84"(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler ile beraber yaz» derler. Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) sokmasını umarken, Allah'a ve bize gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?" Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yahudi biri Müslüman biriyle yalnız kaldığı zaman mutlaka onu öldürmeyi istemiştir" buyurdu. Başka bir lafızda ise: “Mutlaka onu öldürmeyi düşünmüştür" şeklindedir. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Mücâhid: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün..." âyetini açıklarken: “Burada Câfer ve ashâbı ile beraber Habeşistan'dan gelen grup kastedilmektedir" dedi. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rabâh): “Allah'ın, Hıristiyanlardan iyi kişiler olarak zikrettiği kişilerin hepsinde de Necâşî ve ashâbı kastedilmektedir" dedi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Atâ (b. Ebî Rabâh): “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün..."- âyetini açıklarken: “Burada mümin Muhacirler geldiği zaman, iman eden Habeşliler kastedilmektedir" dedi. Nesâî, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr: “...Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün...'" âyeti, Necâşî ve ashâbı hakkında inmiştir" dedi. İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Hâtim, Ebû Nuaym, Hilye'de ve Vahidî, İbn Şihâb vasıtasıyla bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb, Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el- Hâris b. Hişâm ile ürve b. ez-Zübeyr derler ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir mektup yazarak Amr b. Umeyye'yi Necâşî'ye gönderdi. Bu kişi Necâşi'nin huzuruna varıp Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mektubunu okudu. Sonra Necâşî, Câfer b. Ebî Tâlib'i ve beraberindeki muhacirleri çağırıp rahipleri ve keşişleri de topladıktan sonra, Câfer b. Ebî Tâlib'e, onlara Kur'ân okumasını emretti. Bunun üzerine Câfer b. Ebî Tâlib kendilerine Meryem sûresini okudu. Onlar da Kur'ân'a iman ederek gözyaşları dökmeye başladılar. İşte: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler"' âyetleri bunlar hakkında nâzil olmuştur. Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr şöyle dedi: “...Onların içinde keşişler ve rahipler vardır..." âyetini açıklarken: Burada, Necâşî'nin kavminden yaş ve ilim olarak en hayırlı olanları seçerek Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) göndermiş olduğu yetmiş kişi kastedilmektedir. Necâşî onlar vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Başka bir rivayette ifade şöyledir: Necâşî, ashâbından ileri gelenlerden otuz kişiyi Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi. Bu otuz kişi Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdiği zaman kendilerine "Yâsin" sûresini okudu. Kur'ân'ı işittikleri zaman ağladılar ve Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hak olduğunu anladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: “...Onların içinde keşişler ve rahipler vardır..." âyetini indirdi. Yine: “Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz buna da inanırlar. Kur'ân onlara okunduğu zaman: «Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden müslüman olmuş kimseleriz» derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri iki defa verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler" âyetleri onlar hakkında inmiştir. İbn Ebî Şeybe ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Urve der ki: (Ashâb) "Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün..." âyetinin Necâşî hakkında nâzil olduğu görüşündeydi." Abd b. Humeyd, Taberânî, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman..." âyetini açıklarken: “Bunlar denizci idiler. Câfer b. Ebî Tâlib ile beraber Habeşistan'dan gelmişlerdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), onlara Kur'ân okuyunca iman ettiler ve gözyaşları döktüler. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Topraklarınıza döndüğünüz zaman dininizden geri dönersiniz" buyurduğunda: “Hayır biz dinimizden geri dönmeyiz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman..." âyetini indirdi. Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde der ki: Bize nakledildiğine göre bu âyet Câfer ile beraber Habeşistan'dan gelen bir grup hakkında nâzil olmuştur. Câfer Kureyş'ten kırk, Eş'arî'lerden ise elli kişiyle beraber Habeşistan'a gitmişti. Eş'arîlerin içinde en büyükleri Ebû Âmir el-Eş'arî, en küçükleri ise Âmir'di. Aralarında Ak'ten de dört kişi bulunmaktaydı. Bu grubu yakalatmak için Kureyş'Iiler aralarından Amr b. el-Âs'ı ile Umâre b. el-Velîd'i Necâşî'ye gönderdiler. Bu ikisi Necâşî'ye varıp: “Bunlar kavimlerinin dinlerinde fesat çıkaranlardır" dediler. Necâşî onları getirterek durumu kendilerine sordu. Bunun üzerine onlar: “Bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi, Allah bize de bir tek olan Allah'a davet eden peygamber gönderdi. Bu peygamber bize iyiliği emredip kötülükten nehyetmektedir. Akrabalarla ilgilenmeyi ve akrabalık bağlarını kesmemeyi emretmektedir. Söz verdiğimizde sözümüzde durmayı ve ahde vefasızlık etmemeyi emretmektedir. Biz bu Peygamber'e inanıp iman ettiğimiz zaman kavmimiz aşırı gidip bizi topraklarımızdan çıkardılar. Biz de senden başka sığınacak birini bulamadık" dediler. Necâşî: “İyi ettiniz" dedi. Amr ve arkadaşı: “Bunlar İsa hakkında senden farklı şeyler söylüyorlar" deyince Necâşî: “İsa hakkında ne diyorsunuz?" diye sordu. Onlar: “Biz, Allah'ın kulu, Peygamberi ve el-Betül el-Azrâ'ya (bekar ve evlenmeyen Meryem'e) bırakmış olduğu kelimesi ve ruhudur, diyoruz" karşılığını verdiler. Necâşî: “Yanlış bir şey söylemediniz" dedikten sonra Amr ve arkadaşına: “Eğer sizler topraklarımda olmasaydınız sizleri şöyle şöyle yapardım" dedi. Bize söylendiğine göre Câfer ve arkadaşları geri döndükleri zaman onlar da (Necâşî'nin bazı adamları da) beraber gelmiş ve Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem) iman etmişlerdi. Bir kişi: “Eğer bunlar topraklarına dönecek olurlarsa tekrar eski dinlerine dönerler" dedi. Yine bize anlatıldığına göre Câfer yetmiş kişi ile beraber geri dönmüştü. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Kur'ân okuduğu zaman onların gözlerinden yaşlar akmıştı. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: Necâşî, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yedisi keşiş, beşi de rahip olmak üzere on iki kişi gönderdi. Bunlar Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşüp bazı şeyler soracaklardı. Bu kişiler Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vardıklarında, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine Allah'ın kendisine indirmiş olduğu âyetlerden okudu. Bunun üzerine onlar ağladılar ve iman ettiler. Bu sebeple Yüce Allah onlar hakkında: “Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler" âyetini indirdi. İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de ashâbı için müşriklerden korkunca, Câfer b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ûd ve Osmân b. Maz'ûn'u ashâbından bir grupla bebarer kral Necâşî'nin yanına, Habeşistan'a gönderdi. Müşrikler bu haberi alınca Amr b. el-Âs'ı bir grupla Necâşî'ye gönderdi. Bu grup Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) grubundan önce Necâşî'ye varıp: “Aramızda Kureyş'lilerin akıllarının az ve emellerinin boş olduğunu iddia eden bir adam çıktı. Bu kişi peygamber olduğunu iddia etmektedir. Kavminde fesat çıkarmak için bir grup göndermiş bulunmaktadır. Biz de bunu sana haber vermek istedik" dediler. Necâşî: “Eğer bana gelirlerse dedikleri şeye bir bakarım" karşılığını verdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbı Necâşî'nin kapısına gelip: “Allah'ın dostlarına izin ver" dediler. Necâşî. "Onlara izin vardır, Allah'ın dostlarına merhaba" dedi. Ashâb yanına girip selam verince, müşriklerden bir grup: “Görüyorsun ey kral! Biz sana doğru söylemekteyiz. Onlar gerektiği gibi sana selam vermemekteler" dedi. Necâşî: “Beni gerektiği gibi selamlamanızdan alıkoyan nedir?" diye sorunca: “Biz seni Cennet ahalisinin ve meleklerin selamıyla selamladık" cevabını verdiler. Necâşî: “Arkadaşınız, İsa ve annesi hakkında ne demektedir?" deyince: “İsa'nın (aleyhisselam), Allah'ın kulu, peygamberi ve Meryem'e (aleyhesselam) bıraktığı ruhu ve kelimesidir" demektedir. Meryem'in (aleyhesselam) hakkında ise: «Temiz el-Betûl el- Azrâ (bekar ve evlenmeyen kadın)dır» demektedir" dediler. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak: “Arkadaşınız, İsa'nın dediğine bu çöp kadar bir şey eklememiştir" dedi. Müşrikler bu durumdan hoşlanmamış ve yüzlerinin rengi değişmişti. Necâşî ashâba: “Size indirilenden bir şey okuyor musunuz?" deyince: “Evet, okuyoruz" karşılığını verdiler. Necâşî: “O zaman okuyun" deyince de ashâb okudu. Necâşî'nin etrafında keşişler, rahipler ve diğer yardımcıları bulunmaktaydı. Keşişlerden ve rahiplerden bir grup her âyet okunmasında bunların haktan olduğunu anladılar ve gözyaşları akmaya başladı. Bunun için Yüce Allah onların hakkında: “(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. «Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed'in ümmeti) ile beraber yaz» derler"' âyetlerini indirdi." Taberânî, Selmân'ın Müslüman oluşunu anlatırken şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'ye geldiği zaman yemek yapıp yanına gittim. "Bu nedir?" buyurduğunda: “Sadakadır" cevabını verdim. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına: “Yiyin" buyurdu. Bir müddet sonra bir daha yemek yapıp götürdüğümde: “Bu nedir?" diye sordu. Ben: “Bu hediyedir" dediğimde ondan yiyerek ashâbına da: “Yiyin" buyurdu. Ben: “Yâ Resûlallah! Bana Hıristiyanlıktan haber ver" dediğimde: “Ne onlarda,, ne de onları sevenlerde bir hayır vardır" buyurdu. Bu dediği bana ağır gelmiş bir şekilde yanından kalkmıştım. Sonra Yüce Allah: “(Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Peygamber'e indirileni (Kur'ân'ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün..." âyetlerini indirdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), beni çağırtıp: “Ey Selmânl Senin arkadaşların Allah'ın burada zikretmiş olduğu kişilerdir" buyurdu. Abd b. Humeyd ve Ebu'ş-Şeyh'in bildirdiğine göre Katâde: “...Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da mutlaka «Biz Hıristiyanlarız» diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar'" âyetini açıklarken şöyle dedi: “Ehl-i Kitâb'dan bazı kişiler (Nasraniler), İsa'nın (aleyhisselam) getirmiş olduğu hak şeriat üzereydiler. Ona iman etmiş ve ona uymuşlardı. Allah, Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği zaman kendisine inandılar ve iman ettiler. Getirdiği hak şeylerin de Allah katından olduğunu bildiler. Allah ta işittiğiniz gibi onları bu şekilde övdü." Ebû Ubeyd, Fedâil'de, İbn Ebî Şeybe, Müsned'de, Abd b. Humeyd, Buhârî, Târih'te, Hâris b. Ebî Usâme, Müsned'de, Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru'l- Usûl'da, Bezzâr, İbn Ebî Dâvud, İbnu'l-Enbârî, Mesâhifte, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn Merdüye'nin bildirdiğine göre Selmân'a: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır...'" âyetinin açıklaması sorulunca şöyle dedi: “Burada manastırdaki rahipler kastedilmektedir. Bu âyet Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) şeklinde inmiştir. Hakîm et-Tirmizî'nin lafzı ise şöyledir: “Ben bu âyeti Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): (.....) şeklinde okudum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bu âyeti: (.....) şeklinde okudu. Beyhakî, Delâil'de, Selmân'dan bildiriyor: Ben Râmahurmuz'da yetim bir kişi idim. Râmahurmuz idarecisinin oğlu sürekli öğretmeninin yanına gider gelirdi. Bu sebeple ben de onun yakınında bulunmak istedim. Benden büyük kendini beğenmiş kibirli bir ağabeyim vardı. Ben ise yoksul bir kişi idim. Öğretmen dersi bitirip öğrenciler dağıldığı zaman, Râmahurmuz idarecisinin oğlu elbisesiyle yüzünü kapatır ve dağa çıkardı. Bunu çok sık olarak yapardı. (Bir gün kendisine) "Niçin şöyle şöyle yapıyorsun ve beni beraber götürmüyor sun?" dediğimde: “Sen çocuksun ve durumumuzu ifşa etmenden korkuyorum" cevabını verdi. Ona: “Korkma!" deyince: “Bu dağda bir mağarada, ibadet edip Yüce Allah'ı ve âhireti zikreden salih kişiler vardır. Bunlar ateşperestlerin ve putperestlerin dinsiz olduğunu iddia ediyorlar" dedi. Kendisine: “Beni de beraberinde bu kişilerin yanına götür" dediğimde: “Onlardan izin almadan öyle bir şey yapamam. Senin bizi açığa çıkarıp ta babamın bu durumu öğrenerek onları öldürmesinden ve bu kişilerin benim yüzümden helak olmasından korkuyorum" karşılığını verdi. "Ben öyle bir açık vermem" dedim. Onlardan benim için izin alıp: “Yanımda yetim bir çocuk vardır. Bu çocuğun yanınıza gelip sizleri dinlemesini istiyorum" dedi. Onlar da: “Eğer kendisine güveniyorsan getir" deyince: “Kendisinden size ancak hoşlandığım şeylerin gelmesini temenni ederim" dedi. Onlar da: “O zaman onu da beraberinde getir" dediler. Bunun üzerine bana: “Senin benimle gelmen için kendilerinden izin aldım. Benim dersten çıkış saatimde gittiğimi gördüğünde yanıma gel ve bunu kimse bilmesin. Eğer babam bunu anlarsa onları öldürür" dedi. Râmahurmuz idarecisinin oğlunun dersten çıkış saati geldiğinde kendisini takip ettim. Bir dağa çıktık ve bahsettiği kişilerin yanına vardık. Onlar bir mağaradaydılar." —Ali der ki: “Zannımca Selmân: “Bunlar altı veya yedi kişiydiler" dedi.— Onların ibadet etmekten sanki canları çıkmıştı. Onlar gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet ediyor buldukları yeşilliklerden yiyorlardı. Yanlarına oturduk. Râmahurmuz idarecisinin oğlu beni methederek hakkımda hayırlı şeyler söyledi. Onlar da, Allah'a hamdü sena ederek geçmiş resuller ve peygamberlerden bahsettiler. Sıra İsa b. Meryem'e gelince: “Allah onu (Meryem'den) erkeksiz olarak gönderdi. Allah onu peygamber olarak gönderip ona ölüleri diriltme, çamurdan kuş yaratma, körleri ve sedef hastalarını iyileştirme gücü verdi. Bazı kavimler kendisine tâbi olurken bazıları da inkar etti. O, Allah'ın kendisiyle (insanları) imtihan ettiği kulu ve elçisiydi" dediler. Bunları söylemeden önce de: “Ey çocuk! Senin bir Rabbin vardır. Yine senin geri döneceğin bir yer vardır. Önünde Cennet ve Cehennem vardır ki, gideceğin yer ikisinden biridir. Ateşperestler sapıklığa düşmüş dalalet ehlidir. Allah onların yaptıkları şeylerden razı değildir ve onlar hiçbir din üzere değildirler" dediler. Râmahurmuz idarecisinin oğlunun yanlarından çıkış saati gelince ben de kendisiyle beraber gittim. Sonra bir daha yanlarına gittiğimizde önceki gibi ve daha güzel şeyler söylediler. Ben de yanlarında kalmak istedim. Bana "Ey Selmân! Sen daha çocuksun, sen bizim yaptığımızı yapmaya güç yetiremezsin. Sen ye, iç, namaz kıl ve yat" dediler. Râmahurmuz idarecisi, oğlunun bu yaptığını gördü ve atına binip onu takip ederek bu mağaraya yanlarına geldi. Onlara: “Ey sizler! Bana komşu oldunuz ve ben size iyi komşuluk ettim ve benden bir kötülük görmediniz. Ancak siz oğlumu bana karşı bozdunuz. Size üç gün mühlet veriyorum. Eğer üç gün sonra sizi burada bulursam mağaranızı yakarım. Siz kendi topraklarınıza geri dönün. Benim tarafımdan size bir kötülük gelmesini istemiyorum" dedi. Onlar da: “Biz sana karşı kötü bir şey kasdetmedik. Ancak senin için hayırlı şeyler istedik" dediler. Bu idareci oğlunu onların yanına gitmekten alıkoydu. İdarecinin oğluna: “Allah'tan kork, bu dinin Allah'ın dini olduğunu, babanın ve bizim başka dine tabi olduğumuzu biliyorsun. Bunlar ateşe tapmaktadır ve Allah'ı tanımamaktadırlar. Âhiretini başkasının dünyası için satma" dedim. O: “Ey Selmân! Mesele söylediğin gibidir. Babam onları yok etmesin diye yanlarına çıkmamaktayım. Eğer yanlarına gidecek olursam babam beni yine atıyla takip edecektir. Zaten benim yanlarına gitmemden korkarak onları oradan kovdu. Onların haklı olduğunu bilmekteyim" dedi. Bunun üzerine kendisine: “Sen bilirsin" dedim. Sonra ağabeyime durumu anlatıp bu kavmin yanına gitmeyi teklif ettim. Ağabeyim: “Ben kendi maişetim için uğraş veren biriyim" dedi. Bunlar dağdan göçecekleri gün yanlarına çıktım. Bana: “Ey Selmân! Biz sakınmaktaydık, ancak olanları görmektesin. Allah'tan kork ve bil ki, din sana vasiyet ettiğimiz gibidir. Bu ateşperestler Allah'ı bilmemekte ve anmamaktalar. Onlardan kimse seni aldatmasın" dediler. Onlara: “Ben sizden ayrılacak değilim" deyince: “Sen bizimle olmaya güç yetiremezsin. Biz gündüz oruç tutup gece de ibadet ediyoruz. Biz bitkilerden ve bulduğumuz şeylerden yiyoruz. Sen buna güç yetiremezsin" dediler. Ben yine: “Ben sizden ayrılacak değilim" dedim. Onlar: “Sen bilirsin, biz halimizi sana arzettik. Eğer bizden ayrılmayı kabul etmiyorsan seninle beraber gelecek birini getir ve beraberinde yiyecek şeyler al. Çünkü sen bizim yaptıklarımıza güç yetiremezsin" dediler. Ben de öyle yapıp ağabeyime benimle gelmesini söyledim, ama o bunu kabul etmedi. Yanlarına çıktığımda eşyalarını yüklendiler ve beraber yola çıktık. Allah, selametle Musul'a varmamızı nasip etti. Orada bir mabede gittik. İçeri girdiklerinde oradakiler kendilerini neşe ve sevinçle karşılayarak: “Nerelerde idiniz?" dediler. Onlar da: “Biz, Allah'ın zikredilmediği ateşperestlerin bulunduğu bir şehirdeydik. Bizi oradan kovdular ve sizin yanınıza geldik" dediler. Bir zaman sonra: “Ey Selmân! Bu dağda dindar bir kavim bulunmaktadır. Biz onların yanına gitmek istiyoruz. Sen de bunlarla beraber burada kal. Bunlar da dindardır ve onlardan hoşlanacağın şeyler göreceksin" dediler. Ben: “Ben sizden ayrılacak değilim" deyince: “Mabettekiler de bana nasihat ederek: “Bizimle beraber kal, gücümüz nispetinde bir şeyden geri kalmazsın" dediler. Ben yine: “Ben sizden ayrılacak değilim" dedim ve beraberlerinde yola çıktım. Dağların arasına vardığımızda dibinde birçok su testileri ve çokça ekmek bulunan bir kayanın yanına vardık. Bu kayanın dibinde konakladık. Güneş çıktığı zaman dağların arasından birer birer birçok kişi çıkıp gelmeye başladı. Sanki canları çıkmış gibiydiler. Toplandıkları zaman arkadaşlarımı sevinçli ve neşeli bir şekilde karşılayarak: “Nerelerde idiniz, sizi görmüyorduk?" dediler. Arkadaşlarım: “Biz, Allah'ın zikredilmediği ve ateşperestlerin yaşadığı bir şehirdeydik. Biz orada Allah'ı zikrediyorduk, ama bizi oradan kovdular" cevabını verdiler. Bu gelenler: “Bu çocuk ta nedir?" diye sorunca, arkadaşlarım beni överek: “Bu, o şehirden bir arkadaşımızdır, ondan hayırlı şeylerden başka bir şey görmedik" dediler. Vallahi! Biz bu durumda iken mağaradan bir kişi çıkıp geldi ve selam vererek oturdu. Arkadaşlarım onu sevinçli ve neşeli bir şekilde saygıyla karşılayıp çepeçevre etrafında oturdular. Bu kişi onlara: “Nerede idiniz?" diye sorunca durumu kendisine anlattılar. "Bu çocuk ta nedir?" dediğinde beni överek kendilerine katılışımı anlattılar. Daha önce hiç görmediğim bir şekilde ona saygı gösteriyorlardı. Bu kişi Allah'a hamdü sena ettikten sonra Allah'ın göndermiş olduğu peygamberleri zikrederek karşılaştıkları ve yaptıkları şeyleri anlattı. İsa b. Meryem'e gelince de, Allah'ın onu erkeksiz olarak Meryem'den yarattığını, peygamber olarak gönderdiğini, Allah'ın kendisine ölüleri diriltme, körleri ve sedef hastalarını iyileştirme, çamurdan kuş yapıp ona üfleyerek Allah'ın izniyle ona can verme gücü verdiğini, Allah'ın kendisine İncil'i indirdiğini ve Tevrât'ı öğrettiğini, kendisini İsrâil oğullarına peygamber olarak gönderdiğini ve bazı kavimlerin kendisine iman edip bazılarının da inkar ettiğini söyledi. Yine İsa'nın (aleyhisselam) karşılaştığı bazı durumları anlatarak Allah'ın kendisine nimetler verdiği bir kul olup Allah'ın kendisini mükâfatlandırmış ve ondan razı olduğunu söyledi. Etrafındakilere nasihat etmeye devam edip: “Allah'tan korkun ve İsa'nın (aleyhisselam) getirdiklerine tabi olun. Ona karşı gelmeyin, aksi takdirde Allah sizi ayrılıklara düşürür" diyordu. Sonra: “Kim bu şeylerden (yiyecek ve içecekten) almak isterse alsın" dedi. Bunun üzerine her kişi kalkıp bir testi su ve yemeklerden bir şeyler almaya başladı. Sonra beraberlerinde geldiğim arkadaşlarım bu kişinin yanına gelip kendisine saygıyla selam verince kendilerine: “Bu dinde sebat edin ve fırkalara ayrılmaktan sakının. Bu çocuk hakkında da hayırlı şeyler vasiyet edin" dedi. Bana da: “Ey çocuk! Bu anlatmış olduğum Allah'ın dinidir. Diğerleri ise küfürdür" dedi. Ben de kendisine: “Ben senden ayrılacak değilim" dediğimde: “Sen benimle olmaya güç yetiremezsin, çünkü ben bu mağaradan sadece pazar günleri çıkmaktayım. Bu şekilde sen benimle kalamazsın" dedi. Sonra ashâbına dönünce, ashâbı: “Ey çocuk! Sen onunla olmaya güç yetiremezsin" dediler. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" deyince: “Ey çocuk! Ben şimdi sana bir daha söylüyorum ki, ben buraya gireceğim ve gelecek pazar gününe kadar çıkmayacağım. Artık sen bilirsin" dedi. Ben yine de: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Ashâbı bu kişiye: “Ey filan! Bu daha bir çocuktur, ona bir şey olmasından korkuyoruz" dediler. Bu kişi bana: “Yine de sen bilirsin" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Benim ilk beraber olduğum arkadaşlarım kendilerinden ayrılacağım zaman ağlamaya başladılar. Bu kişi bana: “Bu yemekten ve sudan sana gelecek haftaya yetecek kadar al" deyince ben onlardan bir miktar aldım. Her kişi de tekrar kendi yerine geri döndü. Bu kişi dağdaki mağaraya girinceye kadar arkasından gittim. Bana: “Sen de olanları indir ve yiyip iç " diyerek kendisi namaza durdu. Bende kendisiyle namaza durdum. O bana doğru dönüp: “Senin buna gücün yetmez, fakat namaz kıl ve yat, yemek ye ve iç" dedi. Ben de öyle yaptım. Onun yemek yiyip bir şey içtiğini görmedim. Diğer pazar gününe kadar onu sadece rükuda ve secdede gördüm. Sabahladığımız zaman: “Su testini al ve dışarı çık" dedi. Ben de çıktım ve o kayanın dibine gittim. Yine o kişiler dağlardan çıkıp geldiler ve toplanmaya başladılar. Bu kişinin çıkmasını bekliyorlardı. Bu kişi çıkıp oturduktan sonra çok güzel şeyler anlatarak bir hafta önce anlatmış olduğu konulara benzer bir şeyler anlattı. Sonra: “Bu dine tutunun ve fırkalara ayrılmayın. Allah'tan korkun ve bilin ki İsa b. Meryem, Allah'ın kulu ve nimetlendirdiği kişidir" dedi. Sonra oradakiler benden sözederek: “Ey Filan! Bu çocuğu nasıl buldun?" deyince, beni övüp hayırlı şeyler söyledikten sonra Allah'a hamdü senalar etti. Ekmek ve su bolca var idi. Herkişi kendine yetecek kadar bir miktar almaya başladı. Ben de öyle yaptım. Sonra yine geldikleri dağlara dağıldılar. Bu kişi tekrar mağarasına dönünce ben de kendisiyle döndüm. Bir müddet öyle devam etti. Her pazar günü mağaradan çıkıyor ve arkadaşları her pazar yanına geliyordu. Her haftada her zamanki gibi onlara nasihatlar veriyordu. Yine bir pazar günü toplandıklarında Allah'a hamd edip onu ta'zîm ettikten sonra her zamanki gibi diyeceğini dedi ve: “Ey sizler! Ben artık yaşlanmış ve zayıf biriyim. Ecelim de yaklaşmış bulunmaktadır. Şimdiye kadar Beytü'l- Makdis'e (Kudüs'e) gitmedim. Oraya muhakkak gitmeliyim. Bu çocuğa dikkat edin ve hakkında hayırlı şeyler yapın. Onun iyi bir çocuk olduğunu görüyorum" dedi. Ashâb bu dediğinden dolayı korkmuştu. Onların korkulan gibi bir korku da daha önce görmemiştim. Onlar: “Ey Ebû Filân! Sen yaşlı ve yalnız birisin. Senin başına bir şey gelip gelmemesinden emin değiliz. Şimdi de sana her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır" dediler. Bu kişi: “Beni yolumdan geri çevirmeyin, ben muhakkak gitmeliyim. Fakat bu çocuk hakkında hayırlı şeyler yapın. Şöyle şöyle yapın" dedi. Bunun üzerine ben de kendisine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. O: “Ey Selmân! Benim durumumu ve ne üzere olduğumu biliyorsun. Bu ise diğer şeyler gibi değildir. Ben yürürüm ve gündüz oruç tutar, gece ibadet ederim. Bu sebeple beraberimde azık veya başka bir şey taşıyamam. Senin de buna gücün yetmez" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. O: “Sen bilirsin" dedi. Ashabı: “Ey filan! Biz senin ve yanındaki çocuk hakkında endişeleniyoruz" deyince: “Bu çocuk durumu bilmektedir. Ben kendi durumumu ona anlattım. Bundan daha önceki durumumu da gördü" dedi. Ben yine: “Ben senden ayrılacak değilim" dedim. Sonra ağlıyarak onunla vedalaştılar. Onlara: “Allah'tan korkun ve nasihat ettiğim gibi olun. Eğer yaşarsam umulur ki size tekrar dönerim. Eğer ölürsem, Allah diridir ve ölmeyendir" dedi. Sonra onlarla vedalaşıp bana: “Bu ekmekten yiyeceğin kadar bir şeyler al" dedi ve beraber yola çıktık. O yürürken Allah'ı zikrediyordu. Etrafına bakmıyor ve hiçbir şeyin yanında durmuyordu. Akşam olunca bana: “Ey Selmân! Sen namaz kıl ve yat. Yemek ye ve iç (sürekli oruç tutma)" dedi. Sonra kendisi namaza kalktı. Beytü'l- Makdis'e varana kadar bu böyle devam etti. O akşamladığı zaman hiç gökyüzüne bakmazdı. Beytü'l-Makdis'e vardığımız zaman Beytü'l-Makdis'in (Kudüs'ün) kapısında kötürüm biri oturuyordu. Bu kötürüm kişi: “Ey Allah'ın kulu! Benim halimi görüyorsun. Bana bir tasaddukta bulun" dedi. Ancak o, bu kötürüm kişiye bakmadan mabede girdi. Bende beraberinde girdim. O mabedin değişik yerlerinde namaz kılmaya başladı. Sonra: “Ey Selmân! Ben şu şu zamandan beri uyumamışım ve bir uyku tadı bulamamaktayım. Gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyandırırsan uyuyacağım. Çünkü bu mabedde uyumak istiyorum. Yoksa gene de uyumazdım" deyince: “Tamam ben seni uyandırırım" dedim. O: “Ben uyuduğumda gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyandır" dedi ve uyudu. Ben de kendi kendime: “Bu filan filan zamandan beri uyumamaktadır. Bu sebeple uykuya doyuncaya kadar onu uyandırmayacağım" dedim. O yürürken bana doğru döner ve nasihat vererek benim Rabbimin olduğunu önümde Cennet, Cehennem ve hesabın bulunduğunu söylerdi. Yine bana bunları öğretip, pazar günleri arkadaşlarına hatırlattığı şeyleri bana hatırlatırdı. Hatta bana anlattıkları arasında: “Ey Selmân! Yüce Allah, Ahmed adında Tihâme'den çıkacak bir peygamber gönderecektir." - O, Arap olmadığı için Tihâme ve Ahmed sözcüklerini tam telaffuz edemeyen biri idi- "Onun alameti hediye olan şeyden yemesi, sadakadan ise yememesidir. Omuzlan arasında peygamberlik mührü vardır. Bu zaman da yaklaşmış bulunmaktadır. Ben yaşlı biriyim. O zamana yetişeceğimi sanmıyorum. Eğer sen ona yetişirsen onu tasdik et ve ona tâbi ol" demişti. Ona: “Dinimi terk etmemi emretse bile mi?" diye sorunca: “Dinini terk etmeni emretse bile ona uy. Çünkü getirdikleri hak üzeredir ve Allah'ın rızası söyledikleri şeylerdedir" demişti. Az bir zaman geçmişti ki, korkup Allah'ı zikrederek uyandı ve: “Ey Selmân! Gölge burayı geçti, ama ben Allah'ı zikretmedim, hani beni uyandıracaktın?" dedi. Bunun üzerine ona: “Sen bana şu şu zamandan beri uyumadım" demiştin. Ben de bu sebeple uykuya doyuncaya kadar uyumanı istedim" dedim. O, Allah'a hamd ederek kalkıp yürüyünce ben de arkasından gittim. Kötürüm kişi: “Ey Allah'ın kulu! Mabede girerken senden sadaka istedim bir şey vermedin. Çıkarken de istedim yine bir şey vermedin" dedi. Bunun üzerine o etrafına bakınıp kendisini kimsenin görüp görmediğine baktı ve kötürüme yaklaşarak: “Bana elini ver!" dedi. Kötürüm elini verince: “Allah'ın ismiyle kalk!" dedi ve kötürüm bağlı olduğu ipinden kurtulan kişi gibi ayağa kalktı. Kötürümlüğünden hiçbir eser kalmamıştı. Sonra onun elini bırakıp yoluna devam etti. Yine hiçbir tarafa bakmıyor ve hiç kimsenin yanında durmuyordu. Kötürümlükten kurtulan kişi: “Ey çocuk! Bana eşyalarımı yüklenmeme yardım et te gidip durumumu aileme haber vereyim" dedi. Ben eşyalarını yüklenmesine yardım ettikten sonra adam bana bakmadan yoluna devam etti. Ben de kendisini iyileştiren yaşlı kişinin peşine düştüm. Onu her karşılaştığım kişiye sorduğumda: “Önündedir" dediler. Kelb kabilesinden bir kafileyle karşılaştım ve bu yaşlı kişiyi kendilerine sordum. Konuşma şivemi işittiklerinde biri devesini çöktürüp beni devesinin terkisine bindirdi. Ülkelerine vardığımızda beni Ensâr'dan bir kadına sattılar. O da bakmam için beni bir bahçesine yerleştirdi. Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiği bana haber verilince hurmalardan bir miktar alarak yanına gittim. Yanında bazı kişiler vardı ve en yakınında Ebû Bekr bulunmaktaydı. Hurmaları önüne koyunca: “Bu nedir?" diye sordu: “Ben de: “Sadakadır" dediğimde, oradakilere: “Yiyin!" buyurdu ve kendisi yemedi. Bir zaman sonra bir daha hurma alarak yanına gittim. Yine Ebû Bekr kendisine en yakın kişiydi. Hurmaları önüne bıraktığımda: “Bu nedir?" diye sordu. Ben de: “Hediyedir" dedim. Bunun üzerine: “Bismillah!" dedi ve yanındakilerle beraber yemeye başladı. Kendi kendime: “İşte bu, onun işaretleridir" dedim. Arkadaşım Arap olmayan biri idi. Bu sebeple Tihâme diyemeyip: “Tihmet ve Ahmed" demişti. Arkasına geçtiğimde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mührü görmek istediğimi sezip giysisini gevşetince sol omuzunun kenarında peygamberlik mührünü gördüm. Mühre dikkatlice baktıktan sonra tekrar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne gelip: “Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ederim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen kimsin?" diye sorunca: “Ben bir köleyim" diye cevap verdim. Sonra da beraber olduğum adamın dediklerini ve bana emrettiklerini anlattım. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sen kimin kölesisin?" deyince: “Beni bakmam için bir bahçesine bırakan Ensâr'dan bir kadının kölesiyim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) : “Ey Ebû Bekr!" deyince, Ebû Bekr: “Emrindeyim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Onu satın al!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekr beni satın alıp azad etti. Bir müddet sonra Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip selam verdim ve önünde oturarak: “Yâ Resûlallah! Hıristiyanlar hakkında ne diyorsun?" diye sordum. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ne onlarda, ne de dinlerinde bir hayır vardır" buyurdu. İçime çok büyük bir şey düşmüştü. Beraber olduğum kişi, kendisinden öyle şeyler gördüğüm kişi ve Allah'ın kötürümü eliyle iyileştirdiği kişide ve dininde bir hayır yok muydu? İçimde birçok şeylerle çıkıp gittim. Sonra Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar" âyetini indirdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Selmân'ı çağırın" buyurunca elçisi beni çağırmaya geldi. Ben korkmuştum. Gelip Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde oturduğumda: “Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" deyip: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar'" âyetini okudu. Sonra: “Ey Selmân! Beraber olduğun arkadaşların Hıristiyan değildir, onlar müslümandır" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, Senin dinine tabi olmamı emretmişti. Ona: «Dinini ve üzeri olduğun şeyi terk etmemi emretse bile terkedeyim mi?» dediğimde: «Evet terk et, çünkü hak olan ve Allah'ın sevdiği şeyler sana emrettiği şeylerdedir» karşılığını verdi" dedim. İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Hasan: (.....) ifadesini açıklarken: “Burada (Hıristiyanların) âlimleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: (.....) ifadesi Hıristiyanların âbidleri kastedilmektedir" dedi. İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn İshâk der ki: Zührî'ye: “...Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar" âyeti ile: “...Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler" âyetinin açıklamasını sorduğumda: “Ben sürekli âlimlerimizin: «Bu âyetler, Necâşî ve arkadaşları hakkında nâzil olmuştur» dediklerini işitirdim" dedi. İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve İbn Merdûye'nin değişik kanallarla bildirdiğine göre İbn Abbâs: “...Bizi (hakikate) şahitlik edenler ile beraber yaz..." âyetini açıklarken: “Muhammed'in ümmeti ile beraber yaz mânâsındadır" dedi. Başka bir rivayette ise: “Şahitlikle Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ümmeti kastedilmektedir. Onlar Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer peygamberlerin tebliğ ettiğine şahitlik etmişlerdir" şeklindedir. İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Zeyd: “Rabbimizin, bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) sokmasını umarken..." âyetini açıklarken: “Burada salih kavimle Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı kastedilmektedir" dedi. |
﴾ 84 ﴿