır ve koyunların helal kılındığı ifade edilmiştir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. A'şâ'nın: "Kırmızı çadırlar, deve ve sığır sürüleri sahipleri, Kırmızı çadırlar ve at sürüleri sahipleri... " dediğini İşitmedin mi?" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Hayvanlar size helâl kılındı..." âyetini açıklarken: “Burada develer, sığırlar ve koyunlar kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs hayvanın karnından çıkan ceninin kuyruğundan tuttu ve: “Behîme denilerek size helal kılınan budur" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer: (.....) âyetini açıklarken: “Burada hayvanın karnındaki yavrunun helal kılındığı ifade edilmiştir" dedi. Ona: “Eğer ölü çıkarsa onu yine de yiyeyim mi?" denilince: “Evet, ye" karşılığını verdi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar size helâl kılındı..."' âyetini açıklarken: “Burada ölü olan ve Allah'ın adı zikredilmeden kesilenler dışındaki bütün hayvanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar size helâl kılındı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı, işte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" âyetinde sayılan hayvanlar haram kılınan hayvanlardır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Okunacak (bildirilecek) olanlardan başka..." âyetini açıklarken: “Ölü ve beraberinde sayılan hayvanlar kastedilmektedir" dedi. "...İhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla..." âyeti hakkında ise: “Kişinin ihramda iken avlanmayı helal saymaması şartıyla (şiddetli açlık durumunda) helal kılınmıştır" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Eyyûb der ki: Mücâhid'e maymun eti yenilir mi?" diye sorulduğunda: “Bu dört ayaklı hayvanlardan değildir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes bu âyeti açıklarken: “Vahşi hayvanlar dışında bütün hayvanlar helaldir. Vahşi olanları ise av hayvanıdır ki ihramlı olana bunlar haramdır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Şüphesiz Allah istediği hükmü verir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah insanlar hakkında dilediği gibi hüküm kılıp, kullarına dilediği şeyleri açıklamıştır. Dilediği farzları ve yasakları koyup, kendisine itaat etmeyi emretmiş, asi olmayı da yasaklamıştır." 2"Ey İman edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın nişânelerine... sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Müşrikler Kâbe'yi ziyaret ederek hac ediyor, hediyeler sunuyor, Allah'ın şiarını yüceltip haclarında kurbanlar kesiyorlardı. Müslümanlar onları bundan men etmek isteyince Yüce Allah: “...Allah'ın nişânelerine... sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini indirdi. "...Haram aya... sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini açıklarken de: “Haram ayda avlanmayı helal kılmayın mânâsındadır" dedi. "...Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: “Eskiden müşrikler ve müminler Kâbe'yi beraber ziyaret ederlerdi. Yüce Allah müminlere, mümin olsun kâfir olsun Kâbe'yi ziyaret etmekten kimseyi men etmemelerini veya onlara zarar vermemelerini emretmişti. Sonra da: “...Müşrikler mutlaka pis insanlardır, bu yıldan sonra artık onları Mescid-i Harâm'a yaklaştırmayın..." âyetini indirdi. "...Lutuf ve rıza bekleyerek..."âyetini açıklarken: “Onlar haclarıyla Allah'ın rızasını kazanmak isterler" dedi. "...Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın..." âyeti hakkında ise şöyle demiştir: “Aranızdaki düşmanlık sizi Allah'ın emirleri dışına sevk etmesin. İyilik ifadesinden kasıt, Allah'ın emretmiş olduğu şeyler, takva ifadesiyle de Allah'ın yasaklamış olduğu şeyler kastedilmektedir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın nişânelerine... Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin" âyetini açıklarken: “Allah'ın yasakladığı şeyler, ihramda iken avlanmak, gerdanlıklı, gerdanlıksız kurbanlara ve hac etmek isteyenlere zarar vermektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın nişânelerine... sakın saygısızlık etmeyin'" âyetini açıklarken: “Burada hac ibadetleri kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah'ın nişânelerine... sakın saygısızlık etmeyin" âyetini açıklarken: “Burada nişâlerden kasıt, Safâ ile Merve'dir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ'ya, Allah'ın nişâneleri sorulunca: “Allah'a hürmet, Allah'ı öfkelendirecek şeylerden sakınıp tâatine uymaktır. İşte bunlar Allah'ın nişâneleridir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre Katâde: “Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, neshedilmiş bir âyettir. Cahiliye zamanında bir kişi hac etmek için evinden çıktığı zaman kamıştan veya kıldan gerdanlıklar takar ve kendisine kimse karışmazdı. O zaman müşriklerin Kâbe'ye girilmesine engel olunmuyordu. Yüce Allah hem haram aylarda, hem de Kâbe'nin yanında müşriklerle savaşmayı yasakladı. Sonra: “...Müşrikleri nerede bulursanız öldürün..." âyetiyle bunu neshetti. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bu âyetin: “...Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." kısmı, Tevbe Sûresi'ndeki "...Müşrikleri nerede bulursanız öldürün...", "Allah'a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescidlerini imar etmeleri düşünülemez..." ile "Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıldan sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar..." âyetiyle neshedildi. Âyetteki bu yıldan kasıt, Ebû Bekr'in hac emirliği yaptığı yıldır. Bu âyetleri insanlara Hazret-i Ali okumuştu. İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: “Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" âyetini: “...Müşrikleri nerede bulursanız öldürün..." âyeti neshetti. Abd b. Humeyd, Dahhâk'tan bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ' der ki: “Müşrikler Mekke'de ağaçların kabuklarından gerdanlıklar yapıp takarlar ve Mekke'den çıktıklarında kendilerini güvende hissederlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin...'" âyetini açıklarken şöyle dedi: “İnsanların ve hayvanlarının ağaç kabuklarından gerdanlıklar takmaları güvenlikleri içindi. Safâ, Merve ve semiz kurbanlar Allah'ın nişanelerindendir. Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı: “Bütün bunlar Cahiliye amellerindendir" dediler. Yüce Allah da ağaç kabuklarıyla yapılıp takılan gerdanlıklar dışındaki tüm şeyleri İslam ile yasakladı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ' bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Bu gerdanlıklar Mekke'de ağaç kabuklarından yapılan gerdanlıklardır. Müşrikler böylesi gerdanlıklar takarak güven içinde olurlardı. Yüce Allah, Harem bölgesinden bulunan ağaçların kabuklarından gerdanlıklar yapmalarını yasakladı." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “...Haram ay..." ifadesini açıklarken: “Bu ay Zilkade ayıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hudeybiye'de iken müşrikler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbını Mekke'ye girmekten alıkoymuş ve bu, ashâbın çok ağırına gitmişti. Doğudan gelen bazı müşrikler umre yapmak isteyince, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı: “Onların bizi bundan men ettiği gibi biz de onları men edeceğiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Sizi Mescid - i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin..." âyetini indirdi. İbn Cerîr, Süddî'den bildirir: Hutam b. Hind el-Bekrî, Medine'ye geldi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına giderek: “Sen insanları neye davet ediyorsun?" dedi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) ona İslam'a davet ettiğini söyledi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de daha önce ashâbına: “Bugün yanınıza Rabîa'dan şeytan diliyle konuşan biri gelecektir" demişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu İslam'a davet edince: “Benim istişare edeceğim kişiler vardır. Bekle ben de Müslüman olurum" dedi ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından çıkıp gitti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "O kâfir bir yüzle içeri girdi ve hain düşüncelerle çıkıp gitti" buyurdu. Hutam b. Hind el-Bekrî, giderken Medine Müslümanlarına ait bir sürü gördü ve onu da beraber sürüp götürdü. Bir yıl sonra da hac için gerdanlık takarak hediyeleriyle geldi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabını üzerine göndermek isteyince, Yüce Allah: “...Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..."âyetini indirdi. Onun arkadaşlarından bazı kişiler: “Yâ Resûlallah! Bizi onunla baş başa bırak o bizim arkadaşımızdır (ne olduğunu biliriz)" deyince: “O gerdanlık takmıştır" buyurdu. Bunun üzerine ashâb: “Bu Cahiliye zamanında yaptığımız bir şeydi" dedi. Fakat Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kabul etmedi ve bu âyet indi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: Hutam b. Hind el-Bekrî kendisine ait yiyecek taşıyan bir kervanla Medine'ye geldi. Onu sattıktan sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip ona biat etti ve Müslüman oldu. Arkasını dönüp giderken de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındakilere: “O fâcir bir yüzle girdi ve hain olarak geri çıktı" buyurdu. Hutam b. Hind el-Bekrî, Yemâme'nin yanına gidince İslam'dan geri çıktı. Yiyecek taşıyan kervanıyla Zilkâde ayında Mekke'ye gitmek istedi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı bunu duyunca, Muhacirlerden ve Ensâr'dan bir grup gidip kervanıyla beraber onun yolunu kesmek istediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'ın nişanelerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir" âyetini indirdi. Bunun üzerine ona saldırmak isteyen grup bundan vazgeçti. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Mekke'nin fethedildiğinde müşriklerden bazı kişiler umre yapmak için Kâbe'ye gelmişti. Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Bu müşrikler diğer müşrikler gibidir. Onları bırakmayalım ve üstlerine saldıralım" dediler. Bunun üzerine: “...Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin...'" âyeti nâzil oldu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid : “...Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kâbe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin..." âyetini açıklarken: “Müşrikler Kâbe'ye, Rablerinin rızasını kazanmak ve ticaret etmek için gelirlerdi. Yüce Allah bu yönde onlara korku vermeyi herkese yasakladı" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek..." âyetini açıklarken: “Burada dünyalık kazanmak için Rablerinin rızasını gözeten müşrikler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Allah'ın Kitâb'ında beş âyet ruhsattır ve farz değildir. Bunlardan biri: “...İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz..." âyetidir ki kişi dilerse avlanır, dilerse de avlanmaz. Bir diğeri: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın..."' âyetidir. Bir diğeri: “...Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin..." âyetidir. Diğeri de: “...Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin" âyetidir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ' der ki: Allah'ın Kitâb'ında beş âyet ruhsattır ve farz değildir. Bunlardan biri: “...Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin" âyetidir ki kişi dilerse yer, dilerse yemez. Diğeri: “...İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz..." âyetidir ki kişi dilerse avlanır, dilerse de avlanmaz. Diğeri: “...Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin..."âyetidir ki kişi dilerse oruç tutar dilerse tutmaz. Diğeri: “...Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve câriyelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın..."âyetidir ki kişi dilerse bu mükatebeyi yapar, dilerse yapmaz. Bir diğeri de: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın..." âyetidir. Buna göre de kişi dilerse öyle yapar dilerse namaz kılıdığı yeri terk etmez. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin..." âyetini açıklarken: “Bazı gruplara olan kininiz sizi onlara karşı tahrik etmesin mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: “...Kâbe'ye yönelenler..." buyruğuyla, hac etmek isteyenler, "...Rablerinden lutuf... bekleyerek..." buyruğuyla, hacda ticaret etmek isteyenler, "...Rıza..." ifadesiyle de hac etmek isteyenler kastedilmektedir. "...Bir topluma karşı olan kininiz..." âyeti ise: “Bir topluma olan düşmanlık mânâsındadır. "...İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın..." buyruğunda iyilikten kasıt, sana emredilenler, takvadan kasıt ise yasaklananlardır. Ahmed, Abd b. Humeyd ve Buhârî'nin, Târih'te bildirdiğine göre Vâbise der ki: Ben iyilik ve kötülük hakkında her şeyi sormak arzusuyla Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Vâbise! Bana neyi sormak için geldiğini söyleyeyim mi?" buyurdu. "Evet, söyle" dediğimde: “Sen bana iyilik ve kötülük hakkında şeyler sormak için geldin" buyurdu. Sonra üç parmağını birleştirip göğsüme vurarak şöyle devam etti: “Ey Vabise! Sen kalbine bak. İyilik kalbin ve nefsin kendisinden mutmain olduğu şeydir. Kötülük ise kalbi tırmalayan ve göğsün kendisinde tereddüt ettiği şeydir. İnsanlar sana fetva verse de sen vicdanına bak." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Buhârî, Edeb'de, Müslim, Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî'nin Şuab'da bildirdiğine göre Nevvâs b. Sem'ân der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iyiliği ve kötülüğü sorduğumda: “İyilik güzel ahlâk, kötülük ise kalbini rahatsız eden ve insanların görmesini istemediğin şeydir" buyurdu. Ahmed, Abd b. Humeyd, İbn Hibbân, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî'nin Ebû Umâme'den bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) kötülüğü sorunca, ona: “İçini tırmalayıp rahatsız eden şeyleri terk et" buyurdu. "İmân nedir?" dediğinde ise: “Kötülüğü, kendisini üzen ve iyiliği kendisini sevindiren kişi mümindir" buyurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd: “Kötülük, kalbe rahatsızlık veren şeydir" dedi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kötülük, kalbe rahatsızlık veren şeydir. Eğer bir şey birinizin içinde rahatsızlık veriyorsa o şeyi kalbinden atsın" dedi. Beyhakî'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kötülük, kalplere rahatsızlık ve acı veren şeydir. Kişinin kötülüğe her bakışında Şeytanın kişiyi günaha düşürme arzusu vardır" buyurmuştur. Ahmed ve Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kimin dili hakkı söyler de onunla amel edilirse, kıyamet gününde mutlaka ecrini alır. Sonra Yüce Allah onu kıyamet gününde sevabına kavuşturur" buyurmuştur. Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dâvud, Rabbi ile konuşurken: «Ey Rabbiml En fazla sevdiğin kulun kimdir? Ben de onu senin sevginle seveyim» dedi. Yüce Allah: «Ey Dâvud! En fazla sevdiğim kul kalbi, elleri temiz olan ve söz taşımayandır. Dağlar yok olsa da beni seven, beni seveni seven, beni kullarıma sevdiren kişi yok olmaz» buyurdu. Dâvud: «Ey Rabbim! Seni ve seni seveni sevdiğimi biliyorsun. Ancak seni kullarına nasıl sevdireyim?» diye sorunca, Yüce Allah: «Ey Dâvud! Onlara nimetlerimi ve musibetlerimi hatırlat. Mazlum kişiye yardım eden veya ona destek olanın, ayakların kayacağı günde ayaklarını sabit kılarım» buyurdu." Ahmed'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim kardeşinin ırzını korursa, Yüce Allah kıyamet gününde onun yüzünden ateşi çevirir" buyurmuştur. İbn Mâce'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yarım kelimeyle olsa bile bir müminin öldürülmesine yardım eden kişi, Allah'ın huzuruna, alnında: «Allah'ın rahmetinden ümitsizdir» yazısıyla çıkar" buyurdu. Taberânî, M. el-Evsat'ta ve Hâkim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim batılla hakkı yenmek için bir zalime yardım ederse, bu kimse Allah'ın ve Resülünün zimmetinden uzaktır" buyurmuştur. Hâkim'in İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hasımlardan haksız olana yardım eden kişi bu işi bırakana kadar Allah'ın gazabı altında kalır" buyurmuştur. Buhârî, Târih'te, Taberânî ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da Evs b. Şurahbîl'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her kim bir zalime yardım etmek maksismiyle, onun zalim olduğunu bildiği halde onunla birlikte yürürse, İslam'dan çıkmış olur" buyurmuştur. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah'ın hadleri konusunda birine şefaatçi olan kişi Allah'ın emirlerine muhalafet etmiş olur. Kim borçlu olarak ölürse (kıyamet günü) borcunu dinar ve dirhemle değil iyiliklerinden alacaklıya verilerek ve alacaklının günahları kendisine yüklenerek ödenir. Batıl bir konuda bilerek tartışan bu işi bırakana kadar Allah'ın gazabı altında kalır. Kim mümin kardeşinde olmayan bir şeyi söylerse, söylediğinden geri dönene kadar Allah onu Cehennem ahalisinin irinleri içinde bırakır. " Beyhakî, Fuseyle'den bildirir: Babam Vasile b. e!-Eskân'ın şöyle dediğini işittim: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişinin kavmini sevmesi kavmiyetçilik midir?" diye soruduğumda: “Hayır değildir, ancak kişinin kavmine zulmünde yardım etmesi kavmiyetçiliktir" buyurdu. Beyhakî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir konuda şahit olmadığı halde bir topluluğun yanında şahit diye yer alırsa o kişi yalancı bir şahittir. Kim haklıyı haksızı bilmeden taraflardan birine yardım ederse bu işi bırakana kadar Allah'ın gazabı altında olur. Müslümanla savaşmak küfür, ona sövmek ise faşıklıktır." Hâkim ve Beyhakî, Abdurrahman b. Abdillah b. Mes'ûd'dan, o da babasından naklen bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir kavme zulümlerinde yardımcı olan kişi, çukura düşüp kuyruğundan çekilerek çıkarılan deve gibidir" buyurmuştur. Hâkim'in lafzı ise: “Kavmine haksız yere yardım eden ve zulümlerinde yardımcı olan kişi, çukura düşüp çıkarılması için kuyruğunu uzatan deve gibidir" şeklindedir. 3"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm'ı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." İbn Ebî Hâtim, Taberânî, İbn Merdûye ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Umâme der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kavmimi, Allah'a ve Resûlüne davet etmem, onlara Allah'ın şiarını ve İslam'ı anlatmam için beni göndermişti. Kavmimin yanına gidip bunları anlatırken bir tabak kan getirdiler. Onu yemek için toplandılar ve bana: “Gel ey Sudeyi Sen de ye" dediler. Ben: “Vay halinize! Ben bunu size haram kılan kişinin yanından geliyorum. Allah bu konuda hüküm indirdi" dedim. Onlar: “Bu hüküm nedir?" diye sorunca, onlara: “Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen; Nâfi': “Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs şöyle karşılık verdi: “Ezlâm, fal okları demektir. Cahiliye döneminde işlerini bu fal oklarına göre yaparlardı. Oklardan birinin üzerinde: “Rabbim bunu emretti", diğerinin üzerinde de: “Rabbim bunu yasakladı" yazılıydı. Bir iş yapacakları zaman putlarının yanına giderler ve okları bir giysiyle kapatırlardı. Birini çekerler ve çıkana göre o işi yapar veya ondan geri dururlardı." Nâfi': “Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorduğunda, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Hutaya'nın: "Yanından uçup giden kuşlara hiçbir şey demez, Bir iş yapacağı zaman fal oklanyla kura çekmez" dediğini İşitmedin mi?" Buhârî ve Müslim, Adiy b. Hâtim'den bildirir. "Yâ Resûlallah! Ben avı okumla vurup düşürüyorum" dediğimde: “Eğer ok avı delerse onu ye. Ama ok enlemesine ava çarparsa yeme. Çünkü o av, vurarak öldürülenlerden olur" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: (.....) kuyuya düşen, (.....) ise dağda yüksek bir yerden düşen anlamına gelir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Meysere bu âyeti: (.....) lafzıyla okurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “Vurularak, düşerek veya dövüşerek ölmek üzere olan hayvanı, elini veya ayağını kıpırdatır halde yetişip kesersen etini ye" dedi. Hâkim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Boğazı kesilmeden yaralanıp da ölen hayvanın etini yeme, çünkü o şeytanın kestiğidir" buyurdu. İbnu'l-Mübârek: “Burada hayvanın boğazı kesilmeden, yaralanmasından dolayı canının çıkması kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar..."' âyetini açıklarken: “Cahiliye zamanında hayvanlarını Kâbe'nin etrafındaki taşların üzerinde keserlerdi. Diledikleri zaman da o taşları daha güzel taşlarla değiştirirlerdi" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı..." âyetini açıklarken: “Burada Arapların okları ve Perslerin zarları kastedilmektedir. Bu oklar ve zarlarla kumar oynarlardı" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: Cahiliye zamanında insanlar sefere, savaşa veya ticarete çıkıp çıkmamayı fal oklarından çıkan sonuca göre tayin ederlerdi" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Cahiliye zamanında insanlar bir sefere çıkacakları zaman çıkmak için bir ok, kalmak için de bir ok seçerlerdi. Çektikleri ok üzerinde çıkmaya izin veren ok ise sefere çıkarlar, kalmayı söyleyen ok ise de sefere çıkmaktan vazgeçerlerdi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı..." âyetini açıklarken: “Burada fal baktıkları beyaz çakıl taşları kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Cahiliye zamanında insanlar bir iş yapacağı zaman veya bir sefere çıkacağı zaman üç ok alırlardı. Birinin üzerine: “Bana emret", birinin üzerine de: “Bana yasakla" yazılırdı. Üçüncü oku aralarını bulsun diye yazısız bırakırlardı. Sonra bu üçünden birini çekerlerdi. Eğer: “Bana emret" yazılı ok çıkarsa niyet ettikleri o işi yaparlardı. "Bana yasakla" oku çıkarsa o işi yapmaktan vazgeçerlerdi. Eğer yazısız ok çıkarsa, yeniden başlayıp tekrar çekerlerdi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kâhine giden, fal oklarıyla kısmetini arayan ve bir şeyi uğursuz sayarak seferden geri dönen kişi Allah katındaki yüksek derecelere nail olamaz" buyurmuştur. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir..." âyetini açıklarken: “Tekrar onların dinine dönmenizden tamamen ümidi kestiler" dedi. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Mekke ahalisi sizin tekrar onların dinine dönmenizden, putlara tapmanızdan ümidi kesmiştir. "...Onlardan korkmayın, benden korkun..." âyeti: “Siz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) dinine tabi olmaktan değil de, putlara tapmaktan ve Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) yalanlamaktan korkun" mânâsındadır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ellerini duaya kaldırarak Arafat'ta durmuş Müslümanlar da, Allah'a dua ederken Cibrîl: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini indirdi. Burada helal ve haram belirtilmektedir. Bu âyetten sonra da helal ve haram hakkında başka bir âyet inmemiştir. Allah'ın nimetini tamamlayışı, hac esnasında bizimle beraber hiç bir müşriğin bulunmayışıdır. "...Beğendim..." ifadesi de: “Size din olarak İslam'ı beğendim mânâsındadır. Bu âyet indikten sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) seksen bir gün yaşadı ve sonra vefat etti. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir... Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini açıklarken: “Bu dini indirmemle bunlar oldu" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Onlardan korkmayın, benden korkun..." âyetini açıklarken: “Size üstün gelecekler diye bir korkunuz olmasın" dedi. Müslim'in Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytan, Arap yarımadasında namaz kılanların kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. Ancak yine de onları tahrik etmektedir" buyurdu. Beyhakî'nin Şuab'da, Ebû Hureyre ve Ebû Saîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytan, sizin bu topraklarınızda kendisine ibadet etmenizden ümidini kesmiştir. Fakat sizden yana küçümsediğiniz günahlara da razı olmuştur" buyurdu. Beyhakî'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytan, Arap yarımadasında putlara tapmanızdan ümidini kesmiştir. Fakat bunun dışında sizin küçümsediğiniz günahlarınıza da razı olacaktır. Bunlar kıyamet gününde tehlikeli olan günahlardandır. Gücünüzün yettiğince haksızlık etmekten sakının" buyurmuştur. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Yüce Allah, Peygamberine ve müminlere imanlarını tamamladığını haber verip daha fazlasına gerek duymayacaklarını, Allah tamamlandıktan sonra kimsenin onu eksiltemeyeceğini, ona göre amel edenlere buğzetmeyeceğini bildirmiştir." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."' âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, onlara dinlerini kemale erdirdi ve müşrikleri Kâbe'den çıkardı. Bize nakledildiğine göre bu âyet Arefe günü nâzil olmuştur. O gün de Cuma gününe kadar gelmiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini açıklarken: Bize nakledildiğine göre bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah müşrikleri el-Mescidu'l-Haram'dan çıkarıp Müslümanların haccını halis kıldığı Cuma günü Arafat'ta inmiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Önceleri Müslümanlar ve müşrikler beraber hac ederlerdi. Tevbe Sûresi nâzil olduğu zaman müşrikler Beytu'l-Harem'den çıkarıldı ve Müslümanlar aralarında hiçbir müşrik bulunmaksızın haclarını eda ettiler. Bu da: “...Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım" âyetinde olduğu gibi Müslümanların nimetlerinin tamamlanmasıdır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini açıklarken: “Haccın tamam olması ve müşriklerin Kâbe'den çıkarılmasıdır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Şa'bî'den bildirir: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta vakfede iken nâzil oldu. Bu âyet inince Cahiliye inançları ve hac ibadetleri yok olup şirk helak oldu. Sonra da çıplak olarak kimse tavaf etmedi. O yıl Müslümanlarla beraber müşriklerden kimse hacca katılamadı. İşte o zaman Yüce Allah: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim...'" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, Şa'bî'den bildiriyor: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Arafat'ta inmiştir. Bir âyet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hoşuna gittiği zaman onu sûrenin başına koyardı. Aynı zamanda Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hacda nasıl ibadet edeceğini de öğretiyordu." Humeydî, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Târik b. Şihâb der ki: Yahudiler Ömer'e: “Sizin kitabınızda okuduğunuz bîr âyet vardır. Eğer o âyet biz Yahudilere inmiş olsaydı, biz o günü bayram ilan ederdik" dediler. Ömer: “O hangi âyettir?" diye sorunca: “...Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım" âyetidir" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Ömer: “Vallahi bu âyetin indiği günü ve zamanı biliyorum. Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günü Arefe gecesi inmiştir" dedi. İshâk b. Râhûye, Müsned'de ve Abd b. Humeyd, Ebu'l-Âliye'den bildiriyor: Yahudiler Ömer'in yanındayken söz konusu âyeti zikrettiler. Ehl-i Kitâb'dan bir kişi: “Eğer bu âyetin hangi gün nâzil olduğunu bilseydik o günü bayram ilan ederdik" dedi. Bunun üzerine Ömer: “Allah'a hamd olsun ki, Yüce Allah bize o günü ve diğer günü bayram kılmıştır. Bu âyet Arefe günü nâzil oldu. Diğer gün de kurban (bayramı) günüdür. Allah bize dinimizi tamamladı. Sonra her tamam olan şeyin eksildiğini öğrendik" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Antere der ki: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti indiği zaman büyük hac günüydü ve Ömer ağlamıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer'e: “Seni ağlatan nedir?" diye sordu. Ömer "Dinimiz artış içinde olan bir dindi. Şimdi ise tamamlanmış bulunmaktadır. Her tamamlanan şey de mutlaka eksilir" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Doğru söyledin" buyurdu. İbn Cerîr'in, Kabîsa b. Zueyb'den bildirdiğine göre Ka'b: “Eğer bu âyet başka bir ümmete inmiş olsaydı, bu günü beklerler ve bu âyetin nâzil olduğu günde toplanarak o günü bayram ilan ederlerdi" dedi. Ömer: “Ey Ka'b! Bu hangi âyettir?" deyince, Ka'b: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."âyetidir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer: “Ben bu âyetin nâzil olduğu günü ve yeri biliyorum. Bu âyet Cuma gününe denk gelen Arefe gününde nâzil olmuştur. Allah'a hamdolsun ki, bu iki gün de bize bayramdır" dedi. Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, Taberânî ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini okuyunca bir Yahudi: “Eğer bu âyet bize inmiş olsaydı, bu âyetin indiği günü bayram ilan ederdik" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: “Bu âyet iki bayram günü olan Cuma ve Arefe gününde inmiştir" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İsa b. Hârise el-Ensârî der ki: Biz bir mecliste otururken Hıristiyan bir kişi bize: “Ey İslam ahalisi! Size inmiş olan bu âyet eğer bize inmiş olsaydı bu âyetin indiği günü ve zamanı iki kişi kalsak bile bayram ilan ederdik. Bu âyet de: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."âyetidir" dedi. Ona kimse bir cevap vermemişti. Muhammed b. Ka'b el- Kurazî ile karşılaşıp bu konuyu kendisine sorduğumda şöyle dedi: “Ona bir cevap vermediniz mi? Ömer b. el-Hattâb bu konuda şöyle demişti: “Bu âyet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Arefe günü vakfede iken inmiştir. O gün bütün Müslümanlara bayram kılınmış ve Müslümanlardan bir kişi kalsa bile bayram olarak kalacaktır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dâvud der ki: Âmir eş-Şa'bî'ye: “Yahudiler: “Nasıl olur da Araplar, Allah'ın kendilerine dinlerini tamamladığı günü akıllarında tutmazlar?" diyorlar" dediğimde, Âmir: “O günün hangi gün olduğunu bilmiyor musun?" diye sordu. Ben: “Hangi gündür?" dediğimde: “O gün Arefe günüdür. Allah bu âyeti Arefe gününde indirdi" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Hazret-i Ali'den bildirir: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."" âyeti, Arefe gecesi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vakfede iken inmiştir. İbn Cerîr ve Taberânî'nin, Amr b. Kays es-Sekûnî'den bildirdiğine göre Muâviye minberde: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini sonuna kadar okudu ve: “Bu âyet Arefe ve Cuma günü nâzil oldu" dedi. Bezzâr, Taberânî ve İbn Merdûye, Semure'den bildirir: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cuma günü Arafat'ta vakfede iken nâzil oldu. Bezzâr'ın sahîh bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arafat'ta iken kendisine inmiştir" dedi. İbn Cerîr'in zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini açıklarken: “Bu, insanlar tarafından hangi gün olduğu bilinen bir gün değildir" dedi." İbn Cerîr, Taberânî, İbn Merdûye ve Beyhakî' Delâil'de İbn Abbâs'tan bildirir: Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem) Pazartesi günü doğdu, Peygamberlik kendisine Pazartesi günü verildi. Mekke'den Pazartesi günü çıktı, Medine'ye Pazartesi günü girdi. Mâide Sûresinin: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim...'" âyeti Pazartesi günü nâzil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Pazartesi günü vefat etti. İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Ebû Saîd el- Hudrî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ğadîr Hum günü Ali'yi görevlendirip onun velisi olduğunu ilan ettiği zaman Cibrîl: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyeti ile indi. İbn Merdûye, Hatîb ve İbn Asâkir'in zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Ğadîr Hum günü Zilhicce'nin on sekizinci günüydü. O gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben kimin velisi isem Ali de onu velisidir" buyurdu. Sonra Yüce Allah: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."- âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bu âyet Arefe günü indi. Bu âyetten sonra helal ve haram hakkında başka bir âyet inmedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hacdan geri döndükten sonra da vefat etti. Esmâ binti Umeys bu konuda şöyle demişti: “Ben Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber hac ediyordum. Biz yolculuk halinde ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineği üzerinde iken Cibrîl tecelli etti. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineği âyetin ağırlığına dayanamadı ve çöktü. Ben de yanına gidip üstümdeki hırkayı üzerine açtım." İbn Cerîr, İbn Cüreyc'den bildirir: “...Bu gün dininizi kemale erdirdim..."âyeti indikten sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seksen bir gece yaşadı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Bize nakledildiğine göre kıyamet gününde her din sahibinin dini karşısına çıkacaktır. İman, sahibini ve inananları müjdeleyerek hayırlara götürecektir. İslam huzura geldiği zaman: “Ey Rabbim! Sen Selâm'sın, ben de İslam'ım" der. Yüce Allah da: “Bu gün seninle amelleri kabul edip seninle amellerin karşılığını vereceğim" buyurur." Ahmed, Alkame b. Abdillah el-Muzenî'den, o da bir kişiden bildirir: Ben, Ömer b. el-Hattâb'ın meclisinde iken Ömer oradakilerden birine: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) İslam'ı nasıl vasıflandırdığını işittin mi?" diye sordu. O kişi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “İslam bir yaşında başladı, sonra iki yaşında oldu, sorıra dört yaşında, sonra altı yaşında sonra da sekiz yaşında oldu" buyurduğunu işittim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer: “Sekiz yaşından sonra da eksiklikler başlar" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur..." âyetini açıklarken: “Âyetin başında zikredilen haram şeylerin Allah'a karşı gelme diye bir niyet taşımadan sadece açlıktan dolayı yenmesinde bir günah yoktur" dedi. Tastî'nin, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince, İbn Abbâs: “Şiddetli açlık anlamındadır" karşılığını verdi. Nâfi': “Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. A'şâ'nın: "Siz kışın evlerinizde tok yatarken, Komşularınız aç yatmaktadır" dediğini işitmedin mi?" Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur..." âyetini açıklarken: “Burada kişinin açlıktan dolayı, günaha meyletmeksizin yiyebileceği ifade edilmiştir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Kişinin şiddetli açlık durumunda günaha meyletmeksizin yemesine ruhsat verilmiştir. Günah niyetiyle yiyene, haddi aşana veya Allah'a ma'siyete giderken açlık çekerek yiyene ise haramdır." Ahmed ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebî Vâkid el-Leysî der ki: Ashâb: “Yâ Resûlallah! Biz açlık çektiğimiz bir bölgede yaşıyoruz. Ölü eti yemek bize ne zaman helal olur?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sabah ve akşam yemeği için sebze (yeşillik) olarak bir şey bulamadığınız zaman yiyebilirsiniz" buyurdu. İbn Sa'd ve Ebû Dâvud'un bildirdiğine göre Fucey' el-Âmirî: “Yâ Resûlallah! Bize ölü etinden ne kadar bir miktar helaldir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin yemeğiniz ne kadardır?" buyurunca: “Sabah ve akşam süt içeriz" karşılığını verdi. Ukbe de: “Sabah bir bardak, akşam bir bardak süt içeriz" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Babama yemin olsun ki bu açlıktır" buyurdu ve bu hal üzerine onlara ölü etini helal kıldı. Hâkim'in, Semure b. Cündüb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer akşam vakti ailene süt içirebiliyorsan, Allah'ın yasaklamış olduğu yemeklerden uzak dur" buyurdu. 4"(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (Besmele çekin). Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir." Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Hâkim ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Râfi'den bildirir: Cibrîl, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip içeri girmek için izin istedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) izin verdi. Cibrîl içeri girmekte gecikince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elbisesini üstüne alıp dışarı çıktı. Cibrîl'in kapıda durduğunu görüp: “Sana girmen için izin verdik" buyurdu. Cibrîl: “Verdin, ama biz içinde köpek ve resim bulunan eve girmeyiz" dedi. Baktıklarında evlerin (odaların) birinde köpek yavruları olduğunu gördüler. Sonrasında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana Medine'deki bütün köpekleri öldürmemi emretti. Ben de öyle yaptım. Bazı kişiler gelip: “Yâ Resûlallah! Öldürülmesini istediğin bu köpeklerden hangilerini beslemek bize helaldir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sessiz kalınca, Yüce Allah: “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı...'" âyetini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer kişi Allah'ın ismini zikrederek köpeğini avı tutması için bırakırsa ve köpek avı yemeden getirirse kişi o avı yiyebilir" buyurdu. İbn Cerîr, İkrime'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Râfi'yi köpekleri öldürmesi için göndermişti. Ebû Râfi' köpekleri öldürme işinde kenar mahallelere kadar vardı. Âsim b. Adiy, Sa'd b. Hayseme ve Uveym b. Sâide, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Bu köpeklerden hangilerini beslememiz bize helaldir?" dediler. Bunun üzerine: “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir" âyeti nâzil oldu.' İbn Cerîr, Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), köpeklerin öldürülmesini emredince: “Yâ Resûlallah! Bu köpeklerden hangilerini beslememiz bize helaldir?" diye sordular. Bunun üzerine: “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir" âyeti nâzil oldu. İbn Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr'den bildirir: Tây kabilesinden olan Adiy b. Hâtim ile Zeyd b. el-Muhelhil, Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Biz köpeklerle ve kuşlarla avlanan bir topluluğuz. Zerîh kabilesinin av köpekleri; inekleri, eşekleri ve kelerleri avlayıp öldürmektedir. Allah bize ölü etini haram kıldı. Biz ne yiyeceğiz?" deyince: “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı..." âyeti indi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim et-Tâî, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip köpeklerle avlanmayı sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine ne cevap vereceğini bilmiyordu. Bunun üzerine: “...Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı..."' âyeti indi. İbn Cerîr, Urve b. Zübeyr'den o da kendisine anlatan birinden bildirir: Bedevinin biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) av konusunda Allah'ın haram ve helal kıldığı şeyleri sormaya gitmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ona: “Allah, sana temiz şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılmıştır. Ancak zor durumda kalıp yemek bulamazsan o pis şeyden sana yetecek kadar yiyebilirsin" buyurdu. Bedevi: “Helal kılacak kadar ihtiyaç sahibi olmak ve haram kılacak kadar ihtiyaçsız olmak nedir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer sana bir şey geleceğini ümid ediyorsan, ümid ettiğin şey gelene kadar (ölmüş olan) hayvanlarının eti ile yetinmeye bak. Veya beklediğin bir şey varsa o şey gelene kadar yine (ölmüş olan) hayvanlarının eti ile yetinmeye bak ve ailene de yetecek kadar yedir" buyurdu. Bedevi: “Bana ondan yetecek miktar ne kadardır?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer ailene bir gece içerebileceğin süt bulursan, Allah'ın sana haram kılmış olduğu yiyecekten uzak dur. Eğer bulamazsan hayvanın bütün eti helaldir" buyurdu. Taberânî, Safvân b. Umeyye'den bildirir: Urfeta b. Nehîk et-Temîmî: “Yâ Resûlallah! Ben ve ev halkım bu av ile rızıklanmaktayız. Bunda bize bir kısmet ve bereket vardır. Ancak avcılık oyalayan, Allah'ın zikrinden ve cemaat namazından alıkoyan bir şeydir. Yine de bizim buna ihtiyacımız vardır. Bunu bize helal mı haram mı kılarsın?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah helal kılmıştır, ben de sana bunu helal kılıyorum. Avcılık ne güzel bir iştir. Allah da mazeretini kabul etmeye herkesten fazla layıktır. Vallahi benden önceki peygamberlerin hepsi avlanmaktaydı veya avlanmak istiyordu. Sen rızkını aramaya çıkmışken cemaat namazını kılamıyorsan, sana cemaati ve ahalisini sevmen, Allah'ın zikrini ve ahalisini sevmen, kendin ve ailen için helal rızık için çalışman yeterlidir. Bunların hepsi Allah yolunda cihad gibidir. Bilmiş ol ki, Yüce Allah'ın yardımı, salih tüccarla beraberdir.""' İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bir de Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı... Onu (av için) salarken üzerine Allah'ın adını anın (Besmele çekin)..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada av için eğitilen köpekler ve kuşlar kastedilmektedir, (.....) kelimesi köpek ve pars cinsinden olan hayvanlar mânâsındadır. (.....) kelimesi eğitilmiş hayvanlar mânâsındadır. Onların yakaladıkları avları yiyebilirsiniz. Eğer hayvan yakaladığı avın bir kısmını yerse o avı yeme. Hayvanı av için bırakacağın zaman Allah'ın adını zikret (Besmele çek) ve öyle bırak. Ancak bunu unutursan bir sakınca yoktur. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Eğitip alıştırdığınız avcı hayvanlar..." âyetini açıklarken: “Burada kuşlar ve köpekler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada eğitilen hayvanlar kastedilmektedir. Köpeğini veya kuşunu salarken veya okunu atarken Allah'ın ismini zikredersen, hayvanın avı tutar veya öldürürse o avı yiyebilirsin." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, Mecûsi birinin eğitmiş olduğu köpeği veya kuşu veya parsı veya kartalı alan ve onlarla avlanan Müslüman kişi hakkında şöyle dedi: “Hayvanı ava bırakırken Besmele çekmiş olsan bile bu avı yeme. Çünkü avcı hayvan, Mecusi kişi tarafından eğitilmiştir. Yüce Allah da: “...Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı..." buyurmaktadır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Eğitip alıştırdığınız avcı hayvanlar..." âyetini açıklarken: “Burada eğitilip de avlanan köpek, pars ve benzeri şeyler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanlar..." âyetini açıklarken: “Onlara avlanmayı Allah'ın size öğrettiği gibi öğretirsiniz" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Köpeğin eğitilmiş olmasının işareti, yakaladığı avı sahibi yanına gelinceye kadar yememesidir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer köpek avı yakalar ve ondan yerse, sen ondan yeme. Çünkü köpek onu kendisi için avlamıştır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), doğan kuşunun avını sorduğumda: “Senin için avladığını ye" buyurdu." Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre Adiy b. Hâtim der ki: “Yâ Resûlallah! Eğitilmiş köpekleri Allah'ın adını zikrederek bırakıyorum" dediğimde: "Eğitilmiş köpeğini bıraktığın zaman Allah'ın adını zikrettiysen yakaladıklarını ye" buyurdu. "Avı öldürse de mi?" dediğimde: “Öldürse de yel Ancak köpeğin avı yakalarken başka köpekler de karışırsa yeme. Çünkü sen sadece kendi köpeğin için Besmele çektin" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Adiy b. Hâtim'den bildiriyor: “Yâ Resûlallah! Biz köpekler ve kuşlarla avlanan bir topluluğuz. Avladıklarından bize helal olan nedir?" dediğimde: “Allah'ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu avlar helaldir. Size yakaladıkları avları Allah'ın adını anarak yiyin" buyurdu ve şöyle devam etti: “Allah'ın adını anarak köpeğini bıraktığın zaman yakaladığı avı ye." Ona: “Avı öldürse de mi?" dediğimde: “Avdan yemediği takdirde öldürse de ye" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Köpeğim başka köpeklerin arasına karışsa da mı?" diye sorduğumda: “Avı köpeğinin yakaladığını bilinceye kadar yeme" buyurdu. "Biz okla avlanan bir topluluğuz, bize avladıklarımızdan ne helaldir?" dediğimde ise: “Allah'ın adını zikredersen ve okun avı delerse ye" buyurdu. Abd b. Humeyd'in, Ali b. el-Hakem'den bildirdiğine gören Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Besmele çekerek köpeğimi bırakırsam ve köpek avı öldürürse onu yiyebilir miyim?" diye sorduğunda: “Evet yiyebilirsin" dedi. Nâfi': “Yüce Allah: “...Ancak yetişip kesmeniz hariç..." buyurmaktadır. Sen ise: «Öldürse de ye» diyorsun" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Yazık sana, ey İbnu'l-Ezrak! Eğer kedi bana bir av yakalasa ben de onu canlıyken yetişip kessem bunda bir sakınca olur muydu? Vallahi ben bu âyetin hangi köpekler hakkında indiğini biliyorum. Bu âyet Tayy kabilesinden Nebhân oğulları köpekleri hakkında inmiştir. Yazık sana, ey İbnu'l-Ezrak! Bunu böylece bil!" Abd b. Humeyd'in, Mekhûl'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğitilmemiş köpeğin bir avı yakalar da o avı kesmeye yetişirsen onu ye. Eğer kesmeye yetişemezsen yeme" buyurdu. Abd b. Humeyd'in naklettiğine göre İbn Abbâs: “Eğer köpek avdan yerse sen yeme. Eğer (avcılık yapan) kuş avdan yerse sen de yiyebilirsin. Çünkü köpeğe vurup yemesine engel olabilirsin. Fakat kuşa engel olmaya gücün yetmez" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Urve'ye: “Ekin kargası temiz yiyeceklerden midir?" diye sorulunca: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu fâsık diye adlandırdıktan sonra nasıl temiz yiyeceklerden olabilir?" karşılığını verdi. 5"Bu gön sîze temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl» sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak özere size helâldir. Her Mm de inanılması gerekenleri inkar ederse, bütün işlediği boşa gider. Âhirette de o, ziyana uğrayanlardandır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Nehhâs ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size... helâldir..." âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb'dan olanların kestikleri kastedilmektedir" dedi. "...Daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir..."âyeti hakkında ise: “Gizli ve açık olarak zina etmeyen kadınlarla belli bir mehir vermeniz kaydıyla evlenmeniz helaldir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size... helâldir..." âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb'ın kestikleri kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk'ın, Musannef te bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehaî): “...Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size... helâldir..."' âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb'ın kestikleri kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah bize iki tür iffetli kadını helal kılmıştır. Bunlar mümin kadın ve Ehl-i Kitâb'dan olan kadınlardır. Bizim kadınlarımız onlara haram, onların kadınları ise bizlere helaldir" demiştir. İbn Cerîr'in, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biz Ehl-i Kitâb'ın kadınlarıyla evlenebiliriz, ama onlar bizin kadınlarımızla evlenemezler" buyurdu. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Müslüman kişi Hıristiyan bir kadınla evlenebilir. Ancak Hıristiyan kişi Müslüman bir kadınla evlenemez" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Ehl-i Kitâb'dan olanların yemekleri ve kadınları bize helal kılınmıştır" dedi. Taberânî ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yahudi ve Hıristiyanların Tevrât'a ve İncîl'e iman etmiş olmalarından dolayı kestikleri bize helal kılınmıştır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar... size helaldir" âyetini açıklarken: “Burada hür kadınlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Dahhâk: (.....) âyetini: “Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar" şeklinde açıklamıştır. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Şa'bî: “...Daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar... size helaldir'" âyetini açıklarken: “Burada iffetini koruyan ve cünüplükten temizlenip gusleden kadın kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah'a, Müslüman kişinin Yahudi veya Hıristiyan kadınla evlenmesi sorulunca: “Mekke'nin fethi sırasında Müslüman kadınlar çok bulunmadığından Ehl-i Kitâb'dan olan kadınlarla evlenmiştik. Geri döndüğümüz zaman onları geri boşadık. Onların kadınları bize helal, bizim kadınlarımız ise onlara haramdır" dedi. Abd b. Humeyd'in naklettiğine göre Meymûn b. Mihrân der ki: İbn Ömer'e Ehl-i Kitâb'dan olan kadınlarla evliliği sorduğumda bana: “...Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir..." âyetini ve: “...Allah'a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin..." âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî)'ye: “Kişi Ehl-i Kitâb'dan olan kadınla evlenebilir mi?" diye sorulduğunda: “Birçok Müslüman kadın durmuşken niçin Ehl-i Kitâb'dan evleniyor? Eğer biri mutlaka Ehl-i Kitâb'dan bir kişiyle evlenecekse iffetli olup olmadığına dikkat etsin" dedi: “İffetli olmadığı nasıl belli olur?" diye sorulunca: “Adam kadına baktığında o da aynı şekilde kendisine bakar" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada kadının dost edinmesi kastedilmektedir. Bize söylendiğine göre bazı kişiler: “Onlar bir din, biz başka bir din üzerinde iken nasıl onların kadınlarıyla evleniriz?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse, bütün işlediği boşa gider. Âhirette de o, ziyana uğrayanlardandır" âyetini indirdi. Hayır, vallahi Allah ameli ancak imanla kabul eder. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse..." âyetini açıklarken: “Burada imanı inkar etmekle Allah'ı inkar etmek kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse, bütün işlediği boşa gider..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah, imanın tutunulacak sağlam bir kulp olduğunu, ameli ancak imanla birlikte kabul ettiğini ve ancak onu terk eden kişiye Cenneti haram kılacağını bildirmiştir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), mümin muhacirlerden olan kadınlar dışındaki bütün kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır. Zira Yüce Allah: “...Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse, bütün işlediği boşa gider..." buyurmaktadır. 6"Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî'nin zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Alkame b. Feğvâ der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük abdest bozarken onu konuştururduk, ama bize cevap vermezdi. Ona selam verirdik, o yine evine gidip namaz abdesti gibi abdest alana kadar cevap vermezdi. Kendisine: “Yâ Resûlallah! Seni konuşturuyoruz cevap vermiyorsun. Selam veriyoruz yine bize cevap vermiyorsun" dediğimizde: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor'" âyeti indi." Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin bildirdiğine göre Bureyde der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her namaz vakti abdest alırdı. Ancak Mekke'nin fethinde abdest alıp mestlerinin üzerine meshetti ve bir abdestle beş vakit namazı kıldı. Hazret-i Ömer: “Yâ Resûlallah! Daha önce yapmamış olduğun bir şey yaptın" deyince: “Ey Ömer! Bunu kasıtlı yaptım" buyurdu. Ebû Dâvud ve Tirmizî, İbn Abbâs'tan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) heladan çıkınca kendisine yemek getirdiler. Ona: “Abdest için de sana su getirelim mi?" diye sorduklarında: “Sadece namaz kılmak için abdest almam emredildi" buyurdu. Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim ve Beyhakî, Abdullah b. Hanzala b. el-Ğasîl'den bildiriyor: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdestli olsun olmasın her namaz vakti abdest almakla emrolunmuştu. Bu, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) zor gelince kendisine her namaz vakti (abdestli ise) misvak kullanması emredildi. Böylece abdestsiz olması dışında her namaz vakti abdest alması kaldırıldı." İbn Cerîr ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre Hazret-i Ali her namaz vakti abdest alır ve: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor" âyetini okurdu. Beyhakî'nin, Sünen'de Rifâ'a b. Râfi'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazını güzel kılmayan bir kişiye: “Sizden biriniz, Allah'ın emretmiş olduğu gibi yüzünü, ellerini dirseklere kadar yıkayarak, başını ve ayaklarını topuklarına kadar meshederek abdest almadıkça namazı caiz olmaz" buyurdu. Mâlik, Şafiî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Zeyd b. Eslem'den: “...Namaz kılmaya kalktığınız zaman..." âyetini açıklarken: “Yatağınızdan yani uykudan kalktığınız zaman anlamındadır" demiştir. İbn Cerîr, Süddî'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman..." âyetini açıklarken: “Burada abdestsiz olarak namaza kalktığınız zaman abdest almak kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan: “...Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın..." âyetini açıklarken: “Burada yıkamaktan kasıt ovmaktır" dedi. Dârakutnî, Sünen'de ve Beyhakî'nin Sünen'de bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldığı zaman suyu dirsekleri etrafında döndürürdü" dedi. İbn Ebî Şeybe, Talha'dan, o babasından, o da dedesinden bildiriyor: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest alırken şu şekilde başını meshettiğini gördüm" dedi. Hafs iki eliyle başını arka tarafına kadar meshetti ve nasıl meshedildiğini gösterdi. İbn Ebî Şeybe'nin, Muğîre b. Şu'be'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldı ve başının ön tarafı ile sarığının üzerini meshetti. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti lafzıyla nasb ile okudu ve: “Bu kelime, yıkama fiiline atfedilmiştir" dedi. Saîd b. Mansûr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali bu âyeti (.....) lafzıyla okudu ve: “Bu kelime, yıkama fiiline atfedilmiştir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde nasb ile okudu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Urve bu âyeti (.....) lafzıyla okudu ve: “Bu kelime, yıkama fiiline atfedilmiştir" dedi. Abdurrezzâk ve Taberânî, Katâde'den bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Yüce Allah'ın: (.....) buyruğunda ayakların yıkanması gerektiği bildirilmiştir" dedi. İbn Cerîr, Ebû Abdirrahman'dan bildirir: Hasan ve Hüseyin bu âyeti: (.....) şeklinde okurlardı. Bunu insanların arasında hüküm veren Hazret-i Ali işitince: (.....) şeklinde okudu ve: “Âyette takdim tehir vardır" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Enes bu âyeti (.....) lafzıyla okumuştur. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada başı ve ayakları mesh etmek kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İnsanlar ayaklar konusunda yıkamaktan başka bir şeyi kabul etmiyor. Ancak ben bunu Allah'ın Kitâb'ında sadece meshetmek olarak buluyorum" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Abdest almak iki yıkama ve iki meshetmekten ibarettir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İkrime'den bunun aynısını bildirir. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Alah iki yıkama ve iki meshetmeyi farz kılmıştır. Teyemmümü zikredip iki yıkama yerine iki meshi zikrettiğini görmüyor musun?" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bunun aynısını bildirir. Saîd b. Mansür, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes'e: Haccâc'ın hutbesinde: “Yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın. Başınızı ve ayaklarınızı meshedin. Ancak insanoğlunun pisliğe en yakın yeri ayaklarıdır. Bu sebeple ayaklarınızın altını, üstünü ve topuklarını yıkayın" dediği söylendi. Bunun üzerine Enes: “Allah doğru, Haccâc ise yalan söyledi. Zira Yüce Allah: (.....) buyurmuş ve ayakların meshedilmesini emretmiştir" dedi. Enes ayaklarını meshederken onları ıslatırdı. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: “Cibrîl ayakları mesh etmeyi bildirmek üzere inmiştir. Yıkanan yerin teyemmümde meshedildiğini ve meshedilen yerin terk edildiğini görmüyor musun?" Abd b. Humeyd ve Nehhâs'ın bildirdiğine göre Şa'bî: “Kur'ân meshetmeyi emretti, ancak sünnette uygulama yıkama şeklinde oldu" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre A'meş: “Öncekiler bu âyeti (.....) şeklinde esre ile okurlar ve ayaklarını yıkarlardı" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Leylâ: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı ayakların yıkanması görüşünde ittifak etmişlerdir" demiştir. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hakem: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar zamanında ayaklar yıkanırdı" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Kimsenin ayaklarını meshettiğini görmedim" demiştir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes: “Kur'ân meshetmeyi, sünnet ise yıkamayı emretti" dedi. Taberânî, M. el-Evsat'ta Berâ b. Âzib'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mâide Sûresi inmeden önce de, sonra da vefat edene kadar abdest alırken mest üzerine meshederdi." Taberânî, M. el-Evsat'ta İbn Abbâs'tan bildirir: Sa'd ve Abdullah b. Ömer, Hazret-i Ömer'in yanında meshi zikredince, Abdullah'a: “Sa'd senden daha fakihtir" dedi. Ben de: “Ey Sa'd! Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mesh ettiğini inkar etmiyoruz. Fakat Mâide Sûresi indikten sonra meshetti mi? Bu sûre her şeye hükmü koyan ve Tevbe Sûresi dışında Kurân'da inen son sûredir" dedim. Bunu dediğimde oradakilerden hiç kimse sesini çıkarmadı. Ebu'l-Hasan b. Sahr'ın, Hâşimiyyât'ta zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Cibrîl, amcam oğluna (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın..." âyetini indirdi ve ayakları, yüz ile el arasına koymasını (yıkamasını) istedi. Buhârî, Müslim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Cerîr küçük abdestini bozduktan sonra abdest aldı ve mestlerini meshederek: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) meshettiğini gördükten sonra ben niye meshetmeyeyim?" dedi. Oradakiler: “Bu, Mâide Sûresi inmeden önceydi" dediklerinde: “Ben de zaten Mâide Sûresi nâzil olduktan sonra Müslüman oldum" karşılığını verdi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe, Cerîr b. Abdillah'tan bildirir: “Ben Mâide Sûresi indikten sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve mestlerini meshettiğini gördüm." İbn Adiy, Bilal'den bildirir: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mestlerinizi meshedin" buyurduğunu işittim. İbn Cerîr, Kâsım b. Fadl el-Huddânî'den bildirir: Ebû Câfer: “Âyette: “İki topuk" diye zikredilen yer neresidir?" diye sordu. Oradakiler: “İşte burasıdır" deyince: “Burası baldırın başıdır. Topuklar ise burada, eklemin yanındadır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Eğer cünüp iseniz temizlenin..." âyetini açıklarken: “Yıkanın mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir: Biz Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken güzel elbiseli, güzel kokulu ve güzel yüzlü bir adam gelip: “Allah'ın selamı üzerine olsun yâ Resûlullah!" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın selamı senin de üzerine olsun" diye karşılık verdi. Adam: “Sana yaklaşmak istiyorum" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yaklaş" deyince, dizleri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizlerine değene kadar yaklaştı ve: “Yâ Resûlallah! İslam nedir?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, hac etmek ve cünüplükten temizlenmektir" cevabını verince: “Doğru söyledin" dedi. Bunun üzerine biz: “Bugüne kadar öyle birini görmemiştik. Vallahi sanki bunları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) öğretiyordu" demeye başladık. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Vehb ez-Zimârî der ki: Zebur'da: “Kim yıkanır ve cünüplükten temizlenirse benim hakiki kulumdur. Kim de yıkanıp cünüplükten temizlenmezse benim hakiki düşmanımdır" yazılıdır. Abd b. Humeyd, Atâ (b. Ebî Rebâh)'ın şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında cüzamlı biri ihtilam olmuş ve ona yıkanmasını söylemişlerdi. Adam da yıkanıp ölmüştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Adamı yok ettiler, Allah da onları yok etsin" buyurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs'ın gözleri görmez olduktan sonra tavaf ediyordu. Tavaf ederken bazılarının (Kur'ân'da geçen ifadelerden) mücâme'a, mülâmese ve refes'in aynı şeyler mi yoksa farklı farklı şeyler mi olduğu konusunu konuştuklarını işitince şöyle dedi: “Yüce Allah Kur'ân'ı bütün Arap kabilelerinin dili ile indirdi. İnsanların dile getirmekten utanmayacakları şeyi açıklamış, utanacakları şeyleri de kinayeli bir şekilde dile getirmiştir. Ancak Araplar bunun mânâsını bilmektedir." Sonrasında "mücâme'a, mülâmese ve refes" dedikten sonra parmaklarıyla kulaklarını tıkayarak: “Bilin ki bunlar cinsel ilişkiye girme anlamındadır" dedi. Tastî'nin Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını söyler misin?" diye sorunca, İbn Abbâs: “Kadınlarla cinsel ilişkiye girdiğiniz zaman, anlamındadır. Ancak Hüzeyl kabilesi ise 'lems' kelimesini el ile dokunmak anlamında kullanırlar" dedi. Nâfi': “Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Tabi ki bilirler. Lebîd b. Rabîa'nın: "Yahudinin namaz kılması gibi Evdeki yaygılara eli ile dokunuyor" dediğini işitmedin mi? Yine el-A'şâ şöyle der: "Sarı renkte öyle güzel bir gömleğimiz var ki Altına dokunmak isteyenler için de deliği vardır. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Suyu kullanma imkanın olmazsa temiz toprağa elini sürmek, sonra ellerini silkeleyip yüzünü meshetmek sana zor gelmez. Artık cünüplükten temizlenmek için yıkanmaya, namaz için abdest almaya gerek kalmaz. Toprakla teyemmüm edip sonra namaz kılan kişi su bulduğu zaman yıkanmak zorundadır. Kılmış olduğu namazları da bir daha kılmasına gerek yoktur. Suyu az olup da susuzluktan korkan kişi toprakla teyemmüm ederek suyunu idareli kullansın. Bu durumda olan kişi bununla emredilmektedir. Yüce Allah özürleri kabul etmeye herkesten daha fazla layıktır." Abd b. Humeyd, Buhârî ve Müslim, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini bildirir: Medine'nin girişinde Beydâ denilen yerde gerdanlığım düşmüştü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğini çöktürüp indi ve başını dizimin üzerine koyarak uyudu. Ebû Bekr gelip bana sert bir yumruk vurdu ve: “Gerdanlığın yüzünden insanları yolundan ettin" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizimde uyuyor olmasından dolayı ölü gibiydim. Babam da canımı yakmıştı. Sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı ve sabah namazı vakti oldu. Suya baktığında su bulamadı. O sırada: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor'" âyeti nâzil oldu. Bu âyetin nâzil olmasından sonra Useyd b. Hudayr: “Ey Ebû Bekr ailesi! Yüce Allah sizin sayenizde insanlara bereket verdi" dedi. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd ve İbn Mâce, Ammâr b. Yâsir'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye yakın bir yerde dinlenmek için konaklamıştı. Beraberinde Hazret-i Âişe de bulunmaktaydı. Hazret-i Âişe'nin Yemen boncuğundan olan gerdanlığı kopup düşünce şafak sökene kadar gerdanlığı aramaktan dolayı herkes orada kalmıştı. Kimsede de su yoktu. O zaman Yüce Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) temiz toprakla teyemmüm etme ruhsatı verdi. Müslümanlar, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber kalkıp ellerini toprağa vurdular. Toprak almadan ellerini tekrar kaldırdılar ve yüzlerini meshettiler. Sonra tekrar ellerini toprağa vurarak ellerinin tersinden omuza kadar, içinden de koltuk altına kadar meshettiler. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Bir güçlük..." ifadesini açıklarken: “Burada sıkıntı ve zorluk kastedilmektedir" dedi. Mâlik, Müslim ve İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müslüman kul abdest alırken yüzünü yıkadığı zaman gözüyle bakarak yapmış olduğu bütün hataları su ile veya suyun son damlası ile beraber gider. Ellerini yıkadığı zaman elleriyle vurarak işlemiş olduğu hataların tümü su ile veya suyun son damlası ile beraber gider. Ayaklarını yıkadığı zaman yürüyerek işlemiş olduğu hataların tümü su ile veya suyun son damlası ile beraber gider. Böylece günahlardan arınıp tertemiz olur. " İbn Mübârek, Zühd'de, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da Muhammed b. Ka'b el-Kurazî vasıtasıyla Abdullah b. Dâre'den, o da Osman'ın azatlısı Humrân'dan o da Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul abdest alıp namaza kalktığı zaman, diğer namaz vaktine kadar işlemiş olduğu hatalar mutlaka bağışlanır" buyurmuştur. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından olan birinden bir hadis işittiğim zaman onu Kur'ân'da arardım. Bu konuyu aradığımda da: “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir" âyetlerini buldum. Anladım ki Yüce Allah kulunun günahlarını bağışlayınca nimetlerini tamamladı. Sonra Mâide Sûresi'nde: “Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve... diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor" âyetini okudum. Burada da bildim ki Yüce Allah kulunun günahlarını bağışlayarak nimetlerini tamamlamıştır. İbn Ebî Şeybe'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslüman kişi abdest aldığı zaman günahları kulaklarından, gözlerinden, ellerinden ve aytaçlarından akar gider. Bu kişi doğrulduğunda bağışlanmış olarak oturur" buyurdu. Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta sahîh bir isnâdla Ebû Umâme el-Bâhilî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri abdestinde ağzına su aldığı zaman ağzıyla işlemiş olduğu günahları, yüzünü yıkadığı zaman yüzüyle işlemiş olduğu günahları dökülür gider. Ellerini yıkadığa zaman elleriyle işlemiş olduğu günahları dökülür gider. Başını meshettiği zaman günahları saçlarının köklerinden dökülür gider. Ayaklarını yıkadığı zaman da ayaklarıyla işlemiş olduğu günahları dökülür gider." Ahmed ve Taberânî'nin hasen bir isnâdla Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse namaz kılmak için abdest alırken ellerini yıkadığı zaman bütün günahları suyun ilk damlası ile ellerinden akıp gider. Ağzına, burnuna suyu alıp çıkardığı zaman günahları dilinden ve dudaklarından suyun ilk damlası ile akıp gider. Yüzünü yıkadığı zaman kulaklarından ve gözlerinden günahları ilk su damlası ile akıp gider. Ellerini dirseklere, ayaklarını da topuklara kadar yıkadığı zaman annesinden doğmuş olduğu gün gibi bütün günahlarından temizlenir. Namaza kalktığı zaman Yüce Allah derecesini yükseltir. Oturduğu zaman da selamet içerisinde olur." Ahmed ve Taberânî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim güzel bir şekilde abdest alıp ellerini, yüzünü yıkar, başını ve kulaklarını da meshettikten sonra namaza kalkarsa, Yüce Allah bu kişinin o günde ayaklarının yürümüş, ellerinin tutmuş, kulaklarının işitmiş, gözlerinin görmüş ve düşünmüş olduğu kötü şeyleri bağışlar" buyurmuştur. Taberânî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir Müslüman yoktur ki abdest alıp, ağzını yıkayarak emredildiği gibi abdestini tamamladığı zaman, Yüce Allah bu kişinin o günde diliyle bulaştığı bütün günahlarını bağışlamasın. Yine bu kişinin elleriyle tuttuğu, ayaklarıyla kendisine yürüdüğü günahları bağışlanır. Hatta günahları etrafından dökülür ve iner. Sonra mescide yürüdüğü zaman her adım atışında ayağının biri bir sevabın yazılmasına vesile olurken diğeri de bir günahı sildirir. " Taberânî'nin, Sa'lebe b. İbâd'dan, o da babasından, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “Kul, hakkıyla abdest alıp yüzünü yıkadığında su sakalından damladığı zaman, ellerini yıkadığında su dirseklerinden aktığı zaman, ayaklarını yıkadığında topuklarından aktığı zaman ve sonra namaza kalktığı zaman Yüce Allah mutlaka geçmiş günahlarını affeder." Taberânî'nin, M. el-Evsat'ta sahîh bir isnâdla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman namaz için abdest alıp mazmaza yaptığı zaman, dilinin konuşmuş olduğu her kötü şeyin günahı mutlaka su damlalarıyla akıp gider. îstinşak ettiği (burnuna su alıp sümkürdüğü) zaman da kötü olarak hissettiği her koku su damlalarıyla akıp gider. Yüzünü yıkadığı zaman gözleriyle bakmış olduğu her kötülüğün günahı su damlalarıyla akıp gider. Ellerini yıkadığı zaman mutlaka vurarak işlemiş olduğu günahlar su damlalarıyla akıp gider. Ayaklarını yıkadığı zaman kendisiyle yürümüş olduğu bütün kötülüklerin günahları su damlalarıyla akıp gider. Mescide giderken de attığı her adımda bir sevap yazılır ve bir günahı silinir. Bu mesciddeki namaz yerine yetişene kadar öyle devam eder. " İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe, Amr b. Abese'den bildirir: “Yâ Resûlallah! Bana abdesti anlat" dediğimde şöyle buyurdu: “Sizden hiç kimse yoktur ki, abdest almaya geldiğinde mazmaza yaptığı zaman suyu püskürtür ve istinşak edip sümkürürse mutlaka ağzının ve burnunun günahları su ile akıp gider. Allah'ın emrettiği gibi yüzünü yıkadığı zaman mutlaka günahları sakalının etrafından akıp gider. Sonra ellerini dirseklere kadar yıkadığında ellerinin günahları su ile beraber parmakları ucundan akıp gider. Sonra Allah'ın emrettiği gibi başını meshederse, başının günahları su ile beraber saçlarının etrafından akıp gider. Sonra Allah'ın emrettiği şekilde ayaklarını topuklara kadar yıkadığı zaman günahları su ile beraber ayak parmaklarının etrafindan akıp gider. Sonra kalkıp Allah'a layık bir şekilde hamdü sena ettikten sonra iki rekat namaz kıldığı zaman mutlaka annesinden doğmuş olduğu gün gibi bütün günahlarından temizlenir. " Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor" âyetini açıklarken: “Nimetinin tamamlanması Cennete girmektir. Cennetine sokmadığı hiçbir kula nimeti tamamlanmış değildir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, el-Edeb'de, Tirmizî, Taberânî, Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta ve Hatîb'in bildirdiğine göre Muâz b. Cebel der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Senden sabır diliyorum" diyen bir adamın yanına geldi ve: “Allah'tan belayı istedin, afiyet de iste" dedi. Sonra: “Allahım! Nimetlerinin tamamını diliyorum" diyen bir kişinin yanına geldi. Ona da: “Ey Âdemoğlu! Nimetin tamamının ne olduğunu biliyor musun?" diye sorunca adam: “Yâ Resûlallah! Bu, kendisiyle hayır temenni ettiğim bir duadır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nimetin tamamı Cennete girmek ve ateşten kurtulmaktır" buyurdu. Sonra da: “Ey Celal ve İkram sahibi!" diyen bir adamın yanına gelince: “Kula nimet ancak Cennete girmesiyle tamamlanır" buyurdu. İbn Adiy'yin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hiçbir kul yoktur ki, nimeti ancak Cennet ile tamamlanır" buyurdu. 7"Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve »İşittik, itaat ettik» dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah göğüslerin özünü çok iyi bilir." İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve «İşittik, itaat ettik» dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın..."' âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Burada Allah'ın, Peygamberini gönderip ona Kur'ân'ı indirdiği zaman kastedilmektedir. O zaman, müminler: “Biz Kitab'a inandık ve Tevrat'ta bulunanları ikrar ettik" dediler. Bu sebeple Yüce Allah onların vermiş oldukları sözü hatırlatarak onlara sözlerinde durmalarını emretmiştir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve «İşittik, itaat ettik» dediğinizde sizden aldığı ve kendisiyle sizi bağladığı ahdini hatırlayın..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın nimetleri ve insanlar daha Âdem'in (aleyhisselam) sulbünde iken Allah'ın onlardan aldığı söz kastedilmektedir" dedi. 8"Ey îman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bîr kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." İbn Cerîr'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr: “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek isteyen Yahudiler hakkında inmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir diyet hususunda kendilerinden yardım talebinde bulunmak için gitmiş, onlar da Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek istemişti: “...Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır'" âyeti de bu olaya işaret etmektedir. 9Allah, îman edip sâlih amel işleyenlere vaad etti ki, onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. 10Küfre varıp âyetlerimizi tekzip edenlere gelince, onlar, cehennemliktirler. 11"Ey îman edenler! Allah'ın sîze olan nimetini unutmayın; hani bîr topluluk sîze el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Delâil'de Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yerde konaklamak için indi ve müslümanlar gölgelenmek için çokça dikenli olan muğaylan ağaçlarının altına dağıldılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) silahını bir ağaca asmıştı. Bedevi biri gelip kılıcı alarak kınından çekti ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) yönelerek: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah" karşılığını verdi. Bedevi iki veya üç defa: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) her defasında: “Allah" diye karşılık verdi. Bunun üzerine bedevi kılıcını kınına geri soktu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbını çağırıp bedevinin yaptığını anlattı. Bedevi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturmuştu ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir ceza vermemişti. Ma'mer der ki: Katâde buna benzer bir olay anlatmış ve Araplardan bazı kimselerin bu bedeviyi göndererek Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürtmek istediklerini söylemiştir. "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler" âyeti de bu olaya işaret etmektedir.' Hâkim, Câbir'den bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Nahl denilen yerde Muhârib b. Haşefe ile savaşmıştı. Yahudiler, Müslümanların bir açığını gördüler. Aralarından Ğavres b. el-Hâris, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) başı ucuna gelerek kılıcını çekti ve: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah" karşılığını verince, kılıç adamın elinden yere düştü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kılıcı alarak: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Adam: “Esirine iyilikle davranan biri ol" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Resûlü olduğuma şahitlik et" buyurdu. Adam: “Seninle savaşmayacağıma ve seninle savaşanlarla olmayacağıma dair söz veriyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamı serbest bıraktı. Bu kişi kavmine gelip: “Ben size insanların içinde en hayırlı olanın yanından geldim" dedi. Namaz vakti olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazı kıldı(rdı). Müslümanlar iki gruba ayrılmıştı. Bir grup düşman karşısında, bir grup da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber namaz kılmaktaydı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), beraberinde olanlarla iki rekat kıldıktan sonra, bu grup geri çekilerek düşman karşısında olanların yerine geçtiler. Onlar da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasına gelip iki rekat namaz kıldılar. Bu şekilde ashâb ikişer rekat, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise dört rekat kılmıştır. İbn İshâk ve Ebû Nuaym, Delâil'de Hasan vasıtasıyla Câbir'den bildiriyor. Kendisine Ğavres b. el-Hâris denilen Muhârib'li bir kişi kavmine: “Ben size Muhammed'i öldüreyim mi?" dedi. Onlar: “Bu nasıl olacak?" diye sorunca: “Bunun için fırsat kollayacağım" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturmuş kılıcı da önünde idi. Adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısına gelerek: “Ey Muhammed! Şu kılıcına bakabilir miyim?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, bakabilirsin" buyurdu. Adam kılıcı alıp kınından çekti. Kılıcı sallayarak Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmeye davranıyor, ama Allah onu engelliyordu. Adam: “Ey Muhammed! Benden korkmuyor musun?" deyince: “Hayır, korkmuyorum" buyurdu. Adam bir daha: “Elimde kılıç olduğu halde benden korkmuyor musun?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, korkmuyorum! Allah, beni senden koruyor" buyurdu. Sonra adam kılıcı kınına koyarak tekrar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) iade etti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler" âyetini indirdi. Ebû Nuaym, Delâil'de Atâ' ve Dahhâk vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Amr b. Umeyye ed-Damrî, Maûna kuyusundan gidince Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) emanları olan Kilab oğullarından iki kişi ile karşılaştı ve onları öldürdü. Onlara eman verildiğini bilmiyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diyetlerini ödemek için beraberinde Ebû Bekr, Ömer ve Ali ile Nadîr oğullarının yanına gitti. Nadîr oğulları kendilerini karşılayıp: “Merhaba ey Ebu'l-Kâsım! Niçin geldin" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ashabımdan bir kişi Kilab oğullarından emanları olan iki kişiyi öldürdü. Onların diyeti benden istenmektedir. Bana yardım etmenizi istiyorum" buyurdu. Nadîr oğulları: “Otur da biz sana bu meblağı toplayalım" deyince hisarın dibinde oturdular. Nadîr oğulları birbirleriyle anlaştılar ve hisarın üzerinden bir taş atarak Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek istediler. Cibrîl gelip Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının niyetlerini bildirince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve beraberindekiler oradan kalktılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler" âyetini indirdi. Ebû Nuaym, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih ve İbn Abbâs'tan bunun aynısını bildirir. Ebû Nuaym, Kelbî vasıtasıyla Urve'den bunun aynısını bildirdi ve âyetin nâzil olması kısmından sonra şunu ekledi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Nadîr oğullarının yapmış olduğu şeyden dolayı onlara memleketlerini terk etmelerini emretti. Onlar: “Nereye gidelim?" diye sorunca: “Haşr denilen yere" gidin buyurdu. İshâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Âsim b. Ömer b. Katâde ile Abdullah b. Ebî Bekr'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Amr b. Umeyye ed-Damrî'nin Âmiri'lerden öldürmüş olduğu iki kişinin diyetini ödeyebilmek için Nadîr oğullarının yanına (maddi) yardım istemeye gitmişti. Nadîr oğulları birbirleriyle gizli olarak görüşüp: “Muhammed'i bir daha size bundan daha yakın bulamazsınız. Kim evin üzerine çıkar da onun üzerine bir kayayı atarak bizi ondan kurtarır" dediler. Amr b. Cihâş İbn Ka'b: “Ben bunu yaparım" dedi. Bu tuzak (Cibrîl tarafından) Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince oradan ayrıldı. Bunun üzerine Yüce Allah, Nadîr oğullarının bu niyetinden dolayı: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada Yahudiler kastedilmektedir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bir bahçesine girmişti. Ashâbı da duvarın arkasındaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) diyeti ödemek için onlardan yardım istemeye gitmişti. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarından kalkınca kendi aralarında Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek için anlaştılar. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri geri kendilerine bakarak yürümeye başladı. Sonra ashâbını teker teker yanına çağırdı ve yanına toplandılar." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yezîd b. Ebî Ziyâd der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Ali ile beraber ödenmesi gereken bir diyeti toplayabilmek için Nadîr oğullarından yardım taleb etmeye gitmiş ve: "Ödemem gereken diyet hususunda bana yardımda bulunun" buyurmuştu. Nadîr oğulları: “Evet, ey Ebu'l-Kâsım! Senin de bize gelip yardım istemen hakkındır. Otur, sana yemekler yedirelim ve istediğini de sana verelim" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturdu, arkadaşları da kendisini bekliyordu. Huyey b. Ahtab gelip arakadaşlarına: “Bir daha (Muhammed'i) size bundan daha yakın bulamazsınız. Üzerine bir taş atın ve öldürün. Bir daha da asla bir kötülük görmezsiniz" dedi. Büyük bir değirmen taşını üzerine atmak için geldiler. Yüce Allah onlara engel oldu ve Cibrîl gelip Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) yerinden kaldırdı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler" âyetini indirdi. Allah, Peygamberine, Nadîr oğullarının yapmak istedikleri şeyi haber vermişti. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Süddî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “Bu âyet, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hıyanet edip kendisini öldürmek isteyen Ka'b b. el-Eşref ve arkadaşları hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Akabe gecesi büyüklerinden olan Münzir b. Amr'ı, Muhacir'lerden ve Ensâr'dan oluşan otuz kişilik bir süvari grubuyla Ğatafân kabilesine gönderdi. Âmir kuyularının yanında karşılaştılar ve savaşa başladılar. Kaybolmuş bir şeylerini arayan üç kişi dışında, Münzir b. Amr ve arkadaşlarının tümü öldürüldü. Bu üç kişiye gökyüzünde gagalarından pıhtılaşmış kanlar damlayan kuşlar görünmüştü. Onlar: “Rahman'a yemin olsun ki, arkadaşlarımız öldürüldü" dediler. İçlerinden biri arkadaşlarının yanına giderken biriyle karşılaştı ve birbirleriyle vuruşmaya başladılar. Bu kişi bir darbe alınca yüzünü gökyüzüne kaldırdı ve gözlerini açıp: “Allahu Ekber! Âlemlerin Rabbine yemin olsun ki Cenneti görüyorum" dedi. Sonradan bu kişinin ölüme bile bile gittiği söylenirdi. Onun iki arkadaşı yollarına devam ederken Suleym oğullarından iki kişi ile karşılaştılar. Onları Âmir oğullarından sandılar ve öldürdüler. Ancak öldürülenlerin kavmi ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında anlaşma olduğu için Allah Resûlü'nden onların diyetlerini istediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ali, Talha, Zübeyr ve Abdurrahman b. Avf ile çıkıp diyet hususunda yardım taleb etmek için Nadîr oğullarının yanına gitti. Onlar da: “Tamam yardım edeceğiz" dediler. Yahudiler, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbını öldürmek için toplandı. Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbını öldürmek için yemekler yaptılar. Cibrîl, Yahudilerin bu yaptıklarını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan ayrıldı ve Ali'yi çağırıp: “Sen buradan ayrılma. Ashabımdan sana uğrayıp da beni soran olursa: «Medine'ye doğru gitti. Siz de ardından gidin» de" buyurdu. Ashâb, Ali'nin yanına gelip Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) sormaya başlayınca, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emrettiği gibi söylemeye başladı. En sonuncu kişi de gelip sorduktan sonra onların arkasından gitti. Bu olay üzerine: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler'" âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: “Yahudilerden bir grup, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbını öldürmek için yemekler yapmışlardı. Yüce Allah bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyedince, Allah Resûlü o yemeğe gitmedi ve ashâbına da gitmemelerini söyledi." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Bize bildirildiğine göre bu âyet, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yedinci savaşında Batn-ı Nahle'de iken inmiştir. Sa'lebe oğulları ve Muhârib oğulları, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek istemiş, Yüce Allah da bu durumunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirmişti. Yine bize söylendiğine göre bir kişi Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek istedi ve Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kılıcı asılıydı. Bu kişi: “Ey Allah'ın Peygamberi! Kılıcına bakabilir miyim?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Al, bakabilirsin" buyurdu. Adam: “Kılıcı kınından çıkarabilir miyim?" deyince: “Çıkarabilirsin" buyurdu. Bunun üzerine adam kılıcı kınından çekip: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni Senden Allah korur" buyurdu. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı bu adamı tehdit edip ağır sözler söyleyince kılıcı tekrar kınına soktu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına yola çıkılmasını emretti ve bu sırada korku namazı hakkındaki âyet kendisine nâzil oldu. 12"Andolsun Kî, Allah, İsrail oğullarından söz almıştı, içlerinden on iki kefil de göndermiştik ve Allah: «Haberiniz olsun Ben sizinle beraberim. Andolsun ki, eğer siz namazı kılar, zekâtı verir, peygamberime inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allah'a gönülden ödünç verirseniz, kesinlikle günahlarınızı silerim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra içinizden her kim nankörlük edip küfre saparsa, artık düz yolun ortasından sapmış, kendini zayi etmiş olur» diye buyurmuştu." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye: “Andolsun ki, Allah, İsrail oğullarından söz almıştı, içlerinden on iki kefil de göndermiştik..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah, İsrail oğullarından kendisine ihlâsla bağlanmaları ve sadece kendisine kulluk etmeleri hususunda söz almıştı. Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getireceklerine dair vermiş oldukları sözü yerine getirmeleri için, içlerinden on iki kefil göndermiştik mânâsındadır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...On iki kefil..." ifadesini açıklarken şöyle dedi: “Mûsa (aleyhisselam), zorbalara İsrâil oğullarının kabilelerinden birer kişi göndermişti. Müsa'nın (aleyhisselam) gönderdiği kişiler bu zorbaların çok iri yapılı olduklarını görmüşlerdi. Kendilerinden iki kişi, zorbanın elbisesinin kolunun içine girebilirdi. Yine onların üzümlerinden bir salkımı ancak kendilerinden beş kişi bir sopa üzerinde taşıyabilirdi. Eğer bir narın yarısının içini boşaltacak olsalar o narın içine dört veya beş kişi sığardı. Bunun üzerine geri döndüler ve kabilelerinin de savaşmasına engel oldular. Ancak Yûşa' b. Nûn ve Kâlibe b. Yâfenne kabilelerine bu zorbalarla savaşıp mücadele etmelerini emrettiler. Fakat kabileleri onların sözünü dinlemeyip diğerlerine uydular. İşte bu iki kişi Allah'ın nimetlendirmiş olduğu kişilerdir. İsrâil oğulları kırk yıl boyunca oldukları yerde dönüp durdular. Akşamladıkları yerde sabahlıyor, sabahladıkları yerde de akşamlıyorlardı. Mûsa (aleyhisselam) taşa vurdu ve her kabileye bir pınar çıktı. Onlar bu taşı yanlarında taşıyorlardı. Mûsa (aleyhisselam), kendilerine: “İçin ey eşekler!" deyince, Allah kendisini bundan nehyetti ve: “Bunlar insandır, onları eşek kılma!" buyurdu. Sıbt, falan oğulları ve filan oğulları denildiği gibi soy anlamına gelmektedir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Yüce Allah, İsrâil oğullarına Erîhâ denilen Beyt-i Makdis (Kudüs) topraklarına gitmelerini emretti. Bu emir üzerine yola çıktılar. Erîhâ'ya varmak üzere iken, Mûsa (aleyhisselam), İsrâil oğulları kavimlerinden on ikiyi kişi seçip oraya gönderdi. Onlar zorbalardan haber getirmek istiyordu. Yolda, kendisine Âc denilen bir zalimle karşılaştılar. Bu kişi kendilerini tutup iki koltuğu altına aldı. Başında da bir bağ odun vardı. Bu on iki kişiyle hanımının yanına gitti ve: “Şunlara bak, bunlar bizimle savaşmak istediklerini söylüyorlar" dedi. Sonra onları hanımının önüne atarak: “Onları ayaklarımla ezeyim mi?" dedi. Hanımı: “Hayır, onları bırak ki gördüklerini kavimlerine anlatsınlar" karşılığını verdi. Âc da öyle yaptı ve onları serbest bıraktı. Bu on iki kişi oradan ayrılınca birbirlerine: “Ey kavim! Eğer bu durumu İsrâil oğullarına söyleyecek olursanız, Allah'ın Peygamberini terk ederler. Siz bu durumu onlardan gizleyin. Bu durumu sadece Allah'ın iki peygamberi Mûsa ile ve Hârun'a (aleyhimesselam) haber verin ki, onlar da bildikleri gibi tedbir alsınlar" demeye başladılar. Bu meseleyi gizli tutacaklarına dair de birbirlerine söz verdiler. Sonra kavimlerine döndüklerinde o gruptan on kişi vermiş oldukları sözü bozdu. Her kişi kendi kardeşine ve babasına Âc'dan görmüş olduklarını anlatmaya başladı. Ancak iki kişi sözlerinde durup sadece Mûsa ile Hârun'a (aleyhimesselam) gördüklerini anlattılar, işte Yüce Allah'ın: “Andolsun ki, Allah, İsrail oğullarından söz almıştı, içlerinden on iki kefil de göndermiştik...'" âyeti de bu olay hakkındadır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...İçlerinden on iki kefil de göndermiştik..." âyetini açıklarken: “Burada kefilden kasıt, her kavimden bir kişinin kendi kavmine edeceği şahitliktir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî': (.....) ifadesi güvenilir kişiler mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) ifadesini bana açıkla" deyince, İbn Abbâs: “Bunlar sonradan peygamber olmuş on iki vezirdir" dedi. Nâfi' b. el-Ezrak: “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Şairin: "Savaşa çıkanlara hak bir söz söyleyeceğim Ulaştığı vezire yol gösterecek bir nasihat edeceğim " dediğini İşitmedin mi?" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...On iki kefil (nakîb) ..." ifadesini açıklarken şöyle dedi: “Bunlar İsrâil oğullarındandır. Mûsa (aleyhisselam) onları kente bakmaları için göndermişti. Bu on iki kişi kentin meyvelerinden bir tanesini getirmişti. Meyvenin bir tanesini ancak bir kişi taşıyabiliyordu. Bunu gördüklerinde: “Meyveleri böyle olanların güçlerini ve savaştaki sertliğini artık siz düşünün" dediler. Bu şekilde fitneye düştüler ve Mûsa'ya (aleyhisselam): “Bu savaşa güç yetiremeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın" dediler. İbn Ebî Hâtim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer Yahudilerden on kişi bana iman edip tabi olsaydı bütün Yahudiler Müslüman olurdu" buyurmuştur. Ka'b der ki: “Bunlar on iki kişidir: “...İçlerinden on iki kefil de göndermiştik..."' âyeti de bunu doğrulamaktadır. Ahmed ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a: “Bu ümmete kaç halife gelecektir?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: “Biz bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sormuştuk. Bize: “İsrail oğullarının kefilleri sayısınca, yani on iki halife gelecektir" buyurmuştu." İbn Ebî Hâtim, Rabî' b. Enes'ten bildiriyor: Mûsa (aleyhisselam) seçmiş olduğu on iki kefile: “Onların yanına gidin ve bana onların durumlarını ve işlerini haber verin. Korkmayın "...Siz namazı kılar, zekatı verir, peygamberime inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allah'a gönülden ödünç verirseniz..." Allah sizinle olacaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: “Yardım ederseniz" şeklinde açıklamıştır. İbn Ebî Hâtim, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini: “Yardım ederseniz" şeklinde açıklamıştır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: “Kuvvetlendirip saygı göstermek, yardım edip itaat etmek mânâsındadır" dedi. 13"Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bîr bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç» onlardan daima bîr hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sözlerini bozmaları sebebiyle..." âyetini arkalarken: “Burada Allah'ın, Tevrat'a tabi olanlardan almış olduğu söz kastedilmektedir. Onlar bu sözü bozmuştu" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada sözlerini bozmaları kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Sözünüzü bozmaktan sakının. Yüce Allah onunla müjdeledi ve onunla ceza vaadetti. Aynı zamanda bu, Kur'ân'ın birçok âyetlerinde müjde, öğüt ve delil olarak zikredilmiştir. Akıl ve ilim sahiplerinin yanında Allah'ın büyüttüğü şeyden daha büyük bir şey yoktur. Yine Allah'ın ahdi bozmaktan dolayı vaad ettiği cezayı hiçbir günah için vaad ettiğini bilmiyoruz. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada Allah'ın, Tevrat'taki hükümleri kastedilmektedir. Yahudiler: “Eğer Muhammed, size kendi inancınız doğrultusunda emirler verirse yapın, bunun dışında bir şeyler emrederse ondan sakının" derlerdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular..." âyetini açıklarken: “Kitabı (Tevrat'ı) unuttular" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular..."âyetini açıklarken: “Allah'ın kendilerine indirmiş olduğu kitabı (Tevrat'ı) unuttular" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular..." âyetini açıklarken: “Nasiplerini terk ettiler" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan: “...Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular..." âyetini açıklarken: “Onlar amellerin sadece kendisiyle kabul edileceği, dinlerindeki esas şeyleri ve görevlerini unuttular" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Onlar, aralarında olan Allah'ın kitabını, onlardan almış olduğu ahdi, emrettiği şeyleri ve farzları unutup, cezaları tatbik etmez oldular. Allah'ın peygamberlerini öldürüp, kitaplarını da arkalarına attılar" dedi. İbnü'l-Mübârek ve Ahmed'in, Zühd'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Bana göre kişi bildiği bir şeyi günah işleyerek unutur" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onlardan daima bir hainlik görürsün..." âyetini açıklarken: “Bunlar bahçelerine giren Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürmek isteyen Yahudiler gibidir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Onlardan daima bir hainlik görürsün..."' âyetini açıklarken: “Burada hainlik, yalan ve fücûr kastedilmektedir" dedi. "...Yine de sen onları affet ve aldırış etme..." âyeti hakkında ise şöyle demiştir: O zaman Allah onlarla savaşmayı emretmemiş, onları affedip yaptıklarına aldırış etmemelerini emretmişti. Daha sonra: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın" âyetiyle bu hüküm neshedildi. 14"«Biz Hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu unutmuşlardı. Biz de onların arasına» kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk. Allah, ne yapmış olduklarını onlara elbette haber verecektir." Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “"Biz hıristiyanız" diyenlerden..." âyetini açıklarken: “Nasâra diye adlandırılmalarının sebebi Nâsire denilen bir köyde oturmalarıydı. İsa (aleyhisselam) o köyde ikamet ederdi" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “«Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu unutmuşlardı...'" âyetini açıklarken: “Onlar Nâsire denilen bir köydeydi. İsa (aleyhisselam) o köye inince bu ismi aldılar. Siz Nasâra'sınız denilmedi. Onlar, aralarında olan Allah'ın kitabını, Allah'ın onlardan almış olduğu ahdi, emrettiği şeyleri ve farzları unuttular" dedi. "...Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk..." âyeti hakkında ise: “Onların kötü amellerinden dolayı aralarına düşmanlık ve kin soktuk. Eğer bu topluluk Allah'ın kitabına ve emirlerine uymuş olsaydı birbirlerine buğzetmezler ve dağılmazlardı" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre İbrahim: “...Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk..." âyetini açıklarken: “Onları din konusunda husumet ve çekişmelerle birbirlerine düşman etti" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrahim et-Teymî bu âyeti açıklarken: “Bu âyetteki "İğrâ" ifadesinin değişik arzulardan başka bir şey olduğunu görmüyorum" dedi. İbn Cerîr, Rabî'den bildiriyor: Yüce Allah, İsrail oğullarına, âyetlerini az paraya satmamalarını, ilim öğretmelerini ve buna karşılık bir ücret almamalarını emretmişti. Ancak bu emri onların çok azı yerine getirmişti. Onlar hüküm verirken rüşvet almışlardı. Yahudiler, Allah'ın emirleri dışında hükmedince, Yüce Allah onlar hakkında: “...Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk..." buyurdu. Hıristiyanlar hakkında ise: “Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu unutmuşlardı. Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık soktuk..." buyurmuştur. 15Bkz. Ayet:17 16Bkz. Ayet:17 17"Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğunu da affeden peygamberimiz size geldi» Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir- Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir." İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'den bildirir: Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem) recm konusunda tasdik eden kör Samuel b. Sûriye kitaplarında recmin olduğunu kabul edip: “Fakat biz bunu gizliyoruz" deyince Yüce Allah: “Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğunu da affeden peygamberimiz size geldi...'" âyetini indirdi. Bu kişi Fedek ahalisinden, genç, beyaz, ince ve uzun bir kişi idi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey kitap ehli! Peygamberimiz size geldi..." âyetini açıklarken: “Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir" dedi. "...Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan..." âyetini açıklarken: “Hazret-i Peygamber Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) size, kitabınızda olup da insanlardan gizlemiş olduğunuz ve göstermediğiniz birçok şeyi açığa çıkaracaktır" dedi. Evli olup da zina edenlerin recmedilmesi onların kitaplarında gizledikleri şeylerdendir. Bu da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) açığa çıkardığı bir şeydi. İbn Cerîr, İkrime'den bildiriyor: Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) recmin hükmünü sormaya gelmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hanginiz bilgili olanınızdır?" diye sordu. Yahudiler İbn Sûriye'yi işaret edince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbn Suriye'ye, Tevrât'ı ve Musa'ya (aleyhisselam) indiren, Tur dağını kaldıran, kendilerinden ahid alan Allah'ın hakkı için doğru söyleyeceğine dair yemin ettirdi. İbn Sûriye titremeye başladı ve: “Recmedilme bizde çoğalınca yüz sopa vurup başlarını traş etmeye başladık" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara recmedilme hükmünü verdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğunuda affeden peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir"' âyetlerini indirdi. İbnu'd-Durays, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Recmi inkar eden kişi, hesab etmediği bir şekilde Kurân'ı inkar etmiş olur. Zira Yüce Allah: “Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğunuda affeden peygamberimiz size geldi..." buyurmaktadır. Recmetme hükmü de gizledikleri şeylerdendi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Çoğunu da affeden..."- âyetini açıklarken: “Burada toplumun bir çok günahı kastedilmektedir. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine uyulduğu takdirde günahları silici olarak gelmiştir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Allah'ın yolları, kullarına koyduğu ve ona uymaya davet ettiği, onunla peygamberler gönderdiği şeriattır. Yine ne Yahudilik, ne Hıristiyanlık, ne de Mecusilik, sadece kendisiyle amellerin kabul göreceği İslam'dır." 18"Yahudiler ve Hıristiyanlar «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de onun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak onadır." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Nu'mân b. Adâ, Bahrî b. Amr ve Şa'ş b. Adiy, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelmişlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları, Allah yoluna davet etti, azabından yana onları uyardı. Onlar da Hıristiyanlar gibi: “Bizi korkutamazsın ey Muhammed! Vallahi biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yahudiler ve Hıristiyanlar «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de onun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak onadır" âyetini indirdi. Ahmed, Enes'den bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grupla bir yere gidiyordu. Gittikleri yolda da bir çocuk vardı. Çocuğun annesi onların geldiğini görünce çocuğunun ezilmesinden korkup ona koşarak: “Oğlum, oğlum!" diye bağırmaya başladı. Çocuğa yetişerek onu yoldan aldı. Bunun üzerine ashap: “Yâ Resûlallah! Bu kadın çocuğunu ateşe atar mı?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, atmaz. Allah da sevdiğini ateşe atmaz" buyurdu. Ahmed'in Zühd'de , Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Vallahi Allah dostuna azab etmez, ama onu dünyada belalara düçar kılar" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder..." âyetini açıklarken: “Allah dilediğini dünyada hidayete erdirip bağışlar, dilediğini de küfür üzere öldürüp cezalandırır" dedi. 19"Ey Kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, «Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi» dersiniz dîye, size açıkça anlatacak elçimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Kadir'dir." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nîn Delâil'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudileri İslam'a davet etti. Onları hem İslam'a teşvik etti, hem Allah'ın azabıyla korkuttu. Fakat onlar bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine Muâz b. Cebel, Sa'd b. Ubâde ve Ukbe b. Vehb onlara: “Ey Yahudiler topluluğu! Allah'tan korkun. Vallahi siz Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyorsunuz. Çünkü siz, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderilmeden önce geleceğini biliyor ve bize onun sıfatlarını anlatıyordunuz" dediler. Râfi' b. Hureymel ve Vehb b. Yahûde: “Biz size bunları anlatmadık ve Yüce Allah, Mûsa'dan (aleyhisselam) sonra hiçbir kitap göndermedi. Yine hiçbir müjdeci ve hiçbir uyarıcı göndermedi" karşılığını verdiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, «Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi» dersiniz diye, size açıkça anlatacak elçimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Kadir'dir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Peygamberlerin arası kesildiğinde... size açıkça anlatacak elçimiz geldi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada hak ile batılı birbirinden ayıran ve hak üzere gelen Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir. Onda delil, nasihat, nur ve hidayet vardır. Ona tabi olan kişi kötülüklerden korunur. Bize söylendiğine göre İsa (aleyhisselam) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında altıyüz yıl veya bu süreye yakın bir zaman vardı." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Ma'mer vasıtasıyla bildirdiğine göre Katâde: “...Peygamberlerin arası kesildiğinde..."âyetini açıklarken şöyle demiştir: “İsa (aleyhisselam) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında beşyüz altmış yıl vardır." Ma'mer der ki: “el-Kelbî ise bu sürenin beşyüz kırk yıl" dediğini söylemiştir." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “Fetret süresi beşyüz yıldı" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Fetret süresi, yani İsa (aleyhisselam) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki süre dörtyüz otuz küsür yıldı" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Selmân der ki: “Fetret süresi, yani İsa (aleyhisselam) ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) arasındaki süre altıyüz yıldı" dedi. 20"Musa Kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden peygamberler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı. Ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden peygamberler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı..."' âyetini açıklarken: “Vallahi Allah içinizden Peygamber çıkarmış ve sizi insanlara hükümdar kılmıştır. Allah'ın nimetlerine şükredin, Yüce Allah nimetler veren ve şükredenleri sevendir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden peygamberler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı..." âyetini açıklarken: “İlk hizmetçi edinenlerin ve ilk hükümdar olanların İsrâil oğulları olduğunu konuşurduk" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sizi hükümdarlar yaptı..." âyetini açıklarken: “Onlara hizmetçiler edindirdi. Onlar ilk hizmetçi edinen kişilerdir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizi hükümdarlar yaptı..."âyetini açıklarken: “İsrâil oğullarından bir hanımı, bir hizmetçisi ve bir evi olan kişiye hükümdar denilirdi" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizi hükümdarlar yaptı..." âyetini açıklarken: “Burada kişinin hanımı, hizmetçisi ve evinin olması kastedilmektedir" dedi. Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Hâkim ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: "İçinizden peygamberler çıkardı, mânâsındadır" dedi. "...Sizi hükümdarlar yaptı..." âyetini açıklarken ise: “Burada kişinin hanımının ve hizmetçisinin olması kastedilmektedir" dedi. "...Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi..." âyeti hakkında ise: “O zamanlar kimseye vermediğini size verdi mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâil oğullarından birinin bir hizmetçisi, bir atı ve bir hanımı bulunursa o kişi hükümdar olarak yazılırdı" buyurmuştur. İbn Cerîr ve Zübeyr b. Bekkâr'ın, Muvaffakiyât'ta Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evi ve hizmetçisi olan her kişi hükümdardır" buyurdu. Ebû Dâvud'un Merâsil'de bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “...Sizi hükümdarlar yaptı..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu yönde: “Kişinin hanımı, evi ve hizmetçisi bulunursa hükümdardır" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs'a bir kişi: “Biz Muhacirlerin fakirleri değil miyiz?" diye sorunca, Abdullah: “Sığınacağın bir hanımın var mı?" dedi. Adam: “Evet var" deyince: “Oturacağın evin var mı?" diye sordu. Adam yine: “Evet var" dedi. Abdullah: “O zaman sen zenginlerdensin" karşılığını verdi. Adam: “Benim hizmetçim de var" deyince, Abdullah: “O zaman sen hükümdarlardansın" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Sizi hükümdarlar yaptı..."' âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın onlara eş, hizmetçi ve ev ihsan etmesi kastedilmektedir" dedi. "...Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi" âyeti hakkında ise: “Burada kudret helvası, bıldırcın, (kendisinden pınarlar fışkıran) kaya ve onları gölgelendiren bulut kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan: “...Sizi hükümdarlar yaptı..."âyetini açıklarken: “Hükümdarlık binek, hizmetçi ve ev sahibi olmaktan ibaret değil midir?" dedi. İbn Cerîr'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi" âyetini açıklarken: “Burada kudret helvası, bıldırcın, (kendisinden pınarlar fışkırttığı) taş ve onları gölgelendiren bulut kastedilmektedir" dedi. 21"Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kutsal toprağa girin..."âyetini açıklarken: “Burada Tür dağı ve etrafındaki topraklar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Burada (zorbaların şehri) Erîhâ kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kutsal toprak..." âyetini açıklarken: “Burada mübârek topraklar kastedilmektedir" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Muâz b. Cebel: “Kutsal topraklar, Arîş ve Fırat arasındaki topraklardır" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Kutsal toprak..." âyetini açıklarken: “Burada Şam şehri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...Allah'ın size yazdığı..."âyetini açıklarken: “Allah'ın size girmenizi emrettiği, anlamındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Kavmin o şehre girmesi namazın, zekatın, haccın ve umrenin emredilmesi gibi emredilmişti" dedi. 22Bkz. Ayet:23 23"Ey Musa! Orada zorba bîr mîllet vardır, onlar oradan çıkmadıkça bîz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa, biz de gireriz, demişlerdi. Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: «Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık sîz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü'minler iseniz, yalnızca Allah'a tevekkül edin.»" İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Katâde: “...Orada zorba bir millet vardır...'" âyetini açıklarken: “Bize nakledildiğine göre orada öyle insanlar vardı ki başka hiçbir yerde onlar kadar iriyarı kimse yoktu" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey Musa! Orada zorba bir millet vardır..." âyetini açıklarken: “Onlar boy olarak bizden daha uzun, güç olarak da daha güçlü idiler" dedi. İbn Abdilhakem'in, Futûh Mısır'da bildirdiğine göre İbn Cuveybir: “Mûsa'nın (aleyhisselam) kavminden yetmiş kişi, Amâlik halkından (ölmüş) bir kişinin kafatası gölgesinde gölgelendi" dedi. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “Bize söylendiğine göre bir sırtlan ve yavrularının, Amâlik halkından ölmüş bir kişinin göz çukurunu barınak yaptığı görülmüştü" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik bir asa alıp onunla bir şey ölçtükten sonra (yerde) elli veya elli beş boy ölçüp: “Amâlik'lerin boyu işte bu kadardır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: Mûsa'ya (aleyhisselam) zorbaların şehrine girmesi emredilmişti. Yanında olanlarla beraber Erîhâ denilen bu şehrin yakınlarına bir yere geldiler ve orada konakladılar. Her kabileden bir öncü olmak üzere on iki kişiyi o şehre gönderdi. Kendisine şehirdeki haberleri getireceklerdi. Şehre girdiklerinde çok büyük bir şeyle, yani heybetli ve iriyarı insanlarla karşılaştılar. Bunun üzerine onlardan birinin bahçesine girdiler. Bahçe sahibi meyve toplamaya geldi ve meyveleri toplarken bunların izini gördü. İzlerini takip etmeye ve on iki kişiyi yakalayana kadar her birini gördüğünde alıp eteğine meyvelerin yanına koymaya başladı. Onları eteğinde krallarına götürdü ve önüne saçtı. Kral: “Bizim durumumuzu gördünüz, gidin bu durumu arkadaşınıza söyleyin" dedi. Bu on iki kişi Musa'nın (aleyhisselam) yanına geri dönüp gördüklerini ona anlattılar. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselam): “Gördüklerinizi gizli tutun" dedi. Ancak bu kişiler gördüklerini babalarına ve arkadaşlarına da söyleyerek: “Bunu benden işittiğini söyleme" diyorlardı. Bu şekilde haber askerlerin arasında yayıldı. Fakat iki kişi bunu kimseye söylememişti. Bunlar Yûşa' b. Nûn ve Kâlib b. Yukanna'dır. Yüce Allah: “Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü'minler iseniz, yalnızca Allah'a tevekkül edin'" âyetini bu iki kişi hakkında indirmiştir.' İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kutsal toprağa girin..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada zorbaların şehri kastedilmektedir. Mûsa (aleyhisselam) o şehre yakın bir yerde konakladığı zaman kendisine o şehirden haber getirmeleri için, Allah'ın zikretmiş olduğu on iki kişiyi gönderdi. Bu on iki kişi yola çıktı. Zorbalardan bir kişi onları bulup eteğine koydu ve şehre götürdü. Bu zorba kabilesini çağırınca herkes yanına toplandı. Sonra: “Siz kimsiniz?" diye sordular. "Biz Mûsa'nın (aleyhisselam) kavmindeniz. Hakkınızda bilgi toplamamız için bizi gönderdi" dediler. Zorbalar, bunlara bir kişiye yetecek büyüklükte bir üzüm tanesi vererek: “Mûsa'nın ve kavminin yanına gidip: “Meyvelerine göre artık onların nasıl olduğunu takdir edin" deyin" dediler. Bu on iki kişi kavimlerinin yanına gelince: “Ey Mûsa! "...Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız" dediler. Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve Müslüman olup Mûsa'ya (aleyhisselam) tabi olan Medine ahalisinden olan iki adam ise: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...İki adam şöyle demişti...'" âyetini açıklarken: “Bu kişiler Yûşa' b. Nûn ile Kâlib b. Yûkanna'dır" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...İki adam şöyle demişti..." âyetini açıklarken: “Bu kişiler Yûşa' b. Nûn ile Kilâb b. Yûkanna'dır" dedi. Abd b. Humeyd, Katâde'den bildirir: “Bize söylendiğine göre şehre girmesini söyleyen iki kişi Yûşa' b. Nûn ile Kâlib b. Yûkanna'dır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...İki adam şöyle demişti..."âyetini açıklarken: “Bu kişiler Yûşa' b. Nûn ile Kâlib'dir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî: “...İki adam şöyle demişti..." âyetini açıklarken: “Bu kişiler Kâlib ile Mûsa'nın (aleyhisselam) hizmetçisi Yûşa' b. Nûn'dur" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bazı kıraatlerde bu âyet: (.....) şeklindedir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, âyetteki (.....) harfini ötre ile (.....) şeklinde okurdu. İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Bu iki kişi önceleri düşmanlardan idiler. Sonra Mûsa (aleyhisselam) ile beraber oldular" dedi. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde harfini damme ile okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim: (.....) âyetini: (.....) şeklinde harfini mansûb olarak okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk : “Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti..." âyetini açıklarken: “Allah onları hidayetle doğru yola erdirdi. Onlar Mûsa'nın (aleyhisselam) dini üzere olup zorbaların şehirlerindeydiler" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Sehl b. Ali: “Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti..." âyetini açıklarken: “Kalplerine Allah korkusunu yerleştirdi" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti..." âyetini açıklarken: “Burada (şehre gönderilen on iki kişiden olan) iki reis kastedilmektedir" dedi. "...Onların üzerine kapıdan girin..." âyetini açıklarken de: “Burada zorbaların şehri kastedilmektedir" dedi. 24"«Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu bfz burada oturacağız» demişlerdi." Ahmed, Nesâî ve İbn Hibbân, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'e giderken savaş konusunda Müslümanlara görüşlerini sordu. Ebû Bekr kendi görüşünü söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha Müslümanlara görüşlerini sorunca, Ömer de görüşünü söyledi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine Müslümanlara görüşlerini sorunca, Ensâr'dan bazıları: “Ey Ensâr topluluğu! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizin ne düşündüğünü öğrenmek istiyor" dediler. Bunun üzerine Ensâr, Allah Resûlüne: “Biz İsrail oğullarının Musâ'ya (aleyhisselam): “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dedikleri gibi demeyiz. Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki atları Berku'l Ğimâd'e sürsen seni takip ederiz" dediler. Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Utbe b. Abd es-Sülemî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashâbına: “Savaşmayacak mısınız?" diye sorunca: “Evet, savaşacağız ve İsrâil oğullarının, Musâ'ya (aleyhisselam): “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dedikleri gibi demeyeceğiz. Fakat sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız" karşılığını verdiler. Ahmed, Târik b. Şihab'ın şöyle dediğini bildirir: Mikdâd, Bedir gününde Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biz sana, İsrâil oğullarının, Musâ'ya (aleyhisselam): “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dedikleri gibi demeyeceğiz. Fakat sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız" dedi. Buhârî, Hâkim, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Mikdad'ın öyle bir şey yaptığına şahid oldum ki, o şeyi benim yapmış olmam benim için ondan başka her şeyden daha güzeldir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklere beddua ederken, o gelip: “Vallahi, yâ Resûlullah! Biz sana, İsrâil oğullarının, Musâ'ya (aleyhisselam): “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dedikleri gibi demeyeceğiz. Fakat senin sağında, solunda, önünde ve arkanda savaşacağız" dedi. Bu sözlerden dolayı Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünün parladığını ve sevindiğini gördüm. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Müşriklerin, kurbanlıkları geri çevirip, Müslümanların hac etmelerine engel oldukları Hudeybiye günü, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbına: “Kurbanlıkları götürüp Kabe'nin yanında keseceğim" buyurdu. Bunun üzerine Mikdâd b. el-Esved şöyle dedi: “Vallahi biz sana, İsrail oğullarının Musâ'ya (aleyhisselam): “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dedikleri gibi demeyeceğiz. Fakat sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız." 25"Musa: «Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır» dedi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Mûsa (aleyhisselam), kavmi kendisine: “Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz" dediği zaman onlara kızmış ve: “Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır" diye dua etmişti. Mûsa (aleyhisselam) bu konuda acele etmişti. Onlar şaşkın bir duruma düştüklerinde Mûsa (aleyhisselam) öyle bir dua ettiğine pişman olmuştu. Bu pişmanlık üzerine Allah: “...Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme" âyetini indirdi. Yani Yüce Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) fasıklar diye adlandırdığın kavim için üzülme buyurmuştu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildirir: “...Ayır..." ifadesi, onlarla aramda hüküm ver, mânâsındadır." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır" âyetini açıklarken: “Artık bizimle bu fâsık kavmin arasını aç, mânâsındadır" dedi. 26"Allah, şöyle dedi: «O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme.»" İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır..." âyetini açıklarken: “Orası ebedi olarak kendilerine haram kılındı" demiştir. "...Yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar..." âyeti hakkında ise: “Kavmin yeryüzünde kırk yıl şaşkın şaşkın dönüp dolaşacak mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, Katâde'den bildiriyor: Bize söylendiğine göre kendilerine haber getirmeleri için o şehre her kabileden bir öncü gönderdikleri zaman, on kişi kabilesini şehirde gördükleriyle korkuttu ve o şehre girmenin kötü olduğunu söyledi. Yûşa' b. Nûn ve arkadaşı, Allah'ın emri doğrultusunda şehre girmelerini isteyip kabilelerini buna teşvik ederek galip geleceklerini haber verdi. Kavim şehre girmekten korkarak Allah'ın emirlerini terk edince ve:"...Biz burada oturacağız..." deyince, Yüce Allah: “...O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar..." buyurdu. Onlar yeryüzünde kırk yıl şaşkın şaşkın dolaşarak kuyulardan su içtiler. Ne bir köy, ne de bir şehre ulaşabildiler. Ne de bir yerleşim mekanına doğru bir yol bulabildiler. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildiriyor: “Şehre girmek onlara haram kılınmıştı. Onlar ne bir şehre iniyor, ne de öyle bir şeye güç yetirebiliyordu. Onlar kırk yıl kuyuların etrafında dolaşmıştı. Bize nakledildiğine göre Mûsa (aleyhisselam) kırkıncı yılda vefat etmiştir. Beytü'l- Makdis'e çocuklarından ve o iki kişiden (Yûşa' b. Nûn ve Kâlib b. Yukanna'dan) başka kimse girmemişti." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Onlar kırk yıl boyunca çölde şaşkın şaşkın dolaştılar. Kırkıncı yılda Mûsa (aleyhisselam), Hârun (aleyhisselam) ve kırk yaşını geçen her kişi öldü. Kırk yıl geçtikten sonra, Yûşa' b. Nûn halife oldu. Bu kişi Mûsa'dan (aleyhisselam) sonra onları toparlayan ve Beytü'l-Makdisi fetheden kişidir. Bu kişiye: “Bu gün Cuma günüdür" demişlerdi. Onlar Beytü'l-Makdis'i fethederken güneş batmak üzere idi. Yûşa' b. Nûn, geceye kadar kalıp Cumartesi gününün gelmesinden korkunca, güneşe: “Ben de Allah'ın emrindeyim, sen de" dedi. Bunun üzerine güneş fetih gerçekleşene kadar durdu ve batmadı. Daha önce hiç görülmemiş bir şekilde ganimetler elde ettiler. Bu ganimetleri ateşe yaklaştırdılar, ama ateş onları yemedi. Bunun üzerine Yûşa' b. Nûn: “Aranızda hain vardır" dedi ve her kabilenin liderinin çağırdı. Bunlar on iki kişiydi. Bu on iki kişi kendisine biat etti. Ancak birinin eli kendisinin eline yapışık kalınca: “İhanet senin yanındadır! Aldığını çıkar" dedi. Adam, yakut gözlü, inci dişli altından bir inek başı çıkarıp kurbanın (ganimetlerin) üstüne bıraktı. Sonra ateş gelip kurbanı yedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “İsrâil oğulları kırk yıl boyunca şaşkın şaşkın dolaşıp durdular. Şaşkınlıklarından akşamı ettikleri yerde sabahlıyor, sabahı ettikleri yerde de geceliyorlardı." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Yüce Allah, İsrâil oğullarına Beytü'l-Makdis'e girmeyi haram kılınca kırk yıl boyunca yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaştılar. Bu durumdan dolayı şikayette bulunarak Mûsa'ya (aleyhisselam): “Ne yiyeceğiz?" dediler. Mûsa (aleyhisselam): “Allah size yiyeceğinizi verecektir" karşılığını verdi. İsrâil oğulları: “Nereden?" diye sorunca: “Allah size pişirilmiş ekmek gönderecektir" karşılığını verdi. Onlara kudret helvası, yani yufka ekmeği inmekteydi. Bu da darı ekmeği gibiydi. "Biz katık olarak ne yiyeceğiz, etten bir payımız yok mudur?" dediler. Mûsa (aleyhisselam): “Allah size onu da verecektir" deyince: “Nereden?" diye sordular. Onlara rüzgarla beraber güvercinlere benzer semiz bıldırcın kuşları gelmeye başladı. İsrâil oğulları: “Ne giyeceğiz?" deyince: “Kırk yıl hiç birinizin elbisesi eskimeyecektir" cevabını verdi. "Ayağımıza ne giyeceğiz?" diye sorunca, Mûsa (aleyhisselam): “Kırk yıl boyunca hiç birinizin ayakkabı bağı bile kopmayacaktır" dedi. "Aramızda küçük çocuklar doğacaktır. Onlar ne giyecekler?" diye sorunca da: “Küçük elbiseler onlarla beraber büyüyecektir" karşılığını verdi. "Peki, suyumuzu nereden karşılayacağız?" dediklerinde ise: “Allah size onu verecektir" karşılığını verdi. Sonrasında su için Yüce Allah, Mûsa'ya (aleyhisselam) asasıyla taşa vurmasını emretti. İsrâil oğulları: “Ne ile göreceğiz? Karanlıklar üstümüzü örtmektedir" deyince, Allah onlara askerlerin ortasında nurdan bir direk yarattı ve hepsini birden aydınlattı. "Ne ile gölgeleneceğiz, üzerimizde şiddetli sıcak vardır" deyince de: “Allah sizi bulutla gölgelendirecektir" karşılığını verdi. İbn Cerîr, Rabî' b. Enes'ten bildiriyor: “Onlar çölde şaşkın şaşkın dolaşırken, beş veya altı fersah büyüklüğünde bir bulut üzerlerinde onları gölgelendiriyordu. Sabahladıkları zaman yola çıkıyor, akşamladıkları zaman da sabah vakti çıkmış oldukları yere geliyorlardı. Bu şekilde kırk yıl dolaştılar. Onlar bu durumda olduğu müddetçe Allah tarafından onlara kudret helvası ve bıldırcın gönderiliyordu. Elbiseleri de hiç eskimiyordu. Beraberlerinde taşıdıkları, Tur dağı taşlarından bir taş vardı. Bir yerde konakladıkları zaman Mûsa (aleyhisselam) ona asasıyla vuruyor ve ondan on iki pınar fışkırıyordu." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bu kavim çölde iken, Allah onlara eskimeyen ve kirlenmeyen elbiseler yaratmıştı" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Tâvus: “İsrâil oğulları çölde şaşkın şaşkın dolaşıyordu. Kendileri büyüdüğü zaman elbiseleri de kendileriyle beraber büyüyordu" dedi. Abd b. Humeyd, Hasan(-ı Basrî)'ın şöyle dediğini bildirir: Mûsa (aleyhisselam), kavmi için su isteyince, Yüce Allah ona asasıyla taşa vurmasını emretti. Mûsa (aleyhisselam) asasıyla taşa vurunca ondan on iki pınar fışkırdı. Kavmine: “İçin ey eşekler topluluğu!" deyince, Yüce Allah: “Sen kullarıma «Eşekler topluluğu» dedin. Ben de size Mukaddes topraklara girmenizi haram kıldım" diye vahyetti. Mûsa (aleyhisselam) da: “Ey Rabbim! Mezarımı o topraklara bir taş atımı kadar yakın kıl" diye dua etti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda: “Eğer Mûsa'nın (aleyhisselam) mezarını görecek olursanız, onun Mukaddes toprakların bir taş atımı kadar yakınında olduğunu görürdünüz" buyurmuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid derki: Mûsa (aleyhisselam), kavmi için su isteyince onlara su verildi. Mûsa (aleyhisselam): “İçin ey eşekler topluluğu!" deyince, Yüce Allah, Mûsa'yı (aleyhisselam) bundan nehyederek: “Kullarıma eşek deme" buyurdu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Üzülme mânâsındadır" dedi. Tastî'nin, Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) ifadesini açıkla" deyince İbn Abbâs: “Üzülme mânâsındadır" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca, İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Tabi ki bilirler. İmriul-Kays'ın: "Beni hedefe koyup bunca yaptıklarına rağmen Yoldaşlarım, üzülme ve tahammül et diyorlar" dediğini işitmedin mi?" Abdurrezzâk, Musannef te ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Peygamberlerden bir Peygamber bir şehir ahalisi ile savaşmıştı. Fetih gerçekleşmek üzere iken güneşin batmasından korktu ve: «Ey Güneşi Sen de ben de Allah'ın emrindeyiz. Sana olan hürmetimden dolayı bir saat daha dur batma» dedi. Bunun üzerine Allah onu şehir fethedilene kadar yerinde tuttu. Onlar bir ganimet elde ettikleri zaman onu kurban diye sunarlar ve ateş gelip onları yerdi. Onlar ganimetlerini kurban olarak sunmuş ama ateş gelip onu yememişti. Oradakiler: «Ey Allah'ın Peygamberi! Ne oluyor ki kurbanımız kabul edilmiyor?» dediklerinde, Peygamberleri: «Aranızda hain vardır» karşılığını verdi. Kavim: «Peki, hainin kim olduğunu nasıl bulacağız?» deyince: «Her kabilenin reisi bana biat edecek» dedi. Onlar da on iki kabileydi. Her kabilenin reisi kendisine biat etti. Biat ederken bir kişinin eli kendisinin eline yapıştı. Bunun üzerine ona: «Ganimete hainlik sizdedir» dedi. Reis: «Bunu nasıl bulacağım?» diye sorunca: «Kabileni çağır ve onlardan teker teker biat iste» dedi. O da öyle yaptı. Bir kişinin eli eline yapışınca: «Ganimete hainlik sendedir» dedi. O da: «Evet, ganimet malı bendedir» karşılığını verdi. Reis: «O nedir?» diye sorunca, adam: «Altından bir öküz başıdır. Beğendim ve onu aldım» karşılığını verdi. Sonra onu getirip ganimetlerin üzerine bırakınca ateş gelip ganimetleri yedi." Ravi der ki: Bunu dinleyen Ka'b: “Allah ve Resulü doğru söyledi. Vallahi! Allah'ın kitabı yani Tevrat'ta da bu böyle geçmektedir" dedi. Sonra: “Ey Ebû Hureyre! Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu peygamberin hangi peygamber olduğunu söyledi mi?" diye sordu. Ebû Hureyre: “Hayır, söylemedi. Fakat bu peygamber, Yûşa' b. Nûn'dur" dedi. Ka'b: “Hazret-i Peygamber buranın hangi şehir olduğunu söyledi mi?" diye sorunca, Ebû Hureyre: “Hayır, söylemedi. Ama orası Erîha şehridir" dedi. Abdurrezzâk'ın rivâyetinde ise: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Bizden önce ganimet hiç kimseye helal kılınmamıştır. Yüce Allah bizim zayıflığımızı gördü ve onu bize helal kıldı" buyurduğu da zikredilir. Yine söylendiğine göre güneş ne öncesi, ne de sonrasında hiç kimse için durdurulmamıştır. 27"Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerıninki edilmemişti. Kabul edilmeyen, «And olsun seni öldüreceğim» deyince, kardeşi: «Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder» demişti." İbn Cerîr, İbn Mes'ûd'dan ve bazı sahabelerden bildiriyor: Âdem'in (aleyhisselam) her erkek çocuğu doğduğunda mutlaka beraberinde kız çocuğu da doğuyordu. Bir karında doğan erkek çocuğunu diğer karında doğan kız çocuğuyla evlendiriyordu. Bir karında doğan kız çocuğunu da diğer karında doğan erkek çocuğuyla evlendiriyordu. Kâbil ve Hâbil doğana kadar bu böyle devam etti. Kâbil çiftçi, Hâbil ise sığır ve davar sahibiydi. Kâbil yaşça büyük olandı. Kâbil'in kız kardeşi Hâbil'in kız kardeşinden daha güzeldi. Hâbil, Kâbil'in kız kardeşiyle evlenmek istemişti. Kâbil bunu kabul etmeyip: “Bu benimle beraber doğmuştur ve senin kız kardeşinden daha güzeldir. Onunla evlenmekte ben senden daha fazla hak sahibiyim" dedi. Babası ona, kardeşini Hâbil ile evlendirmesini emretti, ama Kâbil bunu kabul etmedi. Hangisinin kızda hak sahibi olduğunu bilmek için ikisi de Allah'a kurban sundu. Bu sırada Âdem (aleyhisselam), Kâbil ile Hâbil'i bırakarak Mekke'ye gitti ve gökyüzüne: “Çocuklarımı emanet olarak koru" dedi. Ama gökyüzü bunu kabul etmedi. Yeryüzüne söyledi o da kabul etmedi. Dağlara söyledi onlar da bunu kabul etmedi. Sonra bunu Kâbil'e teklif edince: “Tamam sen git, geldiğinde aileni sevinecek şekilde bulacaksın" dedi. Âdem (aleyhisselam) gidince onlar kurbanlarını sundular. Kâbil övünerek: “O benim kız kardeşimdir, ben senin büyüğünüm ve babamın vasiyet ettiği kişi benim. Bu sebeple ben onda senden daha fazla hak sahibiyim" dedi. Kurbanları sundukları zaman Hâbil besili bir koç, Kâbil ise bir bağ buğday sunmuştu. Kâbil bu buğday bağının içinde büyük bir başak görmüş ve onu ufalayarak yemişti. Ateş inince Hâbil'in kurbanını yedi ve Kâbil'in kurbanını bıraktı. Kâbil kızarak: “Kardeşimle evlenmeyesin diye seni öldüreceğim" dedi. Bunun üzerine Hâbil: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder. Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, sen kendi günahınla benim günahımı da yüklenesin. Böylece cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır" dedi. Burada Hâbil: “Beni öldürmenin günahı boynundaki diğer günahların üstünedir" demek istemiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Asâkir ceyyid bir isnâdla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Kadının ikiziyle evlenmesi yasaklanmış ve diğer bir kardeşiyle evlenmesi emredilmişti. Her doğumda Âdem'in (aleyhisselam) bir oğlu bir de kızı oluyordu. Hal böyle iken bir doğumda çok güzel bir kızı, bir doğumda da çirkin bir kızı olmuştu. Çirkin kızın erkek kardeşi güzel kızın kardeşine: “Beni kız kardeşinle evlendir, ben de seni kardeşimle evlendireyim" dedi. O: “Hayır ben kardeşimde senden daha fazla hak sahibiyim" karşılığını verdi. Bunun üzerine kurbanlar sundular. Koyun sahibi olan iri gözlü ve boynuzlu beyaz bir koç, çiftçi ise az bir miktar tahıl sunmuştu. Allah, koç sahibinin kurbanını kabul buyurup bunu kendisine Cennette kırk koç olarak sakladı. İbrâhîm'in (aleyhisselam) kestiği koçta bu koçlardan birisiydi. Çiftçiden ise kurbanını kabul buyurmamış, bu sebeple de kardeşini öldürmüştü. Bütün insanlarda işte o nankörün çocuklarıdır." İshâk b. Bişr, el-Mübtedâ'da ve İbn Asâkir'in Târih'te Cuveybir ve Mukâtil vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Âdem'in (aleyhisselam) yirmisi erkek yirmisi de kız çocuğu olmak üzere kırk çocuğu olmuştu. Bunlardan hayatta kalanlar Hâbil, Kâbil, Sâlih, Abdurrahman, Abdulhâris ve Vud'dur. Vud'da, Şîs ve Hibetullah'da denilirdi. Kardeşleri onu liderleri seçmişti. Onun Suvâ', Yağûs, Yaûk ve Nesr adında çocukları olmuştu. Yüce Allah nikahta aralarını ayırmasını ve bir karında doğanı diğerinin kız kardeşiyle, diğer bir karında doğanı da diğer birinin kız kardeşiyle evlendirmesini emretti." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Âdem'in (aleyhisselam) çocukları zamanında sadaka verecek kişiler bulunmadığı için kişi kurban sunarak Allah'a yaklaşırdı. Âdem'in (aleyhisselam) çocukları oturuyorken: “Allah'a bir kurban sunsak" dediler. Kişi kurban sunduğu zaman eğer Allah o kurbanı kabul buyurursa bir ateş gönderir ve bu ateş kurbanı yerdi. Kabul buyurmadığı zaman da gönderdiği ateş sönerdi. Bunların her ikisi de birer kurban sundular. Biri çoban diğeri de çiftçi idi. Çoban olan en güzel ve en besili koçunu kurban olarak sunarken, çiftçi ise ekininden bazı şeyler sundu. Sonra ateş gelip koçu yedi ve ekini bıraktı. Çiftçi kişi kardeşine: “İnsanlar senin sunduğun kurbanın kabul olunduğunu, benim kurbanımın da kabul olunmadığını bildikleri halde onların arasına mı gideceksin? Hayır, vallahi sen benden daha hayırlı iken insanlar ikimize bakmayacaktır. Bu sebeple seni öldüreceğim" dedi. Kardeşi: “Suçum ne ki? Allah muttakilerin kurbanını kabul eder. Sen beni öldürmek istesen de ben yardım istemeyecek ve seni öldürmek için elimi kaldırmayacağım" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Amr der ki: “Âdem'in (aleyhisselam) kurban sunan çocuklarının biri çiftçi, diğeri de koyun sürüsü sahibiydi. İkisi de kurban sunmakla emrolundular. Sürü sahibi gönül hoşluğuyla en güzel ve en besili koçunu kurban olarak sundu. Çiftçi ise gönül hoşluğu olmadan, en kötü ekininden içinde delice otu bulunan çekilmemiş buğday sundu. Yüce Allah sürü sahibinin kurbanını kabul etmiş, çiftçinin kurbanını ise kabul etmemişti. Bunların olayı Allah'ın Kitâb'ında anlatılan kıssadır. Vallahi öldürülen kişi öldüren kişiden daha güçlüydü. Fakat o günahtan ve hatadan kaçındığı için kardeşine el kaldırmamıştı." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bunlar Âdem'in (aleyhisselam) zürriyeti Hâbil ve Kâbil'dir. Hâbil bir yaşını doldurmuş en güzel bir koçu kurban olarak sundu. Kâbil ise ekininden bir bağ ekin sunmuştu. Koç sahibinin kurbanı kabul edilince, Kâbil: “Seni öldüreceğim" dedi ve onu öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah onu öldürdüğü günden kıyamet gününe kadar ayağının birini uyluğuna dolaştırdı ve yüzünü Güneş'e doğru çevirdi. Güneş ne tarafa dönse yüzü güneşe doğru dönüyordu. Kışın üzerinde kar, yazın da bir ateş harmanı vardı. Yanında yedi melek bulunuyordu. Bir melek gittiğinde yerine diğeri geliyordu. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat..." âyetini açıklarken: “Bunlar Âdem'in (aleyhisselam) kendi sulbünden değil İsrâil oğullarındandır. Kurban sunanlar İsrâil oğullarındandı. Âdem de (aleyhisselam) ilk ölen kişiydi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ: “Allah'ın bir tek namazımı kabul ettiğini bilmem, benim için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Zira Yüce Allah: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" buyurmaktadır" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Adiy b. Sâbit'ten bildirir: “Muttakilerin kurbanının namaz olduğu söylenirdi." İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Takvâ'da bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Takva ile yapılan hiçbir amel az değildir. Böyle iken nasıl kabul edilen bir amel az sayılır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Ömer b. Abdilazîz bir kişiye: “Sana, Allah'tan korkmayı öğütlüyorum. Allah takvadan başka bir şeyle amelleri kabul etmez, takva ehlinden başka kimseye merhamet etmez ve sadece takvayla sevap verir. Takvayı öğütleyen çok, ama onunla amel eden azdır" diye bir mektup yazdı. İbn Ebi'd-Dünyâ, Ebû Yezîd el-Fayd'den bildiriyor: Mûsa b. A'yun'a: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Harama düşme korkusuyla helal olan şeylerden de uzak kaldılar. İşte bunları Yüce Allah muttakiler diye adlandırdı" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Fadâle b. Ubeyd der ki: Yüce Allah'ın, amellerimden hardal tanesi kadar bir şeyi kabul ettiğini bilmem benim için dünya ve içindekilerden daha değerlidir. Zira Yüce Allah: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" buyurmaktadır. İbn Sa'd ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Katâde'den bildirdiğine göre Âmir b. Abdi Kays şöyle demiştir: Kur'ân'daki bir âyeti, dünyadaki her şeyin bana verilmesinden daha fazla severim. O da Allah'ın beni muttakilerden kılmasıdır. Zira Yüce Allah: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" buyurmaktadır. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hemmâm b. Yahya der ki: Âmir b. Abdillah ölüm anında ağlamıştı. Kendisine: “Seni ağlatan nedir?" diye sorduklarında: “Kur'ân'daki bir âyettir" cevabını verdi. Yanındakiler: “Bu hangi âyettir" diye sorunca da: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" âyetidir" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah kulundan razı olmadığı müddetçe onun amellerini kabul etmez" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe'nin, Sâbit'ten bildirdiğine göre Mutarrif: “Allahım! Benim bir namazımı ve bir günlük orucumu kabul buyurup bana sevap yaz" der, sonra da: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" âyetini okurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Dahhâk: “...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" âyetini açıklarken: “Burada şirkten sakınanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Hişâm b. Yahya'nın babası der ki: “Bir dilenci İbn Ömer'in yanına girmişti. İbn Ömer, oğluna: “Ona bir dinar ver" dedi. Oğlu da dilenciye bir dinar verdi. Dilenci çıkıp gidince, İbn Ömer'in oğlu: “Babacığım! Allah senden bunu kabul buyursun" dedi. Bunun üzerine İbn Ömer: “Allah'ın bir secdemi veya bir dirhemlik sadakamı kabul ettiğini bilsem, benim için meçhul olan ölümden daha sevimli bir şey olmaz. Allah'ın kimden kabul buyurduğunu biliyor musun? "...Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder" karşılığını verdi. Ya'kûb b. Süfyân, Târih'te ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Yüce Allah'ın bir amelimi kabul ettiğini bilmem, benim için yeryüzü doluşunca altınım olmasından daha sevimlidir" dedi. 28Bkz. Ayet:29 29"Andolsun! Sen benî öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki, sen kendi günahınla benîm günahımı da yüklenesin. Böylece cehennemliklerden olasın. İşte bu, zalimlerin cezasıdır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" âyetini açıklarken: “O zamanlar öldürülmek istenen kişinin öldürecek kişiye karşı koymaması emredilmişti" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc bu âyeti açıklarken şöyle dedi: İsrâil oğullarından bir kişi birini öldürmek istediği zaman, öldürülecek kişiye ölene veya bırakılana kadar öldürecek kişiye engel olmaması emredilmişti. Allah'ın: “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" âyeti de bu mânâdadır. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ben isterim ki, sen kendi günahınla benim günahımı da yüklenesin..." âyetini açıklarken: “Senin, hem kendi günahlarını hem benim kanımın günahını yüklenerek bütün günahlarla Cehennemliklerden olmanı istiyorum mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ben isterim ki, sen kendi günahınla benim günahımı da yüklenesin..." âyetini açıklarken: “Burada öldürmenin günahı ve daha önceki günahlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, Dahhâk'tan ve Katâde'den bunun aynısını bildirir. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “(.....) âyetini açıkla" deyince İbn Abbâs: “Hem benim günahlarımı, hem işlemiş olduğun günahı yüklenip Cehennemliklerden olasın mânâsındadır" dedi. Nâfi': “Araplar böylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: “Evet, bilirler. Şairin: "Geçim derdinden "bıkanlar bizlere gelsin Ya arzularına kavuşsun ya daha da sıkıntı çeksin" dediğini İşitmedin mi?" Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Hâkim, Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mutlaka fitneler olacaktır. Bu fitne zamanlarında oturan ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen de koşandan daha hayırlıdır" buyurdu. Ona: “Şayet biri evime girer ve beni öldürmek için el kaldırırsa?" dediğimde: “Âdem'in oğlu (Hâbil) gibi ol" karşılığını verdi. Ahmed, Müslim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir eşeğe bindi, beni terkisine bindirdi. Bir ara: “Ey Ebû Zer! Eğer döşeğinden kalkıp mescide gelecek gücün kalmayacak kadar insanları açlık vursa ne yaparsın?" diye sordu. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. "Böylesi durumlarda haramlardan ve kötülüklerden sakın" buyurdu ve: “Ey Ebû Zer! İnsanlara çok ölüm gelip de bir evin (kabrin) değeri bir köle değerinde olduğu zaman ne yaparsın?" diye sordu. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Böylesi zamanlarda sabret" buyurdu ve: “Ey Ebû Zer! Medine'deki Hicâretü'z-Zeyt'i kanlar içinde bırakacak kadar insanların birbirlerini öldürdüğünü görsen ne yaparsın?" diye sordu. Ben yine: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedim. Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evinde otur ve kapını kapat" buyurdu. "Eğer beni bırakmazlarsa" dediğimde: “Sen kendilerinden olduğun kişilerin yanına katıl" buyurdu. "Silahımı da alayım mı?" deyince: “Eğer silahını alırsan onlara ortak olmuş olursun. Ancak birinin sana kılıç çektiğini gördüğünde elbiseni yüzüne çek. Seni öldürmesi halinde hem senin günahını, hem de kendisinin günahını yüklenir ve Cehennem ahalisinden olur" buyurdu. Beyhakî'nin, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “(O fitne anında) kılıçlarınızı kırıp oklarınızın iplerini kesin ve evlerinizden dışarı çıkmayın. Evinizde de Âdem'in iki oğlundan hayırlı olanı (Hâbil) gibi olun" buyurmuştur. İbn Merdûye, Huzeyfe'nin şöyle dediğini bildirir: Eğer birbirinizle savaşırsanız, ben evimin en kuytu odasına girerim. Biri üzerime gelecek olursa, ona: “Haydi (beni öldürüp) günahım ve günahınla geri dön ki, ben de Âdem'in (aleyhisselam) iki oğlundan hayırlı olanı gibi olayım" derim. İbn Sa'd ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Nadra der ki: Ebû Saîd el- Hudrî, Harre vakasında bir mağaraya girmişti. Arkasından bir kişi mağaraya girince Ebû Saîd el-Hudrî elindeki kılıcını yere bırakıp: “Haydi (beni öldürüp) günahım ve günahınla geri dön ki, Cehennem ahalisiyle beraber olasın" (İbn Sa'd'ın lafzı: “Günahım ve günahınla geri dönüp Cehennem ahalisiyle beraber olmanı istiyorum") dedi. Bu kişi: “Sen Ebû Saîd el-Hudrî misin?" deyince: “Evet benim" karşılığını verdi. Adam: “Bana istiğfar et" deyince, Ebû Saîd el- Hudrî: “Allah seni bağışlasın" diye dua etti. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Âdem'in çocukları bu ümmete örnek verilmiştir. Siz onlardan hayırlı olanı örnek alınız" buyurmuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan der ki: “Bize söylendiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey insanlar! Bilin ki, Âdem'in çocukları size örnek verilmiştir. Siz onlardan hayırlı olanına benzeyin, kötü olanına benzemeyin" buyurmuştur. İbn Cerîr, Mu'temir b. Süleyman vasıtasıyla babasından bildirir: Bekr b. Adillah'a: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): «Âdem'in çocukları size örnek verilmiştir. Siz onlardan hayırlı olanı örnek alın ve kötü olanı bırakın» buyurduğu sana ulaştı mı? dediğimde: “Evet, ulaştı" karşılığını verdi. Hâkim sahîh bir isnâdla Ebû Bekre'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bilmiş olun ki, bir fitne kopacaktır. Bilmiş olun ki, sonra bir fitne daha kopacaktır. Bu fitneler zamanında oturan ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Bu fitne indiği zaman develeri olan develerinin, koyunları olan da koyunlarının ardına gitsin. Arazisi olan da arazisine gitsin" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Eğer kişinin öyle şeyleri yoksa ne yapsın?" diye sorunca: “Bir taş alsın ve taşla vurarak kılıcının ağzını köreltsin. Sonra da bu fitneye bulaşmaktan kurtulmaya gücü yeterse kurtulsun" karşılığını verdi. Sonra üç defa: “Allahım! Ben bunu tebliğ ettim" buyurdu. Bir kişi: “Ben istemesem de beni bir saftan diğer bir safa götürürlerse ve biri bir ok atıp ya da kılıçla vurarak öldürürse ne yapacağım?" deyince, yine üç defa: “O, senin ve kendisinin günahıyla geri dönüp Cehennem ahalisinden biri olur" karşılığını verdi. Hâkim'in bildirdiğine göre Huzeyfe'ye: “Namaz kılanlar birbirleriyle savaşırsa bize ne yapmamızı emredersin?" diye sorulunca şu karşılığı verdi: “Evinin en kuytu odasına sığınmanı tavsiye ederim. Eğer biri seni öldürmek için içeri girerse, ona: «Haydi (beni öldürüp) günahım ve günahınla geri dön ki, Âdem'in (aleyhisselam) oğlu (Kâbil) gibi olasın» de." Ahmed ve Hâkim'in Hâlid b. Urfuta'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine: “Ey Hâlid! Şüphesiz ki, benden sonra bazı olaylar, fitneler ve ihtilaflar olacaktır. O zaman elinden geldiğince katil değil de Allah'ın öldürülmüş kullarından olmaya çalış" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan bildrir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İlerde fitneler olacaktır. O zaman uyuyan uzanmış olandan, uzanmış olan oturandan, oturan yürüyenden, yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Böylesi bir fitnede ölen de öldürülen de Cehennemdedir" buyurdu. Ona: “Yâ Resûlallah! O zamanın gelmesi halinde ne yapmamızı emredersin?" diye sorduğumda: “Evine gir" buyurdu. "Peki, biri (beni öldürmek için) içeri girerse ne yapayım?" dediğimde ise: “«Günahım ve günahınla geri dön» de ve öldürülenlerden ol" karşılığını verdi. Beyhakî, Şuabu'l İmân'da ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre el-Evzaî der ki: Kim haksız yere öldürülürse Yüce Allah bütün günahlarını bağışlar. Bu Kur'ân'da: “Ben isterim ki, sen kendi günahınla benim günahımı da yüklenesin..." şeklinde ifade edilmiştir" İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Habbâb b. el-Eret'ten bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir fitneden bahsetmişti. O fitnede oturanın ayakta durandan, ayakta duranın yürüyenden, yürüyenin koşandan daha hayırlı olacağını bildirdi. O zamana yetişenlerin Allah'ın öldüren değil, öldürülen kulu olmalarını tavsiye etti." İbn Ebî Şeybe, İbn Ömer'den bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Biri sizi öldürmek için gelirse şöyle de yapamaz mısınız?" buyurdu ve göstermek için ellerini üst üste koydu. Sonrasında şöyle devam etti: “Öyle duran kişi Adem'in hayırlı oğlu (Hâbil) gibi olur ve yeri Cennettir. Öldüren ise Cehennemdedir. " 30"Bunun üzerine nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, tuttu onu öldürdü, artık hüsrana düşenlerden olmuştu." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi..." âyetini açıklarken: “Nefsi kendisini, kardeşini öldürmede cesaretli kıldı mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...Nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi..." âyetini açıklarken: “Nefsi kendisine, kardeşini öldürmeyi güzel gösterdi mânâsındadır" dedi İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd ve sahabelerden bazı kişiler: “...Nefsi kendine kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi..." âyetini açıklarken şöyle dediler: Kardeşi (Kâbil) onu (Hâbil'i) öldürmek isteyince dağ başlarında saklanmaya başladı. Bir gün kardeşi koyunları otlatırken uyumuştu. O da bir kaya parçasıyla kafasını ezerek öldürdü ve öylece onu açıkta bıraktı. Onu nasıl defnedeceğini bilmiyordu. Bunun üzerine Yüce Allah kardeş olan iki kargayı gönderdi. Onlar birbirleriyle kavga ettiler ve biri diğerini öldürdü. Sonra bir çukur açarak onu gömdü. O da bunu görünce: “...Yazıklar olsun bana, şu karga olup da kardeşimin cesedini gömemedim..." dedi. İbn Cerîr, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini bildirir: “Âdem'in (aleyhisselam) oğullarından kardeşini öldüren kişiye Şeytan kuş şeklinde görünmüştü. Şeytan bir kuş alarak kafasını iki taşın arasına koydu ve ezdi. Böylece ona kardeşini nasıl öldüreceğini göstermiş oldu." İbn Cerîr, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hayseme: “Âdem'in (aleyhisselam) oğlu kardeşini öldürdüğü zaman yeryüzü onun kanını emip kurutmuş ve bundan dolayı da lanetlenmişti. Bu sebeple de ondan sonra yeryüzünden kan hiç eksik olmadı. İbn Asâkir'in, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şam'da, Kâsiyûn denilen bir dağ vardır. Adem'in (aleyhisselam) oğlu o dağda kardeşini öldürmüştür" buyurdu. İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Amr b. Cübeyr eş-Şâ'bânî der ki: Ka'bu'l- Ahbâr ile beraber Şam'a yakın bir dağda idik. O dağda parlak bir akıntı görünce: “Âdem'in (aleyhisselam) oğlu işte burada kardeşini öldürdü. Bu da kanının izidir. Allah bunu âlemlere delil ve ibret olarak bıraktı" dedi. İbn Asâkir'in başka bir kanalla bildirdiğine göre Ka'b: “Kâsiyûn dağındaki kan, Âdem'in (aleyhisselam) oğlunun kanıdır" dedi. İbn Asâkir, Vehb'den bildirir: “Yeryüzü öldürülmüş olan Âdem'in (aleyhisselam) oğlunun (Hâbil'in) kanını içince, Âdem (aleyhisselam) onu lanetlenmişti. Bu sebeple de yeryüzü Hâbil'in kanından sonra kıyamet gününe kadar yeryüzünden kan hiç eksik olmayacaktır" dedi. Nuaym b. Hammâd'ın el-Fiten'de bildirdiğine göre Abdurrahman b. Fadâla der ki: “Kâbil, Hâbil'i öldürdüğü zaman, Allah onun aklını alıp kalbini köreltti ve bu şekilde ölünceye kadar başıboş yaşadı." Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haksız yere öldürülen her canın kanının günahından Adem'in (aleyhisselam) oğlu Kabil'e bir pay vardır. Çünkü o öldürme işini ortaya çıkaran ilk kişidir" buyurdu. İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in Berâ b. Âzib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Haksız yere öldürülen hiçbir can yoktur ki, kanının günahından Âdem'in (aleyhisselam) oğlu Kabil'e bir pay olmasın. Çünkü o öldürme işini ortaya çıkaran ilk kişidir" buyurdu. İbn Cerîr, Abdullah b. Amr'dan bildirir: “İnsanların içinde en bedbaht olan kişi kardeşini öldüren Âdem'in (aleyhisselam) oğlu Kabil'dir. Kardeşini öldürdüğü zamandan kıyamet kopacağı zamana kadar yeryüzünde akıtılan her kandan mutlaka kendisine bir kötülük ulaşır. Çünkü o öldürme işini ortaya çıkaran ilk kişidir." Taberânî ve İbn Asâkir'in İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en bedbahtı üç kişidir. Bunlar(dan ikisi), Semud kavminin devesini kesen ve kardeşini öldüren Âdem'in (aleyhisselam) oğlu Kabil'dir. Yeryüzünde akıtılan her kanın günahından mutlaka Kabil'e de bir pay ulaşır. Çünkü o öldürme işini ortaya çıkaran ilk kişidir," İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Amr: “Âdem'in (aleyhisselam) katil olan oğlu Cehennem ahalisinin azabını gerçek mânâda paylaşır. Onların her birinin azabının yarısını kendisi alır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ, Men Âşe Ba'del-Mevt'te ve İbn Asâkir, Abdullah b. Dînar vasıtasıyla Ebû Eyyûb el-Yemânî'den, o da kabilesinden Abdullah adından birinden bildirir: Kabilemden bir grupla denizde bir yolculuğa çıktık. Hava günlerce kapalı kalmıştı. Sonra hava açıldı ve bir köye yaklaştık. Ben su aramaya çıkmıştım. Rüzgar kapalı kapıları gıcırdatıyordu. Seslendim ama bana kimse cevap vermedi. Ben bu halde iken iki atlı geldi ve ne istediğimi sordu. Onlara denizde başımıza gelenleri ve su aramak için çıktığımı söyleyince: “Bu yolda git, bir havuza geleceksin. Oradan suyunu doldur ve orada göreceğin şeyden korkma" dediler. Kendilerine rüzgarla kapıları gıcırdayan evleri sorduğumda: “Bunlar ölülerin ruhlarının evidir" dediler. Sonra havuza yetişene kadar yoluma devam ettim. Orada baş aşağı asılı bir adam vardı. Eliyle su almak istiyor, ama suya yetişemiyordu. Beni gördüğünde: “Ey Abdullah! Bana su ver" dedi. Bardağı doldurup kendisine vereceğim anda birileri tarafından elim tutuldu. Bunun üzerine kendisine: “Bana kim olduğunu söyle" dediğimde: “Ben Âdem'in oğlu, yeryüzünde ilk kan akıtan kişiyim" karşılığını verdi. İbn Asâkir'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim kardeşinden bir yıl boyunca ayrı durursa Allah'ın huzuruna Adem'in (aleyhisselam) oğlu Kabil gibi günahkâr biri olarak çıkacaktır. Onu o durumdan ancak ateşe girmek kurtarır. " 31"Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. «Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?» dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Atiyye'den bildirir: Kâbil kardeşini öldürdüğü zaman pişman olmuş ve kokusu çıkana kadar onu kucağında tutmuştu. Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar onu yemek için cesedin bırakılmasını beklemeye başlamıştı. Kâbil, Hâbil'i babasına götürerek onu üzmek istemiyordu. Allah iki karga gönderdi ve biri diğerini öldürdü. Kâbil de onları seyretmekteydi. Sonra karga gagası ve ayaklarıyla yerde bir çukur eşti. Ölü kargayı başıyla iterek o çukura attı ve ayaklarıyla toprak atarak onu gömdü. Kâbil karganın yaptığını görünce: “...Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben...'" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'dan bildiriyor: Yüce Allah birbirleriyle kavga eden iki karga gönderdi ve biri diğerini öldürdü. Sonra da onu gömene kadar üzerine toprak attı. Bunun üzerine Âdem'in (aleyhisselam) oğlu Kâbil: “...Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben..." dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Bir karga ölü bir karganın yanına gelip onu gömene kadar üzerine toprak attı. Kardeşini öldüren Kâbil bunu görünce: “...Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben..." dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kâbil kardeşini bir yıl boyunca bir torbanın içinde omuzunda taşıyıp durdu. Yüce Allah iki karga gönderdi ve bu kargalar yeri eşeledi. Kâbil onları görünce: “...Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben..." dedi ve kardeşini toprağa gömdü. İbn Cerîr ve İbn Asâkir, Sâlim b. Ebi'l-Ca'd'ın şöyle dediğini bildirir: Kâbil, Hâbil'i öldürdüğü zaman Âdem (aleyhisselam) yüz yıl boyunca üzüldü ve hiç gülmedi. Yüz yılın başına geldiği zaman kendisine: “Allah sana uzun ömürler versin ve makamını yüceltsin" denilip bir çocukla müjdelenince güldü. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: Kâbil kardeşini öldürdüğü zaman Âdem (aleyhisselam) ağlayıp: "Memleketler ile insanları değişti Yerin rengi kötü toza boyandı Her şeyin tadı da rengi de gitti Mütebessim gülen yüzler azaldı" demeye başladı. Âdem'e (aleyhisselam) cevaben şöyle denildi: "Ey Hâbil'in babası! Her ikisi de öldü Diri olan şimdi kesilmiş bir ölüye döndü Öyleb ir kötü bir şey yaptı ki Onun korkusuyla feryad ediyor. " Hatîb ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Kâbil kardeşini öldürdüğü zaman Hazret-i Âdem: "Memleketler ile insanları değişti, Yerin rengi kötü toza boyandı Her şeyin tadı da rengi de gitti Mütebessim gülen yüzler azaldı Kâbil kardeşi Hâbil'i öldürdü "Ak ak! Güzel yüzlüm yok oldu" dedi. İblis de Âdem'e (aleyhisselam) cevaben şöyle dedi: "Dünyadan da sakinlerinden de uzak dur Ebedi mekandaki genişlik bile sana dar geldi Oysa eşinle birlikte bolluk içindeydin Dünya sıkıntılarından yana için de rahattı Ancak tuzaklarım ve oyunlarım peşini bırakmadı Ki sonunda elindekini de kaybettin. " 32"Bunun içindir ki, İsrâiloğulları'na: «Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur» hükmünü yazdık. Şüphesiz kı onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Bunun içindir ki, İsrâil oğullarına... hükmünü yazdık..." âyetini açıklarken: “Kâbil'in haksız yere kardeşi Hâbil'i öldürmesi üzerine" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs ve sahabelerden bazı kişiler: “...Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur..." âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: “Kişi, birini öldürmekle diğer tüm insanları öldürmüş gibi olur. Birini yaşatmakla da diğer tüm insanları yaşatmış gibi olur." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bütün insanları öldürmüş gibi olur..." âyetini açıklarken: “Bütün insanları öldürmüş gibi günaha girer" dedi. "Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa..." âyetini açıklarken de: “Burada öldürmekten uzak duran kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Diriltmek demek, Allah'ın haram kıldığı hiçbir canı öldürmemek demektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Kim bir peygamberi veya adil bir idareciyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir peygamberi veya adil bir idareciyi yardımıyla güçlendirirse bütün insanları kurtarmış gibi olur" dedi. İbn Sa'd, Ebü Hureyre'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Osmân'ı evinde kuşattıkları zaman kendisine: “Sana yardıma geldim" dedim. O, bana: “Ey Ebû Hureyreî Ben dâhil bütün insanları öldürmek hoşuna gider mi?" diye sordu. Ben: “Hayır" deyince: “Bir kişiyi öldürecek olsan bile bütün insanları öldürmüş gibi olursun" dedi. Bunun üzerinden yanında ayrıldım. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildirir: “...Bütün insanları öldürmüş gibi olur..." âyeti, Nîsa Sûresi'ndeki: “Kim bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" âyeti gibidir. Bir mümini kasten öldüren kişi bütün insanları öldürecek olsa azabına bir şey eklenecek değildir. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Kim, bir cana kıymayan... nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur..." âyetini açıklarken: “Bu kişi bütün insanları öldürmüş gibi günaha girer" dedi. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur..."' âyetini açıklarken de: “Bu kişi bütün insanları kurtarmış gibi sevap kazanır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa..." âyetini açıklarken: “Burada kişiyi boğulmaktan, yanmaktan, enkazdan veya helak olmaktan kurtarmak kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan: “...Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa..." âyetini açıklarken: “Kişinin samimi dostu öldürülür de bu kişi öldüreni affederse bütün insanları diriltmiş gibi olur" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre bu âyet hakkında Hasan(-ı Basrî)'ye: “Bu âyetin hükmü İsrâil oğullarına olduğu kadar bizim için de geçerli mi?" diye sorulunca: “Kendisinden başka ilah olmayan hakkı için evet, geçerlidir" dedi. 33Bkz. Ayet:34 34" Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır. Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bıınun dışındadırlar. Artık Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin." Ebû Dâvud ve Nesâî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'a ve Resulüne savaş açanların..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet çaresiz kalıp da yakalanmadan önce tövbe eden müşrikler hakkında inmiştir. Bu âyet Müslüman kişiye uygulanacak cezaya mani değildir. Müslüman kişi birini öldürür veya fesat çıkarır veya Allah ve Resûlüne karşı savaş açar da sonra yakalanmadan kâfirlere kaçarsa, sonradan tövbe etse dahi bu tövbesi had uygulamasına mani olmaz." İbn Cerîr ve Taberânî'nin, M. el-Kebîr'de bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında şöyle dedi: “Ehl-i Kitâb'dan bir kavim ile Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında bir anlaşma vardı. Ehl-i Kitâb'dan olanlar anlaşmayı bozarak yeryüzünde fesat çıkardılar. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'i muhayyer bıraktı. Dilerse onları öldürür, dilerse asar, dilerse el ve ayaklarını çaprazlamasına keser. Sürgün ise Müslüman topraklarından kafirlerin topraklarına sürgün edilmeleridir. Eğer yakalanmadan gelip tövbe eder ve İslam'a girerse bu, kendisinden kabul edilir ve geçmiş şeyler için kendisine had (şeri ceza) uygulanmaz." İbn Merdûye, Sa'd'dan bildirir: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir..." âyeti, Harûrîler hakkında inmiştir. Abdurrezzâk, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Nâsih'te Nehhâs ve Beyhakî, Delâil'de Enes'ten bildiriyor: Ukl kabilesinden bir grup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek Müslüman oldular. Ancak Medine havası kendilerine yaramayınca hasta oldular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara sadaka develerine gidip idrarlarından ve sütlerinden içmelerini söyledi. Onlar çobanı öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları getirmek için iz sürmeyi bilen kişiler gönderdi. Onları getirdiklerinde ellerini ve ayaklarını kestiler ve gözlerine mil çekerek öylece ölüme terk ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini indirdi. Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Muhâribîn (Müslümanlarla savaş halinde olanlar) âyeti, Ureyne'liler hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr, Cerîr'den bildirir: Ureyne'den bir grup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) çıplak ve hasta olarak geldiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara yaylaya çıkmalarını emretti. Bu grup iyileştiği zaman sağmal hayvanların çobanını öldürdüler ve bu hayvanları alıp kavimlerinin topraklarına gittiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları getirmek için beni Müslüman bir grupla beraber arkalarından gönderdi. Onları getirdiğimizde ellerini ayaklarını çaprazlama kesti ve gözlerine mil çekti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini indirdi. İbn Cerîr, Yezîd b. Ebî Habîb'ten bildiriyor: Abdulmelik b. Mervân, Enes'e bir mektup yazıp bu âyetin açıklamasını sordu. Enes cevaben bu âyetin Becile'den olan Ureyne'liler hakkında nâzil olduğunu bildirip mektubunda şöyle dedi: “Bunlar İslam'dan çıkıp çobanı öldürdüler, develeri güdüp götürdüler, yol keserek etrafa korku saldılar ve haram olan ırza tecavüz ettiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'e bu şekilde savaş açanlar hakkındaki hükmü sorunca, Cibrîl: “Hırsızlık yapıp korku salan kişinin hırsızlıktan dolayı elini, korku salmasından dolayı da ayağını kes ve öldüreni öldür. Öldüreni, yol kesip korku salanı ve ırza girmeyi helal sayanı ise as" karşılığını verdi. Hâfız Abdulğanî b. Saîd'in, îdâh el-İşkâl'de Ebû Kilâbe vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların... cezası..." âyetini açıklarken: “Bunlar Ukl kabilesindendir" buyurdu. Abdurrezzâk, Ebû Hureyre'den bildiriyor: Fezâre oğullarından bir grup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmişti. Bunlar zayıflıktan dolayı ölü gibiydiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara sağmal hayvanların yanına (yaylaya) gitmelerini söyledi. İyileşinceye kadar onların sütlerinden içtiler. Sonra da onların sağmallarını çaldılar. Yakalanıp Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirildikleri vakit, onların ellerini ayaklarını kesti ve gözlerine mil çekti. "Allah'a ve Resûlüne savaş açanların... cezası..." âyeti de bunlar hakkında inmiştir. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gözlere mil çekmeyi terk etti. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Süleym oğullarından bazı kişiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip biat ederek Müslüman oldular. Fakat onlar yalancıydılar. Onlar: “Medine havası bizi hasta etti" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Bu sağmallar sabah akşam yanınıza gelirler, onların idrarlarından ve sütlerinden için" buyurdu. Onlar bu durumda iken bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Çobanı öldürdüler ve hayvanları sürüp götürdüler" dedi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı atlılar izlerinden giderek bir kaçını yakaladı ve Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Allah'a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır'" âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bazılarını öldürdü, bazılarını astı, bazılarının el ve ayaklarını kestirdi, bazılarının da gözüne mil çekti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan ne daha önce, ne de daha sonra kimsenin gözüne mil çekmemiştir. Müsle'yi de yasaklayarak: “Hiçbir şekilde müsle yapmayın" buyurmuştur. Müslim, Nâsih'te Nehhâs ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes: “Onlar çobanın gözlerine mil çektiler diye Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem) onların gözlerine mil çektirdi" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların... cezası..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet Ureyne zencileri hakkında nâzil olmuştur. Bunlarda sarı su hastalığı var iken Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiler ve hastalıklarını bildirdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara zekat develerinin yanlarına gitmelerini söyledi ve: “Onların sütlerinden ve idrarlarından için" buyurdu. Onlar da öyle yaptılar. İyileştiklerinde çobanı öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların arkasından adam gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların gözlerine mil çektirmek istedi. Ancak Allah, kendisini bundan menederek onlara emri doğrultusunda hadleri (şeri cezaları) uygulamasını emretti. İbn Cerîr, Velîd b. Müslim'den bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), onların (Ureyne'lilerin) gözlerine mil çektirmeyi bırakıp el ve ayaklarını keserek ölüme terk etmesini Leys b. Sa'd ile konuştum. O bu konuda şöyle dedi: “Muhammed b. Aclân'ın şöyle dediğini işittim: “Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kınama olarak indi. Kendisine kesme, öldürme ve sürgün etme ile böylesi cezaların nasıl tatbik edileceğini öğretti. Ondan sonra da kimsenin gözüne mil çekilmedi." Bu görüş Ebû Amr'a zikredildiği zaman bu âyetin Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kınama olarak inme görüşünü hoş görmeyip: “Bu ceza onlara has bir şeydir. Daha sonra bu âyet inerek onlardan sonra kendileriyle savaşanların cezasını bildirdi ve gözlere mil çekmek kaldırıldı" dedi. Beyhakî, Sünen'de Muhammed b. Aclân'dan, o da Ebû'z-Zinâd'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), sağmallarını çalanların ellerini kesip, gözlerine kızgın demirlerle mil çektiği zaman, Allah kendisini kınadı. Sonrasında da: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini indirdi. Şâfiî, el-Ümm'de, Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Allah ve Resûlüne karşı savaşan kişi malı alır da kaçarsa yakalandığında öldürülmez, el ve ayakları çaprazlama kesilir. Eğer öldürüp de mal almadan kaçarsa, yakalandığında öldürülür. Eğer hem öldürür, hem de mal alırsa yakalandığında öldürülür ve asılır. Eğer bu kişi yol kesip korku salan biriyse kendisinden ne mal alınır, ne de öldürülür. Sadece sürgün edilir. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın Nâsih'te bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'a ve Resulüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Kim İslam diyarında silah çekip terör estirir ve yol kesip fesatçılık ederse bu kişi yakalandığında, Müslümanların idarecisi bu kişiyi öldürmek, asmak veya el ve ayaklarını kesmekte muhayyerdir" dedi. "...Yahut o yerden sürülmeleridir..." âyetini açıklarken de: “Böylesi bir kişiyi İslam diyarından harb (kafirlerin) diyarına sürgün etmek kastedilmektedir" dedi. Ebû Dâvud, Nesâî, Nâsih'te Nehhâs ve Beyhakî'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müslüman kişinin kanı, şu üç şeyden biri olmaması durumunda helal değildir. Evli olup da zina eden kişi recmedilir. Kasten öldüren kişi (kısasla) öldürülür ve İslam'dan çıkıp Müslümanlara karşı savaşan kişi, ya öldürülür, ya asılır ya da İslam topraklarından sürgün edilir. " Harâitî, Mekârimu'l-Ahlâk'da, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Ureyne'den bir grup Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip Müslüman oldular. Onlardan bazılarının kasları bozulmuş, uzuvları çolak olmuş, yüzleri sararmış ve karınları büyümüştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara zekat develerinin yanına çıkmalarını, develerin sütlerinden ve idrarlarından içmelerini söyledi. Onlar da öyle yapıp şifa buldular ve sağlıklarına kavuştular. Sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) çobanını öldürdüler, develeri sürüp götürdüler ve İslam'dan çıktılar. Cibrîl gelip: “Ey Muhammed! Arkalarından adam gönder" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların arkalarından adamlar gönderdi. Cibrîl, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Gökte senin, yer de senindir. Doğu da senin batı da senindir. Allahım! Onlara yeryüzünü genişliğiyle beraber bir oğlak derisi kadar dar et ki onları yakalayayım" diye dua et" dedi. Onları yakalayıp getirdiklerinde Yüce Allah: “"Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır'" âyetini indirdi. Cibrîl, mal alıp da öldüren kişilerin asılmasını, öldürüp de mal almayan kişilerin öldürülmesini, mal alıp da öldürmeyen kişilerin ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesini söyledi. İbn Abbâs der ki: “Bu dua, kaçan köle veya herhangi bir şeyi kaybolan kişi içindir. Bu duayı edip de bir kağıda yazarak temiz bir yere gömen kişi kaybettiği şeyi mutlaka bulur." Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde ve Atâ el-Horasânî: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle demişlerdir: “Burada Muhârib olup da yol kesen hırsız kastedilmektedir. Eğer kişi öldürür ve mal alırsa asılır. Eğer öldürür de mal almazsa sadece öldürülür. Eğer mal alır da öldürmezse eli ve ayağı çapraz kesilir. Eğer bir şey almadan yakalanırsa sürgün edilir. "Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar...'" buyruğunda ise özel olarak müşrikler kastedilmektedir. Müşrik olup da muharebe halinde iken Müslümanlardan bir şey elde eden kişi yani mal alan veya kan döken kişi yakalanmadan önce tövbe ederse geçmiş hataları affedilir mânâsındadır. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Atâ ve Mücâhid'den bildiriyor: “Bu durumda idareci, muharib için vereceği hüküm hakkında muhayyerdir ve istediğini yapar. İsterse keser, isterse asar, isterse de sürgün eder." İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, Hasan ve Dahhâk bu âyeti açıklarken: “İdareci kişi muharib hakkında muhayyerdir. Onun hakkında dilediği gibi hüküm verir" dediler. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarında anlaşma olan bir kavim vardı. Bunlar anlaşmayı bozarak yol kestiler ve yeryüzünde fesat çıkardılar. Allah, Peygamberini onlar hakkında muhayyer bıraktı. Buna göre isterse öldürür, isterse asar, isterse el ve ayaklarını çaprazlama keser. "...Yahut o yerden sürülmeleridir..."buyruğunda da çaresiz kalıp yakalanan kişi kastedilmektedir. Yakalanmadan önce tövbe eden kişinin tövbesi kabul edilir. Ebû Dâvud'un Nâsih'te bildirdiğine göre Dahhâk: “Bu âyet müşrikler hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Âyetteki "Nefy" ifadesiyle muharibin yakalanması kastedilmektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: “Âyetteki "Nefy" ifadesiyle idarecinin muharibi yakalama emri vermesi kastedilmektedir. Onu ele geçirdiği zaman kendisine Allah'ın zikretmiş olduğu meşru cezalardan bir tanesini uygular" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Yahut o yerden sürülmeleridir..." âyetini açıklarken: “Burada muharibin bir şehirden diğer bir şehire sürgün edilmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, Hasan(-ı Basrî)'nin şöyle dediğini bildirir: “Âyetteki "Nefy" ifadesiyle muharibin yakalanması için takib edilmesi kastedilmektedir." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî: (.....) âyetini açıklarken: “Burada muharibin peşine düşülmesi ve yakalanamaması, bir yerde olduğu duyulduğunda yine peşine düşülmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes bu âyeti açıklarken: “Muharibleri o topraklardan sürgün ederler. Onları nerede bulurlarsa oradan başka bir yere sürgün ederler. Tâ ki düşman topraklarına yetiştirinceye kadar hep takip ederler" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: “Müslümanlara yolda korku veren kişi, o şehirden başka bir şehire sürgün edilir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların..." âyetini açıklarken: “Burada zina eden, hırsızlık yapan, birini öldüren, arazileri ve nesli helak eden kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve Saîd b. Cübeyr şöyle dediler: Mal almayan ve kan dökmeyen muharib biri gelip tövbe etti. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar..." âyetini indirdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Eşrâfta, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Şa'bî'den bildirir: Hârise b. Bedr et-Teymî, Basra ahalisinden olup yeryüzünde fesat çıkaran ve Müslümanlara karşı savaşan biriydi. O Kureyş'li bazı kişilerden, Hazret-i Ali'den kendisine emân almalarını istedi. Fakat onlar bunu kabul etmedi. Sonra Saîd b. Kays el-Hemdânî'ye gidip bunu ondan istedi. Saîd b. Kays el-Hemdânî, Ali'ye gidip: “Ey müminlerin emiri! Allah ve Resûlüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası nedir?" diye sordu. Ali: “Ya öldürülürler, ya asılırlar, ya el ve ayaklan çaprazlamasına kesilir ya da sürgün edilirler" dedi ve: “Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar..." âyetini okudu. Saîd: “Bu kişi Hârise b. Bedr olsa bile mi?" deyince, Ali: “Hârise b. Bedr olsa bile" karşılığını verdi. Bunun üzerine: “Hârise b. Bedr tövbe etmiş olarak geldi. Ona emân var mı?" diye sorunca Ali: “Evet, var" cevabını verdi. Sonra Saîd onu Ali'ye getirdi. O da, Ali'ye biat etti ve Ali biatini kabul edip ona emân verildiğine dair bir ferman yazdı. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd, Eş'as'tan, o da birinden bildiriyor: Bir kişi sabah namazını Ebû Mûsa el-Eş'arî ile beraber kılıp: “Burası tövbe edenlerin sığınma yeridir. Ben filan kişinin oğlu filanım. Ben, Allah ve Resûlüne karşı savaşanlardandım. Şimdi ise yakalanmadan önce tövbe etmiş olarak geldim" dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsa: “Filan oğlu filan Allah ve Resûlüne karşı savaşanlardandı. Şimdi ise yakalanmadan önce tövbe etmiş olarak geldi. Kimse ona iyilikten başka bir şey yapmasın. Eğer doğru söylüyorsa istediğimiz yoldadır demektir. Eğer yalan söylüyorsa umulur ki Allah ona cezasını verir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ'ya: “Hırsızlık yapıp da yakalanmadan önce gelip tövbe eden birine had (şeri ceza) uygulanır mı?" diye sorulunca: “Hayır, uygulanmaz" dedi ve: “Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin" âyetini okudu. Ebû Dâvud'un, Nâsih'te bildirdiğine göre Süddî: “Allah'a ve Resûlüne savaş açanların... cezası..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Duyduğumuza göre bu kişi öldürmüşse öldürülür, eğer mal almış ama öldürmemişse, mal aldığı için eli, savaştığı için de ayağı kesilir. Eğer hem öldürüp hem de mal almışsa, eli ve ayağı kesildikten sonra asılır. "Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar..."âyeti hakkında ise şöyle demiştir: “Bu kişi yakalanmadan önce tövbe ederek idareciye gelirse, idareci ona emân verir. Sonrasında kendisine emân verildiğini söylediği halde bir kişi onu öldürürse, kısas olarak o da öldürülür. Eğer idarecinin ona emân verdiğini bilmiyorsa maktulün diyetini öder." 35"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının, O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." Abd b. Humeyd, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah'a yaklaşmak kastedilmektedir" dedi. Hâkim'in bildirdiğine göre Huzeyfe: (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah'a yaklaşmak kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “...O'na yaklaşmaya vesile arayın..." âyetini açıklarken: “Allah'a itaat ederek ve razı olacağı ameller işleyerek kendisine yaklaşın mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Vâil: “(Allah'a) yaklaşmak amellerle olur" dedi. Tastî ve İbnu'l-Enbârî'nin, el-Vakfve'l-îbtidâ'ta, bildirdiğine göre Nâfi b. el- Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince: “Burada ihtiyaç kastedilmektedir" karşılığını verdi. Nâfi: “Araplar bunu biliyor mu?" diye sorunca: “Evet biliyor, Antere el-Absî'nin: "Şüphesiz ki erkeklerin sana ihtiyacı vardır Seni alacakları zaman sürme gekin ve kına yakın dediğini İşitmedin mi?" dedi. 36Bkz. Ayet:37 37"Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bîr katı daha kâfirlerin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler kabul edilmez. Onlara elem verici azab vardır. Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap vardır." Müslim, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Câbir b. Abdillah'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bazı kavimler Cehennemden çıkıp Cennete gireceklerdir" buyurdu. Yezîd el-Fakîr der ki: Câbir b. Abdillah'a: “Yüce Allah: “Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir..." buyurmaktadır" dediğimde, o: “Bir önceki: “Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir katı daha kafirlerin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler kabul edilmez..." âyetini oku. Burada kâfirler kastedilmektedir" dedi. Buhârî, el-Edebü'l-Müfred'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Talk b. Habîb der ki: Ben herkesten daha fazla şefaati yalanlayanlardan biri idim. Câbir b. Abdillah ile karşılaştığımda, Allah'ın, Cehennem ahalisinin ebedi olarak orada kalacaklarını zikrettiği ayetlerden bildiklerimin tümünü ona okudum. Bunun üzerine o: “Ey Talk! Sen, Allah'ın Kitab'ını ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini benden daha iyi bildiğini mi düşünüyorsun? Okumuş olduğun ayetler, müşrikler hakkındadır. Fakat (Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kasdettiği) bu topluluklar günah işleyip de azaplandırılan topluluklardır. Bunlar Cehennemden çıkarılırlar" dedikten sonra ellerini kulaklarına götürerek: “Eğer ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Onlar Cehenneme girdikten sonra tekrar çıkacaklardır» buyurduğunu işitmediysem bunlar sağır olsun. Biz de bu âyetleri senin okuduğun gibi okumaktayız" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Yüce Allah: “Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir..." buyurmuşken, sen bazı toplulukların Cehennemden çıkacağını mı iddia ediyorsun?" deyince: “Yazık sana! Bir önceki âyeti okusana. Bu âyette kâfirler kastedilmektedir" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime'den bildiriyor: Yüce Allah, yaratıklarının kaderini belirledikten sonra, Arş'ının altından, içinde: “Rahmetim gazabımı geçti. Ben merhametlilerin en merhametlisiyim" yazılı bir kitap çıkaracak. Allah Cennet ehli kadar veya iki katı kadar kişileri Cehennemden çıkaracaktır." -İkrime boğazına işaret ederek- : “Burasında Allah'ın azatlısı" diye yazılıdır" dedi. Bir kişi ona: “Ey Ebû Abdillah! Yüce Allah: “Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir..."buyurmaktadır" deyince: “Yazık sana! Onlar Cehennem ahalisinin kalıcılarıdır" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Eş'as der ki: Hasan(-ı Basrî)'ye: “Şefaati hak olarak mı görüyorsun?" diye sorunca, Hasan: “Evet, haktır" karşılığını verdi. Peki, Allah'ın: “Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkabilecek değillerdir..." âyetini gördün mü?" diye sorduğumda: “Vallahi! Sen hiç bir şeyde yanlış etmezsin. Allah'ın buyurmuş olduğu gibi Cehennemin kendisinden çıkmayacak ahalisi vardır" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Mâlik'ten bildiriyor: (.....) âyeti: “Ara verilmeden sürekli azap vardır mânâsındadır" dedi. 38"Yaptıklarına bîr karşılık ve Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah» mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Necd el-Hanefî der ki: İbn Abbâs'a: “...Hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin..." âyeti hususi mi, umumi midir?" diye sorduğumda: “Umumudir" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Necd b. Nufey' der ki: İbn Abbâs'a: “...Hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir" âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Hırsız, erkek te olsa, kadın da olsa eli kesilir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti (.....) şeklinde okumuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî der ki: “Bu âyet bizim kıraatımızda" -Belki de Abdullah'ın kıraatında demiştir-(.....) şeklindedir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu konuda onlara acımayın Çünkü Yüce Allah bunu emretmektedir. Bize nakledildiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Fasıklara karşı katı olun ve onları birbirinden ayırıp bir araya gelmelerine engel olunuz" derdi. Buhârî ve Müslim'in, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hırsızın eli bir dinarın dörtte birini veya daha fazlasını çalmasıyla kesilir" buyurmuştur. Abdurrezzâk, Musannef’te, İbn Cüreyc ve Amr b. Şu'ayb'dan bildiriyor: İslam'da ilk had uygulaması hırsızlık yapıp ta Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirilen kişiye yapılmıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elinin kesilmesini emretmişti. Adamın etrafı sarılınca Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzüne bakıldı ve sanki yüzüne kül serpilmişti. Bunun üzerine ashâb: “Yâ Resûlallah! Bunu kesmek sana ağır geldi galiba!" deyince: “Siz kardeşinize şeytana karşı yardımcı olduktan sonra beni bundan kim men eder?" buyurdu. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “İstersen onu bırak" dediklerinde: “Onu, bana getirmeden önce niye bırakmadınız ki? İdareci kişi cezayı hak eden kişinin cezasını durduramaz" buyurdu. 39"Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." Ahmed, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Amr'dan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında hırsızlık yapan bir kadının sağ eli kesilmişti. Kadın: “Yâ Resûlallah! Benim tövbem kabul edilir mi?" diye sorunca: “Evet edilir, sen bu günahından dolayı bu gün annenden doğmuş gibi günahsız birisin" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah, Mâide sûresinin: “Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder..." âyetini açıklarken: “Had, günahın kefaretidir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Muhammed b. Abdirrahman b. Sevbân der ki: Hırka çalan bir kişi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirilmişti ki, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onun çalmış olduğunu zannetmiyorum, çaldın mı?" diye sordu. Adam: “Evet çaldım" karşılığını verince: “Onu götürüp elini kesin ve kanını durdurup bana geri getirin" buyurdu. Ashâb öyle yapıp adamı geri getirdiğinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Allah'a tövbe et" buyurdu. O da: “Allah'a tövbe ettim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Onun tövbesini kabul et" diye dua etti. Abdurrezzâk, İbn Münkedir'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kişinin elini kesti ve kanının durdurulmasını emretti. Kanı durdurulunca da ona: “Allah'a tövbe et" buyurdu. O da: “Allah'a tövbe ettim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kişi hırsızlık yapıp eli kesildiği zaman o eli ateşe düşer. Bu kişi hırsızlığa devam ederse elinin peşinden gitmiş olur. Eğer tövbe ederse elini ateşten çıkarmış olur" buyurdu. Yani onu ateşten almış olur. 40Ey İnsan! Sen bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allah’ındır. O dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir. 41"Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dînlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: «Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.» Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, âhirette ise yine onlara büyük bir azap vardır." İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin...'" âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler ve münafıklar kastedilmektedir" dedi. Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir-, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yüce Allah: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir" âyetlerini Yahudilerden iki grup hakkında indirmiştir. Cahiliye zamanında gruplardan biri diğerini kahretmişti. Ancak şartlı olarak anlaşıp sulh yapmışlardı. Bu anlaşma, eğer eşraftan sayılan kişi zelil olanlardan birini öldürürse diyet olarak elli vesak, zelil kişi eşraftan sayılan birini öldürürse diyet olarak yüz vesak hurma verecek şeklindeydi. Bu durum Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelene kadar öyle devam etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha onlarla savaşmamış iken o iki grupta gelmesinden dolayı zelil olmuştu. Zelil olanlardan bir kişi eşraftan bir kişiyi öldürmüştü. Eşraf, zelillere diyet olarak yüz vesak hurma göndermeleri için haber gönderdi. Bunlar da: “Bu iki grupta bu asla olmaz. Dinleri, nesepleri ve şehirleri bir olduğu halde birinin diyeti, diğerinin diyetinin yarısı kadar olur mu! Biz bunu size zulmünüzden korktuğumuz için ödüyorduk. Ancak şimdi Muhammed gelmiş bulunmaktadır. Size istediğinizi vermeyeceğiz" dediler. Aralarında tekrar savaş başlıyacakken barış yaptılar ve Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarında hakem kıldılar. Eşraf bunu düşünüp: “Vallahi Muhammed, sizin onlara verdiğinizin daha fazlasını verecek değildir. Onlar doğru söylüyor. Bize bu şekilde vermeleri bizim onlan kahredip zulmetmemizdendir. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), bize görüşünü bildirecek birini gönderin. Eğer size istediğinizi verecek olursa hükmünü kabul edersiniz. Eğer istediğiniz gibi vermezse ondan sakınırsınız" dediler ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) görüşünü almak için münafıklardan bir grup gönderdiler. Bunlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiklerinde, Yüce Allah, Resûlüne onların durumunu ve isteklerini bildirip: “Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının." Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, âhirette ise yine onlara büyük bir azap vardır... İncil ehli Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir" âyetlerini indirdi. Vallahi! Bu âyetler onlar hakkında inmiştir. Yüce Allah bu âyetlerde onları kasdetmektedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî: “...Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin..." âyetini açıklarken: “Yahudilerden bir kişi kendi dinlerinden birini öldürmüştü. Öldüren taraf Müslümanlarla anlaşmalı olduğu kişilere: “Bu konuyu Muhammed'e sorun. Eğer diyeti ödeme hükmünü verirse yanında muhakeme yaparız. Eğer öldürmeye hüküm verecekse yanına gitmeyiz" dediler. İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Beyhakî, Sünen'de Ebû Hureyre'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman Yahudilerin hahamları medreselerinde toplandılar. Yahudilerden evli bir adam, evli bir kadınla zina etmişti. Hahamlar: “Bu erkeği ve kadını Muhammed'e gönderin. Bunların hükümlerinin ne olduğunu sorun ve onun bu konuda hüküm vermesini isteyin. Eğer sizin yaptığınız gibi zifte batırılmış iple dövüldükten sonra yüzlerini kömürle karartmanızı, her birini bir eşeğe ters bindirmenizi söylerse ona uyun. Çünkü böyle bir hüküm verecek olursa o, kavmin efendisi ve kralıdır. Eğer onlar hakkında recmetme hükmü verirse o, peygamberdir ve elinizdekini çekip almasından sakının" dediler. Onlar Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Muhammed! Bu evlendikten sonra evli bir kadınla zina etmiş biridir. Bunlar hakkında hüküm ver. Biz bunlar hakkında hüküm verme işini sana bıraktık" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yürüyüp hahamlarının yanına medreseye gitti. Onlara: “Ey Yahudiler topluluğu! Bana bilgili kişilerinizi çıkarın" buyurdu. Yahudiler Abdullah b. Sûriye, Ebû Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahûde'yi çıkarıp: “Bunlar âlimlerimizdir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara sorular sorup durumlarını öğrendi. Sonunda Abdullah b. Sûriye için: “Bu kişi, Tevrat konusunda aramızdaki en bilgili kişidir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o zaman Abdullah b. Sûriye ile baş başa kaldı. O, Yahudi âlimlerinin en genci ve yaşça en küçükleri olanıydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla bu konuyu konuşup: “Ey Abdullah b. Sûriye! Allah için söylemeni isterim ve İsrâil oğulları zamanında Allah'ın neler yaptığını hatırlatırım. Evli olup da zina eden kişi hakkında Allah'ın, Tevrat'ta hüküm verdiğini bilmiyor musun?" diye sorunca: “Allahıma yemin olsun ki, biliyorum. Vallahi! Ey Ebu'l-Kâsım! Senin gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyorlar ve sana hased ediyorlar" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktı ve taşlanmalarını emretti. Bunun üzerine Mescid'inin önünde recmedildiler. Sonra İbn Sûriye küfretti ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberliğini inkar etti. Yüce Allah da: “Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: «Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.» Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, âhirette ise yine onlara büyük bir azap vardır" âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk recmettiği kişiler Yahudilerdendir. Yahudiler birbirlerine: “Haydi bu Peygambere gidelim. O, cezaları hafifletmek üzere gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bize recm dışında bir fetva verirse kabul ederiz ve bunu hüccet olarak gösterip: «Bu fetvayı bize peygamberlerinden bir Peygamber vermişti» deriz" dediler. Bu şekilde Mescid'de ashâbıyla beraber oturan Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına giderek: “Ey Ebu'l- Kâsım! Zina eden bir erkek ve kadın hakkında ne dersin?" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların medreselerinin kapısına varıncaya kadar bir şey konuşmadı. Kapıya ulaşınca da: “Size, Tevrat'ı, Mûsa'ya (aleyhisselam) indiren hakkı için soruyorum! Evli olup da zina edenlerin hükmünü Tevrat'ta nasıl buluyorsunuz?" diye sordu. Oradakiler: “Yüzü kömürle karartılır, tecbih edilir ve celd edilir" dediler." -Tecbih etmek, zina edenlerin merkebe ters bindirilmeleridir.- "Fakat aralarından bir genç sessiz kalmıştı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu gencin sessiz kaldığını görünce, ona ısrarla yemin ettirdi. Genç: “Allah adına bize yemin ettirdiğin için söylüyorum ki, biz Tevrat'ta recmi buluyoruz" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tevrat'ta ilk hafifletip kolaylaştırdığınız olay nedir?" diye sorunca, genç: “Krallarımızdan birisinin bir yakını zina etmiş ve kral onun recmedilmesini ertelemişti. Başka biri zina edince kral onun recmedilmesini emretti. Bunun üzerine bu kişinin yakınları: “Vallahi! Senin yakının recmedilmedikçe bizim yakınımızda recmedilmeyecektir" dediler ve bu ceza üzerine anlaştılar" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben Tevrat ile hükmedeceğim" buyurdu ve emri üzeri recmedildiler. Zührî der ki: “Bize söylendiğine göre: “Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi..." âyeti onlar hakkında inmiştir. Hazret-i Peygamber de (sallallahü aleyhi ve sellem) onunla hükmedenlerdendir. Ahmed, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, Nâsih'te Nehhâs, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Yüzü kömürle karartılmış ve kırbaçlanmış biri Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirilmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudileri çağırıp: “Zina eden kişiye had (ceza) olarak kitabınızda bunu mu buldunuz?" buyurdu. Yahudiler: “Evet" cevabını verince onlardan âlim olan birini çağırdı ve: “Allah için soruyorum! Siz zina eden kişi için had (şeri ceza) olarak kitabınızda bunu mu buluyorsunuz?" diye sordu. O: “Hayır! Eğer bana yemin ettirmeseydin sana bunu söylemezdim. Biz kitabımızda onu recm olarak buluyoruz. Ancak zina, şerefli saydığımız kişiler arasında çoğaldı. Bu konuda şerefli birini yakalarsak onu geri bırakıyor, zayıf birini yakalarsak ona had (şeri ceza) uyguluyoruz. Bunun üzerine «Gelin şerefliye de, zayıfa da uygulayacağımız bir şeyde birleşelim» dedik ve yüzü kömürle karartmaya ve recm yerine de kamçı vurmaya karar kıldık" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Öldürülmüş olan emrini ilk ihya eden benim" deyip recmedilmesini emretti ve adam recmedildi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla «İnandık» diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun..."âyetini indirdi. Yahudiler: “Muhammed'e gidin, eğer size yüzü boyamak ve kamçı vurmak üzere fetva verirse alınız. Eğer recm ile fetva verirse sakınınız" diyordu. Bu konuda Yüce Allah "...Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir" âyetini indirdi. Yine Yahudiler hakkında Yüce Allah "...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir, ...Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır" âyetlerini indirdi. Bu âyetlerin hepsi de kâfirler hakkında inmiştir. Buhârî ve Müslim'in bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: “Yahudiler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip, kendilerinden bir erkekle bir kadının zina ettiğini söyleyince: “Siz bu konuda Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Yahudiler: “Onları halkın içinde ifşa ederek rezil etmeyi ve kırbaçlamayı buluyoruz" cevabını verdiler. Abdullah b. Selâm: “Yalan söylüyorsunuz, Tevrat'ta recm bulunmaktadır" dedi. Tevrat'ı getirip baktıklarında bir kişi recm âyetinin üzerine elini koyup elinin dışında kalan bölümü okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm: “Elini kaldır" deyince, elini kaldırdı ve recm âyeti ortaya çıktı. Sonra Yahudiler: “Doğru söyledi" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzere de bu kişiler recmedildi. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada Yahudiler kastedilmektedir. Onlardan bir kadın zina etmişti. Tevrat'ta da zinanın hükmü recmedilmekti. Onlar kadını recmetmeyi istemeyip: “Siz Muhammed'e gidin. Umulur ki, yanında öyle bir şeye ruhsat vardır. Eğer onda öyle bir ruhsat varsa kabul edin" dediler. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Ey Ebu'l-Kâsım! Bizden bir kadın zina etmiştir. Onun hakkında ne hüküm verirsin?" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: “Tevrat'ta, zina hakkında Allah'ın hükmü nedir?" diye sorunca: “Tevrat'ı bırak, senin yanında bu konuda ne hüküm vardır?" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Mûsa'ya indirilmiş olan Tevrat üzerinde içinizde en bilgili olan kişileri bana getirin" buyurdu. (Onlarda içlerinde Tevrat'ta en bilgili kişiyi getirince, ona): “Sizi Firavun ailesinden kurtaran ve denizi ikiye bölerek sizi kurtarıp ta Firavun ailesini helak eden hakkı için söyleyin! Zina hakkında Tevrat'taki hüküm nedir?" diye sorunca: “Tevrat'taki hüküm recimdir" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının recmedilmesini emretti ve kadın taşlandı. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “...Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler..." âyetini açıklarken: “Burada Medine ve Fedek Yahudileri kastedilmektedir" dedi. "...Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler..."' âyeti hakkında ise: “Fedek Yahudileri, Medine Yahudilerine: «Eğer size kırbaçlama hükmünü verirse kabul edin. Eğer başka bir şey verirse ondan sakının» derlerdi" dedi. Humeydî, Müsned'de, Ebû Dâvud, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: “Fedek ahalisinden bir kişi zina etmişti. Fedek ahalisi, Medine Yahudilerinden birilerine: “Bu konuyu Muhammed'e sorun. Eğer size kırbaçlamayı emrederse onu tutun. Eğer recmi emrederse tutmayın" diye bir mektup yazdılar. Medine Yahudileri bu konuyu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında: “İçinizden en bilgili iki kişiyi bana getirin" buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler kendisine İbn Sûriye denilen kör biri ile başka birini daha getirdiler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu iki kişiye: “İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanınızda mı?" deyince: “Evet yanımızdadır" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “isrâil oğullarına denizi yaran, onları bulutla gölgelendiren, onları Firavun ailesinden kurtaran, Tevrat'ı Mûsa'ya indiren ve İsrâil oğullarına bıldırcın ve kudret helvası indiren hakkı için söyleyin! Recm hakkında Tevrat'ta ne bulmaktasınız?" diye sorunca da, biri diğerine: “Daha önce asla böylesi bir yemin ettirilmemiştim" dedi. Sonra: “Biz, kadına bakmayı, sarılmayı ve onu öpmeyi zina sayarız. Eğer dört kişi erkeğin kadının üstünde gidip geldiğini ve erkeklik organının kadının cinsel organından milin sürme kabında kaybolması gibi kaybolduğunu görüp şahitlik ederlerse recmedilmesi o zaman vacip olur. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet öyledir" buyurup adamın recmedilmesini emretti ve adam recmedildi. Sonra da: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “... Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: “Bu âyet Ensâr'dan bir kişi hakkında inmiştir. Bu kişinin Ebû Lübâbe olduğu zannedilmektedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyza'lıları kuşattığı zaman, bunlar Ebû Lübâbe'ye işaret ederek (Muhammed) bize ne yapacak diye sorduklarında, o da, onlara (boğazını) işaret ederek: “Kesecektir" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler..." âyetini açıklarken: “Bunlar Ebû Busr ve arkadaşlarıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil: “...Sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler..." âyetini açıklarken: “Burada Hayber Yahudileri kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Mücâhid: “...Sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudileri dinleyenler kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: “...Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirirler..." âyetini açıklarken: “Tevrat'ta: «Ey İsrâil oğulları! Ey hahamlarımın çocukları» derken, onlar bunu değiştirip: “Ey ilk evlatlarımın çocukları" diye yazdılar. "...Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirirler..." âyeti da bu mânâdadır. İbrâhîm bunu: (.....) şeklinde okumaktaydı. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: «Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.» Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, âhirette ise yine onlara büyük bir azap vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu olayın Kureyza ve Nadîr oğulları hakkında olduğu söylenmektedir. Nadîr oğullarından bir kişi Kureyza oğullarından birini öldürmüştü. Nadîr oğulları da, Kureyza oğullarından daha üstün sayıldığı için öylesi bir durumda katil öldürülmez maktülün kanına karşılık diyet verilirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince Kureyza oğulları kısas isteriz diyerek aralarını bulması için davayı Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkarmak istediler. Münafıklardan bir kişi kendilerine: “Katil kişi bunu kasıtlı öldürmüştür. Eğer bu davayı Muhammed'e çıkarırsanız size kısas uygulamasından korkuyorum. Eğer sizden diyeti kabul edecek olursa ona uyun. Bunun dışında ondan sakının" dedi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun..." âyetini açıklarken: “Yahudiler münafıklara: «Eğer vereceği hüküm, sizin istediğinize mutabık ise ona uyun. Aksi takdirde ondan sakının» demekteydi" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esma ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: “"...Kelimelerin... yerlerini değiştirirler... Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun... Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın" âyetini açıklarken şöyle dedi: Burada Allah'ın, Tevrat'taki hadleri kastedilmektedir. (Yahudiler) "Eğer Muhammed size, sizin bulunduğunuz şey üzere emir verirse onu tutun. Aksi takdirde ondan sakının" derlerdi. Allah birinin sapıklığa düşmesini dilediği zaman da, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) artık bir şey yapamayacağı kastedilmektedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Onlara dünyada bir rüsvaylık... vardır" âyetini açıklarken: “Onların dünyadaki rüsvaylıkları Mehdî'nin gelip Kostantiniyye'yi fethettiği zaman onları öldürmesidir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “...Onlara dünyada bir rüsvaylık... vardır" âyetini açıklarken: “Rum şehirlerinden bir şehrin fethedilmesi ve esir düşmeleri kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Katâde: “...Onlara dünyada bir rüsvaylık... vardır" âyetini açıklarken: “Onların küçülmüş bir şekilde elleriyle cizye vermeleri kastedilmektedir" dedi. 42"Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir...'" âyetini açıklarken: “Burada onların hüküm verirken rüşvet aldıkları ve yalan hükümler verdikleri kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Onlar, yalanı çok dinleyen ve haramı çok yiyenlerdir..." âyetini açıklarken: “Burada çokça yalan sözler dinleyen ve rüşvet yiyen Yahudiler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Suht" ifadesi dinde rüşvet mânâsındadır" demiştir. Süfyân ise: “Yani hüküm verirken rüşvet almaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Kim bir kişiye bir zulmünden dolayı veya bir haksızlığı üzerinden atması için şefaat eder de, sonra kendisine bu kişi tarafından bir hediye verilirse o da bu hediyeyi kabul ederse işte bu suhttur" dedi. Kendisine: “Ey Ebû Abdirrahman! Biz suht ifadesini hüküm vermedeki rüşvet sanırdık" dediklerinde: “O küfürdür, zira Yüce Allah: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" buyurmaktadır" dedi.' Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a suht ifadesinin mânâsı sorulunca: “Bu rüşvettir" cevabını verdi. "Bu, hüküm vermede midir?" denilince de: “O (dediğin) küfürdür, zira Yüce Allah: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" buyurmaktadır" dedi. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a suht ifadesinin mânâsı hüküm vermede rüşvet almak mıdır?" diye sorulunca: “Hayır, zira Yüce Allah: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir... Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir" buyurmaktadır. Biri senden, bir haksızlığa karşı yardım talebinde bulunur ve sen ona yardımda bulunursun. Sonra o sana bir hediye takdim eder. İşte senin de bu hediyeyi kabul etmen suhttur" karşılığını verdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mesrûk der ki: Ömer b. el-Hattâb'a: “Sana göre hüküm vermede rüşvet almak suhttan mı sayılır?" diye sorduğumda: “Hayır hüküm vermede rüşvet almak suht değil küfürdür. Birinin kralın yanında bir değeri ve makamı olur. Diğer birinin de kralın yanında bir haceti vardır. Bu kişi biri vasıtasıyla krala bir hediye vermedikçe o hacetini giderememektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hakimin rüşvet alması haramdır. Bu da Allah'ın Kitâb'ında zikretmiş olduğu suhttur" buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Suht ile gelişen her beden ateşe daha layıktır" buyurmuştur. "Yâ Resûlallah! Suht nedir?" denildiğinde: “Hüküm vermede rüşvet almaktır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit'e suht ifadesinin mânâsı sorulunca: “Bu, rüşvettir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e, suht ifadesinin mânâsı sorulunca: “Bu, rüşvettir" dedi. Kendisine: “Bu, hüküm vermede alınan rüşvet mi?" diye sorulunca: “Hayır, o (dediğin) küfürdür" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ömer. "İnsanların yediği iki çeşit suht vardır. Bunlar hüküm verirken alınan rüşvet ve fuhuş işleyen kadının aldığı ücrettir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: “Şuhtun sekiz kapısı vardır. Bunların başta geleni hâkimin aldığı rüşvettir. Diğerleri ise zina karşılığında alınan ücret, damızlık hayvanın tohumu karşılığında alınan ücret, ölü hayvanın satışında elde edilen ücret, içki alışverişinden elde edilen ücret, köpek alışverişinden elde edilen kazanç, hacamatçının aldığı ücret ve kâhinin aldığı ücrettir." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Tarf der ki: “Hazret-i Ali bazı kişilerin arasında ücretle taksimat yapan birini görünce, ona: “Sen suht yiyorsun" dedi. Firyâbî ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Zina karşılığı alınan ücret, av köpekleri hariç köpek alışverişinden elde edilen kazanç ve hüküm vermede alınan bir şey suhttandır" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Merdûye'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İdarecileri verilen hediye suhttur" buyurmuştur. İbn Merdûye ve Deylemî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Altı haslet vardır ki, bunlar suhttan sayılır. Bunlar, idarecinin rüşvet alması ki, bu en pis olanıdır. Köpek alışverişinden elde edilen kazanç, damızlık hayvanın tohumu karşılığında alınan ücret, zina karşılığı alınan ücret ve hacamatçının aldığı ücret ve kâhinin aldığı ücrettir. " Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Tâvus: “Memurlara verilen hediye suhttur" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Saîd der ki: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Revâha'yı, Hayber ahalisine elçi olarak gönderdiği zaman ona hediyeler verdiler. Abdullah b. Revâha: “Bu, suhttur" dedi ve hediyeleri kabul etmedi. Abdurrezzâk, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Abdullah b. Amr b. el-Âs: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüşvet alanı da, verenide lanetlemiştir" dedi. Ahmed ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Sevbân: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüşvet alanı, vereni ve aracı olanı lanetlemiştir" dedi. Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüşvet alanı, vereni ve aracı olanı lanetlemiştir. Hâkim'in, İbn Abbâs'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim on kişinin idareciliğini üstüne alır da onların istediği şekilde hüküm verirse kıyamet gününde elleri kelepçeli bir şekilde gelir. Hükmünde adil davranıp rüşvet almayan ve ikramı kabul etmeyen kişinin Allah ellerini çözer. Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyip rüşvet alan ve ikramı kabul edenin elleri kenetlenir ve Cehenneme atılır. Beşyüz senede de Cehennemin dibine ulaşamaz. " İbn Merdûye'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benden sonra içkiyi şıra diye helal kılacak, pis şeyleri sadaka sayacak, şuhtu (haramı) hediye sayacak, toplumu sindirmek için suçsuzları öldürecek idareciler olacaktır. Onlara nasihat edildiğinde daha da azarlar" buyurmuştur. Hatîb'in, Târih'te, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hacamat yapanın elde ettiği ücret, köpek alışverişinden elde edilen kazanç ve zina karşılığında alınan ücret suhttandır" buyurdu. Saîd b. Mansûr ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Hüküm verirken rüşvet almak, zina karşılığı ücret almak, köpek, maymun domuz ve içki alışverişiyle kazanç elde etmek, ölü hayvanın satışından elde edilen ücret, kan parası, damızlık hayvanın tohumu karşılığında alınan ücret, ağıt yaparak ve şarkı söyleyerek elde edilen kazanç, kâhinlik ve sihirbazlık ederek elde edilen kazanç, kıssa anlatarak elde edilen kazanç, tabaklanmış olanlar dışında vahşi hayvanların derisinden elde edilen kazanç, (canlılara ait) resim yapmaktan elde edilen kazanç, aracılık için verilen hediye ve birinin yerine savaşa çıkma karşılığı alınan para suhttandır." Abd b. Humeyd, Abdullah b. Şakîk'in: “Öğretmenlerin aldığı bu (hediye) ekmekler suhttandır" dediğini söylemiştir. İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Mâide süresinde iki âyet neshedilmiştir. Bunlar Kalâid âyeti ve: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyetidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda muhayyer bırakılmıştı. Dilerse Yahudiler arasında hüküm verir, dilerse de onları kendi hükümlerine red ederdi. "Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma..." âyeti nâzil oldu ve Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), aralarında kendi kitabımıza göre hüküm vermesi emredildi. Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir...'" âyetini: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma..." âyeti neshetti" dedi. Abdurrezzâk, İkrime'den bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Şihâb: “Mâide süresindeki "...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyeti recm ile ilgilidir" dedi. İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, İkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Mâide süresindeki: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever" âyeti Nadîr oğulları ve Kureyza oğullarının diyeti hakkında nâzil olmuştur. Nadîr oğulları Kureyza oğullarından daha üstün sayıldıkları için, Kureyza oğulları kendilerinden birini öldürdüğü zaman tam diyet öderdi. Nadîr oğulları ise Kurayza oğullarına yarım diyet öderdi. Bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) davalaşmak için geldiklerinde Yüce Allah bu âyeti indirdi. Bu âyetle de Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara hakkı gösterip aralarında eşitlik sağladı. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kureyza oğulları ve Nadîr oğulları vardı. Nadîr oğulları, Kureyza oğullarından daha üstün sayılırdı. Nadîr oğullarından biri Kureyza oğullarından birini öldürürse diyet olarak yüz vesak hurma öderdi. Kureyza oğullarından biri Nadîr oğullarından birini öldürürse kısas yapılıp katil öldürülürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman Nadîr oğullarından biri Kureyza oğullarından birini öldürdü. Kureyza oğulları: “Katili bize verin, onu öldüreceğiz" deyince, Nadîr oğulları: “Aramızda bu meseleyi halledecek Allah'ın Peygamberi bulunmaktadır, ona gidelim" dediler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldiklerinde: “...Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet...'" âyeti nâzil oldu. "Kist" ifadesi cana karşı can demektir. Sonra da: “Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar..."' âyeti nâzil oldu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir şeyden sorumlu değildi. İsterse aralarında hüküm verir, istemezse de vermezdi. Sonra: “...Onlardan yüz çevirecek olursan, sana asla hiçbir zarar veremezler..." âyetini "Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma..." âyeti neshetti. Abd b. Humeyd ve Nehhâs'ın, Nâsih'te bildirdiğine göre Şa'bî: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyetini açıklarken: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) isterse aralarında hüküm verir, istemezse de vermez" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî) ve Şa'bî: “Yahudiler, Müslüman bir hâkimin yanına geldiklerinde isterse aralarında hüküm verir, istemezse de vermez. Eğer hüküm verecekse aralarında Allah'ın indirdikleriyle hüküm verir" dediler. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) bu âyeti açıklarken: “O (hüküm verip vermemekte) muhayyerdir" demiştir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr, zimmet ahalisinden Müslüman hâkimlerin yanına gidenler hakkında: “Onlar, aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmederler" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Mücâhid'in: “Zimmet ahalisi Müslümanların yanma gittikleri vakit, onlara Müslümanların hükmü ile hükmedilir" dediğini bildirir. Saîd b. Mansür, Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbrâhîm et-Teymî: “...Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet..." âyetini açıklarken: “Burada recmetmekle hükmetmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “...Çünkü Allah, âdil davrananları sever" âyetini açıklarken: “Burada hem söz, hem amel ile adil olanlar kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Zührî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: Sünnete göre, onlar haklarında ve miras konularında kendi dinlerine havale edilirler. Ancak kendi istekleriyle bir ceza hususunda hüküm almak için bize gelecek olurlarsa, aralarında Allah'ın Kitabı ile hükmedilir. Zira Yüce Allah, Peygamberine: “...Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet..." buyurmaktadır. 43"İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir" İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: Yüzü kömür ile karartılmış ve kırbaçlanmış Yahudi bir adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına getirilince: “Buna ne olmuş?" diye sordu. "Bu zina etmiştir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Yahudilere: “Siz kitabınızda zina eden kişi için had (şeri ceza) olarak ne buluyor sunuz?" deyince: “Biz haddi, yüzü kömürle karartmak ve kırbaçlamak olarak buluyoruz" cevabını verdiler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “En bilgili kişiniz hanginizdir?" diye sorunca da: -yemin ederek bir adam için- "Filan kişidir" dediler. O kişiyi getirtip bunu kendisine de sordu. O: “Biz haddi, yüzü kömürle karartmak ve kırbaçlamak olarak buluyoruz" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ona yemin ettirerek: Allah için soruyorum! Siz kitabınızda zina eden kişi için had (ceza) olarak ne buluyorsunuz?" diye sordu. Adam: “Biz kitabımızda onu recm olarak buluyoruz. Ancak zina, şerefli saydığımız kişiler arasında çoğaldı. Bunun üzerine bunu şerefli kişilerden kaldırıp sadece zayıf kişilere uygulamaya başladık. Biz de bunların aralarında eşit olacak bir şey yapalım dedik ve yüzü kömürle karartıp kırbaçlamaya başladık" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Öldürülmüş olan emrini ilk ihya eden benim" deyip, recmedilmesini emretti ve adam recmedildi. Yahudiler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bu haberi veren adama saldırıp sövmeye ve: “Eğer senin öyle şeyler söyleyeceğini bilseydik: «En bilgili kişimiz budur» demezdik" demeye başladılar. Bundan sonrada Yahudiler, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) zina eden kişi için had olarak ne bulduğunu sormaya başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir" âyetini indirdi. Resûlullah ta (sallallahü aleyhi ve sellem) Onlara bu âyeti okudu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar..."' âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın hadleri kastedilmektedir. Yüce Allah, Tevrat'taki hükümlerini de Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) beyan ederek: “Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık...'" buyurmuştur" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar..." âyetini açıklarken: “Tevrat'ta, tartıştıkları öldürme hakkındaki hükmün açıklanmış olduğu kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir" âyetini açıklarken: “Tevrat'ta, evli olup da zina eden erkek ve kadının recm edilmesi ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman edip onu tasdik etmek gerektiği bildirilmektedir. Buna rağmen her şey açıklandıktan sonra Yahudiler haktan yüz çevirdiler" dedi. 44"Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi, çünkü bunlar Allah'ın Kitab'ını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil: “Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah'ın Kitab'ını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Tevrat'ta insanları doğru yola ileten hidayet ve karanlıkları aydınlatan bir nur vardır. Mûsa'dan (aleyhisselam), İsa'ya (aleyhisselam) kadar olan bütün peygamberler lehlerine ve aleyhlerine onunla hükmetmişlerdir. Yine Rabbaniler ve hahamlar onunla hükmetmişlerdir. Onlar Allah'ın Kitâb'ından recm olayını ve Muhammed'e iman etmenin gerekli olduğunu öğrenmişlerdir. Burada Yüce Allah: “Muhammed'i ve recmi açığa çıkarın ve onları gizlemekle benden korkun" buyurmaktadır. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Rabbaniyyun ifadesiyle yahudilerin bilginleri, Ahbâr ifadesiylede âlimleri kastedilmektedir. Bize nakledildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet nâzil olduğu zaman: “Yahudiler hakkında ve onların dışındaki dinler ahalisi hakkında da biz hüküm vereceğiz" buyurmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan: “...(Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi..." âyetini açıklarken: “Burada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Yahudiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre ikrime: “...(Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi...'" âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın indirmiş olduğu hükümlerle hükmeden Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve kendisinden önce geçen diğer peygamberler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudilerin (Tevrat) okuyucuları ve fakihleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi..."' âyetini açıklarken: “Burada Yahudilerin fakihleri ve âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Rabbaniyyun ifadesiyle Ahbâr'dan daha üstün olan Yahudilerin fakih âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Rabbaniyyun ifadesiyle Yahudilerin fakihleri, Ahbâr ifadesiylede âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Rabbaniyyun ifadesiyle Yahudilerin idarecileri, Ahbâr ifadesiyle de âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir: “Yahudilerden kendilerine İbn Sûriye'nin iki oğlu denilen iki kardeş vardı. Bu iki kardeş Müslüman olmadan Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) tabi olmuşlar ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine Tevrat'tan ne sorarsa ona söyleyeceklerine dair ahid vermişlerdi. Bunlardan biri Rabbani, diğeri de Hibr idi. Onlar Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) birşeyler öğrenebilmek için kendisine tabi olmuşlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları çağırıp ileri gelenlerin ve zayıfların zina etmesi durumunda hükmün ne olduğunu ve bu hükmü nasıl değiştirdiklerini sordu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Şüphesiz Tevrat'ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah'a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb'e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi...'" âyetini indirdi. Burada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve İbn Sûriye'nin iki oğlu kastedilmektedir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan: “Rabbaniyyun ifadesiyle Allah'a ibadet edip te Allah'tan hakkıyla korkanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Rabbaniyyun ifadesiyle Allah'a ibadet edenler, Ahbâr ifadesiyle de âlimler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Rabbaniyyun ifadesiyle derin âlimler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: (.....) ifadesiyle müminler, (.....) ifadesiyle de kâriler kastedilmektedir. "...Onlar Tevrat'ın hak olduğuna da şahit idiler..." âyeti ise, Rabbâniyyun ve Ahbâr'ın, Tevrat'ın Allah katından hak olarak geldiğini bildiren Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) şahitlik etmeleri mânâsındadır. Yahudiler Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiş ve o, aralarında Allah'ın indirdikleriyle hüküm kılmıştır." İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun..."" âyetini açıklarken: “Burada Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmetine hitab edilmiştir" dedi. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirul-Usûl'da ve İbn Asâkir, Nâfi'nin şöyle dediğini bildirir: İbn Ömer ile beraber bir yolculukta idik. Bir arslanın ileride yolcuların yolunu kestiği söylenince, İbn Ömer bineğini hızlandırıp arslanın yanına yetişti. Onun kulağını çekerek oturttu ve: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «İnsanoğluna korktuğu şey musallat edilir. İnsanoğlu Allah'tan başka bir şeyden korkmayacak olsa kendisinden başka kimseyi ona musallat kılmaz. İnsanoğlu kime ümidini bağlarsa Allah bu kişiyi ona muhtaç eder. Eğer insanoğlu, Allah'tan başka kimseye ümit bağlamasa Allah onu kendisinden başka kimseye muhtaç etmez» buyurduğunu işittim" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “...İnsanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ..."' âyetini açıklarken: “Böylesi bir korku yüzünden veya az bir şeye karşılık indirdiklerimi gizli tutmayın mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin..." âyetini açıklarken: “Kitabımı kullanarak haram yemeyin mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler..." âyetini açıklarken: “Allah'ın indirdiği hükümleri inkar eden kâfirdir. Ancak bu hükümlerin hak olduğunu ikrar edip te onlarla hükmetmeyen kişi ise zalim ve fasıktır" dedi. Saîd b. Mansûr, Firyâbî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Buradaki küfür, dinden çıkma veya milletini değiştirme gibi bir küfür değildir. Böylesi bir küfürden daha aşağı bir küfürdür" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Burada küfür vardır. Ancak Allah'ı ve âhiret gününü inkar etme gibi bir küfür değildir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ b. Ebî Rebâh: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Burada küfürden daha aşağıda bir küfür, zulümden daha az bir zulüm, fısktan daha az bir fasıkhk kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansür, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyeti, özel olarak Yahudiler hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr, Ebû Sâlih'in şöyle dediğini bildirir: “Mâide süresindeki: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir" bu üç âyette İslam ahalisi hakkında bir şey yoktur. Bunlar kâfirler hakkında inmiştir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir'" âyetlerini açıklarken: “Bu âyetler, Ehl-i Kitâb hakkında inmiştir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İkrime: “Bu âyetler Ehl-i Kitâb hakkında inmiştir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir" âyetlerini açıklarken: “Bu âyetler İsrâil oğulları hakkında inmiştir. Ancak (Yüce Allah) bu âyetleri bu ümmete de geçerli kılmıştır" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Bu âyet, Yahudiler hakkında nâzil olmuştur; ama bizim için de geçerlidir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Şa'bî'nin şöyle dediğini bildirir: “Mâide süresindeki: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler.. ." diye geçen üç âyetin birincisi bu ümmet, ikincisi Yahudiler, üçüncüsü de Hıristiyanlar hakkında nâzil olmuştur." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyetini açıklarken: Allah'ın Kitab'ını bırakıp kendi eliyle yazdığı kitapla hükmeden ve bunun Allah katından olduğunu iddia eden kişi küfre girmiş olur" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Hâkim'in bildirdiğine göre Huzeyfe'nin yanında: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir'" bu üç âyet zikredilince, bir kişi: “Bu âyetler İsrâil oğulları hakkında inmiştir" dedi. Bunun üzerine Huzeyfe: “İsrâil oğulları sizin için ne güzel kardeştir. Her tatlı olan sizlerin, her acı olan da onlarındır. Hayır, Vallahi! Öyle değildir. Sizler iki yakasının birbirine yakınlığı gibi bir yakınlıkta onların yolunda gideceksiniz" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Abbâs'ın: “Siz ne güzel bir kavimsiniz. Tatlı bir şey olduğu zaman sizlerin, acı bir şey olduğu zamanda Ehl-i Kitâb'ındır" dediğini bildirir. Sanki o: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" âyetinin Müslümanlar hakkında nâzil olduğu görüşündeydi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Müslümanlar Ebû Miclez'in yanına gelip: “Ey Ebû Miclez! "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir" doğru mu?" deyince: “Evet, doğrudur" dedi. ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir'" doğru mu?" dediklerinde: “Evet, doğrudur" dedi. "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir" deyince de: “Evet, doğrudur" dedi. Müslümanlar: “Onlar da Allah'ın indirdikleriyle hükmeder mi?" diye sorunca: “Evet, onlar bu dinle hüküm veriyor, onunla konuşuyor ve ona davet ediliyorlardır. Ondan bir şey bıraktıkları zaman bu zulmün kendilerinden olduğunu biliyorlar. Bu âyetler Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler hakkında inmiştir" dedi. Abd b. Humeyd, Hâkim b. Cübeyr'in şöyle dediğini bildirir: Saîd b. Cübeyr'e, Mâide süresindeki: “...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir, ...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir" bu üç âyeti sorup: “Bazı kişiler bu âyetlerin İsrâil oğulları hakkında nâzil olduğunu ve bizimle alakalı olmadığını iddia ediyor" dedim. Bunun üzerine bana: “Ondan önceki ve sonraki âyeti oku" dedi. Ben de bu âyetleri okuyunca: “Hayır, bu âyetler bizim hakkımızda indi" dedi. Sonra İbn Abbâs'ın azatlısı Miksem'i gördüm. Mâide süresindeki bu âyetleri ona sorup: “Bazı kişiler bu âyetlerin İsrâil oğulları hakkında nâzil olduğunu ve bizimle alakalı olmadığını iddia ediyorlar" dedim. O: “Bu âyetler, İsrâil oğulları ve bize nâzil olmuştur. Bize inen onlara, onlara inen de bize inmiştir" dedi. Sonra Ali b. Hüseyn'in yanına girdim. Mâide süresindeki bu âyetleri ona sorup bunu Saîd b. Cübeyr ve Miksem'e sorduğumu da anlattım. Bana: “Miksem sana ne dedi?" diye sorunca, Miksem'in bana söylemiş olduğunu söyledim. O da: “Doğru söylemiş, küfürdür; ama şirk küfrü gibi değildir. Fısktır, ama şirk fışkı gibi değildir. Zulümdür, ama şirk zulmü gibi değildir" dedi. Saîd b. Cübeyr ile karşılaşıp ona bunları söylediğimde bana: “Ne düşünüyorsun? Ben, onun senden, benden ve Miksem'den daha üstün olduğunu düşünüyorum" dedi. Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Bu üç âyet gibi iki insanın arasını bulan âyetler görmedim" dedi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Yahya b. Saîd der ki: Ebu'd-Derdâ'yı hâkim olarak tayin ettiklerinde onu tebrik etmeye başladılar. O da: “Beni hâkimlikle mi tebrik ediyorsunuz? Ben buradan, Ebyen'in şehri Adana arasındaki mesafeden daha uzak bir derinlikteki uçurumun başına konuldum. Eğer insanlar hâkimlikte nelerin olduğunu bilselerdi hâkim olmamak için aralarında kura çekerlerdi. Yine insanlar ezan okumakta ne kadar sevap olduğunu bilselerdi ezan okumak için aralarında kura çekerlerdi" dedi. İbn Sa'd, Yezîd b. Mevhib'den bildiriyor: Hazret-i Osmân, Abdullah b. Ömer'e: “İnsanların arasında hâkim ol" deyince: “Hayır, ben iki kişinin arasında bile hükmetmem. İki kişiye bile idareci olmam" dedi. Osmân: “Bana karşı mı geliyorsun?" deyince: “Hayır, fakat bana hâkimliğin üç çeşit olduğu söylendi. Bilmeden hüküm veren kişi cehennemdedir. Hükmünde birine zulmeden ve hevasına uyan kişi yine cehennemdedir. Hüküm verip te hükmünde isabetli olan kişi yeterli olandır. Onun ne ecri, ne de bir günahı vardır" dedi. "Senin baban (Hazret-i Ömer de) hâkim idi" denildiğinde: “Babam meseleyi çözemediği zaman Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sorardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çözemediği meseleyi Cibril'e sorardı. Şimdi ben soracak birini bulamıyorum. Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): “«Allah'a sığınan kişi sığınılması gereken yere sığınmıştır" buyurduğunu işitmedin mi?" deyince, Osmân: “Evet, işittim" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer: “Beni hâkim kılmandan Allah'a sığınırım" deyince, Osmân da onu muaf görüp: “Bunu kimseye söyleme" dedi. Hakîm et-Tirmizî'nin, Nevâdiru'l-Usûl'de bildirdiğine göre Abdulazîz b. Ebî Revvâd der ki: Bize söylendiğine göre İsrâil oğulları zamanında bir hâkim vardı. Bu kişi içtihismiyle, Rabbinden doğru veya yanlış hüküm verdiğinde belli olacak bir şekilde alâmet vermesini istedi. Bunun üzerine kendisine: “Evine gir, sonra elini duvara uzat ve parmaklarının ulaştığı yeri çiz. Bir konuda hüküm verdiğin zamanda evine girip elini duvardaki çizgiye uzat. Eğer hak üzere bir hüküm vermişsen ellerin çizgiye yetişecektir. Eğer yanlış hüküm vermişsen yetişmeyecektir" denildi. O hüküm vermeye gittiği zaman hakkı bulmaya çalışarak hüküm verirdi ve her zaman hak üzere hüküm verirdi. Meclisinden kalktığı zaman da hiçbir şey yemeden, içmeden, ailesine uğramadan önce odasına gider ve ellerini duvardaki çizgiye uzatırdı. Elleri çizgiye yetişirse Allah'a hamd ederdi ve kendisine helal kılınmış yemek ve içeceklerden yer içerdi. Yine bir gün hüküm meclisindeyken yanına iki kişinin geldiğini gördü. Sanki davalaşmak için geldikleri içine düşmüştü. Gelenlerden biri yakın bir dostuydu. Kalbinden bu arkadaşının haklı çıkarak lehine hüküm vermeyi geçirmişti. Konuştukları zaman hakkı dostuna çevirip aleyhine hüküm verdi. Meclisinden kalktığı zaman yine her zamanki gibi gidip ellerini duvardaki çizgiye uzattı. Duvardaki çizgi yükselip tavana yetişmişti ve çizgiye yetişememişti. Secdeye kapanarak: “Ey Rabbim! Ben bunu kasıtlı ve isteyerek yapmadım. Neden böyle oldu!?" demeye başladı. Bunun üzerine kendisine: “Allah'ın kalbinin içini göremeyeceğini ve arkadaşının haklı çıkıp onun lehine hüküm vermek istediğini bilemeyeceğini mi sandın. Sen onu istedin ve sevdin. Fakat Yüce Allah, sen istemesen de hakkı sahibine verdi" denildi. Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Leys der ki: Ömer b. el-Hattâb'a davalaşmak için iki kişi gelince, onların davasını tecil etti. Kendisine niçin öyle yaptığı sorulunca: “Bana geldiklerinde birine diğerinden daha fazla kızmıştım. Bu şekilde aralarında hüküm vermek istemedim. İkinci gelişlerinde yine bu kızgınlığımdan daha bir şeyler hissettiğimden bu şekilde hüküm vermek istemedim. Bir daha geldiklerinde ise kızgınlığımdan bir şey kalmadığı için aralarında hüküm verdim" dedi. 45"Biz onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur. Ayrıca kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Kureyza oğulları, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi kitaplarında gizli tuttukları recm ile hükmettiğini görünce: “Ey Muhammed! Bizimle kardeşlerimiz Nadîr oğulları arasında hüküm ver" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden önce de aralarında kan davası vardı. Nadîr oğulları da, Kureyza oğullarından daha kuvvetli idi ve diyetleri Nadîr oğullarına ödedikleri diyetin yarısı kadar ödenirdi. Kureyza oğulları, Nadîr oğullarına diyet olarak yüz kırk vesak hurma öderken, Nadîr oğlulları kendilerine yetmiş vesak öderdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kurayza oğullarının kanı, Nadîr oğullarının kanına eşittir" deyince Nadîr oğulları hiddetlenerek: “Biz sana recm hükmünde itaat etmeyiz, ancak daha önce uyguladığımız cezayı uygularız" dediler. Bunun üzerine: “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?"' ve: “Biz onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir"' âyeti nâzil oldu. İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Biz onlara... yazdık..." âyetini açıklarken: “Tevrat'ta yazdık mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Biz onlara, cana can... yazdık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu onlara Tevrat'ta yazılmıştır. Önceleri köleye karşı hür kişiyi öldürürler ve: «Bize cana karşı can yazıldı» derlerdi." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “O, İsrail oğullarına yazılmıştır. Ancak bu âyet bize ve onlara yazılmıştır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Biz onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur. Ayrıca kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir" âyetini açıklarken kendisine: “Bu özel olarak Yahudilere mi inmiştir?" diye sorulduğunda: “Bu, onlara ve bütün insanlara inmiştir" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Biz onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur. Ayrıca kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir'" âyetini açıklarken: “Bu, onlara Tevrat'ta yazılmıştır. Duyduğunuz gibi Ehl-i Kitâb, Allah'ın Kitab'ını atıp hadlerini uygulamayarak Allah'ın peygamberlerini öldürdükleri zaman yazılmıştır" dedi. Abdurrezzâk'in Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir köleyi öldürürse biz de onu öldürürüz. Kim bir kölenin burnunu keserse biz de onun burnunu keseriz" buyurdu. Bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) müracaat ettiklerinde: “Allah cana karşı can diye hüküm kıldı" buyurdu. Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: “Biz onlara, cana can... yazdık..." âyeti indiği zaman kadını öldüren erkeğin öldürülebileceği hükmü, bilerek yaralamaya karşı da kısas hükmü sabit oldu." Beyhakî'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “Erkek öldürdüğü kadına karşılık öldürülür. Zira Yüce Allah: “Biz onlara, cana can... yazdık..."buyurmaktadır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa..." âyetini açıklarken: “Cana karşı can öldürülür ve göze karşı göz çıkarılır. Buruna karşı burun kesilir ve dişe karşı diş sökülür. Yaralara karşı da kısas yapılır. Kim kısas hakkını bağışlarsa bu davalı için kefâret, bağışlayan kişi için de sevap olur" dedi. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde (.....) ibaresini fetha, (.....) ibaresini ise ötre ile okudu ve âyeti olduğu gibi tamamladı. İbn Sa'd, Ahmed, Buhârî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Rubeyyi', bir cariyenin dişini kırmıştı. Davalaşmak için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittiklerinde: “Kısas uygulanacak" buyurdu. Bunun üzerine kardeşi Enes: “Yâ Resûlallah! Filan kişinin dişi mi kırılacak?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Enes! Allah'ın Kitâb'ında kısas vardır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) der ki: “Yaralamaya karşı kısas uygulanır. Liderin dövme ve hapsetme yetkisi yoktur. Çünkü yaralamanın cezası kısastır. Zira Yüce Allah bunu unutmuş değildir. Eğer dileseydi hapsetmeyi ve dövmeyi emrederdi" dedi. Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Bağışlamış olduğu hak miktarınca günah üzerinden düşer" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Burada yaralanan kişinin günahlarına kefaret olacağı kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “...Bu kendi günahlarına kefaret olur..." âyetini açıklarken: “Burada yaralanan kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şa'bî: “...Bu kendi günahlarına kefaret olur..." âyetini açıklarken: “Burada bağışta bulunan kişi kastedilmektedir" dedi. İbn Merdûye'nin, Ensâr'dan bir kişiden bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Burada dişi kırılan, eli veya herhangi bir uzvu kesilen veya yaralanan kişi, hakkını bağışlarsa, bağışta bulunduğu kadar günahları affedilir. Eğer hakkı diyetin dörtte biri ise günahlarının dörtte biri, üçte biri ise günahlarının üçte biri, eğer tam diyetse bu şekilde bütün günahları affedilir" buyurdu. Deylemî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Dişi kırılan veya herhangi bir yerinden yaralanan kişi, hakkını bağışlarsa bağışlamış olduğu hak miktarınea günahı affedilir. Eğer hakkı diyetin yarısı ise günahlarının yarısı, dörtte biri ise günahlarının dörtte biri, üçte biri ise günahlarının üçte biri, eğer tam diyetse bütün günahları affedilir" buyurdu. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr ve İbn Merdûye, Adiy b. Sâbit'ten bildiriyor: Muâviye zamanında adamın biri bir kişinin dişini kırmıştı. Bu kişiye diyet verildi; ama kabul etmedi ve "İlla ki, kısas isterim" dedi. İki diyet verildi, yine kabul etmedi. Üç diyet verildiğinde, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir kişi şöyle dedi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir öldürülme veya daha aşağı bir şeyden dolayı kısastan vazgeçip hakkını bağışlarsa, bu bağışlama o kişinin doğduğu günden öleceği güne kadar olan bütün günahlarına kefâret olur" buyurdu. Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Cerîr, Ebu's-Sefer'in şöyle dediğini bildirir: Kureyş'Ii biri, Ensâr'dan bir kişinin dişini kırmıştı. Muâviye Kureyş'liye yardım etmek isteyerek ona: “Biz onu razı ederiz" dedi. Fakat bu kişi ısrarla kısas isteyince, Muâviye: “Arkadaşınla davanı istediğin gibi sen hallet" dedi. Ebu'd-Derdâ da orada bulunmaktaydı ki, bu olay üzerine şöyle dedi: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bir müslümanın vücuduna bir zarar verilecek olur da, bu kişi zarar vereni affederse, Yüce Allah mutlaka onun derecesini yükseltir ve bu bağışlamayla onun günahlarını affeder» buyurduğunu işittim" dedi. Bunun üzerine davacı: “Ben de onu bağışladım" dedi. Ahmed ve Nesâî'nin, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Her kim vücudundan yaralanır da, yaralayanı bağışlarsa, mutlaka Yüce Allah bağışta bulunduğu kadar günahlarını affeder" buyurmuştur. Ahmed'in bildirdiğine göre sahabeden bir kişi: “Kim vücudunda bir zarara uğratılır ve bunu Allah'a havale ederse, bu kendi günahları için kefâret olur" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Yûnus b. Ebî İshâk der ki: Mücâhid, Ebû İshâk'a: “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetinin açıklamasını sorunca, Ebû İshâk: “Burada affeden kişi kastedilmektedir" dedi. Mücâhid: “Hayır, burada yaralayan kişi yani günah sahibi kastedilmektedir" dedi. Firyâbî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Burada yaralayan kişiye kefâret olduğu kastedilmektedir. Affedenin sevabı ise Allah'a aittir" dedi. İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Mücâhid ve İbrâhim(-i Nehaî): “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Burada yaralayan kişiye kefâret olduğu kastedilmektedir. Yaralananın sevabı ise Allah'a aittir" dedi. İbn Ebî Şeybe'in bildirdiğine göre Câbir b. Zeyd: “...Bu kendi günahlarına kefâret olur..." (.....) âyetini açıklarken: “Burada yaralayan kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur..." âyetini açıklarken: “Burada affedilen kişinin günahlarına kefâret olduğu kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kim kısas hakkını bağışlarsa bu, kendi günahlarına kefâret olur...'" âyetini açıklarken: “Kim yaralanıp ta yaralayan kişiyi affederse, artık yaralayan kişiye bir günah yoktur. Yaralanan kişinin onu affetmesi sebebi ile ona kısas uygulanmaz, diyet ödetilmez ve hiçbir şekilde rahatsız edilmez. Bu bağışlama yaralayan kişinin işlemiş olduğu bu suça bir kefarettir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyeti açıklarken: “Kişi affederse veya kısası uygularsa veya diyeti kabul ederse bu, suçu işleyen kişi için kefâret olur" dedi. Hâtib'in, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kanlısını affeden kişinin sevabı ancak Cennettir" buyurmuştur. 46Bkz. Ayet:47 47"O peygamberlerin izleri özere Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil'i verdik. İncil ehli Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil: (.....) âyetini açıklarken: “O peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa'yı gönderdik mânâsındadır" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana Yüce Allah'ın: (.....) âyetini açıkla" deyince: “(İsa b. Meryem'i) Peygamberlerin izleri üzere gönderdik" (anlamındadır) dedi. Nâfi b. el- Ezrak: “Araplar bunu biliyor mu?" deyince: “Evet biliyor, Adiy b. Zeyd'in: "Onların kervanı bizim kervanın peşinden gelince Ve kabile gece karanlığı yarılıp yükünü yükleyince..." dediğini İşitmedin mi?" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “İncil ehli Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Burada İncil ehlinin yalancıları kastedilmektedir. Kur'ân'da geçen fasık kelimelerinin çoğu yalancı mânâsındadır" dedi. Sonra: “...Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu araştırın..." âyetini okuyup: “Burada da fasık kelimesi yalancı mânâsındadır" dedi. 48"Kur'ân'ı, önce gelen kitapları tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her bîriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleri sîzi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri sîze bildirir." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Yüce Allah, size sizden önceki Ehl-i Kitâb'ın kötü amellerini, Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmettiklerini, peygamberlerine, müminlere açık ve ikna edici nasihat verdiğini bildirdiği zaman, idareci olup da hüküm verecek kişiler bilsin ki, kul ile Allah arasında iyi şeyi verdirecek veya kötü şeyi def edecek itaat ve iyi amelden başka bir şey yoktur. Allah, Peygamberine ve müminlere Ehl-i Kitâb'ın yaptıklarını gösterip onları uyararak: “Kur'ân'ı, önce gelen kitapları tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik...'" buyurmuştur. Yani daha önceki kitapları tasdik edici olarak Kur'ân'ı gönderdik, dernektir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kur'ân'ı, önce gelen kitapları tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik..." âyetini açıklarken: “Kur'ân, Tevrat ve İncil'in hak kitaplar olduğuna şahittir. Kur'ân kendinden önce gelen kitaplara hem güvence, hem de hükmedendir" dedi. Firyâbî, Saîd b. Mansür, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kur'ân onlara bir güvencedir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kur'ân kendisinden önceki bütün kitaplar için bir güvencedir" demiştir. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atiyye: (.....) ifadesini açıklarken: “Kur'ân, Tevrat ve İncil için bir güvencedir. Kur'ân, hem Tevrat'a, hem İncil'e hükmeder. Ancak Tevrat ve İncil, Kur'ân'a hükmetmezler" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün kitaplar için bir güvencedir" dedi. Âdem b. Ebî İyâs, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: "Kur'ân Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) emanet edilmiştir. Muheymin ifadesi ise, Kur'ân'ın kendisinden önceki kitaplara (hak kitaplardır diye) şahit olmasıdır" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Kur'ân kendisinden önceki bütün kitaplara (hak kitaplardır diye) şahittir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Revk: (.....) ifadesini açıklarken: “Kur'ân, Allah'ın bütün yaratıklarının amellerine şahittir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın hadleri (şeri cezalar) kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Firyâbî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken: “Burada yol ve sünnet kastedilmektedir" dedi. Tastî'nin bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'a: “Bana: (.....) âyetini açıkla" deyince: “Şir'a din, minhâc ise yol mânâsındadır" dedi. Nâfi b. el-Ezrak: “Araplar bunu biliyor mu?" deyince: “Evet biliyor, Ebû Sûfyan b. el-Hâris b. Abdilmuttalib'in: "Güvenilir kişi sıdk ve hidayetle seslendi, Böylece islam'a hem din, hem yol gösterdi" dediğini işitmedin mi?" karşılığını verdi. Burada da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmektedir. Abdurrezzâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık..." âyetini açıklarken: “Burada tek olan din ve muhtelif olan şeriatlar kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada yol ve sünnet kastedilmektedir. Sünnetler muhteliftir. Çünkü Tevrat'ın şeriatı başka, İncil'in şeriatı başkadır. Kur'ân'ın şeriatı da daha başkadır. Yüce Allah kullarını masiyet ve itaatta sınamak için şeriatlarında dilediğini helal, dilediğini de haram kılmıştır. Ancak peygamberlerin getirmiş olduğu tevhid ve ihlâs dini tektir ve Allah ondan başka hiç bir dini kabul etmez." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abdullah b. Kesîr: “...Fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir..." âyetini açıklarken: “Burada size verilen kitaplar kastedilmektedir" dedi. 49"Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'ân'ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Delâil'de, İbn Abbâs'tan bildiriyor. Ka'b b. Esed, Abdullah b. Sûriye ve Şa's b. Kays: “Haydi Muhammed'e gidelim. Belki onu dini hususunda fitneye düşürürüz" dediler. Sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip: “Ey Muhammed! Bizim Yahudilerin bilginleri, ileri gelenleri ve efendileri olduğumuzu biliyorsun. Eğer biz sana tabi olursak, Yahudiler muhalefet etmeden bize uyarlar. Şu anda bizimle kavmimiz arasında bir husumet vardır. Seni hakem tayin edelim ve yanında davalaşalım. Sen de bizim lehimize hüküm ver. O zaman biz de sana iman eder ve seni tasdik ederiz" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kabul etmedi ve Yüce Allah: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'ân'ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?" âyetlerini indirdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah daha önce Yahudilere hüküm verip vermemekte Peygamberini muhayyer bırakmıştı. Ancak bu âyetle aralarında hüküm vermesini emretti ve bu âyet önceki âyeti neshetti" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bu sûreden: “...Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyeti neshedildi. Daha önce Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hüküm verip vermemede muhayyer idi. Ancak: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet...'" âyetiyie Allah, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân'daki hükümlerle hüküm kılmasını emretti. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine Mücâhid: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet..." âyetini açıklarken: “Bu âyet: “...İster aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..." âyetini neshetti" dedi. Abdurrezzâk, Musannef te bildirdiğine göre Mesrûk, Ehl-i Kitâb'ı Allah adına yemin ettirdi ve Yüce Allah: “Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet..."' âyetini indirdi" derdi. 50"Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?" Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar..."âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudilerin cinayeti kastedilmektedir. Cahiliye ahalisinin güçlüleri, zayıflarını, üstün sayılanları da zelil olanlarını ezmekteydi. "Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar..." âyeti de bundan bahsetmektedir" dedi. Buhârî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın en fazla buğzettiği kişiler islam'da, Cahiliye gelenklerini (sürdürmek) isteyen ile haksız yere akıtmak için bir kişinin kanını taleb edendir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “İki çeşit hüküm vardır. Bunlardan biri Allah'ın hükmü, diğeri de Cahiliye hükmüdür" dedi ve: “Onlar hâlâ Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?" âyetini okudu. İbn Ebî Hâtim, Urve'den, o da babasından bildiriyor: Önceleri Cahiliye, Âlemiye diye adlandırılırdı. Kadının biri gelip: “Yâ Resûlallah! Biz Cahiliye zamanında şöyle şöyle derdik" deyince Yüce Allah da onları Cahiliye diye andı. 51"Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî, Delâil'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ubâde b. el- Velîd b. Ubâde b. es-Sâmit der ki: Kaynuka oğulları, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaştığı zaman, Abdullah b. Ubey İbn Selûl onların başı olmuştu. Ubâde b. es-Sâmit Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip, Allah ve Resûlü'nü dost kabul ederek Yahudilerden biri olmuştu. Ubâde, Afv b. el-Hazrec kabilesinden idi. Onun da, Abdullah b. Ubey gibi Yahudilerden dostları vardı. Ama onların hepsini terkedip Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dost edinerek: “Ben Allah'ı, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve müminleri dost ediniyorum. O kâfirlerden olan dostlarımı bırakıp Allah ve Resûlünü dost ediniyorum" dedi. "Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.", "...Şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir'" âyetleri, Ubâde b. es-Sâmit ve Abdullah b. Ubey hakkında nâzil olmuştur. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Abdullah b. Ubey İbn Selûl Müslüman olduktan sonra: “Benim, Kureyza ve Nadîr oğullarından dostlarım vardır. Ben bir şeylerin ters gitmesinden korkuyorum" dedi ve tekrar kâfir oldu. Ubâde b. es-Sâmit te: “Ben Kurayza ve Nadîr oğullarından dostlarımı bırakıp, Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost ediniyorum" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez. İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar" âyetlerini indirdi. Burada Abdullah b. Ubey kastedilmektedir. "Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü'minlerdir" âyetinde de Ubâde b. es-Sâmit ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kastedilmektedir. Yüce Allah: 'Eğer Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene (Kur'ân'a) inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir" buyurmaktadır. İbn Merdûye'nin, Ubâde b. el-Velîd vasıtasıyla babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Ubâde b. es-Sâmit der ki: “Bu âyet, ben Yahudi dostlarımı bırakıp Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) dost edindiğim zaman hakkımda inmiştir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Müslümanların onlara karşı galip gelmeleri için yardımcı oldum. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atiyye b. Sa'd der ki: Ubâde b. es-Sâmit, Hâris b. el-Hazrec oğullarından Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Benim Yahudilerden çok sayıda dostlarım vardır. Ben o dostlarımı terk edip Allah ve Resûlünü dost ediniyorum" dedi. Abdullah b. Ubey ise: “Ben bir şeylerin ters gitmesinden korkan biriyim. Bu sebeple dostlarımı bırakmıyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine: “Ey Ebu'l-Habbâb! Ubâde b. es-Sâmit'e karşı kendisiyle cimri davrandığın Yahudilerin dostluğu onun değil de senin olsun" buyurdu. Abdullah b. Ubey de: “Tamam kabul ettim" deyince, Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez, işte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar"' âyetlerini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî der kî: Bedir ahalisi hezimete uğradığı zaman Müslümanlar, Yahudilerden olan dostlarına: “Allah size Bedir'de olduğu gibi bir musibet vermeden önce iman edin" dediler. Mâlik b. Sayf: “Savaşmayı bilmeyen Kureyş'lileri yenmeniz sizi aldatmaktadır. Biz size karşı birleşecek olursak bizimle savaşmanız mümkün değildir" dediler. Ubâde: “Yâ Resûlallah! Benim Yahudi dostlarım güçlü kişilerdir. Onların silahları ve çevreleri çoktur. Ben onların dostluğunu bıraktığımı Allah'a ve Resûlüne bildiriyorum. Benim Allah'tan ve Resulünden başka bir dostum yoktur" dedi. Abdullah b. Ubey ise: “Ben Yahudi dostlarımı bırakmıyorum. Ben onlar için vazgeçilmez biriyim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Ebu'l-Habbâb! Ubâde b. es-Sâmit'e karşı layık görmediğin Yahudilerin dostluğu onun değil sadece senin olsun" buyurdu. Abdullah b. Ubey de: “Tamam kabul ettim" deyince, Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez. Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.'" âyetlerini indirdi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: ühud savaşı, bir gruba ağır gelmiş ve bu grup kâfirlerin kendilerine galip gelmesinden korkmuştu. Bir kişi arkadaşına: “Ben Yahudilerden filan kişiye gidip ondan eman alacağım ve Yahudi olacağım. Yahudilerin bize üstün gelmesinden korkuyorum" dedi. Diğer bir kişi: “Ben de Şam topraklarında bulunan filan Hıristiyanın yanına gideceğim ve ondan eman alıp Hıristiyan olacağım" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez"' âyetini indirdi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “Ey Mü’minler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet Ebû Süfyan'a, Kureyş'lilerle beraber Müslümanların kalelerine girelim diye mektup yazarak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile aralarındaki anlaşmayı bozan Kurayza oğulları hakkında inmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Lübâbe b. Abdilmünzir'i, onlara kalelerinden inmelerini söylemesi için göndermişti. Onlar da bunu kabul edince Ebû Lübâbe b. Abdilmünzir boğazına işaret ederek kesilmek, kesilmek diye işaret etti. Talha ve Zübeyr Hıristiyanlarla ve Şam ahalisiyle mektuplaşırlardı. Bana söylendiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler bir ihtiyaç ve fukaralık durumuna düşüp te onlara muhtaç olma korkusuyla Kureyza ve Nadîr oğulları Yahudileriyle mektuplaşırlardı. İleride kendilerinden bir menfaat sağlayıp onlara sığınabilmek için Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara haberler verirlerdi. Sonra bundan yasaklandılar. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs şöyle dedi: “Tağlib oğullarının kestiklerinden yiyin ve kadınlarıyla evlenin. Zira Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır..." buyurmaktadır. Yani Tağlib oğulları onlardan (Hıristiyanlardan) olmasa bile onlarla dost olmaları onlardan olmaları için yeterlidir." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez" âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb'ın kestikleri kastedilmektedir. Kim bir kavmin dinine girerse onlardan olur" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, Şuabu'l-îmân'da, İyâd'dan bildiriyor: Hazret-i Ömer, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye gelir ve giderleri bir deriye yazıp kendisine vermesini istedi. Ebû Mûsa el-Eş'arî'nin Hıristiyan bir katibi vardı. Ömer katibi gördüğünde onu beğenmiş ve: “Bu muhafaza edici biridir. Sen bize Şam'dan gelen bir mektubu Mescid'de okur musun?" deyince, Ebû Mûsa el-Eş'arî: “Hayır, onun buna gücü yetmez" dedi. Ömer: “O cünüp müdür?" diye sorunca da: “Hayır, o Hıristiyandır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer beni azarlayıp baldırıma vurarak: “Onu dışarı çıkarın!" dedi ve: “"Ey Mü’minler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez" âyetini okudu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Huzeyfe: “Sizlerden biriniz bilmeden Yahudi veya Hıristiyan olmaktan sakınsın" dedi ve: “...Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır..." âyetini okudu. 52"İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye: “İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün...'" âyetini açıklarken: “Burada Abdullah b. Ubey gibilerinin (Yahudi ve Hıristiyanların) dostluklarına koşmaları kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar" âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler ile iş yapan, onlara iyi haberler veren ve çocuklarını onlara emzirten münafıklar kastedilmektedir. Onlar: “Biz bir şeylerin ters gitmesinden ve Yahudilerin bize galip gelmesinden korkuyoruz" diyordu. Ancak Yüce Allah Müslümanlara genel olarak bir fetih getirdiği zaman veya münafıklara has bir emir indirdiği zaman münafıklar içlerinde gizlemiş olduklarından dolayı pişmanlık duyarlar" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar"' âyetini açıklarken: “Burada münafıkların kalplerinde şüphe olduğu ve müşriklerin kendilerine galip gelmelerinden korkmaları kastedilmektedir. Allah katından gelecek fetihten kasıt Mekke'nin fethi, emirden ise cizye kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanları... görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar" âyetini açıklarken: “Burada müminleri bırakıp Yahudileri seven, onlarla samimi olan münafıklar kastedilmektedir. Fetih ifadesiyle de Allah'ın hükmü kastedilmektedir" dedi. İbn Sa'd, Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr, İbnü'z- Zübeyr'in bu âyeti: (.....) şeklinde okuduğunu söyledi. Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Amr, İbnü'z-Zübeyr'in bu âyeti: “.."şeklinde okuduğunu söyleyip: “Bu şekilde âyeti mi okudu, yoksa tefsir mi etti bilmiyorum" dedi. 53Münâfıkların hâli açığa çıkınca mü'minler birbirlerine şöyle diyeceklerdir: “ Sizinle beraber olduklarına, kuvvetli yeminleriyle, Allah’a yemin edenler şunlar mı? onların bütün yapatıkları boşa çıktı da âhirette hüsran (perişanlık) içinde kaldılar.” 54"Ey îman edenleri Sîzden kim dînînden dönerse, (bîlîn kî) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'mînlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, İbn Asâkir'den bildirdiğine göre Katâde der ki: Yüce Allah bazı kişilerin dinlerinden döneceğini biliyordu ki bu âyeti indirmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman üç mescid dışında Arapların geneli İslam'dan çıktı. Bunlar, Medine, Mekke ve Abdü'l-Kays'tan Cuvâse ahalisidir. Dinlerinden çıkanlar: “Biz namaz kılarız, ama zekat vermeyiz. Vallahi! Mallarımız gaspedilemez" diyordu. Bu konuda kendilerini affetmesi için Ebû Bekr ile konuşuldu. Müslümanlar Ebû Bekr'e: “Eğer onlara zekatın ne olduğunu öğretirlerse onu öderler" dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Vallahi! Allah'ın birleştirmiş olduğu şeylerin arasını açacak değilim. Onlar Allah'ın ve Resûlünün farz kıldığı zekata bir örgü bile vermeyecek olsalar onu alıncaya kadar onlarla savaşırım" dedi. Yüce Allah, Ebû Bekr ile beraber bir kaç Müslüman grubunu gönderdi. Onlarla zekatı kabul edene kadar savaştılar. Biz: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir" âyetinin Ebû Bekr ve arkadaşları hakkında nâzil olduğunu konuşurduk. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyetini açıklarken: “Burada Ebû Bekr ve ashâbı kastedilmektedir. Araplardan bazıları İslam'dan çıkınca, Ebû Bekr ve ashâbı onlar tekrar İslam'a dönene kadar onlarla mücadele ettiler" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, Hayseme el-Atrabiusî, Fedâilu's-Sahâbe'de ve Beyhakî'nin, Delâil'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler...'" âyetini açıklarken: “Burada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra İslam'dan çıkan Araplar ile savaşan Ebû Bekr ve ashâbı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şureyh b. Ubeyd der ki: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyeti indiği zaman, Ömer: “Yâ Resûlallah! Onlar ben ve kavmim midir?" diye sorunca, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye işaret ederek: “Hayır, bu ve kavmidir" karşılığını verdi. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre İyâd el-Eş'arî: “...Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye işaret ederek: “Onlar (sevilecek topluluk) bunun kavmidir" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Hâkim, Beyhakî ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: “...Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyeti Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında okunduğu zaman: “Ey Ebû Mûsa! Onlar senin Yemenli kavmindendir" buyurdu. İbn Ebî Hâtim, Hâkim, el-Kunâ'da, Taberânî, M. el-Evsat'ta ve hasen senetle İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “... Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyeti sorulduğunda: “O kavimler, Yemen, Kinde, Sekûn ve Tucîb kabilelerindendir" buyurdu. Buhârî, Tarih'te, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “... Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyetini açıklarken: “Bunlar Yemen, Kinde ve Sekun kabilelerindendir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “... Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki..." âyetini açıklarken: “Burada Kâdisiyye ahalisi kastedilmektedir" dedi. Buhârî'nin, Târih'te bildirdiğine göre Kâsım b. Muhaymire der ki: “İbn Ömer'in yanına gittiğimde Bana merhaba dedikten sonra: “...Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyetini okudu. Sonra omuzuma vurup üç defa: “Allah'a yemin ederim ki, bunlar sizden olan Yemen ahalisidir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “... Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki..." âyetini açıklarken: “Burada Sebe' kavmi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler..." âyetini açıklarken: “Burada İslam dininden çıkanların yerine Yüce Allah'ın kendilerinden daha hayırlılarını getireceğini vaadettiği kastedilmektedir" dedi. (.....) ifadesi hakkında ise: “Onların müminlere karşı merhametli olmaları kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “...Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar..." âyetini açıklarken: “Onlar dinlerinden olanlara karşı alçak gönüllü, dinlerinde kendilerine muhalefet edenlere karşı ise sert ve güçlüdürler" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc: “...Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar..." âyetini açıklarken: “Kendi aralarında yumuşak kafirlere karşı serttirler" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar..." âyetini açıklarken: “Kafirlere karşı serttirler mânâsındadır" dedi. "...Allah yolunda cihad ederler..." âyeti hakkında ise: “Allah yoluna savaşa koşarlar" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Dahhâk der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği zaman Araplardan bazı fırkalar İslam dininden çıkmıştı. Yüce Allah onlara Ebû Bekr'i ve yardımcılarını gönderdi. Onlar tekrar İslama girene kadar kendileriyle savaştılar. Bu âyetin tefsiri bu şekildedir." İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Taberânî ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şu yedi şeyi emretti. Miskinleri sevip onlara yakın olmayı, benden üstün olanlara bakmayıp benden altta olanlara bakmayı, akrabalar sırt çevirse bile onlarla akrabalık bağını kesmemeyi, Arş'ın altındaki hazinesinden olan "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (=Güç ve kuvvet ancak Allah sayesindedir)" demeyi çoğaltmayı, gerçek acı da olsa söylemeyi, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamayı ve insanlardan bir şey istememeyi. Ahmed'in, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bilmiş olunuz ki! Sizden biriniz insanlardan korkarak görmüş olduğu veya şahid olmuş olduğu hak bir şeyi söylemekten çekinmesin. Zira hakkı söyleyip Yüce Allah'ı hatırlatmak ne eceli yaklaştırır, ne de rızkı keser" buyurmuştur. Ahmed ve İbn Mâce'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kimse kendi nefsini küçümsemesin. Eğer kişi bir şey görür de Allah için o şeyi söylemesi gerekir de söylemezse, kıyamet gününde kendisine: «Filan ve filan şeyi söylemekten seni alıkoyan neydi?» diye sorulur. Bu kişi de: «İnsanlardan korkmam beni söylemekten alıkoydu» cevabını verir. Bunun üzerine kendisine: «Önce benden korkman gerekirdi» denilir" buyurdu. İbn Asâkir'in Târih'te bildirdiğine göre Sehl b. Sa'd es-Sâidî der ki: Ben, Ebû Zer, Ubâde b. es-Sâmit, Ebû Saîd el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme ve bir kişi daha, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etmiştik. Ancak altıncı kişi biat ettikten sonra bu biatini bozdu. Buhârî'nin, Târîh'te, Zührî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Eğer insanların işlerinden birinin sorumluluğunu üstüne alırsan bu konuda Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasını önemseme" dedi. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Zer: “İnsanlara iyiliği emredip kötülükten nehyederek hakkı söylemem, etrafımda hiçbir dost bırakmadı" dedi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Ubâde b. es-Sâmit: Biz, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), iyi günde kötü günde, darlıkta ve bollukta, bir başkası yerimize tercih edilse bile verilen emirleri dinleyip yerine getireceğimize, işi ehline teslim edip onlarla bu konuda çekişmeyeceğimize ve nerede olursak olalım hiç kimsenin kınamasından korkmadan hakkı ifa edeceğimize dair biat ettik" dedi. 55"Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atiyye b. Sa'd: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi... dir" âyeti Ubâde b. es-Sâmit hakkında inmiştir" dedi. Hatîb, el-Muttefik ve'l-Mufterik'te bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Ali rükuda iken yüzüğünü tasadduk etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dilenciye: “Sana bu yüzüğü kim verdi?" diye sorunca, dilenci: “Şu rükûdaki adam verdi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyetini indirdi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir'" âyetini açıklarken: “Bu âyet Ali b. Ebî Tâlib hakkında inmiştir" dedi. Meçhul bir isnâdla Taberânî, M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir der ki: Hazret-i Ali nafile namazında rükûda iken bir dilenci gelip yanında durdu. Ali yüzüğünü çıkarıp dilenciye verdi. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bu durumu kendisine anlattı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyeti nâzil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti ashâbına okuyup: “Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir. Allahım! Ona yardım edene yardım, düşmanlık edene de düşmanlık et" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyeti evinde iken nâzil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkıp Mescid'e girdi. Müslümanlar namaz kılıyor, kimisi rükûda, kimisi secdede, kimisi de kıyamdaydı. Mescid'de bir de dilenci bulunmaktaydı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey dilenci! Kimse sana bir şey verdi mi?" diye sordu. Dilenci Ali b. Ebî Tâlib'i işaret ederek: “Hayır, bana yüzüğünü veren şu rükûdaki kişi dışında kimse bir şey vermedi" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Seleme b. Kuheyl: Hazret-i Ali rükûda iken yüzüğünü tasadduk etti. Bunun üzerine "Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir'" âyeti nâzil oldu" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyetini açıklarken: “Rükûda iken tasadduk eden Ali b. Ebî Tâlib hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr, Süddî'den ve Utbe b. Ebî Hakîm'den bunun aynısını bildirir. İbn Merdûye'nin, Kelbî vasıtasıyla, Ebî Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Abdullah b. Selâm ve Ehl-i Kitâb'dan bir grup öğle vakti Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: “Yâ Resûlallah! Evlerimiz uzakta. Bu Mescid'dekiler dışında bizimle beraber oturup konuşacak kimse bulamıyoruz. Kavmimiz bizim Allah'a ve Resûlüne inanıp dinimizi terk ettiğimizi görünce açıkça bize düşman oldular. Bizimle beraber oturmamaya ve bizimle yemek yememeye yemin ettiler. Bu da bize ağır gelmektedir" dediler. Onlar bu konuda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şikayette bulunurken "Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyeti nâzil oldu. Sonra öğle namazı için ezan okundu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e gittiğinde fakir birinin dilendiğini gördü. Ashâbın kimisi rükûda, kimisi secdede, kimisi kıyamda, kimisi de oturmuştu. Fakir kişide dilenmekteydi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e girdiğinde ona: “Kimse sana bir şey verdi mi?" diye sordu. Adam: “Evet, verdi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim verdi?" diye sorunca da: “Şu adam verdi" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hangi durumda iken verdi?" deyince: “Rükûda iken verdi" dedi. Gösterdiği kişi de Ali b. Ebî Tâlib'di. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekbir getirerek: “Kim Allah'ı, O'nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir'" âyetini okudu. Taberânî, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın, Ma'rife'de bildirdiğine göre Râfi' der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uykuda iken veya kendisine vahiy iniyorken yanına girdim. Evin bir tarafında bir yılan vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanır düşüncesiyle yılana dokunmak istemedim. Belki Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy geliyor diye uyandırmaktan korkmuştum. Bunun üzerine yılanla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasına uzandım. Eğer yılandan bir kötülük gelecekse ona değil bana gelsin dedim. Bir saat (süre) bu şekilde kaldım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyetini okuyarak uyandı ve: “Ali'ye nimetini tamamlayan Allah'a hamd olsun. Yine Allah'ın, Ali'ye vermiş olduğu lutfundan dolayı Ali'ye ne mutlu" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Ali b. Ebî Tâlib namaza kalkmıştı. Kendisi rükûda iken bir dilenci geldi ve o dilenciye rükûda iken yüzüğünü verdi. Bunun üzerine: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyeti nâzil oldu." İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyetini açıklarken: “Bu âyet, Ali b. Ebî Tâlib başta olmak üzere iman edenler hakkında inmiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir'" âyetini açıklarken: “Müslüman olanlar Allah'ı, Resûlünü ve müminleri dost edindi mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Câfer'e bu âyet hakkında: “İman edenler kimlerdir?" diye sorulunca: “Müminlerdir" dedi. Kendisine: “Bize söylendiğine göre bu âyet Ali b. Ebî Tâlib hakkında nâzil olmuştur" denilince: “Ali'de iman edenlerdendir" karşılığını verdi. Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre Abdulmelik b. Ebî Süleyman der ki: Ebû Câfer Muhammed b. Ali'ye: “Sizin dostunuz önce Allah, sonra peygamberi, sonra namaza devam eden ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek zekat veren mü'minlerdir" âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Burada Muhammed'in ashâbı kastedilmektedir" dedi. Ona: “Bu âyetin Ali hakkında nâzil olduğunu söylüyorlar" dediğimde: “Ali de onlardandır (ashâbtandır)" karşılığını verdi. İbn Ebî Dâvud'un, Mesâhifte bildirdiğine göre Cerîr b. el-Muğîre der ki: “Bu âyet Abdullah'ın kıraatında: (.....) şeklindedir. 56"Kim Allah'ı, O'nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Kim Allah'ı, O'nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir" âyetini açıklarken: “Yüce Allah burada kimin galip geleceğini göstererek: “Bir şeylerin ters gidip başınıza bir felaket gelmesinden korkmayın" buyurmuştur" dedi. 57"Ey iman edenler! Sizden önce Kendilerine kitap verilenlerden dinînizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Bu âyet Müslüman olup da münafıklık yapan Rifâa b. Zeyd b. et-Tâbut ve Suveyd b. el-Hâris hakkında inmiştir. Müslümanlar bunlarla dostluk kurmaktaydı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz Allah'a karşı gelmekten sakının. Size geldiklerinde «İnandık» derler, oysa yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir" âyetlerini indirdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. 58"Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır." Beyhakî'nin Delâil'de, Kelbî vasıtasıyla Ebû Sâlih'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır"' âyetini açıklarken: “Namaz için ezan okunduğunda veya kamet getirildiğinde alay eden ve Allah'ın emirlerine akıl erdiremeyen Yahudiler kastedilmektedir" dedi. el-Kelbî derki: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzini ezan okuduğunda Müslümanlar namaza kalkınca, Yahudiler ve Hıristiyanlar: “İşte kaktılar, Allah onları kaldırmıyaydı" derlerdi. Secdeye gittikleri zaman da onlara güler ve alay aderlerdi." Yine el-Kelbî: Yahudilerden bir tüccar vardı. Müezzinin ezan okuduğunu işitince: “Allah yalancıyı yaksın" derdi. Hal böyle iken bu kişinin cariyesi eve bir ateşle girdi. Ateşten bir kıvılcım sıçradı ve hem evi, hem bu Yahudiyi yaktı" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar..." âyetini açıklarken: Medine'de Hıristiyan biri, müezzinin: “Eşhedu enne Muhammedün Resûlullah (=Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim)" dediğini işittiği zaman: “Allah yalancıyı yaksın" derdi. Bir gece bu Yahudi ailesiyle beraber evinde uyurken hizmetçisi bir ateşle eve girdi. Ateşten sıçrayan kıvılcım evi, kendisini ve ailesini yaktı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şihâb ez-Zührî: “Yüce Allah ezanı Kitab'ında zikrederek: “Siz namaza çağırdığınız vakit" buyurmuştur" dedi. Abdurrezzâk'ın, Musannef’te bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı namaz vaktini bildirecek bir şey bulmak için istişare ettiler ve namaz vakti olunca çan çalmaya karar verdiler. Ömer b. el-Hattâb çan için iki direk satın almak isterken rüyasında bu haber vericiyi çan kılmayın ezan okuyun diye gördü. Bunun üzerine Ömer gördüğü rüyayı haber vermek için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gitti. Resûlullah'a da aynı vahiy gelmişti. Ömer, Bilal'ın ezan okuduğunu görünce şaşırmıştı. O, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bu rüyasını anlatınca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu konuda vahiy seni geçti" buyurdu. 59"De ki: Ey kitap ehli! Allah'a, bîze indirilene ve daha önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fasık olmasından ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?" İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “İçlerinde Yâsir b. Ahtab, Nâfi b. Ebî Nâfi, Âzer b. Amr, Zeyd, Hâlid, İzâr b. Ebî İzâr ve Eşya'nın bulunduğu Yahudilerden bir grup Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip hangi peygamberlere iman ettiğini sordular. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben, Allah'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene iman ediyorum. Biz onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), İsa'yı (aleyhisselam) zikrettiği Zaman Onun, Yahudiler İsa'nın (aleyhisselam) peygamberliğini inkar ederek: “Biz İsa'ya ve ona iman edene iman etmeyiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bunlar hakkında: “De ki: Ey kitap ehli! Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fasık olmasından ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?" âyetini indirdi. 60"De kî: «Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mî? Onlar, Allah'ın lanetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır ,» İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesi mükâfat/ceza mânâsındadır. Hayrın mükafatı ve şerrin cezası gibi deyip: (.....) şeklinde okudu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: “Burada Allah katındaki sevap kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar... içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler..." âyetini açıklarken: “Kendilerinden hayvanlar çıkarılan kişiler Yahudilerdir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mâlik'e: “İnsanların sureti değiştirilmeden önce maymunlar ve domuzlar var mıydı?" diye sorulunca: “Evet vardı, onlar da yaratılan ümmetlerdendiler" dedi. Müslim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Maymunlar ve domuzlar, Allah'ın suretlerini değiştirdiği insanlardan mıdır?" diye sorulunca: “Yüce Allah bir kavmi helak ettiği" -veya bir kavmin suretini değiştirdiği- "zaman mutlaka onların nesil ve soylarını devam ettirmez. Bundan önce de maymunlar ve domuzlar vardı" buyurdu. Tayâlisî, Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Domuzlar ve maymunlar Yahudilerin neslinden midir?" diye sorduğumuzda: “Hayır, Yüce Allah bir kavmi lanetleyip suretini değiştirdiği zaman asla onların nesillerini devam ettirmez. Bunlar daha önce de mevcut olan yaratıklardır. Allah Yahudilere buğzettiği zaman onları hayvan suretine çevirdi ve bu hayvanlar gibi kıldı" buyurdu. ibn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yılanlar da, domuzlar ve maymunlar gibi suretleri değiştirilen cinlerdir" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin azatlısı Amr b. Kesîr b. Eflah der ki: İsrâil oğullarının domuzlara dönüştürülmesi bana şöyle anlatıldı: İsrâil oğullarının şehirlerinden bir şehirde bir kadın vardı. Bu şehirde de İsrâil oğullarının kralı bulunmaktaydı. İsrâil oğulları helak olmak üzere idi. Bu kadın da geriye kalmış olan İslami hükümler üzere yaşayan biri idi. Bu kadın onları Allah'a davet etmeye başladı ve bir kısım insanlar yanına toplanarak onun emirlerine uydu. Kadın onlara: “Allah'ın dini yolunda cihad etmenizle beraber kabilelerinizi bu yola davet etmeniz gerekmektedir. Şimdi bu davet için gidin, ben de gitmekteyim" dedi. Kadın davet için yola çıkınca kral ve adamları gidip kadına uyan kişilerin hepsini öldürdü. Ancak kadın aralarından kaçıp kurtulmuştu. Bu kadın bir daha insanları Allah'a davet etti ve bir daha bir kısım insanlar etrafına toplandı. Yeteri kadar kişi toplanınca onlara davet için gitmelerini emretti ve onlarla beraber yola çıktı. Bu kişiler de kral tarafından öldürüldü. Kadın yine aralarından kaçıp kurtulmuştu. Yine Allah'a davet etti ve bir kısım insanlar etrafında toplandı. Onlara da Allah'a davet için yola çıkmalarını emretti, onlar da kral tarafından öldürüldüler. Fakat kadın yine aralarından kaçarak onlardan kurtulmuştu. Ancak bu defa kadın ümidini kaybaderek kendi kendine: “Sübhanallah, eğer bu dinin dostu ve yardımcısı varsa bundan sonra mutlaka galip gelir" dedi. Kadın o geceyi üzüntülü olarak geçirmişti. O şehrin halkı da domuzlar olarak şehrin etrafında dolaşmaya başladılar. Yüce Allah onları o gece domuzlara dönüştürmüştü. Kadın sabahladığı zaman onların bu durumunu görünce: “Bugün anladım ki, Yüce Allah dinini aziz kılarak emrini yerine getirdi" dedi. İsrâil oğullarının domuzlara dönüştürülmesi de işte bu kadın sebebiyle olmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Zemmü'l-Melâhi'de , Osmân b. Atiyye vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimde yere batma, deprem ve maymunlarla domuzlara dönüştürülme olacaktır" buyurmuştur. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zuheyr der ki: Ebû Leylâ'ya: “Talha (.....) ifadesini nasıl okurdu?" dediğimde: (.....) şeklinde okurdu" dedi ve: “Burada tâğutlara (yalancı ilahlara) hizmet etmek kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atiyye b. es-Sâib der ki: “Ebû Abdurrahman bu âyeti: (.....) şeklinde (ayn) ve (be) harfini nasbederek okurdu" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Câfer en-Nahvî bu âyeti: (.....) gibi (.....) şeklinde okurdu" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Bureyde el-Eslemî bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Hammâd der ki: Hamza bana A'meş ve Yahya b. Ebî Vessâb'ın bu âyeti (.....) şeklinde okur ve: “Burada onlara hizmet etmek kastedilmektedir" derlerdi. Bunu Hamza da bu şekilde okurdu. 61"Size geldiklerinde «İnandık» derler, oysa yanınıza İnkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır» Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Size geldiklerinde «İnandık» derler, oysa yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir'" âyetini açıklarken: “Yahudilerden bazıları Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girip iman ettiklerini haber vererek getirdiklerine razı olduklarını söylerlerdi. Ancak onlar sapıklıklarına ve küfürlerine tutunmuş idiler. Onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdikleri şekilde geri çıkarlardı" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Size geldiklerinde «İnandık» derler, oysa yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır..." âyetini açıklarken: “Onlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiklerinde hak olarak konuşur, ama kalplerinde küfür gizlidir. "...İnkarcı olarak çıkmışlardır..." âyeti da bu mânâdadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Bunlar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına kâfir olarak girip kâfir olarak geri çıkan Yahudilerden bazı münafık kişilerdir" dedi. 62Bkz. Ayet:63 63"Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! Bunları, dîn adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!" İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta., birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür'" âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir. (.....) ile (.....) ifadesi aynı anlamdadır. Günah işlemekten nehyetmeyenlerin ve günah işleyenlerin yaptıkları ne kötü bir şeydir mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün..." âyetini açıklarken: “Burada aranızda bulunan Yahudi hâkimler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya..." âyetini açıklarken: “Din adamları ve bilgin kişileri, fakihler ve âlimler oldukları halde onları haram şeylerden sakındırmaları gerekmiyor muydu?" dedi. Ebu'ş-Şey'n'in bildirdiğine göre Dahhâk: “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya..." âyetini açıklarken: “Âlimler ve din adamları onları sakındırmıyor muydu?" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yapmakta oldukları şey ne kötüdür" âyetini açıklarken: “Burada din adamlarının Yahudileri(n işledikleri günahlara karışmayıp) kendi hallerine bırakmaları kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk: “...Yapmakta oldukları şey ne kötüdür"' âyetini açıklarken: “Burada Yahudileri yalan konuşmalarından ve haram yemelerinden sakındırmamaları kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali hutbesinde şöyle dedi: “Ey insanlar! Sizden önce helak olanlar işledikleri masiyetlerden dolayı helak oldular. Din adamları ve bilginleri onları bu masiyetlerden sakındırmazdı. Bunlar masiyette ileri gidince, din adamları ve bilginleri onları bu masiyetlerden sakındırmadı. Bu sebeple de onların başlarına ceza olarak musibetler geldi. Onların başına gelenler sizin başınıza gelmeden önce iyiliği emredip kötülükten nehyedin. Bilin ki, iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ne rızkı keser, ne de eceli yaklaştırır." İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kur'ân'da bu âyetten daha fazla azarlayan ve tehdit eden başka bir âyet yoktur" dedi ve âyeti (.....) şeklinde okudu. İbn Mübârek, Zühd'de, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Dahhâk b. Muzâhim: “Kur'ân'da (.....) âyetinden daha fazla korkutan başka bir âyet yoktur" dedi ve günah işlemekten sakındırmayan din adamlarını, âlimleri ve günah işleyenleri yermiştir" dedi. Abd b. Humeyd'in, Seleme b. Nubayt vasıtasıyla bildirdiğine göre Dahhâk: “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya..." âyetini açıklarken: “Rabbâniyyun ve ahbâr ifadeleriyle, Yahudilerin fakihleri, kârileri ve âlimleri kastedilmektedir" dedikten sonra: “Bu âyetten ne kadar çok korkuyorum" dedi. Ahmed, Ebû Dâvud ve İbn Mâce'nin, Cerîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer bir toplulukta masiyet işleyen biri olur da, o toplulukta masiyet işleyene engel olabilecek güçte birileri bulunduğu halde ona engel olmazlarsa Yüce Allah o topluluğu ondan dolayı mutlaka azaba uğratır" buyurmuştur. 64"Yahudiler, «Allah'ın eli çok sıkıdır» dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasmlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozğunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları Sevmez." İbn İshâk, Taberânî, M. el-Kebîr'de ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Yahudilerden kendisine Şa's b. Kays denilen kişi: “Rabbin cimri ve eli sıkı biridir" deyince, Yüce Allah: “Yahudiler, «Allah'ın eli çok sıkıdır» dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir..." âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Kaynuka Yahudilerinin başı Finhâs hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime: “...Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Yahudi, Finhâs hakkında nâzil olmuştur" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler..." âyetini açıklarken: “Yahudiler, Allah'ın eli cimridir demek istemiştir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler..." âyetini açıklarken: “Burada sıkı ifadesinden kasıtları bağlı mânâsında değildir. Onlar: “Allah cimri biridir ve yanındaki rızıkları tutmaktadır" demişlerdir. Allah dediklerinden çok daha yücedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Dahhâk : (.....) ifadesini açıklarken: “Yahudiler bu ifadeyle: «Allah cimridir, cömert değildir» demek istemiştir" dedi. "...Onların elleri bağlansın...'" âyetini açıklarken de: “Onların eli bağlanarak nafaka verip hayır işlemeyemesin mânâsındadır" dedi. Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs'te, hadisi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) dayandırarak Enes'ten şöyle bildirir: “Yahya b. Zekeriya Rabbine yakararak: «Ey Rabbiml Beni öyle bir şey kıl ki, insanlar hakkımda kötü söyleyip iftira etmesin» diye dua etti. Bunun üzerine Yüce Allah: «Ey Yahya! Bu kendime bile has kılmadığım bir şeydir. Nasıl olur da sana öyle bir şeyi yaparım. Sen Kur'ân'ı oku, onda Yahudilerin: “Uzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar ise: “İsa Mesih, Allah'ın oğludur..." dediğini, yine: “...Allah'ın eli çok sıkıdır..." diyerek bana bile iftira ettiklerini görürsün» buyurdu." Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre Câfer b. Muhammed der ki: “Eğer kardeşinin senin hakkında kötü söylediğini işitirsen üzülme. Eğer bu şey kardeşinin dediği gibiyse sana peşin olarak ödetilen cezadır. Eğer öyle değilse bu yapmadığın bir şey için bir sevaptır. Mûsa (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Senden beni herkesin hayırla anmasını istiyorum" deyince, Allah: “Ben bunu kendime bile yapmış değilim" buyurdu. Ebû Nuaym'ın, Vehb'den bildirdiğine göre Mûsa (aleyhisselam): “Ey Rabbim! İnsanların hakkımda kötü konuşmasını engelle" diye dua edince, Yüce Allah: “Eğer bunu yapacak olsaydım, kendim için yapardım" buyurdu. Ebû Ubeyd, Fedâil'de, Abd b. Humeyd, İbn Ebî Dâvud, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'ın sağ eli doludur ve gece gündüz ondan harcaması onu eksiltmez. Allah, gökleri ve yeri yarattığı zamandan beri neler verdiğini bir görseniz. Yine de bu verdikleri sağ elindekini eksiltmemiştir. Arşı da su üzerindedir. Diğer eli ise kabzeden elidir. O, yükseltir ve alçaltır" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü azdırıyor..." âyetini açıklarken: “Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Ve Araplara olan hasedlerinden dolayı Kur'ân'ı bıraktılar. Onlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kitaplarında yazılı olduğunu buldukları halde kendisini ve dinini inkar ettiler" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Rabî' der ki: “Âlimler ezberleyip öğrendiklerine göre şöyle dediler: “Yeryüzünde Allah'ın indirdiklerinden başka hükümlerle hükmeden her kavmin arasına Yüce Allah mutlaka düşmanlık ve kin bırakır. Yahudiler Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümlerle hükmettikleri için Yüce Allah: “...Onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır..." âyetiyle içlerine düşmanlık bıraktığı haberini vermektedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. "...Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür..." âyeti hakkında ise: “Onlar ne zaman savaş için bir plan yapacak olsalar Allah onların planlarını bozar mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa..." âyetini açıklarken: “Burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yapmak istedikleri savaşlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür..." âyetini açıklarken: “Ne zaman bir şey için topiansalar Allah onları dağıtıp güçlerini yok ederek ateşlerini söndürdü ve kalplerine bir korku bıraktı" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür..." âyetini açıklarken: “Burada Allah'ın düşmanları Yahudiler kastedilmektedir. Onlar ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa Allah o ateşi söndürdü. Her şehirde Yahudileri o şehrin hakir olan kişileri olarak görürsünüz. Onlar Mecusilerin hükmü altındayken İslam geldi. Yahudiler kötü amellerinden dolayı insanların en hakir ve en çok küçümsenen kişileriydi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür..." âyetini açıklarken: “Bu aşağılık kişiler ne zaman Arapları öldürmek için toplandıysa Allah onları hakir kıldı" dedi. 65"Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakmsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine sokardık." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı...'" âyetini açıklarken: “Allah'ın indirdiklerine iman edip haram kıldığı şeylerden sakınmak mânâsındadır" dedi. 66"Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînar der ki: “Naim Cenneti, Cennetü'l-Firdevs ve Cennetü'l-Adn arasındadır. Orada Cennet güllerinden yaratılan Huri kızları vardır" dedi. Kendisine: “Orada kimler oturacaktır?" diye sorulunca: “Masiyet yapmak için karar veren ve Yüce Allah'ın azametini işitince bu masiyeti işlemekten vaz geçenler oturacaktır" karşılığını verdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı..." âyetini açıklarken: “Tevrat'ı ve İncil'i uygulamakla onlarla amel etmek, Rableri tarafından kendilerine indirilenle de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve kendisine indirilenler kastedilmektedir" dedi. "...Elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır..." âyeti hakkında ise: “Onlara gökyüzünden yağmur gönderir ve yeryüzünde kendilerini zengin edecek bitkiler çıkarıp bol bol rızık verirdim. Salih zümreden kasıt ise Ehl-i Kitâb'dan Müslüman olan kişilerdir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi..." âyetini açıklarken: “Allah göklerden yağmur gönderecek ve yeryüzü bereketini çıkaracaktı mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “Gökyüzünden inecek ve yeryüzünde çıkacak rızıklardan yiyeceklerdi" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “"...Elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır..." âyetini açıklarken: “Gökyüzü bereketini, yeryüzü de bitkilerini verecekti" dedi. "...Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır..." âyeti hakkında ise: “Allah'ın Kitab'ına ve emrine uyan bir topluluk vardı mânâsındadır" dedi. Sonra çoğu kavimleri yerip: “...Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!" buyurdu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Rabî' b. Enes'in şöyle dediğini bildirir: “Orta yolda olan ümmet, dinde fasıklık etmeyen ve aşırı gitmeyenlerdir. Aşırı gitmek arttırmak, fasıklık ise yoldan çıkmak anlamındadır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır..." âyetini açıklarken: “Burada müminler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Cübeyr b. Nufeyr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İlmin kadırılması yakındır" buyurdu. Ziyâd b. Lebîd: “Yâ Resûlallah! Biz Kur'ân'ı okumuş ve çocuklarımıza öğretmiş iken nasıl olur da ilim kaldırılır?" diye sorunca: “Annen seni kaybetsin ey İbn Lebîd! Ben seni Medine ahalisinden en aklı başında olarak görürdüm. Tevrat ve İncil Yahudilerin ve Hıristiyanların elinde değil mi? Onlar Allah'ın emirlerini bırakınca onlardan geriye ne kaldı?" buyurdu ve: “Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların bir çoğunun yaptığı ne kötüdür!'" âyetini okudu. Ahmed ve İbn Mâce'in Sâlim b. Ca'd vasıtasıyla bildirdiğine göre Ziyâd b. Lebîd derki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir konudan bahsetti ve: “İşte bu, ilmin gitmesi zamanındadır" buyurdu. Biz: “Yâ Resûlallah! Biz Kur'ân'ı okurken, onu çocuklarımıza okuturken ve kıyamet gününe kadar onlar da çocuklarına okutacakken nasıl olur da ilim gider (yok olur)?" dediğimizde: “Annen seni kaybetsin ey Ümmü Lebîd'in oğlu! Ben seni Medine erkeklerinin en aklı başında/kavrayışlısı biri olarak görürdüm. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Tevrat ve İncil okuyup ta ondan hiç faydalanmaz (onunla amel etmez) durumda değiller mi?" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Ya'kûb b. Zeyd b. Talha ve Zeyd b. Eşlem vasıtasıyla bildirdiğine göre Enes b. Mâlik der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir konuyu anlattıktan sonra: “Müsa'nın (aleyhisselam) ümmeti yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Onların yetmiş fırkası Cehennemde, bir fırkası da Cennettedir. İsa'nın (aleyhisselam) ümmeti yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onların bir fırkası Cennette, yetmiş bir fırkası da Cehennemdedir. Benim ümmetim ise bunlardan daha fazla fırkaya ayrılacaktır. Bu fırkaların biri Cennette, diğer yetmiş iki fırkası ise Cehennemdedir" buyurdu. Ashâb: “Bu (Cennetlik) fırka kimlerdir?" diye sorunca iki defa: “Cemaatler fırkasıdır" buyurdu. Ya'kûb b. Zeyd ekliyor: Ali b. Ebî Tâlib bu hadisi anlattığı zaman: “Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!'" âyeti ile: “Yarattıklarımızdan bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederler" âyetini okuyup: “Burada da Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti kastedilmektedir" dedi. 67"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir." Ebu'ş-Şeyh'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah, beni peygamber olarak gönderdiği zaman bu bana ağır gelmiş ve insanların beni yalanlayacağını bilmiştim. Allah, bana tebliğ etmemi aksi takdirde bana azab edeceğini vaad etti ve: «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...» âyetini indirdi." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “...Rabbinden sana indirileni tebliğ et..." âyeti indiği zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Rabbiml Ben tek başımayım. İnsanlar üstüme üşüştüğü zaman ne yapacağım?" deyince: “...Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun..." âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun..." âyetini açıklarken: “Eğer sana indirilenden bir âyet bile gizleyecek olursan peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre Eb'u Saîd el- Hudrî: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et..." âyeti, Ğadîr Hum günü Ali b. Ebî Tâlib hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: Biz, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et..." âyetini okur ve: “Ali müminlerin efendisidir" ifadesini eklerdik. Sonra: “...Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur..." şeklinde devam ederdik. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Antere der ki: Ben İbn Abbâs'ın yanında iken bir kişi gelip: “Bazı kişiler bize gelip, sizin yanınızda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) size söylediği ve halktan gizli tuttuğu bir şeylerin var olduğunu söylüyorlar" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: “«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...» âyetini bilmiyor musun? Vallahi! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize yazılı bir kağıt bile bırakmadı" karşılığını verdi. İbn Merdûye ve Diyâ'nın, el-Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin için gökyüzünden indirilen en ağır âyet hangisidir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: “Ben hac mevsiminde Mina'daydım. O zamanlar Arap müşrikleri ve birçok insan hac mevsiminde toplanmıştı. O zaman Cibrîl bana: «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur...» âyetini indirdi. Ben de Akabe'nin yanında ayağa kalkıp: «Ey insanlar! Kim Cennet karşılığında bana Rabbimin risâletini tebliğ etmemde yardımcı olur? Ey insanlar! Allah'tan başka ilah olmadığını ve benim Allah'ın Resulü olduğumu söyleyin. Kurtulur ve Cennete gidersiniz» diye seslendim. Bütün erkekler kadınlar ve çocuklar üzerime toprak ve taş atıp yüzüme tükürerek: «Atasının dininden çıkan yalancı» demeye başladı. Biri bana yaklaştı ve: «Ey Muhammed! Eğer sen Allah'ın Resulü isen, Nuh'un (aleyhisselam) kavmine helak olmaları için beddua ettiği gibi senin de onlara beddua etmek hakkındır» dedi. (Ravi der ki) Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahım! Kavmime hidayet ver, onlar bilmemektedir. Beni onlara galip et ki, sana itaatte bana uysunlar" diye dua etti. Bu sırada Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Abbâs gelip kendisini onların elinden kurtardı ve onları etrafından uzaklaştırdı. A'meş der ki: “İşte Abbâs'ın oğulları bununla övünür ve: “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir'" âyeti bizim hakkımızda indi" derler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib'i hidayet etmek isterken, Yüce Allah Abbâs b. Abdi'l-Muttalib'i hidayet etti. Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş- Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: “...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olana kadar Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) muhafızlar tarafından korunurdu. Ancak bu âyet nâzil olduktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını çadırından dışarı çıkararak: “Ey insanlar! Dağdın, artık Allah beni koruması altına almıştır" buyurdu. Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî der ki: Abbâs, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) koruyan muhafızlardan biri idi. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korunmayı bıraktı. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir yere gittiği zaman Ebû Tâlib, beraberinde koruma olarak birkaç kişi gönderirdi. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduktan sonra yine Ebû Tâlib Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber korumalar göndermek isteyince: “Amcacığım! Allah beni koruması altına aldı. Beraberimde kimseyi göndermene gerek yoktur" buyurdu. Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ebû Nuaym, Delâil'de ve İbn Asâkir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) koruma altına alınmıştı. Amcası Ebû Tâlib her gün Hâşim oğullarından bazı kişileri Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber koruma olarak gönderirdi. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduktan sonra yine amcası, beraberinde korumalar göndermek isteyince: “Amcacığım! Allah beni cinlerden ve insanlardan yana koruması altına aldı" buyurdu. Ebû Nuaym'ın, Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: “...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olana kadar hainlerden korkumuzdan dolayı Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak biz etrafında onu korurken uyurdu. Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İsmet b. Mâlik el-Hatmî der ki: “Geceleri Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) koruma altına alırdık. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) korumaları iptal etti. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Enmâr oğulları ile savaştığı zaman en yüksek yerde bulunan bir hurmalıkta konaklamıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kuyu başında oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı. Neccar oğullarından Ğavres (b. el-Hâris): “Ben Muhammed'i öldüreceğim" dedi. Arkadaşları ona: “Onu nasıl öldüreceksin?" deyince: “Ona: «Bana kılıcını ver» derim. Eğer verirse onu kendi kılıcıyla öldürürüm" karşılığını verdi. Sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip: “Ey Muhammed! Bana kılıcını ver de onu kınından çekeyim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona kılıcı verince Ğavres'in eli titredi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah ikimizin arasına girdi, ne istiyorsun?" dedi ve Yüce Allah: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir" âyetini indirdi. İbn Hibbân ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir yolculukta bulunduğumuz sırada gölgelenmesi için en büyük ağacı kendisine bırakırdık ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o ağacın altında konaklardı. Yine bir gün bir ağacın altında konakladı ve kılıcını ağaca astı. Bir kişi gelip kılıcı alarak: “Ey Muhammed! Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni, Allah senden korur, kılıcı bırak" dedi ve adam kılıcı bıraktı. Sonra da: “...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil oldu. Ahmed'in bildirdiğine göre Ca'de b. Hâlid b. es-Sımmat el-Cuşemî der ki: Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam getirildi ve: “Bu seni öldürmek istedi" denildi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Korkma, korkma, sen beni öldürmek istesen de Allah seni bana musallat etmez" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyeti açıklarken: “Yüce Allah, kendisini insanlara muhtaç etmeyeceğini ve onu onlardan koruyacağını Peygamberine haber vererek, tebliğ etmesini emretti. Bize söylendiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “Saklansan" dediklerinde: “Vallahi! Sağ kaldığım müddetçe insanların arasında kalacağım" buyurdu. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Benim korumacılığımı yapmayın. Allah beni koruması altına aldı" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Şakîk der ki: Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler koruması altına almıştı. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduğu zaman, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkıp: “Ey insanlar! Kendi işlerinize bakın. Allah beni insanlardan yana koruması altına aldı" buyurdu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Muhammed b. Ka'b el- Kurazî'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı tarafından sürekli koruma altındaydı. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduğunda ve Yüce Allah, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlardan koruyacağını haber verdiği zaman ashâb O'nu korumayı bıraktı. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) konaklamak için bir yerde indiği zaman ashâbı kendisine en büyük gölgeyi seçerdi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gölgede dinlenirdi. (Bir gün) Bedevi biri gelip kılıcını çekerek: “Seni benden kim kurtaracak?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah" karşılığını verince Bedevinin eli titredi ve kılıcı elinden düşürdü. (Kendisi de düşüp) kafasını bir ağaca vurunca beyni dağıldı. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Allah, seni insanlardan korur...'" âyetini indirdi." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'ten çekinirdi. "...Allah, seni insanlardan korur..." âyeti nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sırt üstü uzanarak iki veya üç defa: “Dileyen beni yalnız bıraksın" buyurdu. Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir" âyeti nâzil olana kadar Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı korumacılığını yapardı. Bu âyet nâzil olunca ashâbının yanına çıkıp: “Benim korumacılığımı bırakın, Allah beni insanlardan koruması altına aldı" buyurdu. 68"De ki: «Ey Kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.» Andolsun ki sana Rabbinden İndirilen bu Kur'ân, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme." İbn İshâk, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Râfi' b. Hârise, Selâm b. Mişkem, Mâlik b. es-Sayfî ve Râfi' b. Hureymil gelip: “Ey Muhammed! Sen, İbrâhîm'in milleti ve dini üzeri olduğunu, yanımızdaki Tevrat'a iman edip onun Allah'tan gelen hak kitap olduğunu iddia etmiyor musun?" diye sordular. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, ediyorum. Ancak siz ortaya bir şeyler çıkardınız ve sizden alınan misağı (sözü) inkar ettiniz, İnsanlara açıklamasıyla emrolunduğunuz şeyleri de gizli tuttunuz. Ben çıkardığınız şeylerden uzağım" buyurdu. Bu kişiler: “Biz elimizdeki Tevrat'a uyarız, biz hidayet ve hak üzereyiz. Biz sana iman etmeyiz ve sana uymayız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “De ki: Ey Kitap ehli! Tevrat'ı, incil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz." Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur'ân, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme" âyetini indirdi. 69Şüphesiz dilleriyle imân eden münâfıklarla Yahûdî’lerden, Sâbîîlerden ve Hristiyanlardan kim Allah’a ve âhiret gününe ]ve son peygamber Muhammed aleyhisselâm'ın bütün getirdiklerine[ îman edip de ]Hazret-i Peygamberin şerîatı üzerine[ sâlih âmel işlerse, artık onlara korku yoktur ve onlar, mahzun da olacak değillerdir. 70Andolsun ki, biz, Allah’a ve Peygamberine îman hususunda, İsrâîl oğullarından kuvvetli söz almış ve kendilerine Peygamberler göndermiştik. Ne zaman bir peygamber, nefislerinin istemediği bir hükmü kendilerine getirdi ise, o peygamberlerin bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürüyorlardı. 71"Bir fitne kopmayacağını sandılar, körleştiler, sağırlaştılar; sonra Allah tövbelerini kabul etti, yine de çoğu körleştiler ve sağırlaştılar. Allah, işlediklerini görür." İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Bir fitne kopmayacağını sandılar..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Bir fitne kopmayacağını sandılar.."' âyetini açıklarken: “Burada bela kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Bir fitne kopmayacağını sandılar..."' âyetini açıklarken: “Kavim belaların gelmeyeceğini sandı mânâsındadır" dedi. "...Körleştiler, sağırlaştılar..." âyeti hakkında ise: “Onlara her bela gelmesinde, onunla mübteli olup helak oldular" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Bir fitne kopmayacağını sandılar..." âyetini açıklarken: “Hiçbir şeyle mubteli olmayacaklarını sandılar ve hakkı görmeyerek körleştiler" dedi. 72"Andolsun, «Allah, Meryem oğlu Mesih'tir» diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: «Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.»" İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b der ki: Yüce Allah, İsa'yı (aleyhisselam) (göğe) yükselttiği zaman İsmâil oğulları âlimlerinden yüz kişi toplanarak birbirlerine: “Sizler çoksunuz, fırkalara ayrılmaktan korkuyoruz. On kişiyi dışarı çıkarın" dediler ve on kişiyi dışarı çıkardılar. Sonra yine: “Siz çoksunuz, on kişiyi dışarı çıkarın" dediler ve on kişiyi dışarı çıkardılar. Sonra bir daha: “Siz çoksunuz, on kişiyi daha dışarı çıkarın" dediler ve on kişiyi daha dışarı çıkardılar. Sadece on kişi kalana kadar öyle devam ettiler. Sonra: “Siz şimdi de çoksunuz, altı kişiyi dışarı çıkarın" dediler ve dört kişi kaldılar. Sonra birbirlerine: “İsa hakkında ne diyorsunuz?" demeye başladılar. Aralarından bir kişi: “Allah'tan başka gaybı bilen birini biliyor musunuz?" diye sorunca: “Hayır" dediler. "Allahtan başka ölüleri dirilten birini biliyor musunuz?" deyince, yine: “Hayır" dediler. "Allah'tan başka dilsizleri ve sedef hastalarını iyileştiren birini biliyor musunuz?" dediğinde, yine: “Hayır" dediler. Bunun üzerine adam: “Bu, Allah'tır, dilediğince yeryüzünde kaldı ve dilediği zaman gökyüzüne çıktı" dedi. Diğer bir kişi: “Biz İsa'yı da, annesini de biliyoruz. O, Allah'ın oğludur" dedi. Yine diğer bir kişi: “Ben sizin dediğiniz gibi demiyorum. Annesi onu zina ederek dünyaya getirdi" dedi. Sonuncu kişi de: “Ben sizin dediğiniz gibi demiyorum. İsa (aleyhisselam) bize, Allah'ın kulu, kelimesi ve Meryem'e (aleyhisselam) bıraktığı ruhu olduğunu söylüyordu. Ben de İsa'nın kendisi için dediklerini diyorum. Sizin çok büyük şeyler söylemiş olmanızdan korkuyorum" dedi. Sonra da halkın yanına dışarı çıktılar. Dışarıdakiler çıkanlardan bir kişiye: “Sen ne dedin?" diye sorunca: “O dilediğince yeryüzünde kalan ve dilediği zaman gökyüzüne çıkan Allah'tır, dedim" dedi. Bunun üzerine bu kişiye bir grup tabi oldu. İşte bu grup ta Roma imparatorunun dininden olanlardır. Diğer bir kişiye: “Sen ne dedin?" dediklerinde: “Annesi onu zina ederek dünyaya getirdi, diyorum" dedi. Buna da bir grup tâbi oldu. Sonra üçüncü kişiye: “Sen ne dedin?" diye sorduklarında: “O, Allah'ın oğludur, dedim" karşılığını verdi. Ona da bir grup tabi oldu. Bunlar da Nastûriler ve Ya'kûbîlerdir. Dördüncü kişiye: “Sen ne dedin?" dediklerinde: “Allah'ın kulu, ruhu ve Meryem'e (aleyhisselam) bıraktığı ruhudur, diyorum" cevabını verdi ve bu kişiye de bir grup tabi oldu. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî: “Yüce Allah bütün bunları Kur'ân'da zikretmiştir" dedi ve: “Andolsun, «Allah, Meryem oğlu Mesih'tir» diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.» Andolsun, «Allah, üçün üçüncüsüdür» diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkar edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır. Ayrıca küfürleri sebebiyle ve Meryem hakkında pek büyük bir iftirada bulunmaları sebebiyle lanete uğramışlardır. Eğer kitap ehli iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık. Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların bir çoğunun yaptığı ne kötüdür!" âyetlerini okudu. Sonra: “...Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır..." âyetindeki zümreden kasıt: «İsa (aleyhisselam), Allah'ın kulu, ruhu ve Meryem'e (aleyhisselam) bıraktığı ruhudur» diyenlerdir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Andolsun, «Allah, üçün üçüncüsüdür» diyenler kâfir oldu..." âyetini açıklarken: “Burada İsa (aleyhisselam) hakkında: “Üçün üçüncüsüdür" deyip te yalan söyleyen Hıristiyanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İsrâil oğulları, Isa (aleyhisselam) hakkında üç fırkaya ayrıldı. Bir fırka: “O, Allah'tır" dedi. Bir fırka: “O, Allah'ın oğludur" dedi. Bir fırka da: “O, Allah'ın kulu ve ruhudur" dedi. İşte bu fırka orta yolda giden ve teslim olan Ehl-i Kitâb fırkasıdır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Andolsun, «Allah, üçün üçüncüsüdür» diyenler kâfir oldu..." âyetini açıklarken: “Hıristiyanlar: «İsa (aleyhisselam) ve annesi Allah'tır» dediler. Bu sözler Yüce Allah'ın: “...Sen mi insanlara, Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin..." âyeti da bunu göstermektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim der ki: Abdullah b. Hilâl ed-Dimaşkî'nin, Ahmed b. el- Havârî'den bildirdiğine göre Ebû Süleyman ed-Dârânî: “Ey Ahmed! Vallahi! Onların dillerine: «O, üç ilahın üçüncüsüdür» dedirten ancak Allah'tır. Dileseydi onların dillerini lal ederdi" demiştir. 73“Allah, üç ilâhdan üçüncüsüdür.” diyenler, elbette kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek İlâh’dan başka hiç bir ilâh yoktur. Eğer bu söylediklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden küfürde kalanlara muhakkak çok acıklı bir azap değecektir. 74Hâlâ Allah’a tevbe edip mağfiret dilemiyecekler mi? Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. 75Meryem’in oğlu Mesih, ancak bir peygamberdir. Ondan önce bir çok peygamberler geçti. Anası çok doğru bir kadındı. İkisi de yemek yerlerdi. Bak ki, âyetlerimizi onlara nasıl açık açık anlatıyoruz. Sonra da bak hakdan nasıl çevriliyorlar. 76De ki: Allah’ı bırakıp da size ne bir zarar, ne de bir fayda sağlamayan şeylere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki Allah, bütün söylediklerinizi işitendir, bütün yaptıklarınızı bilendir. 77"De ki «Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dosdoğru yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın.»" İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Dininizde aşırı gitmeyin..." âyetini açıklarken: “Bidatler edinmeyin mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Dininizde aşırı gitmeyin..." âyetini açıklarken: “Burada aşırı gitmekten kasıt, hakkı terk etmektir. Allah'ın eşi ve oğlu olduğunu iddia edenler de aşırı gidenlerdendi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Rabî' b. Enes der ki: Yahudilerin bir süre sünneti ve kitabı uygulayan bir liderleri vardı. Bir gün şeytan ona gelip: “Sen, senden önce de yapılan bir iz üzerinde gidiyorsun ve bununla övülmüyorsun. Ama sen kendin bir bidat çıkar ve ona davet edip insanları buna zorla" dedi. Bu lider de öyle yaptı. Bir süre sonra bu yaptığından dolayı tövbe etmek istedi. Liderlikten ve mülkünden vazgeçerek ibadete çekilmek istedi. Günlerce ibadet ettikten sonra şeytan gelip: “Sen işlemiş olduğun günahtan dolayı tövbe etmek istiyorsun, ama seninle Rabbin arasında tövbeni kabul edecek İsa (aleyhisselam) vardır. Fakat senin yolunda filan ve filan kişi dinlerini terk ederek sapıklığa düştüler. Onları bir daha nasıl hidayete erdireceksin? Senin tövben asla kabul olunmaz" dedi. "De ki: Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dosdoğru yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın" âyetinin bu ve buna benzer şeyler hakkında nâzil olduğunu işittik. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Dosdoğru yoldan da şaşmış bir millet..." âyetini açıklarken: “Burada Yahudiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “De ki: “Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dosdoğru yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın"" âyetini açıklarken: “Burada kendileri ve kendilerine uyanları doğru yoldan sapıklığa düşürenler kastedilmektedir" dedi. 78Bkz. Ayet:79 79"İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü" Abdurrezzâk, Ahmed, Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrâil oğullarının arasında (dini konulardaki) ilk eksiklik şöyleydi: Bir kişi (günah işleyen) diğer bir kişiyle karşılaşır ve ona: «Ey filan! Allah'tan kork ve yaptığın bu şeyi terk et. Çünkü bu, sana helal değildir» derdi. Bu kişi ikinci gün onunla karşılaştığı zaman aynı durumda olmasına rağmen onunla beraber yemekten, içmekten ve beraberinde oturmaktan geri kalmıyordu. Onlar böyle yapınca Yüce Allah onların (iyilerin ve kötülerin) kalplerini bir birine karıştırdı." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Israiloğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. Eğer Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene (Kur'ân'a) inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir'" âyetlerini okuyup: “Hayır, vallahi! Siz iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ve zalimin elinden tutarak onu zorla hak yola getireceksiniz" buyurdu. Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî ve İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İsrâil oğulları günah işledikleri zaman âlimleri kendilerini ayıplayarak bundan nehyettiler. Sonra da bu âlimler, İsrâil oğulları bir önceki gün günah işlememiş gibi onlarla beraber oturdular ve beraber yiyip içtiler. Yüce Allah onların böyle yapması üzerine onların (iyilerin ve kötülerin) kalplerini birbirine karıştırdı ve onları bir Peygamberin diliyle lanetledi" buyurdu. Sonra da: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu isa diliyle lânetlendi..." âyetini okuyup bitirince: “Yaptıkları ne kötü şeydir" buyurup şöyle devam etti: “Vallahi! Siz iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ve zalimin elinden tutarak onu zorla hak yola getireceksiniz. Ya da Allah kalplerinizi birbirine karıştırıp İsrâil oğullarını lanetlediği gibi sizi de lanetleyecektir," Abd b. Humeyd'in, Muâz b. Cebel'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Size bir mal verildiği zaman alın. Ancak verilen şey dininizden taviz vermeniz için rüşvet ise almayın. Siz malı terk etmeyeceksiniz. Fakirlik ve korku buna engel olacaktır. Merh oğulları gelecek ve İslam değirmen gibi dönecektir. Siz Kur'ân neredeyse oraya dönün. Yakın zamanda idareciler ve Kur'ân savaşıp ayrı düşeceklerdir. Öyle idarecileriniz olacak ki, kendileri için ayrı, sizin için ayrı hüküm vereceklerdir. Eğer onlara uyarsanız sizi sapıklığa düşürecek, karşı gelirseniz sizi öldüreceklerdir" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Eğer öyle bir şeye ulaşırsak ne yapacağız?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsa'nın (aleyhisselam) testerelerle biçilen ve direklere asılan ashâbı gibi olun. Çünkü itaat üzere ölmek, masiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır. İsrâil oğullarının ilk eksikliği şöyleydi. Onlar kişiyi ayıplarcasına iyiliği emredip kötülükten nehyederdi. Onlardan biri ayıpladığı arkadaşını gördüğü zaman sanki onu ayıplamamış gibi onunla oturur ve yine onunla beraber yiyip içerdi. Bunun üzerine Yüce Allah onları peygamberleri Davud'un (aleyhisselam) ve İsa'nın (aleyhisselam) diliyle lanetledi. "Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.'" Canım elinde olana yemin olsun ki, siz iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz. Ya da Allah size kötülerinizi musallat edecektir. Sonra hayırlı olanlarınız dua ettiklerinde onların duaları kabul edilmeyecektir. Canım elinde olana yemin olsun ki, siz iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ve zalimin elinden tutarak onu zorla hak yola getireceksiniz. Ya da Allah kalplerinizi birbirine karıştıracaktır." İbn Râhûye, Buhârî, el-Vuhdân'da, İbnü's-Seken, İbn Mende, Bâverdî, Ma'rifetü's-Sahâbe'de, Taberânî, Ebû Nuaym ve İbn Merdûye, İbn Ebzâ'dan, o da babasından bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe verip Allah'a hamdü sena ettikten sonra Müslümanlardan bazı fırkaları da zikredip onlara hayırlarla dua etti. Sonra da şöye buyurdu: “Ne oluyor ki, bazı kavimler komşularına bir şey öğretmiyor, onlara ilim vermiyor, onlara hatırlatmada bulunmuyor ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmiyor? Yine ne oluyor ki, bazı kavimler komşularından öğrenmiyor, onlardan ilim ve ibret almıyor? Canım elinde olana yemin olsun ki, ya komşularına öğretecek, onlara ilim verecek, onlara hatırlatmada bulunacak ve iyiliği emredip kötülükten nehyedecek kavimler olacaksınız ve komşularından öğrenen, onlardan ilim ve ibret alan kavimler olacaksınız, ya da onlara dünyada iken cezalarını acele olarak vereceğim." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minberden inip evine girdi. Bunun üzerine Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı birbirine: “Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleriyle kimleri kasdetti?" demeye başladılar. Bazıları: “Bu sözleriyle ancak Eş'arileri kasdetmiştir. Çünkü Eş'ariler fakih ve âlim kişilerdir. Onların su kenarlarında kaba ve cahil komşuları vardır. Eş'arilerden bir grup toplanarak Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiler ve: “Müslümanlardan bazı fırkaları hayırla anarken bazılarını da şer ile andın, ne oluyor ki?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Komşularınıza öğretecek, onlara ilim verecek, onlara hatırlatmada bulunacak ve onlara iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ya da dünyada iken cezanızı acele olarak vereceğim" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bize bir yıl mühlet ver. Biz onlara öğretiriz, onlarda öğrenir" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara bu mühleti verip: “israiloğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!" âyetlerini okudu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlendi..." âyetini açıklarken: “Zebur'da ve İncil'de lanetlenmişlerdir mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü" âyetini açıklarken: “Mûsa (aleyhisselam) zamanında Tevrat'ta, İsa (aleyhisselam) zamanında İncil'de, Davud (aleyhisselam) zamanında Zeburda, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında ise Kur'ân'da her dille lanetlenmişlerdir, mânâsındadır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü'" âyetini açıklarken: “Yasaklayan Yahudiler sonradan yasakladıkları kişilerle ticaret üzere ortaklık kurdular. Allah onların kalplerini birbirine karıştırmış ve Dâvud (aleyhisselam) ile İsa b. Meryem dilleriyle lanetlenmişlerdir" dedi. Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, Ebû Mâlik el-Ğifârî'nin bu âyet hakkında şöyle dediğini bildirir: “İsrâil oğulları, Dâvud'un (aleyhisselam) diliyle lanetlenip maymuna dönüştürüldüler. İsa'nın (aleyhisselam) diliyle de lanetlenip domuza dönüştürüldüler." İbn Cerîr, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında: “Yüce Allah, İsrâil oğullarını, Dâvud'un (aleyhisselam) zamanında onları Dâvud'un (aleyhisselam) diliyle lanetlemiş ve onları maymuna dönüştürerek zelil kılmıştır. Yine onları İncil'de, İsa'nın (aleyhisselam) diliyle lanetleyip domuza dönüştürmüştür" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü" âyetini açıklarken: “İsrâil oğullarının masiyeti neydi biliyor musunuz? Onlar "İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Amr b. Himâs'tan bildiriyor: İbnü'z-Zübeyr, Ka'b'a: “Allah kullarına öfkelendiği zaman bu belli olur mu?" diye sorunca (Ka'bu'l-ahbâr): “Evet, Allah onları zelil kılar ve onlar o zaman iyiliği emredip kötülükten nehyetmezler. Bu Kur'ân'da: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu isa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü'" şeklinde geçmektedir" dedi. Deylemî'nin, Müsnedü'l-Firdevs'te bildirdiğine göre Ebû Ubeyde b. el- Cerrâh, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sözünü nakleder: “İsrâil oğulları günün başlangıcında kırk üç peygamberi öldürmüştür. O peygamberlere uyan kişilerden yüz on iki kişi kalkıp onlara iyiliği emredip kötülükten nehyedince günün sonunda onlarında hepsini öldürdüler. Allah'ın: “Israiloğullarından inkar edenler, Davud ve Meryem oğlu Isa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü" âyetinde zikrettiği kişiler de bunlardır. " Ahmed, Tirmizî ve Beyhakî'nin, Huzeyfe b. el-Yemân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Canım elinde olana yemin olsun ki, ya iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ya da Allah size yakın bir zamanda ceza gönderir. Sonra da Allah'a dua edersiniz ve duanızı kabul etmez" buyurdu. İbn Mâce'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dua edip te duanız kabul edilmez olmadan önce iyiliği emredip kötülükten nehyedin" buyurmuştur. Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Ebû Saîd el-Hudrî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle öfkesini belirtsin. Bu da imanın en zayıf derecesidir" buyurdu. Ahmed'in, Adiy b. Umeyra'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah seçkin kişilerin kötülüğü yüzünden bütün toplumu azaplandırmaz. Ancak toplum, bu seçkin kişilerin kötülüğünü görür ve bu kötülüğü değiştirmeye gücü yettiği halde değiştirmezse, işte o zaman ileri gelen kişilerin kötülüğü ile bütün toplum azaplandırır" buyurdu. Hatîb'in, Ruvâtu Mâlik'te, Ebû Seleme vasıtasıyla babasından bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, ümmetimden bazı kişiler mezarlarından maymun ve domuz suretinde çıkacaklardır. Bunlar günah işleyenlere yağcılık yapıp, güçleri yettiği halde sessiz kalarak onları bu günahlardan nehyetmeyen kişilerdir" buyurdu. Hakîm et-Tirmizî'nin, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer ümmetin dünyayı tazim ederlerse üzerlerinden İslam'ın heybeti çekilir. İyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi terk ederlerse vahyin bereketinden mahrum kalırlar. Eğer birbirlerine söverlerse Allah'ın gözünden düşerler" buyurdu. Taberânî, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yâ Resûlallah! İçinde salih kişiler bulunan bir yer helak olur mu?" diye sorulunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet, olur" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Niye ki?" denilince de: “Yüce Allah'a karşı işlenen isyanlara engel olmayıp sessiz kalmalarındandır" buyurdu. Taberânî'nin, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sizden önce İsrâil oğulları günah işleyen birini gördükleri zaman onu ayıplayarak o günahtan nehy ederler di. ikinci gün de sanki bir gün önce onun günah işlediğini görmemiş gibi onunla oturur, yer ve içerlerdi. Allah onların öyle yaptığını görünce onların (iyilerin ve kötülerin) kalplerini birbirine karıştırdı ve onları Dâvud'un (aleyhisselam) ve İsa b. Meryem'in diliyle lanetledi. «...Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.» Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, siz iyiliği emredip kötülükten nehyedeceksiniz ve günah işleyenin elinden tutarak onu zorla hak yola getireceksiniz. Ya da Allah kalplerinizi birbirine karıştırıp İsrâil oğullarını lanetlediği gibi sizi de lanetleyecektir. Deylemî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle cinsel ilişkide bulunursa, onları doğudan gelecek kızıl bir esintiyle müjdele. Onların bir kısmı bu esintiyle hayvan suretine döndürülürken bir kısmı da yere batar. "...Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü" buyurdu. 80"Onlardan çoğunun, inkar edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!" İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür..." âyetini açıklarken: “Burada nefislerinin kendilerine emrettikleri şeyler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Harâitî, Mesâviu'l-Ahlâk'da, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Huzeyfe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Müslümanlar topluluğu! Zinadan sakının ki, üçü dünyada diğer üçü de âhirette olmak üzere onda altı haslet vardır. Dünyada olanlar, (zina eden) kişinin güzelliğinin yok olması, fakirliğinin daim olması ve ömrünün kısa olmasıdır. Âhirette olanlar ise, Allah'ın, kendisine olan öfkesi, çok kötü bir hesap görmesi ve sürekli olarak Cehennemde kalıcı olmasıdır" buyurdu. Sonra da: “...Nefislerinin onlar için (âhiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazab etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar"' âyetini okudu. 81"Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kur'ân'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fasıktır." Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kur'ân'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi..." âyetini açıklarken: “Burada münafıklar kastedilmektedir" dedi. 82Bkz. Ayet:84 83Bkz. Ayet:84 84"(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler ile beraber yaz» derler. Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) sokmasını umarken, Allah'a ve bize gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?" Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yahudi biri Müslüman biriyle yalnız kaldığı zaman mutlaka onu öldürmeyi istemiştir" buyurdu. Başka bir lafızda ise: “Mutlaka onu öldürmeyi düşünmüştür" şeklindedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün..." âyetini açıklarken: “Burada Câfer ve ashâbı ile beraber Habeşistan'dan gelen grup kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rabâh): “Allah'ın, Hıristiyanlardan iyi kişiler olarak zikrettiği kişilerin hepsinde de Necâşî ve ashâbı kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rabâh): “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün..."- âyetini açıklarken: “Burada mümin Muhacirler geldiği zaman, iman eden Habeşliler kastedilmektedir" dedi. Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “...Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün...'" âyeti, Necâşî ve ashâbı hakkında inmiştir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Vahidî, İbn Şihâb vasıtasıyla bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb, Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el- Hâris b. Hişâm ile ürve b. ez-Zübeyr derler ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazarak Amr b. Umeyye'yi Necâşî'ye gönderdi. Bu kişi Necâşi'nin huzuruna varıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mektubunu okudu. Sonra Necâşî, Câfer b. Ebî Tâlib'i ve beraberindeki muhacirleri çağırıp rahipleri ve keşişleri de topladıktan sonra, Câfer b. Ebî Tâlib'e, onlara Kur'ân okumasını emretti. Bunun üzerine Câfer b. Ebî Tâlib kendilerine Meryem sûresini okudu. Onlar da Kur'ân'a iman ederek gözyaşları dökmeye başladılar. İşte: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler"' âyetleri bunlar hakkında nâzil olmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr şöyle dedi: “...Onların içinde keşişler ve rahipler vardır..." âyetini açıklarken: Burada, Necâşî'nin kavminden yaş ve ilim olarak en hayırlı olanları seçerek Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermiş olduğu yetmiş kişi kastedilmektedir. Necâşî onlar vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Başka bir rivayette ifade şöyledir: Necâşî, ashâbından ileri gelenlerden otuz kişiyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi. Bu otuz kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiği zaman kendilerine "Yâsin" sûresini okudu. Kur'ân'ı işittikleri zaman ağladılar ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hak olduğunu anladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Onların içinde keşişler ve rahipler vardır..." âyetini indirdi. Yine: “Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz buna da inanırlar. Kur'ân onlara okunduğu zaman: «Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden müslüman olmuş kimseleriz» derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler" âyetleri onlar hakkında inmiştir. İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Urve der ki: (Ashâb) "Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün..." âyetinin Necâşî hakkında nâzil olduğu görüşündeydi." Abd b. Humeyd, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman..." âyetini açıklarken: “Bunlar denizci idiler. Câfer b. Ebî Tâlib ile beraber Habeşistan'dan gelmişlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlara Kur'ân okuyunca iman ettiler ve gözyaşları döktüler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Topraklarınıza döndüğünüz zaman dininizden geri dönersiniz" buyurduğunda: “Hayır biz dinimizden geri dönmeyiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman..." âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize nakledildiğine göre bu âyet Câfer ile beraber Habeşistan'dan gelen bir grup hakkında nâzil olmuştur. Câfer Kureyş'ten kırk, Eş'arî'lerden ise elli kişiyle beraber Habeşistan'a gitmişti. Eş'arîlerin içinde en büyükleri Ebû Âmir el-Eş'arî, en küçükleri ise Âmir'di. Aralarında Ak'ten de dört kişi bulunmaktaydı. Bu grubu yakalatmak için Kureyş'Iiler aralarından Amr b. el-Âs'ı ile Umâre b. el-Velîd'i Necâşî'ye gönderdiler. Bu ikisi Necâşî'ye varıp: “Bunlar kavimlerinin dinlerinde fesat çıkaranlardır" dediler. Necâşî onları getirterek durumu kendilerine sordu. Bunun üzerine onlar: “Bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi, Allah bize de bir tek olan Allah'a davet eden peygamber gönderdi. Bu peygamber bize iyiliği emredip kötülükten nehyetmektedir. Akrabalarla ilgilenmeyi ve akrabalık bağlarını kesmemeyi emretmektedir. Söz verdiğimizde sözümüzde durmayı ve ahde vefasızlık etmemeyi emretmektedir. Biz bu Peygamber'e inanıp iman ettiğimiz zaman kavmimiz aşırı gidip bizi topraklarımızdan çıkardılar. Biz de senden başka sığınacak birini bulamadık" dediler. Necâşî: “İyi ettiniz" dedi. Amr ve arkadaşı: “Bunlar İsa hakkında senden farklı şeyler söylüyorlar" deyince Necâşî: “İsa hakkında ne diyorsunuz?" diye sordu. Onlar: “Biz, Allah'ın kulu, Peygamberi ve el-Betül el-Azrâ'ya (bekar ve evlenmeyen Meryem'e) bırakmış olduğu kelimesi ve ruhudur, diyoruz" karşılığını verdiler. Necâşî: “Yanlış bir şey söylemediniz" dedikten sonra Amr ve arkadaşına: “Eğer sizler topraklarımda olmasaydınız sizleri şöyle şöyle yapardım" dedi. Bize söylendiğine göre Câfer ve arkadaşları geri döndükleri zaman onlar da (Necâşî'nin bazı adamları da) beraber gelmiş ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman etmişlerdi. Bir kişi: “Eğer bunlar topraklarına dönecek olurlarsa tekrar eski dinlerine dönerler" dedi. Yine bize anlatıldığına göre Câfer yetmiş kişi ile beraber geri dönmüştü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Kur'ân okuduğu zaman onların gözlerinden yaşlar akmıştı. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Necâşî, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yedisi keşiş, beşi de rahip olmak üzere on iki kişi gönderdi. Bunlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşüp bazı şeyler soracaklardı. Bu kişiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vardıklarında, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine Allah'ın kendisine indirmiş olduğu âyetlerden okudu. Bunun üzerine onlar ağladılar ve iman ettiler. Bu sebeple Yüce Allah onlar hakkında: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de ashâbı için müşriklerden korkunca, Câfer b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ûd ve Osmân b. Maz'ûn'u ashâbından bir grupla bebarer kral Necâşî'nin yanına, Habeşistan'a gönderdi. Müşrikler bu haberi alınca Amr b. el-Âs'ı bir grupla Necâşî'ye gönderdi. Bu grup Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) grubundan önce Necâşî'ye varıp: “Aramızda Kureyş'lilerin akıllarının az ve emellerinin boş olduğunu iddia eden bir adam çıktı. Bu kişi peygamber olduğunu iddia etmektedir. Kavminde fesat çıkarmak için bir grup göndermiş bulunmaktadır. Biz de bunu sana haber vermek istedik" dediler. Necâşî: “Eğer bana gelirlerse dedikleri şeye bir bakarım" karşılığını verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı Necâşî'nin kapısına gelip: “Allah'ın dostlarına izin ver" dediler. Necâşî. "Onlara izin vardır, Allah'ın dostlarına merhaba" dedi. Ashâb yanına girip selam verince, müşriklerden bir grup: “Görüyorsun ey kral! Biz sana doğru söylemekteyiz. Onlar gerektiği gibi sana selam vermemekteler" dedi. Necâşî: “Beni gerektiği gibi selamlamanızdan alıkoyan nedir?" diye sorunca: “Biz seni Cennet ahalisinin ve meleklerin selamıyla selamladık" cevabını verdiler. Necâşî: “Arkadaşınız, İsa ve annesi hakkında ne demektedir?" deyince: “İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın kulu, peygamberi ve Meryem'e (aleyhesselam) bıraktığı ruhu ve kelimesidir" demektedir. Meryem'in (aleyhesselam) hakkında ise: «Temiz el-Betûl el- Azrâ (bekar ve evlenmeyen kadın)dır» demektedir" dediler. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak: “Arkadaşınız, İsa'nın dediğine bu çöp kadar bir şey eklememiştir" dedi. Müşrikler bu durumdan hoşlanmamış ve yüzlerinin rengi değişmişti. Necâşî ashâba: “Size indirilenden bir şey okuyor musunuz?" deyince: “Evet, okuyoruz" karşılığını verdiler. Necâşî: “O zaman okuyun" deyince de ashâb okudu. Necâşî'nin etrafında keşişler, rahipler ve diğer yardımcıları bulunmaktaydı. Keşişlerden ve rahiplerden bir grup her âyet okunmasında bunların haktan olduğunu anladılar ve gözyaşları akmaya başladı. Bunun için Yüce Allah onların hakkında: “(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler"' âyetlerini indirdi." Taberânî, Selmân'ın Müslüman oluşunu anlatırken şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman yemek yapıp yanına gittim. "Bu nedir?" buyurduğunda: “Sadakadır" cevabını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına: “Yiyin" buyurdu. Bir müddet sonra bir daha yemek yapıp götürdüğümde: “Bu nedir?" diye sordu. Ben: “Bu hediyedir" dediğimde ondan yiyerek ashâbına da: “Yiyin" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Bana Hıristiyanlıktan haber ver" dediğimde: “Ne onlarda,, ne de onları sevenlerde bir hayır vardır" buyurdu. Bu dediği bana ağır gelmiş bir şekilde yanından kalkmıştım. Sonra Yüce Allah: “(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün..." âyetlerini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), beni çağırtıp: “Ey Selmânl Senin arkadaşların Allah'ın burada zikretmiş olduğu kişilerdir" buyurdu. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar'" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ehl-i Kitâb'dan bazı kişiler (Nasraniler), İsa'nın (aleyhisselam) getirmiş olduğu hak şeriat üzereydiler. Ona iman etmiş ve ona uymuşlardı. Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği zaman kendisine inandılar ve iman ettiler. Getirdiği hak şeylerin de Allah katından olduğunu bildiler. Allah ta işittiğiniz gibi onları bu şekilde övdü." Ebû Ubeyd, Fedâil'de, İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Abd b. Humeyd, Buhârî, Târih'te, Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l- Usûl'da, Bezzâr, İbn Ebî Dâvud, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdüye'nin bildirdiğine göre Selmân'a: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır...'" âyetinin açıklaması sorulunca şöyle dedi: “Burada manastırdaki rahipler kastedilmektedir. Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) şeklinde inmiştir. Hakîm et-Tirmizî'nin lafzı ise şöyledir: “Ben bu âyeti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) şeklinde okudum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bu âyeti: (.....) şeklinde okudu. Beyhakî, Delâil'de, Selmân'dan bildiriyor: Ben Râmahurmuz'da yetim bir kişi idim. Râmahurmuz idarecisinin oğlu sürekli öğretmeninin yanına gider gelirdi. Bu sebeple ben de onun yakınında bulunmak istedim. Benden büyük kendini beğenmiş kibirli bir ağabeyim vardı. Ben ise yoksul bir kişi idim. Öğretmen dersi bitirip öğrenciler dağıldığı zaman, Râmahurmuz idarecisinin oğlu elbisesiyle yüzünü kapatır ve dağa çıkardı. Bunu çok sık olarak yapardı. (Bir gün kendisine) "Niçin şöyle şöyle yapıyorsun ve beni beraber götürmüyor sun?" dediğimde: “Sen çocuksun ve durumumuzu ifşa etmenden korkuyorum" cevabını verdi. Ona: “Korkma!" deyince: “Bu dağda bir mağarada, ibadet edip Yüce Allah'ı ve âhireti zikreden salih kişiler vardır. Bunlar ateşperestlerin ve putperestlerin dinsiz olduğunu iddia ediyorlar" dedi. Kendisine: “Beni de beraberinde bu kişilerin yanına götür" dediğimde: “Onlardan izin almadan öyle bir şey yapamam. Senin bizi açığa çıkarıp ta babamın bu durumu öğrenerek onları öldürmesinden ve bu kişilerin benim yüzümden helak olmasından korkuyorum" karşılığını verdi. "Ben öyle bir açık vermem" dedim. Onlardan benim için izin alıp: “Yanımda yetim bir çocuk vardır. Bu çocuğun yanınıza gelip sizleri dinlemesini istiyorum" dedi. Onlar da: “Eğer kendisine güveniyorsan getir" deyince: “Kendisinden size ancak hoşlandığım şeylerin gelmesini temenni ederim" dedi. Onlar da: “O zaman onu da beraberinde getir" dediler. Bunun üzerine bana: “Senin benimle gelmen için kendilerinden izin aldım. Benim dersten çıkış saatimde gittiğimi gördüğünde yanıma gel ve bunu kimse bilmesin. Eğer babam bunu anlarsa onları öldürür" dedi. Râmahurmuz idarecisinin oğlunun dersten çıkış saati geldiğinde kendisini takip ettim. Bir dağa çıktık ve bahsettiği kişilerin yanına vardık. Onlar bir mağaradaydılar." —Ali der ki: “Zannımca Selmân: “Bunlar altı veya yedi kişiydiler" dedi.— Onların ibadet etmekten sanki canları çıkmıştı. Onlar gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet ediyor buldukları yeşilliklerden yiyorlardı. Yanlarına oturduk. Râmahurmuz idarecisinin oğlu beni methederek hakkımda hayırlı şeyler söyledi. Onlar da, Allah'a hamdü sena ederek geçmiş resuller ve peygamberlerden bahsettiler. Sıra İsa b. Meryem'e gelince: “Allah onu (Meryem'den) erkeksiz olarak gönderdi. Allah onu peygamber olarak gönderip ona ölüleri diriltme, çamurdan kuş yaratma, körleri ve sedef hastalarını iyileştirme gücü verdi. Bazı kavimler kendisine tâbi olurken bazıları da inkar etti. O, Allah'ın kendisiyle (insanları) imtihan ettiği kulu ve elçisiydi" dediler. Bunları söylemeden önce de: “Ey çocuk! Senin bir Rabbin vardır. Yine senin geri döneceğin bir yer vardır. Önünde Cennet ve Cehennem vardır ki, gideceğin yer ikisinden biridir. Ateşperestler sapıklığa düşmüş dalalet ehlidir. Allah onların yaptıkları şeylerden razı değildir ve onlar hiçbir din üzere değildirler" dediler. Râmahurmuz idarecisinin oğlunun yanlarından çıkış saati gelince ben de kendisiyle beraber gittim. Sonra bir daha yanlarına gittiğimizde önceki gibi ve daha güzel şeyler söylediler. Ben de yanlarında kalmak istedim. Bana "Ey Selmân! Sen daha çocuksun, sen bizim yaptığımızı yapmaya güç yetiremezsin. Sen ye, iç, namaz kıl ve yat" dediler. Râmahurmuz idarecisi, oğlunun bu yaptığını gördü ve atına binip onu takip ederek bu mağaraya yanlarına geldi. Onlara: “Ey sizler! Bana komşu oldunuz ve ben size iyi komşuluk ettim ve benden bir kötülük görmediniz. Ancak siz oğlumu bana karşı bozdunuz. Size üç gün mühlet veriyorum. Eğer üç gün sonra sizi burada bulursam mağaranızı yakarım. Siz kendi topraklarınıza geri dönün. Benim tarafımdan size bir kötülük gelmesini istemiyorum" dedi. Onlar da: “Biz sana karşı kötü bir şey kasdetmedik. Ancak senin için hayırlı şeyler istedik" dediler. Bu idareci oğlunu onların yanına gitmekten alıkoydu. İdarecinin oğluna: “Allah'tan kork, bu dinin Allah'ın dini olduğunu, babanın ve bizim başka dine tabi olduğumuzu biliyorsun. Bunlar ateşe tapmaktadır ve Allah'ı tanımamaktadırlar. Âhiretini başkasının dünyası için satma" dedim. O: “Ey Selmân! Mesele söylediğin gibidir. Babam onları yok etmesin diye yanlarına çıkmamaktayım. Eğer yanlarına gidecek olursam babam beni yine atıyla takip edecektir. Zaten benim yanlarına gitmemden korkarak onları oradan kovdu. Onların haklı olduğunu bilmekteyim" dedi. Bunun üzerine kendisine: “Sen bilirsin" dedim. Sonra ağabeyime durumu anlatıp bu kavmin yanına gitmeyi teklif ettim. Ağabeyim: “Ben kendi maişetim için uğraş veren biriyim" dedi. Bunlar dağdan göçecekleri gün yanlarına çıktım. Bana: “Ey Selmân! Biz sakınmaktaydık, ancak olanları görmektesin. Allah'tan kork ve bil ki, din sana vasiyet ettiğimiz gibidir. Bu ateşperestler Allah'ı bilmemekte ve anmamaktalar. Onlardan kimse seni aldatmasın" dediler. Onlara: “Ben sizden ayrılacak değilim" deyince: “Sen bizimle olmaya güç yetiremezsin. Biz gündüz oruç tutup gece de ibadet ediyoruz. Biz bitkilerden ve bulduğumuz şeylerden yiyoruz. Sen buna güç yetiremezsin" dediler. Ben yine: “Ben sizden ayrılacak değilim" dedim. Onlar: “Sen bilirsin, biz halimizi sana arzettik. Eğer bizden ayrılmayı kabul etmiyorsan seninle beraber gelecek birini getir ve beraberinde yiyecek şeyler al. Çünkü sen bizim yaptıklarımıza güç yetiremezsin" dediler. Ben de öyle yapıp ağabeyime benimle gelmesini söyledim, ama o bunu kabul etmedi. Yanlarına çıktığımda eşyalarını yüklendiler ve beraber yola çıktık. Allah, selametle Musul'a varmamızı nasip etti. Orada bir mabede gittik. İçeri girdiklerinde oradakiler kendilerini neşe ve sevinçle karşılayarak: “Nerelerde idiniz?" dediler. Onlar da: “Biz, Allah'ın zikredilmediği ateşperestlerin bulunduğu bir şehirdeydik. Bizi oradan kovdular ve sizin yanınıza geldik" dediler. Bir zaman sonra: “Ey Selmân! Bu dağda dindar bir kavim bulunmaktadır. Biz onların yanına gitmek istiyoruz. Sen de bunlarla beraber burada kal. Bunlar da dindardır ve onlardan hoşlanacağın şeyler göreceksin" dediler. Ben: “Ben sizden ayrılacak değilim" deyince: “Mabettekiler de bana nasihat ederek: “Bizimle beraber kal, gücümüz nispetinde bir şeyden geri kalmazsın" dediler. Ben yine: “Ben sizden ayrılacak değilim" dedim ve beraberlerinde yola çıktım. Dağların arasına vardığımızda dibinde birçok su testileri ve çokça ekmek bulunan bir kayanın yanına vardık. Bu kayanın dibinde konakladık. Güneş çıktığı zaman dağların arasından birer birer birçok kişi çıkıp gelmeye başladı. Sanki canları çıkmış gibiydiler. Toplandıkları zaman arkadaşlarımı sevinçli ve neşeli bir şekilde karşılayarak: “Nerelerde idiniz, sizi görmüyorduk?" dediler. Arkadaşlarım: “Biz, Allah'ın zikredilmediği ve ateşperestlerin yaşadığı bir şehirdeydik. Biz orada Allah'ı zikrediyorduk, ama bizi oradan kovdular" cevabını verdiler. Bu gelenler: “Bu çocuk ta nedir?" diye sorunca, arkadaşlarım beni överek: “Bu, o şehirden bir arkadaşımızdır, ondan hayırlı şeylerden başka bir şey görmedik" dediler. Vallahi! Biz bu durumda iken mağaradan bir kişi çıkıp geldi ve selam vererek oturdu. Arkadaşlarım onu sevinçli ve neşeli bir şekilde saygıyla karşılayıp çepeçevre etrafında oturdular. Bu kişi onlara: “Nerede idiniz?" diye sorunca durumu kendisine anlattılar. "Bu çocuk ta nedir?" dediğinde beni överek kendilerine katılışımı anlattılar. Daha önce hiç görmediğim bir şekilde ona saygı gösteriyorlardı. Bu kişi Allah'a hamdü sena ettikten sonra Allah'ın göndermiş olduğu peygamberleri zikrederek karşılaştıkları ve yaptıkları şeyleri anlattı. İsa b. Meryem'e gelince de, Allah'ın onu erkeksiz olarak Meryem'den yarattığını, peygamber olarak gönderdiğini, Allah'ın kendisine ölüleri diriltme, körleri ve sedef hastalarını iyileştirme, çamurdan kuş yapıp ona üfleyerek Allah'ın izniyle ona can verme gücü verdiğini, Allah'ın kendisine İncil'i indirdiğini ve Tevrât'ı öğrettiğini, kendisini İsrâil oğullarına peygamber olarak gönderdiğini ve bazı kavimlerin kendisine iman edip bazılarının da inkar ettiğini söyledi. Yine İsa'nın (aleyhisselam) karşılaştığı bazı durumları anlatarak Allah'ın kendisine nimetler verdiği bir kul olup Allah'ın kendisini mükâfatlandırmış ve ondan razı olduğunu söyledi. Etrafındakilere nasihat etmeye devam edip: “Allah'tan korkun ve İsa'nın (aleyhisselam) getirdiklerine tabi olun. Ona karşı gelmeyin, aksi takdirde Allah sizi ayrılıklara düşürür" diyordu. Sonra: “Kim bu şeylerden (yiyecek ve içecekten) almak isterse alsın" dedi. Bunun üzerine her kişi kalkıp bir testi su ve yemeklerden bir şeyler almaya başladı. Sonra beraberlerinde geldiğim arkadaşlarım bu kişinin yanına gelip kendisine saygıyla selam verince kendilerine: “Bu dinde sebat edin ve fırkalara ayrılmaktan sakının. Bu çocuk hakkında da hayırlı şeyler vasiyet edin" dedi. Bana da: “Ey çocuk! Bu anlatmış olduğum Allah'ın dinidir. Diğerleri ise küfürdür" dedi. Ben de kendisine: “Ben senden ayrılacak değilim" dediğimde: “Sen benimle olmaya güç yetiremezsin, çünkü ben bu mağaradan sadece pazar günleri çıkmaktayım. Bu şekilde sen benimle kalamazsın" dedi. Sonra ashâbına dönünce, ashâbı: “Ey çocuk! Sen onunla olmaya güç yetiremezsin" dediler. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" deyince: “Ey çocuk! Ben şimdi sana bir daha söylüyorum ki, ben buraya gireceğim ve gelecek pazar gününe kadar çıkmayacağım. Artık sen bilirsin" dedi. Ben yine de: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Ashâbı bu kişiye: “Ey filan! Bu daha bir çocuktur, ona bir şey olmasından korkuyoruz" dediler. Bu kişi bana: “Yine de sen bilirsin" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Benim ilk beraber olduğum arkadaşlarım kendilerinden ayrılacağım zaman ağlamaya başladılar. Bu kişi bana: “Bu yemekten ve sudan sana gelecek haftaya yetecek kadar al" deyince ben onlardan bir miktar aldım. Her kişi de tekrar kendi yerine geri döndü. Bu kişi dağdaki mağaraya girinceye kadar arkasından gittim. Bana: “Sen de olanları indir ve yiyip iç " diyerek kendisi namaza durdu. Bende kendisiyle namaza durdum. O bana doğru dönüp: “Senin buna gücün yetmez, fakat namaz kıl ve yat, yemek ye ve iç" dedi. Ben de öyle yaptım. Onun yemek yiyip bir şey içtiğini görmedim. Diğer pazar gününe kadar onu sadece rükuda ve secdede gördüm. Sabahladığımız zaman: “Su testini al ve dışarı çık" dedi. Ben de çıktım ve o kayanın dibine gittim. Yine o kişiler dağlardan çıkıp geldiler ve toplanmaya başladılar. Bu kişinin çıkmasını bekliyorlardı. Bu kişi çıkıp oturduktan sonra çok güzel şeyler anlatarak bir hafta önce anlatmış olduğu konulara benzer bir şeyler anlattı. Sonra: “Bu dine tutunun ve fırkalara ayrılmayın. Allah'tan korkun ve bilin ki İsa b. Meryem, Allah'ın kulu ve nimetlendirdiği kişidir" dedi. Sonra oradakiler benden sözederek: “Ey Filan! Bu çocuğu nasıl buldun?" deyince, beni övüp hayırlı şeyler söyledikten sonra Allah'a hamdü senalar etti. Ekmek ve su bolca var idi. Herkişi kendine yetecek kadar bir miktar almaya başladı. Ben de öyle yaptım. Sonra yine geldikleri dağlara dağıldılar. Bu kişi tekrar mağarasına dönünce ben de kendisiyle döndüm. Bir müddet öyle devam etti. Her pazar günü mağaradan çıkıyor ve arkadaşları her pazar yanına geliyordu. Her haftada her zamanki gibi onlara nasihatlar veriyordu. Yine bir pazar günü toplandıklarında Allah'a hamd edip onu ta'zîm ettikten sonra her zamanki gibi diyeceğini dedi ve: “Ey sizler! Ben artık yaşlanmış ve zayıf biriyim. Ecelim de yaklaşmış bulunmaktadır. Şimdiye kadar Beytü'l- Makdis'e (Kudüs'e) gitmedim. Oraya muhakkak gitmeliyim. Bu çocuğa dikkat edin ve hakkında hayırlı şeyler yapın. Onun iyi bir çocuk olduğunu görüyorum" dedi. Ashâb bu dediğinden dolayı korkmuştu. Onların korkulan gibi bir korku da daha önce görmemiştim. Onlar: “Ey Ebû Filân! Sen yaşlı ve yalnız birisin. Senin başına bir şey gelip gelmemesinden emin değiliz. Şimdi de sana her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır" dediler. Bu kişi: “Beni yolumdan geri çevirmeyin, ben muhakkak gitmeliyim. Fakat bu çocuk hakkında hayırlı şeyler yapın. Şöyle şöyle yapın" dedi. Bunun üzerine ben de kendisine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. O: “Ey Selmân! Benim durumumu ve ne üzere olduğumu biliyorsun. Bu ise diğer şeyler gibi değildir. Ben yürürüm ve gündüz oruç tutar, gece ibadet ederim. Bu sebeple beraberimde azık veya başka bir şey taşıyamam. Senin de buna gücün yetmez" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. O: “Sen bilirsin" dedi. Ashabı: “Ey filan! Biz senin ve yanındaki çocuk hakkında endişeleniyoruz" deyince: “Bu çocuk durumu bilmektedir. Ben kendi durumumu ona anlattım. Bundan daha önceki durumumu da gördü" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Sonra ağlıyarak onunla vedalaştılar. Onlara: “Allah'tan korkun ve nasihat ettiğim gibi olun. Eğer yaşarsam umulur ki size tekrar dönerim. Eğer ölürsem, Allah diridir ve ölmeyendir" dedi. Sonra onlarla vedalaşıp bana: “Bu ekmekten yiyeceğin kadar bir şeyler al" dedi ve beraber yola çıktık. O yürürken Allah'ı zikrediyordu. Etrafına bakmıyor ve hiçbir şeyin yanında durmuyordu. Akşam olunca bana: “Ey Selmân! Sen namaz kıl ve yat. Yemek ye ve iç (sürekli oruç tutma)" dedi. Sonra kendisi namaza kalktı. Beytü'l- Makdis'e varana kadar bu böyle devam etti. O akşamladığı zaman hiç gökyüzüne bakmazdı. Beytü'l-Makdis'e vardığımız zaman Beytü'l-Makdis'in (Kudüs'ün) kapısında kötürüm biri oturuyordu. Bu kötürüm kişi: “Ey Allah'ın kulu! Benim halimi görüyorsun. Bana bir tasaddukta bulun" dedi. Ancak o, bu kötürüm kişiye bakmadan mabede girdi. Bende beraberinde girdim. O mabedin değişik yerlerinde namaz kılmaya başladı. Sonra: “Ey Selmân! Ben şu şu zamandan beri uyumamışım ve bir uyku tadı bulamamaktayım. Gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyandırırsan uyuyacağım. Çünkü bu mabedde uyumak istiyorum. Yoksa gene de uyumazdım" deyince: “Tamam ben seni uyandırırım" dedim. O: “Ben uyuduğumda gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyandır" dedi ve uyudu. Ben de kendi kendime: “Bu filan filan zamandan beri uyumamaktadır. Bu sebeple uykuya doyuncaya kadar onu uyandırmayacağım" dedim. O yürürken bana doğru döner ve nasihat vererek benim Rabbimin olduğunu önümde Cennet, Cehennem ve hesabın bulunduğunu söylerdi. Yine bana bunları öğretip, pazar günleri arkadaşlarına hatırlattığı şeyleri bana hatırlatırdı. Hatta bana anlattıkları arasında: “Ey Selmân! Yüce Allah, Ahmed adında Tihâme'den çıkacak bir peygamber gönderecektir." - O, Arap olmadığı için Tihâme ve Ahmed sözcüklerini tam telaffuz edemeyen biri idi- "Onun alameti hediye olan şeyden yemesi, sadakadan ise yememesidir. Omuzlan arasında peygamberlik mührü vardır. Bu zaman da yaklaşmış bulunmaktadır. Ben yaşlı biriyim. O zamana yetişeceğimi sanmıyorum. Eğer sen ona yetişirsen onu tasdik et ve ona tâbi ol" demişti. Ona: “Dinimi terk etmemi emretse bile mi?" diye sorunca: “Dinini terk etmeni emretse bile ona uy. Çünkü getirdikleri hak üzeredir ve Allah'ın rızası söyledikleri şeylerdedir" demişti. Az bir zaman geçmişti ki, korkup Allah'ı zikrederek uyandı ve: “Ey Selmân! Gölge burayı geçti, ama ben Allah'ı zikretmedim, hani beni uyandıracaktın?" dedi. Bunun üzerine ona: “Sen bana şu şu zamandan beri uyumadım" demiştin. Ben de bu sebeple uykuya doyuncaya kadar uyumanı istedim" dedim. O, Allah'a hamd ederek kalkıp yürüyünce ben de arkasından gittim. Kötürüm kişi: “Ey Allah'ın kulu! Mabede girerken senden sadaka istedim bir şey vermedin. Çıkarken de istedim yine bir şey vermedin" dedi. Bunun üzerine o etrafına bakınıp kendisini kimsenin görüp görmediğine baktı ve kötürüme yaklaşarak: “Bana elini ver!" dedi. Kötürüm elini verince: “Allah'ın ismiyle kalk!" dedi ve kötürüm bağlı olduğu ipinden kurtulan kişi gibi ayağa kalktı. Kötürümlüğünden hiçbir eser kalmamıştı. Sonra onun elini bırakıp yoluna devam etti. Yine hiçbir tarafa bakmıyor ve hiç kimsenin yanında durmuyordu. Kötürümlükten kurtulan kişi: “Ey çocuk! Bana eşyalarımı yüklenmeme yardım et te gidip durumumu aileme haber vereyim" dedi. Ben eşyalarını yüklenmesine yardım ettikten sonra adam bana bakmadan yoluna devam etti. Ben de kendisini iyileştiren yaşlı kişinin peşine düştüm. Onu her karşılaştığım kişiye sorduğumda: “Önündedir" dediler. Kelb kabilesinden bir kafileyle karşılaştım ve bu yaşlı kişiyi kendilerine sordum. Konuşma şivemi işittiklerinde biri devesini çöktürüp beni devesinin terkisine bindirdi. Ülkelerine vardığımızda beni Ensâr'dan bir kadına sattılar. O da bakmam için beni bir bahçesine yerleştirdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği bana haber verilince hurmalardan bir miktar alarak yanına gittim. Yanında bazı kişiler vardı ve en yakınında Ebû Bekr bulunmaktaydı. Hurmaları önüne koyunca: “Bu nedir?" diye sordu: “Ben de: “Sadakadır" dediğimde, oradakilere: “Yiyin!" buyurdu ve kendisi yemedi. Bir zaman sonra bir daha hurma alarak yanına gittim. Yine Ebû Bekr kendisine en yakın kişiydi. Hurmaları önüne bıraktığımda: “Bu nedir?" diye sordu. Ben de: “Hediyedir" dedim. Bunun üzerine: “Bismillah!" dedi ve yanındakilerle beraber yemeye başladı. Kendi kendime: “İşte bu, onun işaretleridir" dedim. Arkadaşım Arap olmayan biri idi. Bu sebeple Tihâme diyemeyip: “Tihmet ve Ahmed" demişti. Arkasına geçtiğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mührü görmek istediğimi sezip giysisini gevşetince sol omuzunun kenarında peygamberlik mührünü gördüm. Mühre dikkatlice baktıktan sonra tekrar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne gelip: “Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen kimsin?" diye sorunca: “Ben bir köleyim" diye cevap verdim. Sonra da beraber olduğum adamın dediklerini ve bana emrettiklerini anlattım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen kimin kölesisin?" deyince: “Beni bakmam için bir bahçesine bırakan Ensâr'dan bir kadının kölesiyim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Ey Ebû Bekr!" deyince, Ebû Bekr: “Emrindeyim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu satın al!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr beni satın alıp azad etti. Bir müddet sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip selam verdim ve önünde oturarak: “Yâ Resûlallah! Hıristiyanlar hakkında ne diyorsun?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne onlarda, ne de dinlerinde bir hayır vardır" buyurdu. İçime çok büyük bir şey düşmüştü. Beraber olduğum kişi, kendisinden öyle şeyler gördüğüm kişi ve Allah'ın kötürümü eliyle iyileştirdiği kişide ve dininde bir hayır yok muydu? İçimde birçok şeylerle çıkıp gittim. Sonra Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar" âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Selmân'ı çağırın" buyurunca elçisi beni çağırmaya geldi. Ben korkmuştum. Gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde oturduğumda: “Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" deyip: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar'" âyetini okudu. Sonra: “Ey Selmân! Beraber olduğun arkadaşların Hıristiyan değildir, onlar müslümandır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, Senin dinine tabi olmamı emretmişti. Ona: «Dinini ve üzeri olduğun şeyi terk etmemi emretse bile terkedeyim mi?» dediğimde: «Evet terk et, çünkü hak olan ve Allah'ın sevdiği şeyler sana emrettiği şeylerdedir» karşılığını verdi" dedim. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada (Hıristiyanların) âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesi Hıristiyanların âbidleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn İshâk der ki: Zührî'ye: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar" âyeti ile: “...Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler" âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Ben sürekli âlimlerimizin: «Bu âyetler, Necâşî ve arkadaşları hakkında nâzil olmuştur» dediklerini işitirdim" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bizi (hakikate) şahitlik edenler ile beraber yaz..." âyetini açıklarken: “Muhammed'in ümmeti ile beraber yaz mânâsındadır" dedi. Başka bir rivayette ise: “Şahitlikle Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmeti kastedilmektedir. Onlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer peygamberlerin tebliğ ettiğine şahitlik etmişlerdir" şeklindedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) sokmasını umarken..." âyetini açıklarken: “Burada salih kavimle Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı kastedilmektedir" dedi. 85İşte böyle demelerine karşılık Allah da kendilerine sevap olarak ağaçları altından ırmaklar akan cennetleri verdi ki, içlerinde ebediyyen kalıcı haldedirler. İşte iyilik yapanların mükâfatı budur. 86Küfredip âyetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar, hep cehennemliktirler. 87Bkz. Ayet:88 88"Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının." Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Adiy, el-Kâmil'de, Taberânî ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Yâ Resûlallah! Ben et yediğim zaman kadınlara karşı şehvetim artmaktadır. Bu sebeple kendime et yemeyi haram kıldım" dedi. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Bu âyet sahabeden bir grup hakkında nâzil olmuştur. Onlar: “Erkeklik organlarımızı keserek dünya arzularından uzak duralım ve rahipler gibi yeryüzünde seyahat edelim" dediler. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişileri çağırtıp söylenenleri kendilerine sordu. Onlar da: “Evet söyledik" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben bazen oruç tutuyor bazen de tutmuyorum. Bazen namaz kılıyor, bazen de uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum. Kim sünnetime uyarsa o bendendir. Kim de sünnetime uymazsa o benden değildir" buyurdu. Abd b. Humeyd, Ebû Dâvud, Merâsil'de ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet, Osmân b. Maz'ûn ve arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Onlar kendilerine, kadınları ve birçok arzularını haram kılmışlardı. Hatta onlardan bazısı erkeklik organını kesmeye karar verdi. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi. Buhârî ve Müslim, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbmdan bazı kişiler, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) gizli olarak yaptığı ibadetleri sordular. Sonra bu ashâbdan bazısı: “Ben et yemeyeceğim" derken bazısı: “Ben evlenmeyeceğim" dedi. Bazısı da: “Ben artık yatağımda yatmayacağım" dedi. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince: “Ne oluyor ki, bu kavmin bazıları şöyle şöyle diyor. Ben bazen oruç tutuyor, bazen de iftar ediyorum. Bazen uyuyor, bazen de kalkıyorum, et yiyor ve kadınlarla evleniyorum. Kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini bildirir: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir gazvede idik ve beraberimizde kadınlarımız yoktu. Bu sebeple: “Kendimizi hadım edelim mi?" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi bundan nehyederek belli bir zamana kadar bir giysi karşılığında bir kadınla evlenmemize ruhsat verdi. Sonra da: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler kendilerini hadım ederek kadınlardan uzak durmaya ve et yememeye karar verdiler. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyeti nâzil oldu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: Aralarında Osmân b. Maz'ûn'un da bulunduğu ashâbdan oluşan bir grup vardı. Onlardan biri: “Ben artık et yemeyeceğim" dedi. Diğeri: “Ben artık yatağımda yatmıyacağım" dedi. Diğer biri: “Ben evlenmeyeceğim" dedi. Diğer bir kişi ise: “Ben hergün oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğini" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyetini açıklarken: “(Müslümanlardan bazı kişiler) Temiz olan şeyleri ve eti kendilerine haram kılmışlardı. Bu sebeple Allah onlar hakkında bu âyeti indirdi" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler dünya nimetlerini ve kadınları terk ederek rahipler gibi olmak istediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp onlara ağır şeyler söyleyerek: "Sizden önceki kavimler zorluklardan dolayı helak oldular. Onlar kendi nefislerine zorluklar çıkarınca Allah da onlara zorluklar çıkardı. Bugünkü manastır ve mabedlerde bulunanlar da onlardan geriye kalanlardır. Siz Allah'a ibadet edin ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayın. Siz hac ve umre yaparak doğru olunki, size de dürüst davranılsın" buyurdu. Sonra da: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez'" âyeti nâzil oldu. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “...Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyetini açıklarken: “Bu âyet Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından dünya nimetlerini, kadınları terk eden ve zahid olmak (ruhbanlık) isteyen bazı kişiler hakkında nâzil olmuştur. Bunların arasında Ali b. Ebî Tâlib ve Osmân b. Maz'ûn bulunmaktaydı" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bize söylendiğine göre Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler kadınlarla beraber olmayı ve et yemeyi terkederek manastırlar edinmek istediler. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilince: “Benim dinimde kadınlara yaklaşmamak ve et yemeyi terk ederek manastırlar edinmek yoktur" buyurdu. Yine bize nakledildiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında üç kişi anlaşarak, biri: “Ben gece boyu ibadet edip uyumayacağım" dedi. Diğeri: “Ben sürekli oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğini" dedi. Diğer kişi ise: “Ben artık kadınlara yaklaşmayacağım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlara haber göndererek yanına çağırıp: “Sizin şöyle şöyle yapacağınız haberini aldım" deyince: “Evet, yâ Resûlallah! Biz hayırdan başka bir şey yapmak istemedik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ancak ben geceleri ibadet ediyor ve uyuyorum. Bazı günler oruç tutuyor, bazı günler de tutmuyorum. Kadınlara da yaklaşıyorum. Sünnetime yüz çeviren kişi benden değildir" buyurdu. Bazı kıraatlerde: (.....) ifadesi âyete eklenirdi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in, Ebû Abdirrahman'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben size keşişler ve rahipler olmanızı emretmiyorum" buyurdu. İbn Cerîr, Süddî'nin şöyle dediğini bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün oturup insanlara hatırlatmada bulunarak onları fazla korkutmadan kalktı. Aralarında Ali b. Ebî Tâlib ve Osmân b. Maz'ûn'un bulunduğu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbmdan on kişi birbirlerine: “Eğer biz bir amel yapmayacaksak Allah'tan hakkıyla korkmuş sayılmayız. Hıristiyanlar kendilerine bazı şeyleri haram kıldılar. Biz de bazı şeyleri kendimize haram kılacağız" dediler. Bunun üzerine bazıları et ve iç yağı yemeyi, kendilerine haram kıldılar. Bazıları da kendilerine uykuyu haram kılarken, bazıları kendilerine kadınlara yaklaşmayı haram kıldı. Osmân b. Maz'ûn da kadınlara yaklaşmayı kendine haram kılanlardan biriydi. Ne kendisi eşine yaklaşır, ne de eşi kendisine yaklaşırdı. İsmi Havle olan Osmân b. Maz'ûn'un hanımı, Hazret-i Âişe'nin yanına gelmişti. Hazret-i Âişe ve orada bulunan Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) diğer eşleri: “Ey Havle! Ne oluyor ki, rengin değişmiş, artık taranmıyor ve koku sürünmüyorsun?" diye sorunca: “Kocam şu şu zamandan beri bana yaklaşmayıp giysimi üstümden çıkarmazken nasıl taranayım?" dedi. Oradakiler Havle'nin bu sözlerine gülmeye başladı. Bu sırada Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdiğinde onlar hâlen gülüyordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizi güldüren şey nedir?" deyince, Hazret-i Âişe: “Yâ Resûlallah! Havle'ye bu durumunu sorduğumda: «Kocam şu şu zamandan beri giysimi üstümden çıkarmadı» dedi" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona haber gönderip yanına çağırdı. Ona: “Ne oluyor sana ey Osmân!" deyince: “Allah'ın rızasını kazanmak için onu terk ettim ve kendimi ibadete verdim" diyerek durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattı. Hata Osmân hadım olmak bile istemişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu durumundan geri dönüp ailenle birleşmen için sana and veriyorum" buyurdu. Osmân: “Yâ Resûlallah! Ben orucum" deyince: “Orucunu aç" buyurdu. Bunun üzerine Osmân orucunu açıp eşiyle birleşti. Sonra Havle, Hazret-i Âişe'nin yanına sürme çekinmiş, taranmış ve koku sürünmüş bir şekilde geldi. Hazret-i Âişe gülerek: “Ne oluyor sana ey Havle?" diye sorunca: “Dün eşim bana yaklaştı" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne oluyor ki, bazı kavimler kendilerine kadınlara yaklaşmayı, yemeği ve uykuyu haram kılıyorlar. Ben hem uyuyor, hem ibadet ediyorum. Bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Kadınlara da yaklaşıyorum. Sünnetimden yüz çeviren kişi benden değildir" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini indirdi. Burada Osmân'a: “Hadım olma, zira bu haddi aşmaktır" denilmekteydi. Yine Yüce Allah yemin kefâreti vermelerini emrederek: “Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun kefâreti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefâreti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz" buyurmaktadır. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Aralarında Osmân b. Maz'ûn'un ve Abdullah b. Amr'ın bulunduğu bazı kişiler bekar kalarak ve kendilerini hadım ederek rahip elbiseleri giymek istediler. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, İkrime'den bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ûd, Mikdâd b. el-Esved, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Selmân ve Kudâme, bekar kalmak isteyip evlerinde oturdular. Kadınlarına yaklaşmaz oldular ve rahip elbiseleri giydiler. İsrâil oğullarının seyyahlarının yemeği ve giyecekleri gibisi dışında, bütün güzel yiyecekleri ve giyecekleri kendilerine haram kıldılar. Yine kendilerini hadım etmeye ve gece boyu ibadet edip gündüzleri oruç tutmaya karar verdiler. Bunun üzerine: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez'" âyeti nâzil oldu. Bu âyet nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları çağırtıp: “Sizin nefislerinizin ve ailenizin üzerinizde bir hakkı vardır. Namaz kılın ve uyuyun. Oruç tutun ve iftar edin. Sünnetimi terk eden benden değildir" buyurdu. Onlar da: “Allahım! Biz sana inandık ve peygamberlerinle indirdiğin şeylere uyduk" dediler. İbn Merdûye, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Aralarında Osmân b. Maz'ûn'un da bulunduğu Muhammed'in ashâbından bazı kişiler kendilerine et yemeyi ve kadınlara yaklaşmayı haram kıldılar. Kendilerini sadece Rablerinin ibadetine verebilmek için ustura aldılar ve erkeklik organlarını kesip şehvetlerini öldürmek istediler. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince: “Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar: “Şehvetimizi öldürüp insanlardan uzak kalarak kendimizi Rabbimizin ibadetine vermek istedik" dediler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben bununla emredilmedim. Ancak ben dinimde evlenmekle emrolundum" buyurdu. Bunun üzerine onlar da: “Biz Allah'ın Peygamberine itaat edeceğiz" dediler ve: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının'" âyetleri nâzil oldu. Onlar: “Yâ Resûlallah! Ettiğimiz yeminler ne olacak?" diye sorunca: “Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..." âyeti nâzil oldu. İbn Merdûye, Hasan el-Uranî'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Ali de şehvetlerini öldürmek isteyenlerin arasındaydı ki, Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez'" âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in, İbn Cüreyc vasıtasıyla bildirdiğine göre Muğîre b. Osmân der ki: Osmân b. Maz'ûn, Ali, İbn Mes'ûd, Mikdâd, Ammâr ve sahabelerden bazı kişiler kendilerini hadım etmeyi ve kendilerine et yemeyi haram kılarak rahip elbiseleri giymek istediler. Osmân b. Maz'ûn birkaç kişiyle beraber Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) giderek bu durumu sorunca: “Kadınlarla evlenin ve et yiyin. Oruç tutun ve tutmayın. Namaz kılın, uyuyun ve giysiler giyin. Ben bekarlık ve ruhbanlık üzere gelmedim. Ancak ben müsamahakâr hanif bir dinle geldim. Her kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir" buyurdu. İbn Cüreyc: “Sonra: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın...'" âyeti nâzil oldu" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Zeyd b. Eslem'den bildiriyor: Abdullah b. Revâha, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken akrabalarından evine bir misafir gelmişti. Abdullah b. Revâha eve döndüğünde kendisini beklediklerinden dolayı daha misafire yemek verilmediğini gördü. Hanımına: “Benim yüzümden misafirime yemek vermedin öyle mi! Bu yemek bana haram olsun" dedi. Hanımı: “O zaman bana da haram olsun" deyince, misafir: “Bana da haram olsun" dedi. Abdullah b. Revâha bu durumu görünce elini yemeğe uzatarak: “Allah'ın ismiyle yiyin!" dedi. Sonra Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bu durumu haber verince: “İyi etmişsin" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..."' âyetini indirdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): (.....) âyetini açıklarken: “Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı da aşmayın mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muğîre der ki: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyeti hakkında, İbrâhim(-i Nehaî)'ye: “Burada kişinin Allah'ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması mı kastediliyor?" dediğimde: “Evet" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti açıklarken: “Burada kişinin akrabasını ziyaret etmeyeceğine veya Allah'ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılacağına dair yemin etmesi kastedilmektedir. Kişi bunları yapar ve yemin kefâreti verir" dedi. İbn Sa'd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Taberânî değişik kanallarla İbn Mes'ûd'dan bildiriyor: Ma'kil b. Mukarrin ona: “Ben yatağımı kendime bir yıl haram kıldım" dedi. İbn Mes'ûd: “Yatağında uyu ve yemin kefâreti öde" diyerek: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, sınırı da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez" âyetini okudu. Buhârî, Tirmizî ve Dârakutnî'nin bildirdiğine göre Ebû Cuhayfe der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Selmân ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik bağı kurmuştu. Selmân, Ebu'd-Derdâ'yı ziyaret etti ve Ümmü'd-Derdâ'yı süsten uzak dağınık bir şekilde gördü. Ona: “Sorunun nedir?" diye sorunca da: “Kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın dünya ihtiyacı kalmamıştır" dedi. Ebu'd-Derdâ gelip kendisine yemek yapıp: “Ben orucum sen ye" deyince, Selmân: “Sen yemeden ben de yemiyeceğim" dedi. Bunun üzerine o da beraberinde yedi. Gece vakti Ebu'd-Derdâ gece namazı için kalkmak isteyince Selmân ona: “Yat!" dedi. O da yattı. Sonra bir daha kalkmak isteyince, yine Selmân kendisine: “Yat!" dedi. Gecenin sonunda iken Selmân ona: “Şimdi kalk ve eşinle beraber namaz kıl" dedi. O da kalkıp namaz kıldı. Selmân: “Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır. Senin üzerinde nefsinin bir hakkı vardır. Senin üzerinde ailenin bir hakkı vardır. Herkese hakkını verilmesi gerektiği gibi ver" dedi. Sonra Ebu'd-Derdâ, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip durumu anlatınca: “Selman doğru söylemiş" buyurdu. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: “Ey Abdullah! Senin gündüz oruç tutup gece ibadet ettiğini haber almadım mı sanıyorsun?" deyince: “Evet öyledir, yâ Resûlullah!" dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Böyle yapma, bazen oruç tut, bazen de tutma. Gece namazına kalk, sonra da uyu. Senin üzerinde bedeninin ve gözlerinin bir hakkı vardır. Senin üzerinde eşinin ve seni ziyaret edenlerin bir hakkı vardır. Sen ayda üç gün oruç tut. Senin her sevabına karşılık on sevap verileceğine göre bütün yılı oruç tutmuş gibi olursun" buyurdu. Ben: “Bundan daha fazlası için güç bulmaktayım" dediğimde: “O zaman Davud'un (aleyhisselam) orucu gibi oruç tut ve daha fazlasını tutma" buyurdu. "Dâvud (aleyhisselam) ne kadar oruç tutardı?" deyince de: “O yılın yarısını tutardı" karşılığını verdi. Abdurrezzâk, Musannef’te, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildiriyor: Aralarında Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah b. Amr'ın da bulunduğu Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir grup bekar kalıp evlerinde oturmaya, kadınlarına yaklaşmayıp kendilerini hadım etmeye, bütün geceyi ibadetle geçirip her gün oruç tutmaya karar vermişti. Bu durum Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince onları çağırarak: “Ben namaz kılıyor ve uyuyorum. Bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Kadınlarıma da yaklaşıyorum. Her kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir" buyurdu. Abdurrezzâk ve Taberânî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe anlatıyor: Osmân b. Maz'ûn'un Havle binti Hakîm adındaki hanımı pejmürde bir şekilde yanıma girdi. Ona: “Sorunun nedir?" diye sorunca: “Kocam gece ibadet eder, gündüzde oruç tutar" cevabını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdiğinde bu durumu ona anlattım. Osmân b. Maz'ûn, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca: “Ey Osmân! Rahiplik bize yazılmış bir şey değildir. Ben senin için bir örnek değil miyim? Vallahi! İçinizde en fazla Allah'tan korkan ve yasaklarına uyan kişi benim" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, Ebû Kilâbe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evlenmekten sakınan kişi, bizden değildir" buyurmuştur. İbn Sa'd, İbn Şihâb'dan bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn kendini hadım edip yeryüzünde seyyah olmak isteyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: "Senin için bende güzel bir örnek yok mudur? Ben kadınlara yaklaşıyor ve et yiyorum. Bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. Ümmetimin hadım edilmesi oruç tutmasıdır. Hadım eden veya kendini hadım ettiren kişi ümmetimden değildir" buyurdu. İbn Sa'd, Ebû Burde'den bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn'un eşi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarının yanına girdi. Onu kötü (pejmürde) bir şekilde gördüler ve: “Sana ne olmuş?" dediler. O: “Eşimden bana bîr şey yoktur. Onun gecesi ibadet, gündüzü de oruçla geçmektedir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdiğinde bu durumu kendisine anlattılar. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Osmân b. Maz'ûn! Ben senin için bir örnek değil miyim?" buyurunca, Osmân b. Maz'ûn: “Ne yapmışım ki?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gündüzü oruç, geceyi de ibadet ile geçirmektesin" buyurdu. Bunun üzerine o: “Evet öyle yapmaktayım" karşılığını verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Öyle yapma! Senin üzerinde gözünün ve bedeninin bir hakkı vardır. Senin üzerinde ailenin bir hakkı vardır. Namaz kıl ve yat (uyu), bazen oruç tut, bazen de tutma" buyurdu. Daha sonra Osmân b. Maz'ûn'un eşi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eşlerinin yanına yeni gelin gibi kokulu bir şekilde gelince ona: “Ne oldu?" dediler. O da: “Biz de herkesin yaptığını yaptık" cevabını verdi. İbn Sa'd, Ebû Kilâbe'den bildiriyor: Osmân b. Maz'ûn bir odaya çekilerek orada sürekli ibadet etmeye başladı. Bu, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verilince yanına geldi ve bulunduğu oda kapısının yanlarına ellerini dayayarak —iki veya üç defa— "Ey Osmân! Allah beni rahip olarak göndermedi" buyurdu. Sonra: “Allah katında en hayırlı din müsamahkar olan hanif dindir" dedi. Taberânî, Ebû Umâme'nin şöyle dediğini bildirir: Osmân b. Maz'ûn'un eşi güzel biri idi. O kocasına karşı güzel koku sürünmeyi ve güzel giyinmeyi severdi. Hazret-i Âişe kendisini ziyaret etti ve onun kötü bir durumda olduğunu gördü. Bunun üzerine ona: “Sana ne oldu?" diye sorunca: “Aralarında Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Revâhe ve Osmân b. Maz'ûn'un da bulunduğu Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grup kendilerini ibadete verdiler. Onlar kadınlara yaklaşmaktan ve et yemekten sakınarak gündüz oruç tutup gece ibadet etmeye başladılar. Ben de ona karşı çekici olmamak için eskisi gibi süslenerek kendimi göstermek istemedim" cevabını verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdiği zaman Hazret-i Âişe durumu ona haber verdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) pabucunu sol elinin işaret parmağına alıp hızlı bir şekilde giderek bu kişilerin yanına girdi ve onlara durumlarını sordu. Onlar: “Biz ancak hayır istedik" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben bidatlar edinen rahip olarak gönderilmedim. Şüphesiz ki müsamahakâr hanifbir din üzere gönderildim. Et yiyin ve hanımlarınıza yaklaşın. Bazen oruç tutun, bazen de tutmayın. Namaz kılın ve uyuyun. Zira ben bunlarla emrolundum" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse hemen evlensin, çünkü evlilik gözü (harama) daha çok kapatır ve namusu daha çok korur. Evlenmeye gücü yetmeyen kişi ise oruç tutsun. Çünkü bu, onun nefsinde olan şehveti giderir" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, Osmân b. Affân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden kimin maddi olarak evlenmeye gücü yeterse hemen evlensin, çünkü evlilik gözü (harama) daha çok kapatır ve namusu daha çok korur. Evlenmeye gücü yetmeyen kişi ise oruç tutsun. Çünkü bu, onun nefsinde olan şehveti giderir" buyurdu. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “Eğer dünyada bir günüm kalacak olsa bile o günde bile bir eşimin olmasını isterdim." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb bir kişiye: “Sen evlendin mi?" diye sorduğunda, bu kişi: “Hayır, evlenmedim" dedi. Bunun üzerine Ömer: “Sen ya ahmaksın, ya da facir (günahkâr) birisin" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbrâhîm b. Meysere der ki: Tâvus bana: “Ya evlenirsin ya da sana Ömer'in, Ebu'z-Zevâid'e dediği gibi derim. Ancak ihtiyarlık ve fücur seni evlilikten alıkoyar" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Vehb b. Münebbih: “Bekar kişi, geniş bir arazide rüzgarın bir taraftan bir tarafa salladığı bir ağaç gibidir" dedi. Abdurrezzâk'ın, Saîd b. Hilâl'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evlenin ve çoğalın. Çünkü ben (kıyamet gününde) diğer ümmetlere karşı sizinle övünürüm" buyurmuştur. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Osmân b. Maz'un'un kadınlara yaklaşmamasını red etmiştir. Eğer ona öyle bir izin vermiş olsaydı biz kendimizi hadım ederdik" dedi. İbn Sa'd ve Beyhakî, Şuabu'l-İmân'da, Âişe binti Kudâme b. Maz'ûn vasıtasıyla babasından, o da kardeşi Osmân b. Maz'ûn'dan bildiriyor: O: “Yâ Resûlallah! Savaşlarda bekarlık bana ağır gelmektedir, izin ver de kendimi hadım edeyim" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Osmân b. Maz'ûn! Öyle yapma, ama oruç tut. Çünkü oruç tutmak ta, kendini hadım etmek gibidir" buyurdu. Ahmed'in, Hazret-i Aişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenmeyip bekar kalmayı yasaklamıştır. İbn Ebî Şeybe'nin, Semure'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evlenmeyip bekar kalmayı yasaklamıştır. Ahmed, Buhârî ve Müslim, Enes'ten bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bir grup Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarına onun gizli olarak yaptığı ibadetleri sordular. Bunun üzerin kimisi: “Artık ben et yemeyeceğim", kimisi: “Artık ben yatağımda uyumayacağım" kimisi de: “Hergün oruç tutacağım" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp Allah'a hamdü sena ettikten sonra: “Ne oluyor da bazı kavimler şöyle şöyle diyor? Ben, namaz kılar, sonra uyurum, bazen oruç tutar, bazen de tutman ve hanımlarıma yaklaşırım. Her kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir" buyurdu. Abdurrezzâk ve Beyhakî'nin Sünen'de, Ubeydullah b. Sa'd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evlenmek benim sünnetimdir. Fıtratımı seven kişi sünnetime uysun" buyurdu. Beyhakî'nin Sünen'de, Meymûn Ebû Muğallis'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evlenmeye gücü yetip te evlenmeyen kişi bizden değildir" buyurmuştur. Abdurrezzâk'ın Ebû Eyyûb'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sünnetime uyan kişi bendendir. Evlenmekte sünnetimdendir" buyurmuştur. Abdurrezzâk ve Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: Akkâf b. Bişr adlı bir kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Sen evli misin?" diye sorunca: “Hayır, değilim" dedi. "Cariyen var mıdır?" deyince de: “Cariyem de yoktur" karşılığını verdi. "Maddi durumun iyi midir?" dediğinde: “Evet iyidir" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “O zaman sen şeytanların kardeşi gibisin, eğer Hıristiyanlardan olsaydın rahiplerden olurdun. Evlenmek sünnetimdendir. Sizin en kötüleriniz (evlenmeye gücü yetip te) evlenmeyeniniz, en hakir olarak öleniniz de (yine evlenmeye gücü yetip te) bekar olarak Öleninizdir. Şeytana mı tabi oluyorsunuz? Evli olanlar dışında salihlere karşı şeytanın kadınlardan daha güzel bir silahı yoktur. Bu evli olanlar kötülüklerden uzak olan temizlerdir. Yazık haline ey Akkâf. Bunlar (bütün kadınlar) Hazret-i Eyyüb'un, Davud'un, Yusuf'un (aleyhimusselam) ve Kursuf un zamanındaki kadınlar gibidir." Bişr b. Atiyye: “Yâ Resûlallah! Kursuf kimdir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kişi deniz sahillerden bir sahilde üç yüz yıl boyunca sürekli Allah'a ibadet eden biriydi. Gündüz oruç tutar, gece de ibadet ederdi. Sonra bu kişi aşık olduğu bir kadın yüzünden Yüce Allah'a karşı küfre girdi ve Rabbi için yaptığı amelleri terk etti. Sonra Yüce Allah, önceden işlemiş olduğu ibadetler yüzünden imdadına yetişti ve (o tövbe edince) tövbesini kabul buyurdu. Yazık haline ey Akkâf! Evlen, yoksa sen de şaşkınlardan olursun" buyurdu. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Atiyye b. Bişr el-Muzenî der kî: Akkâf b. Vedâa el-Hilâlî, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: “Ey Akkâf! Sen evli misin?" diye sorunca: “Hayır, değilim" dedi. "Cariyen var mıdır?" deyince de: “Cariyem de yoktur" karşılığını verdi. "Maddi durumun iyi midir?" dediğinde: “Evet, Allah'a şükür iyidir" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “O zaman sen şeytanlardansın. Eğer Hıristiyanların rahipleri gibi olmak için evlenmiyorsan demek ki onlardansın. Eğer bizden isen, o zaman bizim yaptığımız gibi yap (ve evlen). Çünkü evlenmek sünnetimizdendir. Sizin en kötüleriniz (evlenmeye gücü yetip te) evlenmeyeniniz, en hakir olarak öleniniz de (yine evlenmeye gücü yetip te) bekar olarak öleninizdir. Şeytana mı tabi oluyor sunuz? Evli olanlar dışında salihlere karşı şeytanın kadınlardan daha güzel bir silahı yoktur. Bu evli olanlar kötülüklerden uzak olan temizlerdir. Vay haline ey Akkâf! Evlen, çünkü bunlar (bütün kadınlar) Hazret-i Eyyüb'un, Davud'un. Yusuf'un (aleyhimusselam) ve Kursuf un zamanındaki kadınlar gibidir." Atiyye: “Yâ Resûlallah! Kursuf kimdir?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu kişi deniz sahillerden bir sahilde yaşamış İsrâil oğullarından biriydi. Gündüz oruç tutar, gece de ibadet ederdi. Bu kişi namazdan ve oruçtan hiç bıkmazdı. Sonra bu kişi aşık olduğu bir kadın yüzünden Yüce Allah'a karşı küfre girdi ve Rabbi için yaptığı amelleri terk etti. Sonra Yüce Allah, önceden işlemiş olduğu ibadetler yüzünden imdadına yetişti ve (o tövbe edince) tövbesini kabul buyurdu. Vay haline ey Akkâfl Evlen, sen şaşkınlardan birisin" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Beyhakî'nin, Ebû Necîh'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Maddi durumu müsait olupta evlenmiyen kişi benden değildir" buyurmuştur. Saîd b. Mansür ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Necîh der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yoksuldur, hanımı olmayan kişi yoksuldur" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bu kişi zengin olup mal sahibi olsa da mı?" diye sorunca: “Zengin olup malı olsa da" buyurdu. Sonra: “Yoksuldur, yoksuldur, kocası olmayan kadın yoksuldur" buyurunca, ashâb: “Yâ Resûlallah! Bu kişi zengin olup çok mal sahibi olsa da mı?" diye sorunca: “Öyle de olsa yoksuldur" buyurdu. Beyhakî der ki: “Ebû Necîh'in ismi Yesâr'dır. Yesâr, Abdullah b. Ebî Necîh'in oğludur ve tabiûndandır. Hadis bu durumda mürseldir." Saîd b. Mansür, Ahmed ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize evlenmemizi emredip şiddetle bekar kalmamızı yasaklar ve: “Sevimli ve doğurgan kadınlar ile evlenin. Çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla diğer peygamberlere karşı övüneceğim" buyururdu. Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kul evlendiği zaman dinin yarısı tamam olur. Öbür yarısı için de Yüce Allah'dan korksun" buyurdu. Beyhakî'nin başka bir kanalla Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah kime saliha bir kadınla evlenmeyi nasip ederse ona dininin yarısında yardım etmiş olur. Öbür yarısı için de Yüce Allah'dan korksun" buyurdu. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki: İsrâil oğullarından kendini ibadete veren biri vardı. Bu kişi insanlardan ayrılmış ve kendisine ait bir mağaraya çekilmişti. İsrâil oğulları onun ibadetini beğenirdi. Bunlar peygamberlerinin yanında iken bu kişiyi zikrederek onu övdüler. Peygamberleri ise onlara: “Eğer o, sünnetim olan evlenmeyi terk etmemiş olsaydı dediğiniz gibi biri olurdu" dedi. İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs: “Beni evlendirin. Çünkü Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana bekar olarak Allah'ın huzuruna çıkmamamı vasiyet etti" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan der ki: “Muâz ölümüne sebep olan hastalığında: “Beni evlendirin, bekar olarak Allah'ın huzuruna çıkmak istemiyorum" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Erkek kişi üç kefenle kefenlenir. (Daha fazla kefen kullanarak) haddi aşmayın. Zira Yüce Allah haddi aşanları sevmez" dedi. 89"Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun kefâreti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefâreti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “...Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın..." âyeti, kendilerine kadınları ve et yemeyi yasak edenler hakkında nâzil olduğu zaman, bunlar: “Yâ Resûlallah! Bu ettiğimiz yeminler ne olacak?" diye sordular. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ya'la b. Müslim der ki: Saîd b. Cübeyr'e: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..." âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Bir önceki âyeti oku" dedi. Ben de: “Ey Mü’minler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetine kadar okudum. Bunun üzerine o: “Burada boş sözlerden kasıt, Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendine haram kılman ve bunun gibi bazı şeylerdir. Burada yemin kefâreti ödersin ve o şeyleri kendine haram kılmazsın. İşte bu yeminler Allah'ın sizi sorumlu tutmadığı yeminlerdir. Ancak Yüce Allah sizi bile bile ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar. Eğer o yemin üzeri ölürseniz onunla sorumlu tutulursunuz" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken: “Burada helal olan şeyi yemin ederek haram kılan kişi kastedilmektedir. Zira Yüce Allah: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." buyurarak haram kılmayı terk edip yemin kefâretinin ödenmesi gerektiğini bildirmektedir. "...Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..." âyeti hakkında ise: “Burada edilen yeminin üzerinde ısrarla durmak kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada alışveriş eden iki kişi kastedilmektedir. Biri diğerine: “Vallahi! Şu kadar paraya bunu sana satmam" demesi, birinin de: “Vallahi! Şu kadar paraya bunu senden satın almam" demesidir. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhim(-i Nehaî) der ki: “Boş söz insanın sözleriyle yemine kadar gitmesidir. Mesela, «vallahi geleceksin, vallahi yiyeceksin, vallahi içeceksin» gibi buna benzer şeylerdir. Kişi burada yemin etmek istememektedir ve kasıtlı olarak yemin etmemektedir. Böyle boş bulunarak ettiğiniz yeminlere kefâret gerekmemektedir. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Mâlik der ki: Üç çeşit yemin vardır. Biri kefâreti gerektiren yemin, biri kefâreti gerektirmeyen yemin, biri de Allah'ın sorumlu tutmadığı yemindir. Kefâreti gerektiren yemin şöyledir: Kişi akrabasıyla alakayı kesmeye veya Allah'a karşı bir masiyet üzere yemin eder. Bu yeminin kefâreti ödenir. Kefâreti olmayan yemin, kişinin bilerek yalan yere yemin etmesidir. Bununda kefâreti olmaz. Allah'ın sorumlu tutmadığı yemin ise, kişi kendi kanaatine göre doğru söylediğini düşünür ve meselenin yemin ettiği gibi doğru olduğunu sanır. Bu da boş yemindir ki, bunun da kefâreti yoktur. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Boş yemin hata ile edilen yemindir. Yani sen meseleyi yemin ettiğin şekilde görürsün ve o mesele de aslında öyle değildir. Bu yeminden dolayı affedilirsin ve bu yeminin kefâreti yoktur. Ancak: “...Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..."' buyruğunda olduğu gibi bilerek kötü bir şey için yemin ettiğin zaman kefâret ödersin. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..." âyetini açıklarken: “Burada kasıtlı olarak yaptığınız yeminler kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetini açıklarken: Kişinin meseleyi yemin ettiği şekilde görmesi ve o meselenin gerçekte öyle olmamasıdır" dedi. "...Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar..." âyeti hakkında ise: “Burada kişinin kasıtlı olarak yaptığı yemin kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hazret-i Âişe: “Boş bulunarak edilen yemin münakaşada, alay ve şakada kasıtsız olarak yapılan yemindir. Ciddi olarak kasıtlı bir şekilde öfke veya başka şey sebebiyle, «yapacağım veya yapmayacağım» diyerek edilen yemin, Allah katında kefâret gerektiren yemindir" dedi. İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemin kefâretini bir ölçek kuru hurma olarak ödedi ve insanlara bu şekilde ödemelerini emretti. Bir ölçek kuru hurmayı bulamayan kişi buğdaydan yarım ölçek öder. İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemin kefâretini önceki müd ile bir müd buğday olarak verirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Esmâ binti Ebî Bekr: “Yemin kefâreti olarak bir müd yiyecek verirdik" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb der ki: “Bazı kavimlere vermeyeceğim diye yemin edip sonra da vermem gerektiğini düşünürdüm. Sonra görürsün ki, veririm ve on yoksula yemek yediririm. Her yoksula bir ölçek arpa veya bir ölçek hurma veya yarım ölçek buğday verirdim. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Yemin kefâreti on yoksula yemek vermektir. Bu on yoksuldan her birine yarım ölçek buğday verilir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yemin kefâreti yarım ölçek buğdaydır" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kur'ân'da yemin kefâretinde ve başka şeylerde zikredilen her yiyecek yarım ölçektir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Yemin kefâreti (on) yoksulun her birine bir müd buğday vermektir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sabit yemin kefâreti hakkında: “(On) yoksuldan her kişiye bir müd buğday verilir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ömer yemin kefâreti hakkında: “On yoksula birer müd buğday verilir" dedi. İbnu'l-Münzir bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Üç şey vardır ki, bunların kefâreti birer müd olarak verilir. Bunlar yemin kefâreti, zıhar kefâreti ve oruç kefâretidir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “...Yeminin kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmaktır..." âyetini açıklarken: “Burada on yoksulu sabah akşam doyurmak kastedilmektedir. İstersen yemek olarak ekmekle et veya ekmekle zeytinyağı veya ekmekle yağ veya ekmekle hurma verirsin" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn yemin kefâreti hakkında: “(On yoksula sadece) bir defa yemek verilir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şa'bî'ye yemin kefâreti sorulduğunda: “Her yoksula iki ekmek ve eti alınmış bir kemik verilir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in, Süfyân es-Sevrî'den bildirdiğine göre Câbir der ki: Şa'bî'ye: “Ben bir yoksula on gün yemek versem olur mu?" diye sorulunca: “On yoksula vermediğin takdirde caiz değildir" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), yemin kefâretinde bir yoksula on defa yemek verilmesinde bir sakınca görmezdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden..." âyetini açıklarken: “Burada varlığınızda ve yokluğunuzda olan orta hâl kastedilmektedir" dedi. İbn Mâce'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kimisi ailesinin yemeğini bol olan şeylerden verirdi. Kimisi de az ve zor bulunan şeylerden verirdi. Bunun üzerine: “...Ailenizeyedirdiğinizin orta hâllisinden..." âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kimisi ailesine kaliteli şeyler yedirirken kimisi de basit şeyler yedirirdi. Bunun üzerine: “...Ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden..."âyeti nâzil oldu. Yani verilecek şey ailene yedirdiğinden ne daha üstün, ne de daha aşağı olmamalıdır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “...Ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden..." âyetini açıklarken açıklarken: “Burada ailemize yedirdiğimiz orta halli şeyler kastedilmektedir. Yani ekmekle hurma veya ekmekle zeytinyağı veya ekmekle yağdır. Yedireceğimiz en güzel şey ise ekmekle ettir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn: “Ashâb en üstünün ekmekle et, orta hâlin ekmekle yağ, en düşüğün ise ekmekle hurma olduğunu söylerdi" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: “Medine ahalisi (yemin kefareti vereceği zaman) hürü köleye, büyüğü küçüğe tercih ederek: “Küçük kendine göre, büyük te kendine göredir" derlerdi. Bunun üzerine: “...Ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden..." âyeti nâzil olunca ne en üstün, ne en düşük olmamak üzere kefareti orta halli vermekle emrolundular. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Orta hâllisinden..."ifadesini açıklarken: “Orta halli yemekleri eşitleyecek şeyler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “...Orta hâllisinden..." ifadesini açıklarken: “Ailenize yedirdiğiniz şeylere benzer şeyler kastedilmektedir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden..." âyetini açıklarken: “Buğday hariç yemeklerden bir ölçek verilir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “(Kefâretlerde) Yoksula verilecek her şey Medine'lilerin müddü ile bir müddür" dedi. Taberânî ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “Her yoksula bir aba yeter" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Huzeyfe der ki: “Yâ Resûlallah! "...Yahut onları giydirmek..." âyeti ile ne kastedilmektedir?" diye sorduğumda: “Her yoksula bir aba yeter" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “Her yoksula bir aba veya bir hırka yeter" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “Her yoksula bir elbise verilir. Aba da o zamanlar elbise yerini tutardı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “(Yemin kefâreti için her yoksula) bir elbise veya bir izar yeterlidir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “Bir elbise veya bir cübbe veya bir izar yeter. Yemin kefâreti için don dışında her türlü elbiseyi vermek caizdir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “(Yemin kefâreti için) En az bir elbise verebilir, fazla olarak da dilediğini verirsin" dedi. Abdurrezzâk ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “...Yahut onları giydirmek..." âyetini açıklarken: “Bir izar veya bir sarık yeter" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zührî: “(Yemin kefâreti olarak yoksula) Şalvar ve don vermek caiz değildir" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İmrân b. Husayn'a: “...Yahut onları giydirmek..." âyetinin açıklaması sorulunca: “Eğer bir grup sizin valinize gelse ve vali onlara birer don verse: “Onlar için: «Onlar giydirildiler» dersiniz" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh), yemin kefâreti olan birinin beş kişiyi giydirip beş kişiye de yemek verme durumu hakkında: “Caizdir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) seklinde okudu ve: “Ailenize yedirdiğiniz yemeklerin orta şeklinden" mânâsını verdi. İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Kefâret öderken kör veya kötürüm bir köleyi azad etmek caiz değildir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Fadâla b. Ubeyd der ki: “Kefâret öderken zina ile olan çocuğu azad etmek caizdir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ' b. Ebî Rebâh: “Kefâret öderken çocuk azad etmek caizdir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî), kefâret öderken kâfir birini azad etmekte bir sakınca görmezdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Tâvus: “Yemin kefâreti öderken zina ile olan çocuğu azad etmek caiz değildir. Ancak Yahudi ve Hıristiyan birini azad etmek caizdir" dedi. İbn Cerîr ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs yemin kefâreti âyeti hakkında: “Kefâret ödeyecek kişi bu üç şeyde muhayyerdir. Makbul olanı ilk olanlardır. Eğer bunları bulamazsa üç gün peşpeşe oruç tutar" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Kefâret âyeti indiği zaman Huzeyfe: “Yâ Resûlallah! Biz bu konuda muhayyer miyiz?" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen muhayyersin, dilersen köle azad edersin, dilersen elbise giydirirsin, dilersen de yemek yedirirsin. Eğer kişi bunları bulamazsa üç gün peşpeşe oruç tutar" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “İki dirhemi olan kişi kefârette yedirmek zorundadır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Elli dirhemi olan kişi varlıklı sayılır ve kefârette yedirmek zorundadır. Elli dirhemden az ise varlıklı sayılmaz ve üç gün oruç tutar" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: “Yirmi dirhemi olan kişi kefârette yedirmek zorundadır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Dâvud, Mesâhifte, İbnu'l- Münzir, Hâkim ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. Mâlik ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mekke'li Humeyd b. Kays der ki: Mücâhid ile beraber tavaf ederken bir kişi gelip "Kefâret orucu peşpeşe mi tutulmalıdır?" diye sordu. Ben de: “Hayır" deyince, Mücâhid göğsüme vurdu ve: “Bu, Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. Süfyân: “Rabî' b. Huseym'in mushafına baktım ve bu âyeti: (.....) şeklinde gördüm" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Kur'ân'daki bu kelimelerin tümünü: (.....) şeklinde okurdu. Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ramazan orucunun kazası dışında, Kur'ân'daki bütün oruçlar peşpeşedir. Çünkü kişi Ramazan orucunda tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali yemin kefâreti olan üç gün oruçta ara vermezdi" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) yemin kefâreti orucu hakkında: “Bu oruç peşpeşe tutulur. Eğer bir özürden dolayı tutamayacak olursa, kaza olarak her gün için bir gün tutar" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefâreti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz" âyetini açıklarken: “Burada bilerek edilen yeminin kefâretinden bahsedilmektedir. Yalan yere yeminler etmeyiniz. Yüce Allah bunun kefâretini işte bu şekilde belirtmektedir. Kim iki gün oruç tutar ve sonra yoksula yedirecek bir yemek bulursa yedirsin ve orucunu nafile orucu saysın" dedi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Ebû Bekr, kefâret âyeti nâzil olana kadar yemin ettiği zaman ettiği yeminini bozmazdı. Bu âyet nâzil olduktan sonra: “Bir şeye dair yemin edip te başka şeyi daha hayırlı gördükten sonra, Allah'ın vermiş olduğu ruhsatı kabul ederim ve mutlaka o hayırlı olanı yaparım" derdi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Kim bir malı elde etmek için yemin ederse o yeminine kefâret olarak o malı bıraksın ve bırakmakla beraber bir sadaka versin" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Cübeyr b. Mut'im, yeminini on bin dirheme satın aldı ve: “Kâbe'nin Rabbine yemin olsun ki, ben doğru şey üzere yemin ettim. Ancak yeminime karşı bunu fidye olarak ödedim" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Ebû Necîh'den bildiriyor: Ehli Beyt'ten bazı kişiler Kâbe'de elli kişiye kasame yemini ettirdiler. Sanki bu kişiler yalan yere yemin etmişti. Sonra bunlar giderken yolda bir kayanın altında öğle istirahatına oturdular. Onlar kayanın altında otururken kaya üstlerine düştü. Sonra kayanın altından çıkmaya çalıştılar. Kaya elli parçaya ayrıldı ve her parçası bir kişiyi öldürdü. 90Bkz. Ayet:93 91Bkz. Ayet:93 92Bkz. Ayet:93 93"Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz? Öyleyse Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah'a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir. İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever." Ahmed'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: İçki üç defa haram kılındı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Medine'ye) geldiği zaman ashâb içki içiyor ve kumar parası yiyordu. Bu konuları Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduklarında Yüce Allah: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «İhtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyetini indirdi. Ashâb: “Bunlar bize haram kılınmadı sadece: “...Büyük günah..." olduğu söylendi" dediler. Böylece içki içmeye devam ettiler. Hatta günün birinde Muhacirlerden bir kişi arkadaşlarına imam olarak akşam namazını kılıyordu. Kıraatında âyetleri karıştırınca, Yüce Allah daha ağır bir hüküm indirerek: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." buyurdu. Yine içmeye devam ediyor ve namaz kılacakları zaman aklıselim bir şekilde gelip namazlarını kılıyorlardı. Sonra Yüce Allah daha da ağır bir hüküm indirerek: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" buyurdu. Ashâb: “Artık biz bundan vazgeçtik" dediler. Yine ashâbdan bir grup: “Yâ Resûlallah! Bazı kişiler Allah yolunda savaştıktan sonra yataklarında öldüler. Bunlar içki içip kumar parası yerlerdi. Yüce Allah bunların şeytan işi pislikler olduğunu beyan etti" diyerek arkadaşlarının durumlarını sordular. Bunun üzerine Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini indirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer onlara da haram kılınsaydı sizin bıraktığınız gibi onlar da bırakırdı" buyurdu. Tayâlisî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuabu'l- îmân'da bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: İçki hakkında üç âyet inmiştir. İlk inen âyet: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «İhtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyetidir. Ashâb: “İçki yasak kılındı" diyerek: “Yâ Resûlallah! Bırak da Allah'ın buyurduğu gibi ondan faydalanmaya devam edelim" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda onlara bir cevap vermedi. Sonra: “...Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyeti nâzil oldu. Yine ashâb: “İçki yasak kılındı" diyerek: “Yâ Resûlallah! Namaz vakti yaklaştığı zaman içmeyiz" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine sessiz kalıp bir cevap vermemişti. Sonra da: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyeti nâzil olunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İçki (tamamen) haram kılındı" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: “İçkiyi haram kılan âyet benim hakkında nâzil oldu. Ensâr'dan bir kişi yemek yaparak bizleri davet etti. Bu kişinin yanına başkalarıda gelip yediler ve sarhoş olana kadar içtiler. Bu mesele tahrim âyeti inmeden önceydi. Ensâr övünerek: “Ensâr sizden daha hayırlı kişilerdir" dediler. Kureyşliler de: “Kureyş ahalisi sizden daha hayırlı kişilerdir" dediler. Bunun üzerine bir kişi bir deve çenesi kemiği ile saldırıp burnuma vurdu ve burnumu kırdı." —Sa'd burnu kırılmış biriydi— Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bu durumu anlattığımda: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr, İbn Şihâb vasıtasıyla bildiriyor: Salim b. Abdillah kendisine içki âyetinin ilk haram kılınmasını anlatmıştı. Sa'd b. Ebî Vakkâs ve arkadaşları içki içip sarhoş olunca dövüşmüşler ve biri Sa'd'ın burnunu kırmıştı. Bunun üzerine de Yüce Allah: “...İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyetini indirmiştir. Taberânî'nin bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: “Allah'ın Kitâb'ında benim hakkımda üç âyet inmiştir. Ben bir kişiyi çağırdım ve onunla münakaşa etmeye başladım. Kavga edip onu yaraladığım zaman: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" âyetleri nâzil oldu. Yine: “Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir; zira annesi, onu, karnında, zorluğa uğrayarak taşımış; onu güçlükle doğurmuştur. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Sonunda erginlik çağına erince ve kırk yaşına varınca: «Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimete şükretmemi ve benim hoşnut olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salah ver; doğrusu Sana yöneldim, ben, kendini Sana verenlerdenim» demesi gerekir" âyeti ile: “Ey Mü’minler! Peygamberle hususi olarak konuşacağınızda, bu konuşmanızdan önce fakirlere sadaka veriniz..." âyeti benim hakkımda nâzil olmuştur. Sadaka olarak bir arpa ağırlığında altın verdiğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen zühd sahibi birisin" buyurdu. Sonra da: “Hususi konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü ki bunu yerine getirmediniz? Ama Allah, tövbenizi kabul etmiştir. Öyleyse namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Allah, işlediklerinizden haberdardır" âyeti nâzil oldu. Abd b. Humeyd, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “İçkiyi haram kılma âyeti, şarhoş olana kadar içip te birbirleriyle eğlenen Ensâr'dan iki kabile hakkında nâzil olmuştur. Bunlar kendilerine gelip birbirlerinin yüzlerindeki ve başlarındaki yaraları görünce: “Kardeşim beni bu hale getirdi." —Çünkü hepsi Müslüman kardeşti ve aralarında birbirlerine karşı kin besleme yoktu— Vallahi! Eğer bana karşı şefkatli ve merhametli olsaydı böyle yapmazdı" demeye başladılar. Sonra kalplerine kin ve düşmanlık düştü. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" âyetlerini indirdi. İçlerinden boşboğazlardan bazı kişiler: “İçki, Bedir'de ölen filan kişinin ve Uhud'da ölen filan kişinin karnındaki pislik midir?" deyince, Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini indirdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Bureyde der ki: Biz açıkça şarap içtiğimiz bir zamanda şarabımızın yanında oturmuştuk. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidip kendisine selam vermek istedim. Bu sırada içkiyi haram kılan: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" bu iki âyet nâzil oldu. Tekrar arkadaşlarımın yanına gelerek onlara bu âyetleri okudum. Bu sırada bazılarının içki kabı elindeydi. Şarabın bir kısmını içmişler, bir kısmı da kapta kalmıştı. İçki kabı haccam gibi üst dudaklarının altında kaldı. Sonra kaplarındaki içkileri dökerek: “Ey Rabbimiz! Artık sakındık" dediler. Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp: “Ey Medine ahalisi! Yüce Allah içkiyi güzel bir şekilde açıklamıştır. Bilmiyorum ama onun hakkında bir emir ineceğini zannediyorum" buyurdu. Sonra: “Ey Medine ahalisi! Yüce Allah bana, içkiyi haram kılan âyeti indirdi. Sizden bu âyeti yazan ve yanında içki cinsinden bir şey bulunan kişi artık içmesin" buyurdu. İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Abdurrahman b. Sâbit der ki: İddia ettiklerine göre Osmân b. Maz'ûn Cahiliye zamanında içkiyi haram kılarak: “Aklımı giderecek, benden daha aşağı olan kişileri bana güldürecek ve kızımı istemediğim kişilerle nikahlamaya sebep olacak hiçbir şeyi içmeyeceğim" demişti. Mâide süresindeki bu âyet nâzil olunca bir kişi ona gelip: “İçki haram kılındı" dedi ve âyeti okudu. Bunun üzerine o: “Allah onu yok etsin, demek ki onun hakkındaki görüşüm doğruymuş" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: “Bakara sûresinde: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür..." âyeti nâzil olduğu zaman kimisi: “...İnsanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır..." buyruğuna dayanarak içmeye devam etti. Kimisi de: “...Onlarda büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır..." buyruğuna dayanarak onu terketti. Terkedenlerden biri de Osmân b. Maz'ûn'du. Nisâ sûresinin: “...Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyeti nâzil olunca da bazıları terk ederken bazıları da içmeye devam etti. İçenler onu gündüz namaz vakti terk edip gece vakti içiyordu. Bu durum ta ki Mâide süresindeki: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz âyeti nâzil olana kadar devam etti. Hazret-i Ömer: “Allah seni (içkiyi) kumarla, putlarla ve fal oklarıyla beraber birleştirdi. Allah seni kahredip uzaklaştırsın" deyince insanlar içkiyi terk etti. Ancak yine de içki bazı kişilerin içine düşmüştü. Bazı kişiler içki tulumlarını delerek dökmeye başladı. Önceleri onu içenler: “Biz sana değer verirdik ve seni böylesine telef etmezdik" diyerek: “Şimdiye kadar haram kılınan hiçbir şey bize içkinin haram kılınması gibi ağır gelmemişti" diyordu. Hatta biri bir arkadaşıyla karşılaşınca: “İçimde bir şey var" diyordu. Arkadaşı: “Yoksa içkiyi mi hatırlıyorsun?" deyince: “Evet" diyordu. Arkadaşı: “Ben de aynı şeyleri hissediyorum" diyordu. Herkes aynı şeyi hissediyordu. Bunun üzerine toplandılar ve: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda iken bu konuyu nasıl konuşacağız?" dediler. Bu konuda haklarında bir âyet inmesinden korkuyorlardı. Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip bir bahane bularak: “Hamza b. Abdilmuttalib'i, Mus'ab b. Umeyr'i ve Abdullah b. Cahş'ı Cennette görmedin mi?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Evet gördüm" buyurunca: “Onlar içki içiyorken ölüp gitmediler mi? Bize haram kılınan şeyi içtikleri halde Cennete mi girdiler?" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sizi işitmektedir. Dilerse size bir cevap verir" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" âyetini indirdi. Onlar da: “İçmekten vazgeçiyoruz" dediler. Yine zikretmiş oldukları Hamza ve arkadaşları hakkında: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever"' âyeti nâzil oldu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır..," âyetini açıklarken şöyle dedi: “Meysir" ifadesiyle bütün kumar çeşitleri kastedilmektedir. Allah onları zemmetmiş ve daha haram kılmamıştı. Yani bu şeyler daha kendilerine helaldi. Sonra içki hakkında daha ağır olan bir âyeti indirerek: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." buyurdu. İçkiden sadece sarhoş olmak haramdı. Sonra Mâide sûresinin: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" bu iki âyetler nâzil oldu. Bu âyetlerle içkinin azı da, çoğu da, sarhoş edeni de etmeyeni de haram kılındı. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) der ki: İçkiyi haram kılan ilk âyet: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «ihtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyetidir. Bazı kişiler: “Biz içkiyi yararları için içmekteyiz" dedi. Bazıları da: “Günah olan bir şeyde hayır yoktur" dediler. Sonra: “Ey Mü’minler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayakyolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar" âyeti nâzil oldu. Yine bazı kişiler: “Biz içkiyi içer ve evimizde otururuz" dediler. Bazıları da: “Bizi müslümanlarla beraber namaz kılmaktan alıkoyacak bir şeyde hayır yoktur" dediler. Sonra: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" âyetleri inerek onlara içkiyi yasaklayınca, onlar da içkiyi bütünüyle terk ettiler. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İnsanlar içkiyi içer ve namaz vakti geldiği zaman bırakır içmezdi. Bize nakledildiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet nâzil olduğu zaman: “Allah'ın içkiyi haram kılması yakındır" buyurdu. Sonra Mâide sûresinde, Ahzab gazvesinden sonra onu haram kılarak aklı ve malı yok ettiğini, Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyduğunu bildirdi." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “...Artık vazgeçiyor musunuz" âyetini açıklarken şöyle dedi: “İnsanlar içkiyi terk ederek onu içmez oldular. Bize söylendiğine göre bu âyet nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey insanlar! Allah içkiyi haram kılmıştır. Kimin yanında içki varsa onu içmesin ve satmasın" buyurdu. Uzun bir süre geçmesine rağmen Müslümanlar hâlâ Medine yollarında döktükleri içkinin kokusunu hissederdi. Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Hâkim, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında içki içenler elle, ayakabıyla ve sopayla dövülürdü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edinceye kadar bu şekilde devam etti. Ebû Bekr: “Bunlara bir had (şeri ceza) uygulasak" dedi ve vefat edene kadar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında olduğu gibi ceza uyguladı. Ebû Bekr içki içenlere kırkar sopa vururdu. Ebû Bekr'den sonra Ömer de içki içenlere kırkar sopa vurdu. Bir gün ilk Muhacirlerden içki içen biri kendisine getirilince yine sopa vurulmasını emretti. Muhacir: “Bana niye sopa vuracaksınız ki? Aramızda (hakem olarak) Allah'ın Kitabı vardır" dedi. Ömer: “Allah'ın hangi kitabında sana vuramayacağımı buluyorsun?" deyince, Muhacir: “Allah Kitab'ında: “İman edip salih ameller işleyenlere... daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..."' buyurmaktadır. Ben de iman edip salih ameller işleyenlerden, sonra Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan, Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te ve başka gazvelerde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber savaşanlardanım" dedi. Hazret-i Ömer: “Buna bir cevap vermeyecek misiniz?" deyince, İbn Abbâs: “O âyetler geçmiş kişiler için bir mazeret, kalanlar için de bir delildir. Geçmiş kişiler için bir mazeret olması onların içki haram kılınmadan önce vefat etmiş olmalarıdır. Kalanlar için bir delil olması ise, Allah'ın: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" buyruğudur. Eğer bu kişi iman edip salih amel işleyenlerden, sonra iman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan ve iyilik edenlerden ise Allah ona içki içmeyi yasaklamıştır" dedi. Bunun üzerine Ömer: “Görüşünüz nedir?" diye sorunca, Ali b. Ebî Tâlib: “Görüşümüz eğer içerse sarhoş olur, sarhoş olursa saçmalamaya başlar. Saçmalarsa iftiralarda bulunur. İftira edenin cezası da seksen sopadır" dedi. Ömer'in emri üzerine de bu kişiye seksen sopa vuruldu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes, Ümmü Enes'in eşi Ebû Talha'dan bildirir: İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir münadi gönderdi ve bu münadi yüksek sesle: “Şüphesiz ki, içki haram kılınmıştır. Onu artık satmayın ve satın almayın. Yanında içki bulunan kişi de onu döksün" diye bağırdı. Ebû Talha: “Ey çocuk! Bu tulumlardaki içkileri dök" dedi; o da tulumları açıp döktü. O zamanlar içkimiz hurma koruğu ve kuru hurmadan yapılmaktaydı. İnsanlar içkilerini dökünce Medine sokaklarında içki akmaya başladı. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes derki: Önceleri yemek yer ve bu şaraplardan içerdik. Filan kişi Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından gelip: “İçki hakkında âyet nâzil olmuş iken siz daha onu içmekte misiniz?" dedi. Biz: “Ne diyorsun?" deyince: “Evet, bu saatte bunu Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim ve yanınıza geldim" dedi. Bunun üzerine biz de kalkıp kaplarımızda bulunan bütün içkileri döktük. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Ebû Talha'nın yanında yetim malı vardı ve bu malla içki satın almıştı. İçki haram kılındığı zaman Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: “Bu içkileri sirke yapayım mı?" deyince: "Hayır onları dök" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Enes'ten bildirdiğine göre içkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman, Medine'de içilen bütün içkiler kuru hurmadan yapılmaktaydı. Ebû Ya'la'nın bildirdiğine göre Enes der ki: İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman arkadaşlarımdan bazılarının yanına girdim ve içkinin önlerinde olduğunu gördüm. İçkilere ayağımla vurup: “Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gidin, içkiyi haram kılan âyet nâzil olmuştur" dedim. O zaman şarapları koruk hurmadan ve kuru hurmadan idi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “İçki ile ilgili Bakara ve Nisâ süresindeki âyetler nâzil olduğu zaman ashâb hâlâ içki içmekteydi. Ancak bu konuda Mâide süresindeki âyet nâzil olunca içkiyi terk ettiler. Müslim, Ebû Ya'la ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Sâid el-Hudrî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe verdi ve: “Ey insanlar! Yüce Allah içki hakkında bilgiler vermektedir. Yanında içki bulunan kişi onu satmasın ve hiçbir şekilde ondan faydalanmasın" buyurdu. Kısa bir zaman geçtikten sonra da: “Yüce Allah içkiyi haram kılmıştır. Bu haberi alan kişi artık yanında bulunan içkiyi satmasın ve içmesin" buyurdu. Yanında içki bulunan kişiler içkilerini Medine yollarına döktüler. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İçkinin azı da, çoğu da haram kılındığı gibi şarhoşluk veren her içecek te haram kılınmıştır" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Vehb b. Keysân der ki: Câbir b. Abdillah'a: “İçki ne zaman haram kılındı?" dediğimde: “Uhud savaşından sonra haram kılındı. Uhud günü savaşa gideceğimiz zaman daha içmekteydik" karşılığını verdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Cabir b. Abdillah: “İçki haram kılındığı zaman insanlar şarabını kuru hurma ve kuru üzümden yapmaktaydı" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Câbir der ki: Bir kişinin yanında yetimlerin malı bulunmaktaydı. Bu malla yetimler adına alışveriş yapardı. Bu kişi de bu malla içki satın almış ve küplere doldurmuştu. Yüce Allah içkiyi haram kılan âyeti indirdiği zaman, bu kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip: “Yâ Resûlallah! Onların bundan başka bir malı yoktur" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onları dök!" buyurunca adam da içki küplerini döktü. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “İçki haram kılındığı zaman Medine'de koruk hurmadan başka yapılmış bir içkileri yoktu" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: “İçki haram kılındığı gün Medine'deki bütün içklerimiz koruk hurmadan yapılmaktaydı" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Kur'ân'daki: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyeti, Tevrat'ta şöyle geçmektedir: Yüce Allah, batılı, oyunları, raksetmeyi, zurnaları, gitarları, defleri, tanburları, şiir okumayı ve içkiyi bir defa bile tatmayı yasak etmek için hakkı indirdi. Yüce Rabbim izzeti ve gücüne yemin ederek: “Onu haram kıldıktan sonra içen her kişiyi kıyamet gününde mutlaka susuz bırakacağım. Onu haram kıldıktan sonra terk eden kişiye de (kıyamet gününde) mutlaka Kudüs harmanlan hurmalarından yapılmış şaraptan içireceğim" buyurdu. İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah içkiyi haram kıldı ve her şarhoşluk veren şey haramdır" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Yüce Allah içkiyi haram kıldığı zaman Medine'de bir kuru üzüm tanesi bile yoktu" dedi. Ahmed, Ebû Ya'la, İbnu'l-Cârûd ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki. Yanımızda yetimlere ait içkiler vardı. Mâide sûresinde bu âyet nâzil olunca durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorup: “Bunlar yetimlerindir" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onları dökün" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes: “İçki haram kılındığı zaman içkiler küplerde mayalanmaktaydı" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib: “İçki haram kılındığı zaman su kaplarımızda kuru üzüm ve kuru hurmadan başka bir şey yoktu. Onları da döktük" dedi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kuru hurmadan içki yapılır. Baldan içki yapılır. Kuru üzümden içki yapılır. Yaş üzümden içki yapılır. Buğdaydan içki yapılır. Size sarhoşluk verici her şeyi de yasaklıyorum" buyurmuştur. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «İhtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyeti nâzil olduğu zaman bazı kişiler "...Onlarda büyük günah... vardır...'" diye içkiyi terk etmiştir. Bazıları da: “...İnsanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır..." diye içmeye devam etmiştir. "Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyeti nâzil olduğu zaman, namaz vakti içmeyi bırakırlar ve namaz dışında tekrar içerlerdi. Sonra: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyeti nâzil olunca, Hazret-i Ömer: “Kaybolasın! Bugün kumarla beraber zikredildin" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî der ki: İçki hakkında dört âyet nâzil olmuştur. "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «İhtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyeti nâzil olduğu zaman ashâb içki içmeyi bıraktı. "...Hem içki, hem de güzel bir yiyecek çıkarırsınız..." âyeti nâzil olunca da tekrar içmeye başladılar. Sonra: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" âyetleri nâzil oldu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî der ki: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.» Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: «İhtiyaçtan arta kalanı.» Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz" âyeti nâzil olduğu zaman ashâb içki içmeye devam etmişti. Abdurrahman b. Avf yemek yapıp bazı kişileri davet etti. Davet edilenlerin arasında Ali b. Ebî Tâlib de bulunmaktaydı. Ali b. Ebî Tâlib "Kâfirun" sûresini okudu ve (sarhoşluğundan dolayı) bir şey anlamadı. Bunun üzerine Yüce Allah içki hakkında daha ağır olan: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetini indirdi. İçki henüz helaldi ve sabah namazından sonra gün (güneş) yükselinceye kadar içerlerdi. Öğle vakti aklıselim bir şekilde namaza kalkarlardı. Sonra yatsı namazını kılana kadar bir daha içmezlerdi. Yine sabah namazına aklıselim bir şekilde kalkarlardı. Bu şekilde sürekli içerlerdi. Sa'd b. Ebî Vakkas yemek yapıp bazı kişileri davet etti. Bu davette Ensâr'dan da bir kişi vardı. Onlara bir deve kafası kızarttı ve davet etti. Yemek yiyip içki içerek şarhoş olduklarında sohbet etmeye başladılar. Sa'd bir şey söyleyince Ensârlı hiddetlenip deve çenesinin kemiği ile vurarak Sa'd'ın burnunu kırdı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Mü’minler! içki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz'" âyetlerini indirerek önceki âyetleri neshedip içkiyi tamamen haram kıldı. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “Mâide süresindeki içkiyi haram kılan âyet, Ahzab gazvesinden sonra inmişti. O zaman bedevilerin yanında içkiden daha güzel bir şey yoktu" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Rabî': Bakara sûresinde içki hakkında bu âyet nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şüphesiz Rabbiniz içkinin haram kılınması konusunda ilerleyecektir" buyurdu. Sonra Nisâ süresindeki âyet nâzil olunca yine: “Şüphesiz Rabbiniz içkinin haram kılınması konusunda daha ileri gidecektir" buyurdu. Sonra da Mâide süresindeki âyet nâzil oldu ve içki haram kılındı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: İçkiyi haram kılma hakkında dört âyet inmiştir. Birincisi Bakara sûresindedir. İkincisi ise: “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden şerbet, şıra (içecek) ve güzel rızık elde edersiniz" âyetidir. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir vakit namaz kılarken arkasında cemaatten şarhoş birinin şarkı söylemesi üzerine Yüce Allah, Nisâ sûresinde: “Ey Mü’minler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayakyolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar" âyetini indirdi. Bu âyetten sonra bir kısım insanlar içmeye devam etti, bir kısmı da terk etti. Sonra Mâide sûresinde bu konuda dördüncü âyet nâzil olunca, Ömer: “Ey Rabbim! Biz de ondan vazgeçtik" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Muhammed b. Kays der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman içki içen ve kumar parası yiyen bazı kişiler yanına gelip bu konuyu sordular. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür...'" âyetini indirdi. Bu kişiler: “Bunlar, hakkında ruhsat gelmiş şeylerdir. Biz kumar parası yiyip içki içeceğiz. Sonra istiğfar ederiz" dediler. Sonra bir kişi gelip akşam namazında: “De ki: “Ey inkarcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız" diye okumaya ve karıştırmaya başladı. Ne okuduğunu bimiyordu. Sonra Yüce Allah: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar... namaza yaklaşmayın..." âyetini indirdi. Bundan sonra insanlar namaz vakti gelene kadar içiyordu. Namaz vakti gelince de içmeyi bırakarak aklıselim bir şekilde namaza kalkıyor ve ne okuduklarını biliyorlardı. Sürekli bu şekilde içki içiyorlardı. Allah: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz'" âyetlerini indirince: “Ey Rabbim! Ondan vazgeçtik" dediler. Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman sahabilerden bazıları bazılarının yanına gidip: “İçki haram kılındı ve şirkle eşit sayıldı" demeye başladılar. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ayyaş (sürekli içki içen) kişi Allah'ın huzuruna putperest gibi çıkar" buyurdu ve: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyetini okudu. Ahmed ve İbn Merdûye'nin, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, içkiyi, kumarı ve tavlayı haram kıldığı gibi darıdan yapılan içkiyide haram kılmıştır. Her şarhoşluk veren şey de haramdır" buyurdu. İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, içkiyi, kumarı ve tavlayı haram kılmıştır. Her şarhoşluk veren şey de haramdır" buyurdu. Buhârî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman Medine'de beş türlü içki vardı. Bunların arasında üzüm içkisi de bulunmamaktaydı" dedi. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve İbn Merdûye'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) fetih yılında: "Yüce Allah, içki, put, ölmüş hayvan ve domuz satışını haram kılmıştır" buyurdu. Bazı kişiler: “Ölü hayvanların yağı için ne dersin? Zira onunla gemiler ve deriler yağlanıyor, insanlar onu aydınlatmada da kullanıyorlar" deyince: “O da haramdır" karşılığını verdi. Sonra da: “Allah Yahudileri kahretsin. Allah iç yağının satışını kendilerine haram etmiş, ancak onlar bu yağları eritip satmışlar ve parasını öyle yemişlerdi" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Devs'ten bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelmiş ve hediye olarak bir tulum dolusu içki getirmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen burada yokken Allah'ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?" deyince, Devsli beraberinde olan kişiye o içkiyi satmasını söyledi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu içmeyi haram kılanın, satılmasını ve parasının yemesini de haram kıldığını bilmiyor musun?" buyurdu. Devsli, adamına tulumu dökmesini emretti ve tulumda bir damla içki kalmayıncaya kadar döküldü. İbn Merdûye, Temîm ed-Dâri'den bildiriyor: O her yıl Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir tulum dolusu içki hediye ederdi. İçkinin haram kılındığı yıl yine Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir tulum İçki getirmişti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu gördüğünde gülerek: “Bunun haram kılındığını bilmiyor musun?" buyurdu. O "Yâ Resûlallah! Onu satıp parasından faydalanabilir miyiz?" deyince: “Allah Yahudilere lanet etsin. Allah, sığır ve koyunun iç yağının satışını kendilerine haram etmiş, ancak onlar bu yağları eritip satmışlar ve parasını öyle yemişlerdir. İçkinin parası da, satışı da haramdır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, Ebû Avâne, Tahâvî, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Dârakutnî, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Amr minbere çıkıp: “Derim ki, içkiyi haram kılan âyet nâzil olmuştur. Bu âyet nâzil olduğu zaman içki üzümden, kuru hurmadan, buğdaydan, arpadan ve baldan olmak üzere beş şeyden yapılmaktaydı. Aklı örten her şey içkidendir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Amr: “Bu şıralar, beş şeyden yapılmaktadır. Bunlar, kuru hurma, kuru üzüm, bal, buğday ve arpadır. Bunlardan mayalayıp beklettiğin her şey içki olur" demiştir. Şâfiî, İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her sarhoşluk verici şey içkidir, her içki de haramdır" buyurmuştur. Hâkim'in, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kuru üzüm ve kuru hurma (dan yapılan şıra) içkidir" buyurmuştur. Yani ikisi bir arada şıra yapıldığı zaman içkidir. İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Nâsih'te Nehhâs, Hâkim ve Zehebî'nin, Nu'mân b. Beşîr'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Buğdaydan içki yapılır. Arpadan içki yapılır. Kuru üzümden içki yapılır. Kuru hurmadan içki yapılır. Baldan içki yapılır. Ben de, size şarhoşluk verici her şeyi de yasaklıyorum" buyurmuştur. Hâkim'in bildirdiğine göre Meryem binti Târik der ki: Hacca giden muhacir kadınlarla beraber idim. Hazret-i Âişe'nin yanına girdik ve bu kadınlar Hazret-i Âişe'ye şıra yapılan kapları sordular. Bunun üzerine o: “Sorduğunuz kapların çoğu Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulunmamaktaydı. Siz Alah'tan korkun ve sarhoşluk verici şeylerden uzak durun. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sarhoşluk verici her şey haramdır" buyurmuştur. Eğer küp şırası da sarhoşluk veriyorsa ondan da sakının" dedi. İbn Ebî Şeybe, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir ve Nehhâs'ın, Nâsih'te, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “içki şu iki ağaçtan yapılmaktadır. Bunlar hurma ağacı ve asmadır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmü'l-Melâhi'de, bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Meysir" ifadesi kumar anlamındadır" dedi. Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Ebî Ömer: “Meysir" ifadesi kumar anlamındadır" derdi. Abd b. Humeyd ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid: “Kumar Perslerin zarları, Arapların da oklarıdır. Bunların hepsi de kumardır" dedi.' Beyhakî'nin bildirdiğine göre Mücâhid: “Meysir" ifadesiyle bütün kumar çeşitleri kastedilmektedir. Hata çocukların oynadığı ceviz oyunu bile bir tür kumardır" dedi. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu işaretli olan ve sürekli azarlanan (azarlanarak atılan) zarlardan sakının. Çünkü onlar kumardandır" buyurdu. İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Semure b. Cundub'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu işaretli olan ve sürekli azarlanan (azarlanarak atılan) zarlardan sakının. Çünkü onlar kumardandır" buyurdu. Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmü'l-Melâhi'de, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu işaretli olan ve sürekli azarlanan (azarlanarak atılan) zarlardan sakının. Çünkü o, Acemlerin kumarıdır" buyurdu. Vekî', Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “Bu işaretli olan ve sürekli azarlanan (iddia ile atılan) zarlardan sakının. Çünkü o, Acemlerin (Arap olmayanların) kumarıdır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İçinde bir şey kazanıp veya kaybetme olan bütün oyunlar kumardır. Hata çocukların ceviz ve zarlarla oynadıkları oyunlar bile kumardır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib: “Tavla oyunu ve satranç kumardandır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hazret-i Ali: “Satranç oyunu, Acemlerin kumarıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Kâsım b. Muhammed'e tavla oyununun kumardan olup olmadığı sorulunca: “Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyan her şey kumardandır" karşılığını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmü'l-Melâhi'de ve Beyhakî'nin, Şuab'da bildirdiğine göre Kâsım'a: “Siz tavla oyununu sevmezsiniz. Satranç hakkında ne dersiniz?" denilince: “Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyan her şey kumardandır" cavabını verdi. Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmü'l-Melâhi'de, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Rabî' b. Kulsûm vasıtasıyla bildirdiğine göre babası şöyle dedi: İbnü'z-Zübeyr bize hutbesinde dedi ki: “Ey Mekke ahalisi! Bana bazı kişilerin "Tavla" oyunu denilen bir oyunla oynadığı söylendi. Oysa Yüce Allah Kitab'ında: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz" buyurmaktadır. Allah'a yemin olsun ki, onu oynayan biri bana getirilirse onun saçlarını kesip kırbaçlarım ve kumar parasını da onu getiren kişiye veririm" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tavla oynayan kişi, Allah ve Resûlüne asi olmuş olur" buyurdu. Ahmed'in, Ebû Abdirrahman el-Hutamî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Tavla oynayıp ta sonra kalkıp namaz kılan kişi, irin ve domuz kanıyla abdest alıp namaz kılmış gibidir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: “Tavla oynamak kumardır ve tavla oynayan kişi domuz eti yemiş gibidir. Tavlayı parasız yani bir şeyi kazanma veya kaybetme şartı olmadan oynayan kişi de domuz yağı sürünmüş gibidir" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Tavla oyunu meysir denilen kumardan sayılır. Onunla parasız oynayan kişi ellerini domuz kanı ile boyamış gibidir. Oynayanların yanında oturan da domuzun derisini yüzenlerin yanında oturanlar gibidir. Yanlarında oturan kişiye (abdsetli ise namaza kalkacağı zaman yeniden) abdest alması emrolunur. (Hüküm olarak) zar ve satranç oyunu da aynıdır. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Yahya b. Ebî Kesîr der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tavla oynayan kişilerin yanından geçerken: “Allah'ın zikrinden alıkonmuş kalpler, uğraşan eller ve boş konuşan diller" buyurmuştur. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Tavla oyunu Acamlerin kumarıdır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Mâlik b. Enes: “Satranç ta tavla gibidir. Bize söylendiğine göre İbn Abbâs tavlası olan bir yetimin velisi olmuştu ve o tavlayı yakmıştı" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: İbn Abbâs'a satranç oyunu sorulunca: “O tavladan daha kötüdür" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Ebû Câfer'e satranç oyunu sorulunca: “O Mecûsiliktir, onunla oynamayın" cevabını verdi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Abdulmelik b. Umeyr: “Şam'dan bir kişinin görüşüne göre her mümin günde on iki defa bağışlanır. Ancak şah oyunu yani satranç oynayanlar bunların dışındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: “Meysir demek kumar demektir. Cahiliye döneminde kişi malı ve ailesi üzerine kumar oynardı. Sonra da üzüntülü bir şekilde başkasının elinde olan malına bakardı. Bu şekilde kumar, birbirlerinin arasına kin ve düşmanlık bırakırdı. Yüce Allah bunu yasaklayarak ve haram kılınması konusunda ileri giderek: “...Şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz..." diye haber verdi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Ebi'd-Dünyâ, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Leys vasıtasıyla bildirdiğine göre Atâ, Tâvus ve Mücâhid: “İçinde bir şey kazanıp veya kaybetme (ihtimali) olan bütün oyunlar kumardır. Hatta çocukların aşık ve cevizlerle oynaması bile kumardır" dediler. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn bayram gününde çocukların içinde bir şeyler kazanıp veya kaybetme olan oyunlar oynadıklarını görünce: “Böyle oyunlar oynamayın, çünkü bunlar kumardandır" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Şîrîn: “İçinde bir şey kazanıp veya kaybetme olan oyunlar, ayağa kalkma (içinde birbirlerine saldırma olan oyunlar), bağırmak (içinde birbirlerine bağırma olan oyunlar) ve kötülük (içinde birbirlerini mağdur etme olan oyunlar) kumardandır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Yezîd b. Şureyh'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Üç şey kumardandır. Bunlar: «Güvercinlere ıslık çalmak, içinde bir şeyler kazanıp veya kaybetme olan oyunlar oynamak ve zar atmaktır»" buyurdu. Ahmed, Ebû Dâvud, İbn Mâce ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir güvercinin peşisıra giden birini gördü ve: “Bir şeytan diğer bir şeytanın peşinden gitmektedir" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Hazret-i Osmân'ın bir hutbesinde bulunmuştum. O güvercinleri kesip köpekleri öldürmeyi emretti" dedi. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hâlid el-Hazzâ, Eyyûb isimli bir kişinin: “Firavun oğullarının oyuncağı güvercinlerdir" dediğini nakletti. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): “Uçan güvercinlerle oynayan kişi, fakirliğin acısını tatmadan önce ölmez" demiştir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “Bir veya iki koyun karşılığında et satmak Cahiliye ehlinin kumarlarından idi" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b el-Kurazî kumar hakkında şöyle dedi: “Önceleri (birkaç kişi) kesimlik bir hayvan satın alarak onu (satın alanların sayısından daha az) hisselere ayırırlardı. Sonra şans oklarını (bir torbaya) atarak (okları çekmekle görevli kişi): “Ey okları çeken kişi, ey okları çeken kişi!" diye bağırırdı (torbada bulunan oklardan birer birer hisse sayısınca ok çekerdi). İsmi çıkan kişi bir şey ödemeden bir hisse alırdı. Oku çekilmeyen kişiler ise hiçbir şey alamaz ve kurbanlığın parasını öderdi. Buhârî'nin el-Edebü'l-Müfred'de bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Okları çeken kişi nerede?" denilirdi. Sütten kesilecekleri zaman vermek üzere on yavru karşılığında bir kesimlik hayvan alırlardı. Sonra on okun içinden bir ok çekerler ve dokuz ok kalırdı. Bir ok kalıncaya kadar, birer birer okları çekerler ve sona kalan ok sahibi kesimlik hayvanı alırdı. Diğer dokuz kişi ileride sütten kesilecek on yavruyu verirdi. Bu da kumardandır." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ensâb, müşriklerin kendileri için kurbanlar kestikleri taştan putlardır. Ezlâm ise kısmet aramada kullandıkları fal oklarıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Müşriklerin çakıl taşları vardı. Bir kişi bir gazveye çıkacağı zaman veya çıkmayacağı zaman o çakıl taşlarıyla fal bakar ve ona göre hareket ederdi" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada İranlıların kumar oynadıkları zarlar ve bedevilerin okları kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Seleme b. Vehrem der ki: Tâvus'a (.....) ifadesinin açıklamasını sorduğumda: “Cahiliye zamanında onların fal baktıkları okları vardı. Bu okların içinde de işaretli bir ok vardı. Kişi bir yere gideceği zaman o oklardan bir tanesini çekerdi. Eğer işaretli ok çıkarsa işinden vazgeçer ve yola çıkmazdı. Eğer işaretsiz ok çıkarsa gideceği yere giderdi. Kadın bir yere gideceği zaman fal oklarına bakmazdı. Şair bu konuda: "Kadın bir şey yaptığında başörtüsü takardı, Fal oklarına bakmadan yapacağını yapardı" demiştir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada Allah'ın öfkesi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Şeytan işi pisliklerdir..." âyetini açıklarken: “Burada şeytanın süslemiş olduğu pislikler kastedilmektedir" dedi. "Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?" âyeti hakkında ise: “Burada Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın kafasının yarıldığı an ve haram kılınacağının tehdidi kastedilmektedir" dedi. "Öyleyse Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin... Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir" âyetini açıklarken: “İçkinin, kumarın, putların ve fal oklarıyla bakmanın haramlığında Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Eğer itaat etmekten yüz çevirirseniz, Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sadece tebliğ etmek düşer" dedi. Firyâbî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman, ashâb: “Yâ Resûlallah! İçki içip te ölen arakadaşlarımızın durumu ne olacak?" deyince: “iman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyeti nâzil oldu. Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Berâ b. Âzib der ki: “Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından içki içip te ölenler vardı. İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler: “İçki içip te ölen arkadaşlarımızın durumu ne olacak?" diye sordular. Bunun üzerine: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Ben, Ebû Talha, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Muâz b. Cebel, Süheyl b. Beydâ ve Ebû Ducâne'ye bardaklarla kuru hurma ve koruk hurmalardan yapılan içkiden sunuyordum. Kafaları da artık demlenmişti. Bu sırada bir münadinin: “Bilin ki, artık içki haram kılınmıştır" diye seslendiğini işittik. Biz bunu duyduktan sonra yanımızdaki bütün içkileri döktük. Küpleri kırmadan önce kimse yanımıza girmedi ve bizden de kimse dışarı çıkmadı. Bazılarımız abdest alıp bazılarımız da guslederek Ümmü Suleym'in güzel kokularından süründük. Sonra da Mescid'e gittik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?" âyetlerini okuyordu. Bir kişi: “Yâ Resûlallah! Aramızda daha önce içki içip te ölenlerin durumu ne olacaktır?" deyince, Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, Ebû Ya'la, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Ben, Ebû Talha'nın evinde konukların sâkisiydim. İçkiyi haram kılan âyet nâzil olunca bir münadi bunu duyurmaya başladı. Ebû Talha, bana: “Çık ta bu sesin ne olduğuna bak!" dedi. Çıkıp baktıktan sonra: “Bu münadidir, şimdi içkinin haram kılındığını bildirmektedir" dedim. Bunun üzerine Ebû Talha: “Git içkileri dök!" dedi. (Herkes içkisini dökünce) Medine sokaklarında içki akmıştı. O zaman içkileri üzüm şırası kuru hurma ve koruk hurmadandı. Ashâbdan bazıları: “Bazı kişiler karnında içki varken öldüler" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever'" âyetini indirdi. Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “Bazı kişiler Uhud günü sabah vakti içki içmişler ve Uhud savaşında şehit olmuşlardı" dedi. Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman Yahudiler: “Sizin ölen kardeşleriniz içki içmiyor muydu?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: “Bana, senin de onlardan olduğun söylendi" buyurdu. Dârakutnî, el-Efrâd'da ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd der ki: “İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduğu zaman müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Daha önce içip te daha içki karınlarındayken ölen kardeşlerimizin durumu ne olacak?" deyince: Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever'" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyetini açıklarken şöyle dedi. Burada içki haram kılınmadan önce içki içip te ölen Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı kastedilmektedir. İçki haram kılınmadan önce içtikleri içkiden dolayı bir günahları yoktur. İçki haram kılındığı zamanda ashâb: “Kardeşlerimiz bunu içerek ölürken nasıl oluyor da bize haram kılınıyor?" deyince, Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..." âyetini indirdi. Burada Yüce Allah: “Ben içkiyi haram kılmadan önce içenler için bir günah yoktur. Tabi ki, eğer iyilikler eden ve Allah'tan korkan kişilerden iseler böyledir. Çünkü: “...Allah, iyilik edenleri sever" buyurmaktadır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..." âyeti, Bedir'de ve Uhud'da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber savaşıp ta şehid olanlar hakkında inmiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Yüce Allah, Ahzâb sûresinden sonra Mâide sûresinde içkiyi haram kılan âyeti indirdikten sonra bu konuda Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbmdan bazı kişiler: “Filan kişi Bedir savaşında, filan kişi de Uhud savaşında ölmüştür. Onlar içki içmekteydi. Biz de onların Cennetlik olduklarına şahidiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever"' âyetini indirdi. Burada Yüce Allah: “Onlar Allah'tan korkar ve iyilikler ederlerdi. Onlar içkiyi kendilerine helal iken içtiler ve içki onlar öldükten sonra haram kılındı. İçtiklerinden dolayı onlara bir günah yoktur" buyurmaktadır. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ashabdan bazı kişiler: “Yâ Resûlallah! İçki içerek ve kumar parası yiyerek ölen kardeşlerimizin durumu nedir?" deyince Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..."âyetini indirdi. Burada içkiyi haram kılınmadan önce tatmış olanlar kastedilmektedir. İçkiyi haram kılan âyet nâzil olduktan sonra Allah'tan korkup iyilikler edenler hakkında, Yüce Allah: “Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de yaptığından geri durursa, geçmişi kendisinedir..."buyurmaktadır. Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mes'ûd der ki: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah'a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah'a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever" âyeti nâzil olduğu zaman Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: “Bana, senin de onlardan olduğun söylendi" buyurdu. Dîneverî, Mucâlese'de, İbn Merdûye ve Ebû Nuaym'ın, Hilye'de bildirdiğine göre Sâbit b. Ubeyd der ki: Hâtib oğullarından bir kişi Hazret-i Ali'ye gelip: “Ey müminlerin emiri! Ben Medine'ye geri dönmekteyim. Medine'liler Osman'ı sormaktalar, onlara ne diyeyim?" dedi. Ali: “Onlara, Osman'ın iman edip salih ameller işleyenlerden, sonra Allah'tan korkup iman edenlerden ve Yine Allah'tan korkup iyilik edenlerden olduğunu haber ver. Allah iyilik edenleri sever" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in, Atâ' b. es-Sâib vasıtasıyla Muhârib b. Dissâr'dan bildiriyor: Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazı kişiler Şam'da içki içmişti. Yezid b. Ebî Süfyân onlara: “Siz içki mi içtiniz?" deyince: “Evet içtik, Yüce Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..." buyurmaktadır" dediler ve âyeti sonuna kadar okudular. Yezid b. Ebî Süfyân bu kişiler hakkında Ömer'e bir mektup yazdı. Hazret-i Ömer de cevaben: “Eğer bu mektubum sana gündüz vakti yetişirse geceyi bekleme, gece yetişirse gündüzü bekleme ve onları bana gönder. Allah'ın kulları arasında fitne çıkarmasınlar" diye bir mektup yazdı. Bunun üzerine Yezid b. Ebî Süfyân bu kişileri Ömer'e gönderdi. Bunlar Hazret-i Ömer'in yanına ulaştıklarında: “Siz içki içtiniz mi?" diye sordu. Onlar: “Evet içtik" dediler. Ömer: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" âyetini okuyunca, onlar: “Sonrasındaki: “İman edip salih ameller işleyenlere... tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur..." âyetini oku" dediler. Ömer bu konuda oradakilerin görüşünü alarak Hazret-i Ali'ye: “Senin görüşün nedir?" deyince Ali şöyle dedi: “Gördüğüm kadarıyla Allah'ın dininde Allah'ın razı olmayacağı bir şekilde hüküm kıldılar. Eğer helal olduğunu iddia ediyorlarsa onları öldür. Çünkü Allah'ın haram kıldığını helal kılmaktalar. Eğer haram olduğunu iddia ederlerse her birine seksen sopa at. Çünkü Allah'ın adına yalan söylemişlerdir. Allah bize, birbirlerine iftira edenler hakkında uygulanacak cezayı haber verdi" dedi. Bunun üzerine Ömer her birine seksen sopa vurdurdu. İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-îmân'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, içkiyi, (içki elde etmek amacıyla) ağacını dikeni, içeni, (içki için gereken şeyi) sıkanı, yanında bulunduranı, içki dağıtanı, içireni, taşıyanı, parasını yiyeni ve satanı lanetlemiştir" buyurdu. Veki', Buhârî ve Müslim'in, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Dünyada şarabı içen kişi, tövbe etmedikçe âhirette onu içmeyecektir" buyurdu. Beyhakî'nin, Şuab'da, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dünyada şarabı içen kişi, tövbe etmedikçe Cennete girse bile âhirette onu içemeyecektir" buyurdu. Müslim ve Beyhakî, Câbir b. Abdillah'tan bildiriyor: Bir kişi Yemen'den gelip Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) memleketlerinde darıdan imal ettikleri ve kendisine Mizr dedikleri içkinin hükmünü sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “O şarhoşluk verir mi?" diye sorunca: “Evet şarhoşluk verir" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her sarhoşluk veren şey haramdır. Allah'ın içki içenlere (kıyamet gününde) Tînetu'l-Habâl içireceğine dair ahdi vardır" buyurdu. Oradakiler: “Yâ Resûlallah! Tînetu'l-Habâl nedir?" dediklerinde: “Cehennem ahalisinin teridir" veya: “Cehennem ahalisinin irinleridir" buyurdu. Abdurrezzâk, Hâkim ve Beyhakî'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Bir defa içki içen kişinin kırk gece namazı kabul olunmaz. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul buyurur. İkinci defa içtiği zaman bir kırk gece daha namazı kabul olunmaz. Yine tövbe ederse Allah tövbesini kabul buyurur. Üçüncü defa içtiği zaman bir kırk gece daha namazı kabul olunmaz. Eğer bir daha tövbe ederse Allah yine tövbesini kabul buyurur. Dördüncü kez içerse yine kırk gece daha namazı kabul olunmaz. Eğer tövbe ederse tövbesi de kabul edilmez ve Allah'ın ona (kıyamet gününde) Tînetu'l-Habâl içirmesi hak olur." "Tînetu'l-Habâl nedir?" denilince: “Cehennem ahalisinin irinleridir" buyurdu. Beyhakî'nin, Abdullah b. Amr b. el-Âs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir defa içki içen kişinin kırk sabah namazı kabul olunmaz. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul buyurur. İkinci defa içtiği zaman Allah bu kişinin kırk sabah tövbesini kabul etmez" buyurdu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü defada mı, dördüncü defada mı hatırlamıyorum: “Bir daha içtiği zaman Allah'ın ona kıyamet gününde Cehennem ahalisinin irinlerini içirmesi hak olur" buyurdu. Hâkim ve Beyhakî'nin, Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir namaz vaktini şarhoşluktan dolayı terk eden kişi, sanki dünya ve içindekilere sahip olduktan sonra kendisinden geri alınmış gibidir. Kim de namazı dört defa şarhoşluktan dolayı terkederse Allah'ın ona (kıyamet gününde) Tînetu'l-Habâl içirmesi hak olur." Ashâb: “Tînetu'l-Habâl nedir?" dediklerinde: “Cehennem ahalisinin irinleridir" buyurdu. Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Abdullah b. Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), içkiyi, (içki için gereken şeyi) sıkanı, sıktıranı, satanı, satın alanı, taşıyanı, kendisi için taşınanı, içireni, içeni ve parasını yiyeni lanetlemiştir. Hâkim ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Cibrîl bana gelip: «Ey Muhammed! Allah, içkiyi, (içki için gereken şeyi) sıkanı, sıktıranı, içeni, taşıyanı, kendisi için taşınanı, satanı, içireni ve içittireni lanetlemiştir» dedi." İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, Hazret-i Osmân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Pisliklerin anası olan içkiden uzak durunuz. Sizden önceki kavimlerden bir kişi ibadet eder ve kadınlara yaklaşmazdı. Bu kişiye sapık bir kadın aşık olup gönlünü kaptırdı. Hizmetçisini ona gönderdi ve: «Seni bir şahitlik için davet ediyoruz» dedi. Adam bu hizmetçi ile beraber kadının evine geldi. Her kapıdan girmelerinde hizmetçi girdikleri kapıyı kapatıyordu. Ta ki, oturmuş parlayan bir kadının yanına geldiler. Bu kadının yanında bir çocuk ve içki dolu camdan büyük bir kap vardı. Kadın: «Ben seni şahitlik için çağırmadım. Ben seni ya bu çocuğu öldürmen, ya benimle beraber olman veya şu içkiden bir bardak içmen için çağırdım. Eğer kabul etmeyecek olursan bağırır ve senin rezil ederim» dedi. Adam bir kurtuluş olmadığını görünce: «Bana bu içkiden bir bardak ver» dedi. Bunun üzerine kadın ona bir bardak içki içirdi. Adam bir bardak içince: «Bana bir bardak daha ver» dedi. Adam kadınla beraber olana kadar içki içti ve çocuğu öldürdü. İçkiden uzak durunuz. Muhakkak ki, Allah, iman ile içkiyi ona müptela olmuş bir kişinin göğsünde bir araya getirmez. Bir araya geldiklerinde de mutlaka biri diğerini kovar. " Abdurrezzâk, Musannef’te mevkuf olarak Osmân'dan (onun sözü olarak) bunun aynısını bildirir. Hâkim ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İçkiden uzak durunuz. Çünkü o, bütün kötülüklerin anahtarıdır" buyurdu. İbn Mâce, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: Dostum Ebu'l-Kâsım bana: “Kesilsen de, yakılsan da Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma. Bilerek farz namazı terk etme. Bilerek farz namazı terk eden kişi zimmetten beri olur. İçki de içme, çünkü o bütün kötülüklerin anahtarıdır" diye vasiyet etti. Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah, Firdevs'i eliyle inşa edip oraya müşriklerin ve sürekli içki içen sarhoşların girmesini yasakladı" buyurdu. Beyhakî'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Üç kişinin namazı kabul edilmez ve hiçbir ameli semaya yükseltilmez. Bunlar, geri dönüp teslim oluncaya kadar efendisinden kaçan köle, razı edene kadar kocasını darıltan kadın ve ayılıncaya kadar şarhoştur" buyurmuştur. Beyhakî'nin, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ana babasına asi olan evlat ve ayyaş kişi Cennete girmeyecektir" buyurmuştur. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içki içilen bir sofrada oturmayı yasaklamıştır" dedi. Beyhakî'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi, eşini hamamlara göndermesin. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi hamama peştamalsız girmesin. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi içki bulunan bir sofraya oturmasın" buyurmuştur. Buhârî, Târih'te ve Beyhakî'nin, Süheyl b. Ebî Sâlih vasıtasıyla Muhammed b. Abdillah'tan, onun da babasından bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ayyaş öldüğü zaman Allah'ın huzuruna putperest gibi çıkar" buyurdu. Buhârî, Târih'te ve Beyhakî, Süheyl vasıtasıyla babasından, o da Ebû Hureyre'den merfû olarak bunun aynısını bildirir. Buhârî: “Ebû Hureyre'nin bu hadisi sahîh değildir" demiştir. Abdurrezzâk'ın, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim ayyaş olarak ölürse Allah'ın huzuruna putperest gibi çıkar" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim aklı örten bir şarabı içerse büyük günahlar kapısından bir kapıya gelmiş olur" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: “Zina etmem benim için içki içmemden daha iyidir. Hırsızlık etmem de yine sarhoş olmamdan daha iyidir. Çünkü sarhoş kişi öyle bir ana gelir ki o saatte Rabbini bile tanımaz" dedi. Hâkim'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Dünya da ipek giyen kişi, âhirette ipeği giymeyecektir. İçki içenler, âhirette lezzetli şarapları içemeyecektir. Dünyada altın ve gümüş kaplarla içecek içenler de âhirette onlarla içmeyecektir" buyurdu. Sonra da: “Bunlar Cennet ehlinin, giyeceği, içeceği ve kaplarıdır" dedi. Hâkim'in, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Üç sınıf insan vardır ki, bunlar Cennete girmeyecektir. Bunlar ayyaş olan, akrabayla alakayı kesen ve sihre inanan kişilerdir. Kim de ayyaş olarak ölürse, Allah ona Ğûta nehrinden içirecektir" buyurdu. Ashâb: “Ğûta nehri nedir?" diye sorunca: “Bu fahişelerin cinsel organından çıkan bir nehirdir. Cehennem ahalisine onların cinsel organı kokusuyla azab edilir" buyurdu. Hâkim, İbn Ömer'den bildiriyor: Ebû Bekr, Ömer ve bazı kişiler Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra oturup büyük günahlardan bahsettiler. Ancak bu konuda bir bilgileri yoktu. Bunun üzerine beni bu konuyu sormam için Abdullah b. Amr'a gönderdiler. Abdullah b. Amr bana büyük günahların en ağırının içki içmek olduğunu söyledi. Yanlarına geri dönüp bunu kendilerine söylediğimde bunu inkar ettiler ve kalkıp süratle hep birlikte yanına gittiler. Evinin avlusuna yetiştiklerinde Abdullah b. Amr, onlara Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle anlattığını haber verdi: “İsrâil oğullarından bir kral vardı. Bu kral bir adamı tutarak onu, içki içme veya birini öldürme veya zina etme veya domuz eti yeme hususunda muhayyer bıraktı. Adam içki içmeyi tercih etti. İçtiği zaman da kralın saymış olduğu şeylerin hiç birinden geri kalmadı." Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “İçki içen kişinin kırk gece namazı kabul olunmaz. Kim ölür de mesânesinde içkiden bir şey bulunursa Allah, ona Cenneti haram kılar. İçki içtikten sonra kırk günün içinde ölen kişi de cahiliye ölümü gibi ölmüş olur. " Hâkim, Ebû Müslim el-Havlânî'den bildiriyor: O hac ederken Hazret-i Âişe'nin yanına girdi. Hazret-i Âişe, ona Şam'ın durumunu ve soğuklarını sormaya başladı. Oda Şam haberlerini kendisine anlattı. Hazret-i Âişe: “Oranın soğuğuna nasıl dayanıyorlar?" deyince: “Ey müminlerin annesi! Onlar kendisine tilâ' (üzüm şarabı) dedikleri şaraptan içmektedirler" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: “Allah doğru söyledi ve bunu sevdiğime haber verdi. Ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ümmetimden bazı kişiler içki içecek ve ona başka isim vereceklerdir» buyurduğunu işittim" dedi. Beyhakî'nin, Şuab'da, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi. Yine beni ud, keman gibi çalgı âletlerini ve Cahiliye ahalisinin âdetlerini yok etmek için gönderdi" buyurdu. Sonra şöyle devam etti: “Kim dünyada içki içerse, (ahiret gününde) Allah kendisine Cehennemin ateşinden içirir. Ondan sonra da ya azap eder ya da bağışlanır. " Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Zemmü'l-Melâhi'de ve Taberânî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi. Yine beni ud, keman gibi çalgı aletlerini, Cahiliye ahalisinin âdetlerini ve putları yok etmek için gönderdi. Sonra Rabbim, kim dünyada içki içerse, kıyamet gününde kendisine mutlaka Cehennemim ateşinden içireceğini, sonra da ya azap verip ya da bağışlayacağını, kim de (onu haram kıldıktan sonra) terk ederse mutlaka (kıyamet gününde) Kudüs harmanları hurmalarından yapılmış şaraptan kanana kadar içireceğine dair izzetine ve Celâline yemin etti" buyurdu. Hâkim'in, Sevbân'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bir ma'siy et üzere yemin edersen onu terk et. Cahiliye adetlerini de ayağının altına at. İçki içmekten de sakın. Zira Yüce Allah onu içeni mübarek kılmaz" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Zemmü'l-Melâhi'de, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimde yere batma, gökten belalara maruz kalma ve başka yaratıklara dönüştürülme olacaktır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bu ne zaman olacaktır?" denildiğinde: “Bunlar, çalgı aletlerinin, kadın şarkıcıların çoğaldığı ve içkinin helal kılındığı bir zamanda olacaktır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimde yere batma, gökten belalara maruz kalma ve başka yaratıklara dönüştürülme olacaktır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bu ne zaman olacaktır?" denildiğinde: “Bunlar, çalgı aletlerinin, kadın şarkıcıların çoğaldığı ve içkilerin (açıkça) içildiği zamanda olacaktır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın bildirdiğine göre Hazret-i Âişe der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimde yere batma, gökten belalara maruz kalma ve başka yaratıklara dönüştürülme olacaktır" buyurunca: “Yâ Resûlallah! Bu kişiler: «Lâ ilâhe illallah» dedikleri halde mi böyle olacaktır?" dediğimde: “Evet, bunlar, kadın şarkıcıların, zinanın, içkinin (açıkça) içildiği ve ipeğin giyildiği zaman olacaktır" buyurdu. Tirmizî ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimin onbeş şeyi yaptığı zaman bela başlarından eksik olmaz" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Bunlar nedir?" denilince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ganimetlerin belli kişiler arasında pay edilmesi, emanetin ganimet sayılması, zekatın zorla alınması, kişinin hanımına itaat etmesi ve annesine karşı asi olması, kişinin arkadaşına iyilik edip babasına karşı katı olması, mescidlerde seslerin yükselmesi, aşağılık kişilerin toplum idarecisi olması, kişiye şerrinden korkulduğu için kendisine ikramda bulunulması, içkinin içilmesi, ipeğin giyilmesi, kadın şarkıcıların ve çalgı aletlerinin ardından gidilmesi, bu ümmetin de sonda gelen neslinin önceki nesilleri lanetlemesidir. İşte o zaman bu ümmet şu üç şeyi beklesin. Kızıl bir rüzgarı, yere batmayı ve başka yaratıklara dönüştürülmeyi." İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimden bir fırka maymunlara, bir fırka domuzlara dönüştürülüp, bir fırka da yere batırılacaktır. Bir fırka da içki içtiklerinden, ipek elbiseler giydiklerinden, kadın şarkıcıların arkalarında gittiklerinden ve def çaldıklarından dolayı şiddetli bir rüzgara maruz kalacaklardır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu ümmette yere batma, gökten belalara maruz kalma ve başka yaratıklara dönüştürülme olacaktır. Bu da içki içtikleri, kadın şarkıcıların arkalarından gittikleri ve çalgı çaldıkları zaman olacaktır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Âhir zamanda bu ümmetten bir fırka maymunlara ve domuzlara dönüştürülecektir" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bunlar, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Resûlü olduğuna şahitlik ettikleri halde mi böyle olacak?" diye sorunca: “Evet (şahitlik) edecekler, namaz kılacak, oruç tutacak ve hac edeceklerdir" buyurdu. Ashâb: “O zaman niye öyle olacaklar?" dediklerinde: “Çünkü onlar, çalgı aletlerinin, deflerin ve kadın şarkıcıların arkalarından gidecektir. Onlar içki içerek ve oyalanarak akşamlayacak, maymun ve domuz olarak sabahlayacaklardır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe ve İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Abdurrahman b. Sâbıt'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimde yere batma, gökten belalara maruz kalma ve başka yaratıklara dönüştürülme olacaktır" buyurdu. Müslümanlar: “Yâ Resûlallah! Bunlar ne zaman olacaktır?" deyince: “Çalgı âletleri çoğaldığı, içki içmenin ve ipek elbisler giymenin helal kılındığı zaman olacaktır" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Ğâzi b. Rabîa'den nakille Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirir: “Bazı kavimler içki içmelerinden, ud çalmalarından ve kadın şarkıcıların ardından gitmelerinden dolayı koltuklarına oturmuşken maymunlara ve domuzlara dönüştürüleceklerdir" buyurdu. İbn Ebi'd-Dünyâ, Sâlih b. Hâlid'den, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildiriyor: “Ümmetimden bir grup ipek elbiseler giymeyi, içki içmeyi ve çalgılar çalmayı helal kılmalarından dolayı Yüce Allah üzerlerine büyük bir dağla gelecek ve bu dağı üzerlerine bırakacaktır. Geriye kalanlar da maymun ve domuzlara dönüştürülecektir. " İbn Ebi'd-Dünyâ'nın, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bazı kişiler yeme, içme, çalgılar çalmaya devam edip koltuklarına oturmuşken akşamlayacaklar, maymunlara ve domuzlara dönüştürülmüş bir şekilde sabahlayacaklardır" buyurdu. İbn Adiy, Hâkim ve Beyhakî'nin, Şuab'da, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beni hak olarak gönderene yemin olsun ki, insanlarda yere batma, başka yaratıklara dönüştürülme ve gökten bazı belalara maruz kalma olmadıkça dünya yok olmayacaktır" buyurdu. Oradakiler: “Yâ Resûlallah! Bu ne zaman olacaktır?" diye sorunca: “Kadınların eyerlere bindiğini gördüğünüz zaman ve çokça çalgı aletleri çalındığı, yalancı şahitliğin yaygın olduğu, açıkça gizlemeden içkinin içildiği, namaz kılanların içme kabı olarak müşrikler gibi altın ve gümüş kaplar kullandıkları, kadının kadınla, erkeğin erkekle ilişkiye girdikleri zamandadır. Bunları gördüğünüzde sakının, hazır olun ve gökyüzünden gelecek belalardan korkun" buyurdu. Beyhakî'nin, Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetim şu beş şeyi yaparsa helak onların üzerine gelir. Aralarında lanetleşme ortaya çıkarsa, ipek elbiseler giyerlerse, kadın şarkıcıların peşine takılırlarsa, içki içerlerse ve erkek erkekle, kadın kadınla ilişkiye girerse. " Ahmed, İbn Ebi'd-Dünyâ, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu ümmetten bir kavim yiyip içerek, boşa vakit geçirerek ve oyunlar oynayarak akşamlayacak, maymunlara ve domuzlara dönüştürülmüş olarak sabahlayacaktır. Onlar yere batma ve gökten gelecek belalara maruz kalacaklar ve insanlar sabahladığı zaman: «Allah bu gece filan oğullarını ve filan kişinin evini yere batırdı» diyecektir. Lût kavmine gönderdiği gibi onlardan bazı kavimlere ve bazı evlere gökyüzünden taş yağdıracaktır. Yine onlardan bazı kavimlere ve bazı evlere içki içmelerinden, ipek elbiseler giymelerinden, kadın şarkıcıların ardından gitmelerinden ve akrabayla alakayı kesmelerinden dolayı Âd kavmini helak eden rüzgar gibi kuvvetli bir rüzgar gönderecektir." İbn Ebî Şeybe, Ebû Dâvud, İbn Mâce ve Beyhakî'nin, Ebû Mâlik el- Eş'arî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetimden bazı kavimler içki içecek ve adını başka şeyler koyacaktır. Yanlarında çalgılar çalınacak ve kadınlar şarkı söyleyecektir. Allah onları yere batıracak ve bazılarını da maymunla domuza çevirecektir" buyurdu. Beyhakî'nin, Muâz ve Ebû Ubeyde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İdarecilik, rahmet ve peygamberlik olarak başladı. Rahmet ve halifelikle devam edecektir. Sonra zorla kurulan krallık olacaktır. Sonra da haddini aşan zorbalar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar olacak, ipek elbiseler giymeyi, içki içmeyi, cinsel organı (zinayı) helal kılacaktır. Ölene kadar da onlara rızık verilecek ve yardım edilecektir. Beyhakî'nin, Ebû Mûsa'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir Yahudiye veya bir Hıristiyana veya onu içki yapacağını bildiği birine satmak için, üzümü toplama zamanı toplamaz da bekletirse bilerek cehenneme yaklaşmış olur" buyurdu. Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Ömer hayvanlara içki içirilmesini sevmezdi. Beyhakî'nin bildirdiğine göre Hazret-i Âişe kadınların içkiyle taranmalarını yasaklardı. Abdurrezzâk, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin, Muâviye b. Ebî Süfyan'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İçki içeni kırbaçlayın" buyurdu. Bunu üç defa söyledikten sonra: “Dördüncü defa içerse öldürün" dedi. Abdurrezzâk, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Yemen'e gönderdiği zaman: “Kavmim darıdan Mizr denilen bir şarap imal etmektedir" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Şarhoşluk veriyor mu?" diye sorunca: “Evet veriyor" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onlara bunu yasakla" buyurdu. Ebû Mûsa el-Eş'arî: “Onlara yasakladım, ancak bırakmıyorlar" dediğinde: “Üçüncü defada bırakmayan kişiyi öldürün" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, Mekhûl'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İçki içeni kırbaçlayın" buyurdu. Sonra dördüncü defada: “İçki içen kişiyi öldürün" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “içki içenleri kırbaçlayın" buyurdu. Bunu üç defa söyledikten sonra: “Dördüncü defa içerlerse onları öldürün" buyurdu. Ma'mer der ki: “Bunu İbnü'l-Münkedir'e anlattığım zaman: “Öldürmek terk edildi. Çünkü İbn Nuaymân, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirildi ve Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kırbaçlattı. İkinci, üçüncü, dördüncü ve daha sonrasında getirildiğinde yine onu kırbaçlattı" dedi. Abdurrezzâk'ın, Zührî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer içki içerlerse onları kırbaçlayın. Bir daha içerlerse bir daha kırbaçlayın. Yine içerlerse yine kırbaçlayın. Bir daha içtiklerinde onları öldürün" buyurdu. Sonra da: “Şüphesiz ki, Allah içmekten dolayı öldürmeyi kaldırdı. Eğer içerlerse onları kırbaçlayın. Sonra bir daha içerlerse yine kırbaçlayın" buyurdu. Bunu dört defa söyledi. Abdurrezzâk'ın, Amr b. Dinar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim içki içerse ona haddi uygulayın. Bir daha içerse yine haddi uygulayın. Üçüncü defa içerse yine ona haddi uygulayın. Dördüncü defada içerse onu öldürün" buyurdu. İbn Nuaymân içki içmiş diye Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) getirildiğinde ayakkabılarla ve ellerle vurularak dövüldü. İkinci defa getirildiğinde aynı şey uygulandı. Dördüncü defa getirildiğinde yine ona had (şeri ceza) uygulandı ve öldürme hükmü kaldırıldı. Abdurrezzâk, Kabîsa b. Zueyb'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içki içmekten dolayı bir kişiyi dört defa kırbaçladı. Sonra Ömer b. el- Hattâb, Ebû Mihcan es-Sekafî'yi içkiden dolayı sekiz defa kırbaçlattı. Taberânî, Ebu'r-Remdâ el-Belevî'den bildiriyor: Kendilerinden bir kişi içki içmişti. Bu kişiyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiklerinde onu kırbaçlattı. İkinci defa içip getirildiğinde onu bir daha kırbaçlattı. Üçüncüde mi dördüncüde mi hatırlamıyorum Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri üzerine onu bir deri üzerine koydular ve boynu vuruldu. Taberânî ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Anne babaya karşı asi olan, verdiğiyle başa kalkan ve ayyaş oları kişi asla Cennete girmeyecektir" buyurdu. İbn Abbâs der ki: “Biz de Allah'ın Kitâb'ında bu var mıdır diye bakmaya gittiğimizde, anne babaya asi olan hakkında: “Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?'" âyetini bulduk. Verdiğiyle başa kakan hakkında: “Ey Mü’minler! Allah'a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın..." âyetini, içki hakkında ise: “Ey Mü’minler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir..." âyetini bulduk. İbn Sa'd, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Deylemî der ki: Elçi olarak Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittim ve: “Yâ Resûlallah! Biz yemekler ve içecekler yaparak amca çocuklarımıza yediriyoruz" dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu (yaptıklarınız) şarhoşluk veriyor mu?" diye sorunca: “Evet veriyor" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “O zaman bu haramdır" buyurdu. Ondan ayrılacağım zaman: “Yâ Resûlallah! Onlar bunu içmeden duramıyorlar" dediğimde: “Dayanamayanın boynunu vurun" karşılığını verdi. İbn Sa'd ve Ahmed'in Şurahbîl b. Evs'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “içki içen kişiyi kırbaçlayın. Bir daha içeni bir daha kırbaçlayın. Bir daha içeni bir daha kırbaçlayın. Bir daha içeni de öldürün" buyurdu. Ahmed ve Taberânî, Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyân'dan bildiriyor: Yemen'den bazı kişiler Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara namazı, sünnetleri ve farzları öğretti. Sonra bu kişiler: “Yâ Resûlallah! Biz kuru hurmadan ve arpadan şarap yapmaktayız" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ğubeyrâ mil" diye sorunca: “Evet" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu içmeyin" buyurdu. Bu kişiler: “Onlar bunu terketmiyor" deyince: “Onu terk etmeyenin boynunu vurun" buyurdu. İbn Merdûye'nin, Amr b. Şuayb vasıtasıyla babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah içkiyi haram kıldıktan sonra içki içenlere (kıyamet gününde) Kudüs harmanları hurmalarından olan şarabı içirmeyecektir" buyurdu. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Ömer: “Allah içki içen kişinin namazını kırk sabah kabul buyurmaz. Eğer bu kırk günün içinde iken ölürse Cehenneme girer ve Allah kendisine (rahmet bakışıyla) bakmaz" dedi. Abdurrezzâk'ın, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İçki içen kişi Allah'ın huzuruna şarhoş olarak çıkar. Yüce Allah ona: «Yazık haline! Sen ne içtin?» der. O: «îçki içtim» deyince: «Ben içkiyi sana haram kılmadım mı?» buyurur. O: «Evet, haram kıldın» cevabını verince, cehenneme atılması emredilir." Abdullah b. Ahmed'in, Müsned'de, Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Canım elinde olana yemin olsun ki, ümmetimden bir grup şımarıklık, böbürlenme, oyun ve zamanı boş geçirmekle akşamlayacaklar. Haram şeyleri helal kılmalarından, kadın şarkıcıların ardından gitmelerinden, içki içmelerinden, faiz yemelerinden, ipek elbiseler giymelerinden dolayı maymunlara ve domuzlara dönüştürülmüş olarak sabahlayacaklar" buyurdu. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr der ki: (Kutsal) kitapta şöyle yazılıdır: “İçki ağacının bütün ağaçlardan daha yüksek olduğu gibi içkinin günahı da bütün günahlardan daha büyüktür" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Mesrûk b. el-Ecda': “İçki içen puta tapan gibidir. Yine içki içen de Lât'a ve Uzza'ya tapan gibidir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre İbn Cübeyr: “İçki içen kişinin mesanesinde bir damla içki bulunduğu müddetçe, Allah onun hiçbir amelini kabul buyurmaz. İçkiden ölen kişiye Allah'ın, Tînetu'l-Habâl'dan içirmesi hak olur. O da Cehennem ahalisinin irinidir" dedi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebû Zer der ki: “Şarhoşluk veren bir şeyi içen kişi pisliktir. Bu kişinin namazı da kırk gece pislik olur. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Bir daha içerse yine pisliktir, namazı da kırk gece pislik olur. Eğer bir daha tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Bir daha içerse yine pisliktir, namazı da kırk gece pislik olur. Eğer bir daha tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Eğer bir daha içerse" -bunu üçüncü veya dördüncü defada söyledi- "Ona, Allah'ın Tînetu'l-Habâl'dan içirmesi hak olur." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ebân, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bütün pislikler bir eve konuldu ve bu evin kapısı kilitlendi. Bu evin anahtarı da içki kılındı. Kim içkiyi içerse o pisliğin içine düşer" buyurduğunu bildirdi. Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr: “İçki bütün kötülüklerin anahtarıdır" dedi. Abdurrezzâk'ın, Muhammed b. el-Münkedir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Sabah vakti içki içen kişi akşamlayıncaya kadar Allah'a şirk koşmuş gibidir. Akşam vakti içki içen kişi de sabahlayıncaya kadar Allah'a şirk koşmuş gibidir. Sarhoş oluncaya kadar içen kişinin namazını Allah kırk sabah kabul etmez. Damarlarında içkiden bir şey bulunup ta ölen kişi Cahiliye zamanında ölenler gibidir" buyurdu. Abdurrezzâk'ın, İbn Ömer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Yüce Allah izzeti ve gücüne yemin ederek: «İçkiyi (haram kıldıktan sonra) içen her müslümanı (kıyamet gününde) mutlaka güçsüz bırakana kadar ona ateşten içireceğim. Sonra azap edilir veya bağışlanır. Gücü yettiği halde rızam için onu terk eden kişiye de Kudüs harmanları hurmalarından yapılmış şaraptan kanıncaya kadar içireceğim» buyurdu." Abdurrezzâk'ın bildirdiğine göre Abdullah b. Amr el-Âs der ki: İçki içen kişi kıyamet gününde yüzü kara, gözleri morarmış ve bedeni" -veya: “Ağzı" dedi- "bir tarafa eğilmiş bir şekilde gelecektir. Dili sarkmış, salyası göğsüne akacaktır ve kendisini gören herkes ondan tiksinecektir. Ahmed'in, Kays b. Sa'd b. Ubâde'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim içki içerse o kıyamet gününde susuz olarak haşrolunur. Bilinki sarhoşluk veren her şey haramdır. Ğubeyrâdan sakının" buyurdu. Ahmed'in, Ebû Zer'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim içki içerse Yüce Allah onun namazını kırk gece kabul etmez. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Bir daha içerse yine önceki gibi olur" buyurdu. Üçüncü defada mı dördüncü defada mı hatırlamıyorum: “Eğer bir daha içerse Allah, ona Tînetu'l-Habâl'dan içirmeyi gerekli kılar" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Tînetu'l-Habâl ne demektir?" deyince: “Cehennem ahalisinin irinleridir" cevabını verdi. İbn Sa'd ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Halde binti Talk der ki: Babam bize şöyle anlattı: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber oturduk. Bu sırada Suhâr gelip: “Meyvelerimizden yaptığımız şarap hakkında ne dersin" diye sordu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen bana sarhoş edici bir şeyi sormaktasın. Onu içme ve Müslüman kardeşine de içirme. Muhammed'in canı elinde olana yemin olsun ki, sarhoşluğun tadını almak için içki içen kişiye Allah onu kıyamet gününde kesinlikle içirmeyecektir" buyurdu. Ahmed'in, Esmâ binti Yezîd'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yüce Allah içki içen kişiden kırk gece razı olmaz. Eğer bu kırk günün içinde ölürse kâfir olarak ölür. Eğer tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Eğer bir daha içerse Allah'ın, ona Tînetu'l-Habâl'dan içirmesi hak olur" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Tînetu'l-Habâl ne demektir?" deyince: “Cehennem ahalisinin irinleridir" cevabını verdi. Ahmed'in, Zühd'de bildirdiğine göre Ebu'd-Derdâ der ki: “Şüphe, küfürden, ağıt yakmak ise Cahiliye amellerindendir. Şiir şeytanın işinden, hainlik ise cehennem korlarındandır. İçki bütün kötülükleri bünyesinde toplayan, gençlik ise deliliktir. Kadınlar şeytanların ipleri, kibir ise kötülüklerden bir kötülüktür. En kötü yemek yetim malı yemek, en kötü kazanç ise faizdir. Said olan kişi başkasının durumundan ibret alan, şaki olan ise daha annesi karnında iken şaki olandır. Beyhakî'nin, Şuab'da, Hazret-i Ali'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cibrîî sürekli beni putlara tapmaktan, içki içmekten ve insanlarla münakaşa etmekten nehyetmektedir" buyurdu. Beyhakî'nin, Ummü Seleme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Rabbim beni ilk olarak putlara tapmaktan ve içki içmekten nehyettikten sonra bana insanlarla münakaşa etmeyi yasakladı ve bu konuda benden ahit aldı" buyurdu. 94"Ey iman edenler, haberiniz olsun kî, Allah sizi elleriniz ve mızraklarınızın erişeceği bolluk içinde bir avla sınayacak kî, gıyabında kendisinden korkanlar meydana çıksın. Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa ona gayet acı bîr azap vardır." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey iman edenler, haberiniz olsun ki, Allah sizi elleriniz ve mızraklarınızın erişeceği bolluk içinde bir avla sınayacak ki..." âyetini açıklarken: “Burada zayıf ve küçük olan avlar kastedilmektedir. Allah insanları ihramda iken imtihan etmektedir. Hatta onlar isteseler ellerini uzatarak onları yakalayabilirler. Fakat Allah, insanların onlara yaklaşmalarını yasaklamıştır" dedi. "...Sizden bile bile onu öldürene..." âyeti hakkında ise: “Eğer kişi bilerek veya unutarak veya hata ile öldürecek olursa avladığı hayvanın dengi bir şey kurban etmesine hükmedilir. Eğer bir daha bilerek öldürecek olursa, Allah onu bağışlaması dışında cezasını vermekte acele eder" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey iman edenler, haberiniz olsun ki, Allah sizi elleriniz ve mızraklarınızın erişeceği bolluk içinde bir avla sınayacak ki..." âyetini açıklarken: “Ok ve mızrağın erişebileceği şeyle büyük avlar, elleri ile erişecekleri şeylerle de küçük avlar yani yavrular ve yumurtalar kastedilmektedir" dedi. Başka bir lafızda: “...Elleriniz..." ifadesiyle: “Onların yavrularını ve yumurtalarını ellerinizle almanız, "...Mızraklarınızın..." ifadesiyle de ok ve mızrakla vurduklarınız kastedilmektedir" şeklindedir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey iman edenler, haberiniz olsun ki, Allah sizi elleriniz ve mızraklarınızın erişeceği bolluk içinde bir avla sınayacak ki..." âyetini açıklarken: “Burada av olmaktan kaçıp kurtulamayan hayvanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân der ki: “Bu âyet Hudeybiye umresinde nâzil olmuştur. Çünkü vahşi hayvanlar, kuşlar ve avlar kafileye ansızın saldırıyordu. Daha önce böyle bir şeyi asia görmemişlerdi. Fakat Yüce Allah, gaypta kendisinden korkanları (daha dindarları) bilmek (sınamak) için ihramda iken onları öldürmelerini yasakladı. İbn Ebî Hâtim'in, Kays b. Sa'd vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa ona gayet acı bir azap vardır" âyetini açıklarken: “Burada (av yapan) kişinin sırtına ve karnına dövülerek elbiselerinin alınması kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in, Kelbî vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Sâlih ve Câbir b. Abdillah: “Önceleri avdan bir şey alan veya öldüren kişiye yüz kırbaç atılırdı. Daha sonra bu konuda hüküm indi" dediler. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Sâlih vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Eğer kişi bilerek avlayacak olursa sırtı ve karnına acıtacak şekilde defalarca vurulur. Vec ahalisine de öyle yapmışlardı. Yani Tâif'teki Vâd ahalisine öyle yapmışlardı. Cahiliye zamanında kişi bir av yaptığı zaman şiddetli bir şekilde dövülür ve elbiseleri alınırdı." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa ona gayet acı bir azap vardır" âyetini açıklarken: “Vallahi, bu azap ta vaciptir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Mücâhid'den bunun aynısını bildirir. 95"Ey îman edenler, sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse Kâbe'ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır ki, buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder. Veya bir kefâret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu şekilde yaptığının vebalini tatsın. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak. Allah, azizdir ve intikamı vardır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah bu âyetle ihramda olanlara av yapmalarını ve (avları) yemelerini yasakladı" dedi. İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin..." âyetini açıklarken: “Yüce Allah burada avlamasını da, yemesini de yasakladı" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin..." âyetini açıklarken: “Kişi bilerek veya unutarak veya hata ile öldürecek olursa avladığı hayvanın dengi bir şey kurban etmesine hükmedilir. Eğer bir daha bilerek öldürecek olursa, Allah onu bağışlaması dışında cezasını vermekte acele eder" dedi. "...İçinizden kim onu kasten öldürürse... öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: “İhramda olan kişi bir av öldürecek olursa avladığı hayvanın dengi bir şey kurban etmesine hükmedilir. Ceylan avlayan bir kişinin, Mekke'de bir koyun kesmesi gerekir. Eğer koyun bulamazsa altı yoksulu doyurur. Bunu da bulamazsa üç gün oruç tutar. Eğer bir geyik öldürecek olursa bir inek kesmesi gerekir. Bulamazsa yirmi yoksulu doyurur. Onu da bulamazsa yirmi gün oruç tutar. Eğer bir deve kuşu veya bir yaban eşeği veya bunlara benzer bir şey öldürürse bir deve kesmesi gerekir. Eğer bulamazsa otuz yoksulu doyurur. Onu da bulamazsa otuz gün oruç tutar. Yemek yedirecek olursa her yoksula birer müd yiyecek verir." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Hakem'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer (hac emîrine) hatayla ve bilerek avlanmada aleyhinde hükmedilmesini yazdı. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Bilerek veya hata ile veya unutarak avlanan kişiye aleyhinde hükmedilir" dedi. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...İçinizden kim onu kasten öldürürse..." âyetini açıklarken: “Bilerek öldürüp ihramda olduğunu unutma durumunda kişiye hükmedilir. İhramda olduğunu hatırlayan ve bilerek öldüren kişiye hükmedilmez (yani cezası daha ağırdır)" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid ihramda olduğunu hatırlayan ve bilerek avı öldüren kişi hakkında: “Bu kişiye hükmedilmez ve haccı da olmaz" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Bilerek hata ile öldürme, kişinin başka bir şeyi vurmak isterken avı vurup öldürmesidir. Bununda kefâreti vardır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...İçinizden kim onu kasten öldürürse..." âyetini açıklarken: “Yani ihramda olduğunu unutarak öldürürse mânâsındadır" dedi. "...Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa..." âyeti hakkında ise: “Burada ihramda olduğunu hatırladığı halde bilerek avlanan kişi kastedilmektedir. Bu kişiye de hükmedilmez" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa..." âyetini açıklarken: “Burada kişinin ihramda olduğunu unutması ve bilerek avı öldürmesi kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Şîrîn der ki: “Kim ihramda olduğunu unutur ve bilerek öldürürse ona ceza (kefâret) vardır. Ancak ihramda olduğunu hatırlayıp bilerek öldüren kişinin cezası Allah'a kalmıştır. Allah, dilerse ona azap eder dilerse de bağışlar. Şâfiî, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: “Kim ihramda olduğunu unutmadan başka bir şeyi değil de, doğrudan avı bilerek öldürürse ihramdan çıkmış olur ve kefâret ruhsatı da yoktur. Kişinin ihramda olduğunu unutması ve başka bir şeyi vurmak isterken avı vurup öldürmesi, kefâreti olan kasıtlı öldürme şeklidir." Şâfiî, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ'ya: “...Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa..." âyetinden kasıt hata ile öldüren kişinin bilerek öldüren gibi kefâret ödemesi midir?" dediğimde: “Evet öyledir. Allah'ın haramlarına saygıdan dolayı öyledir ve daha önce sünnetler de öyleydi. Bu şekilde olması insanların böylesi hatalara düşmemesi içindir" dedi. Şâfiî ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Amr b. Dînar: “Bütün insanların (ihramda iken) hata ile yaptıkları avlanmada kefâret ödediklerini gördüm" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Kefâret ödemek, bilerek av öldüren kişi içindi. Ancak hata ile olan avlanmanın kendilerine kefâret ile ağırlaştırılmasının sebebi sakınmaları içindi" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî: “İhramda iken kasıtlı olarak öldürme konusunda Kur'ân, hata ile öldürme konusunda, sünnet tatbik edilmiştir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Zührî: “Bilerek ve hata ile öldüren kişinin öldürdüğü hayvana denk bir şey kesmesine hükmedilir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İhramda olan kişi hata ile bir avı öldürecek olursa hiçbir kefâret ödemesine gerek yoktur" dedi. İbnu'l-Münzir'in, Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre ihramda olan kişinin avı hata ile öldürmesi durumunda bir şey gerekmemektedir. Bilerek öldürmesi durumunda ise ona ceza vardır. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus der ki: “İhramda iken hata ile av öldüren kişiye bir şey gerekmemektedir. Fakat bilerek öldüren kişi (nin öldürdüğü ava denk bir şeyi kurban etmesine) hükmedilir. Vallahi! Allah ancak: “...İçinizden kim onu kasten öldürürse..." buyurmaktadır. Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyetini açıklarken: “İhramda olan kişi bir avı öldürecek olursa öldürdüğü hayvanın denginde bir hayvanı kurban eder. Eğer bulursa öyle bir hayvanı keser ve etini dağıtır. Eğer bulamazsa bu hayvana dirhem ile değer biçilir. Sonra dirhemler buğdaya çevrilir ve her yarım ölçek için bir gün oruç tutar. "...Veya bir kefâret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır..." âyeti hakkında ise şöyle dedi: “Burada yemekten kasıt oruçtur. Eğer kişi öldürdüğü hayvanın değerinde yemek bulacak olursa öldürdüğü hayvana denk bir hayvan alabilir demektir." Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs ihramda iken av öldüren kişi hakkında: “Cezayı ödemesine hükmedilir. Eğer bulamazsa kurban edeceği hayvana bir değer biçilir ve bu değerle de yemek alıp dağıtır. Onu da bulamazsa oruç tutması hükmü verilir" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ el-Horâsânî: (.....) ifadesi: “Bir benzeri (dengi) mânâsındadır" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî: “...Veya bir kefâret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır..." âyetini açıklarken: “Burada öldürdüğü hayvanın bir benzeri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Mervân b. Hakem, İbn Abbâs'a yeşil vadide iken: “Bir şey avlayıp ta bir benzeri bulunmazsa ne yapılır?" dediğinde, İbn Abbâs: “Onun kıymeti, Mekke'de hediye edilir" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid bu âyet hakkında: “Bir benzerini kurban etmesi gerekir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Eğer bir deve kuşu veya yaban eşeği öldürürse bir deve keser. Eğer inek veya geyik veya dağ keçisi öldürecek olursa bir inek keser. Eğer ceylan veya tavşan öldürecek olursa bir koyun keser. Eğer keler veya bukalemun veya yaban faresi öldürürse süt emmiş ve otlanmaya başlamış bir oğlak keser." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ'ya: “Kişi küçük avlarda da büyük avlar gibi sorumlu mudur?" diye sorulunca: “Yüce Allah: “...Öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..."' buyurmuyor mu?" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “...Öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyetini açıklarken: “Öldürdüğü hayvanın bir benzerini kesmesi onun cezasıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “...Öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Eğer av, yaban eşeği ve deve kuşu gibi boynuzu olmayan bir cinsten ise karşılığında bir deve kesilir. Eğer av, kara avı cinsinden boynuzlu bir av ise karşılığında inek kesilir. Eğer av, ceylan cinsinden ise koyun kesilir. Tavşan ise, önden dört dişi düşmüş bir koyun kesilir. Yaban faresi için bir kuzu kesilir. Eğer bir güvercin veya kuşlardan buna benzer bir şey ise bir koyun kesilir. Eğer bir çekirge veya buna benzer bir şey ise bir avuç yemek verilir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a: “Eğer av kör veya topal veya bir organı eksik ise ona denk bir şey mi kurban etmem lazımdır?" diye sorduğumda: “Evet, dilersen öyle yaparsın" dedi. Sonra şöyle devam etti: “Eğer yabani bir ineğin yavrusunu öldürürsen ona karşılık evcil bir ineğin yavrusunu kurban edersin. Diğer hayvanlarda da durum aynıdır." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Dahhâk b. Muzâhim: “...Öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Eğer av, kara hayvanlarından yaban eşeği ve deve kuşu gibi boynuzu olmayan bir cinsten ise karşılığında bir deve kesilir. Eğer av, kara hayvanlarından boynuzu olan cinsten ise karşılığında inek kesilir. Eğer av, ceylan cinsinden ise koyun kesilir. Tavşan ise önden dört dişi düşmüş bir koyun kesilir. Yaban faresi için küçük bir kuzu kesilir. Eğer bir güvercin veya kuşlardan buna benzer bir şey ise yine bir koyun kesilir. Eğer bir çekirge veya buna benzer bir şey ise bir avuç yemek verilir. Eğer av yabani kuşlardan ise ona bir değer biçilir ve o değer miktarınca tasadduk edilir. Kişi isterse bunun yerine her yarım ölçek yemeğe karşı bir gün oruç tutar. Yine yabani kuşların yavrusunu öldürür veya yumurtalarını yok ederse onların değeri karşılığında yemek yedirir veya oruç tutar. İbn Ebî Şeybe ve Hâkim'in, Câbir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sırtlan da yenilen avdandır. Onu ihramda öldüren kişi iki yaşını doldurmuş bir koyun keser" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin, Atâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, Osmân, Zeyd b. Sâbit, İbn Abbâs ve Muâviye: “Deve kuşuna karşılık deve kesilir" dediler. İbn Ebî Şeybe'nin, Câbir'den bildirdiğine göre Hazret-i Ömer, tavşana karşılık dört aylık olup sütten kesilen ve otlamaya başlayan bir oğlak kesilir diye hüküm kılmıştır. İbn Ebî Şeybe'in, Atâ ve Tâvus'tan bildirdiğine göre Mücâhid: “Yaban eşeğine karşılık inek kesilir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Urve: “İhramda olan kişi yabani inek öldürürse karşılığında bir deve keser" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin, Atâ'dan bildirdiğine göre bir kişi bir güvercin ve iki yavrusunun üzerine kapıyı kapattı. Sonra Arafat'a ve Mina'ya gitti. Geri döndüğünde güvercinlerin öldüğünü gördü. İbn Ömer'e gidip durumu anlattığında, İbn Ömer kendisiyle beraber bir kişi daha olmak üzere adama üç koyun kesmesi hükmünü verdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İhramda olanın (öldürdüğü) her kuşa karşılık bir koyun kesmesi gerekir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Kuşa karşı koyun kes(tir)en ilk kişi Hazret-i Osmân'dır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: “Çekirgeye karşı bir avuç yemek verilir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “Bir kuru hurma, bir çekirgeye karşı yeter ve artar" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Kâsım der ki: İbn Abbâs'a ihramda iken çekirge öldürenin durumu sorulunca: “Bir kuru hurma bir çekirgeye karşı yeter ve artar" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî: “İhramda olan kişi bir av öldürdüğü zaman öldürdüğü avın değerinde bir şey kurban etmekle yükümlüdür" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebu'z-Zinâd vasıtasıyla A'rec ve Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Deve kuşu yumurtasına karşılık bir gün oruç tutulur veya bir yoksul doyurulur" buyurmuştur. Şâfiî, Ebû Mûsa el-Eş'arî ile İbn Mes'ûd'dan mevkuf (yani onların sözü) olarak bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe'in, Muâviye b. Kurre ve Ensâr'dan bir kişiden bildirdiğine göre bir kişi devesini deve kuşunun yumurtladığı bir yere çöktürdü ve yumurtaları kırdı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Her yumurta için bir gün oruç tutman veya her yumurta için bir yoksulu doyurman gerekmektedir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin, Abdullah b. Zekvân'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), ihramda iken deve kuşu yumurtasını kıran birinin durumu sorulduğunda: “Her yumurta için bir gün oruç tutması veya her yumurta için bir yoksulu doyurması gerekmektedir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin, Ebu'z-Zinâd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Âişe, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun aynısını nakleder. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ebu'l-Muhezzim vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “(İhramda iken deve kuşu yumurtası kıran kişi) deve kuşu yumurtası değerince tasaddukta bulunur" buyurdu. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ömer: “(İhramda iken deve kuşu yumurtası kıran kişi) deve kuşu yumurtası değerince sadaka verir" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “(İhramda iken deve kuşu yumurtası kıran kişi) deve kuşu yumurtası değerince tasaddukta bulunur" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “(İhramda iken deve kuşu yumurtası kıran kişi) deve kuşunun her iki yumurtası için bir dirhem, her bir yumurtası içinde yarım dirhem sadaka verir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Hâkim, Kabîsa b. Câbir'den bildiriyor: Hazret-i Ömer zamanında hac etmiştik. Bir ceylan gördük ve birimiz arkadaşına: “Sence taşı ona yetiştirebilir miyim?" dedi ve taşı fırlattı. Taş hedefi tuttu ve ceylanın kafasının arkasına vurarak onu öldürdü. Ömer b. el-Hattâb'ın yanına gittik ve bu durumu ona sorduk. Ömer'in yanında bir kişi -yani Abdurrahman b. Avf- bulunmaktaydı. Ömer ona doğru dönüp konuşturduktan sonra ceylanı öldüren kişiye doğru dönerek: “Onu bilerek mi yoksa hatayla mı öldürdün?" dedi. Adam: “Ben taşı bilerek attım, ama onu öldürmek istemedim" karşılığını verdi. Ömer: “Senin onu bilerek ve hatayı birbirine karıştırarak öldürdüğünü sanıyorum. Bir koyun kes ve etini dağıt. Derisini de su tulumu yaptır" dedi. Burada Ömer, deriyi yoksul birine ver, onu kendine su tulumu yapsın demek istedi. Bunun üzerine yanlarından kalkıp gittik. Ben arkadaşıma: “Ey adam! Allah'ın hükümlerine saygılı ol. Vallahi müminlerin emiri arkadaşına danışmadan sana ne cevap vereceğini bilemedi. Sen git ve deveni kes. Belki bunun hükmü bu şekildedir" dedim. Ancak Mâide sûresinde: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." âyeti aklıma gelmemişti. Benim dediklerim Ömer'e ulaşınca elinde bir kırbaçla ansızın karşımıza çıktı. Arkadaşıma vurarak: “İhramlı iken avı öldürdün ve verdiğimiz fetvayı hafife aldın" dedi. Sonra vurmak için bana doğru yönelince: “Ey müminlerin emiri! Allah'ın, sana haram kıldığı şeyi (beni dövmeni) sana helal kılmam" dedim. O: “Ey Kabîsa! Senin genç, fasih dilli ve geniş biri olarak görüyorum. Kişide dokuz güzel huy bir tane de kötü huy bulunur. Fakat kötü huy güzel huyları yener. Sen gençliğin kötülüklerinden sakın" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim, Meymûn b. Mihrân'dan bildiriyor: Bedevinin biri Ebû Bekr'e gelip: “Ben ihramda iken bir av öldürdüm. Benim cezam nedir?" diye sordu. Ebû Bekr yanında oturan Ubey b. Ka'b'a: “Bu konuda görüşün nedir?" deyince, bedevi: “Sen, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) halifesisin diye sana sormaya geldim. Sen kalkmış başkasına soruyorsun" dedi. Ebû Bekr: “Tuhafına giden şey nedir? Yüce Allah: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." buyurmaktadır. Ben de bu sebeple arkadaşım ile müşavere ettim ve sana vereğimiz fetvada karar kıldık" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Bekr b. Abdillah el-Müzenî'den bildiriyor: Bedevilerden ihramda olan iki kişi vardı. Biri bir ceylanı çevirdi, diğeri de onu öldürdü. Sonra Ömer'in yanına gittiler. Ömer'in yanında Abdurrahman b. Avf bulunmaktaydı. Ömer, Abdullah b. Avf'a: “Bu konuda görüşün nedir?" diye sorunca: “Bir koyun kurban etmeleri gerekir" dedi. Ömer: “Benim de görüşüm budur, gidin bir koyun kurban edin" dedi. Bu iki kişi yanlarından çıktıktan sonra biri diğerine: “Müminlerin emiri arkadaşına sormadan ne diyeceğini bilemedi" diyordu. Hazret-i Ömer bu söylenenleri işitip onları geri çevirdi ve böyle diyene kırbaçla vurmaya başladı. Ona: “İhramda iken avı öldürüyor ve verilen fetvayı hakir görüyorsun. Oysa Yüce Allah: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." buyurmaktadır" dedi. Sonra: “Allah, Ömer'in bir başına fetva vermesini kabul etmez, ben de bu sebeple arkadaşımdan yardım istedim" dedi. Şâfiî, Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Târik b. Şihâb der ki: Erbed ihramda iken bir keleri ezerek öldürmüştü. Hükmetmesi için Ömer'in yanına gitmişti. Hazret-i Ömer ona: “Benimle beraber hükmet" deyince: “İkisi birden su içip bitkilerden yiyen bir oğlak kesmesine hüküm kıldılar. Sonra Ömer: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." âyetini okudu. İbn Cerîr'in, Ebû Miclez'den bildirdiğine göre bir kişi İbn Ömer'e, ihramda iken av öldüren bir kişinin durumunu sordu. İbn Ömer'in yanında Abdullah b. Safvân bulunmaktaydı. İbn Ömer, Abdullah b. Safvân'a: “Ya sen söyle ben seni tasdik edeyim veya ben söyleyeyim sen beni tasdik et" dedi. O da: “O zaman sen söyle" dedi. Bunun üzerine İbn Ömer fetva verince Abdullah b. Safvân da onu doğruladı. İbn Sa'd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Harîz el-Becelî der ki: Ben ihramda iken bir ceylan öldürmüştüm. Bunu Ömer'e söylediğimde: “Kardeşlerinden iki kişinin yanına git sana hükmetsinler" dedi. Ben de Abdurrahman b. Avf ve Sa'd'ın yanma gittim. Onlar da benim alacalı bir teke kesmeme hükmettiler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Amr b. Hubşî der ki: Bir kişinin Abdullah b. Amr'a ihramda iken tavşan yavrusu öldüren birinin durumunu sorduğunu işittim. Abdullah b. Amr: “Benim görüşüme göre bir keçi yavrusu kurban eder" dedi. Sonra bana: “Öyle değil mi?" diye sorunca: “Sen daha iyi bilirsin" dedim. Bunun üzerine o: “Yüce Allah: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." buyurmaktadır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ebî Muleyke der ki: Kâsım b. Muhammed'e ihramda iken bir oğlak öldüren kişinin durumu soruldu. O bana: “Bu konuda bir hüküm ver" deyince: “Sen buradayken ben mi hüküm vereceğim?" dedim. Bunun üzerine: Yüce Allah: “...Buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder..." buyurmaktadır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime b. Hâlid: “Bu konuda ancak birbirlerine muhalif olmayacak iki hakem ile hükmedilir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî'nin, Sünen'de, Ebû Câfer Muhammed b. Ali'den bildirdiğine göre bir kişi Hazret-i Ali'ye kurbanın hangi cins hayvanlardan olduğunu sordu. Ali: “Sekiz eşten kesilir" cevabını verdi. Sanki adam şüpheye düşmüştü. Bunun üzerine Ali: “Sen Kur'ân okur musun?" deyince: “Evet okurum" dedi. Ali: “Peki, Allah'ın: «Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar size helâl kılındı...» âyetini işitmedin mi?" diye sorunca: “Evet işittim" dedi. Yine: “Biz, her ümmete - (kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık..." ve: “Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O'dur..." Hayvanların etinden yiyin buyurduğunu işitmedin mi?" deyince: “Evet işittim" karşılığını verdi. Yine Yüce Allah: “Koyundan iki, keçiden de iki..." ve: “Deveden de iki eş sığırdan da iki eş..." buyurduğunu işitmedin mi?" diye sorunca: “Evet, işittim" dedi. Yine: “Ey iman edenler, sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin, içinizden kim onu kasten öldürürse Kâbe'ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." buyurduğunu işitmedin mi?" deyince: “Evet işittim, ben bir ceylan öldürdüm ne kurban etmem gerekir?" dedi. Ali: “Bir koyun kesmen gerekir" karşılığını verdi ve: “...Kâbe'ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." âyetini okudu. Adam: “Evet" deyince Ali: “İşittiğin gibi Allah onu: «...Kâbe'ye varacak bir kurbanlık...» şeklinde adlandırdı" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Kurbanlar işkembeli hayvanlardan olmalıdır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: “...Kâbe'ye varacak bir kurbanlık..." âyetini açıklarken: “Burada kurban yerinin Mekke olduğu bildirilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Kurbanlar, ibadetler ve yoksula yemek yedirme Mekke'de yapılır. Orucu ise kişi dilediği yerde tutar" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hakem (b. Uteybe): “Kişi avladığı şeyin değerini avladığı yerde verir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Veya bir kefâret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır..." âyetini açıklarken: “İhramda iken tavşandan aşağı av öldürmenin kefâreti, yemek yedirmektir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kim ihramda iken bilerek veya başka bir şeye vurmak isterken hata ile bir avı öldürürse, işte bu kefâreti olan bilerek öldürmedir. Bu kişi o ava denk bir şeyi Kâbe'de kurban eder. Eğer öyle bir hayvan bulamazsa, o hayvanın değeri kadar bir para karşılığı yemek yedirir. Onu da bulamazsa her bir müd yemek karşılığı bir gün oruç tutar. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İbn Cüreyc'ten bildiriyor: Hasan b. Müslim, bana şöyle dedi: “İhramda iken koyun ve daha yukarı şeyleri kurban etmeyi gerektiren bir avı öldüren kişi hakkında Yüce Allah: “...O nisbette fakirleri doyurmaktır..." buyurmaktadır. Kurban gerektirmeyen avlar kuş gibi hayvanlardır. Yine Allah: “...Yahut onun dengi oruç tutmaktır..."buyurmaktadır. Burada deve kuşunun dengi, kuşun dengi ve başka her şeyin dengi kastedilmektedir." Ben bunu Atâ'ya anlattığımda: “Kur'ân'da "veya, veya" diye geçen yerlerde kişi dilediğini seçmekte muhayyerdir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbrâhîm en-Nehaî şöyle derdi: “İhramda olan kişi, bir av avlarsa, o avın dengi bir şeyi kurban etmesi gerekmektedir. Eğer öyle bir şey bulamazsa avın dengi olan şeye dirhemle değer biçilir. Sonra o gün değeriyle biçilen dirhemler değerince yemek dağıtır. Eğer yanında yemek yoksa her yarım ölçek yemek için bir gün oruç tutar." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) ve Mücâhid: “Ya o nisbette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmaktır..." âyetini açıklarken: “Burada ihramda iken kurban gerektirmeyen bir avı avlayan kişinin, av değerinde yemek yedirmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh) bu âyet hakkında şöyle demiştir: “İhramda olan kişi, bir deve kuşu öldürürse ve maddi durumu müsait ise develerden dilediğini kurban eder veya ona denk yemek dağıtır veya ona denk bir şekilde oruç tutar. Yani bu üç şeyden dilediğini yapar. Zira Yüce Allah: “...Veya bir kefâret vardır..."buyurmaktadır. Yani "Kur'ân'da "veya, veya" diye geçen her şeyin sahibi muhayyerdir." Ona: “Peki, kişi yemek bulup da öldürdüğü şeye denk bir kurban bulamazsa ne olur?" dediğimde: “Allah'ın bu konuda ruhsat vermesi, kişinin yanında yemeğin bulunup da devenin parasının bulunamayabilir olması sebebiyledir" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim'in, Atâ' el-Horâsânî'den bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb, Osmân b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, Zeyd b. Sâbit ve Muâviye ihramda iken kurban gerektiren av öldürmelerin cezasında kurbanın değerine baktılar ve o değerde yoksullara yemek dağıttırarak hüküm kıldılar. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, İkrime'den bildiriyor: “Kur'ân'da «veya, veya» diye geçen her şeyin sahibi muhayyerdir. Kim ilk sayılan şeyi bulamazsa yanındakini yani diğer şeyi uygular." İbn Cerîr, Mücâhid, Hasan(-ı Basrî), İbrâhim(-i Nehaî) ve Dahhâk'tan bunun aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Şa'bî, Horâsân'da ihramlı iken av öldüren kişi hakkında: “Mekke'de veya Mina'da kurban kesmelidir. Kurbanı yemeğe çevireceği zamanda kurban kesilmesi gereken yer fiyatlarına göre değer biçmelidir" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, İbrâhim(-i Nehaî)'den bildiriyor: “İhramda iken av öldüren kişi, kurbanı Mekke'de keser. Ancak yemek dağıtacak veya oruç tutacaksa bunları dilediği yerde yapar." İbn Ebî Şeybe, Tâvus ve Atâ'dan bu fetvanın aynısını bildirir. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a: “Kişi nerede yemek dağıtabilir?" dediğimde: “Kurbanın Mekke'de kesilmesinden dolayı yemeği de Mekke'de dağıtır" karşılığını verdi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Hac kefâreti Mekke'dedir" demiştir. İbn Cerîr, Atâ'dan bildiriyor: “İhramda iken av öldürmüş bir şekilde Mekke'ye gelirsen ava eşit bir kurban kes. Zira Allah: “...Kâbe'ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır..." buyurmaktadır. Eğer Mekke'ye kurbandan önceki on gün içinde varacak olursan kesimi kurban gününe ertelersin." İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a: “(İhramda iken av öldürmeden dolayı kefâret olarak) oruç tutmanın bir zamanı var mıdır?" dediğimde: “Hayır, kişi bu orucu dilediği zaman ve dilediği yerde tutar. Fakat ben bu konuda acele edilmesini severim" karşılığını verdi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc der ki: Atâ (b. Ebî Rebâh)'a: “Ne kadar yemeğin yerine ne kadar oruç tutulur?" dediğimde: “Her bir müd yemek için bir gün oruç tutulur. Burada Ramazan orucu ile zıhâr orucunu kastetmektedir. Yine Atâ bunu kimseden işitmemiş ve kendi görüşünü söylemiştir" dedi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Yahut onun dengi oruç tutmaktır..." âyetini açıklarken: “Üç gün ile on gün arası oruç tutar" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ne kadar oruç tutulacağı belli olsun diye yemek kefâreti konulmuştur" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: (.....) âyetini açıklarken: “Burada yaptığı amellerin cezasını çekeceği kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: (.....) âyetini açıklarken: “Burada yaptığı amellerin cezasını çekeceği kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh'in, Nuaym b. Ka'neb vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Zer: “...Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak..." âyetini açıklarken: “Burada Cahiliye zamanında ihramlı iken av yapanları affettiğini, İslam geldikten sonra da aynı şeyleri tekrar edenlerden Allah'ın intikam alacağını bildirmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “...Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak..." âyetini açıklarken: “Burada Cahiliye zamanında ihramlı iken av yapanları affettiğini, İslam geldikten sonra da aynı şeyleri tekrar edenlerden Allah'ın intikam alacağını ve bununla beraber kefâret ödeyeceklerini bildirmektedir" dedi. İbn Cüreyc der ki: Atâ'ya: “Böylesi bir durumda idareci bir ceza verir mi?" dediğimde: “Hayır, vermez" karşılığını verdi. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs, ihramlı iken av öldürenler hakkında: “İhramlı iken av öldüren kişiye sadece bir defa kefâret ödemesi için hükmedilir. Bunu tekrar ettiğinde bir daha hükmedilmez ve cezası Allah'a kalmıştır. Dilerse onu cezalandırır, dilerse de bağışlar" dedi ve: “...Kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak..." âyetini okudu. Ebu'ş-Şeyh'in lafzı ise: “Kim (ihramda iken bir defa av öldürdükten sonra) bunu tekrar ederse ona: «Git Allah senden intikam alacaktır» denilir" şeklindedir. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Ali vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: “Kim ihramda iken hata ile av öldürecek olursa ona kefâret ödeme ile hükmedilir. Her hata ile öldürmesinde yine kefâret ödeme ile hükmedilir. Bilerek öldüren kişiye ise sadece bir defa kefâret ödeme ile hükmedilir. Eğer bir daha tekrar edecek olursa, ona, Allah'ın buyurmuş olduğu gibi: «Allah senden intikam alacaktır» denilir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Şa'bî'den bildirdiğine göre bir kişi ihramda iken bir av öldürmüştü. Şureyh ona: “Daha önce bir şey öldürdün mü?" diye sorunca, adam: “Hayır, öldürmedim" dedi. Bunun üzerine Şureyh: “Eğer öldürmüş olsaydın kefâret ödemen için hükmetmez ve senden intikam alması için seni Allah'a havale ederdim" dedi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh, Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: “İhramda iken av öldürenin kefâret ödeme ruhsatı sadece bir defadır. Kim bunu tekrar ederse Allah kendisinden intikam almadan onu bırakmaz." Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, İbrâhim(-i Nehaî)'den bildiriyor: İhramda iken av öldürüp de bunu tekrar eden kişiye: “Tekrar av öldüren kişiye kefâret ile hükmedilmez. Onun durumu Allah'a kalmıştır" derlerdi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: İhramda iken bilerek av öldüren kişiye sadece bir defa hükmedilir. Eğer bir daha av öldürürse hükmedilmez ve ona: “Git, Allah senden intikamını alır" denilir. Hata ile öldüren kişiye her öldürmesinde kefâret ile hükmedilir. Saîd b. Mansür, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ' b. Ebî Rebâh: “İhramda iken av öldüren kişiye her öldürmesinde kefâret ile hükmedilir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbrâhîm(-i Nehaî): “İhramda olan kişiye her av öldürmesinde kefâret ile hükmedilir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Zeyd Ebu'l-Muallâ vasıtasıyla Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre bir kişi ihramda iken av öldürmüş ve bağışlanmıştı. Bu kişi bir daha av öldürünce gökyüzünden bir ateş inerek kendisini yaktı. Zira Yüce Allah: “...Kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak..." buyurmaktadır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Bize nakledildiğine göre bir kişi ihramda iken tekrar tekrar av öldürünce, Allah bir ateş gönderdi ve bu ateş o kişiyi yedi" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “İhramda olan kişi fare, akrep, çaylak, karga gibi hayvanları ve ısırgan köpeği öldürebilir" buyurmuştur. Başka bir rivayette ise: “Yılanı da öldürebilir" ifadesi eklenmiştir. İbn Ebî Şeybe'nin, Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Beş fasık hayvan vardır ki, bunları ihramda olsanız da öldürün. Bunlar: “Çaylak, karga, (ısırgan) köpek, fare ve akreptir" buyurmuştur. Hâkim'in, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mina'da ihramlı olan bir kişiye yılanı öldürmesini emretmiştir. İbn Ebî Şeybe'nin, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “İhramlı kişi kurdu öldürebilir" buyurmuştur. 96"Sîzin için de yolcular, için de bir geçimlik olmak özere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının." İbn Cerîr'in, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini açıklarken: "Deniz yiyecekleri, denizin ölü olarak dışarı attıkları şeylerdir" buyurdu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ebû Hureyre'den mevkûf (yani onun sözü) olarak bunun aynısını bildirir. Ebu'ş-Şeyh'in, Katâde vasıtasıyla Enes'ten bildirdiğine göre Ebû Bekr es- Sıddîk bu âyet hakkında: “Burada avdan kasıt, denizden yakaladıkların, yiyeceğinden kasıt ise onun sana, yani kıyıya attığı ölülerdir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, İkrime'den bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini açıklarken: “Burada deniz avıyla bizim yakaladıklarımız, deniz yiyeceği ile onun dışarı attığı şeyler kastedilmektedir" dedi. Başka bir lafızda ise: “Onun yiyeceği, içinde olan her şeydir" şeklindedir. Yine başka bir lafızda ise: “Onun yiyeceği ölüleridir" şeklindedir. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebu't-Tufayl vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk deniz hakkında: “Deniz, suyu temiz ve ölüleri helal olandır" dedi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Deniz avları helaldir ve suyu temizdir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Zübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre Mahzûm oğullarının azatlısı Abdurrahman: “Denizde her ne varsa Yüce Allah onu mutlaka size temizlemiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ebû Bekr insanlara hutbesinde: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini okudu ve: “Denizin yiyeceği, dışarı attığı şeylerdir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Bahreyn'e gittiğimde bu yörenin ahalisi bana denizin dışarı attığı balıkların hükmünü sormuştu. Kendilerine: “Onlardan yiyin" dedim. Geri döndüğümde bunu Ömer'e sordum. Ömer, bana: “Onlara ne fetva verdin?" dediğinde: “Yiyebilirsiniz" dediğimi söyledim. Ömer: “Eğer onlara başka bir şey deseydin seni kırbaçlardım" dedi ve: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini okuyarak: “Denizin avı kendisinden avlanan şey, yiyeceği de dışarı attığıdır" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: Denizin avı kendisinden avlanan şey, yiyeceği de dışarı attığıdır" dedi. Başka bir rivayette "lafeza" yerine "kazefe" ifadesi kullanılmıştır. Burada da denizin ölü olarak dışarı attıkları kastedilmektedir. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: “Deniz avı taze olan balıklar, yiyeceği ise yolcu için de, mukim için de tuzlu olan balıklardır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Sâbit: “Denizin avı ondan avladıklarınızda" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Câbir b. Abdillah: “Denizde su yüzüne çıkan her şeyi ye" dedi. Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Ömer: “Denizin avı yakaladıklarınız, yiyeceği ise dışarı attığı şeylerdir" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini açıklarken: “Denizin yiyeceği, tuzu, su yüzüne çıkardığı ve dışarı attığıdır. Bu şeyler ihramdakiler dâhil olmak üzere bütün insanlara helaldir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Asâkir'in, Nâfi'den bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ebî Hureyre, İbn Ömer'e denizin dışarı atmış olduğu balıkları yiyip yiyemeyeceğini sordu. İbn Ömer: “Onlar ölü müydü?" dediğinde: “Evet ölüydü" cevabını verdi. İbn Ömer, Abdurrahman b. Ebû Hureyre'ye bunları yemeyi yasaklamıştı. Ancak eve gidip mushafta Mâide suresini okurken: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetine gelince, bana: “Denizin yiyeceği dışarı attığı şeylerdir. Abdurrahman b. Ebû Hureyre'ye yetiş ve onları yemesini söyle" dedi. İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Eyyûb: “Denizin dışarı attıkları şeyler, ölü de olsa denizin yiyecekleridir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “Denizin avı ondan taze olarak avlandıklarındır. Yiyeceği ise tuzlayıp ta yolculuk için hazırladığın azığındır (balıklardır)" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr, Saîd b. Cübeyr'den bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süfyân: “Deniz köpekleri dışında denizden avlanan hiçbir şeyi haram kıldığını bilmiyoruz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Meymûn el-Kürdî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs bineğine binmiş iken yanına bir çekirge gelince onu vurdu. Bunun üzerine kendisine: “Sen ihramda iken bir av öldürdün" denilince: “Bu, deniz avındandır" dedi. Abdurrezzâk ve İbnu'l-Münzir'in Atâ' b. Yesâr'dan bildirdiğine göre Ka'bu'l-Ahbâr, Amr'a: “Canım elinde olana yemin olsun ki, onlar yani çekirgeler yılda iki defa aksıran balinaların aksırığıdır" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Ebû Miclez bu âyet hakkında: “Karada ve denizde yaşayan hayvan, deniz avı değildir. Bu hayvanlar avlanmaz. Sadece suda yaşayanlar (deniz avıdır ve) avlanır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini açıklarken: “Burada, denizde hazır bulunanlar ve seferde olanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Sizin için de, yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz yiyeceğini yemek sizlere helâl kılındı..." âyetini açıklarken: “Deniz balıklarının köy halkına, seferde olanlara ve her ırktan olan insanların tümüne helaldir" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre: Hasan(-ı Basrî): “...Yolcular..." ifadesini açıklarken: “Burada ihramda olanlar kastedilmektedir" dedi. Firyâbî'nin, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Yolcular..." ifadesini açıklarken: “Burada yolculuğa çıkacak kişinin deniz yiyeceğiyle azık hazırlaması ve ondan yemesi kastedilmektedir" dedi. Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Tâvus vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı..." âyetini açıklarken: “Bu âyet mübhemdir. Sen ihramda iken bütün av hayvanlarının eti sana helal değildir. İbn Ebî Hâtim'in lafzı ise: “Bu âyet mübhemdir. İhramlının hem avlanması, hem de avın etinden yemesi haramdır" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdu'l-Kerîm b. Ebi'l-Muhârik der ki: Mücâhid'e: “Hemedân'da ihrama girmeden dört ay önce avlamış olduğum hayvanın etini yiyebilir miyim?" diye sorunca: “Hayır, İbn Abbâs: «Bu âyet mübhemdir» derdi" karşılığını verdi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hâris b. Nevfel der ki: Osmân b. Affan hac ettiği zaman kendisine ihramda olmayan bir kişi tarafından avlanmış bir et getirildi. Osmân bu etten yemiş, ancak Ali yememişti. Bunun üzerine Osmân, Ali'ye: “Vallahi! Biz avlanmadık, avlanmasını emretmedik ve avlanmaları için bir işaret te vermedik" deyince, Ali: “...Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı..." âyetini okudu. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr, Hasan'dan bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, ihramda olmayan birinin ihramda olan kişi için avladığı avın etinden yemekte bir sakınca görmezdi. Ancak Ali b. Ebî Tâlib bunu sevmezdi. İbn Cerîr'in, Saîd b. el-Müseyyeb'den bildirdiğine göre Hazret-i Ali her halükarda ihramlı kişinin av eti yemesini sevmezdi. İbn Cerîr, İbn Abbâs'tan bunun aynısını bildirir. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Ömer, av helal olarak avlanmış olsa bile kendisi ihramda iken o avdan yemezdi. İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İsmâîl der ki: Şa'bî'ye bu konuyu sorduğumda: “Bu konu, hakkında ihtilaflar olan bir konudur. Ondan yememek benim için daha güzeldir. Bu sebeple ondan yeme" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre'ye helal olarak avlanan avın etinden ihramda olan kişinin yiyip yiyemeyeceği sorulunca: “Evet, yiyebilir" dedi. Sonra Ömer b. el-Hattâb ile karşılaşıp bu durumu ona haber verdiğinde, Ömer: “Eğer başka bir fetva verseydin seni kırbaçlardım. Çünkü ihramda iken sadece avlanmak yasaktır" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı..."' âyetini açıklarken: “Allah, ihramda olan kişiye ihramda olduğu sürece avlanmayı da, av etini yemeyi de yasaklamıştır. Eğer kişi avı ihrama girmeden önce avlamışsa yemesi helaldir. İhramda olan kişinin ihramda olmayan biri için avladığı avın eti yenilmez" dedi. İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Abdurrahman b. Osmân der ki: Biz Talha b. Ubeydillah ile beraber ihramda idik ve bize bir kuş hediye edilmişti. Kimimiz ondan yerken kimimiz de yemedi. Talha uyandığı zaman yiyenleri tasvip ederek: “Biz öylesi bir şeyi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber yemiştik" dedi. Ebû Ubeyd ve İbnu'l-Münzir'in İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bu âyeti okuduğun gibi oku. Allah âyeti haram kelimesiyle bitirmektedir" dedi. Ebû Ubeyd: “...Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı..." âyetinde olduğu gibi, burada öldürmesi ve etinin yenilmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Buhârî ve Müslim, Ebû Katâde'den bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâb hac için yola beraber çıkmıştı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) içlerinde Ebû Katâde'ninde bulunduğu bir grubu ayırarak: “Benimle buluşuncaya kadar deniz sahilinden gidin" buyurdu. Onlar da sahil boyu ilerlemeye başladı. Fakat Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı gidince Ebû Katâde dışında herkes ihrama girmişti. Sahil boyu ilerlerken yaban eşekleri gördüler. Ebû Katâde saldırıp dişi bir yaban eşeği avladı. O grup ta bineklerinden inerek onun etinden yediler. Sonra birbirlerine: “Biz ihramda iken av eti mi yiyoruz?" diyerek kalan etleri de beraberlerinde götürdüler. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına yetiştiklerinde: “Yâ Resûlallah! Ebû Katâde dışında herkes ihrama girmişti. Yaban eşekleri gördük ve Ebû Katâde saldırıp bir dişi eşek avladı. Biz de bineklerimizden inerek ondan yedik. Sonra da: «Biz ihramda iken av eti mi yiyoruz?» dedik ve artan etleri beraberimizde getirdik" dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizden hiç kimse Ebû Katâde'ye avlanması için bir emir verip veya bir işaret etti mi?" diye sorunca: “Hayır" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kalan etleri de yiyin" buyurdu. Ahmed ve Hâkim'in Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Siz ihramda iken avlanmayıp veya sizin için bir av yapılmadığı müddetçe av etleri size helaldir" buyurmuştur. Hâkim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey Zeyd b. Erkam! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ihramda iken kendisine deve kuşu yumurtaları hediye edildiğini ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) onları kabul etmediğini biliyor musun?" deyince, Zeyd b. Erkam: “Evet, biliyorum" karşılığını verdi. Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce'nin zayıf bir isnâdla bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber hacca veya umreye gidiyorduk. Karşımıza bir çekirge sürüsü çıkınca onları sopalarımızla ve kırbaçlarımızla vurup öldürmeye başladık. Sonra ellerimizi indirerek: “Biz ihramda iken ne yapıyoruz?" dedik. Bu durumu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumuzda: “Deniz avında bir sakınca yoktur" buyurdu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rebâh): “Denizde ve karada yaşayan bir şeyi ihramda iken avlayan kişi için kefâret vardır" dedi. 97"Allah, Kabe'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve gerdanlıkları insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı. Bunlar» göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz İçindir." İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Kâbe diye adlandırılmasının sebebi kare şeklinde olmasındandır" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime: “Kâbe diye adlandırılmasının sebebi dörtgen olmasındandır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah, Kâbe'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve gerdanlıkları insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “Burada insanların dinlerini ayakta tutması ve hac görevlerini nasıl ifa edeceklerini öğrenmesi kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti açıklarken: “İnsanları ayakta tutması oraya yönelenlerin emin olması demektir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...İnsanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “Burada insanları düzeltmek kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...İnsanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “Burada insanların dinlerini düzeltmek (fayda sağlamak) kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “Burada insanların dinlerini kuvvetlendirmesi kastedilmektedir" dedi. İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “İnsanların dinlerini korumaları kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd der ki: “Bütün insanların arasında zayıfı kuvvetliden koruyacak idarecileri bulunmaktaydı. Ancak Arapların öyle bir idarecileri yoktu. Bu sebeple Yüce Allah Kâbe'yi kendilerine bunları def edici bir yer olarak kıldı. Onunla bazı kişiler bazı kişilerden korunuyordu. Haram ay ve gerdanlıklar da yine bu şekilde bazı kişileri bazı kişilerinden şerrinden koruyordu. Kişi babasının veya amcası oğlunun katilini Kâbe'de görür ve ona dokunmazdı. Sonra bütün bunlar neshedildi." İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Şihâb der ki: “Yüce Allah, Kâbe'yi, haram ayı kendilerine dayanak ve ilk Cahiliye zamanında korunmaları için bir yer ve zaman kılmıştı. Düşman olanlar, Kâbe'de veya ihramda iken veya haram ayda karşılaştıkları zaman birbirlerinden korkmazlardı" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Allah, Kâbe'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve gerdanlıkları insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu, Allah'ın cahiliye zamanında insanlar arasında koyduğu bir engeldi. Kişi her suçu işlemiş olsa bile Kâbe'ye sığındığı zaman kimse ona karışmaz ve yaklaşmazdı. Yine kişi haram ayda babasının katilini görse bile ona yaklaşmaz ve karışmazdı. Kişi açlıktan dolayı ağaç yaprakları yiyor olsa bile gerdanlıklar takılmış kurbanlıklara dokunmazdı. Kişi Kâbe'ye gideceği zaman kıldan bir gerdanlık takar ve bu gerdanlıkla düşmanlardan korunurdu. Yine kişi Kâbe'den çıkacağı zaman da ottan veya muğaylan ağacından bir gerdanlık takar ve böylece evine varana kadar düşmanlardan korunurdu. İşte bu cahiliye zamanında, Allah'ın insanlar arasında koyduğu bir engeldi." Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Allah, Kâbe'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve gerdanlıkları insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini okuyup: “İnsanlarhac edip Kâbe'yi kıble olarak kabul ettikleri müddetçe din üzeredirler" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî bu âyet hakkında: “Allah bu dört şeyi insanların dayanağı kıldı. Yani bu dört şeyi insanların durumlarını düzeltici olarak kıldı. İbn Ebî Hâtim'in, Câfer b. Muhammed'in babasından, onun da dedesinden bildirdiğine göre: “...İnsanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada insanların Kâbe'yi ta'zîm etmesi kastedilmektedir." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil b. Hayyân: "...İnsanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: "Burada insanların kıblelerinin işareti ve içinde bir korku olmaksızın emniyetle kalabilecekleri yer kastedilmektir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “...İnsanlar için ayakta kalma sebebi kıldı..." âyetini açıklarken: “Burada emniyet kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Abdullah b. Müslim b. Hurmuzâ'dan bildiriyor: Kendisine güvendiğim bir kişi bana, kıyamet gününde Kabe'nin dikilerek insanların yanında işlediği amelleri haber vereceğini söyledi. Ebu'ş-Şeyh'in, Ebû Miclez'den bildirdiğine göre Cahiliye ahalisinden biri ihrama girdiği zaman kıldan bir gerdanlık takar ve kimse ona karışmazdı. Hac görevini bitirdikten sonra da ottan bir gerdanlık takardı. Zira Yüce Allah: “Allah, Kâbe'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, hac kurbanını ve gerdanlıkları insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir" buyurmaktadır. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ' el-Horasânî der ki: Haram aya girdikleri zaman insanlar silahları bırakırlar ve (dost düşman) birbirlerine karışırdı. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem bu âyet hakkında: “Araplar Cahiliye zamanında, Yüce Allah onlara bu dört şeyi dayanak olarak kılmıştı. Bu dört şeyden birine saygısızlık edene Allah sonsuza kadar rahmet bakışıyla bakmayacaktır. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir." 98"Bilin ki, Allah'ın cezası çetindir ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." Ebu'ş-Şeyh'in, Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Ebû Bekr es-Sıddık vefat edeceği zaman: “Müminlerin ümit ve korku arasında olmaları, haktan başka bir şeyi istememeleri ve kendilerini tehlikeye atmamaları için Allah'ın kolaylık âyetini, zorluk âyetinin yanında, zorluk âyetini de kolaylık âyetinin yanında zikrettiğini görmüyor musun?" dedi. 99Peygamberin üzerinizdeki (görevi) ancak ilâhi emirleri tebliğdir. Allah, açıkladığınız ve gizlediğiniz sözlerle hareketlerinizin hepsini bilir. 100"De ki: «Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.» Ey akıl sahipleri! Allah'a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî bu âyeti açıklarken: “Burada pislik ile müşrikler, temiz ile de müminler kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre: “Tasaddukta bulunduğum helal bir dirhem benim için haram olan on milyar dirhemden daha iyidir. İsterseniz Allah'ın Kitâb'ındaki: “De ki: “Pis ile temiz bir olmaz..." âyeti okuyunuz" dedi. İbn Ebî Hâtim'in, Yunus b. Abdila'lâ'dan ve İbn Vehb'den bildirdiğine göre Yakub b. Abdirrahman el-İskenderânîder ki: Ömer b. Abdilaziz'in valilerinden biri: “Haraç kırıldı (yani azaldı)" diye bir mektup yazdı. Ömer ona cevaben: Yüce Allah Kitab'ında: “Pis ile temiz bir olamaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile" buyurmaktadır. Eğer senin, senden öncekilerin zulüm, fücur ve düşmanlıkla vardıkları mertebeye adalet, ıslah ve ihsan ile ulaşmaya gücün yeterse, bunu yap. Kuvvet ancak Allah'tandır" diye bir mektup yazdı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “...Ey akıl sahipleri..."âyetini açıklarken: “Burada çabuk anlayan salih ve saf aklı olan her kişi kastedilmektedir" dedi. 101"Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur dur, Halim'dir." Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Enes der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce hiç duymadığım bir hutbe vermişti. Bir kişi: “Benim babam kimdir?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Filan kişidir" buyurdu ve: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..."' âyeti nâzil oldu.' Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre Enes: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “İnsanlar Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar tekrar sorular soruyordu. Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıkıp: “Bugün bana ne sorarsanız size mutlaka cevap vereceğim" buyurdu. Bunu işiten ashâb bir şeylerin olduğunu zannederek sustular. Ben de sağıma soluma bakmaya başladım. Herkes başını elbisesiyle sarmış ağlıyordu. Bir kişi gelip: “Yâ Resûlallah! Benim babam kimdir?" deyince: “Senin baban Huzâfe'dir" buyurdu. Bu kişi biriyle tartıştığı zaman babasından başka birine isnâd edilirdi. Ömer b. el-Hattâb: “Biz Rab olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı kabul ettik ve fitnelerin şerrinden Allah'a sığındık" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır ve şer hususunda bugün gibisini asla görmedim. Cennet ve Cehennem bana şu duvardan daha yakın bir şekilde gösterildi" buyurdu. Katâde: “Yüce Allah, Peygamberine sizin görmeyeceğinizi gösterir ve işitmeyeceklerinizi işittirir" dedi. Sonra da: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyeti indi. Yine Katâde: “Bu âyet, Ubey b. Ka'b'ın kıraatında: (.....) şeklindedir" dedi. Buhârî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Bazı kişiler alay ederek Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorular sorarlardı. Biri: “Benim babam kimdir?" derken, devesi kaybolan başka biri: “Benim devem nerededir?" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah onlar hakkında: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Av'dan bildiriyor: “İbn Abbâs'ın azatlısı İkrime'ye: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle dedi: Bu âyet Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp: “Bana ne sorarsanız size mutlaka cevap vereceğim" buyurduğu gün inmiştir. O gün Müslümanlardan kimsenin yerinde olmayı istemeyeceği bir kişi kalkıp: “Yâ Resûlallah! Benim babam kimdir?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Baban Huzâfe'dir" buyurunca bu âyet nâzil oldu. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Tâvus: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini açıklarken: “Bu âyet: “Yâ Resûlallah! Benim babam kimdir?" deyip de, Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin baban filandır" diye cevap alan kişi hakkında nâzil olmuştur" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün öfkelenerek hutbeye kalktı ve: “Bana sorun, ne sorarsanız size mutlaka cevap vereceğim" buyurdu. Kureyş'ten, Sehm oğullarından kendisine Abdullah b. Huzâfe denilen biri kalkıp: “Yâ Resûlallah! Benim babam kimdir?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Senin baban filan kişidir" buyurdu ve ona babasının ismini söyledi. Bunun üzerine Ömer kalkıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ayağını öperek: “Yâ Resûlallah! Biz Rab olarak Allah'ı, Peygamber olarak seni ve imam olarak Kur'ân'ı kabul ettik. Bizi bağışla ki, Allah ta seni bağışlasın" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) razı oluncaya kadar Ömer ısrarına devam etti. O gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çocuk yatak sahibine (yani kadının kocasına veya efendisine) aittir. Zina edene ise recm vardır" buyurdu. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti nâzil oldu. Firyâbî, İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzü kızarmış ve öfkeli bir şekilde çıktı ve minbere oturdu. Bir kişi kalkıp: “Atalarım nerededir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cehennemdedir" buyurdu. Başka biri kalkıp: “Benim babam kimdir?" deyince: “Senin baban Huzâfe'dir" buyurdu. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb kalkıp: “Biz Rab olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, Peygamber olarak Muhammed'i ve imam olarak Kur'ân'ı kabul ettik. Yâ Resûlallah! Biz daha cahiliyeden ve şirkten yeni çıkmışız. Babalarımızın kim olduğunu Allah daha iyi bilendir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkesi geçti ve: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti nâzil oldu. İbn Hibbân'ın, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı" buyurdu. Bir kişi kalkıp: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cevap vermedi. Ancak adam soruyu üç defa tekrar edince: “Eğer size evet deseydim hac size her yıl vacip olacaktı. Siz de hu görevi ifa edemeyecektiniz. Benim sizi bıraktığım gibi siz de beni rahat bırakın. Zira sizden öncekiler çok soru sormalarından ve peygamberlerine karşı ihtilaf etmelerinden dolayı helak oldular. Ben sizi bir şeyden nehyedersem ondan sakının ve size bir şey emredersem gücünüz nisbetinde onu yapın" buyurdu. Yine Mâide süresindeki: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetinin bu konuda nâzil olduğunu söyledi. İbn Cerîr, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbesinde: “Ey insanlar! Allah size haca farz kıldı" buyurdu. Ukkâşe b. Mıhsan el-Esedî: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı?" diye sorunca: “Eğer size evet deseydim mutlaka her yıl vacip olacaktı. Her yıl vacip olunca da siz bu görevi terk ederek dalalete düşecektiniz. Benim size söylemediğim şeyi siz de bana sormayın. Zira sizden öncekiler çok soru sormalarından ve peygamberlerine karşı ihtilaf etmelerinden dolayı helak oldular" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini indirdi. İbn Cerîr, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Umâme el- Bâhilî der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp insanlara: “Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı" buyurdu. Bedevilerden bir kişi: “Her yıl mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir süre sessiz kaldı. Sonra da: “Soruyu soran kimdi?" buyurdu. Bedevi: “Bendim" deyince: “Vay haline! Sana evet demeyeceğime dair garanti veren nedir? Vallahi! Evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu. Her yıl vacip olunca da bu görevi terk ederek küfrederdiniz. Bilin ki, sizden önceki ümmetler günahlarından dolayı helak oldular. Vallahi! Eğer size yeryüzünün tümünü helal kılıp bir deve ayağının basacağı kadar bir yeri haram kılacak olursam hepiniz oraya düşerdiniz" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir'" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah size haca farz kıldı" buyurdu. Bir kişi: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı?" diye sorunca Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kişiden yüz çevirdi. Sonra: “Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu. Her yıl vacip olunca da siz buna güç yetiremezdiniz. Bu görevi terk ettiğiniz zaman da küfre girmiş olurdunuz" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyetini indirdi. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: “Bir kişi Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: “Babam nerededir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cehennemdedir" buyurdu. Başka biri gelip: “Yâ Resûlallah! Hac her yıl mı yapılacaktır?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdı ve sırtını dönerek eve girdi. Sonra bir daha çıkarak: “Benim size söylemediklerimi niçin siz bana soruyorsunuz? Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu. Siz de küfre girerdiniz" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyetini indirdi. Ahmed, Tirmizî, İbn Mâce, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Dârakutnî, Hâkim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Hazret-i Ali der ki: “...Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." âyeti nâzil olduğu zaman: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevap vermeyerek sustu. Sonra bir daha: “Her yıl mı?" diye sorulunca: “Hayır, eğer evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu" buyurdu. Bunun üzerine: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın...'" âyeti nâzil oldu. İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hac âyeti nâzil olduğu zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların toplanması için ezan okuttu ve: “Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bir yıl mı yoksa her yıl mı?" diye sorunca: “Hayır, sadece bir yıl. Eğer evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu. Her yıl vacip olunca da bu görevi terk ederek küfre girerdiniz" buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin, İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları toplamak için ezan okuttu ve: “Ey kavim! Size hac farz kılındı" buyurdu. Esed oğullarından bir kişi kalkıp: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı?" diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) çok kızarak: “Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer evet diyecek olsaydım her yıl vacip olurdu. Her yıl vacip olunca da siz buna güç yetiremezdiniz. Bu görevi terk ettiğiniz zamanda küfretmiş olurdunuz. Benim sizi bıraktığım gibi siz de beni bırakın. Ben size bir şey emredersem onu yapın, bir şeyden de nehyedersem onu bırakın" buyurdu. Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini indirmiş, İsa'dan (aleyhisselam) gökten bir sofra indirmesini isteyip de küfre giren Hıristiyanlar gibi olmalarını ve böyle şeyler istemelerini yasaklayarak: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Ku'ran indirilirken onları soracak olursanız, size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah, Gafur'dur, Halim'dir" buyurmuştur. Yani, Kur'ân'da size ağır gelecek şeyler indirilecek olursa bekleyin. Kur'ân tam olarak indiği zaman soracağınız her şeyin açıklamasını bulacaksınız. İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini açıklarken şöyle dedi: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hac farizasını zikrettikten sonra ashâb: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı vaciptir?" diye sordular. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayır, eğer size evet demiş olsaydım her yıl vacip olurdu. Her yıl vacip olunca da buna güç yetiremezdiniz. İtaat etmediğiniz zaman da küfre girmiş olurdunuz" buyurdu. Sonra da: “Bana sorun, kim bana bu mecliste bir şey soracaksa mutlaka ona cevap vereceğim. Hatta (gerçek) babasını sorsa bile söyleyeceğim" buyurdu. Bir kişi kalkıp: “Benim babam kimdir?" deyince: “Baban Huzâfe b. Kays'tır" buyurdu. Bunun üzerine Ömer kalkıp: “Yâ Resûlallah! Biz Rab olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, peygamber olarak da Muhammed'i kabul ettik. Allah'ın ve Resûlünün gazabından Allah'a sığınırız" dedi. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs: “Eskiden kendilerine helal olan şeyleri sorarlardı. Bu şey kendilerine haram kılınana kadar sorar dururlardı. Haram kılındığı zaman da o haramı işlerlerdi" dedi. Şâfiî, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve İbnu'l-Münzir'in, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Müslümanların, müslümanlar hakkında en büyük suçlusu, haram kılınmayan bir şeyi soran ve sormasından dolayı insanlara haram kılınmasına sebep olan kişidir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Hâkim'in, Ebû Sa'lebe el-Huşenî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah size hudut koymuştur ve bu hudutları aşmayın. Yine size bazı şeyleri farz kılmıştır. Bu farzları kaybetmeyin. Haram kıldığı şeylere de itaatsizlik etmeyin. Bazı şeyleri de unutmaksızırı size rahmet olarak zikretmemiştir. Siz de bunları kabul edip bu konulardan bahsetmeyin" buyurmuştur. Saîd b. Mansûr, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Husayf vasıtasıyla Mücâhid'den bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..."âyetini açıklarken: “Bahîra, Sâibe, Vasîle ve Hâm ile ilgili şeyleri sormayın. Sen Allah'ın Bahîra, Sâibe, Vasîle'yi şöyle şöyle yaptığını bilmiyor musun?" dedi. Ikrime: “Onlar âyetler hakkında Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Çok soru sorarlardı ve bundan nehyedildiler" deyip: “Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kâfir oldu" âyetini okudu. Ben: “Mücâhid bana, İbn Abbâs'tan buna muhalif bir şeyi rivayet etti. Sen niçin öyle diyorsun?" dediğimde: “O zaman İbn Abbâs'ın dediği doğrudur" karşılığını verdi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Abdulkerim vasıtasıyla bildirdiğine göre İkrime: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini açıklarken: “Burada Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) babasının kim olduğunu soran kişi kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Cübeyr ise: “Burada Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Bahîra ve Sâibe'yi soranlar kastedilmektedir" dedi. Miksem ise: “Bu âyet, daha önce peygamberlerine âyetler hakkında soru soran ümmetler hakkında nâzil olmuştur" dedi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Nâfi: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini açıklarken: “Çok soru sormak, her zaman sevilmeyen bir şeydir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde (te) herfini ötre, (del) harfini de fetha ile okudu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdu'l-Melik b. Ebî Cum'a el-Ezdî der ki: Hasan(-ı Basrî)'a temizlikçinin kazancını sorduğumda: “Yazık sana! Bırakıldığı takdirde mekanlarınızın size dar geleceği bir şeyi bana sormaktasın" dedi ve: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyetini okudu. Ahmed, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ebû Umâme'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Veda haccında Fadl b. Abbâs'ın alaca renkli devesinin terkisine binmiş iken: “Ey insanlar! İlim kaldırılıp kabzedilmeden önce onu alınız" buyurdu. Biz de, Yüce Allah: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..."âyetini indirdikten sonra soru sormaktan çekinirdik. Bunun üzerine bir bedeviye, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorması için rüşvet olarak bir sarık verdik. Adam sarıkla sarındı ve sarığın kenarının sağ kaşının üzerine geldiğini gördüm. Ona: “Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): Kur'ân elimizdeyken, biz onu öğrenmiş, kadınlarımıza, çocuklarımıza ve hizmetçilerimize öğretmiş iken nasıl olur da ilim kaldırılır? diye sor" dedik. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkeden yüzü kızarmış bir şekilde başını kaldırarak: “Mushaflar (Tevrat ve İncil) Yahudilerin ve Hıristiyanların elinde değil mi? Şimdi onlar peygamberlerinin getirmiş olduğundan bir harfe bile uymamaktalar. Bilin ki, ilmi taşıyanların gitmesi ilmin gitmesi demektir" buyurdu. Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Beyhakî'nin, el-Esma ve's-Sıfât'ta bildirdiğine göre Ebû Mâlik el-Eş'arî der ki: Ben Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti nâzil oldu. Biz kendisine soru sorarken: “Allah'ın öyle kulları vardır ki, bunlar peygamber ve şehit değildirler. Ancak kıyamet gününde bu kişilerin oturdukları yerlerden ve Allah'a olan yakınlıklarından dolayı -peygamberler ve şehitler bunlara gıpta ederler" buyurdu. Bir bedevi: “Yâ Resûlallah! Bunlar kimlerdir?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bunlar değişik şehirlerden, değişik kabilelerden ve farklı milletlerden olup da, aralarında bir akrabalık bağı veya bir dünyalık menfaati olmaksızın Allah için birbirlerini seven kişilerdir. Yüce Allah bunların yüzlerini nurlu kılıp kendilerine Rahman'ın huzurunda inciden minberler yapacaktır, insanlar (savaştan) kaçarlarken onlar kaçmaz, yine insanlar korkarlarken onlar bir şeyden korkmazlar" buyurdu. Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Mâlik b. Buhayne der ki: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..."" âyeti nâzil olduktan sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), mezarlık ahalisi için üç defa dua etmiş ve herkes susmuştu. Ebû Bekr, Hazret-i Âişe'ye gidip: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), mezar ahalisi için dua etti. Bunu kendisine sor" dedi. Hazret-i Âişe: “Mezar ahalisine dua mı ettin?" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Bu mezarlık, Askaelân'da olan bir mezarlıktır. Orada yetmiş bin şehit dirilecektir" buyurdu. Muhammed b. Nasr el-Mervezî'nin Kitâbu's-Salât'ta ve Harâitî'nin, Mekârimu'l-Ahlak'ta bildirdiğine göre Muâz b. Cebel der ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bir yolculukta idik. Onun bineği ileri geçmiş, dizim Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dizine temas edene kadar da benim bineğim Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğine yaklaşmıştı. Ben: “Yâ Resûlallah! Size bir şey sormak istiyorum, ama: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti beni bundan alıkoymaktadır" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ey Muâz! Ne soracaksın?" deyince: “Beni Cehennemden kurtarıp Cennete sokacak amel nedir?" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Çok büyük bir şey sordun. Ancak bu kolay bir şeydir. Bunlar, Allah'tan başka ilah olmadığına, benim Allah'ın Resûlü olduğuma şahitlik etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. Sana işlerin başta gelenini, direğini ve doruk noktasını haber vereyim mi? İşlerin başta geleni İslam, direği namaz ve doruk noktası cihaddır. Oruç kalkan ve sadaka ile gece namazı ise günahları temizleyendir" buyurdu ve: “Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar" âyetini okudu. Sonra: “Sana insanlar üstünde en fazla tutacağın şeyin ne olduğunu haber vereyim mi?" buyurdu ve dilini çıkararak onu iki parmağıyla tuttu. "Yâ Resûlallah! Her konuştuğumuz şey bize yazılacak mıdır?" deyince: “Annen seni kaybetsin! İnsanları burunları üstü Cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir. Diline sahip olduğun müddetçe selamettesin. Konuştuğun zaman da ya lehine, ya da aleyhine yazılır" buyurdu. 102Şüphesiz, sizden önce bir kavim, öyle (lüzumsuz) şeyleri sordu da, sonra o yüzden kâfir oldular. 103Bkz. Ayet:104 104"Allah, ne Bahîre, ne Sâibe, ne Vasîle, ne de Hâm diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez. Onlara, «Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Peygamber'e gelin» denildiğinde onlar, «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter» derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?" Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: Bahîra, sütü putlar için alıkonan ve hiç kimse tarafından sağılmayan hayvandır. Sâibe ise, müşriklerin ilahları için serbest bırakarak onlara hiçbir şey yüklemedikleri hayvanlardır" dedi. Ebû Hureyre'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Amr b. Âmir el-Cuzâî'nin Cehennemde bağırsaklarını sürüdüğünü gördüm. Çünkü o sâibe olarak hayvan salan ilk kişiydi" buyurdu. İbnu'l-Müseyyeb: “Vasîle, daha doğurmamış bir devenin arka arkaya iki defa dişi doğurmasıdır. Böyle iki dişi arasında erkek doğurmayan bir deveyi putları için başıboş bırakırlardı. Hâm ise, belli bir sayıda dişi develerle çiftleşen erkek devedir. Damızlık görevini bitiren deveyi putları için başıboş bırakırlar ve artık ona hiçbir şey yüklemezlerdi." Ahmed, Abd b. Humeyd, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta, Ebu'l- Ahvas'tan, o da babasından bildiriyor: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına eski giysilerle gitmiştim. Bana: “Senin malın var mı?" deyince: “Evet, vardır" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne tür malın var?" diye sorunca da: “Deve, koyun, at ve kölelerim var" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah sana mal verdiyse sana verdiği bu malın izi üzerinde görülsün" buyurdu. Sonra: “Sen develerini kulakları tam olarak mı yetiştirirsin?" deyince: “Evet, develer de ancak öyle yetiştirilir" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belki sen bıçağı alır ve bir kısmının kulağını keser: «Bu, Bahire'dir» dersin. Sonra bir kısmının kulağını yarar: «Bu kulağı yarıktır (haramdır) dersin değil mi?» deyince de: “Evet" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Böyle yapma, Allah'ın vermiş olduğu her şey sana helaldir" buyurdu ve: “Allah, ne Bahîre, ne Sâibe, ne Vasîle, ne de Hâm diye bir şey meşru kılmamıştır..." âyetini okudu. Ebu'l-Ahvas der ki: “Bahîra kulağı yarılan hayvandır. Kişinin ne hanımı, ne kızları, ne de ev halkından hiç bir kişi bu hayvanın yününden, tüyünden, kılından ve sütünden faydalanamaz. Öldüğü zaman da ona ortak olurlardı (onu beraber yerlerdi). Sâibe ise putları için başıboş bıraktıkları hayvanlardır. Vasîle, altı defa doğuran koyundur. Yedinci defa da bir dişi bir erkek doğurursa onu kesmezler, ona vurmazlar nereden içerse içsin ona dokunmazlardı. Öldüğü zaman da ona ortak olurlardı. Hâm ise, sulbünden on döl çıkan devedir. Bu on dölü de damızlık olduğu zaman sırtı korunur ve ona Hâm adı verilir. Onun ne yününden faydalanılır, ne kesilir ve ne de sırtına binilir. Öldüğü zaman da ona ortak olurlardı." İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: Bahîre, beş batın doğuran devedir. Beşinci batında doğan yavru erkek ise onu keserler ve sadece erkekler yerlerdi. Eğer dişi ise kulaklarını yararlar ve: “Bu, Bahîre'dir" derlerdi. Sâibe ise ilahları için başıboş bıraktıkları develerdir. Onlara binmezler, onları sağmazlar, tüyünü kesmezler ve ona bir şey yüklemezlerdi. Vasîle ise, şöyledir: Koyun yedi defa doğurduğu zaman yedinci batında doğan dişi olsun, erkek olsun ölü olursa kadınlar dışında erkekler ona ortak olurlar. Yedinci batında doğan dişi ise, onu kesmeyip bırakırlardı. Eğer yedinci batında doğan bir erkek bir dişi ise yine onları kesmezler ve: “Kız kardeşi yetişti ve onu bize haram kıldı" derlerdi. Hâm ise, yavrusunun da yavrusu olan erkek devedir. Ona da: “Bu, sırtını korudu" derlerdi. Ona bir şey yüklemezler, tüyünü kesmezler, onu hiçbir meradan ve sulaktan men etmezlerdi. Hatta sulak sahibinden başka birine ait olsa bile yine men edilmezdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah, ne Bahîre, ne Sâibe, ne Vasîle, ne de Hâm diye bir şey meşru kılmamıştır..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bahîre, kişinin devesinin beş defa doğurmasıdır. Beşinci batında doğan erkek değilse, kişi bu devenin kulaklarını yarardı. Ancak onun tüyünü kesmez ve sütünü içmezdi. İşte bu, Bahîre'dir. Sâibe ise, kişinin malından dilediğini başıboş bırakmasıdır. Vasîle ise, koyunun yedi defa doğurmasıdır. Yedinci batında erkek doğarsa kesilir, dişi doğurursa bırakılırdı. Eğer hem dişi, hem erkek doğurursa: “Kardeşi ona yetişti (onu kurtardı)" derlerdi ve onları bırakırlar ve kesmezlerdi. İşte bu da Vasîle'dir. Hâm ise, kişinin devesi on defa çiftleştiği zaman ona: “Hâm" denilir ve bırakılırdı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah, ne Bahîre, ne Sâibe, ne Vasîle, ne de Hâm diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bahîre, develerden olurdu. Cahiliye ahalisi onun tüyünü kesmeyi, sırtına binmeyi haram kılar, etini ve sütünü erkeklere helal, kadınlara ise haram kılarlardı. Eğer erkek ve dişi doğurursa serbest bırakılır. Eğer ölürse kadınlar ve erkekler onun etini yemekte ortak olurlardı. Hâm ise, Bahîre'yle çiftleşip yavru doğurmasına vesile olan erkek devedir. Sâibe ise koyundan olur ve Bahîre'ye benzer bir şekildedir. Ancak altı batın arka arkaya dişi doğurduğu zaman onu bırakırlardı. Eğer yedinci batında erkek veya dişi veya erkek ve dişi doğurursa onu keserler ve sadece erkekler yerlerdi. Eğer dişi ve erkek doğurursa Vasîle olur. Dişinin doğmasıyla erkek kesilmezdi. Eğer ikiz doğurursa yine kesilmez bırakılırdı. İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrîder ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öğle namazını kıldırıyordu ki, kıbleden geri çekilip yüzünü kıblenin dışına çevirdi ve sığınma yaptı. Sonra kıbleye tekrar yaklaşarak elini uzattığını gördük. Selam verdikten sonra: “Yâ Resûlallah! Bugün namazda daha önce yapmadığın bir şeyi yaptığını gördük" dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Evet, bu makamımda bana Cennet ve Cehennem arz edüdi. Cehennemde gördüğüm şeyleri Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Orada bağlı olarak aç susuz bırakılan ve ölene kadar yerdeki otlarla beslenen kedinin sahibi olan Himyerî kabilesinden olan kadını gördüm. Orada Amr b. Luhay'yı bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm. Bu kişi hayvanları ilk başıboş bırakan, Bahîra kılan, putları diken ve İsmail'in dinini değiştiren kişidir. Yine orada İmrân el-Ğifârî'yi gördüm. Hacıları(n eşyaların) çaldığı bastonu da yanındaydı." Bana dördüncü şeyi de söyledi, ama ben onu unuttum. "Yine bana Cennet gösterildi. Orada bulunanlar gibisini hiç görmedim. Size göstermek için ondan bir parça almak istedim, ama aramıza engel konuldu." Topluluktan bir kişi: “Oradaki bir (meyve) tane(si) ne kadardır?" deyince: “Annenin dikmiş olduğu en büyük kova kadardır" buyurdu. Muhammed b. İshâk: “Bunu Rabî'ye sorduğumda: “Bu (soruyu soran) kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ön dişini kıran kişidir" cevabını verdi. Buhârî ve İbn Merdûye'nin Hazret-i Âişe'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cehennemin birbirini yediğini gördüm. Yine orada Amr'ı bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm. Bu kişi hayvanları (putlar için) ilk başıboş bırakan kişidir" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbn Merdûye ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ebû Hureyre der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Eksem b. el-Cevn'e: “Ey Eksem! Bana Cehennem arz olundu. Orada Amr b. Euhay b. Kam'a b. Hındifi bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm. Senden daha fazla ona, ondan daha fazla da sana benzeyeni görmedim" dediğini işittim. Eksem: “Yâ Resûlallah! Onun bana benzemesinin bana bir zarar vermesinden korkuyorum" deyince: “Hayır korkma, çünkü sen müminsin, o ise kâfirdir. O, İbrâhîm'in dinini değiştiren ve hayvanları Bahîre, Sâibe ve Hâm kılarak başıboş bırakan ilk kişidir" buyurdu. Ahmed, Abd b. Humeyd ve İbn Merdûye'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hayvanları ilk olarak başıboş bırakan ve ilk olarak putlara tapan Ebû Huzâ'a Amr b. Amir'i bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm" buyurdu. Abdurrezzâk, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in, Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben ilk olarak hayvanları Sâibe kılarak başıboş bırakan, putları diken ve İbrâhîm'in dinini değiştiren kişiyi biliyorum" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bu kişi kimdir?" diye sorunca: “Ka'b oğullarının kardeşi Amr b. Luhay'dır. Onu Cehennemde bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm. Onun bağırsaklarının kokusu cehennem ahalisine eziyet etmekteydi. Yine hayvanları ilk olarak Bahîre kılan kişiyi tanıyorum" buyurdu. Ashâb: “Yâ Resûlallah! Bu kişi kimdir?" diye sorunca: “Bu kişi Mudlic oğullarındandır. Onun iki devesi vardı. O develerinin kulaklarını yarıp sütlerini (içilmeye) ve sırtlarını (binilmeye) haram kılarak: «Bunlar, Allah yolundadır» dedi. Sonra olara ihtiyacı olunca da sütlerini içip sırtlarına bindi. Onu cehennemde develerinin ağızlarıyla ısırılıp ayaklarıyla çiğnendiğini gördüm" buyurdu. Ahmed ve Hâkim'in bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b der ki: Biz Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber öğle namazında idik. Cemaat arkasında saf tutmuş iken bir şey almak istediğini ve sonra geri çekildiğini gördük. Bunun üzerine cemaat te geri çekilmişti. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha geri çekildiğinde cemaat te bir daha geri çekildi. Sonra: “Yâ Resûlallah! Daha önce namazda yapmadığın bir şeyi yaptığını gördük" dediğimde: “Bana Cennet, gülleri ve güzellikleriyle arz olundu. Onun üzümünden koparmak istedim. Eğer ondan almış olsaydım yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan herkes ondan yerdi ve hiç eksilmezdi. Ancak aramıza bir engel konuldu. Yine bana Cehennem arz olundu. Ancak hararetini gördüğümde geri çekildim. Orada gördüklerimin çoğu kadınlardı. Onlara bir sır verildiğinde ifşa ederler, istediklerinde ısrarcı olurlar, kendilerinden istendiğinde cimrileşirler ve onlara verildiğinde şükretmeyip nankörlük ederler. Yine orada Amr b. Luhay'in bağırsaklarını ateşin üstünde sürürken gördüm. Ona en fazla benzeyenin (ashabımdan) Ma'bed b. Eksem olduğunu da gördüm" buyurdu. Bunun üzerine Ma'bed: “Yâ Resûlallah! Ona benzememden dolayı benim için endişeleniyor musun?" dediğinde: “Hayır, korkmuyorum, sen mümin birisin. O ise kâfir biridir ve Arapların putlara tapmasına sebep olan ilk kişidir" buyurdu. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez" âyetini açıklarken: “Helal olan bazı şeyleri şeytanın kendilerine haram kılmasına akılları ermez" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ebî Mûsa bu âyet hakkında şöyle der: “Ataları böyle bir şey icat etmiş ve ölmüşlerdi. Çocukları da bunu Allah'ın meşru kıldığını sanmaktadır. Oysa Yüce Allah: “...Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez" buyurmaktadır. Atalar ve çocuklar Allah'a iftira etmektedirler. Ancak çocukların çoğu buna akıl erdiremez ve bunları Allah'ın meşru kıldığını sanırlar. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ebî Mûsa: “...Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar..." âyetini açıklarken: “Burada Ehl-i Kitâb kastedilmektedir" dedi. "...Zaten çoklarının aklı da ermez" âyeti hakkında ise: “Puta tapanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Şa'bî: “...Fakat, inkâr edenler Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez" âyetini açıklarken: “Burada akılları ermeyenlerden kasıt, liderlerine uyan kişilerdir. İftira edenlerle de bilerek Allah'a karşı yalan uyduranlar kastedilmektedir" dedi. 105"Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir." İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, el-Adenî, İbn Menî' Müsned'de, el- Humeydî Müsned'de, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Ya'la, el-Kiccî, Sünen'de, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Dârakutnî, el- İfrâd'da, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Beyhakî Şuabu'l-İmân'da ve Diyâ'nın Muhtâre'de bildirdiğine göre Kays (b. Ebî Hâzım) der ki: Hazret-i Ebû Bekr kalkıp Allah'a hamdü sena ettikten sonra: “Ey insanlar! Siz: «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...» âyetini okuyor ve yanlış bir şekilde uyguluyorsunuz. Çünkü ben Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): «Eğer insanlar yanlış bir şey görür de onu değiştirmezse, Allah'ın hepsinin üzerine azabını indirmesi pek yakındır» buyurduğunu işittim" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Kays b. Ebî Hâzım der ki: Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) minberine çıktıktan sonra Allah'a hamdü sena etti ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Siz Allah'ın Kitâb'ından bir âyeti okuyor ve onu bir ruhsat olarak sayıyorsunuz. Vallahi! Allah, Kitab'ında: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetinden daha ağır bir âyet indirmemiştir. Vallahi! Siz ya iyiliği emredip kötülükten nehyedersiniz, ya da Allah size toplu olarak bir ceza verecektir." Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in, Cerîr el-Becelî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer bir kavmin içinde ma'siyet işleyen biri olur da kavmin bunu değiştirmeye gücü yettiği halde değiştirmezse, mutlaka, Allah'ın hepsinin üzerine azabını indirmesi pek yakındır" buyurmuştur. Tirmizî, İbn Mâce, İbn Cerîr, el-Beğavî Mu'cem'de, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuab'da, Ebû Umeyye eş-Şa'bânî'den bildiriyor: Ebû Sa'lebe el-Huşenî'nin yanına gidip: “Bu âyetle nasıl amel etmektesin?" dediğimde: “Hangi âyetle?" diye karşılık verdi. Ona: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetiyle" dediğim zaman: “Vallahi! Sen sorunu bu âyetten haberdar olan birine sordun. Ben bunu Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) sorduğumda şöyle buyurdu" dedi: “Siz iyiliği emredip kötülükten yasaklayın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, nefsâni şeylere tâbi olunduğunu, dünyalık şeylerin (âhirete karşı) tercih edildiğini, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman kendi nefsine bak ve toplumun sorumluluğunu üzerinden at. Şüphesiz arkanızda sabır gerektirecek günler vardır. O gün sabreden kişi ellerinde kor tutmuş gibi olacaktır. O zaman iyi amel işleyenlerin ecri, sizin gibi amel işleyen elli kişinin ecri kadardır. " Ahmed, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Âmir el-Eş'arî'de bir durum vardı ki bir süre Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna çıkmadı. Sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiğinde: “Seni (yanıma gelmekten) alıkoyan nedir?" diye sordu. O: “Yâ Resûlallah! Ben: «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez» âyetini okudum" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Nereye gittiniz? Bu âyet: «Siz hidayete erdikten sonra yoldan sapan kâfirler size zarar veremez» mânâsındadır" buyurdu. Abdurrezzâk, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî ve Ebu'ş-Şeyh, Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor: Bir kişi İbn Mes'ûd'a: “...Siz kendinizi düzeltin..." âyetini sorunca: “Ey insanlar! Bunun zamanı şimdi değildir. Bugün bu kabul edilen bir şeydir. Fakat iyiliği emredip kötülükten nehyettiğinizde size şöyle şöyle yapılma zamanı yaklaşmıştır." - Veya: “İnsanların söylendiğinizi kabul etmeyecekleri zaman yaklaşmıştır" dedi- "İşte o zaman: “Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." dedi. Saîd b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir" âyetini açıklarken: “Siz kırbaç ve kılıç olmadığı müddetçe iyiliği emredip kötülükten yasaklayın. Bunlar olduğu zaman da siz kendi nefsinize bakın" dedi. Abd b. Humeyd, Nuaym b. Hammâd Fiten'de, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî Şuab'da, Ebu'l-Âliye'den bildirir: Abdullah b. Mes'ûd'un yanında iken insanların arasında olduğu gibi iki kişinin arasında bir sorun olmuştu. Her ikisi de birbirlerinin üzerine yürüyünce, Abdullah'ın meclisinde oturanlardan biri: “Onlara iyiliği emredip kötülükten nehyetmek için kalkayım mı?" dedi. Diğer bir kişi yanındakine: “Sen kendi nefsine bak. Yüce Allah: “...Siz kendinizi düzeltin..." buyurmaktadır" diye karşılık verince, bunu işiten İbn Mes'ûd şöyle dedi: “Yavaş ol! Bu âyetin tevili henüz gelmiş değildir. Kur'ân indirildiği yere indirildi ve bir kısım âyetlerin tevili Kur'ân inmeden önce geçti. Bir kısım âyetlerin tevili, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında gelmiş, bir kısım âyetlerin tevili, Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) yıllar sonra gelmiştir. Bir kısım âyetlerin tevili de bu günden sonra, bir kısım âyetlerin tevili de kıyamet günü zamanındadır. Bir kısım âyetlerin tevili hesap, Cennet ve Cehennem zamanıdır. Kalpleriniz ve istekleriniz bir oldukça, fırkalara ayrılmadıkça ve birbirinize acılar tattırmadığınız müddetçe iyiliği emredip kötülükten nehyedin. Kalpleriniz ve istekleriniz ayrı olduğu zaman, fırkalara ayrılıp birbirinize acılar tattırdığınız zaman herkes kendi nefsinden sorumludur. İşte o zaman bu âyetin tevili de gelmiş olur." İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Ömer'e: “Eğer bu günlerde otursan ve iyiliği emredip kötülükten yasaklamasan. Çünkü Allah: «...Siz kendinizi düzeltin...» buyurmaktadır" denildiğinde, İbn Ömer: “Bu âyet benim ve arkadaşlarım hakkında değildir. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dikkat edin, burada bulunan (hazır olan) bulunmayana (gaibe) haber versin" buyurdu. Biz hazır olanlar, siz de gâip olanlarsınız. Fakat bu âyet bizden sonra gelecek olan ve iyiliği emredip kötülüğü nehyettikleri zaman sözleri kabul edilmeyecek kişiler hakkındadır" dedi. Abdurrezzâk ve İbn Cerîr'in, Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre bir kişi şöyle dedi: Hazret-i Osmân'ın hilafet zamanında, Medine'de Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbmdan oluşan bir halkada bulundum. Aralarında yaşlı biri — sanırım bu kişinin Ubey b. Ka'b olduğunu söylemişti— "...Siz kendinizi düzeltin..." âyetini okudu ve: “Bu âyetin tevili, âhir zamanda gelecektir" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in, Katâde vasıtasıyla bildirdiğine göre Ebû Mâzin der ki: Hazret-i Osmân'ın hilafeti zamanında Medine'ye gitmiştim. Oturmuş olan grubun içinden bir kişi: “...Siz kendinizi düzeltin..." âyetini okuyunca, oradakilerin çoğu: “Bu âyetin tevili bugün daha gelmemiştir" dediler. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Cübeyr b. Nufeyr der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbmdan oluşan bir halkada bulunmuştum ve yaşça en küçükleri idim. Onlar iyiliği emredip kötülükten yasaklamayı konuşunca onlara: “Yüce Allah: «...Siz kendinizi düzeltin...» buyurmuyor mu?" dedim. Onlar hep bir ağızdan bana: “Sen Kur'ân'dan bilmediğin ve tevil edemediğin bir âyet mi getiriyorsun?" dediler. İşte o an hiç konuşmamış olmayı temenni ettim. Sonra birbirleriyle konuşmaya devam ettiler. Ancak kalkacakları zaman: “Sen küçük yaşta bir çocuksun ve ne olduğunu bilmediğin bir âyet getirdin. Sen umulur ki o zamana yetişirsin. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, nefsâni şeylere tâbi olunduğunu, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman kendi nefsine bak. Sen doğru yolda olursan, yoldan sapan kimse sana zarar veremez" dediler. İbn Merdûye, Muâz b. Cebel'den bildirir: “Yâ Resûlallah! Bana, Yüce Allah'ın: «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...» âyetinden haber ver" dediğimde: “Ey Muâz! İyiliği emredip kötülükten yasaklayın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, nefsâni şeylere tabi olunduğunu, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini gördüğünüz zaman kendi nefsinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimseler size zarar veremez. Şüphesiz arkanızda sabır gerektirecek günler vardır. O gün dinine tutunan kişi, ellerinde kor tutmuş gibi olacaktır. O zaman sizin gibi amel işleyenlerin sevabı elli kişinin sevabı kadardır" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Onlardan elli kişinin sevabı kadar mı?" dediğimde: “Hayır, sizlerden elli kişinin sevabı kadar" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ebû Saîd el-Hudrî der ki: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında zikrettiğim zaman: “Bu âyetin tevili henüz gelmemiştir. İsa (aleyhisselam) yeryüzüne inene kadar da bu âyetin tevili gelmeyecektir" buyurdu. İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Muhammed b. Abdillah et-Teymî ve Ebû Bekr es-Sıddîk der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Cihadı terk etmiş hiçbir kavim yoktur ki, Yüce Allah o kavmi mutlaka zelil kılmıştır. Aralarında kötülük olup da bunu yasaklamayan hiçbir kavim de yoktur ki, Allah onları mutlaka toplu olarak cezalandırmıştır" buyurdu. Sizinle, Allah'ın toplu olarak cezalandırması arasında: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetinin iyiliği emredip kötülükten yasaklama dışında tevil edilemesinden başka bir şey yoktur. İbn Merdûye, Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan bildiriyor: Hazret-i Ebû Bekr hutbe verirken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu söyledi: “Ey insanlar: «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...» âyetini yanlış tevil etmeyin. Pislik kişi bir mahallede olur da o kişi bu pislikten menedilmezse işte o zaman Allah onlara toplu olarak bir ceza verir." Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...'" âyetini okuyup: “Bu âyet, ne kadar geniş ve ne kadar sağlamdır" dedi. Ebu'ş-Şeyh, Osmân eş-Şehhâm Ebû Seleme'den bildiriyor: Basra ahalisinden yaşlı ve itibarı olan bir ihtiyar bana şöyle anlattı: Bana ulaştığına göre Dâvud (aleyhisselam) Rabbine: “Ey Rabbimi Yeryüzünde sana doğru nasıl geleceğim ve samimi olarak nasıl amel edeceğim?" deyince: “Ev Dâvud! Kırmızı da olsa, beyaz da olsa beni seveni sev. Dudakların zikrimle nemli kalsın ve evde bulunmayanın yatağından (zinadan) sakın" buyurdu. Dâvud (aleyhisselam): “Ey Rabbim! Dünyada iyiler ve kötüler beni nasıl sevecekler?" deyince: “Ey Dâvud! Dünyalık ahalisine dünyalık ameliyle amel et, âhiret ahalisini de âhiretlik bir sevgi ile sev. İbadetlerini aramızda gizli olarak yaparsın. Eğer öyle yapar ve doğru yolda olursan sapan kişiler sana bir zarar veremez" buyurdu. İbn Merdûye'nin, İbn Ömer'den bildirdiğine göre bir kişi gelip: “Ey Ebû Abdirrahman! Kur'ân'ı okuyan, ictihad sahibi olan ve kötülük etmekten geri kalmayan altı kişilik bir grup vardı. Şimdi bunlar şirkte birbirlerine şahitlik etmekteler" dedi. İbn Ömer: “Belki de sana gidip onlarla savaşmanı emredeceğimi sanıyorsun. Sen onlara nasihat et ve bu yaptıklarından nehyet. Eğer sana asi olurlarsa kendi nefsine bak. Zira Yüce Allah: «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir»' buyurmaktadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Safvân b. Muhriz'den bildirdiğine göre kendi hevâsında olan bir kişi kendisine gelip durumundan bir şeyler anlattı. Bunun üzerine Safvân: “Sana, Allah'ın dostlarına has kılmış olduğu şeyi göstereyim mi?" dedi ve: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar vermez..." âyetini okudu. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...'" âyetini açıklarken: “Emrime itaat edip vasiyetimi muhafaza edin, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in, Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini açıklarken: “Eğer kul, helal ve haramlarda emirlerime itaat ederse yoldan sapanlar ona bir zarar veremez, mânâsındadır" dedi. İbn Cerîr'in, Cuveybir vasıtasıyla Dahhâk'tan bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini açıklarken: “Kılıç ve kırbaç olmadığı müddetçe iyiliği emredip kötülükten nehyedin, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre bir kişi Mekhûl'a: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir" âyetinin açıklamasını sorunca: “Bu âyetin tevili (açılımı) henüz gelmiş değildir. Vaaz veren korkar, dinleyen de inkar ederse sen kendi nefsine bak. Sen doğru yolda olursan yoldan sapan sana bir zarar veremez" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Ğufra'nın azatlısı Ömer der ki: “Bu âyetin iniş sebebi şudur. Kişi Müslüman oluyor ve babası kâfir kalıyordu. Yine kişi Müslüman oluyor ve kardeşi kâfir kalıyordu. Kalplerine imanın tatlılığı girdiği zaman babalarını ve kardeşlerini İslam'a davet ettiler. Onlar: “Atalarımızın üzerinde bulundukları şey bize yeter" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir'" âyetini indirdi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr'e bu âyet sorulduğu zaman: “Bu âyet, Ehl-i Kitâb hakkında nâzil olmuştur. «Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez...» buyruğunda «sapan» ifadesiyle Ehl-i Kitâb kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Huzeyfe: “...Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini açıklarken: “(Doğru yolda olursanız lafzıyla) iyiliği emredip kötülükten nehyederseniz (kastedilmektedir)" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: “...Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini açıklarken: “İyiliği emredip kötülükten yasaklarsan yoldan sapan kişiler sana bir zarar veremez" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez..." âyetini okuyup: “Bu âyetten dolayı Allah'a hamd ederiz. Geçmişte ve şimdi ne kadar mümin varsa mutlaka yanında işlediği amellerden hoşlaşmayan bir münafık vardır" dedi. Ahmed, İbn Mâce ve Şuab'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre Enes der ki: “Yâ Resûlallah! İyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi ne zaman bırakacağız?" denilince: “Sizden önceki İsrâil oğullarında zuhur eden şey sizde de zuhur ettiği zaman" buyurdu. Ashâb: “Zuhur eden şey nedir?" diye sorunca: “İyilerinizin arasında aldatmacanın, ileri gelenler arasında fuhşun, idareciliğin küçüklere bırakılması ve fıkhın - başka bir lafızda ise: ilmin - rezillerde zuhur etmesidir" buyurdu. 106Bkz. Ayet:108 107Bkz. Ayet:108 108"Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: «Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz» diye yemin ederler. (Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri fyalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve «Allah'a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette zalimlerden oluruz» diye yemin ederler. Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve dinleyin. Allah, fasık toplumu doğruya iletmez." Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, Nâsih'te Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye, Ma'rife'de Ebû Nuaym, Ebu'n-Nadr yani Kelbî vasıtasıyla Ümmü Hâni'nin azatlısı Bâzân'dan ve İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Temîm ed-Dârî: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir..." âyetini açıklarken: “Benimle Adiy b. Beddâ' dışında herkes bu âyetin hükmünden beri olmuştur" dedi. Temîm ve Adiy b. Beddâ' Hıristiyan idiler ve İslam'dan önce ticaret için Şam'a gider gelirlerdi. Bunlar ticaret için yine Şam'a gelmişlerdi ki, onlara Sehm oğullarının azatlısı Budeyl b. Ebî Meryem katıldı. Yanında ticaret malı olarak gümüş bir kap bulunmaktaydı. Ticaret mallarının büyük bir kısmını oluşturan bu kabı krala satmak istiyordu. Bu kişi hastalanınca yanındaki iki kişiye vasiyet etti ve bıraktığı şeyleri ailesine götürmelerini istedi. Temîm der ki: Budeyl b. Ebî Meryem öldüğü zaman o gümüş kabı alıp bin dirheme sattık. Ben ve Adiy b. Beddâ' o parayı paylaştık. Ailesine gittiğimiz zaman bizde olan eşyalarını kendilerine verdik. Onlar gümüş kabı arayıp bize sorunca: “Bize bundan başka bir şey bırakmadı. Başka bir şey de vermedi" dedik. Ancak Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldikten sonra ben Müslüman olunca bu yaptığımın günah olduğunu anladım. Ailesine gidip durumu haber vererek onlara beş yüz dirhem ödedim. Bir bu kadar da arkadaşımda olduğunu söyledim. Arkadaşımı Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) götürdüler. Onlara delillerini sorduklarında bir şey bulamamışlardı. Onlara, Adiy b. Beddâ'yı kendi dininde değerli olan bir şey üzere yemin ettirmelerini istedi. O da yemin edince, Allah: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: «Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz» diye yemin ederler. (Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve «Allah'a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette zalimlerden oluruz» diye yemin ederler. Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir" âyetlerini indirdi. Amr b. el-Âs ile başka biri kalkıp yemin edince Adiy b. Beddâ'dan beş yüz dirhem alındı. Târih'te Buhârî, Tirmizî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Nehhâs, Taberânî, Ebu'ş- Şeyh, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Sehm oğullarından bir kişi ticaret için Temîm ed-Dârîve Adiy b. Beddâ' ile beraber gitmişti. Sehm oğullarından olan bu kişi hiç Müslüman bulunmayan bir yerde ölmüş ve onlara eşyalarını ailesine götürmeleri için vasiyet etmişti. Bıraktığı eşyaları ailesine getirdiklerinde altınla işlenmiş gümüş bir kabı aradılar. Bulamayınca da Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara saklamadıklarına ve elden çıkarmadıklarına dair Allah adına yemin ettirdi. Sonra (ailesi) bu gümüş kabı Mekke'de bulunca, adamlar: “Biz bunu Temîm ve Adiy'den aldık" dediler. Bunun üzerine Sehmî'nin akrabasından iki kişi kalkıp Allah adına yemin etti. Kendi şahitliklerinin diğer iki kişiden daha gerçek bir şahitlik olduğunu ve kabın arkadaşlarına ait olduğunu söyleyerek gümüş kabı aldılar. "Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir..." âyeti de işte onlar hakkında inmiştir. İbn Mende, el-Ma'rife'de Ebû Nuaym, Muhammed b. Mervân vasıtasıyla Kelbî'den, onun da Ebû Sâlih'den bildirdiğine göre Muttalib b. Ebî Vedâ'a anlatıyor: Üç kişi ticaret etmek üzere yola çıkmıştı. Bunlar Adiy b. Beddâ, Temîm b. Evs ed-Dârî ve Amr b. el-Âs'ın azatlısı Budeyl b. Ebî Mâriye'ydi. Budeyl b. Ebî Mâriye Müslüman bir kişi idi. Şam'a geldikleri zaman Budeyl hastalanmış ve kendisinde bulunan bütün eşyaları liste şeklinde bir kağıda yazarak onu çuvalın içine atmıştı. Hastalığı şiddetlenince Hıristiyan olan Temîm ve Adiy'ye vasiyette bulundu ve geri döndükleri zaman eşyalarını ailesine götürmelerini istedi. Budeyl ölmüştü. Arkadaşları eşyalarını karıştırıp üç yüz miskal altınla işlenmiş gümüş kabını aldılar. Sonra Medine'ye geldiklerinde ölünün ailesine eşyaları teslim ettiler. Ailesi eşyaları karıştırınca eşyaların listesini buldular. Ancak listede olup da eşyaların arasında bulunmayan altın işlemeli bir kap vardı. Bunları Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) götürüp durumu anlattıklarında: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: «Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz» diye yemin ederler" âyeti indirildi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime der ki: Temîm ed-Dârî ve Adiy b. Beddâ' cahiliye zamanında Mekke'de ticaret eden iki Hıristiyan kişiydi. Onlar uzun süre Mekke'de kalırlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret ettiği zaman onların da ticareti Medine'ye yöneldi. Amr b. el-Âs'ın azatlısı Budeyl b. Ebî Mâriye ticaret için çıktı ve Medine'ye geldi. Sonra üçü birden ticaret için Şam'a gittiler. Yolun bir kısmını katettikten sonra Budeyl rahatsızlandı ve bir liste yazdı. Listeyi eşyalarının arasına gizledikten sonra (eşyalarını ailesine vermeleri için) onlara vasiyet etti. Öldüğü zaman ikisi eşyalarını açıp bir şey aldılar ve olduğu gibi tekrar kapattılar. Medine'ye geldiklerinde ailesine gidip eşyaları teslim ettiler. Ailesi eşya çuvalını açınca listeyi, listede yazılan vasiyeti ve gittiği zaman almış olduğu eşyaları buldular. Bir şeyi arayıp sorunca: “Bizim ondan aldıklarımız ve bize verdikleri bunlardır" dediler. Bunun üzerine ailesi: “Bu, onun kendi el yazısıdır" deyince: “Biz onun eşyalarından bir şey saklamadık" dediler. Davalaşmak için Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) çıktıklarında: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: «Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz» diye yemin ederler" âyeti nâzil oldu. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölünün ailesine bu iki kişiye ikindi namazından sonra ondan başka ilah olmayan Allah'ın adına ölen kişiden bundan başka eşya almadıklarına ve bir şey saklamadıklarına dair yemin ettirmelerini emretti. Bir süre bekledikten sonra kendilerinde altın işlemeli bir kap ortaya çıktı. Ölünün ailesi: “Bu, bizim kabımızdır" dediler. Onlar da: “Evet, doğrudur, ancak biz bunu ondan satın almıştık ve yemin ettiğimiz zaman bunu söylemeyi unutmuştuk. Kendimizi de yalancı çıkarmayı istemedik" dediler. Yine davalaşmak için Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gittiklerinde: “(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve «Allah'a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette zalimlerden oluruz» diye yemin ederler" âyeti nâzil oldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölünün ailesinden iki kişinin o eşyayı bu iki kişinin sakladığına ve yok ettiklerine dair yemin etmesini emretti. Bu şekilde de o kabı hak edeceklerini bildirdi. Sonra Temîm ed-Dârî Müslüman olup Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) biat etti. O: “Allah ve Resûlü doğru söylemektedir, kabı ben aldım" derdi. Temîm: “Yâ Resûlallah! Allah seni bütün yeryüzünde muzaffer kılacaktır. Bana, Beytü-Lahm'da Karyeteyn köyünü ver" dedi. Bu köy de İsa'nın (aleyhisselam) doğduğu köydü. Bunun Üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bu konuda bir ferman yazdı. Hazret-i Ömer Şam'a geldiği zaman Temîm, Ömer'e Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)fermanı ile geldi. Ömer: “Ben buna hazırım" dedi ve ona bu köyü verdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde mudaf olarak okumuştur, (.....) şeklinde tenvinsiz ve esre ile şeklinde okumuştur. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Nehhâs'ın, Ali b. Ebî Talha vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. ..." âyetini açıklarken: “Burada öldüğü zaman yanında Müslümanların bulunduğu kişi kastedilmektedir. Allah ona vasiyet edeceği şey için Müslümanlardan adil iki kişiyi şahit tutmasını emretmiştir" dedi. "Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder ..." âyeti hakkında ise: “Burada da ölüp de yanında müslümanlardan kimse bulunmayan kişi kastedilmektedir. Eğer bunların şahitliğinden şüphe edilirse ikindi namazından sonra onlara Allah adına: “Şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmedik" diye yemin ettirilir. Yine ölü yakınları, kâfir şahitlerin yalan söylediklerini anlarsa kendilerinden iki kişi kalkıp kâfirlerin şahitliklerinin gerçek olmadığına yemin eder. Allah'ın: “(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa..." âyeti de bunu göstermektedir. İki kâfirin yalan söylediği anlaşılırsa ölünün yakınlarından iki kişi kalkıp onların yalan şahitlik ettiklerine dair yemin ederler. Kâfirler için "Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmeleri..." daha yakındır. Böylece kafirlerin şahitliği terk edilir ve ölü yakınlarının şahitliği ile hüküm kılınır. Bu konuda Müslüman şahitlere yemin ettirilmez, sadece kâfir şahitlere ettirilir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Avfî vasıtasıyla İbn Abbâs'tan bildiriyor: “...Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir...." âyeti ile: “Müslüman iki kişi kastedilmektedir. "Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder..." âyeti ile de: “Gayri müslim iki kişi kastedilmektedir. "...Allah adına... yemin ederler" buyruğunda ise: “Şahitlerin namazdan sonra Allah adına yemin etmeleri kastedilmektedir. "...Başka iki adam, onların yerine geçer ve "Allah'a yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha gerçektir..." âyeti ise: “Ölü yakınlarından iki kişi: “Arkadaşımız bu şekilde vasiyet etmemiştir. Bunlar yalan söylemektedir" diye Allah adına yemin ederler, mânâsındadır. "Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir..." buyruğuyla da: “Ölü yakınları yeminleriyle malı almaya hak kazanırlar. Sonra da Allah'ın emri doğrultusunda mal gerektiği gibi taksim edilir. Bu şekilde de kâfirlerin yemini feshedilir, mânâsındadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'a: “...Şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir...." âyetinin açıklaması sorulunca şöyle dedi: “Bu âyet dışında hiçbir âyet yoktur ki indiği zaman mutlaka bir açıklaması da gelmiştir. Ben de bunu size açıklamazsam cuma günü gusletmeyen kişiden daha cahil olmuş olurum. Bu şöyledir. Bir kişi beraberinde bir miktar malla sefere çıkar. Seferde iken zamanı dolar da ölecek olursa Müslümanlardan iki kişi bulur ve yine Müslüman adil iki şahit karşısında terekesini onlara bırakır. Eğer Müslümanlardan dürüst iki şahit bulamazsa, Ehl-i Kitâb'dan iki kişi bulur. Eğer bunlar terekeyi öderlerse bir sakınca yoktur. Ancak inkar ederlerse namazdan sonra ondan başka ilah olmayan Allah'ın adına: “Bize verilen budur, biz bundan bir şey saklamadık" diye yemin ettirilirler. Eğer yemin ederlerse beri kılınırlar. Daha sonra yazı sahipleri gelip şahitlik ederse ve ölünün ailesi de bir şeylerin yok olduğunu iddia ederse onlar da şahitlerle beraber yemin edip haklarını alırlar. Bu sebeple Yüce Allah: “...Vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder" buyurmaktadır. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bir mümin öleceği zaman yanında sadece iki Müslüman veya iki kâfir hazır bulunursa, onlardan başka kimse bulunmazsa ve varisler tereke eksik te olsa kabul ederlerse bir sorun yoktur. Ancak şahitler yine de doğru söylediklerine dair yemin ederler. "(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa..." âyeti hakkında ise: “Eğer ortada itham bulunursa varislerden iki kişi yemin eder ve önceki şahitlerin yeminini iptal ederek söz konusu olan şeyi alırlar" dedi. İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Diyâ'nın, Muhtâre'de bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder..." âyetini açıklarken: “Burada Müslümanların dışında Ehl-i Kitâb kastedilmektedir" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. el- Müseyyeb: “...Sizden adaletli iki kişi..."" âyetini açıklarken: “Burada sizin dininizden iki kişi kastedilmektedir" dedi. "...Sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder..." âyeti hakkında ise: “Burada da Ehl-i Kitâb kastedilmektedir. Eğer başka bir şehirdeyse ve onlardan başka kimse yoksa Ehl-i Kitâb'dan iki şahit tutar" dedi. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Şureyh: “Yahudilerin ve Hıristiyanların şahadeti sadece vasiyette kabul edilir. Vasiyette de şahitlikleri seferde olmadıkça kabul edilmez" dedi. Abdurrezzâk, Ebü Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, Taberânî, Hâkim ve İbn Merdûye, Şa'bî'den bildiriyor: Müslümanlardan bir kişiye Dakûkâ' denilen yerde ölüm gelmişti. Vasiyet için müslümanlardan hiç kimseyi bulamamıştı. Bunun üzerine Ehl-i Kitâb'dan iki kişiyi şahit tuttu. Bu iki kişi Kûfe'ye geldiklerinde durumu Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye haber verdiler. Vasiyetini ve terekesini getirdiklerinde, Ebû Mûsa el-Eş'arî: “Böylesi bir olay Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında olduktan sonra bir daha olmuş değildir" dedi ve ikindi namazından sonra hainlik etmediklerine, yalan söylemediklerine, söylenenlerde bir değiştirme yapmadıklarına, hiçbir şeyi gizlemediklerine, hiçbir şeyi değiştirmediklerine, ölenin vasiyetinin ve terekesinin bu olduğuna dair onlara yemin ettirdi. Sonra da onların şahitliğini kabul etti. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “...Vasiyet sırasında aranızda şahitlik edecek olanlar sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: «Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz» diye yemin ederler" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Bu âyet vefat ettiği zaman yanında Müslümanlardan kimse bulunmayan bir kişi hakkında nâzil olmuştur. Bu Müslümanlığın başlangıç döneminde, yeryüzünde savaş var iken Medine'deki Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı hariç insanlar kâfir iken, herkes vasiyetle birbirlerine varis olurdu. Sonra vasiyet neshedilip miras farz kılındı. Müslümanlar da bununla amel etti. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zührî: “Sünnete göre kâfirin şahadeti ne mukim iken, ne de seferde iken caiz değildir. Bu, ancak Müslümanlar için geçerlidir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Bu âyet neshedilmiştir" dedi. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “...Sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder..." âyetini açıklarken: “Burada başka boylardan olan başka müslümanlar kastedilmektedir" dedi. Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, Nehhâs, Ebu'ş-Şeyh ve Beyhakî'nin, Sünen'de bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Sizden adaletli iki kişi..."âyetini açıklarken: “Burada sizin kabilenizden iki kişi kastedilmektedir" dedi. "...Sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder..." âyeti hakkında ise: “Burada da kabilenizden başka bir kabile kastedilmektedir. Zira: “...Onları namazdan sonra alıkorsunuz da..." âyetini görmüyor musun? Şahitlerin hepsi müslümanlardandır" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim, Ukayl vasıtasıyla şöyle bildiriyor: İbn Şihâb'a bu âyet hakkında: “Sana göre Allah'ın, vasiyet edenin ailesinin dışında zikretmiş olduğu bu iki kişi Müslümanlardan mıdır yoksa Ehl-i Kitâb'dan mıdır? Yine onlardan sonra şahitlik edecek iki kişi, vasiyet edenin ailesinden midir yoksa Ehl-i Kitâb'dan mıdır?" diye sorduğumda şöyle dedi: “Bu âyet hakkında ne Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem), ne de âlimlerden bir hadis işitmedik. Biz bu konuyu bazen kendi aramızda konuşurduk. Ancak belli bir sünnet veya bu konuda hüküm veren adil bir liderden bahsetmezlerdi. Ortaya birbirine muhalif görüşler çıkardı. Fakat bize göre en güzel görüşleri şöyle demeleriydi: “Bu, Müslümanlar arasında miras konusundadır. Varislerin bir kısmı ölüm anında ölenin yanında bulunurken, bir kısmı da bulunmamaktadır. Ölenin yanında bulunanlar hazır bulunmayanlara ölenin vasiyet ettiği şeyleri haber verirler. Eğer kabul ederlerse vasiyet caiz olur. Ölüm anında hazır bulunmayan varisler, bunlar vasiyeti değiştirdi ve vasiyet edilmemiş birine bir şeyler vermek istiyorlar diye bir şüpheye düşerlerse, ölürken yanında hazır bulunanlar namazdan sonra söylediklerinin doğru olduğuna dair yemin ederler. "...Eğer şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına: “Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz..." âyetinde olduğu gibi bu da müslümanların namazıdır. Eğer bu şekilde ortada kötü bir şey olmadığına dair yemin ederlerse şahitlikleri ve yeminleri caiz olur. Ancak varislerden ilk şahitlerin şahitliklerini inkar edecek kişiler olursa iki kişi kalkar ve Allah'a yemin ederek: “Bizim şahitliğimiz sizi yalanlamak veya şahitliğinizi iptal etmek içindir. "Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette zalimlerden oluruz" derler. Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Abîde: “...Onları namazdan sonra alıkorsunuz..." âyetini açıklarken: “Burada ikindi namazı kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz..."âyetini açıklarken: “Varis kişi uzakta olsa da biz rüşvet almayız, mânâsındadır" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî bu âyeti: (.....) şeklinde keserek tenvin ile okumuş (.....) şeklinde (elif) harfini kaldırarak Allah'ın adına yemin şeklinde okumuştur. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es-Sülemî bu âyeti (.....) şeklinde okur ve: “Bu yemindir" derdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim bu âyeti: (.....) şeklinde nasba mudaf olarak (.....) şeklinde tenvinsiz okudu. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: “(Eğer sonradan) o iki kişinin günaha girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa..." âyetini açıklarken: “Eğer şahitlerin hainlik ettiği yani yalan söyleyip bir şeyler gizledikleri anlaşılırsa onlardan daha dürüst diğer iki kişi kalkıp onların hilafında şahitlik ederler. Bu şekilde sonrakilerin şahitliği kabul edilir ve ilk iki kişinin şahitliği iptal edilir" dedi. Firyâbî, Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş- Şeyh'in bildirdiğine göre Ali b. Ebî Tâlib bu âyeti: (.....) şeklinde (te) harfini nasb (fetha) ile okudu. Hâkim ve İbn Merdûye, Ali b. Ebî Tâlib'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti: (.....) şeklinde okumuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Adiy'in, Ebu'l-Miclez'den bildirdiğine göre Ubey b. Ka'b bu âyeti: (.....) şeklinde okuyunca Hazret-i Ömer: “Yalan söyledin" dedi. Ubey b. Ka'b: “Sen daha yalancısın" karşılığını verdi. Bir kişi: “Müminlerin emirini mi yalanlıyorsun?" deyince: “Ben müminlerin emiri hakkında senden daha fazla saygılı biriyim. Allah'ın Kitab'ını doğrulayarak onu yalanlıyorum. Allah'ın Kitab'ını yalanlaması durumunda müminlerin emirini tasdik etmem" dedi. Bunun üzerine Ömer: “Doğru söyledi" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Yahya b. Ya'mer: (.....) şeklinde okudu ve: “Bunlar öncelikli olanlardır" dedi. Ebû Ubeyd, Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde okur ve: “Bu öncelikli şahitlerin zarar verdiği kimselerden olan başka iki kişi küçük iseler, onların yerine nasıl geçerler?" derdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye bu âyeti: (.....) şeklinde şedde ile cem' ederek okurdu. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Asım bu âyeti: (.....) şeklinde (te) harfini ötre (ha) harfini de esre ile okudu. (.....) ifadesini de şedde ile cem' ederek okudu. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Zeyd: “...Öncelikli..." ifadesini açıklarken: “Burada ölüde öncelikli olanlar kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir..." âyetini açıklarken: “Böyle edilmesi daha doğru bir şekilde şahitlik etmeleri ve sonuçtan korkmaları içindir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe etmelerini sağlamak için en uygun çaredir...'" âyetini açıklarken: “Burada kendi yeminlerinin iptal edilip diğer iki kişinin yemininin geçerli olmasından endişe etmeleri kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mukâtil: “...Allah'a karşı gelmekten sakının ve dinleyin..." âyetini açıklarken: “Burada hüküm verecek kişiler kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “...Allah, fasık toplumu doğruya iletmez..." âyetini açıklarken: “Burada yalan yere yemin eden yalancılar kastedilmektedir" dedi. 109"Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin» diyeceklerdir." Firyâbî, Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün..." âyetini açıklarken: “Onlar korkuya düşerler ve kendilerine: “Size ne cevap verildi?" diye sorulduğunda: “Bizim bir bilgimiz yoktur" derler. Sonra korkuları giderilince her şeyi bilirler" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün...'" âyetini açıklarken: “Onlar akılları yok edecek bir menzile indikleri için kendilerine sorulduğunda: «Bizim bir bilgimiz yoktur» derler. Başka bir menzile indiklerinde ise kavimlerine şahitlik ederler" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in, Ali vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Onlar, Yüce Allah'a: «Senin bizden daha iyi bildiğinin dışında bizim bir bilgimiz yoktur» derler." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in, Dahhâk vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi» dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok...» diyeceklerdir" âyetini açıklarken: “Korkuları akıllarını alacaktır. Sonra Allah akıllarını geri getirecek ve onlar kendilerine sorulan kişiler olacaktır. Zira Yüce Allah: “And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız" buyurmaktadır. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “...Size ne cevap verildi?" dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok...» diyeceklerdir" âyetini açıklarken: “O günün korkusundan dolayı böyle diyeceklerdir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem: “İnsanlara öyle bir saat gelecek ki her akıl sahibinin aklını götürecektir" dedi ve: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi?» dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin« diyeceklerdir" âyetini okudu. Târih'te Hatîb, Atâ' b. Ebî Rebâh'tan bildiriyor: Nâfi b. el-Ezrak, İbn Abbâs'ın yanına gelip: “Canım elinde olana yemin olsun ki, bana, Allah'ın Kitâb'ından bazı âyetleri tefsir edeceksin yoksa onları inkar edeceğim" dedi. İbn Abbâs: “Yazık sana, ben bu işin ehliyim. Hangi âyetlerin tefsirini istiyorsun?" deyince Nâfi b. el-Ezrak şöyle dedi: “Yüce Allah bir âyette: “Allah'ın peygamberleri toplayıp da «Size ne cevap verildi?» dediği gün, «Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyle bilen ancak sensin» diyeceklerdir" buyururken, diğer bir âyette: “Her ümmetten bir şahit çıkarır ve «Kesin delilinizi ortaya koyun» deriz. O zaman, gerçeğin Allah'a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar" buyurmaktadır. "Bizim hiçbir bilgimiz yok..." demişlerken nasıl anladılar? Yine bir âyette: “...Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşmaya çıkacaksınız" buyurmuşken, başka bir âyette: “...Benim katımda çekişmeyin..." buyurmaktadır: “...Benim katımda çekişmeyin..."buyurmuşken nasıl davalaşıp çekişecekler? Yine bir âyette: “O gün, ağızlarını mühürleriz ve ne kazandılarsa elleri bize söyler ve ayakları tanıklık eder" buyurmaktadır. Ağızlan mühürlüyken nasıl şahitlik edecekler?" Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: “Annen seni kaybetsin ey İbnu'l- Ezrak! Kıyametin hâlleri, şiddetli korkuları ve sallantıları vardır. Gökyüzü yarılıp çatladığı zaman, yıldızlar karardığı zaman, Güneş'in ve Ay'ın ışığı yok olduğu zaman, anneler yavrularını bıraktığı zaman, hamileler yüklerini düşürdüğü zaman, denizler kaynatıldığı zaman, dağlar parça parça döküldüğü zaman, baba oğula, oğul da babaya bakmayacaktır. Cennet inci ve yakut kubbeleriyle gelip Arş'ın sağında yer alacaktır. Sonra Cehennem yetmiş bin demir yularla çekilerek getirilecektir. Her yuları da yetmiş bin melek tutmuş olacaktır. Cehennemin iki yeşil gözü ve kırk yıllık bir mesafe alt dudağı bulunmaktadır. O, damızlık hayvan gibi böğürecektir. Eğer bırakılacak olursa bütün müminleri ve kâfirleri içine alacaktır. Sonra Cehennem Arş'ın sol tarafına konulacaktır. Cehennem secde etmek için Rabbinden izin isteyecek ve Rabbi ona izin verince, daha önce hiçbir mahlûkatın duymadığı bir şekilde hamd ederek: “Beni düşmanlarından intikam alıcı kıldığın ve kendisiyle benden intikam alacak bir şey kılmadığın için sana hamd olsun ey ilahım! Ahalim bana gelsin" diyecektir. Cehennem, ahalisini kuşun yerdeki buğday tanesini tanımasından daha iyi bilir. Allah'ın: “Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini ve uğultusunu işitirler'" buyurmuş olduğu gibi cehennem ahalisi daha yüz yıllık mesafede iken Cehennem bir defa gürülder. Allah'a yakın ne bir melek, ne bir peygamber, ne seçilmiş bir kişi, ne de orada bulunan bir şehit kalmaz ki mutlaka hepsi diz üstü çöker. Sonra bir daha gürülder. O zamanda gözyaşlarından bir damla bile kalmaz ve hepsi dökülür. O vakit her kişinin yetmiş iki peygamber kadar ameli olsa bile Cehenneme düşeceğini sanır. Sonra bir daha gürüldeyince kalpler yerinden sökülür ve boğazla küçük dilin arasına gelir. Gözlerdeki siyahlık beyazdan daha fazla olur. O gün her kişi: “Ey Rabbim! Nefsim, nefsim, başka bir şey istemiyorum" der. Hatta İbrâhîm (aleyhisselam) Arş'ın direğine asılır ve: “Ey Rabbim! Nefsim, nefsim, başka bir şey istemiyorum" diye nida eder. Sizin Peygamberiniz de: “Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim" der. O zaman sizden başkası yanında önemli değildir. İşte o an peygamberler ve elçiler çağrılır. Onlara: “Size ne cevap verildi?"diye sorulunca: “Bizim hiçbir bilgimiz yok" derler. O zaman emeller yok olur ve akıl baştan gider. "Her ümmetten bir şahit çıkarır ve «Kesin delilinizi ortaya koyun» deriz. O zaman, gerçeğin Allah'a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar" âyeti da kalp tekrar yerine geldiği zamandır. "...Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşmaya çıkacaksınız" buyuruğu ise hesap günündeki davalaşmadır. Mazlumun zalimden, kölenin efendisinden, zayıfın kuvvetliden ve boynuzsuz hayvanın boynuzlu hayvandan hakkı alınacaktır. Hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Her haklıya hakkı ödendiği zaman Cennet ahalisine Cennete gitmeleri, Cehennem ahalisine de Cehenneme gitmeleri emredilir. Cehennem ahalisine Cehenneme gitmeleri emredildiği zaman: “Rabbimiz, işte bunlar bizi doğru yoldan çıkardılar'" ve: “...Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse, cehennemde onun azabını bir kat daha artır"" diyecekler. İşte o zaman Yüce Allah: “Benim katımda çekişmeyin. Çünkü ben bu uyarıyı size önceden yaptım" buyuracaktır. Yani: “Davalaşmak hesap anındadır. Ben de hesap anında aranızda ki meseleleri hallettim. Şimdi huzurumda davalaşıp çekişmeyin" mânâsındadır. "O gün, ağızlarını mühürleriz ve ne kazandılarsa elleri bize söyler ve ayakları tanıklık eder" âyeti kıyamet gününde olan bir şeydir. Kâfirler, Tevhid ehline verilen nimetleri ve hayırları görünce: “Gelin müşrik olmadığımıza dair yemin edelim" derler. O zaman eller dilin söylediği şeyin aksinde şeyler söyler ve ayaklar da ona tanıklık eder. Sonra Allah dilin konuşması için izin verince, dil diğer uzuvlara: “Niçin hakkımızda tanıklık ettiniz?" der. Bunun üzerine onlar: “Her şeyi dile getiren Allah bizi dile getirdi" derler. 110"Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhü'l-Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitab ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncili öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bîr şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle îyî etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, «Bu, apaçık bir büyüdür» demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»" İbn Ebî Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Asâkir'in, Ebû Mûsa el-Eş'arî'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde peygamberler ve ümmetler çağrılacaktır. Sonra İsa çağrılacak ve Allah kendisine vermiş olduğu nimetleri hatırlatacaktır. İsa da bunu kabul edecektir. Yüce Allah: “«Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi an» demişti. Seni Ruhü'l-Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve incil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, «Bu, apaçık bir büyüdür» demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim'" buyuracaktır. Sonra: “...Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin, dedin..." diye sorunca, İsa öyle bir şey demiş olmayı red edecektir. Hıristiyanlar getirilip onlara sorulunca: “Evet, o bize böyle bir şeyi emretti" diyecekler. Bunun üzerine İsa'nın saçı uzayacak ve her bir melek başının ve bedeninin saçlarından bir saç alarak (Hıristiyanları bağlayacak ve) bin yıl kadar Allah'ın huzurunda diz çökmüş olarak kalacaklardır. Sonra yalan söylediklerine dair delil gelecektir. Önlerinde haç kaldırılacak ve beraber Cehenneme gideceklerdir." İbn Ebî Hâtim, Ebû Bekr b. Ayyâş vasıtasıyla İbn Vehb'den o da babasından bildiriyor: Ehl-i Kitâb'dan bir kişi Yemen'e gelmişti. Babam bana: “Git ve onun sohbetini dinle" deyince: “Beni Hıristiyan birinin ayağına mı gönderiyorsun?" dedim. Babam: “Evet, git ve onun sohbetini dinle" karşılığını verdi. Bunun üzerine ben de onu dinlemeye gittim. O şöyle diyordu: “Allah, İsa'yı (aleyhisselam) kendi katına yükselttiği zaman Cibril'in ve Mikâil'in elleri arasında arasında yükseltmişti. Allah ona: “Sana ve annene olan nimetimi an. Ben sana şöyle şöyle ettim. Sonra seni annenin karnından çıkardım ve sana şöyle şöyle ettim. Senden sonra sana bazı şeyler isnâd edecek, Rab olduğunu söyleyecek ve öldüğüne dair şahitlik edecek bir ümmet olacaktır. Oysa Rab nasıl olur da ölür? İzzetime yemin ettim ki, kıyamet gününde onları hesaba çekeceğim. Hasmın hasmı karşısında durdurduğu gibi durduracağım. Dediklerini ispat edene kadar öyle bırakacağım ve ebedi olarak ispat edemeyeceklerdir" diyordu. Sonra bu kişi Müslüman oldu ve daha önce hiç işitmemiş olduğum şeyler anlattı. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, «Bu apaçık bir büyüdür» demişlerdi..." âyetini açıklarken şöyle dedi: “Burada İsa'ya (aleyhisselam) verilen mucizeler kastedilmektedir. Yani ölüleri diriltmesi, çamurdan kuş yapıp ona üflemesiyle Allah'ın izniyle canlanması, alacalıları iyileştirmesi, gaybı ve evde insanların saklamış oldukları şeyleri bilmesi, Tevrat'ta tahrif edilmiş şeylerin İncil'le beraber düzeltilmiş olarak gelmesidir. Sonra Yüce Allah onların bütün bunları inkar ettiklerini zikretti." 111"Hani bîr de, «Bana ve Peygamberime îman edin» dîye havarilere ilham etmıştîm. Onlar da «İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit ol» demişlerdi." İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Hani bir de, «Bana ve Peygamberime iman edin» diye havarilere ilham etmiştim..."âyetini açıklarken: “Kalplerine bir duygu atmıştım, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde: “Hani bir de, «Bana ve Peygamberime iman edin» diye havarilere ilham etmiştim..." âyetini açıklarken: “Bu, peygamberlere gelen vahiy gibi bir vahiy değil de kalplerine atılmış bir vahiydir. Zaten vahiy iki çeşittir. Biri meleklerle gelir, diğeri de kulun kalbine atılır" dedi. 112Bkz. Ayet:115 113Bkz. Ayet:115 114Bkz. Ayet:115 115"Hanı havariler de, «Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mî?» demişlerdi. İsa da, «Eğer mü'minler iseniz, Allah'a karşı gelmekten sakının» demişti. Onlar, «İstiyoruz kî ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, görmüş şahitlerden olalım» demişlerdi. Meryem oğlu İsa, «Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen den bir delil olarak gökten bîr sofra indir, bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın» dedi. Allah da, «Ben onu size indireceğim. Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim» demişti." İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye, Hazret-i Âişe'den bildiriyor: Havariler, Allah'ı: “Rabbin güç yetirebilir mi?" demeyecek kadar bilen kimseler idiler. Fakat onlar: “Sen Rabbinden dua edip isteyebilir misin?" demişlerdi. Hâkim, Taberânî ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdurrahman b. Ğanm der ki: Muâz b. Cebel'e, Havarilerin: (.....) veya: (.....) deyişini sorduğumda: “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana bunu: (.....) şeklinde okudu" dedi. Ebû Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs bu âyeti: (.....) şeklinde (.....) harfi ile (.....) ifadesini de nasb (fetha) ile okudu. Ebû Ubeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr bu âyeti: (.....) şeklinde okudu ve: “Sen Rabbinden isteyebilir misin, mânâsındadır" dedi. İbn Ebî Hâtim, Âmir eş-Şa'bî'den bildiriyor: Hazret-i Ali bu âyeti: (.....) şeklinde okurdu ve: “Rabbin senin isteğini kabul eder mi, mânâsındadır" derdi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Yahya b. Vessâb ve Ebû Recâ bu âyeti: (.....) şeklinde ile ötre ile okumuşlardır. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî: “«Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi..." âyetini açıklarken: “Onlar: «Sen Rabbinden istersen Rabbin senin isteğini kabul eder mi?» dediler Bunun üzerine Allah onlara gökten bir sofra indirdi. O sofrada et hariç bütün yemekler mevcuttu" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: (.....) ifadesiyle: “Sofra", (.....) ifadesiyle de: “Yakînen kavramak kastedilmektedir" demiştir. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır..." âyetini açıklarken: “Sofranın indiği günü bayram edinelim, biz ve bizden sonrakiler bu güne saygı duysunlar mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır..." âyetini açıklarken: “Kendilerinden sonra gelenler için bir bayram günü olmasını istemişlerdi" dedi. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl'da, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, el- Azame'de ve Ebû Bekr eş-Şâfiî, "el-Ğaylâniyât" isimli Fevâid'inde bildirdiğine göre Selmân el-Fârisî der ki: Havariler, İsa b. Meryem'den sofra istedikleri zaman, Hazret-i İsa bu istekten hiç hoşlanmamış ve: “Allah'ın size yeryüzünde vermiş olduğu şeylerle kanaat edin. Gökten bir sofra istemeyin. Eğer öyle bir sofra inecek olursa bu, Rabbinizden sizin aleyhinizde bir delil olacaktır. Semûd kavmi peygamberlerinden mucize istedikleri zaman helak olmuşlardı. Semud kavmi o mucize ile imtihan olmuş ve bu mucize helaklarına sebep olmuştu" dedi. Fakat onlar yine de kabul etmeyerek mucize istedikleri için: “...İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, görmüş şahitlerden olalım..." dediler. İsa (aleyhisselam), Havarilerin bunu kabul etmediğini ve sofrayı istemekte ısrar ettiklerini görünce, kalkıp üstündeki yün elbiseyi atarak siyah kıldan bir cübbe ve bir hırka giyindi. Sonra abdest alıp gusletti ve namazgâha girip bir müddet namaz kıldı. Namazını bitirdiğinde kalkıp kıbleye dönerek ayaklarını bir hizaya getirdi. Topuklarını birleştirip parmaklarını da bir hizaya getirdi. Sağ elini sol elinin üzerine koyarak göğsüne götürdü. Sonra gözlerini yumup Allah korkusuyla başını eğdi ve gözyaşı dökerek ağlamaya başladı. Sürekli gözyaşı akıyor ve sakalının etrafından dökülüyordu. Başını eğmiş olduğu için yüzünün altı gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Bunu görünce Allah'a: “Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir." Bu, senden bize bir öğüt veya seninle bizim aramızda bir işaret olsun. Onun üzerinde bize yiyecekler ver; zira «Sen rızık verenlerin en hayırlısısın»" diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara iki bulut arasından kırmızı bir sofra indirdi. Bir bulut sofranın üstünde, bir bulut ta altındaydı. Havariler de gökyüzü boşluğundan sofranın kendilerine gelişini seyrediyordu. İsa (aleyhisselam), Allah'ın sofrayı indirmek için koştuğu şarttan dolayı korkarak ağlıyordu. Çünkü sofra indikten sonra onu inkar edecek kişilere âlemlerden hiç kimseye azap vermediği bir şekilde azap verecekti. Yine İsa (aleyhisselam) yerinde durmuş: “Allahım! Onu bize rahmet kıl. Allahım! Onu bize azap kılma! Allahım! senden ne acaip şeyler istedim bana hep verdin. Allahım! Bizi sana şükredenlerden kıl. Allahım! Bunu bize gazap ve ceza olarak indirmiş olmandan sana sığınıyorum. Allahım! Onu bize selamet ve afiyet kıl, fitne ve ibret eyleme" dedi. Sofra önüne ininceye kadar İsa (aleyhisselam) durmadan böyle dua ediyordu. Havariler ve arkadaşları etrafında güzel kokular alıyorlardı. Daha önce öylesi bir kokuyu asla almamışlardı. İsa (aleyhisselam) ve Havariler, Yüce Allah kendilerini hesap etmedikleri bir yerden rızıklandırdığı ve kendilerine büyük, ibret verici, acayip bir mucize gösterdi diye şükür secdesine kapandılar. Yahudiler de gelip sofrayı seyretti. Acayip şeyler gördüklerinde şiddetli bir üzüntü ve kedere kapıldılar. Yine şiddetli bir öfkeyle oradan ayrıldılar. İsa (aleyhisselam), Havariler ve arkadaşları sofranın etrafına oturunca sofranın bir bezle kapanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Sofranın üstünden bu bezi kaldırmaya hangimiz daha cesaretli, kendine daha fazla güvenir ve Rabbi katında imtihan edilmeye en uygun olandır? Bu kişi sofranın üzerini açsın ki, onu görelim. Rabbimize hamd edip ismini zikrederek bize verdiği rızıktan yiyelim" deyince, Havariler: “Ey Allah'ın Ruhu ve kelimesi! Sen içimizde en öncelikli ve onu açmakta en fazla hak sahibi olansın" dediler. İsa (aleyhisselam) bir daha abdest alarak namazgaha girdi ve bir kaç rekat namaz kıldı. Uzun bir süre ağlayarak, sofrayı açması için izin istedi, onu kendisi ve kavmine bereket ve rızık kılması için Allah'a dua etti. Sonra sofranın yanına gelip oturdu ve bezi tutarak: “Rızık verenlerin en hayırlısı Allah'ın ismiyle" deyip sofranın üzerinden örtüyü kaldırdı. Sofrada pişmiş iri bir balık gördüler. Üzerinde pul, içinde de kılçık yoktu. Ondan yağ sızıp akıyordu. Etrafında pırasa dışında bütün yeşilliklerden vardı. Başının yanında sirke, kuyruğunun yanında da tuz bulunmaktaydı. Yeşilliklerin etrafında beş ekmek vardı. Birinin üzerinde zeytin, birinin üzerinde hurma, diğerlerinin üzerinde beş tane nar vardı. Havarilerin başı Şemûn, İsa'ya (aleyhisselam): “Ey Allah'ın ruhu ve kelimesi! Bu dünya yiyeceğinden midi, yoksa Cennet yiyeceğinden mi?" diye sorunca: “Delillerden gördüklerinizden dolayı ibret alma ve soru sormaktan sakınma zamanı gelmedi mi? Bu mucize'den dolayı cezalandırılmanızdan ne kadar korkuyorum" karşılığını verdi. Şem'ûn: “Hayır, İsrail'in ilahına yemin olsun ki, ben bu soru ile kötü bir şey kastetmedim ey doğru kadının oğlu!" dedi. İsa (aleyhisselam): “Bu gördüğünüz ne Cennet, ne de dünya yemeğidir. Bu Yüce Allah'ın galip ve kahir kudretiyle havada icad ettiği şeydir. Ona: «Ol!» dedi ve göz kapatıp açmaktan daha hızlı bir şekilde oluverdi. Allah'ın ismiyle istediğiniz şeyden yiyin ve bundan dolayı Rabbinize hamd edin. Allah size ondan daha da verecek ve arttıracaktır. Zira Allah yoktan var eden kudret sahibi ve nimet verendir" dedi. Havariler: “Ey Allah'ın ruhu ve kelimesi! Bize bu mucizenin içinde de bir mucize gösterilmesini isteriz" deyince, İsa (aleyhisselam): “Sübhanallah! Gördüğünüz bu mucize size yetmiyor mu ki başka bir mucize istiyorsunuz?" diyerek balığa döndü ve: “Ey balık! Allah'ın izniyle önceden olduğun gibi tekrar diril" dedi. Balık Allah'ın kudretiyle taze ve diri bir balık oldu. Aslanın ağzının etrafını yalaması gibi ağzının etrafını yalıyor ve beyaz gözlerini açıp kapıyordu. Pulları da üzerine geri gelmişti. Havariler korkmuş ve geri çekilmişti. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Size ne oluyor mucize istiyorsunuz da Rabbiniz size gösterince ondan hoşlanmıyorsunuz. Yaptığınızdan dolayı cezalandırılırsınız diye ne kadar korkmaktayım. Ey balık! Allah'ın izniyle eski haline dön!" dedi. Balık yine Allah'ın izniyle ilk olduğu gibi eski haline döndü. Havariler, İsa'ya (aleyhisselam): “Ey Allah'ın ruhu! Ondan ilk yiyen kişi sen ol, sonra da biz yeriz" deyince: “Bunu yapmaktan Allah'a sığınırım. Yemeğe onu isteyenler önce başlar" karşılığını verdi. Havariler ve arkadaşları peygamberlerinin yemediğini görünce onun inişinin bir gazap olmasından ve kendilerinin ibretlik olmalarından korktular. İsa (aleyhisselam) bu durumlarını görünce fakirleri ve kötürümleri çağırarak: “Rabbinizin rızkından ve Peygamberinizin duasından yiyin. Bunu size indiren Allah'a hamd edin. O sizin için afiyet başkası içinde ceza olacaktır. Allah'ın ismiyle yemeğe başlayıp hamd ile bitirin" dedi. Onlar da öyle yaptılar. Ondan erkek ve kadın olmak üzere bin üç yüz kişi yemek yedi. Her kişi sofradan karnı doymuş ve geğirir bir şekilde kalkıyordu. İsa (aleyhisselam) ve Havariler sofraya baktıklarında gökten indiği gibi duruyordu. Ondan hiçbir şey eksilmemişti. Sonra sofra herkesin gözü önünde göklere geri çekildi. Ondan yiyen her fakir zenginleşti, her kötürüm de iyileşti. Ölene kadar da zengin ve sağlıklı kaldılar. Havariler ve arkadaşları ondan yemedikleri için ölene kadar dudakları akarak ve o yemekler kalplerinde hasret kalarak pişman olmuşlardı. Bundan sonra da sofra indiği zaman bütün İsrâil oğulları her yerden sofraya geliyor izdiham yaşanıyordu. Zengin fakir, kadın, büyük, küçük, sağlıklı olanlar, hasta olanlar birbirlerini sırtına binercesine akın ediyorlardı. İsa (aleyhisselam) bu durumu görünce aralarında bunu nöbetleşe yaptı. Sofra bir gün iniyor, bir gün inmiyordu. Bu şekilde kırk gün devam ettiler. Sofra güneş biraz yükseldiği zaman iniyor, öğle istirahatı zamanı gelene kadar ondan yiyorlardı. Öğle istirahatı zamanı da herkesin gözü önünde tekrar gökyüzüne çekiliyordu. Onlar da kayboluncaya kadar yerdeki gölgesine bakardı. Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam): “Sofradaki bu rızkımı yetimlere, fakirlere ve kötürümlere ver, zenginlere verme" diye vahiy indirdi. Allah böyle yapınca zenginler şüpheye düşerek kendilerini hakir gördüler. Bunun üzerine sofra hakkında şüpheye düştükleri gibi başka insanları da onun hakkında şüpheye düşürdüler. Sonra da sofra hakkında çirkin ve kötü şeyler çıkardılar. Böylece şeytan onlardan ihtiyacını karşılamış oldu. Vesveselerini şüphe edenlerin kalplerine bıraktılar. Onlar da İsa'ya (aleyhisselam): “Bize sofranın gökten inişinin hak olup olmadığını haber ver. Bizden çok kişi bu konuda şüpheye düştü" dediler. Bunun üzerine İsa (aleyhisselam): “Mesih'in ilahına yemin olsun ki, helak oldunuz. Rabbinizden istemesi için siz Peygamberinizden ısrarla sofra istediniz. Bunu yaptığı zaman da Allah sofrayı size rahmet ve rızık olarak gönderdi. Aynı zamanda ibret alacağınız mucizeler gösterdi. Siz onu yalanladınız ve hakkında şüpheye düştünüz. Azapla müjdelenin, sizden, Allah'ın rahmet ettiği kişiler dışında üzerinize azap inecektir. Yüce Allah, İsa'ya (aleyhisselam): “Şartlarımı yalanlayanlara ve sofra indikten sonra onu inkar edenlere daha önce hiç kimseye azap vermediğim bir şekilde azap vereceğim" diye vahiy indirdi. Şüphe edenler akşamladıkları vakit en güzel bir şekilde eşleriyle beraber emin olarak yataklarına girdiler. Gecenin sonuna doğru Allah onları domuza dönüştürmüştü. Sabahladıklarında çöplüklerdeki pislikleri karıştırmaya başladılar. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh, İbn Abbâs'tan bildiriyor: İsa b. Meryem, İsrâil oğullarına: “Siz otuz gün oruç tutup sonra da Allah'tan istediklerinizi isteyip size verilmesini ister misiniz? Şüphesiz ki çalışan kişi ücretini mal sahibinden alır" dedi. İsrâil oğulları öyle yapıp: “Ey hayrın öğretmeni! Sen bize: “Çalışanın ücreti kendisine çalışılan kişiye aittir" dedin ve bize otuz gün oruç tutmamızı emrettin. Biz de otuz gün oruç tuttuk. Eğer bir kişiye otuz gün çalışmış olsaydık mutlaka bize yemek verirdi. "Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" dediler. İsa da (aleyhisselam): “Eğer mü'minler iseniz, Allah'a karşı gelmekten sakının" dedi. Yüce Allah: “Onlar, «İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, görmüş şahitlerden olalım» demişlerdi. Meryem oğlu İsa, «Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın» dedi. Allah da, "Ben onu size indireceğim. Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim" buyurmuştu. Sonra melekler gökten sofra ile uçarak geldiler. Sofrada yedi balık ve yedi ekmek bulunmaktaydı. Ondan ilk kişilerin yediği gibi son kişiler de yedi. Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, el-Azdâd'da İbnu'l-Enbârî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin, Ammâr b. Yâsir'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Gökyüzünden gelen sofrada et ve ekmek indirildi. Onlara hainlik etmemeleri ve yarın için yemek kaldırmamaları emredildi. Ancak onlar hainlik edip yemek kaldırınca maymunlara ve domuzlara dönüştürüldüler" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim başka bir vecihle Ammâr b. Yâsir'den mevkûf olarak bunun aynısını bildirir. Tirmizî, mevkûf olan rivâyetin sahîh olduğunu söylemiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Ammâr b. Yâsir: “Sofra indiği zaman üzerinde Cennet meyvelerinden meyveler vardı" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Sofra, balık ve ekmekten ibaretti" dedi. Süfyân b. Uyeyne'nin, İkrime'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Eğer İsrâil oğulları olmasaydı ekmek küflenmez ve et kokmazdı. Ancak onlar eti ve ekmeği yarın için saklayınca ekmek küflenip et koktu" buyurdu. İbnu'l-Enbârî'nin, el-Azdâd'da bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es- Sülemî: “...Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir..." âyetini açıklarken: “Sofrada ekmek ve balık bulunmaktaydı" dedi. İbnu'l-Enbârî ve Ebu'ş-Şeyh, el-Azame'de Saîd b. Cübeyr'den bildiriyor: Sofra yemeklerle kaynar bir şekilde inmişti. Oturarak ondan yerlerdi. Hainlik ettikleri zaman biraz yukarı kaldırıldı ve dizlerinin üzerine çökerek yemeye başladılar. Yine hainlik ettiklerinde biraz daha kaldırıldı ve ayakta yemeye başladılar. Sonra bir daha hainlik ettiklerinde tümden kaldırıldı. İbnu'l-Enbârî, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: O öyle bir sofraydı ki ona dört bin kişi birden oturuyordu. Aralarında zayıf olanlar için: “Bunlar elbiselerimizi kirletmektedir. Sofrayı yükseltecek bir seki yapsak" dediler ve bir seki yaptılar. Bunun üzerine zayıf olanlar yemekten bir şeye erişemez oldu. Allah'ın emirlerine karşı gelince de Allah, sofrayı onlardan tümden kaldırdı. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbnu'l-Enbârî, el- Azdâd'da ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atiyye el-Avfî: “Mâide, kendisinde her yiyeceğin tadı bulunan bir balıktır" dedi. İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İkrime: “Sofrada indirilen ekmek pirinçtendi" dedi. İbn Cerîr'in Avfî vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “İsa'ya (aleyhisselam) ve Havarilere içinde ekmek ve balık olan bir sofra indirildi. Onlar nerede olursa olsun konakladıkları zaman isterlerse ondan yerlerdi" dedi. İbn Cerîr ve İbnu'l-Enbârî'nin, el-Azdâd'da, İkrime vasıtasıyla bildirdiğine göre İbn Abbâs sofra hakkında: “Onlar nerede konaklarsa yemek te gökten kendileri için oraya inerdi" dedi. Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid: “Onlar nerede konaklarsa yemek te yanlarına inerdi" dedi. İbn Cerîr, İshâk b. Abdillah'tan bildiriyor: Sofra İsa b. Meryem'e inmişti. Onda yedi ekmek ve yedi balık vardı. Onlar diledikleri gibi ondan yerlerdi. Aralarından bir kişi: “Belki bir daha inmez" diyerek ondan bir şeyler çaldı. Bunun üzerine sofra kaldırıldı ve bir daha inmedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Enbârî ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildiriyor: Bize nakledildiğine göre sofrada inen meyveler Cennet meyvelerinden idi. Onlara sofradan bir şey saklamamaları, hainlik etmemeleri ve yarın için bir şey kaldırmamaları emredildi. Allah onları bu şekilde imtihan etmekteydi. Onlar böylesi bir şey yapacağı zaman İsa (aleyhisselam) onları uyarıyordu. Ancak kavim hainlik edip bir gün sonrası için bir şeyler sakladı." Abd b. Humeyd ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: “Sofrada et dışında her şey indirilmişti. (.....) ifadesiyle de sofra kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Meysere ve Zâzân: “İsrâil oğullarına sofra indiği zaman bütün yemeklerde elleri birbirine karışırdı (herkes istediğinden yerdi)" dediler. İbn Ebî Hâtim, Vehb b. Münebbih'ten bildiriyor: Kendisine, Allah tarafından İsrâil oğullarına indirilen sofra sorulunca: “Her gün kendilerine bu sofrada Cennet meyvelerinden inerdi. Herkes istediği meyvelerden yerdi. O sofraya dört bin kişi oturuyordu. Onlar yemek yediği zaman Yüce Allah yerlerini diğer dört bin kişiyle değiştirirdi. Bu bir müddet öyle devam etti" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir..." âyetini açıklarken: “Bu, misal olarak verilmiş bir şeydir. Gerçekte onlara bir şey inmemiştir" dedi. Ebû Ubeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir, Mücâhid'den bildiriyor: Üzerinde yemekler olan sofra indirileceği zaman, onu inkar etme durumlarında kendilerine verilecek azap arz olundu. Bunun üzerine onlar da sofranın indirilmesini kabul etmediler. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbnu'l-Enbârî'nin bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: “Onlara: “Sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim" denilince: “Ona ihtiyacımız yoktur" dediler ve kendilerine öyle bir sofra indirilmedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “Sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim" âyetini açıklarken: “Bize nakledildiğine göre onlar sofra konusunda öyle şeyler yapınca domuzlara dönüştürüldüler" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim" âyetini açıklarken: “Sofra indikten sonra inkar eden kişilere edeceğim azabı sofra ehlinden başka kimseye etmeyeceğim, mânâsındadır" dedi. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: “Kıyamet gününde en şiddetli azabı görecek olanlar sofra olayına tanıklık edip te onu inkar edenler, münafıklar ve Firavun ailesidir" dedi. Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Âsim (.....) bu âyeti: (.....) şeklinde şeddeli olarak okumuştur. 116Bkz. Ayet:117 117"Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sen mî insanlara, Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin, dedin?« İsa da: «Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem, şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin» diyecektir. Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyin yalnız sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin." Tirmizî, Nesâî, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Deylemî, Ebû Hureyre'den bildiriyor: İsa'ya (aleyhisselam) hücceti telkin edilecektir. Yüce Allah onu: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, «Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin» dedin" şeklinde telkin etti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allah onu: «Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin» şeklinde telkin etmiştir" buyurdu. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Meysere: “Yüce Allah: «Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, «Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin» dedin...»' buyurduğu zaman, İsa'nın (aleyhisselam) bütün eklem kemikleri titreyip yere yığılacaktır" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): “Allah: «Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin, dedin» buyurduğu zaman, İsa'nın (aleyhisselam) bütün eklem kemikleri korkudan dolayı yerinden oynayacaktır" dedi. Abdurrezzâk, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde'ye: “Sen mi insanlara, «Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin» dedin?" sorusu ne zaman sorulacaktır?" denilince: “Bu, kıyamet gününde olacaktır. Allah'ın: «Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür» buyurduğunu görmüyor musun" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “Sen mi insanlara, «Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin» dedin" âyetini açıklarken: “Allah, İsa b. Meryem'i yanına kaldırdığı zaman Hıristiyanlar diyeceğini dedi ve bunu kendilerine İsa b. Meryem'in söylediğini iddia ettiler. Bunun üzerine Allah kendisi hakkında bu denilenleri sorunca: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin" dedi. Abdurrezzâk, Firyâbî, İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l- Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Tâvus bu âyet hakkında der ki: “İsa'ya (aleyhisselam) Rabbi soru sordu ve kendisini: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz" demeye muvaffak etti. Ebu'ş-Şeyh, Tâvus vasıtasıyla Ebû Hureyre'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yüce Allah, İsa'yı sorguya çekti. İsa da bu konudaki mazeretini dile getirdi. Yüce Allah onu sorguya çekerken: «Sen mi insanlara, "Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin" dedin?» diye sordu." İbn Merdûye'nin, Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde ümmetler toplandığı zaman her topluluk kendi lideriyle çağrılacaktır. îsa çağrılınca ona: «Ey İsa! "Sen mi insanlara, Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin, dedin"» diye sorulacaktır. İsa da: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin" diyecektir. Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin»s diye cevap verecektir." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Sen mi insanlara, «Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin» dedin?" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Yüce Allah, Hazret-i İsa'ya insanların duyacağı şekilde bunu sormuştur. Böylece Hazret-i İsa'ya, Allah'a kul olduğunu ikrar ettirmiş ve Hazret-i İsa hakkında aslı olmayan şeyleri söyleyenler, bu söylediklerinin batıl olduğunu anlamışlardır." Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin" âyetini açıklarken: “Benim de, sizin de efendiniz olan Allah'a kulluk edin, mânâsındadır" dedi. Taberânî'nin, İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) âyeti: “Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim» mânâsındadır" buyurdu. İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Ebu'ş-Şeyh, İbn Merdûye ve Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât'ta, İbn Abbâs'tan bildiriyor: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbesinde: “Ey insanlar! Sizler mahşerde Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak çıkacaksınız" buyurdu. Sonra: “Yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız" âyetini okuyarak şöyle devam etti: “Bilinki, kıyamet gününde ilk giydirilecek kişi İbrâhîm'dir. Bilin ki, benim ümmetimden bazı adamlar getirilecek ve sol tarafa alınacaklardır. Bunun üzerine ben: «Ey Rabbim! Ashâbım, ashâbım» diyeceğim. Bana: «Sen bunların senden sonra ne yaptığını bilmiyorsun» denilecektir. Ben de salih kulun demiş olduğu gibi: «Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun» diyeceğim. Yine bana: «Sen aralarından ayrıldıktan sonra, topuklarının üstünden geriye dönmüş mürtedlerdir» denilecektir. " İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun..." âyetini açıklarken: “Onları koruyucu yalnız sen oldun, mânâsındadır" dedi. Abdurrezzâk, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Katâde: “...Artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun..." âyetini açıklarken: “Onları koruyucu yalnız sen oldun, mânâsındadır" dedi. 118"Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin." İbn Ebî Şeybe, Musannef’te, Ahmed, Nesâî, İbn Merdûye ve Beyhakî, Sünen'de, Ebû Zer'den bildirir: Bir gece Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldı ve sabaha kadar: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" âyetini okudu. Rükuyu da, secdeyi de bu sözlerle yapıyordu. Sabahladığı zaman: “Yâ Resûlallah! Sabahlayana kadar hep bu âyeti okudun" dediğimde: “Ben Rabbimden ümmetim için şefaat istedim ve bana bunu verdi. Kişi şirk koşmadıktan sonra -inşallah bu vaad- geçerlidir" buyurdu. İbn Mâce, Ebû Zer'den bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gece namazında sabaha kadar: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" âyetini okudu. Müslim, Nesâî, İbn Ebi'd-Dünyâ, Hüsnü'z-Zan'da, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim, İbn Hibbân, Taberânî ve Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfat'ta, Abdullah b. Amr b. el- Âs'tan bildiriyor: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbrâhîm süresindeki: “Rabbim! O putlar çok insanları saptırdı; bana uyan bendendir, bana karşı gelen kimseyi Sana bırakırım; Sen bağışlarsın, merhamet edersin" âyetini okudu. İsa b. Meryem ise: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin'" âyetini okumuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini kaldırarak: “Ümmetim, ümmetimi" diyerek ağladı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Ey Cibrîl! Muhammed'e git ve: «Ümmetin konusunda seni razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz» de" buyurdu. İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildiriyor: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine şefaat dileyerek geceyi geçirdi. Namazını hep: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" âyeti ile kılıyordu. Sabaha kadar bu âyetle rüku ve secde ediyor bu âyetle kalkıp oturuyordu. İbn Merdûye, Ebû Zer'den bildiriyor: Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): “Annem babam sana feda olsun. Bütün Kur'ân'ı bildiğin halde geceyi bir âyetle geçirdin. Eğer bizden biri bunu yapmış olsaydı bunu onun aleyhinde bir şey sayardık" deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ümmetime dua ettim" dedi. Bunun üzerine: “Sana ne cevap verildi?" dediğimde: “Bana, ümmetimin bundan haberi olursa birçok kişi namazı terk ederdi cevabı verildi" buyurdu. "İnsanlara müjde vereyim mi?" dediğimde: “Olur, ver" dedi. Ömer dedi ki: “Yâ Resûlallah! Eğer bu haberi insanlara verecek olursan ibadetlerden uzaklaşırlar" dediğimde, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zer'e: “Geri dön!" diye seslendi. O da geri döndüğünde gece ibadetinde okumuş olduğu: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin'" âyetini okudu. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır..." âyetini açıklarken: “Onlar dedikleriyle azabı hak eden kullarındır" dedi. "...Eğer onları bağışlarsan..."âyeti hakkında ise: “Bunlar, İsa'nın (aleyhisselam) yeryüzüne inip de Deccal'ı öldüreceği zamana kadar ömürlerini uzattığın, bunu görüp de dediklerinden geri dönerek senin tek olduğunu ve senin kulların olduğunu söyleyen kişilerdir. Eğer onları dediklerinden geri döndüler diye bağışlarsan: “...Yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" dedi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Süddî: “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" âyetini açıklarken: “Eğer onları Hıristiyanlık üzeri bırakıp öldürecek olursan azap onlara hak olur. Şüphe yok ki, onlar senin kullarındır. Eğer onları Hıristiyanlıktan çıkarıp İslam'a hidayet edersen şüphe yok ki, sen güç mutlak sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin" dedi. Yine Süddî, İsa'nın (aleyhisselam) bunu dünyada iken söylediğini bildirmiştir. 119"Allah, şöyle diyecek: «Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.» Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük başarıdır." İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür..." âyetini açıklarken: “Bugün tevhid ehlinin tevhidlerinin kendilerine yarar sağladığı gündür" dedi. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî: “...Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür...'" âyetini açıklarken: “Bu, İsa'nın (aleyhisselam) sözlerinden bir kısımdır. O gün ise kıyamet günüdür" dedi. Abd b. Humeyd, İbnu'l-Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Katâde'den bildiriyor: Kıyamet gününde Allah'ın Peygamberi İsa (aleyhisselam) ve Allah'ın düşmanı İblis konuşacaktır. İblis: “Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz" diyecektir. Allah'ın düşmanı o gün doğru söylemiş olacaktır. Ancak dünyada iken yalancıydı. İsa (aleyhisselam) ise Allah'ın bildirmiş olduğu gibi: “Allah, şöyle diyecek: «Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.» Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük başarıdır" diyecektir. Yüce Allah: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür" buyurmaktadır. İsa (aleyhisselam) dünya hayatında ve ölümden sonra da doğru söyleyendir. 120"Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir." Ebû Ubeyd'in, Fedâil'de, Ebu'z-Zâhiriyye'den bildirdiğine göre Hazret-i Osmân, Mâide Sûresinin sonuna: “(=Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir)" ifadesini yazmıştı. |
﴾ 0 ﴿